HAD Haarlem Alevi Dernegi, Haarlem Alevieten vereniging
Haarlem Alevi Dernegi
Haarlem Alevieten Vereniging

Home | Turkce | Contact

   
 

ALEVİLER MİLLİYETÇİLİĞİN NERESİNDE

 kendal dogan 

ALEVİLER MİLİYETÇİLİĞİN NERESİNDE / Kendal DOĞAN
Mesaj: “O yücelikte “ben” , “biz” veya “sen” yoktur.
“Ben” , “biz” “sen” ve “o” hep biriz.
HALLAC

ULUS VE ULUSÇULUK
İnsanlığın sınıfsal ayrım yaşamadığı dönemlerde insan toplulukları
klanlar ve kabileler şeklinde biçimlenmişlerdi. Antropoloji, etnografya ve kazıbilimi alanlarında elde edilen bilgiler ışığında, klan yada gen
örgütlenmesi, günümüz insan türünün ilk kez ortaya çıktığı paleolitik
dönemlerden kurulup, insanların sürüler halinde yaşamına son vermiştir.

Klan, sınıflı toplumdan önceki yaşam döneminde yaşayan, ortak kökene, dile
geleneklere, inançlara ve gerek günlük yaşamaları gerekse kültürleri
açısından ortak özelliklere sahip ilk üretken, toplumsal ve etnik bir
grup, faaliyetlerinin tümünün yürütülmesinde üretim ilişkilerinin yanı
sıra kan bağlarının da önde gelen bir rol oynadığı bir gurup olarak
tanımlanabilir. Klan ortak yerleşim ve av alanlarına sahip olması ile de
ayrı bir nitelik kazanmaktadır.
Klanın ekonomik temeli ilkel ortak mülkiyetti. Klanı oluşturan insan
grubu ekonomik faaliyetlerinin tümü ortak üretim ve eşit paylaşmaya
dayandırmaktaydı. Ekonomik faaliyetlerin değişip gelişmesi gruplar
üzerindeki farklılaşması da gen toplumunun örgütsel biçimlerinin değişimine yol
açmıştır. Kabile ise birkaç yüz ya da birkaç bin insandan oluşan
klandan büyük topluluklar olarak ifade edilebilir. Çok gelişmiş kabileler
birden fazla klanı içerisinde barındırması nedeniyle de bir toplumsal
mülkiyet biçimi olarak yeni bir üretim tarzı yaratır. Kabilelerin
üretimdeki alanlarının çeşitli olması nedeniyle farklı yönetim ve organlara
ihtiyaç duyulmuştur.(Kabile reisleri, komutanlar, kabile meclisi v.b)
Bu dönem yani ilkel komünal toplum aşamasında toplulukların her biri
karekteristik biçimlerde varlıklarını binlerce yıl sürdürmüşlerdir. Ortak
ekonomik faaliyetler ve kültürün gelişmesinden elverişli süreç olan
ilkel dönemde dilin gelişmesi ve yetkinleşmesi gerçekleşmiştir. Önemli
toplumsal ilişkiler nedeniyle klan-kabile örgütlenmesi özünde taşıdığı
çelişkilerin derileşmesi ile mevcut toplulukların yerini başka
toplulukların almasına zemin hazırlamıştır. Bu değişim ve gelişim süreci aile
denen yapı egemen olmaya başlamıştır. Bunun da anlamı akraba evliliklerinin
sona erdiği kan bağı ilişkileri, ortak etnik ilişkilerden ayrılması
demektir.
Tarım alanındaki gelişme, hayvancılık ve bunlar ile el zanaatlar
arasında işbölümünün doğması, değişim (trampa) birikim eşit olmayan yeni
ilişkilerin ortaya çıkması, klan-kabile toplumunun da sonunu hazırlamıştır.
Yeni toplumsal gelişmenin sonucunda artık kan bağını esas almayan fakat
ekonomik faaliyet ilişkisinden doğan ticaret ilişkileriyle kaynaşan
toprak bağları temelindeki yeni topluluğa ‘milliyet’ adı verilmiştir.
Milliyet, “Sınıfsal karakterli üretim ilişkileri temelinde ahlaksal
değerlerinde ve geleneklerinde yansıyan dil birliği, din ve manevi birlik,
ortak kültürel özellikler ve ortak yaşam tarzıyla bağlanmış insanlardan
oluşan bir topluluk biçimidir.”
Feodalizmin dağılma süreci ile birlikte kapitalizmin egemenliğiyle
birlikte milliyetler uluslaşma süreci yaşamış, bazı milliyetlerde
birleriyle ilişkili diğer milliyetlerle birlikte bir ulus halinde kaynaşmaları
şeklinde süreçlerini tamamlamışlardır.
Sonuç olarak “Ulus ortak bir dille, ortak bir toprakla, ekonomik yaşam
ortaklığıyla ve söz konusu halkın kültürünü diğer halkların
kültüründen ayırt eden sosyal psikolojik bazı özellikleriyle birbirine bağlanmış
istikrarlı bir insan topluluğudur.

. ULUSÇULUK VE MİLLİYETÇİLİK
Anamalcı düzenlerde ulusal düzeydeki ilişkilerin tümü
ulusların manevi yaşam alanlarında çok önemli rol oynamaktadır. Ulusal bazda
geliştirilen ya da ele alınan her faaliyet ideolojik yaşamda toplumda
çatışmaya neden olmaktadır. Bu çatışmada eğilimler “ulusal çıkar”
temelinde ulusa bakış farklılaşması ile iki farklı politikaya işaret
etmektedir. Birinci eğilim sınıf temelinde yaklaşım olup sınıf egemenliğini
(işçi sınıfının) esas alan halklara eşit yaklaşımı sunan ezilen ve mazlum
ulus yanında yer alan ve kısaca Enternasyonalizm olarak
tanımlanmaktadır.
Diğer bir ikinci eğilim ise; ulusal çıkarları esas alan ve
abartan diğer tüm toplumsal çıkarları ulusal çıkarlara uydurmaya
çalışan, tutucu toplumsal ilişkilerin devamından yana olan, birlikte yaşadığı
uluslar dahil diğer ulusların ve milliyetlerin çıkarlarını özgün
yapılarını küçümseyen onları aşağılık ve değersiz sayan karşılaştırma
durumunda kendi halkını diğer halklarda yüce gören ve sonuçta şovenizme
ulaşan bir burjuva ideolojisi olarak tanımlanabilir. (Bu tanımlamaya en
uygun örnek Türkiye’de yaşanmaktadır. Halkları küçük görme, onların yaşam
alanlarına saldırı, linç politikaları geçmiş tarihi süreçlerdeki
katliamlar sıralanabilir. Ancak yakın süreçte Bilecik, Trabzon vb. illerdeki
linç girişimi son derece tehlikeli ve halkları birbirine boğazlatma
senaryolarının bir parçası olarak görülmelidir.)
“Kürtler’in birleşememeleri hakkındaki sebep ve rivayet
şöyledir. Hz. Muhammed (A.S) peygamberlik sedası dünyaya yayılınca
yeryüzündeki padişahlar tarafından peygamberin yanına ve ona itaat kasdıyla
elçiler gönderildiği sırada, Türkistan’ın büyük sultanı Oğuz Han
tarafından dahi Kürt ayanından, şeytan suratlı, çirkin çehreli Büğduz Amen
adında birisi elçi sıfatıyla Medine’ye gönderilmişti. Bu elçi
Peygamber’in huzuruna gelince, Hazreti Peygamber, onun çirkinliği mahiyetinden
nefret duyarak aşiret ve kabilesini sormuşlar o da Kürt taifesindenim
demiştir. Bunun üzerine Hazreti Peygamber şöyle buyurmuştur: Cenabı Allah
bunları ittifak hususunda muvaffak etmemiş, aksi taktirde dünyadaki
insanlar bunların elinde mahvolurlar.” şeklindeki uydurmalar halkların
gelişmesi ve birbirleri ile olan ilişkilerini zora sokmuştur.

Milliyetçilik halklar arasında geniş bağ kurulmasına karşı
olan ancak etnik olarak birbirine yakın halklarla ilişki kurmaktan yana
bir anlayışı benimsemektedir. (Yalnızca Türki uluslarla ilişkileri
savunma, bir başka örnekte Türk-İslam sentezcilerinin konuyu biraz daha
genişleterek” Müslüman devletlerle münasebetlerin geliştirilmesi” vb.)
Milliyetçiliğin ulaştığı ve en istenmeyen düzeyinde yani şovenizm
sürecinde; Halkların küçümsenmesi, “Kürtler …bir cin topluluğudur ” vb. bilim
dışı söylevler, kör bir nefrete dönüşmesi sonucu diğer halkın tümden
yok edilme sürecine kadar varabilir. Özelikle şovenizmin ırkçılığa
dönüştüğü coğrafyalarda halkların nasıl boğazlandığına tarih çok kez şahit
olmuştur. ”Türküm diyen her insanı Türk tanımaktan, yalnız Türklüğe
ihaneti görülenler varsa, cezalandırılmaktan başka yol yoktur.” diyen bir
anlayışın (Ermeni Katliamı ) yenidünya dengelerinde yeri yoktur.
Esas olarak “ırksal farklılıklar insan organizmasında oluşan fizyolojik
süreçlerde hiçbir asli rol oynamayan biyolojik farklılıklardır.
Bunların, beyin yapısına ya da insanların düşünme ve hissetme yeteneklerine
hiçbir etkileri yoktur.” Dünyadaki tüm dinler ulus üstünlüğünü ret
etmişlerdir. Ülkemizde Ulusçuluk ve Milliyetçilik kavramları çoğu kez
birbirlerinin yerine konmaya çalışılmaktadır. Esas olarak ulusal olan anamalcı
sistemin tüm etnik toplulukları arasındaki ilişkileri tümüyle kapsar.
Türkiye’de Türk milliyetçiliğinin felsefi temelini atan Kürt Ziya Gökalp
bu teoriye “Osmanlılara göre, ulus, Osmanlı imparatorluğu’nda bulunan
bütün uyrukları içine alır. Oysa bir imparatorluğun bütün uyruklarını
bir tek ulus saymak, büyük bir yanılgıdır; çünkü, bu karışımın içinde
bağımsız kültürleri olan türlü uluslar vardır” diyerek karşı çıkmıştır.(
Kemalizm’in ulus kavramı bir ulusun egemenliğine dayalı olduğu kuşkusuz
tartışmasız bir gerçekliktir.)
Kemalizm ulusçuluğu neyi öngörüyor bu konuya kısaca bakmak
gerekirse; “ Ulus-devlet denilen şey de sonuçta, özgürlükler, haklar ve
yükümlülükler üzerinden bir toplumun devlete sadakatidir. Her
ulus-devlet kendisine tabi yurttaşlar ister. İtaatkar, ulus-devletin
ideolojisini onaylayarak mutedil yaşayan, farklı olmak istemeyen, ortalama, vasat,
sadık yurttaşlardır bunlar. Bunun dışındaki her şey ulus-devletin
tepkisini çeker.”
“Bu memleket tarihte Türk’tü ,o halde Türk’tür ve ebediyen Türk olarak
yaşayacaktır.”diyen Mustafa Kemal’in Milliyetçiliği “ Türk
milliyetçiliği belli bir etnisiteyi temel almaz.” Ancak yaşamın her alanında başta
Türkçe’nin esas dil olmak üzere eğitim kültür ve bilim dili olarak
seçilmesi, diğer halklar üzerindeki egemen ulus baskısı, bu projenin hiç de
masum olmadığını ortaya çıkarmaktadır.
Dünya da hiçbir ulus bu ideoloji kadar egemen ulus psikolojisine sahip
olmamıştır. Ne mutlu Türküm diyene sözü Türk milliyetçiliğinin ulaştığı
düzeydir. Türk milliyetçiliğinin, yani bir başka deyişle Kemalizm
kapalı milliyetçilik modeli ile de ayrıca halkları bir dönemde olsa ulusal
ve etnik taleplerini erteletmeyi başarmıştır. Bunu nedeni ise
Kemalizm’in Türk ulusunu kutsasa da, Türk olabilmenin şartı olarak “Türk
etnisitesinden gelmeyi aramayan” özelliğidir. Batı uygarlığını kendisine yön
olarak tayin eden bu milliyetçiliğe göre, Türkiye resmi sınırları içinde
hangi etnik kökenden olursa olsun, herkes Türk kabul edilir. Bu temel
esasa göre oluşturulan hukuk ve anayasal bir ulus egemenliğine dayalı
homojenliğe doğru halklar üzerindeki asimilasyon projelerini kurumları
ile birlikte günümüze kadar sürdürmüştür.
Kemalizm’e yada ırkçı Türk milliyetçiliğine göre; herkes “Türk” ya da
“Türkçü” olmak zorundadır. Türkiye’deki Türk soyundan olmayanlar
“Türkçü” değillerse, Türk milliyetçilerine göre; bölücü, hain, karşıt
milliyetçilerdirler.” Onlara göre vatandaşlık, “Türklük” ya da “Türkçülük” ile
kaimdir. Vatandaşlığın kriteri; “Türklük” ya da “Türkçülük” ile
sınırlıdır.
“Ulus-devlet denilen şey de sonuçta, özgürlükler, haklar ve
yükümlülükler üzerinden bir toplumun devlete sadakatidir. Her ulus-devlet
kendisine tabi yurttaşlar ister. İtaatkar, ulus-devletin ideolojisini
onaylayarak mutedil yaşayan, farklı olmak istemeyen, ortalama, vasat, sadık
yurttaşlardır bunlar. Bunun dışındaki her şey ulus-devletin tepkisini
çeker.” yaklaşımı halkların istemlerinin ne kadar zor süreçlerden geçtiği
ve geçeceğini en iyi anlatan resmi görüştür.
Bu anlayışından dolayı da, “toplumdaki farklılıkların isteklerinin,
egemen Türk milliyetçiliğini tahrik etmekte olduğunu” ileri sürülmekte,
egemen olan, ezen, zulmeden, hak, hukuk tanımayan ırkçı şoven Türk
milliyetçiliğinin karşısında, sus-pus olunmalı, ona herkes boyun eğmeli,
kaderine razı olmalı!.. Böyle olmazsa, farklılıklar kendi kimlikleri ile
ilgili talepler ileri sürerlerse, esas oğlan rahatsız olur, canı
sıkılır, en sonunda da ayranı kabarır, sokaklara dökülür, ezer geçer!.. Bu
saldırganlığın da sırtı sıvazlanır, “neden bu saldırganların canlarını
sıktılar” diye, Kürt’den, Ermeni’den, Alevi’den, Yezidi’den hesap
sorulur!...(Maraş ,Çorum,Sivas olayları Türk milliyetçisi olarak övünç duyanlar
tarafından organize edilerek hayata geçirilmiş olaylardır.)
Cumhuriyetin kuruluşundan beri süren ırkçı ve gerekli olmayan
hassasiyetler Türkiye’ye çok acı örnekler yaşatmıştır. (Maraş katliamı
Milliyetçiliğin pompalanması sonucu nasıl bir felakete ulaştığına ilişkin
bulunmaz bir örnektir.Milliyetçiliğin devlet tarafından nasıl organize
edildiği ve harekete geçtiğine ilişkin olarak başka bir örnek :
“Dönemin bölge sıkıyönetim komutanı Tuğgenaral Tayyar Aygur Maraş
katliamı bir nolu sanığı Ökkeş Kengerle görüşmesinde ; Oğlum ,bu hadiseler
sizin boyunuzu aşar ,bunu bizde biliyoruz .Soldan her şey elimizde
.Silahlar mermiler ,dökümanlar…Hepsini yakaldık.Hatta Ermeni Garbis adında
birinin olduğunu tespit ettik.Eğer bu şahı ölenler arasında değilse
,yakında bir vilayetin daha başını yakabilir.İnşallah ölen yedi
sünnetsizden birisi budur.)
Ruhi şekillenmesi bölünme ve Komünizm karşıtı ideoloji ile şekillenen
Türk milliyetçiliği her defasında bir bahane bularak, özgürlüklerin,
hakların, demokratikleşmenin önünü kesmiştir. Kışkırtılan ırkçı şoven
milliyetçilikle birlikte birçok acı olaylar ülkemizde yaşanmaktadır.
ALEVİLİK
Ortaçağ içinde şekillenmiş, tarihsel süreçte İslam öncesi yapısı ile
de önemli aydınlanma hareketlerinin Anadolu'daki öncüsü konumunda
olan Aleviler, aynı zamanda, toplumsal, hukuksal düşünsel yapısı ile de
çağdaş bir yaşamı esas alan aydınlanmacı bir başkaldırı öğretisi olarak
Anadolu ve yakın coğrafyalarda, yaşayan farklı uluslardan ve
milliyetlerden oluşan halkların süreç içerisinde yaşam felsefesi haline
dönüşmüştür. Bir anlamda Anadolu halklarının gelenekselleştirdikleri
yaşamlarının felsefesidir, Alevilik. Çok tanrılı dinlerin egemen olduğu çağlarda,
tanrısal güç, bir felsefe, yaşam biçimi olarak algılanmaktaydı.
Günümüze yansımış olan efsaneler, totemler, tabular bu sürece ilişkin
örneklerle doludur. Alevilik bu anlamda ele alınırken çok tanrılı dinlerden
etkilendiği gözlenmektedir.
Alevilik, "İslam’dan çok öncelere dayanır. Yada İslamlık
Alevilikten çok daha yakındır. İslamiyet ortaya çıktığında, Alevilik adı
olmasa da bile başka başka adlarla hep vardı." denirken Aleviliğe esas
olan yaşam tarzının çok eskiye dayandığını ilkel toplumun eşitlikçi
yaşamı ve yönetiminin çeşitli süreçlere taşınması olarak düşünmek gerekir.
"Alevilik, var olmak için İslam’a hiç gerek duymadı. Onun İslam
dairesinde görünmek istemesi üzülerek söylemeliyiz ki korkudan ileri
geliyordu." Alevilik İslam dini ile olan ilişkisi ve hukuki korunma amacı
gütmektedir. Aslında İslam’a tepki olarak süreçteki yerini alırken bunu
açıkça ifade edememiştir.
Geçmişteki isimlendirmesi ne olursa olsun Alevilik eşitlikçi özgür ve
birleşik toplumun yaratılma özlemlerini sürekli olarak oluşum
çekirdeğinde barındırmıştır. Farklı uluslardan ve halklardan insanların
tercihinin nedeni özündeki özlemdir. İslam, Hıristiyan veya Şamanist görüntülü
olması farklı inanç guruplarını içinde barındırmasından kaynaklıdır. Bu
nedenledir ki toplumsal yapıdaki farklılıklar, farklı tanımlanacak
kadar farklılaşmıştır. Günümüz Alevilerine en yakın olarak; İslam'ı kendi
yaşam biçimlerinden çok uzakta bulan topluluklar "Ehl-i Ridde"ve
"Rafiziler" olarak isimlendirilen, İslam karşıtı olarak o dönemin
Alevileri olarak kabul edilmektedir. İslam bilginlerinden Prof Bekir
Topaloğlu, "çünkü Alevilik ne bir din, ne bir mezhep, ne de tarikattır. Çeşitli
milletlere ait bazı inanç, telakki ve geleneklerin toplamından oluşmuş
bir karışımdır.”
Aleviliğin İslam’ın egemen olduğu dönemde Rafiziler olarak
anılması konusunda kimsenin kuşkusu kalmamıştır. Rafizi
sözcüğü,”reddetmek, itiraz etmek” anlamında olup, İslam’ın devlet olma anlayışının
dayattığı, Müslümanlaştırma politikalarına karşı itiraz, deyim yerinde ise
karşı duruştur.
Genel olarak İslam dinin toplumsal dokuya karşı yönelimleri reddetmek
olan Rafizilik; Muhamed’in zamanında da seslerini yükseltmişler ancak
“yükselen değer” olarak İslam karşısında o dönemde aktif bir politika
ortaya koyamamışlardır. İslam’ın ilk devlet başkanı olan Muhammed’den
sonra kazanımların paylaşılması, iktidar savaşını da hızlandırmıştır. Bu
durumdan yararlanan İslam karşıtı (Rafiziler ve diğer topluluklar)
güçlerini taraf olarak ortaya koyabilmişlerdir. Ali yandaşlığı da İslam dini
ile ilk ilişkilerin anlam kazanmasına neden olmuştur. Rafiziler
hakkında farklı düşünceler ortaya konmaktadır. Ancak ortak kabul gören düşünce
ise "İslam’ı kökten veya kısmen reddenler"dir Alevilik geçmiş süreçte
Rafizilik’le örtüşmektedir. Başka bir deyişle Aleviliğin ta kendisidir
demek daha doğru olacaktır.

Alevi -Bektaşilerin Türk Milliyetçiliği
Türkçülüğün esasları projesi ile “Osmanlının zengin dil ve kültür
yapısına karşı” bir hücum başlatılmıştır. Bu durum egemen olmayan ulus ve
milliyetler üzerinde korkunç tahribatların başlangıcı olmuştur. İttihat
ve Terakki Cemiyeti içinde yer alan ve Osmanlı’ya karşı duyulan tepkinin
nedeni olarak kent Alevileri yani Bektaşileri istemeyerekte olsa
Türkçülüğün savunucusu haline getirmiştir. Burada Osmanlı’ya karşı
geliştirilen en büyük muhalefet gurubunun, projeleri ile Bektaşileri etkilediğini
ve umut kapısı olarak algılandıklarını anlıyoruz. Bektaşilerin kentte
Sünni devlet aygıtları ile olan ticari, eğitim, askeri vb. ilişkileri
Türkçülüğe daha hoşgörü ile yaklaşmalarına neden olmuştur.(“Genç Türkler
ile İttihat Terakki ileri gelenleri arasında devrim eylemi içerisinde
yer alan hayli Bektaşi vardır…İstanbul’da ve öteki kültür merkezlerinde
yüksek makamlarda görevli kültürlü Bektaşi’ler vardır.Ben şahsen birkaç
vezir ,bir elçi ve bir çok hakim , şair v.b tanıyorum.En az iki Bektaşi
şeyhülislam vardır…”) Ancak bu durum kırda yaşan topoğrafik olarak
bozuk coğrafyalarda yaşayan Aleviler için söz konusu olmamıştır.
Bektaşilerin Osmanlı ile her zaman iyi ilişkiler olmuştur. “Milli ve
tarihi bir Türk müessesi olan Bektaşi tekkesi’nin ,Türk medeniyeti
tarihine yedi asır süresince yaptığı büyük hizmetleri…”neticesinde kentlerde
tekkelerini kurmuş ticari ilişkilerde önemli yollar kadetmişlerdir.
Devletlerle hiçbir hukuki bağı olmayan, geliştirdikleri iç hukuk ile
sorunlarını çözen kendi dar pazarını oluşturan ve özgün yapısını koruyan
Aleviler için milliyetçilik yabancı bir kavramdır.
Özgün Alevi öğretisi “Gök kubbe altında yaşayan tüm insanlar
kardeştir.” temel kuralı bir felsefe şeklinde belleklerde çok sağlam bir şekilde
yer almıştır. Kent Alevileri olan Bektaşilerin (İttihatçılarla birlikte
Osmanlı’ya karşı mücadelelerinde kırsal kesimde yaşayan Aleviler
arasında önemli görüş ayrılıkları hasıl olmuştur. Osmanlı’nın dağılma süreci
ile birlikte Kürtler yaşam coğrafyalarında hareket halinde iken
Dersimdeki hareketlenme İttihatçılar’ın dikkatini çekmiştir. Dersim tarihini
yazan Baytar Nuri bu konuya dikkat çekmiştir. Ruslara karşı birlik
talebi aslında oradaki ulusal talepleri karartmaya yönelik olarak Hacı
Bektaş Veli Türbesi’nden sorumlu Çelebi Efendi’nin girişimleri sonuç
vermemiştir. Bu noktada Türk milliyetçiliğine karşı Bektaşilerle ayrışma söz
konusudur.
Ermeni Katliamı’ndan sonra Alevi Kürtler’in İttihatçılara karşı
hassasiyeti çok daha fazla artmıştır. Osmanlının tamamen yıkılacağından
kimsenin kuşkusu kalmadığı süreçte İttihatçılar’ın farklı bir versiyonu yada
devamı şeklinde tarihte yerini alan Mustafa Kemal ve arkadaşları Kürt
Alevileri etkisizleştirme konusunda Çelebiler’den yardım istediği,
özellikle Koçgiri Bölgesine ilişkin olarak Sivas’ta görüşmeler yaptığı
tarihçiler tarafından belirtilmektedir.(Dersim Tarihi-Baytar Nuri)
Divriği-Kangal bölgesinde yaşayan Kürt Alevi aşiretlerini Koçgiri’deki
harekete katılmamaları konusunda Osmanlı zabıtlarının baskı
uyguladıkları , köyler arasında seyahatin engelledikleri tarihçiler tarafından
yine kaydedilmiştir.(Koçgiri Halk hareketinin ilk süreçlerinde ,
Yellice-Tekke toplantısının ifşasından sonra Miralay rütbesinde bir subay askeri
birliklerini Çetinkaya bölgesinde konuşlandırarak Yukarı Karakuzu
(Avşarcık) köyüne gelir ,Köyün ileri gelenlerinden Hasan Efendinin evinde
misafir olur.Hassasiyetlerini ortaya koyduktan sonra kendisinin de
Bektaşi olduğunu ,Koçgiri hareketine diğer aşiretlerin katılmaması yönünde
girişimde bulunulmasını istemiştir.Hasan Efendi Miralaya söz
veremiyeceğini akraba aşiret olduklarını bildirmiş(Bu bölgede Gıni aşireti Şadiyen
aşireti ve Cenbagan aşiretleriyle Kelhurların kanbağına varan
ilişkileri mevcuttur.) ,özellikle Yüzbaşının Baytar Nuri hakkındaki sözlerini
kabul etmediklerini belirtmiştir.).
Kemalist Devrim’i önemseyen ve Osmanlı’nın zulmünden kurtulacaklarını
uman Bektaşiler, kent ilişkileri içindeki ruhi şekillenmenin verdiği
sonuç nedeniyle Alevilere de Bektaşi dedeleri vasıtasıyla mevcut devrimin
propagandasını yapmış ve başarılı olmuşlardır. Cumhuriyetin kuruluşu
ile birlikte Osmanlının Sünni devlet uygulamaları yeni adla anılsa da,
yeni kurumlarıyla birlikte devam etmiştir. Yağmurdan kaçarken doluya
tutulan Alevi-Bektaşiler geçmişte edindikleri korunma amaçlı takiyelere
yenilerini de ekleyerek yakın sürece kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Bu takiyeler öyle bir hal almıştır ki inanmadıkları güvenmedikleri
insanlara ve siyasetlere inanır hale gelmişlerdir. Bektaşi babalarından
Bedri Noyan bu işi daha da ileri götürerek Hacı Bektaşı Veli’nin “Türk
milleti cihana hakim olmak için yaratılmıştır.”dediğini belirtir. Bu durum
elbette Bektaşiler anlamında , olumsuz ruhi şekillenmenin sonucudur.
“Aşk potasında kaynak dinimiz,
Yetmiş iki millete yok kinimiz “
Diyen şair Alevilerin temel yaşam bakışlarını Bedri Noyan karşıtı
olarak yeni söze hacet olmayacak şekilde ifade etmiştir.
Türk Milliyetçiliğinin ulaştığı düzey olan şovenizm/faşizm boyutu ,
özellikle 1968 gençlik hareketinin işçi sınıfını iktidara taşıma
mücadelesine karşı devletin karşı gücü harekete geçirmesine de neden olmuştur.
Devletin , özellikle Kontrgerilla ve Özel Harp Dairesi vasıtası ile
“faşist terör” estirmesi 23 ocak 1978 yılında parlementoda Erzincan
Senatörü Niyazi Ünsal tarafından ifade edilmiştir.
Kemalizm’in yarattığı milliyetçilik ,Halkları “devletin bekası”için
sürekli olarak tedirgin etmiştir.
“Devletin asli sahipleri”(Bunlar Milliyetçiler) ve devlete yönelen ve
bir tehditmiş gibi görünen unsurları(Kürtler,azınlık gurupları,Aleviler
,Keldaniler ,Yezidiler v.b)ya katletmişler ,yada yaşamlarını hayatın
her alanında zora sokmuşlardır.

Yaşam felsefeleri ile;
“Daha Allah ile cihan yok iken
Biz onu var edip ilan eyledik
Hakka hiçbir layık mekan yok iken
Hanemize aldık mihman eyledik
Yaradanında yaratanında kendisi olduğuna inanan bir yaşam felsefesi
...
“Kim ne bilir bizi nice soydanız
Ne zerrece oddan ne hod sudanız
Diyerek farklılıkları önemsemeyen ,zenginlik kabul eden ,bir yaşam
felsefesine en çok saldırı ,tamda bu felsefenin karşıtı milliyetçilikten
gelmiştir.Tarih bunun örnekleri ile doludur.Katliamlardan Alevileri
Türklükleri de kurtaramamıştır.(Sivas ,Çorum ,Gazi,V.b)
Bu nedenledir ki farklı Uluslardan ve Milliyetlerden İnsanların yaşam
tercihi olan Alevilik hiçbir milliyetçi ögeyi bünyesinde taşıyamaz.Başka
bir deyişle geçmişini red edemez.Temel felsefesi özgür , birleşik ,
demokratik bir toplum yaratma projesi ile örtüşen Alevilik , dar bir
bakış olan Halklar için kabul edilemez , burjuvazinin ve egemen Ulusların
,ezilen uluslara karşı silahları olan milliyetçiliği kabul edemez.Aksi
halde özgün konumunu kaybetmiş olur.

Yararlanılan Kaynaklar:
Ocak, Ahmet Yaşar (2000), Alevi ve Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi
Temelleri, İstanbul.
Ocak,Ahmet Yaşar (2002), Türk Sufiliğine Bakışlar, İstanbul.
Ocak, Ahmet Yaşar (2001), Türkler, Türkiye ve İslam, İstanbul.
Birdoğan, Nejat (1995), Anadolu’nun Gizli Kültürü Alevilik, İstanbul.
Bender, Cemşit (1993), Kürt Uygarlığında Alevilik,İstanbul.
Datary, Farhad (2001), Muhalif İslam’ın 1400 Yılı: İsmaililer, Ankara.
Belge Murat(G.Y.Y) ,(2002) Milliyetçilik ,İstanbul

Gökalp, Ziya (2003), Türkçülüğün Esasları, İstanbul.
Taneri, Aydın (1983), Türkistanlı Bir Türk Boyu Kürtler, Ankara