Zerdüşt Öğretisi Öncesi
ve Zerdüşt Öğretisinin
Aleviliğe Etkisi
Erzincan
il sınırları içinde bulunan Ağır
Göl, bu bölgedeki Aleviler
Kızılbaşlar için kutsal kabul
edilir. Yılın beli bir zamanında
bu gölü ziyaret eden bölge
Alevileri göle adaklar adar
kurbanlar keser, hastalar
suyunda yıkanarak iyileşmeyi
umut ederler. Ağır Gölün güzel
de bir öyküsü vardır. Söylenceye
göre yoksul bir köylü yaşlı ve
işe yaramaz atıyla gölün oradan
geçerken dinlenmek amacıyla mola
verir. Atını bir ağaca bağlıyan
köylü ağaç gölgesinde uyumaya
çekilir. Tam bu sırada gölden
beyaz bir aygır çıkıp atıyla
çiftleşir ve tekrar gölün
sularına dalarak kaybolur. Köylü
hayretler içinde oradan ayrılır.
Ardından köylünün atı bir zaman
sonra çok güzel bir tay dünyaya
getirir. Tayın güzelliği herkesi
şaşırtır ve dillere destan olur.
Bu tayın sırını öğrenmek
isteyenler bir türlü bunu
öğrenemezler. Köylü ertesi yıl
tekrar aynı gün gölle gider ve
bir önceki yıl olduğu gibi atını
bir ağaca bağlıyarak dinlenmeye
çekilir. Az sonra gölden aynı
yağız aygır çıkar gelir. Ancak
bu sefer köylünün atıyla
çiftleşmek yerine atın yanında
duran tayı da beraberinde alır
ve gölün sularında kaybolup
gider.
Bu söylence yöre halkı
tarafından hala anlatılır. Yöre
halkı bu söylenceyi anlatırken
süslemekten de geri durmaz.
Vurgu yapılan noktalardan en
önemlisi köylünün taya sahip
olmadan önce mütevazı, kendi
hallinde ve iyi bir insan
olmasıdır. Ancak köylü dillere
destan olan taya sahip olduktan
sonra değişir, kendisine
verilenle yetinmeyen hırslı ve
açgözlü bir insan olur. Bundan
dolayı da ikinci sene tekrar
aynı yere gider ve yeni bir tay
sahibi olmayı ister. Köylü bu
değişiminin bir sonucu olarak
cezalandırılır.
Bu söylencenin tek başına bir
anlamı olmadığını ve bilinen
Alevilikle bir ilişkisi
olmadığını görmek zor değil.
Ancak bu söylencenin benzerlik
gösterdiği bir başka söylence
var. Bu yanıyla ilginç olan
söylence diğer yandan da
Kızılbaş Alevilerin inançlarının
öğelerini göstermesi bakımından
anlamlıdır. İslamiyet´le
yakından uzaktan bir bağ
kurulması olanaksız böyle
onlarca olgu sıralamak mümkün.
Biz şimdi bir başka mitolojik
söylenceyi aktararak iki
söylence arasındaki benzerliği
gözler önüne sererek devam
edelim.
´Vata «Harahvati Aredvi Sure»
; yani sulara hükmeden bir
tanrıyı ifade eder. Vata´nın
Sanskrit karşılığı Saavatidir.
Harahvati, dünyayı çevreleyen
Vırukuşa denizinden çıkıp,
dünyanın merkezindeki yüce bir
dağdan vadilere fışkıran mitsel
bir nehirdir. Bu denizden her
ülkeye su taşıyan başka nehirler
de kaynaklarını alırlardı.
Bulutların her yıl denizden
yağmur bulutları alması,
Aryanlar´ın İştrya adını verdiği
Sirrus yıldızının işiydi.
Mitolojiye göre gökyüzünün bu en
parlak yıldızı, her yıl beyaz ve
çok güzel bir aygır kılığına
girerek Vourukaşa´nın kıyısına
iner. Fakat burada onu, kılsız
siyah ve çok çirkin başka bir
aygırın kılığına girmiş olan yer
ifriti Apaşa karşılardı. İkisi,
yani iyi ve kötü burada kıyasıya
bir mücadeleye tutuşurlardı.
Eğer geçmiş bir yıl boyunca
insanlar Tiştrya´ya yeteri kadar
tapınmış, ona kurbanlar
sunmuşlarsa o güçlenir ve kötü
ifriti; Apaoşa´yı yenerdi. Ama
aksine bu tapınmalar ve
kurbanlar savsaklanmışsa iyi ruh
yenilir, kuraklık olurdu.
Tiştrya´nın galip geldiği
zamanlar dünyanın yedi iklim
bölgesinde bereketli yağmurlar
yağardı.´1
Uzun olan bu aktarmaları
okuru sıkması pahasına buraya
almak zorunda kaldık. Çünkü biri
bu gün hala sürdürülen ve
Kızılbaşların inançları içinde
kabul gören bir söylence, diğeri
ise binlerce yıl gerilerden
gelen bir inancın söylencesi.
Her iki söylence arasındaki
benzerlik ilk bakışta hemen
görülmekte. Aradaki
farklılıklarda zaman içinde
oluşmuş farklılıktır. Geçmiş
inançların ve söylencelerin
günümüze kadar hiç değişmeden
ulaşabilmesi zaten olanaksız bir
olgudur. İnsanlar geçmiş
inançlarını günün koşularına ve
o an inandıkları ve güne
damgasını vuran inançları içine
aktarırken ve onun içinde eritip
harmanlarken onu bire bir
yaşatmak gibi bir kaygıları
olamaz. O inançlar geçmişte
sahip oldukları güçleri oranında
bir değişikliğe uğrarlar ve
böylece yeni inançlar içinde
yaşamaya devam ederler. Bu bir
anlamda geçmişin yaşama direnci
olarak da tanımlanabilir.
M. Sırac Bilgin´den
aktardığımız söylencenin bir
başka Alevi Kızılbaş inancıyla
da benzerlikler gösterdiğini
aktarmadan geçemeyeceğiz. Bu da
; 5 Mayısı 6 Mayısa bağlayan
Hızır - İlyas günü ile olan
benzerliğidir. ´ Bu gece
denizlerin ermişi İlyas´la
karaların ermişi Hızır
buluşacaklar. Hızırla İlyasın
buluştuğu an, biri mağruptan,
biri maşrıktan iki yıldız doğar,
yıldızlar Hızır´la İlyas´ın
buluştuğu yerin üstüne kayarak
gelirler, tam Hızır´la İlyas
birbirlerinin elini tutarken
onlarda birleşirler, tek bir
yıldız olurlar. Hızırla İlyas´ın
üzerine ışık olup sağrılırlar.
Hızır´la İlyas´ın el ele
tutuştuğu, yıldızların gökte
birleştiği an dünyada her şey
durur, akar sular kırp diye
oldukları yerde donmuşçasına
durur kalırlar, yeller esmez,
denizler dalgalanmaz, yapraklar
kıpırdamaz, damarlardaki kan
akmaz, kuşlar uçmaz, arıların
kanatları titremez. Her şey
durur, hiç, hiç bir şey
kıpırdamaz. Yıldızlar akmaz,
ışıklar yürümez. Dünya bir an
için ölür. Sonra her şey birden
uyanır, dehşet bir yaşam
patlar.´2
Hızır´la İlyas´ın buluşacağı
bu gece öncesinden Kızılbaşların
adına ´Hızır Orucu´ dedikleri üç
günlük bir oruç tutarlar.
Kızılbaş inançları içinde
oldukça ayrıcalıklı bir yeri
olan Hızır´la İlyas´ın buluşması
inancın temellerinden sayılır.
Yine yaygın inanışa göre
insanlar inanışlarında samimi
kalmışlar ve yeteri kadar dualar
ve andaçlar sunmuşlarsa tanrıya
bunun karşılığında Hızır
tarafında ödüllendirilirler. Bu
gece su başlarına gidilir
dualarla Hızır´dan bolluk ve
bereket dilenir. Evlerdeki tüm
yiyeceklerin üzeri açılır.
Hızır´ın gelip elini değeceği
yiyecekler ve gelip uğrayacağı
hanelere bolluk bereket
geleceğine inanılır. Genç kızlar
ve oğlanlar bu gece sevdiklerini
rüyalarında görürlerse her şeyin
gönüllerince olacağına inanılır.
Kimin ne isteği varsa bu gece
dile getirilir ve Hızır´dan bu
dileğin gerçekleşmesi için
yardım istenir. Çocukluğumuzdan
kalan anılar içinde
hatırladığımız kadarıyla ev
isteyenler çakıl taşlarından bir
ev şekli yapıp dileklerini
Hızır´a bildirirler.
Burada altını çizemeden
geçemeyeceğimiz nokta: Ne
Hızır´la, İlyas´ın buluşması ne
de insanların Hızır´dan
beklentilerini İslâm içinde
kalarak açıklamanın olanağının
olmadığıdır. Hızır´la İlyas
olayının kendisi ve insanların
beklentilerinin İslâm içinde
kalarak açıklayacağımızı
sağlayacak her hangi bir kanıt
bulmak olanaksızdır. Ancak bütün
bu uygulamalar ve anlatılanlar
bölge insanlarının yukarıda
andığımız Zerdüşt öncesi
inançları ve söylenceleriyle
büyük benzerlik içermektedir.
Aleviliğin temel felsefesini
yansıttığı söylenen ´ Eline,
beline, diline sahip olma´
anlayışı aşağıda göstereceğimiz
gibi Zerdüşt inancının da temel
anlayışlarından biridir.
´Bizim dinimizde yemeden bir
gün geçirmek günahtır. Bizim
için oruç; gözle, dille,
kulakla, elle, ayakla işlenen
günahlardan uzak durmaktır.´3
Dr. M Medyalı´nın Antik
Kürdistan´da Dinsel yapılanma,
Zerdüşt ve Öğretisi adlı
çalışmasında yer verdiği Zerdüşt
öğretisinin derlendiği ve kutsal
kabul edilen kitabi olan
Avesta´dan yaptığı yukarıdaki
aktarma Alevi inançlarının özü
ile bir benzerlik göstermekte ve
´eline, beline,diline sahip
olma´ anlayışı yanı sıra oruç
konusunda Alevilerin tutumlarını
da aydınlatmaktadır.
Aleviliğin özelliklede Alevi
Kızılbaş inancının kaynakları
arasıda olan Zerdüşt inancı
elbette tek ve öncelikli kaynak
değildir. Bu konuda farklı
düşünceler ileri sürülmüştür.
Yazar ve araştırmacıların
politik tercihleri ve
savundukları ideolojiler
itibarıyla farklı kaynakları öne
çıkardıklarını belirtip devam
edelim.
Yapılan çalışmalara yol
gösteren kaygılar ne olursa
olsun ileri sürülen tüm savların
beli oranlarda doğru olduklarını
teslim etmek gerekir. Aleviliğe
kaynak olan eski inanç ve
kültürlerin hangileri olup
olmadıkları Yaşayan Alevilik
açısından pek bir değer taşımaz.
Önemli olan Aleviliğin özgün
olduğunu kavramak ve bu inanca
mensup insanları bir yerlere mal
etmeden anlamaya çalışmaktır.
Beli bir düşünceye sahip
insanların objektif olmaları
oldukça zordur. Aleviliğin
kaynakları konusunda olanda
budur. Alevi düşünce ve
inançları da her düşünce ve
inanç gibi kendisinden önce var
edilmiş düşünce, inanç ve
kültürlerden etkilenmiştir.
Değişik zamanlarda değişik
düşüncelerin etkisi altında
kaldığı da söz konusudur.
Aleviliği etkileyen kaynağı bire
indirmek diğerlerini yadsımak
sanırım Aleviliğe yapılacak bir
haksızlıktır. Onun zenginliğini
gözlerden uzak tutmak anlamına
da gelebilecek bu yaklaşım hiç
bir nedenle kabul edilemez.
Aleviliği bir kaynaktan
etkilendi göstermek, onu bir
bütünmüş gibi sunmak Aleviliğe
hizmet etmekten uzak bir
anlayıştır. Bu tür yaklaşımlar
Aleviliğe sadece zarar vermekten
başka bir işe yaramazlar.
Bizim yaşadığımız ve
gözlemlediğim bazı noktalar
Aleviliğe özellikle Kızılbaşlara
Zerdüşt öncesi bölgenin
inançlarından olan bir çok
inanış biçimi biraz değişerek
geçmiştir. Kızılbaşların güneşe
olan yaklaşımları bu alandaki en
güzel örneklerden biridir. Hâlâ
Dersim bölgesi insanları sabah
güneşine dualar eder ve güneşin
ilk ışıklarının vurduğu duvarı
öperler. Dolunayın Fatma Ananın
yüzüne benzetilmesi de bir başka
ilginç yandır. Zerdüşt öğretisi
öncesi bölge inanışlarına göre
güneşin yer yüzündeki temsilcisi
olan ateş de beli bir kutsallık
içermektedir. Ocaktaki ateşin
söndürülmemesine dikkat edilir.
Ateşe su dökülmez, ateş ile
ilgili dua ve bet-dualar
Kızılbaşlar arasındaki en ağır
dua ve bedduaları oluşturur.
´Ateşin kararsın´ şeklinde
tercüme edilebilecek ´Adırı du
sahe biyo´ bet duası
edilebilecek en ağır
beddualardan biridir. Kızılbaş
Alevilerde ateş hala
kutsallığını korur. Bu bağlamda
ocaklarda kullanılan, üzerine
kazan, ekmek yapmak için sac
konan sacayağı üç ayaklıdır. Bu
sacayağının ortalıkta
bırakılması gelişi güzel bir
yere konması hele hele ayakları
havada olacak şekilde yere
bırakılması uğursuzluk kabul
edilir ve bundan özenle
kaçınılır. Bu sacayağının neden
üç ayaklı olduğu (bunun dört ve
daha fazla ayaklısına biz hiç
rastlamadık) düşünülmeye değer.
Bu sacayağının kutsala yakın
değerinin üç sayısıyla bir
ilişkisi olduğunu düşünmek
sanırım yanlış olamaz.
Alevilerdeki Allah, Muhammet,
Ali üçlemesinin kaynağı hakkında
da bize bir düşünce vermektedir
bu.
Üçle ilgili inanışlar bölgede
oldukça yaygındır. ´Eski
Aryanlar urvanın, yani ruhun
ölmezliğine inanırlardı. Ölümden
sonra yeni bir hayat başlardı.
Fakat urvan ayrıldığı cesedi üç
gün terk etmezdi, ki bu üç gün,
onların ahretle ilgili
inançlarına bakılırsa çok önemli
bir süredir.´4
Yine üçlü inanışa bir örnek
olabilecek bir başka olayda
Zerdüşt´ün doğumunu anlatan
söylencedir.
´Zerathustracılar'un inançlarına
göre peygamberlerinin doğumu da
üç mucize gerçekleşmiştir.
Bunlardan birincisi dünyanın
kuruluşu daha henüz
tamamlanmadan, yani iyi ile kötü
birbirinden ayrı olarak yaşarken
ve Ahura Mazda sadece parlak
ışıkların bulunduğu
makamındayken oradan çıkan şeref
dolu ilahi ışıltıdır. Bu
ışıltının halesi, daha sonra
büyük insanı doğuracak olan
Dughdova´ya ulaşmıştı. Bu ışıltı
doğuma kadar Dughdova´nın
başında bir hale gibi duracaktı.
İkinci mucize element, koruyucu
ruh idi, ki Vohu Menah
tarafından gökyüzünden taşınarak
yere indirilmiş ve bir adam
boyundaki bir Homa çalısının
içine konmuştu. Bu bitki
yavruları daima yılan tarafından
yenmekte olan bir kuşun
yuvasının içinde boy vermiş ve
bundan böyle kuşun yavrularını
yılandan korumuştu. Homanın
içindeki koruyucu ruh
Pouyuşasapa, Dughdova ile
evlendikten sonra baş melek
tarafından bu çalıdan geri
alındı. Bu kutsanmış çalı, daha
sonra Pouruşasapa´ya malum olan
iki melek tarafından Dughdova´ya
iletilmesi amacıyla bir asa
şeklinde verildi. Dughdova bu
asayı doğuma kadar yanından
ayırmayacaktı. Bu koruyucu ruh,
Dughdova´nın Kutsal Bebek´ini
şeytani güçlerin saldırısından
koruyacaktı. Üçüncü mucizevi
element, büyük insanın Maddi Özü
idi. Sütün elementlerinden
oluşan bu Öz, su ve bitkiler
vasıtasıyla veya baş melekler
Xurdar ve Murdat vasıtasıyla
peygamberlerin ebeveynlerine
intikal etti. Tüm bu mucizevi
üçlü, yani: ilahi şeref,
koruyucu ruh ve Maddi Öz bir
bütünlük oluşturdu ve
Peygamberleri Şeytani güçlerden
koruyarak dünyayı gelememesini
sağladı.´5
Bu uzun aktarmaların üçlü
inançlara örnek olmasından
başka, şimdi sözünü
edeceklerimiz olgular için de
gerekiyordu. Yoksa okuru sıkmak
gibi bir niyetimiz elbette ki
yoktu. Bizim yaşadığımız ve
gözlemlediğimiz bazı gerçeklere
geçmeden Dersim de çok yaygın
olarak kullanılan bir öz değişi
buraya aktarmak istiyoruz.
Dersimliler ´Uçan kuş dahi
korunmak için varıp bir çalıya
sığınır !´ derler. Bu özdeyişin
kendisi yukarıya aldığımız
alıntıda ki olayın özlü
anlatımından başka bir şey
değildir.
Buradan hemen Alevi Kızılbaş
Dedelerinin elinde taşıdıkları
Asanın, Pouruşasapa´ya malum
olan iki melek tarafından
Dughdova´ya iletilmesi amacıyla
kutsanmış çalı Homa´nın asa
şeklinde verilmesinden başka bir
şey olmadığını düşünüyoruz.
Eskiden tanık olduğumuz bir
olayda Kızılbaş Dedelerinin
Şilan ( Kızılcık) çalılığından
yaptıkları bir çember içinden
çocukları geçirmeleridir.
Böylece onları başlarına
gelebilecek kötülüklerden
hastalık ve kazalardan korumaya
çalışılırdı. Mitolojik Homa
çalılığının bu çalılık olup
olmayacağı konusunda elimizde
hiç bir veri yok ama bu
benzerliklerin yinede şaşırtıcı
olduğunu hemen söylemek gerekir.
Her Kızılbaş köyünde kutsal
olan bir çalılığın olduğu
bununda genelde Şilan olduğunu
da biliyoruz. Kızılbaşlar bu
çalılıklara işenmesini, pislik
atılmasını iyi karşılamazlar.
Rahatsız olan çocuklar için ip
bağlayan Dedelerin çocukların
rahatsızlıklarını çoğu zaman
çalılığa işediğine yorduklarına
tanık olduk.
Homa hala Dersim Kızılbaşları
arasında bir tanrı olarak anlam
farklılığı geçirmişte olsa
yaşamakta. ´Kürtçe´nin Zazaki
lehçesinde ´Allah´ yerine
kullanılıyor. Halk hala ´Homa
seni korusun´ (Homa twı pawu)
´Homa bilir´ ( Homa zono) ´Homa
büyüktür´ (Homa pilo), ´Homa
seni alsın´ (Homa twi bigyor)
gibi´6 söylemlerle yaşatmaya
devam ediyor.
Havayı temsil eden rüzgar
tanrısı Vayu olarak
adlandırılırdı ki bugün Zazaca
aynı şekilliye hala mevcuttur.
Tanrısallığı pek kalmamakla
birlikte Kızılbaşlar arasında
hala saygın bir yeri vardır.
Harmanda samanla taneleri
ayırmak içinde olsa onun gücüne
gereksinim duyarlar. Ancak
geçmişte ki gücü sanırız bununla
sınırlı değildi.
Suların tanrısı Tistry. ´Batı
ve Bilim dünyası bu yıldıza
Sirius olarak tanır. O
Grekler´in ´Köpek Yıldızı´,
Mısırlılar´ın ´İsis´ın Ruhu´
dedikleri yıldızdır. Zaza
Kürtleri ´Astaré Payızi´7 der ve
çok saygı gösterirler´ Suların
Alevi Kızılbaş inançlarında
etkin bir önemi olduğunu
söylemeye dahi gerek yok. Bunu
zaten çalışmamızın içinde
verdik. (5 mayısı 6 mayısa
bağlayan gece Hızır ila İlyasın
buluşmasını anımsayın )
Bütün bu ve buna benzer bir
çok benzerlik bize Kızılbaşların
Zerdüşttan daha çok Zerdüşt
öncesi bölgenin hakim
inanışlarından etkilendiğini ve
bu etkiyi bir şekilde bugünkü
inançları içinde erittiklerini
göstermekte.
---------------
1 Zarathustra (Zerduş) Hayatı ve
Mazdaizim, M. Sıraç Bilgin, sf.
28-29
2 Yaşar Kemal Binboğalar
Efsanesi. Sf. 15-16
3 Antik Kürdistanda Dinsel
Yapılanma Zerduşt ve Öğretisi,
Dr.A Medyalı sf 30 (Sed Dar,
1xxxiii)
4 Zarathustra (Zerduş) Hayatı ve
Mazdaizim, M. Sıraç Bilgin, sf.
33
5 Zarathustra (Zerduş) Hayatı ve
Mazdaizim, M. Sıraç Bilgin, sf.
46
6 Proto-Kürt Bir Peygamber
Zerduşt, M. Sıraç Bilgin sf. 26
7 Proto-Kürt Bir Peygamber
Zerduşt, M. Sıraç Bilgin sf. 26
Hasan Kaya
|