|   kırık aynalar   yıllar öncesinde bir gün türkiye'nin tarihini öğrenir ve öğretirken ben ve insanlık içindeki yerini berlin, berger, polanyi ve antropoloji vesaire vesaire derken  babam öldü   onu onda bana beni bende ona bağlayanları bir daha henüz konuşamamıştık konuşacaklarımızdan korktuğumuz için ben kalakaldım babamı tanımadan  türkiye'nin ve insanlığın tarihi hakkında yazdıklarımla   sorabilsem ve anlatabilseydi eminim saatlerce sürecek öyküleri vardı bin dokuz yüz beş tevellütlüydü babam o söyler ben yazardım yıl bin dokuz yüz on beş babam daha on yaşında yanında kayıkta ölüp kuma gömülen annesi kum kumda annesi kum tanesi açılırken tekne suya ahmet kayıkta ne hissettiğini bir söyleyebilseydi kendi seferberlik türküsünü belki ben bir de ondan dinlerdim trabzondan çıktım başım selamet çavuşluya geldim koptu kıyamet seferberlik şimdi büküyor belumi gavur urus yıktı gitti evumi derdi ve ben olurdum bana babamın söylediği türkü acıyı bir çıkarabilseydi içinden kuma gömülen annesiyle yaşamadan girdiği karanlık  belki aydınlanırdı belki kalkardı lahdin kapağı ama olmadı bu kadar zor muydu paylaşmak yaşanılan acıyı   şimdi babamın adını taşıyan bir oğlum bir de bahar gülü kızım var adını benim koyduğum ama sormuyorlar beni bende onlara ve onları onlarda bana bağlayan hani var ya olması gereken şeyleri anlatamıyorum kayarken günler tek tek parmaklarımızdan erek yaşamaksa hayatı bilerek sorsalar da anlatsam diyorum ama olmuyor çünkü korkuyoruz konuşacaklarımızdan   sorular yasak cevaplar yok erek sadece ve sadece  sevişmek de olsa kelimelerle ördüğümüz gördüğümüz hayatımızı kurşun gibi ağırlaştırıyor ömür kısa birkaç günlük hayatı tutkuyla yaşasam koklasam saçlarını bu gece ta fecre kadar diyorum istediğim sadece bu   fecri engelleyen güneşi doğurtmayan kelimeler ve korkularla tasarladığımız dünya   nereye dönsem baksam dünya kırık aynalarla dolu bedenler erise de ötekinin içinde  ne sen beni görüyorsun ne de ben seni   haziran 1998   |