TÜRKÇE’DEKİ YUNANCA KELİMELER

Dr. Hakkı Açıkalın

- M -

Madalya: Μέταλλιο (Mêtalio). Mâden’den mütevellit, mâdenî olan. Fransızca’ya “Médaille” (Mêday) olarak geçmiş, oradan da Türkçe’ye girmiştir.

Madrabaz: Mεταπράτης (Metaprâtis).

Mağara: Μεγαρον (Megaron). Oda, Ev, oturulan mekân. Anlam genişlemesiyle, in, büyük oyuk, büyük kovuk mânâlarını yüklenmiştir.

Magnezyum:Mαγνήσιο (Magnîsio). Thessalia’da bir bölge ismi. Bir tür kimyevî element. Mg. (Manisa ilinin ismi de bu kelimeden gelmektedir).

Makina: Μεχος (Mehos): Araç.

Makroskopik: Μακροσκοπος (Makroskopos). Μακρος (Makros): Büyük-Σκοπω (Skopo): Bakmak, muâyene etmek. Çıplak gözle görülebilen, büyük. Mikroskopik’in zıddı.

Maltız: Αμάλθεια (Amâlthia). Yunan mitolojisinde adı geçen bir keçi. Zeus, onun sütüyle beslenmiş, Athina ise, onun postundan yapılmış bir elbise giymiştir. Özellikle Güney Marmara bölgesinde bulunan bir keçi türü.

Manastır:Mοναστήρι (Monastîri). Μοναχός (Monahôs): Keşiş. Mονή (Monî): Manastır. Temel kök ise, “Μόνο" (Môno): Tek, yalnız kelimesidir.

Manav: Μανάβης (Manâvis). Manav, yemişçi.

Mancınık: Μηχανική (Mihanikî). Mekanik. Devinen, ileri-gri giden. Anlam genişlemesiyle, eski dönemlerde kullanılan bir savaş gereci.

Mandal: Μανταλος (Ma-n-dalos). Sürgü.

Mandra: Mάνδρι (Mâ-n-dri). Ağıl.

Manganez: Μαγνης (Magnis). Çekim, cazibe. Mıknatıslı anlamında. Bir kimyevî element. Mn

Mani: Mανία (Manîa). Aşırılık, azgınlık, çılgınlık. Μαινάς (Menâs): Dionisos şenlikleri sırasında danseden ve kendinden geçen topluluk, aynı zamanda transa geçtikten sonra insan kurban ederlerdi. Manîa kelimesi, Psikiyatri terimi olarak kullanılır ve “çılgınlık”, “delilik”, “azgınlık” gibi mânâlar yüklenir. Terimin kökeni de "Μαίνάς" (Menâs) kelimesidir.

Manik: Mανιακός-ή-ό (Maniakôs). Manyak.

Manolya: Μανόλία (Manôlîa). Bir çiçek türü.

Mantar: Mανιταρι (Manitari).

Manyetik: Mαγνητικός-ή-ό (Magnitikôs). Cazibeli, çekimli.

Manyetizma: Mαγνητισμός (Magnitismôs). Çekicilik, cezbedicilik.

Manyetofon: Mαγνητόφωνο (Magnitôfono). Μαγνητίζω (Magnitîzo): Çekmek, cezbetmek-Φωνή (Fonî): Ses. Sesçeker.

Manyetosfer: Μαγνητόσφαιρα (Magnitôsfera). Çekimküre.

Maraton:Mαραθώνας (Marathônas). Atina yakınlarında, Persler’le Yunanlar arasında büyük bir savaşın yaşandığı yer. Savaşın kazanıldığını Atina’ya bildirmek için 42 kilometre 195 metre koşan ve haberi ulaştırdıktan sonra da hayatını kaybeden erin anısına düzenlenen bir atletizm yarışması ve bir atletizm dalı.

Marul: Μαρουλι (Maruli).

Masura: Μασούρι (Masûri). Masura, bobin.

Matematik: Mαθηματικά (Mathimatikâ). "Μάθημα" (Mâthima) kelimesi, "ders, öğüt, öğretme, tedris, ibret” gibi anlamlara gelir. O da, “Μά" (Mâ): Ana ve"Θημα" (Thima) "Adım, kürsü, mimber, mihrab” mânâlarını yükleniyor. Yani, Ana kürsü, ana mimber. Anlam genişlemesiyle, Matematik bilimi.

Matiz: Mεθισος (Methisos). Esrik, sızmış, sarhoş, mest olma, bekrîlik.

Mavna: Μαούνα (Maûna).

Maydanoz: Μακεδονησης (Makedonisis). Makedonyalı, Makedon kökenli. Anlam değişimiyle, güzel kokulu bir bitki. Farsça, Mîdenuvaz (Mideye iyi gelen, mideye yararlı olan anlamındaki) kelimesinden geldiğini söyleyenler de vardır.

Maymun: Μαïμου (Maymu). Μιμος (Mimos): Öykünme, çevreye uyma, temsil. Yunanca’dan Arapça’ya, oradan Türkçe’ye geçmiştir. Arapça ve Farsça: Meymûn veyâ Meymon.

Mayna: Μαïνα (Maina).

Mazgal: Μασχαλι (Mashali). Oyuk, çukur.

Megafon: Mεγάφωνο (Megâfono). Μεγάλος (Megâlos): Büyük-Φωνή (Fonî): Ses. Sesi arttıran, büyüten cihaz.

Megalomani: Mεγαλομανία (Megalomanîa). Μεγάλος (Megâlos): Büyük-Mανία (Manîa). Aşırılık, azgınlık, çılgınlık. Büyüklük hezeyânı

Megalomanyak: Μεγαλομανιακός (Megalomaniakôs). Büyüklük hezeyânı olan.

Megapol: Μεγαπολις (Megapolis). Büyükşehir

Mekanik: Mηχανική (Mihanikî).

Mekanizma: Mηχανισμός (Mihanismôs).

Mengene: Μαγγανη (Magani).

Meningitis: Mυνηγγίτις (Minigîtis) veya Mυνηγγίτιδα (Minigîtida). Beyin zarlarının (Mυνηγγας: Minigas / Meninks) iltihâbı.

Menisküs: Μηνισκος (Miniskos). Hilâl. Diz’de bulunan yarım ay şeklindeki kıkırdak. Bir sıvı sütununun kavisli üst bölümü. Μήνα (Mîna): Ay. Latince’ye "Mensis" olarak geçmiş oradan da İngililzce’ye Month (Mans), Fransızca’ya da “Mois” (Mua) olarak girmiştir.

Menopoz: Μενοποσις (Menoposis). Μήνα (Mîna): Ay-Παυσις (Pavsis): Durma, dinme. Menstrüasyon’un (Ay Hâli, aybaşı hâli) kesilmesi. Kadınların belli bir yaştan sonra âdet görmemesi durumu.

Mermer: Mάρμαρο (Mârmaro).

Mersin: Μυρσινη (Mirsini) veya Μυρτιά (Mirtiâ). Akdeniz bölgesinde yetişen ve sürekli yeşil kalan bir ağaç. Bir balık türü, bir şehrin ismi.

Meson: Mέσο (Mêso). Orta. Mεσόνιο (Mesônio): Quantum fiziği ter. Bir tür quantik parçacık.

Metabolizma: Mεταβολισμός (Metavolismôs). Tıp ve biyoloji ter. Öğe değişimi, besi evrimi, özgerim, yapımyıkım. Anabolizma (yapım) ve katabolizma (yıkım) süreçlerinden oluşan beslenme dönüşümü bütüncül süreci.

Μetafizik: Mεταφυσικι (Metafisiki). Μετα (Meta): Sonra, öte-Φυσις (Fisis): Tabiat, doğa, Mizaç. Fizikötesi, doğaötesi.

Metafor: Mεταφορά (Μetaforâ). Taşıma, nakliyat. Edebiyat ve Felsefe terimi olarak, İğretileme, anlam taşıma.

Metal: Μεταλλιον (Metalion). Mâden.

Metapsikoloji: Mεταψυχολογία (Metapsihologîa). Μετα (Meta): Sonra, öte-Ψυχή (Psihî): Ruh, Tin-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, Kelam. Psikolojiötesi, ruhbilimötesi. Zihin ve beden arasındaki ilişki gibi görgül (ampirik) ruhbilim yasalarının ötesine giden felsefî soruların incelenmesi; ruhbilim için genel yasalar saptama girişimini öngören öğreti.

Metapsişik: Μεταψυχικι (Metapsihiki). Metapsikolojiye değgin.

Metazori: Mε το ζόρι (Me to zôri). Zorla, zorâki, Metazori.

Μeteksis: Μετεκσις (Meteksis). Katılma.

Metempsikoz: Μετεμψυχοσις (Metempsihosis). Ruhun, bir bedenden diğerine göçü (öğretisi).

Meteor: Mετεωρα (Meteora). Göktaşı

Meteorolog: Mετεωρολόγος (Meteorolôgos).

Meteoroloji: Mετεωρολογία (Meteorologîa).

Metonimi: Μετονιμία (Metonimîa). Μετα (Meta): Öte, sonra-Όνομα (Ônoma): İsim. İsim taşınması, bir kelime / kavramın zaman içinde semantik bir kaymaya uğraması.

Metre: Mέτρο (Mêtro). Bir uzunluk ölçüsü birimi.

Metrik: Mετρικός-ή-ό (Metrikôs). Metreye değgin, metreyle ilişkili olan, Örn. Antropometrik: İnsan ölçülerine değgin.

Metropol: Mητρόπολης (Mitrôpolis). Despothâne, Payitaht, başşehir. Zaman içinde büyük şehir anlamını kazanmıştır.

Metropolit: Μητρόλιτις (Mitrôpolitis). Despot, Baş idâreci, Orthodoks Hristiyanlık’ta şehrin en üst düzeydeki dinî temsilcisi, Kent kilisesi kurumunun lideri, despotu..

Mıknatıs: Μαγνήτης (Magnîtis). Çeken, cezbeden, albenili.

Midye: Mύδι (Mîdi). Kabuklu bir deniz canlısı.

Mikrobiyolog: Mικροβιολόγος (Mikroviolôgos). Minidirimbilimci.

Mikrobiyoloji: Mικροβιολογία (Mikroviologîa). Minidirimbilim.

Mikrokosmos: Mικροκοσμος (Mikrokosmos). Minievren. Çıplak gözle görülemeyen, quantik evren. Kosmos’un en küçük düzeydeki modeli.

Mikron: Μικρον (Mikron). Μικρος (Mikros): Küçük. Metrenin milyonda biri değerinde bir uzunluk ölçü birimi. “μ" (Mî) harfi ile simgelenir.

Mikrop: Mικρόβια (Mikrôvia). Μικρος (Mikros): Küçük-Βιος (Vios): Hayat. Küçük dirim, küçük canlı. Mikrop.

Mikroskop: Mικροσκόπια (Mikroskôpia). Minik canlılara bakma, minik canlıları seyretme.

Mikroskopik: Mικροσκόπικος (Mikroskôpikos). Minik canlılara bakma, minik canlıları seyretme aracı. Mikroskopiye değgin.

Mimesis: Μιμησις (Mimisis). Öykünme.

Mimik: Mιμικός-ή-ό (Mimikôs). Öykünme, çevreye uyma, temsil.

Mimoza: Μιμόσα (Mimôsa). Amber çiçeği, köseğen.

Mitoloji: Mυθολογία (Mithologîa). Esâtir, Efsâne bilgisi.

Mitomani: Μυθομανία (Mithomanîa): Μυθος (Mithos): Efsâne, esâtir-Μανία (Manîa): Aşırılık, azgınlık. Efsânelerle yaşama, efsânelere dayalı bir retoriğe sahip olma, efsâne uydurma.

Mitos (Mit): Mύθος (Mîthos). Efsâne, esâtir.

Mitroman: Μητρομανιακός (Mitromaniakôs). Μητρα (Mitra): Rahim, Uterus, döl yatağı-Μανία (Manîa): Azgınlık, çılgınlık. Histerik.

Mitromani: Μητρομανία (Mitromanîa). Μητρα (Mitra): Rahim, Uterus, döl yatağı-Μανία (Manîa): Azgınlık, çılgınlık. Histeri.

Miyosen: Μειόκαινος (Miôkenos). Jeoloji ter. Bir jeolojik dönemin ismi.

Molibden: Μόλυβδος (Môlivdos). Kurşun. Kimya ter. Bir element. Simgesi Mo.

Moloz: Μολος (Molos). Yığın.

Monad: Mονάδα (Monâda). Birim.

Monark: Mονάρχης (Monârhis). Μονος (Monos): Tek, bir, yalnız-Άρχη (Ârhi): İlk, başlangıca ait, öncel, Düzen, idâre. Mutlak, tek idâreci.

Monarşi: Μοναρχία (Monarhîa). Μονος (Monos): Tek, bir, yalnız- Aρχη (Arhi): İlk, başlangıca ait, düzen, idâre. Mutlâkiyet, Tek kişi idâresi.

Monogam: Μονογαμος (Monoğamos). Μονος (Monos): Tek, bir, yalnız- Γαμος (Ğamos): Evlilik, düğün. Tek eşli.

Monogami: Mονογαμία (Monogamîa). Μονος (Monos): Tek, bir, yalnız-Γαμος (Ğamos): Düğün, evlilik. Tek eşlilik.

Monograf: Μονογραφός (Monografôs). Mονος (Monos): Tek, bir, yalnız-Γραφω (Grafo): Yazmak. Tek bir konu ile ilgilenen yazı, deneme.

Monografi: Mονογραφία (Monografîa). Mονος (Monos): Tek, bir, yalnız- Γραφω (Grafo): Yazmak. Tek bir konu ile ilgili yazım, kısa imza. Paraf.

Monogram: Μονογραμμα (Monograma). Μονος (Monos): Tek-Γραμμα (Grama): Harf, betim. Tekyazım.

Monolitik: Mονολιθικός-ή-ό (Monolithikôs). Μονος (Monos): Tek- Λυσις (Lisis): Çözünüm, çözüm, erime. Tekçözümsel.

Monoliz: Mονόλυση (Monôlisi). Μονος (Monos): Tek-Λυσις (Lisis): Çözüm, çözünme, erime. Tekçözüm.

Monolog: Mονόλογος (Monôlogos). Μονος (Monos): Tek-Λόγος (Lôgos): Söz, kelâm, bilgi, bilim. Tek taraflı konuşma, dialog zıddı.

Monomani: Μονομανια (Monomania). Μονος (Monos): Tek-Μανία (Manîa): Azgınlık, aşırılık, çılgınlık. Tek bir fikre takılıp kalma, saplantılı olma, aşırı idefiks (İdefiks-Sâbit fikir’den de öte, azgınlık derecesinde tek fikirlilik).

Monopol: Μονοπωλειον (Monopolion). Μονος (Monos): Tek, bir-Πωλειο (Polıo): Hâne, ev. Tekel, inhisar.

Monoteist: Μονοθεïσμος (Monotheismos). Μονος (Monos): Tek, bir- Θεός (Theôs): İlâh, tanrı. Tektanrılı.

Monoteizm:Mονοθεϊα (Monotheia). Tektanrılılık.

Monoton: Μονοτόνος (Monotônos). Μονος (Monos): Tek, bir-Τόνος (Tônos): Kuvvet, ses, ton. Yeksenâk, tekdüze.

Monotoni: Μονοτονια (Monotοnia). Μονος (Monos): Tek, bir-Τόνος (Tônos): Kuvvet, ses, ton. Yeksenâklık, tekdüzelik.

Morfin: Μορφίνη (Morfîni). Yunan mitolojisindeki uyku tanrısı Morfeus’un isminden mülhem. Uyuşturucu ve uyutucu bir madde.

Moron: Μορον (Moron). Μορο (Moro): Bebek. En geri zekâ düzeyi. Bebek zekâsına sahip olan.

Morfoloji: Mορφολογία (Morfologîa). Μορφος (Şekil, biçim)-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Biçimbilim, Şekilbilim.

Mozaik: Μουσα (Musa). Güzel sanatların dokuz perisinden birinin ismi. Kır perisi.

Musikî (Müzik): Μουσα (Musa). Güzel sanatların dokuz perisinden birinin ismi, kır perisi. Onun isminden mülhem.

Muşmula: Μεσπιλον (Mespilon). Döngel.

Müze: Μουσεïο (Musio). Güzel sanatların dokuz perisinden biri olan Μουσα (Musa) kökünden..

- N -

Nadas: Νεατε (Neate). Dinlenmeye, yenilenmeye bırakma, ekilmeyen, dinlendirilen toprak.

Naftalin: Ναφθαλίνη (Naftalîni).

Namus: Nόμος (Nômos). Düzen, nizam. Anlam genişlemesiyle iffet.

Narkotik: Ναρκωτικος (Narkotikos). Uyuşturucu.

Narkoz: Ναρκωσις (Narkosis). Uyuşukluk. İlaçlar tarafından meydana getirilen şuur kaybı.

Narsisizm: Νάρκισισμός (Nârkisismôs). Kendine sevdalılık, kendine âşık olma. Yunan mitolojisinde, suda kendi aksini gören ve ona aşık olan Νάρκισσος (Narkisos) isimli kahramanın isminden mülhem.

Narsi(si)st: Νάρκισσος (Nârkisos). Kendine sevdalı, kendine âşık.

Navlun: Ναβλον (Navlon). Gemi için ödenen gider, yolluk. Ναυς (Nafs): Gemi kökünden.

Nefrit: Nεφρειτις (Nefritis). Böbreklerin iltihâbı.

Neft: Ναφτη (Nafti). Sakızlı, ziftli sıvı. Petrolden veyâ ağaçlardan elde edilen ve reçineye benzeyen yapışkan bir madde.

Nekrofili: Nεκροφιλία (Nekrofilîa). Νεκρος (Nekros): Ölü-Φιλία (Filîa): Sevgi. Ölüsevicilik, ölülerden cinsî haz duyma.

Nekrofil: Nεκρόφιλος (Nekrôfilos). Ölüsevici, ölülerden cinsî haz duyan.

Nektar: Νέκταρ (Nektar). Gevser, Kevser, İlâhlar’a lâyık içecek.

Nemfomani: Nυμφομανία (Nimfomanîa). Nυμφη (Nimfi): Yunan mitolojisinde bir varlık olup “perikızı” olarak karşılanır. Tıbbî terminolojiye, Latince “Labium Minoris” (Küçük Dudak) olarak geçmiş olup, kadın cinsî organının bir bölümünü ifâde eder-Μανία (Manîa): Azgınlık, aşırılık, çılgınlık. Kadının aşırı derecede cinsî temas ihtiyacı göstermesi, aşırı şehvet.

Nemfomanyak: Nυμφομανής (Nimfomanîs). Nemfomani özellikleri gösteren.

Neodim: Νεοδυμος (Neodimos). Νεα (Nea) veya Νέος (Nêos): Yeni- Διδυμος (Didimos): İkiz. Yeni ikizler anlamında. Bir kimyevî element. Nd.

Neolojizm: Νεολογισμος (Neologismos). Νέος (Nêos): Yeni-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelâm. Kelime uydurma hastalığı. Yeni kelimeler üretme.

Neon: Νεον (Neon). Νεα (Nea): Yeni. Bir kimyevî element. Ne

Neptün: Νεπτουν (Neptun). Yunan mitolojisinde bir varlık. Bir gezegen.

Neptünyum: Νεπτουνίο (Neptunîo). Yunan mitolojisinde bir varlık. Bir kimyevî element. Np.

Nergis: Nάρκισσος (Nârkissos). Bir tür çiçek, fulya.

Nevropat: Nευροπαθής-ής-ές (Nevropathîs). Sinir derdi çeken, sinirsel bozukluğu olan, aşırı asabî kişi.

Nevrotik: Nευρωτικός (Nevrotikôs). Nevroz problemi yaşayan.

Nevroz: Nεύρωσις (Nevrosis) veya Nεύρωση (Nevrosis). Nεύρο (Nevro): Sinir-Ωσις (Osis): Durum, hâl. Hastanın farkında olduğu fakat bir türlü aşamadığı psikolojik durum. En çok ratlanan nevrozlar: Anksiyete (Sıkıntı), Histeri ve Depresyon’dur. Psikoz’da ise hasta kendi durumunun fasrkında değildir.

Niobyum: Νιοβιο (Niovio). Νιοβη (Niovi): Yunan mitolojisinde bir varlık. Bir kimyevî element. Nb.

Noisis: Νοεισις (Noisis). Arı akıl, öncü akıl, ilk akıl, Nus.

Nonoş: Νουνος (Nunos). Vaftiz babası. Anlam değişmesiyle, kadınsı (efemine) erkek, eşcinsel veyâ sevimli mânâlarını yüklenmiştir.

Nostalji: Nοσταλγία (Nostalgîa). Νοστος (Nostos): Geçmiş, Mâzi-Αλγία (Algîa): Ağrı, sızı. Geçmiş ağrısı, geçmişe duyulan özlem. İştak-ı Mâzi.

NUS: Nοεισις (Noisis). İlk, devindirici akıl. Nus-theos (Νους-Θεος): Zihin-ilâh. Lâtincesi; Ratio Primum Movens. Anlık-An (zihin), Us (akıl), Ruh (Tin), zihnî ilke, ruhî ilke. Felsefe ve Hristiyanlık ter.

Ünlü Hristiyan âlimi, Şamlı Aziz Yuhanna (St. John of Damascus) şöyle der: “Nasıl ki, göz bedenin bir parçasıysa, nus (akıl) da ruhun bir parçasıdır". Buradaki nus, insana Allah tarafından bahşedilen akıl anlamındadır. Havari Aziz Paul de, “bizim nus’umuz (aklımız) Hz. İsa’nın nus’udur (aklıdır)." der. St. Makarius ise "Nus (akıl) bedenin bir parçasıdır" iddiasını savunur. St. Gregory of Nyssa (Nyssa’lı Aziz Gregor): “İnsan nus’u bedensiz bir varlık olarak, vücudun hem içinde hem dışındadır. Her tarafa eşit bir biçimde dağılmıştır. İlk organ olarak kalbi kullanmıştır" demektedir. St. Maksimus’a göre, "Ruh bilgisinin ışığı, nus’un (aklın) yaşamasından ileri gelir ve bu ışık Allah sevgisini geliştirdiğinden dolayı ilâhî Aşk’tan daha büyük birşey olamaz". Nikitas Stethatos’a göre, "Nus’un 4 kuvveti vardır: anlama, keskinlik, kavrama ve sür’at. Nus’un bu 4 kuvveti ruhun 4 genel faziletiyle birleşmek zorundadır: özgüven, yargı, adâlet ve cesaret. Anlama, özgüvenle, keskinlik yargıyla, kavrama adaletle ve sür’at cesaretle birleşmelidir. Bu, ‘Ateş Arabaları’nı ‘Cennetler’den geçirmeye yeter".

Anaksagoras’a göre, "nous", hareket ettirici ve amaca erdirici ilkedir ve "nous" maddîdir (madde kökenlidir). Ancak, bu, "pek ince, pek seçkin" bir maddedir. Bütün nesnelerin en arınmışı, en lâtifidir. Yalnız başına olduğunda, yalınç ve hiçbirşeyle karışmamış durumdadır. Hep kendi kendisine eşittir, kendi kendine hareket edebilen biricik maddedir. Bütün diğer varlıkların hareket ilkesidir. Evren’e egemen olan kuvvettir. Evreni harekete geçirip, oluşturması bakımından, Herakleitos’un “ateş”inin gördüğü işlevi görür. Kendi başınadır. İlk hareketi sağlayan (ilk devindirici) “nous”tur. Oluşlar, “nous”un istediği doğrultuda gerçekleşir. “nous”, başlangıçta bir karmaşa (kaos) içinde bulunan “spora-spermata” (tohumlar) yığınının bir noktasında, bir çevrinti (çevirme, girdap) hareketi yaratmış ve bu hareket yavaş yavaş bütün yığını sarıp devinmelerine yol açmıştır. “nous”, bilinçli ve akıllı ilkedir.

Platon’a göre, düşünme ve akıl edimleri.

Aristoteles’e göre, Teorik (Kuramsal) ve pratik (Kılgısal) düşünme gücü. Ruh neyse nous da odur.

şünmenin ilkesi ve gelip geçici olmayan tözü.

Plotinos’a göre, Akılla kavranan dünyanın, idealar alanının ilkesi.

Oluşu gerçekleştiren tabiî devim.

Britanyalı düşünür Bertrand Russell’a göre Nous’un ingilizce karşılığı yoktur. Belki “Logos” kavramı onun yerine kullanılabilir.

Macit Gökberk’e göre, Anaxagoras, oluşu meydana getiren ilkeye, gördüğü iş düşünce yetisininkine benzediği için nous adını verir.

Fransız filozof Georges Cogniot şöyle der: “Önceleri, Anaxagoras’ı şeylerin düzenleyicisi bir gücü kabul eder görmekle hayranlık duyan Sokrates bile, nous kuramının, gerçeğin madde dışı bir ilkeyle açıklanması olmadığını anlayınca Anaxagoras’ı reddetti”.

Demokritos’a göre nous ateşten bir topraktır ve duyumların karışıklığını düzenler.

Hegel şöyle der: “Nesnel düşünce, dünyadaki us ve elbette doğal; evrensel olan işte bunlardır. Bu usun bizzat kendisi, nasıl köpek bir hayvansa ve onun tözsel yanı buysa, öylece doğada içkindir, doğanın özüdür. Böylesine bir usu içkin bulunmasaydı doğa, insanların bir sandalyeyi biçimlendirdikleri gibi, dışarıdan biçimlendirilemezdi”.

Nümizmatik: Nόμισματικη (Nômismatiki): Nόμισμα (Nômisma): Akçe, para. Paraya değgin, paraya ilişkin. Parabilim.

-O-

Oksijen: Oξυγόνο (Oksigôno). Οξυ (Oksi): Asit- Γονο (Gono): Oluş, tekvin. Asit oluşlu. Bir kimyevî element. Simgesi O.

Oksimoron: Οξιμορον (Oksimoron). Çelişkili / uyumsuz terimlerin birlikte kullanılmasıyla yaratılan bir etki. Οξυ (Oksi): Keskin, asid-Μορο (Moro): Bebek, bebeğe değgin. Örn. Öldürücü güzellik.

Oktavus: Oκτάβα (Oktâva).

Okyanus: Ωκεανός (Okeanôs). Kelime buradan mülhem. Okyanus, "O Κύανος" (O Kîanos: Mavi) anlamındadır. Kökenini ise Arapça, “Kün" (Ol) kelimesinden aldığı savı vardır. “Okyanus" kelimesinin içindeki, "kean-kian" bölümünün Arapça "Kün" (Ol) emrinden köken olduğu iddiası da ciddi bir iddiadır. Bu mânâda “Okyanus”, “Ol” emriyle “varolan” mânâsını üstleniyor yani Yaratıcı’ya cevab veriyor.

Okyanusla ilgili diğer tezler:

 

"Ωκεια-Ναύς" (Okia-Navs). Eski Yunanca, "Ωκεια" (Okia) kelimesi "Hızlı, Sür’atli” mânâlarını yüklenmiştir. “Ναύς" (Navs) ise "Gemi" anlamına gelir. Böyle bakıldığında, Okyanus’un karşılığı “Hızlı Gemi” olmaktadır.

"Ω-Γή-ανός" (O-yî-anôs veya O-gî-anôs). "Γή" (Yî veya Gî) modern Yunanca’da "Toprak, yeryüzü" anlamlarına gelir. Kelimenin kökeni ise "Γαια" (Gea, Gaya veya Yea) olup, mitolojide "Toprak Ana, Yeryüzü, Anaların Anası” mânâlarını yüklenmiştir. “Ουρανός" (Uranôs) ise, mitolojide "Gök tanrı” mânâsını yüklenmiş olup, günümüzde de “Gökyüzü, Asuman, Uzay” anlamlarında kullanılmaktadır. Bu kelimelerin hepsini birarada yazdığımızda, “O-gî-anôs” veya “O-yî-anôs” kelimesine ulaşırız ki, “Göğü, yeri birarada barındıran” mânâsına ulaşılır.

"Ω-κύανος-νησος". (O-kîanos-nisos). "Νησος" (Nisos) kelimesi yunanca "Ada" anlamındadır. Bu bağlamda “Okyanus” kelimesi “Mavi Ada” mânâsını yüklenebilmektedir.

Nihâyet, Arapça "Künnes" (Karadelik) kelimesiyle de ilişkisi olduğu söyleniyor.

 

Oligarşi: Oλιγαρχία (Oligarhîa). Όλιγον (Ôligon): Az-Άρχη (Arhi): Âρχη (Arhi): İlk, başlangıca ait, düzen, idâre. Azınlık idâresi.

Olimpiyat: Oλυμπιάδα (Olimpiâda).

Omuz: Ώμος (Ômos). Çiğin.

Onomatoloji: Oνοματολογία (Onomatologîa). Ονομα (Onoma): İsim-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. İsimbilim.

Ontogenesis: Οντογενέσις (Ondoyenêsis). Ον (On) veya Οντος (Ondos): Varlık-Γενέσις (Yenêsis): Oluş, tekvin. Varlıkoluş.

Ontogenetik: Οντογενετικη (Ondoyenetiki). Ον (On) veya Οντος (Ondos): Varlık-Γενέσις (Yenêsis): Oluş, tekvin. Varlıkoluşsal.

Ontolog: Οντολογος (Ondologos). Ον (On) veya Οντος (Ondos): Varlık- Λόγος (Lôgos): Bilgi, bilim, kelam.Varlıkbilimci.

Ontoloji: Οντολογία (Ondologîa). Ον (On) veya Οντος (Ondos): Varlık- Λόγος (Lôgos): Bilgi, bilim, kelam. Varlıkbilim.

Optik: Οπτική (Optikî). Οψις (Opsis): Görme. Görmeye değgin, görmeyle ilgili. Fizik bilimin bir dalı.

Organ: Οργανων (Organon).

Orion: Οριον (Orion). Οριον (Orion): Sınır, hudut, had. Bir yıldız kümesi.

Orkide: Ορχιδέα (Οrxidêa). Bir çiçek. Biçimi erbezine (testis) benzediği için bu adı almıştır.

Orkinos: Ορκυνος (Orkinos). Bir balık türü, büyük lüfer.

Ortanca: Oρτανσία (Ortansîa). Su meleği. Bir bitki (çiçek) ismi. Lâtincesi “Ortencia”. Hristiyanlarda bir bayan ismi.

Ortodoks: Όρθοδοξία (Ôrthodoksîa). Ορθος (Orthos): Doğru, dosdoğru-Δοξα (Doksa): Kanı, kanâat. Dosdoğru kanı. Örn. Orthodoks Marksizm: Dosdoğru Marksizm veyâ Orthodoks Hristiyanlık: Dosdoğru hristiyanlık. Heterodoks’un zıddı.

Ortopedi: Όρθοπεδία (Ôrthopedîa). Όρθος (Ôrthos): Doğru, dosdoğru-Πεδίον (Pedîon): Meydan, saha, alan, düzlük. Kas-iskelet sisteminin hastalıklarıyla ilgilenen Tıp dalı.

Osmiyum: Οσμιο (Osmio). Οσμία (Osmîa): Koku. Bir kimyevî element. Os.

Oşinografi: Ωκεανογραφία (Okeanografîa). Ωκεανός (Okeanôs): Okyanus, "O Κύανος" (O Kîanos: Mavi) anlamındadır-Γραφω (Grafo): Yazmak. Okyanusbilim.

Otarşi: Aύτάρκεια (Aftârkia). Kanaat etme, kanaatkâr yönetim.

Otokrasi: Aύτοκρατορία (Aftokratorîa). İmparatorluk.

Otokratik: Aυτοκρατορικός-ή-ό (Aftokratorikôs). Emperyal, imparatorluğa değgin.

Otokton: Αύτόχθων (Aftôhthon). Yerli ahâli. Anlam genişlemesiyle, Tıp dilinde, tekâmül sıralamasına göre vücudun en eski kırmızı kas grubu. Omuriliğin her iki yanında bulunan ve derinde yer alan kaslar için kullanılan sıfat.

Otopsi: Αύτοψία (Aftopsîa).

- Ö -

Öfemizm: Εύφημισμός (Evhemismôs). Εύ (Ef, ev): Hoş, güzel-Φήμη (Fîmi): Şan, şöhret, nâm, ün, san, tevâtür. Güzel bir şöhrete, isme, tevâtüre sahib olmak.

Öjenik: Ευγενικός (Evgenikôs). Öjenizm’e değgin.

Öjenizm: Ευγενισμος (Evgenismos). Εύ (Ef, ev): Hoş, güzel-Γονία (Oluş, tekvin). Εύγονία (Evgonia): Seçmeye dayalı yetiştirme yöntemi yoluyla insan soyunun / ırkının kalitesini yükseltme kuramı.

Ökaliptüs: Εύκάλυπτος (Efkâliptos). Ευ (Ef, Ev): Hoş, güzel- Kάλυψ (Kâlips): Gonca. Tıp’ta ve Eczacılık’ta da kullanılan bir tür bitki / ağaç.

Ökse: Οξος (Oksos). Macar üzümü. Anlam genişlemesiyle bir bitkiye verilen ad, Ökseotu.

Öreke: Ρόκα (Rôka). İplik eğirme aracı, yün veyâ pamuk eğirmede kullanılan araç. Anlam değişimiyle, argoda, “Ananın örekesi" biçiminde ağır hakaret hitâbı olarak kullanılır. Türkçe’deki “örmek” kelimesiyle bir ilgisi yoktur. Anadolu’da, Röke, Röka, Refka, Reka biçiminde söylenişleri de vardır.

Örgüt: Οργανωσις (Organosis).

Öritm: Ευρυθμος (Evrithmos). Ευ (Ev): Hoş, güzel-Ρυθμος (Rithmos): Ritm. Hoş ritm. Müziğe uygun olarak yapılan ahenkli hareketler.

Ötanazi: Ευθανατος (Evthanatos). Ευ (Ev): Hoş, güzel- Θαναθος (Thanatos): Ölüm. Tatlı ölüm, Hoş ölüm. Tıp terimi olarak, kişinin kendi irâdesiyle ölüme terkedilmesi.

Öz: Ουσία (Usia). Varlığın ilk maddesi. Ana tin.

- P -

Paçavra: Πατσαβουρα (Paçavura).

Palamar: Παλαμάρη (Palamâri). İp, urgan, halat. Gemi halatı.

Palamut: Παλαμηδα (Palamida). Bir tür balık, piçuta.

Palamut: Βαλανηδη (Valanidi). Meşe kozalağı, pelit. Tıp terimi olarak kullanılan lâtince “glans” da bu anlamdadır.

Palaz: Πολος (Polos). Yavru, küçük kuş. Piliç.

Palikarya: Παλικαρη (Palikari). Yiğit, delikanlı, atılgan, korkusuz, civanmert. Kabadayı Yunan delikanlılarına eskiden bu ad verilirdi. Hâl-i hazırda “genç”, “delikanlı” anlamlarında kullanılmaktadır.

Paleoantoloji: Παλαιοανθολογία (Paleoanthologîa). Παλαιός (Paleôs): Eski, kadim-

Paleoantropoloji: Παλαιοανθρωπολογία (Paleoanthropologîa). Παλαιός (Paleôs): Eski, kadim-Ανθρωπος (Anthropos): İnsan-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Kadim insanlık bilgisi, insanlık tarihi bilimi.

Paleozoik: Παλαιζωίκόν (Paleozoîkôn). Παλαιός (Paleôs): Eski, kadim-Ζώή (Zôî): Hayat, yaşam. İnsanlığın bir dönemi.

Palladiyum: Παλλαδίο (Paladîo). Παλλας (Palas): Eski Yunanca’da mızrak anlamında. Aynı zamanda bir asteroid’e (yıldızsı) verilen ad. Bir kimyevî element. Pd

Pamuk: βαμβάκι (Vamvâki).

Pananteizm: Πανανθεισμος (Panantheısmos). “Herşey tanrıdadır” anlamında bir felsefe terimi.

Panayır: Πανήγυρις (Panîgiris). Παν (Pan): Her, bütün, hepsi-Aγυρη (Agiri): Toplanma. Toplanma yeri, dernek.

Pandispanya: Πανδτεσπάνι (Pa-n-despâni). Bir tür çörek.

Pandodinamîa: Παντοδυναμία (Pa-n-dodinamîa). Kudret-i İlâhî.

Pandomim: Παντομίμα (Pa-n-domîma). Herşeyi taklid etme.

Panhelenizm: Πανελλινισμος (Panelinismos). Παν (Pan): Her, bütün. Ελλινισμος (Elinismos): Yunancılık. Bütün Yunanlar’ın biraraya getirilmesini, bir çatı altında toplanmasını öngören ideoloji.

Pankart: Πανχαρτία (Panhartîa). Παν (Pan): Her, bütün, tek bir, tüm-Χαρτία (Hartîa): Kâğıt. Halka (kitleye) bir mesajın duyurulması amacıyla elde taşınan veyâ duvara asılan üzeri yazılı büyük kâğıt veyâ karton. Yeni Türkçe’si, “duyurmalık”.

Pankreas: Πανκρατίον (Pankratîon). Παν (Pan): Her, bütün, tüm, tek bir-Kρατος (Kratos): İdâre, yönetim, devlet, kudret-kuvvet. Eski Yunan’da, güreşle yumruk döğüşünün karışımdan oluşan bir spor türü. Günümüzde, özellikle Amerika ve Avrupa’da halkı uyuşturma ve yanıltma amacıyla uygulanan bir gösteri sporu.

Pankreas: Πανκρεας (Pankreas). Παν (Pan): Her, bütün, tüm-Kρεας (Kreas): Et. Tamamı etten oluşan anlamında. Tıp ter. Endokrin (İçsalgı) ve Sindirim (Digestion) sistemine ait bir organ. Uykuluk, tümet.

Panorama: Πανόραμα (Panôrama). Παν (Pan): Her, bütün, tüm-Oραμα (Orama): Ufuk. Bütün, topyekûn ufuk.

Panoromik: Πανοραμικη (Panoramiki). Afakî, Ufkî.

Panteist: Πανθεος (Pantheos). Kamutanrıcı.

Panteizm: Πανθεïσμός (Pantheismôs). Παν (Pan): Bütün, her, tüm- Θεος (Theos): İlâh. İlâh’ın her yerde ve bütün parçalarda (zerrelerde) mevcut olduğunu ve bunların birleşmesiyle oluştuğunu ileri süren felsefî öğreti. Kamutanrıcılık. Örneğin Platon (Eflâtun) kamutanrıcı bir filozoftur. Felsefe terimi.

Panteon: Πανθεον (Pantheon). Bütün tanrıların makamı.

Papara: Παπαρα (Papara). Lâpa.

Papatya: Παπαδια (Papadia). Παπας (Papas): Papaz. Παπαδια (Papadia): Papaz’ın karısı. Bir tür çiçek. Türkçe’ye bir yanlış anlama sonucu girmiş olan bir kelimedir. Öyküsü şöyle: İki Osmanlı askeri papazın evini ziyârete gider. Kapıda papazın karısııyla karşılaşırlar. Papaz’ın evde olmadığını öğrenince, karısıyla sohbet etmeye başlarlar. Onun adını sorarlar. O da yerdeki çiçekleri işâret ederek kendisinin isminin o çiçeklerle aynı olduğunu ifâde etmeye çalışır. Yerdeki çiçeğin adı Margarita’dır. Fakat askerler bu çiçeğin ismini bilmediklerinden dolayı, o çiçeğe, “papazın karısı" anlamına gelen “Papadia" derler ve günümüze kadar böyle gelir. Koyungözü, Akbabaç.

Papaz: Παπoυς (Papus). Dede, ata. Hristiyan din adamı, rahip.

Papirus: Παπυρος (Papiros). Üzerine yazı yazılan yaprak. Aslı Koptça’dır (Kıptîce). Lât: Papirus, Fr: Papier (Papiye), İng: Paper (Peypır), Macarca: Papir (Papir), Alm: Papier (Papiyer), İtl: Papiro, İsp: Papel. Argo’da, “kâğıt para” ya da “para” olarak kullanılan “papel” kelimesi de bu kelimeden mülhemdir.

Parabol: Παραβολή (Paravolî). Παρα (Para): Etrafında, ilerisinde, ötesinde, yanında, cıvarında- Βολή (Volî): Atış, menzil. Tatbik, mukâyese, mukâbele. Bir Matematik terimi.

Parabolik: Παραβολικός (Paravolikôs). Tatbikî, mukayeseli, teşbih, temsil kâbilinden (comparatif).

Paradigma: Παραδειγμα (Paradigma). Παρα (Para): Etrafında, ilerisinde, ötesinde, yanında, cıvarında- Δείγμα (Digma): Nümûne, örnek. Örnek, model, emsal.

Paradoks: Παραδοξία (Paradoksia). Παρα (Para): Etrafında, ötesinde, ilerisinde, yanında-Δοξα (Doksa): Kanı, kanâat: Farklı kanı, alternatif kanı anlamında. Çelişirlik.

Paragraf: Παράγραφος (Parâgrafos). Παρα (Para): Etrafında, ötesinde, ilerisinde, yanında-Γραφω (Grafo): Yazmak. Yana yazma, öteye yazma anlamında.

Parakete: Παραγάδι (Paragâdi) veya Παρήστα (Parîsta). Hızölçer.

Paralaks: Παραλλαξία (Paralaksîa). Münâvebe, tahvil.

Paralel: Παραλληλία (Paralilîa). Birbirinin yanında, yanyana, koşut.

Paraloji: Παραλογία (Paralogîa). Mâkul olmayan, saçma, yanlış düşünüş.

Paralojizm: Παραλογισμός (Paralogismôs). Yanlış düşünce, herze.

Parametre: Παραμετρον (Parametron). Παρα (Para): etrafında, ötesinde, ilerisinde, yanında-Μετρον (Metron): Ölçü. Değer ölçüleri, değerlendirme ölçüleri.

Paranoya: Παρανοία (Paranoya). Παρα (Para): Etrafında, ötesinde, ilerisinde, yanında- Νόησις (Nôisis): Anlayış, idrak. Παρεννοώ (Parenoô: Yanlış anlamak) fiiliyle de ilişkilidir.

Parantez: Παρένθεση (Parênthesi). Araya alınma, idhal anlamında. Παρενθέτω (Parenthêto): Araya yere koymak, idhal etmek fiilinden mülhem.

Parapraksis: Παραπραξις (Parapraksis). Παρα (Para): Etrafında, ötesinde, ilerisinde, yanında-Πράξις (Prâksis): İş, hareket, sahne, perde, senet, tecrübe. Psikanaliz biliminin kurucusu olarak kabul edilen Sigmund Freud’ün güncelleştirdiği bir kavram. İzlerini bilinçdışı istek ve amaçlarda arayabileceğimiz açıklanamayan dil sürçmeleri, hafıza boşlukları, beceriksizlikler, yanlış okumalar.

Parapsikoloji: Παραψυχολογία (Parapsihologîa). Παρα (Para): Etrafında, ötesinde, ilerisinde, yanında-Ψυχή (Psihî): Ruh-Λόγος (Lôgos): Kelam, bilim, bilgi. Pozitif psikoloji biliminin izah edemediği, onun ötesinde bulunan Ruh hâllerini ve tezâhürlerini konu edinen bilim dalı.

Parazit: Παρασιτος (Parasitos). Παρα (Para): Yanında, kenarında, civarında- Σιτος (Sitos):Yiyen, yiyici. Birlikte yiyen, yanından, kenarından, üstünden yiyen, Ekti.

Parşömen: Περγαμος (Pergamos) veyâ Περγαμηνή (Pergaminî): Bergama. Bergama derisi. Eskiden Bergama’nın, üzerine yazı yazma amaçlı kullanılan derileri ünlü olduğu için bu adı almıştır. Arapçaya parğamun veyâ pergamun olarak geçen kelime daha sonra diğer dillere yayılmıştır. Akderi.

Pasal: Πασσαλος (Pasalos). Eski Yun. Kazık. Hayvanları bağlamak için yere çakılan direk, kazık. Pasaliskos: Küçük kazık, mıh. Süğen.

Paskalya: Πασχα (Pasha). İlkbahar’da kutlanan bir Hristiyan bayramı. İbranîce Pesaşi (geçiş) kelimesinden köken aldığı sanılıyor.

Patak: Παταγει (Patagi). Eski Yun. Dövmek.

Patetik: Παθητικός (Pathitikôs). Tesirli-müessir, zimmet, edilgen-pasif, duy(gu)sal.

Patojen: Παθογονο (Pathogono). Παθός (Pathôs): Hastalık, maraz, illet, felâket, mûsibet, mihnet, garaz, kin, dert-Γονο (Gono): Oluşlu. Hastalık yapıcı, hastalığa yol açıcı.

Patoloji: Παθολογία (Pathologîa). Παθός (Pathôs): Hastalık, maraz, illet, felâket, mûsibet, mihnet, garaz, kin, dert- Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Sayrılıkbilim, hastalıkbilim, acıbilim, duy(g)ubilim.

Patolojik: Παθολογικός (Pathologikôs). Sayrılıkbilim’e değgin. Acılı, hastalıklı, duy(gu)sal.

Patrik: Πατριάρχης (Patriârhis). Ata, Ced, büyük. Orthodoks Kilisesi’nin başında bulunan en yüksek görevli.

Pavurya: Παγουρος (Paguros) veyâ Παγούρι (Pagûri). Bir tür iri yengeç.

Paydos: Παυω (Pavo). Durdurmak, işi bırakmak.

Pedagog: Παιδαγωγός (Pedagogôs). Çocuk eğiticisi, çocuk terbiyecisi. Παιδι (Pedi): Çocuk-Αγωγω (Agogo): Yol göstermek, yol açmak, ön açmak.

Pedagoji: Παιδαγωγία (Pedagogîa). Çocuk eğitimi, çocuk terbiyesi.

Pedagojik: Παιδαγωγικός (Pedagogikôs). Çocuk terbiyesine değgin.

Pedavra: Πέταυρον (Pêtavron).

Pederast: Παιδεραστής (Pederastîs). Παιδι (Pedi): Çocuk-Αστεία (Astîa): Şaka, latife, oynaşma. Kulampara, çocuklarla cinsî münâsebete giren kişi, Çocuksevici.

Pederasti: Παιδεραστία (Pederastîa). Παιδι (Pedi): Çocuk-Αστεία (Astîa): Şaka, latife, oynaşma. Kulamparalık, çocuklarla cinsî münâsebete girme, çocuksevicilik.

Pedofili: Παιδοφιλια (Pedofilia). Παιδι (Pedi): Çocuk-Φιλια (Filia): Sevgi, dostluk, arkadaşlık. Çocuk sevgisi. (Bu bir kişilik bozukluğu değildir, Türkiye’deki Tıp fakültelerinin kahhar çoğunluğunda gerek öğrencilere gerekse de psikiyatri asistanlarına “Pedofili” kavramı bir kişilik bozukkluğu olarak öğretilmekte / tanımlanmakta olup bu yanlıştır, doğrusu “Pederasti” olmalıdır).

Pediatri: Παιδιατρία (Pediatrîa). Παιδι (Pedi): Çocuk-Γιατρια (İatria): Tıp, hekimlik. Çocuk hekimliği.

Peksimet: Παξιμάδι (Paksimâdi).

Pelte: Πολτός (Poltôs). Ezme veyâ Farsça; Pâlûde (Paluza): Ezme’den.

Pentagram: Πενταγραμμα (Pe-n-dagramma). Πεντε (Pe-n-de): Beş- Γραμμα (Grama): Yazım, betim, harf. Beşli yazım, beşli betim.

Pentagon: Πενταγονο (Pe-n-dagono). Πεντε (Pe-n-de): Beş-Γωνια (Gonia): Köşe. Beşgen, beş köşeli. ABD Savunma Bakanlığı’nın diğer ismi.

Pentatlon: Πενταθλον (Penthatlon). Πεντε (Pe-n-de): Beş- Αθλητισμός (Athlitismôs): Atletizm. Beş değişik atletizm disiplininden oluşan bir yarışma türü. Beşli atletizm.

Pereme: Περαμε (Perame). Küçük kayık. Anlam genişlemesiyle su kabı, sal. Anlam değişimiyle, “korkutucu varlık, hayâlet” anlamında kullanılan, “peremeler tuttu” deyimi buradan türetilmiştir.

Periferik: Περιφερειακός (Periferiakôs). Περιφέρεια (Perifêria): Çevre, etraf, daire, muhit, havali. Tıp terimi olarak Periferiakos: Çevresel, mücâvir, havaliye ait, Örn. Periferik Sinir Sistemi.

Periyod: Περιοδος (Periodos). Döngü, Dönem, devre, dolaşma, âdet görme, nöbet.

Periyodik: Περιοδικός (Periodikôs). Περίοδος (Perîodos): Dolaşma, dönme, devir, nöbet, âdet görme. Döngüsel, devirsel. Yunanca’da dergi anlamında da kullanılmaktadır.

Pıhtı: Πικτή (Piktî).

Pırasa: Πρασα (Prasa). Πρασινα (Prasina): Yeşil kelimesinden mülhem. Bir tür bitki (sebze).

Pırnal: Πριναρι (Prinari) veyâ Πουρνάρι (Purnâri). Yeşil meşe. Odunu makbûl bir meşe türü. Yerici deyim olarak, “kaba” anlamında da kullanılır.

Pide: Πιττα (Pita). İtalyanca’ya da Pizza olarak geçmiştir.

Pilâki: Πλαχη (Plahi). Yahni. Kuru fasulye ve soğanla yapılan zeytinyağlı bir yemek, kuru fasulye yahnisi.

Pinti: Πινεδος (Pinedos). Eli sıkı, cimri.

Piramit: Πυραμις (Piramis). Öyük, ehram.

Pirina: Πυρήν (Pirîn). Zeytin çekirdeğinin posası ve bundan elde edilen yağ.

Pisi (balığı): Φεσση (Fesi). Bir tür balık.

Piskopos: Έπισκοπος (Êpiskopos). Επι (Epi): Üst, üstte-Σκοπός (Skopôs): Maksad, niyet, gâye, amaç, nöbetçi, gözlemci, nokta, hedef. Üst gâye, büyük gâye güden, üst noktada duran.

Pistis: Πίστις (Pistis). İmân, inanç.

Piton: Πυθονας (Pithonas). Yunan mitolojisinde, Apollon’un Delfi yakınlarında öldürdüğü yılanın isminden mülhem. Bir yılan türü.

Piyâle: Φυαλε (Fiale). Ayaksız, sapsız kap. Kadeh.

Platin: Πλατίνη (Platîni). Değerli bir metal.

Platonik: Πλατωνικός (Platonikôs). Yunan bilgesi Platon’un isminden mülhem. Düşünsel, düşsel, teorik. Örn. Platonik aşk (düşvârî aşk).

Platonizm: Πλατωνισμός (Platonismôs). Platonculuk, platon ideolojisi. Ünlü Yunan filozofu Platon’un (Aristokles) geliştirdiği felsefe akımıdır. Geniş göğüslü (ya da geniş alınlı) olduğu için kendisine Platon adı verilmiştir. İlk hocası Kratylos. Kratylos, Herakleitosçu. Daha sonra Sokrates ile tanışıyor ve hayatının sonuna kadar Sokratesçi kalıyor. Eserlerinin hemen tamamında Sokrates’i anlatır. Mısır’da matematik, astroloji, yine Kirene’de Theodoros’tan matematik, Atina’da ise müzik dersleri aldı. Sicilya ve Güney İtalya seyâhatleri sırasında Pythagorasçılığa ilgi duymuş ve mistisizm’den etkilenmiştir. İran gezisinde ise Zerdüştîliği inceleme fırsatı olmuştur. Sicilya kralının akrabalarından Dion, Platon’a hayran kalır ve ona siyâsî reformlar yaptırır. Daha sonra, Atina’nın “Akademos Bahçeleri” mevkîinde ünlü okulunu (Akademia) kuruyor.

Gençlik dönemi ya da "Gençlik dialogları” tamâmen Sokrates’i anlatır. Onun düşüncesini ortaya koyar ve savunur. Bu eserlerde, “idea” öğretisine hiç rastlanmaz. Sürekli, “Erdem” ve “Bilgi” sorunlarıyla ilgilenir. “Lahis” (Lakhes) diyaloğunda “cesâret”, “Politia I”de “adâlet”, “Lysis”de “dostluk”, “Karmides”te “ölçülülük” (sofrosini), “Efthyfron”da, “Din”, “Protagoras”ta “erdem” irdelenir ve tümevarım (induction) yöntemi uygulanır. Sokratik diyaloglar olumsuz bir sonuçla biter: Yanlış, yetersiz tanımlar çürütülünce diyalog da sona erer. Araştırmada bir çıkmazla (aporia) karşılaşılmıştır. Ele alınan sorunun doğru yanıtı bulunamamıştır.

"İdea öğretisi”ni ele aldığı yâni Platon’un “Platon” olarak ortaya çıktığı diyaloglar ise şunlardır: Giorgias, Menon, Efthydemos, Kratylos, Meneksenos, Symposion, Fedon, Politia, Fedros, Theetetos, Parmenides, Sofistis, Politikos, Timeos, Kritias. Anti-Sofist mücâdelesinin merkezine "iyi” kavramını koyar. “İyi”, doğru bir yaşayışın kesin ölçüsü, biricik ereğidir. Gerçek, doğrunun düzenine (kosmos) ruh, ancak “iyi” ile erişir.

Sokrates’in anladığı gibi yaşamı felsefeye dayatmak ya da erdemle bilgiyi bir tutmak, “doğru”nun araştırılabilmesini, böyle bir olanağın bulunmasını gerektirir. Sofistler bunun olamayacağını söylüyorlardı. Sofistler’e göre, aradığımız şey ya bilinen bir şeydir ki, bunu aramaya gerek yoktur ya da bilinmeyen bir şeydir, o zaman da bulunan şeyin aranan şey olduğunu nereden bilinebilir? Platon bu sorunu Menon diyaloğunda "Ruh'un Ölümsüzlüğü" düşüncesiyle çözer: Ruh ölümsüzdür ve birçok defalar yeryüzüne gelmiştir. Bu arada yeryüzünde ve Hades’te (Öte Âlem) bulunan herşeyi görmüştür. Yeryüzünde (doğada) herşey birbirine bağlı olduğu için, Ruh bunlardan birini görünce, sürekli bir araştırma ile ötekilerini de bulabilir ve anımsayabilir. Ruhta doğru tasavvurlar, önce bilinçsiz bir hâlde bulunurlar; ilkin, bunlar bir rüya gibi kımıldanırlar; uygun sorular ve araştırmalarla sonunda aydınlık bir bilgi hâline gelirler. Buna göre, öğrenmek, eskiden bilinmiş birşeyi yeniden hatırlamaktan, anımsamaktan (anamnesis) başka birşey değildir. Bu anlayış ile, Platon, felsefesinin iki ana görüşünü de elde etmiş, belirtmiş olur: Ruhta bilinçsiz bir hâlde bulunan “doğuştan tasavvurlar”ın olduğu görüşü, bir de “doğru sanı” (Ortho Doksa) ile “bilgi” (epistimi) arasındaki karşıtlık. Doğru sanı sallantılı ve süreksizdir, bilgi ise bir temele, bir nedene (logos) bağlanmakla, dayatılmakla sağlam ve sürekli olur. Bilinmeyen birşeyin aranabileceğini, Sokrates, Menon diyaloğunda hiç matematik bilmeyen bir köleye, ustaca sorular sorarak bir geometri problemini çözdürmekle tanıtlar.

Felsefenin olabilmesi, Sokrates’in savı, yani erdemin bilgi ile aynı şey olduğunu söyleyen savı doğru ise bir anlam kazanabilir. Bu sorunu, Platon, en güvenilir bir bilimsel yöntemle, matematiğin varsayımı (hypothesis) yöntemi ile inceler: Çıkış noktası olarak bir varsayımı alır; bundan çıkabilecek sonuçları geliştirir; sonra da bu sonuçların durumundan varsayımın doğru olup olmadığını çıkarır. Bu yöntemi kullanarak vardığı sonuçla da, Sokrates’in intellektüalizmini aşar. Çünkü bilgi ile aynı olan felsefî erdem yanında, bir de doğru sanıya dayanan bayağı erdem vardır. Bilgiye dayanan felsefî erdem de bayağı erdemden pek üstündür; biri asıl şey, öteki de onun gölgesi gibidir.

Platon, bilginin temeli problemini şöyle çözer: Sokrates, bilgiyi, eldeki nesnenin kavramını belirlemeye çalışarak temellendirmeyi denedi. Platon, Sokrates’in bu görüşünü en keskin biçimiyle ele alır. Bunu, Elealılar’ın, bilgi ile varlık arasında bir korelasyon (bağlılaşma) olduğunu ileri süren savlarına bağlar ve kavramlar birer gerçek, birer dayantı (hipostaz) olurlar; bu dünyadaki nesneler yanında kendi başlarına bir dünya kurarlar, kendi içlerinde ayrı bir dünya olurlar. Böylece iki ayrı bilme çeşidini (doğru sanı-orthodoksi ile bilgi) karşılayan iki ayrı dünya da ayırt edilmiş oluyordu: Bir yanda asıl gerçeğin (ideaların) dünyası, öte yanda da relatif (göreli, izâfî) gerçeğin dünyası: meydana gelen ve yok olan nesnelerin dünyası: Doğru sanı’nın konusu olan dünya, işte bu dünyadır.

İdea birliktir (vahdet), bölünemez, değişmez, öncesiz (ezelî)-sonrasız (ebedî) olarak kendi kendine eşittir. Tek tek duyumlanan (algılanan) nesneler ise, sürekli meydana gelirler, değişirler ve yokolurlar. Bu bağlamda “İdea” (Bilgi) ve “Nesne” (Doğru sanı) iki ayrı dünyadır. Bu dünyalardan biri “var” olanı ve “hiç oluş hâlinde olmayan”ı öteki ise “hep oluş hâlinde olup hiçbir zaman varolmayan”ı (genesis) içine alır. Duyularla algılanan nesnelerin (cisimlerin) karşısında cismanî olmayan idealar (asomatikos idea: Bedensiz idea) vardır. Bunlar, uzayın ya da cisimler dünyasının hiçbir yerinde bulunmazlar; kendi başlarınadırlar ve duyularla değil düşünme ile kavranırlar. Düşünülen, akılla kavranabilen bir dünya (noitos topos) meydana getirirler. İşte, felsefî erdemin koşulu olan gerçek bilginin temeli, kökü ancak bu idealar dünyasında bulunabilir. Bunlar ahlâk kavramlarıdır.

Plastik: Πλαστικη (Plâstiki). Esnek, şekil verilebilir

Plazma: Πλάσμα (Plâsma). Sıvı, likid, likör, suyaş, yaratık, mahlûk.

Pleonazm: Πλειονασμός (Plionasmôs). Gereğinden fazla sözcük kullanımı. Artma, arttırma anlamında.

Pliyosen: Πλειόκαινος (Pliôkenos). Bir Jeolojik dönem.

Plüton: Πλουτος (Plutos). Yunan mitolojisinde bir varlık. Bir gezegen ismi.

Plütonyum: Πλουτονίο (Plutonîo). Πλουτος (Plutos): Yunan mitolojisinde bir varlık. Bir kimyevî element. Pu

Polemik: Πολεμικώς (Polemikôs). Πόλεμος (Pôlemos): Harb, savaş, muharebe kelimesinden. Savaşçı, cengâver anlamında. Anlam genişlemesiyle dil savaşı, dil dalaşı, sözlü çatışma, münazara.

Poliandri: Πολύανδρια (Polîandria). Πολύ (Polî): Çok, ziyâde, bol-Ανδρας (Andras): Eş, koca. Bir kadının birden fazla erkekle evlenmesi, çok eşlilik.

Poliarhia: Πολύαρχία (Polîarhîa). Πολύ (Polî): Çok, ziyâde, bol-Άρχη (Ârhi): Başlangıca değgin, ilksel, düzen, nizâm, idâre. Müşterek idâre

Poligam: Πολύγαμος (Polîğamos). Πολύ (Polî): Çok, ziyâde, bol-Γαμος (Ğamos): Evlilik, düğün. Çokeşli.

Poligami: Πολύγαμία (Polîgamîa). Πολύ (Poli): Çok, ziyâde, bol-Γαμος (Ğamos): Evlilik. Çok evlilik.

Poligon: Πολύγωνος (Poligonos). Πολύ (Poli): Çok, ziyâde, bol-Γωνία (Gonîa): Köşe, açı. Çokgen, çok köşeli.

Poliklinik: Πολύκλινικη (Πolîkliniki). Πολύ (Poli): Çok, ziyâde, bol- Κληνη (Klini): Yatak. Çok yataklı anlamında. Hastanelerde, hastaların muayene edildiği bölüm. (Yatırıldığı bölüme ise servis adı verilir).

Polis: Πολı (Poli). Şehir, site-devlet. Şehri korumakla görevli olan.

Politeist: Πολύθειστις (Polîtheistis). Çok tanrılı.

Politeizm: Πολυθείσμος (Politheismos). Πολύ (Polî): Çok, bol, ziyâde-Θεος (Theos): İlâh. Çok ilâhlılık.

Politeknik: Πολιτεχνικι (Politehniki). Πολύ (Polî): Çok, bol, ziyâde-Τέχνη (Têhni): Sanat, fen, bilgi, ustalık, mârifet, maharet. Birçok dalda teknik eğitim veren üniversite kurumları için kullanılan bir terim.

Politik: Πολιτικός (Politikôs). Πολı (Poli): Şehir, site-devlet. Bu kelimeden mülhem, politikaya değgin.

Politika: Πολιτική (Politikî). Πoλı (Pôli): Şehir-Θεκα (Theka): Korunak. Şehri sarıp sarmalayan, dört duvar içine alan. Anlam genişlemesiyle, siyâset.

Pornografi: Πορνη (Porni). Ticâret. Anlam genişlemesiyle Πορνεια (Pornia): Fuhuş. Πορνογραφία (Pornografia). Fuhuş filmi, fuhuş kitabı-neşriyatı.

Poyraz: Βοριας (Vorias). Kuzey. Bu kelimeden mülhem olarak Kuzey’den esen rüzgâr anlamında.

Pragmatik: Πραγματικος (Pragmatikos). Πραγμα (Pragma): Şey, eşya, nen. Felsefe terimi olarak, kuramsal kaygıyı, ilkeyi gözardı etme. Yararsal.

Pragmatist: Πραγμα (Pragma). Πραγμα (Pragma): Şey, eşya, nen. Felsefe terimi olarak, kuramsal kaygıyı, ilkeyi gözardı eden, dikkate almayan. Yararcı.

PRAGMATİZM: Πραγματισμός (Pragmatismôs). Πραγμα (Pragma): Şey, eşya, nen, eylem. Felsefe terimi olarak, kuramdan, ilkeden çok dolaysız gerekleri ve sonuçları dikkate alma tutumu. Uygulayıcılık, uygulamacılık, kılgıcılık.

Osmanlıca: Fiilîyye veyâ Mezheb-i Kıymet-i fiilîyye. Uygulamada yarar sağlamayı gerçeğin ölçütü sayan öznel idealist öğreti. Kapitalist üretim düzeninin ilk gelişme alanı olan işadamları ülkesi Britanya’da John Stuart Mill’in biçimlendirdiği yararcılığın, yeni ve son gelişme alanı olan işadamları ülkesi ABD’de Charles Peirce 19. Yy’ın ikinci yarısında temellerini atıp, yine aynı yüzyılın sonlarında William James’in geliştirdiği uygulamacılığın doldurması doğaldır. Böylelikle, kapitalizmin kendine özgü metafizik felsefesi kurulmuş olmaktadır. James, aynı adlı yapıtında “pragmatizm" sözcüğü için, “Gerçi bu ad hoşuma gitmiyor, ama onu böyle adlandırıyorlar, değiştirmek için artık çok geç" diyor. Yapıtını da “yararcı" Mill’e şu sözlerle armağan ediyor: “Zihnin pragmatik açıklığını ilk olarak kendisinden öğrendim, yaşamış olsaydı liderimiz olacağını düşünmekten zevk duyduğum John Stuart Mill’in anısına…". Pragmatizm, James’in deyişine göre, bir felsefe olmaktan çok bir metod, düşünceyi doğurduğu eyleme göre ölçen bir yöntemdir. Charles Peirce, 1878’de “Popular Science Monthly" dergisinde yayınladığı “Fikirlerimizi Aydınlığa Kavuşturmanın Yolu" başlıklı yazısında şöyle diyordu: “Bir düşüncenin anlamını açıklamak için onun hangi davranışı doğurduğunu bilmek gerekir. İşte o davranış, o eylem bizim için düşüncenin tâ kendisidir". William James, 20 yıl sonra, kimsenin üstünde durmadığı bu sözü bulup ortaya çıkarmış, felsefesini bu söze dayandırmıştır. Pragmatik metodda yeni hiçbir şey yoktur, diyor William James. Sokrates onun ustasıydı. Aristoteles, metodik olarak onu kullanmıştı. Locke, Hume, Berkeley onun araçlarını kullanarak gerçeşe yararlı oldular. Oysa Pragmatizm’in bu öncüleri onu ancak parçalar hâlinde kullandılar. Onlar sadece giriş yapmışlardı. Pragmatizm metodu günümüze gelinceye kadar genelleşmemişti, evrensel bir görevin farkına varamamıştı. Ben bu göreve inanıyorum, konuşmalarımın sonunda size de bu inancı aşılayabileceğimi sanıyorum. Herhangi bir yerde bir ayrım meydana getirmeyen bir ayrım hiçbir yerde varolamaz. Felsefenin bütün görevi, bu dünya formülü ya da bu dünya formülünün doğru olmasının hayatımızın belli ânlarında üzerimizde ne gibi bir ayrım doğuracağını anlamak olmalıdır. Pragmatik metod, herşeyden önce, başka türlü son verilemeyecek olan metafizik tartışmaların yatıştırılması metodudur. Dünya tek midir, çok mu? Kadere mi bağlıdır, yoksa hür müdür? Madde midir, ruh mu? İşte birtakım kjavramlar ki, dünya için doğru olmaları da kâbildir, olmamaları da. Bu çeşit kavramlar üzerindeki tartışmaların sonu gelmez. Böyle hâllerde pragmatik metod, her kavrama, kendisinden değer verebilecek pratik sonuçlar çıkarmak suretiyle yorumlamaya çalışır. Bu kavram öteki kavramdan daha doğru olsaydı, herhangi bir kimse için pratik bakımdan ne gibi ayrılık doğacaktı? Çıkarılan sonuçlarda pratik hiçbir ayrılık yoksa her iki düşünce de, pratik bakımdan, aynı şeye karşılık olmaktadır. Şu hâlde tartışma yersizdir. Tartışma yerindeyse, bunun ya da ötekinin doğruluğu hâlinde pratik bir ayrılık görebilmemiz gerekir. Bu, kabacası şu demektir: Dünya madde olsa ne olacak, ruh olsa ne olacak? Biri ya da öteki olmasa pratik bir fayda sağlıyorsa o zaman başımızın üstünde yeri var… Nitekim William James, pragmatizm metodunu kullanarak Ruhçuluğu seçmektedir. Çünkü diyor, materyalizm umut kırıcıdır. Ruhçuluk ise umut, hoşlanma, yaşama isteği vericidir. Tanrıya inanmak insanlar için faydalı bir eylemdir. Bu eylem insanlara, James’in deyişiyle, “töresel bir tatil” yaptırır. Ölümlü dünyadaki kötülüklerin Tanrı’da yok olacağı düşüncesi, bizleri sorumluluk kaygusundan kurtarır. İyiliğin, sonunda, nasıl olsa geleceğine güvenerek korkumuzu yenebiliriz. Dünya arabasını, yürüdüğü yolda, keyfince gitmeye bırakarak “töresel (Ahlâkî) bir tatil" yaparız. İyi ama, gerçek bu mudur, derseniz James’in karşılığı hazırdır: Gerçek, pratik faydası olandır. Pragmatizm, böylelikle, Akılcı sistemlerle Görgücü sistemler arasındaki uzlaşmaz ayrılığı çözdüğü kanısındadır. Aklın verilerini de pragmatik metoda vurarak him dinci kalabilecek, hem de olgularla ilgilenebilecektir. Her ikisinde de pratik fayda bulunduğuna göre, bunları birbirinden ayırmayı düşünmemektedir. Görgücüler, Tanrı düşüncesine, istedikleri kadar “Teşekkür ederiz, kullanmıyoruz" desinler, Pragmatist pratik fayda bulduğu sürece onu kullanmakta devâm edecektir. Pragmatistlere göre, bir düşünce, yaşayışımız için elverişli olduğu sürece doğrudur. “İyi"dir yerine "doğru"dur diyebiliriz çünkü bu iki kavram birbirinin aynıdır. Doğru sözcüğü, inanç alanında iyi olduğunu ıspat eden herşeyin adıdır. Doğru olan, belirli sebepler dolayısıyla aynı zamanda “iyi”dir. Bizim için neye inanmak daha iyi olurdu, dersek, bu söz şu anlama gelir. “Neye inanmak zorundayız?” Bu sorunun karşılığı şudur: İnanılması bizim için daha iyi olan şeye inanmak zorundayız. Şu hâlde, bizim için daha iyi olanla, bizim için daha doğru olan arasında hiçbir başkalık (difference) yoktur. Pragmatik metod “doğru”yla “iyi”yi birleştirmektedir. Bundan şu sonuç çıkıyor: Erdem yaşayımız için elverişli olduğu sürece, pratik fayda sağladığı hâllerde doğrudur. Herşey pratik fayda ölçüsüne vurulmalıdır, herşey pratik faydaya göre değerlendirilmelidir. Bu açıdan “güzel”i de, “doğru”yla ve “iyi”yle birleştirerek Felsefe’nin, Bilim’in, Sanat’ın yetkilerini tek elde, fayda ölçüsüne vurarak da değerlendirmelidir. Çünkü bunların pratik değer ya da değersizlik bakımından hiçbir ayrılıkları yoktur. Pragmatistler soyut düşüncelere, deney öncesi düşüncelere de kendi metodlarını uyguluyorlar. Onlara göre, doğru düşünce (à priori fikir), pratikte doğrulanabilen bir düşüncedir. Bir düşüncenin gerçeği, ona yapışık, hareketsiz bir özellik değildir. Gerçek, düşüncenin başına gelen birşeydir. Bir düşünce, kafamızda dururken doğru olamaz. Ancak doğru bir hâle gelebilir, olaylar yüzünden doğrulanır. Onun gerçekliği, geçer hâle girmesiyle (Validation) olur. Sonsuz derecede faydalı ya da sonsuz derecede zararlı bir gerçeklikler dünyasında yaşamaktayız. Doğru düşünce bizler için önemlidir. Bir ormanda kaybolursanız, açlıktan ölmek üzere bulunursanız, keçi yoluna benzer birşey görünce, bu yolun sonunda insanların oturduğu bir evi düşünmeniz çok önemlidir. Burada doğru düşünce faydalıdır, çünkü konusu olan şey faydalıdır. Doğru düşüncenin pratik değeri, bu düşünceye karşılık olan nesnelerin pratik değerinden çıkmaktadır. Gerçekte bu nesneler her zaman için faydalı olmayabilirler. Örneğin keçi yolunun sonundaki ev, boş bir evse, açlıktan ölmek üzere bulunan sizin için hiçbir faydası yoktur. Ama her nesne bir gün, bir zaman önem kazanabileceğinden, herhangi bir durumda doğrulanabilecek bir genel düşünceler stokunu elde bulundurmamız faydalıdır. “Doğru” sözcüğü doğrulama sürecini harekete geçiren bir düşüncenin, “faydalı” sözcüğü onun deneyde tamamlanan görevinin adıdır. Doğru düşünceler, faydalı olmadıkça, değer belirten bir ad kazanamazlar. Kuramla oldu, soyut düşünceyle işe yarar pratik arasındaki bu birleşme, ölçüsüz derecede bereketlidir. Gerçek, düşünürken bize faydası olan şeydir, nasıl ki, hak da eylem hâlinde bize faydalı olan şeydir. İnsanlar için gerekli olan, uygun olan “iş görecek” bir kuram bulmaktır. İşte pragmatizm, bu kuramdır. Görüldüğü gibi, uygulayıcılık, burjuva dünyasında pek tutulduğu ve ve pek yayıldığı hâlde, bilimdışı bir kuramdır. Bilimi de açıkça yadsır. James’e göre, “İnsanın dünyadaki durumu, kedinin kitaplıktaki durumu gibidir; görür ve duyar ama hiçbirşey anlayamaz". Pragmatizm, dünyanın nesnel gerçekliğine gözlerini kapamışlardır. Gerçek, kendi yararımıza göre belirlemekle, özneldir. Bu bakımdan pragmatizm tekbenciliği (Solipsizm) varmaktadır. Herşey “ben”im ve herşey benim içindir. Bu kanıysa pek açık olarak saçma bir kanıdır. Bilinemezci yönleri de bilgiyi yadsımakla eylemsel uygulamayı köksüz bırakmaktadır. Uygulama, bilgisizliği değil, tam tersine bilgiyi gerektirir. İnsan eylemi etkili olabilmek için nesnel yasaların bilgisine dayanmak zorundadır. Yararlılık, gerçeğin ölçütü olamaz. Tam tersine, ancak nesnel gerçekliğin bilimsel bilgisidir ki insanlığa yararlıdır. İnsan, bilimsel bilgileri aracılığıyla pratik eylemde bulunur ve bu pratik eylemi sonunda amacına varabilir; amacına ulaşabilmesi, ancak nesnel gerçekliğin bilimsel bilgisiyle olanaklıdır. Pragmatizm, John Dewey, F.S. Schiller vb. Tarafından izlenmiş, ırkçılık ve faşizmi açıkça savunmaya kadar çeşitli biçimlere bürünmüştür.

Praseodim: Πρασεοδίμος (Praseodîmos). Πρασιός (Prasiôs) veya Πρασινα (Prasina): Yeşil- Διδυμος (Didimos): İkiz. Yeşil ikizler anlamında. Bir kimyevî element. Pr.

Pratik: Πραξις (Praksis). Πράξις (Prâksis): İş, hareket, sahne, perde, senet, tecrübe uygulama, fiiliyât.

Prehistorya: Προïστορία (Proistoria). Πρό (Prô): Ön, önüne, evvel, önce, geçen-Ίστορία (İstorîa): Tarih. Erken tarih dönemiyle ilgilenen bilim dalı.

Prion: Πριον (Prion). Quantum fiz. Terimi. Quantik bir parçacık ismi.

Prizma: Πρίζμα (Prîzma). Biçme.

Problem: Πρόβλημα (Prôvlima). Πρό (Prô): Ön, önüne, evvel, önce, geçen-Βλήμα (Vlîma): Mermi, fişek.

Program: Πρόγραμμα (Prôgrama). Πρό (Prô): Ön, önüne, evvel, önce, geçen-Γραμμα (Grama): Harf.

Programatik: Προγραμματικός (Programatikôs). Programlı.

Prolepsis: Πρόβλεψις (Prôvlepsis). Πρό (Prô): Ön, önüne, evvel, önce, geçen -Βλεπω (Vlepo): Görmek. Önceden belirtme, önceden görme, öngörü. Edebiyat ve tıp terimi.

Prolog: Προλογος (Prologos). Πρό (Prô): Ön, önüne, evvel, önce, geçen - Λόγος (Lôgos): Söz, kelâm, bilgi, bilim. Önsöz, mukaddime, dibâce.

Prometyum: Προμεθειον (Promethion). Prometheus: Yunan mitolojisinde bir varlık. Bir kimyevî element. Pm

Prostat: Προστατα (Prostata). Öndül, Erönbeze, Önbeze. Hem ürojenital (Üreme-boşaltım) hem de endokrin (İçsalgı) sisteme ait bir organ.

Protaktinyum: Προτακτινιο (Protaktinio). Πρώτα (Prôtα): Evvela, ilk olarak, önce, iptidâ- Ακτις (Aktis): Işın. İlk ışın anlamında. Bir kimyevî element. Pa.

Protein: Προτεïνη (Proteini). Yumurta akı. Yaşamın temel yapıtaşlarından biri.

Protez: Προθεσις (Prothesis).

Protohistorya: Πρωτο-ιστορία (Protoistorîa). Πρώτα (Prôtα): Evvela, ilk olarak, önce, iptidâ-Ιστορια (İstoria): Tarih. Tarihöncesi.

Protokol: Πρωτόκολλο (Protôkolo). Πρώτα (Prôtα): Evvela, ilk olarak, önce, iptidâ- Κόλλα (Kôla): Tutkal, zamk, yapıştırıcı, kâğıt tabakası.

Proton: Προτον (Proton). Πρό (Prô): Ön, önüne, evvel, önce, geçen-Τόνος (Tônos): Ton, Kuvvet-Kudret. Nükleer fizik terimi olarak, bir parçacık türü. Pozitif yüklüdür. Veya, Προτου (Protu): Evvel, önce, sabık, birincil.

Protoplazma: Προτοπλασμα (Protoplasma). Πρώτα (Prôtα): Evvela, ilk olarak, önce, iptidâ -Πλασμα (Plasma): Yaratık, varlık, mahluk. Öncel varlık.

Prototip: Προτυπος (Protipos). Orijinal, kalıp, nümûne, örnek.

Provoskidae: Προβοσκιδα (Provoskida). Hortum. Hortumlu hayvanlar familyası. Zooloji ter.

Psikanaliz: Ψυχοαναλυσι (Psihoanalisi). Ψυχή (Psihî): Ruh-Ανάλυση (Anâlisi): Analiz, tahlil, çözümleme. Ruh çözümlemesi.

Psikiyatri: Ψυχιατρια (Psihiatria). Ψυχή (Psihî): Ruh-Ιατρική (İatrikî): Tıp. Ruh hekimliği.

Psikiyatr: Ψυχιατρος (Psihiatros). Ψυχή (Psihî): Ruh-Ιατρος (İatros): Tabib, hekim. Ruh hekimi.

Psikolog: Ψυχολογος (Psihologos). Ψυχή (Psihî): Ruh-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Ruhbilimci.

Psikoloji: Ψυχολογία (Psihologîa). Ψυχή (Psihî): Ruh-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Ruhbilim.

Psikolojik: Ψυχολογικη (Psihologiki). Ψυχή (Psihî): Ruh-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Ruhbilimsel.

Psikopat: Ψυχοπαθής (Psihopathîs). Ψυχή (Psihî): Ruh- Παθός (Pathôs): Hastalık, maraz, illet, felâket, mûsibet, mihnet, garaz, kin, dert. Psikolojik hastalığı olan.

Psikopati: Ψυχοπάθεια (Psihopâthia). Ψυχή (Psihî): Ruh- Παθός (Pathôs): Hastalık, maraz, illet, felâket, mûsibet, mihnet, garaz, kin, dert. Ruh hastalığı.

Psikoz: Ψυχωσις (Psihosis). Çevreden gelen etkenlerden bağımsız olarak ortaya çıkan tinsel problem. Genetik’tir.

Psişik: Ψυχικη (Psihiki). Ruhla ilgili, ruhî.

Puhu: Μπούφος (Bûfos). Bir tür kuş.

 

R-Z

A-E

F-M

N-P

www.drhakkiacikalin.up.to