BAŞYÜCELİK DEVLETİ'NDE SAĞLIK

Dr. Hakkı Açıkalın

 

Evvela, membaından ve ideologundan Başyücelik Devleti'ne ilişkin doneleri alalım;

İslâm ve Devlet;

İslâm, devlete, ruhun uzviyete yapışık olması gibi sımsıkı bağlıdır; asla ayrılmaz ve onsuz uzviyet düşünülemez.

Akıl erer mi ki, bütün kâinatı kucaklayan İslâm, insan topluluğunun maddî ve mânevî yekûn kıymeti olan devleti, sınırları dışında bıraksın?

İslâm'da halk Hakk'ın zâhiri ve Hakk halkın bâtını olduğuna göre, İslâmî devletin tek ölçüsü Hakk'tır ve biricik hâkimiyet onundur.

İslâm'da halk, hakk ve hakikatin esiri (teslim olmuşu) sıfatıyla gerçek ve mükemmel olarak hududsuz hür ve yine aynı bakımdan gerçek ve mükemmel olarak hududsuz bağlıdır.

Öyleyse İslâm, en saf ve mükemmel kavranış zâviyesinden en ileri devletçiliğin en ileri hürriyetle aynı zaman ve mekânda birleştiricisidir.
İslâm'da devlet, Hakk'ın ferdlere biçtiği hakları dağıtmak bakımından kölelerin en zayıfı, yine Hakk'ın ferd üzerindeki hakkını toplamak bakımından da ağaların en kuvvetlisidir.

SAĞLIK EĞİTİMİ

Dünyanın heryerinde sağlık eğitimi Tıbb fakülteleri tarafından, yardımcı sağlık hizmetleri ise meslek yüksek okulları veya muadili yüksek eğitim kurumları tarafından verilir. Tıbb eğitimi İngiltere ve İsrail'de beş yıl, diğer ülkelerde ise altı yıldır. Bu eğitimin ilk üç senesi Temel Tıbb Bilimleri (Anatomi, Fizyoloji, Histoloji, Tıbbî Biyoloji ve Genetik, Biyokimya, Mikrobiyoloji, Nükleer Tıbb, Deontoloji (Tıbb etiği), Terminoloji ve Patholoji) üzerine, son üç yılı ise klinik eğitimi temelinde yürütülür. 4. ve 5. sınıflarda tıbbiye talebesi stajyer doktor unvânıyla öğrenciliğini sürdürürken 6. sınıfta (son sınıf) intern doktor unvânını alır. Son sınıfta imtihân yoktur. Talebe artık 'çırak doktor' olarak camiâdan biri sayılır. 6. senenin sonunda 'Tıbb Doktorluğu'na hakk kazananlara 'Tıbb Doktoru' diploması unvânı verilir.

Burada bir parantez açıp 'doktor' kavramına açıklık getirmemiz gerekir:

Doctus : Âlim, bilgin.
Doct- : Kök, radikal kavram olarak; ilm.
Doct-ior: Kıyaslama olarak; ilm, daha ilimli, daha bilgin.
Doct-ius: Zarf olarak; daha bilgince, daha ilimlice.
Doct-issim-us: En bilgili, çok bilgili, en bilgin, çok bilgin.
Doct-issim-e: En bilgin olarak, en âlimce.
Tam doctus: aynı zamanda bilgin.
Tam docte: aynı zamanda bilgince

Doctus, doktor hekim değildir. Hekim doktor olabilir, doktordur. Hekim bilgin olmayabilir, hekim bilgindir.

Yanlış kullanım şudur: Medecin, Artz, İatros, Tabib kelimelerinin sinonimi (eşanlamlısı) ‘doktor’ değildir, arzederim.

Her disiplinin ‘doktor’u olabilir, doktorluk sâdece hekimlik sahasına özgü değildir. Ziraat doktoru, hukuk doktoru, orman doktoru vs. Tıbb Doktoru’na genel olarak ‘doktor’ deme alışkanlığı bize özgü bir gelenektir. Doğrusu, hekim, tabib, sağaltman, atasagun vs…

Tıbbiye'den mezun olmuş hekim (tıbb doktoru) pratisyen hekim olarak da anılır. Bu terim Türkçe'ye fransızca 'praticien' (pratikçi, tatbikçi, uygulamacı) kelimesinden geçmiştir. İngilizce'de 'practitioner, italyanca professionista, Almanca praxis, yunanca praktiko kelimeleriyle karşılanır. Orijinali yunanî 'praksis' (pratik) kelimesidir.

Pratisyen hekim, kendisine tanınan hakk ile, mesleğini icrâ etme yetkisine sahibdir. Bu temelde, özel muâyenehâne açabilir, devlet hastahânesinde veya özel bir hastahânede çalışabilir. Türkiye'de 12 Eylül faşist darbesinden sonra getirilen bir yasayla hekimlere 'mecburî hizmet' adı altında gayrı insanî ve gayrı hukukî bir uygulama getirilmiştir. Demokrasi kavramıyla taban tabana zıdd olan bu kavram ve uygulaması hekimler arasında büyük bir infiâle yol açmış ve bu konuda sayısız değerlendirme yapılmıştır. Bu uygulamanın altındaki en iri imzâ yahudî çocuğu ve Hacettepe Üniversitesi'nin kurucusu olan Prof. İhsan Doğramacı'nındır. Mecburî hizmet iki yıl olarak belirlenmiş ve ağırlıklı olarak mahrûmiyet bölgesi olan Kürdistan'a hekim gönderebilmek için ihdâs edilmiştir.

Eskiden, her tıbb fakültesi ve her anabilim dalı ihtisas sınavını kendisi belirlerken yeni uygulamayla TUS (Tıbb'da Uzmanlık Sınavı) isimli bir imtihânla ihtisas belirleme merkezîleştirilmiştir. Dışarıdan bakıldığında bu sınavın fırsat eşitliğini tesis ettiği düşünülebilir fakat Türkiye gibi bir ülkede hiçbirşeyin demokratik ve eşitlikçi olamayacağının çok âşikâr olması hasebiyle bu sınavın da demokratikliğinden şübhe duymamak mümkün değildir ve her türlü manipülasyonun yapıldığı bize ulaşan bilgilerde vardır. Diğer sistemde ise, bu tür ihtimâllerin daha yüksek olduğu söylenebilir ve doğrudur, kolaydır. Ancak, bir mahsuru olduğunu sanmıyorum ve hattâ açıkça tercih belirlenebilmeli, bir kürsü berâber çalışacağı hekimleri kendisi seçebilmelidir. İsim isim tercih yapabilme hakkı olmalıdır. TUS'tan sonra hiç tanımadığı hekimlerle birlikte çalışmak zorunda kalan kürsüler büyük sıkıntılar yaşamıştır / yaşamaktadır.

Bir biçimde uzmanlaşmak isteyen hekim, TUS'da başarılı olduğu takdirde tercih ettiği anabilim dalında 4 veya 5 yıl ihtisâs yaptıktan sonra 'Uzman Hekim' unvânına hakk kazanır ve ilgili branşta (kardiyoloji, jinekoloji-obstetrik, genel cerrahî vs...) meslek icrâ eder. Yani bir hekimin uzman olabilmesi için asgarî eğitim süresi 10 senedir. Eskiden temel bilimlerde ihtisâs süresi iki yıldı, şimdi bu süre dört yıla çıkartılmış bulunmaktadır.

Türkiye'de 1980 yılı itibârıyla, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıbb Fakültesi (Çapa), İ.Ü. Cerrahpaşa Tıbb Fakültesi, Marmara Ün. Tıbb Fakültesi, Ankara Ün. Tıbb Fakültesi, Hacettepe Ün. Tıbb Fak., Gazi Ün. Tıbb Fak., Ege Ün. Tıbb Fak., Dokuz Eylül Ün. Tıbb Fak., Uludağ Ün. Tıbb Fak., Çukurova Ün. Tıbb Fak., Atatürk Ün. Tıbb Fak. faaliyette iken darbeden sonra bunlara ikinci kuşak tıbb fakülteleri hızla eklenmiştir: Trakya, Dicle, Samsun, Eskişehir, Konya, Fırat, vs... Daha sonra ise üçüncü kuşak Tıbbiyeler'i görüyoruz: Pamukkale, Gazianteb, Harran, Van, Karaelmas gibi... Bu durum berâberinde nitelik tartışmasını getirmiştir.

Başlangıçta temel bilimleri zikrederken fizyolojiden de bahsettik. Fizyoloji bilimi tıbbın '%70'i mesâbesindedir. Yani en kritik bilim dalı fizyolojidir diyebiliriz. Buna mukabil Türkiye'de yeterli fizyolog yoktur hattâ doğru dürüst fizyolog (işlevbilimci) yoktur. O nedenle tıbbiyelerin fizyolojileri aksamaktadır. Bu durum ileride klinik eğitimini de etkilemektedir. Demek ki, Türkiye'de fizyoloji eğitiminde sorun vardır. Deontoloji (Tıbb Etiği) aksesuar bir ders olarak algılanmakta ve adam yerine hiç konulmamaktadır. Oysa ki, Hippokratis'in (tıbbın babası) en çok ehemmiyet verdiği konu tıbb etiği'dir. Öyledir de, bir mesleğin etiğinden haberdâr olmazsanız o mesleğin icrâsında her türlü avarelik, serserîlik, soytarılık ve ilkesizlik sizi bekler. Hekimliğe ve onun ahlâkına verilen ehemmiyet hekimliğin sâdece sağaltman ya da otacı olmak biçiminde anlaşılmamasıyla ilgilidir. Hekim için 'Allah'ın yeryüzündeki elidir' diyen Hippokratis, hekimin san'ât, ilim, ahlâk, felsefe, siyâset alanlarında da öncü bir karakter olduğunu ve içinde bulunduğu topluma perspektif verme katında bulunduğunu vurgulamak ister. Hekim bir bilge, bir filozof, bir kanaat önderi hattâ bir ideolog ve azîz olma yükümlüğüyle karşı karşıyadır. Bu nedenle, deontoloji en temel bilimlerden biridir. Ancak, Türkiye'de, emperyalizm-kapitalizmin kuralları acımasızca işlediği için deontolojinin hiçbir değeri bulunmamaktadır ve yine o nedenle Türkiye Hekimlik Kurumu ahlâkî bir erozyona batmış durumdadır. Hekimlerimiz - maalesef - para kazanmaktan başka bir işle uğraşmayan sıradan meslek adamlarına dönüştürülmüş ve aşağıların aşağısına indirilmiştir. Kapitalizmin kuralları bile işletilmemekterdir ve sömürge koşulları belirleyici olmaktadır. Bugün, İsviçre'de devlette çalışan bir hekimin yıllık geliri 200.000-250.000 amerikan dolları arasında değişirken, Almanya'da bu rakam 100.000, Fransa'da 90.000, Avusturya'da 90.000, İspanya'da 80.000, ABD'de 120.000, Kanada'da 100.000, Yeni Zelanda'da 120.000, Portekiz'de 60.000, Japonya'da 100.000, İtalya'da 80.000, Belçika'da 70.000, Hollanda'da 80.000, İsveç'te 90.000, Danimarka'da 100.000, Yunanistan'da 40.000 amerikan dolları cıvarında olduğunu biliyoruz.

Türkiye'de ise bu rakam 15.000 amerikan dolları cıvarındadır. Taş çatlasa 20.000'e ulaşabilir. Yanısıra Türkiye'de hukuka çok aykırı olarak nöbet ücreti verilmemektedir. Avrupa'da ise nöbet ücreti 150-200 amerikan dolları cıvarındadır.

Bir başka aksaklık Terminoloji alanındadır. Türkiye'de Tıbb fakültelerinin çoğunda terminoloji dersi hiç yoktur, olanlarda ise çok yetersizdir. Ciddîye alınmamaktadır. Oysa tabâbet başlı başına bir terminolojidir. Gerek talebe gerekse de hekim düzeyinde akıl almaz bir terminoloji cehâleti yaşandığının yakın şâhidlerindenim. Tek tek branşlara girmeksizin söyleyebiliriz ki, Türkiye'de sağlık eğitiminde ciddî sorunlar vardır ve bu sorunların önemli bölümü ilkesel ve ahlâkîdir. İlkesel olarak çökmüş ve batmış bir sistemde ekonomik telâfi mekanizmalarının hiçbir yeri ve anlamı olamaz. Çünkü ekonomik sorunun özünde ideolojik-siyâsî ve hâliyle ahlâkî yetmezlikler ve suçlar vardır.

SAĞLIK POLİTİKASI

Bugün Türkiye'de temel sağlık hizmetleri rezâlet düzeyindedir. Ana-çocuk sağlığı, aşılama, beslenme, bilgilendirme gibi konular içler acısı durumdadır. Türkiye'de çocukların %50'sinden fazlası aşılanmamaktadır. Çocuk ölümleri, yetersiz beslenme ve aşısızlık gibi sebeblerden dolayı yüksektir. Halk Sağlığı kurumu sefâlet içindedir. AB'ne girme hayâli gören bir ülkede hâlâ daha kuduz, cüzâm, verem, boğmaca vs. hastalıklardan bir sürü insan ölmektedir. Bugün fukaralık hastalığı olarak bilinen tüberkülozlu (verem) hasta sayısı İsviçre'de 600'lerde iken (toplam nüfus 7 milyon), Türkiye'de milyonla ifâde edilmektedir. Kuduz Avrupa ülkelerinde (AB) 1950'lerden bu yana eradike edilmişken (kökü kazınmışken) Türkiye'de kâbus olmaya devam etmektedir. Cüzâm Avrupa'da tek tük vak'âlar hâlinde anılırken Türkiye'de hatırı sayılır bir düzeydedir. Yetersiz beslenmeye bağlı hastalıklar AB'nde yok mesâbesinde iken Türkiye'de ahvâl berbattır.
Yardımcı sağlık personelinin durumu da felâkettir. Hastabakıcı, hemşire, teknisyen konumundaki insanların yıllık geliri 5.000-7.000 amerikan dolları cıvarında olup bu insanlar ya ikinci iş yapmakta veya mecburen rüşvet vs. olumsuz yollara başvurmaktadır. Buna hekimleri de dahil edebiliriz. Çürümenin ve kokuşmanın kuşattığı bütün sahalarda olduğu gibi bu alanda da hastalık bünyeyi perişân etmiştir. Tüm memleket sathı emperyalist-kapitalist mikroblarla enfeste olmuştur.

Türkiyenin sağlık politikası diğer alanlardaki politikasından farklı olmayıp tamamen sömürge politikasıdır. O nedenle sağlık politikasından bahsederken ülke gerçekliğinden ayrıksı düşünemeyiz. Ne kadar ehliyetsiz, hırsız, karakter fakiri ve ajan-yahudî varsa sağlık politikalarında belirleyici, yönetici veya kadro rolü üstlenmiştir. Bu alçaklar vatanperver değil pazarlayıcıdır. Hampacı, vurguncu ve aşağılık sömürgenler, ağababalarıyla işbirliği içinde sağlık politikalarını yazmakta ve uygulamaya sokmakta, insanlar hastalarını götürecek hastahâne bulamamakta, kapılarda sayısız ölümler yaşanmakta ve baştaki yahudî hizmetçisi de sürekli ahkâm kesmektedir.

Bu sistemin ürettiği politikalardan memnun olan kimse yoktur. Sigorta yoktur, garanti yoktur, hizmet yoktur, personelin hiçbir güvencesi yoktur, aldıkları maaşlar ise komiktir. Sağlık hizmetleri paralı ve pahalıdır. Avrupa'da hiçbir hasta kapıda kalmamaktadır. Her insan sigortalıdır ve güvence altındadır. Andreas Papandreu hükümete geldiğinde Sağlık ve Eğitim hizmetlerinin ücretsiz olacağını garanti etmiş ve çok yakın bir geçmişe kadar (2000) Yunanistan'da özel hastahânelere izin verilmemiştir. Avrupa'da devlet hastahâneleriyle özel hastahâneler arasında hiçbir nitelik farkı yoktur. Fark ödenen ücretlerdedir (tarife). Türkiye ise bir ara (ve hâlâ) özel hastahâneler cennetine (cehennemine) dönüşmüştür. Amerikanvarî olan bu süreçte yahudî ve ABD yalakası devlet başkanı Halil Turgut Özal'ın parmakları vardır. Şimdiki idârecilerin de ondan bir farkı olmayıp neyimiz varsa satarız yeter ki, para versinler diyen sarhoş ve mendebur suratlı cüce mâliye bakanı buna bir örnektir.

Bizim açımızdan hâdisenin ideolojik ve siyâsî olduğunu yukarıda tesbit ettik. Başyücelik Devleti'nin Sağlık Politikası tamâmen yukarıda zikrettiğimiz İslâm-Devlet anlayışının özüyle paraleldir. Bu anlamda Hakk ve hukuk belirleyicidir. Hayatta kalma, sağlıklı yaşama en temel insan haklarından biridir. B.D bu hakkın korunması ve cemiyette bulunan ferdlerin sağlıklı yaşaması için kölevarî hizmet ruhu ve mecburiyeti içindedir. Bu anlayışın ete kemiğe bürünmesi için bütün kadrolarını seferber edeceği çok nettir. Sağlık ve Eğitim üzerinde en ufak bir tartışma yapılamayacak kadar hayatî ehemmiyete sahib sahalardır. Bu temelde, bu topraklarda yaşayan hiçbir birey sağlık ve eğitim konusunda imtiyâzlı veya öncelikli olamaz. Hiçbir bireyin sağlık hakkı savsaklanamaz, hafife alınamaz, ertelenemez. Buna tevessül edenlerin karşısında B.D en acımasız bir pratiği uygulamaya koyacaktır.

Dünyanın neresinde hangi yüksek teknoloji, hangi nitelikli uygulama, hangi üstün eğitim hizmeti sunuluyorsa mutlaka onun üzerine çıkılacaktır. B.D eksikliği, yenilgiyi ve bahâneciliği kabul etmeyecektir. Bu pratiğin içinde bulunanlar cezânın en ağırıyla karşılaşacaklardır. Bu coğrafya bir zehirli ve lânetli tarla olmaktan çıkıp bir cennet bağçesine dönecektir. Bu yolda gereken her türlü adımın atılacağından kimsenin şübhesi olmamalıdır. Bu zehirli tarla berâberinde sağlıksız toplulukları ve sağlıksız bireyleri ortaya çıkarmıştır. Cumhuriyet kurulduğundan bu yana Anadolu bir cüzâmhâneye dönüşmüştür. Hastalıklı ve alîl bir millet zuhur etmiştir. Bu hastalığın tedavisi gerekmektedir.

Türkiye'nin sağlık politikalarındaki bir diğer arıza, aile hekimliği kurumunun geliştirilememesi veya ehemmiyet verilmemesidir. Normalde direkt evden hastahâneye gidilmez. Ya aile hekiminin sevkiyle ya da âcil hâllerde hastahane yolu açıktır. Bu nedenle hastahâne kapılarında müdhiş birikmeler olmakta ve insanlar çile çekmektedir. Bu sorun aşılmaz değildir yeter ki, sistem buna karar versin. Verebilir mi? Bu hâliyle mümkün değildir çünkü köle ve hizmetçidir. Kendi irâdesiyle çalışmamaktadır. Efendisinin talimatlarıyla hareket etmektedir. Sorun ideolojik-siyâsîdir. Bir ülkenin parsellenip satılmasına göz yuman, kendi toprakları saydığı bir bölgede yaşayan insanların üzerine kimyasal silahlarla saldıran, hukukun, ahlâkın, prensiplerin olmadığı, dev bir hayvanat bağçesine dönüştürülmüş bir coğrafyada adam gibi bir işleyişten, insanca bir hayattan, hakklardan söz etmek muhaldir.

Bu ülkenin insanları hekim olsun diğer sağlık personeli olsun en iyi biçimde yaşamaya (ekonomik, sosyal vs.), halkı ise en üst düzeyde ve ücretsiz sağlık hizmeti almaya hakk sahibidir. B.D bu işleyişin idârecisi ve vasıtası konumundadır. Mes'ele bu irâdenin gösterilmesidir. Bu irâdenin zamanının geldiği anlaşılıyor.

Kaynak: www.aylikdergi.com

www.drhakkiacikalin.up.to

 

DİĞER YAZILARI

-Coyotte ve Skilia -Sıkıntılı Eser- I

- Ma Alladzi Hadatha Fi Hadath 11/9  (11/09 'da Ne Oldu?)

- Coyotte ve Skilia -Sıkıntılı Eser- II

- Aslında Nükte

- Coyotte ve Skilia -Sıkıntılı Eser- III

- Coyotte ve Skilia -Sıkıntılı Eser- IV

- Coyotte ve Skilia (Sıkıntılı Eser) - V

- Sholastik'ten Yola Çıkarak

- Coyotte ve Skilia (Sıkıntılı Eser) - VI

- Coyotte ve Skilia (Sıkıntılı Eser) - VII

- Coyotte ve Skilia (Sıkıntılı Eser) - VIII

- Coyotte ve Skilia (Sıkıntılı Eser) - IX

- JEW

- Coyotte ve Skilia (Sıkıntılı Eser) - X

www.yeniakademya.org

www.akademya.up.to