ALEVİ TEORİSİ VE PRATİĞİNİN DOĞRU OKUNMASI
Gazi eke
Dünyada ve Türkiye de bu günkü ismiyleAleviliğe
Batınilik, Işık yolu ve Alevilik gibi
isimler verilmiştir. Alevi ozanlarına da 17.
yüzyıldan önce ışık sonra ise âşık
denilmiştir. Bu kavramların içi Alevilerin
kendileri tarafından doldurulmuş değildir.
Kavramların içi daha çok egemen-devlet
tarihçileri tarafından doldurulmuştur. Bu
kavramlarla ilgili tanımlamalar da onlar
tarafından yapılmıştır. Dolayısıyla bunları
incelerken çok daha dikkatli olunması
gerekmektedir. Bu gün Dünyada ve Türkiyede
Aileviliğe çeşitli yaklaşımlar vardır. Aynı
zamanda bu mücadeleye önderlik etmiş Batini
okullarda yetişmiş örenciler ile yetişmemiş
öğrenciler de bilinçli veya bilinçsiz olarak
birbiriyle karıştırılmaktadır.
Bu çarpıtmalardan birisi Alevileri İslamın bir
mezhebi olarak adlandırmalarıdır. Yine dinle
bağlantılı olarak Aleviliği tek tanrılı dinlerin
kaynağı olarak gören teolojik yaklaşımdır.
İkincisi ise Aleviliği Türklüğe veya Kürtlüğe
indirgeyen milliyetçi yaklaşımlardır. Üçüncü
olarak Aleviliği komünar toplum biçimi ve
sınıfsal zeminden kopartarak kültür veya felsefi
bir eğilim olarak gören yaklaşımdır.
Bu politik yaklaşımların hepsinde de ortak payda
Aleviliği sınıflı toplum biçimi ve ilişkilerini
benimsemiş bu toplumsal koşulların ürünü olarak
ortaya çıktığını iddia etmeleridir. Bu
değerlendirme de toplumsal sisteme karşı verilen
alevi politik mücadelelerini sosyolojik bir
yaklaşımla ele alan dar bir burjuva bakışını
yansıtmaktadır.
Hâlbuki Alevi ayaklanmaları sınıflı toplum
biçiminin siyasal sistemine karşı olmuştur. Bu
sadece sınıflı üretim biçimini değil aynı
zamanda insanın üretime tabii olduğu bir
toplumsal biçimi de kapsar. Alevilikte üretim
biçimi komünaldır. Üretim de insan-insan ve
doğa-insan önceliğine dayanır. Bu bir sınıfsız
üretim biçimidir. Doğa- insan ve insan-insan
ilişkisi çokluk içinde birlik olarak algılanarak
doğa ve insan tek bir varlık olarak görülür.
Dolayısı ile Alevilik sınıflı toplum örgütlenme
biçimleri ve ilişkilerine karşı çıkışın kendisi
olarak vardır. Dünyanın en eski toplumlarında
dahi Batıni olan bu karşı çıkışı görmek
mümkündür.
Alevilik insanın insan üzerindeki egemenliğine
karşı çıkışın bir ürünü olarak cinsiyet ve yaş
ayrımına da karşıdır. Bu ayrım insanın
parçalanmasıdır. Parçalanma da tarihsel olarak
sınıflı toplum biçimi ve ilişkilerinin yeniden
üretildiği bir toplumsal yapılanmayı gösterir.
Alevilik aynı zamanda ırk-milliyet-din ayrımına
karşı çıkışında kendisidir. Diğer yandan yöneten
yönetilen diye ayrılan bir iş bölümüne karşı
çıkışın da kendisidir.
Aleviliği gerek İslamın mezhebi gerekse de tek
tanrılı dinlerin kaynağı olarak gören teolojik
yaklaşım doğrudan Alevilerin kendi görüşleri
tarafından bertaraf edilebilir. Aleviliğe
teoloji veya mistik bir teoloji diyenler de
Aleviliği sadece sınıfsal-egemen-kültürel ve
dinsel kalıplar içinde algılayan ve okuyan bir
yaklaşımdır. Oysa teolojinin temeli doğaüstü
etkenlere inanmaktır. Konu, deney dışı ve
apriori (önsel)dir. Dolayısıyla tanrı bilgisinin
doğuştan olduğu savunulduğu gibi vahiy yoluyla
yâda peygamberlerin kulağına seslenerek yâda
gönüllerine doldurularak verildiğine ve böylece
bütün insanlara öğretildiğine inanılır. Yunus
Emre, Pir Sultan Abdal, Nesiminin şiirlerinde
teolojik yaklaşım diyenlere cevap olabilecek
birçok şiir vardır.19. yüzyıl Alevi inanç
önderlerinden Edip Harabinin deyişi bir örnek
oluşturur.
Daha Allah ile cihan yoğidi
Biz anı var edip ilan eyledik
Hakka hiçbir layık mekân yoğiken
Hanemize aldık mihman eyledik
Kendisinin henüz ismi yoğidi
İsmi şöyle dursun cismi yoğidi
Hiçbir kıyafeti resmi yoğidi
Şekil verip tıpkı insan eyledik
Aleviliği İslamın bir mezhebi olarak gören
yaklaşım da daha çok tarihin tahrif edilmesi
üzerine temellenir. Bu tahrif 15.yy dan itibaren
başlar. Bu politik tahrif iki zemin üzerinde
temellenmektedir. İlki Şah İsmailin Fars egemen
sınıflarıyla iş birliği yaparak Aleviliği
reddetmesidir (Erdebil Tekkesi). Bunun sonucunda
Şah İsmail I2 İmam Fars Şiiliğini kabul ederek
Sunilik gibi Ortodoks İslamın bir mezhebi olan
Şiiliği egemen kılmasıdır. Bu dönemden sonra
İrana giden bütün alevi direnişçileri hunharca
katledilmişlerdir. Osmanlı İmparatorluğunun
Şahkulu ayaklanmasının bastırmasından sonra
tekrar toplanmaya çalışan Alevi Savaşçıları Şah
İsmaile sığınmışlardır. Kendisine sığınan Şah
kulu ayaklanmasının savaşçıları ise kazanlarda
kaynatılarak katledilmişlerdir.
İkincisi Osmanlı İmparatorluğunun Alevilere
yönelik saldırılarına karşı Alevilerin bizde
İslamın bir mezhebiyiz diyerek Sünni-Osmanlıya
karşı meşrulaşma çabaları vardı. Bektaşilik
içindeki Babağan kolu Osmanlıyla işbirliği
yaparak şeriat kapısı politikasını siyasi bir
ilke haline getirmiştir. Oysa Alevilik bu
politika doğrultusunda davranan insanları düşkün
insan olarak niteler. Bu düşkün politikaların
izleri bugün hala vardır. Kızılbaş halkının
ser çeşmesi Dedegan kolu ise bu uzlaşmaya evet
dememiştir. Bu iki politik çizginin izlerini
günümüzde hala görmekteyiz.
Alevilik 15 yy. sonrası 12 İmam ve Aliyi
Osmanlı baskısı karşısında Aleviliği
meşrulaştırma araçlarından birisi olarak
kullanılmıştır. Bu politikayı Alevi Şiirlerinde
de görmek mümkündür. Yoksa Aleviliğin 12 İmamla
bir politik bir ilişkisi yoktur. Tersine
Sünnilikle Şiilik Ortodoks İslamın savunucusu
olarak Ehl-i sünnet ve Ehl-i bidat fıkıh ve
itikat okulunun mensuplarıdırlar. Tek kitap tek
peygambere inanmak anlamında ise iki egemen
mezhepte Kur-anın harici yorumunu
benimsemişlerdir.
Osmanlı İmparatorluğunun ekonomik- politik-
ideolojik ve askeri saldırıları karşısında Alevi
söylemlerinde kendilerini gizlemek ve farklı din
ve mezheplerden ezilen yoksul halkın desteğini
alabilmek için bu yola başvurmuşlardır. Bunu
Alevi Şiirlerinde (Ali Kızıltuğ) görmek
mümkündür:
Seni sevenlerin yaralı dertli
Şu elin zalimi bizden kıymetli
Keramet sahibiydin güçlü kuvvetli
Yoksa bir kul idin öldün mü Ali
Zalimin zulmü bizi yakarsa
Bizi ağlatıp karşımızdan bakarsa
Ahrette elim boşa çıkarsa
Tutar Zülfikarı kırarım Ali
Alevi olan şairlerden Yunus Emrede şiirlerinde
Kurana itibar etmediği gibi Kuranı da kendi
kitabı bellememiştir:
-170-
Ol kaadir-i kün feyekun, lutfedici Rahman
benem
Kesmeyen, rızkını viren, cümlelere Sultan benim
Nutfeden adem yaradan yumurtadan kuş doğurdan
Kudret dilini söyleten zikr eyleyen sübhan benim
Kimisini zahid kılan kimisine fisk işleten
Ayıbları örtücü ol delil ü bürhan benim
Bir kuluna atlar veren avrat u mal oğul verem
Hem yok birinin bir pulu ol Rahim ü Rahman benim
Karı yağdırıp donduran hayvanlara rıskın
veren
Bu cümle işleri gören hem canlara canan benim
Benim ebed benim beka ol kadiri Hak mutlaka
Yarın hazır ola saka onu kılan Gufran benim
Dört türlü nesneden hasıl bilin işte benim
delil
Od ile su toprak ve yel bünyad kılan Yezdan
benim
Et ve deri sünük ve can perdelerini durduran
Kudret işim çoktur benim hem zahir ü ayan benim
Hem batınım hem zahirim, hem evvelim hem
ahirim
Hem ben oyum hem ol benim, ol kerim sübhan benim
Yoktur arada tercüman, andaki iş bana ayan
Oldur bana veren lisan ol deniz ü umman benim
Bu yeri göğü yaradan bu Arş u Kürsi durduran
Bin bir adı vardır Yunus ol sahibi Kuran benim
171-
Bu cümle erkânı koyup birlik yolun tutan
benim
Hırs u tama benden ırak hep ardıma atan benim
Bakan benim gören benim alan benim veren
benim
Hem Cebrail hem Mikail İsrafili yapan benim
Bu yedi kat yerlerde şol sekiz katı
göklerdedir
Bu söyleyen dillerde hep hüküm revan kılan benim
Emr ile bulut oynatan yerden bereket kaynatan
Elinde kudret şiniği halka rızık veren benim
Hem çağıran ol leşkerin derdile dost eşiğine
Arş önüde aklım ile hizmet kılıp duran benim
Gökyüzünü ferişteler Yunusa kasd eder ise
Durmazsa tek ferişteler arşa çomak vuran benim
Aleviliğin insan-insan, doğa-insan ve evren
ilişkisini teklik içinde birlik olarak görmesi
ile egemen sınıfın dini ideolojilerine bir karşı
duruşu dile getirdiği gibi bunu mücadele içinde
de somutlaşmıştır. Osmanlı-İran Çatışmasın da
Egemen ideolojinin şekillenişinin de Aleviliğe
karşı ortak paydada birleşildiği görülmüştür.
Batıni toplulukların bütün izlerini ortadan
kaldırmak için işbirliğine de gitmişlerdir. Bu
İran- Osmanlı Padişah Fermanlarında net olarak
görülmektedir. Aleviliğin Suniliğe karşı duruşu
ile Şiiliğe karşı duruşu arasında fark yoktur.
Sünnilik ve Şiiliği Semavi dinlerden ayırmadığı
gibi bütün metafizik yaklaşımlarında
karşısındadır.
Diğer yandan daha önceki Osmanlı kaynaklarında
Alevilere Işık oğulları tabiri
kullanılmaktadır. Bu tabir daha sonra Alevi
olarak adlandırılmıştır.Alevi kavramı ise, bu
gün alevi toplumu tarafından benimsenmiştir.
Aleviliğin Ali evi ve Ali taraftarlığı ile
ilişkisi de yoktur. Ehlibeyt soyuyla da
bağlantısı yoktur. Türkçede alev, yanan ve ışık
veren maddelerin ya da gazların türlü biçimlerde
uzanan dili, yalım, yalaz ve alazdır. Türkçede
Alevide bulunan ( i ) eki bir aidiyet ekidir.
İnsan-insani gibi. Burada insani, insanlığa
yaraşan ve insanca anlamına gelir. Türk dil
kurallarına göre Ali kökünden Alevi sözcüğü
türetilemez. Ali sözcüğü türetilmiş olsaydı bu
sözcük Osmandan Osmanlı türevlerinde olduğu
gibi Alili olurdu. Yada Atatürkten Atatürkçü
türevlerinde olduğu gibi bu sözcük Alici
olabilirdi. Diğer yandan Alevilik düşüncesi her
türden soy bağını reddeder. Çünkü ırk aidiyeti
Aleviliğe yabancıdır.
Alevi ise aleve ait olandır. Alevin devinim
biçimi de ışıktır. Maddenin bu devinim biçimi de
cisimleri görmemizi sağlayan şeyin kendisidir.
Alevi ağzıyla söyleyecek olursak verili
koşullara teslim olmuş bir toplumun bakan
gözlerin kör olduğu bir toplum biçimini değil
gerçekliğin kendisini ortaya koyan bir toplumun
örgütlü mücadelesini ifade eder.
Işık teriminin de Anadolunun en eski
uygarlıklarında da kullanıldığını bilmekteyiz.
Prof. Süleyman Uludağ Osmanlı döneminde
kullanılan ışık terimi ilgili şu açıklamayı
yapmaktadır:
Osmanlı zamanında bazen Bektaşilere,
Alevilere, Hurifilere ve Rafizi eğilimli
derviş zümrelerine Işık ve Işık taifesi adı
verilmiştir. Bunlar adına tesis edilecek
vakıfların şeran geçerli olamayacağı
kaydedilmiş, fermanlarda bu zümreye dikkat
çekilmiştir
Alevi nefesleri ışığa gözlerini kapatan
bakan gözlerin kör olduğu Şer-i toplum biçimi
içinde yaşamayı kabullenmiş insanlar için
yazılmış değildir. Ahmet Edip Harabi bir
şiirinde şöyle seslenmektedir:
Kandil geceleri kandil oluruz
Kandilin içinde fitil oluruz
Hakkı göstermeye delil oluruz
Bakar kör olanlar görmez bu hali
Osmanlı tarihçileri Hacı Bektaşi Velinin de
Nakşibendî Şeyhi Ahmet Yeseviden destur
aldığını yazmaktadır. Aynı zamanda Hacı Bektaşi
Velinin hacca gittiği de yazılıdır. Halbu ki
Ahmet Yesevi ile Hacı Bektaşi Veli aynı zamanda
yaşamamışlardır. Çünkü yaşadıkları tarih çok
farklıdır. Diğer yandan Hacı Bektaş Veli hacca
gitmediği gibi onun ismini niteleyen sıfat Hacı
Bektaşi Veli de değildir. İsmi niteleyen sıfat
Hace (Önder- Öğretmen) Bektaş Velidir. Böylece
tarih çarpıtması ile Alevilik içinde yer alan
Hace Bektaşi Veli din ile politik olarak
ilişkilendirilmiştir.
Hâlbuki tek tanrılı dinlerde yaratan ve
yaratılan olmak üzere ikici görüş hâkimdir.
Yaratan tanrıdır ve öncedir. Yaratılan sonradır.
Bu yaratılanların içindeki insanlara kul denir.
Alevilik kulluğu da reddeder. Alevilik de ikici
metafizik görüş değil tekçi maddecilik vardır.
Maddeci görüşü derisi yüzülen Seyyit Nesimi
şöyle ifade etmektedir:
Derisi yüzülen Alevi Şair Seyyit Nesimi
(1369/701404) İnsanın özü ruh değil maddedir.
Ruh maddenin bir niteliği, anlamı durumundadır.
Diyordu. Nesiminin söylediği sözler tümüyle
Kurana aykırıydı. Kurana göre ise:
bizzat tanrının sözlerine göre nitelik ve öz,
birbirinin aynıdır ve tanrının nitelikleri
vardır.
Aleviliğin bu görüşleri dünyayı teklik içinde
birlik olarak görür ve ona göre yorumlama,
anlama ve değiştirme gücünü ifade eder.
Nesiminin yukarda ki şiirinde ifade ettiği
düşünce materyalizmdir. Alevilik doğa
felsefesine dayanan fizik çıkışlıdır. Tek
tanrılı dine dayanan teolojik görüş ise
metafizik çıkışlıdır.
Alevi dünya görüşüne uygun olarak Aleviliğe
kabul edilecek bireylerin geçmek zorunda
oldukları kapılar vardır. Bu durum doğrudan
yaşayarak öğrenmeleri gereken süreçleri kapsar.
Bunlar kuralları Bilme-Öğrenme (Şeriat),
Örgütlenme ve yol alma (Tarikat)dır. Seçilen
dervişler ile uygulama (Mağrifet), gerçeklerle
bütünleşme, paylaşma ve insan-insan ile
doğa-insan arasındaki ilişkiyi teklik içinde
birlik (Hakikat) olarak algılayan aşamalardır.
Şeriat- Tarikat-Marifet-Hakikat diye bilinen her
kapının on (makamı) basamağı vardır. Bütün bu
eğitim sürecinin toplamı olan Kırk (Makam)
Basamak gizlilik altında yürütülür.
Bugün Alevi örgütleri dünyanın birçok yerinde
vardır. Bu örgütlenmeler Aleviliği politik
önderlik bazında bir bütün olarak temsil etmez.
Çünkü Alevi örgütlenmesi dereceli ve gizli bir
örgütlenmedir. Önderlik soya bağlı olmadığı gibi
burjuva demokratik koşullar içine hapsedilerek
seçilmiş bir yöneticiliğe de bağlı değildir.
Alevi önderliği mücadele içinde sömürü
sistemiyle uzlaşmayan denenmiş ve sınanmışlığa
bağlı olarak oluşmuştur. Bugün var olan Alevi
örgütlenmeleri sadece Alevi üyeliğine girişin en
alt mertebesini oluşturmaktadır. Bu mertebe
sınama döneminin ilk aşamasıdır. Bu en alt
mertebe de zaman ve mekân içinde nesnel
koşullara teslim olarak değil bunlara karşı
mücadele edilerek (Şeriat Kapısı) geçilir. Bu
mertebe nesnel koşulları öğrenme dönemidir.
Öğrenme dönemindeki teori ve pratik ideal olan
yaşam biçiminden kopuk olamaz. Alevi yaşam
biçiminden kopuk şeriat kapısının nesnel
koşularına uyan bir yaşam biçimi Alevilikte
düşkünlük olarak adlandırılır. Yani teori ve
pratik eş ve artzamanlı olarak şeriat, tarikat,
marifet ve hakikat ilkelerine uyularak yerine
getirilir. Bu ilkelere dayanılarak üye yapılır.
İlkelerde sayılmayız parmak ile tükenmeyiz
kırmak ile diyen bir halkın direnişini bu
günlere taşımıştır. Bu ilkelere dayanılarak uzun
bir yol kat edilmiştir. Aleviler yol cümleden
uludur veya gönül kalsın, yol kalmasın derler.
Gazi eke |