|
"Merhaba
Bu sayfalarda 1996 Yılında Selahattin Duman Tarafından Sabah Gazatesinde
yayınlanmış olan Fenerbahçe'nin Gizli Tarihi adlı uzun ve kapsamlı yazı
dizisini Fenerbahcecumhuriyeti.8m.net düzenlemeleri ile bölümler
halinde okuyabileceksiniz, Selahattin Duman'ın bir Galatasaray taraftarı
olmasının ve yaptığı çalışmanın objektifliği ve kapsamı sporun güzelliğini
,Fenerbahçe'nin büyüklügünü ve önemini gözler önüne serması açısından özel
önem taşımaktadır. "
Fenerbahçe'nin
Gizli Tarihi -1
Selahattin Duman, Ağustos 1996
İLK TURK FUTBOLCUSU FENERLİ FUAD BEY'Dİ
... 1900'lü yılların başında
Kadıköy'de oturan James Lafontaine adındaki İngiliz olmasaydı, Osmanlı
tebası belki futbol topuyla daha geç tanışacaktı O zaman da Galatasaray'ın
kuruluş yılı 1905, Fenerbahçe'nin kuruluş yılı 1907 olmayacaktı. Belki
renkleri, belki isimleri bile başka başka olacaktı. Ya da o zamanın Kadıköy'ünde,
James Lafontaine adlı futbol hastası yerine George Brown adında
bir çim hokeyi meraklısı
başka bir İngiliz yaşasaydı belki de bugün milletce başka bir spora aşık
olacaktık. Hintliler ya da Pakistanlılar gibi. Futbolu bağrına sokan İngiliz
James Lafontaine, 1900'lu yılların başındaki hallerini şöyle anlatıyor:
"Biz üç beş İngiliz Moda çayırında bu işe başladık. Ancak iki takım kuracak
sayıda oyuncumuz vardı. Aynı insanlarla oynamaktan canımız sıkılıyordu.
Lakin
Türk genclerini bu işe teşvik etmekten de korkuyorduk..."
Acaba neden korkuyorlardı?
Türk gençlerinin kuracağı takıma yenilip millete rezil rüsva olmaktan mı?
Yoksa maç sırasında aşka gelecek seyircilerden dayak yemekten mi?
FUTBOL YASAK
Devir Sultan İkinci Abdülhamid
Efendimizin devri. Padişahımız, halifemiz iyidir hoştur da biraz vehimlidir.
Ahalinin "futbol bahanesiyle" dahi olsa yan yana gelip, kalabalık teşkil
etmesinden hoşlanmaz. "Nerede çokluk orada şeylik..." politikası güttğünden,
Müslüman ahaliden üç dört kişinin yan yana yürümesini
bile yasaklamış. İşte
James Lafontaine'i korkutan şey bu. Türk gençlerini futbola alıştırayım
derken başının belaya girmesinden çekiniyor. O yüzden de maçlarında Türk
gençlerini oynatmıyorlar. Ama boş bir tedbir bu. Olimpiyat oyunlarının
yapıldığı stadyumun önünde "kokoreç satmayı planlayacak kadar" gözü kara
girişimcilere sahip bir milletin çocuklarını, Abdülhamid'in yasakları durdurabilir
mi? Durduramamış nitekim... İngilizlerin, Rumların aralarında
futbol oynadığı, Kuşdili,
Moda, Papazın Cayırı, Baklatarlası, Taksim Kışlası gibi yerlere biriken
Müslüman ahali "Bu ne iştir..." deyip maç seyretmeye başlamış. Seyrettikçe
de iştahlanmış. Yerinde duramaz olmuş. O vakitler bugünkü gibi tribünlü,
tel örgülü sahalar yok. Futbol sahası dedikleri yer dört tarafı açık
alanlar. James Lafontaine
İngiltere'ye döndükten sonra Daily Mirror'da yayımlanan hatıralarında bu
durumdan şikayet ediyor: "Maçın olmadık bir yerinde, kafasında fesiyle
bir Türk seyirci dalar, yakaladığı topu tekmeleyip havaya dikmeye
çalışırdı. Bu yüzden maçlarımız sık sık kesintiye uğrardı. Bu futbol heveslilerini
durduracak bir polis kuvveti bulunmadığından çok sıkıntı
çekerdik..."
FUAD HÜSNÜ BEY;
Bizim Ergun Hiçyılmaz'ı tanırsınız. Hem iyi bir tarihçi hem iyi bir arşivci
hem de sıkı Fenerlidir. 1992'de yayımlanan "Türk Futbol Tarihi"
adlı çalışmasının birinci cildinde, Türklerin futbol hevesini örnekleri
ile naklederken ilginç bir şahsiyeti tanıtıyor. İlk kez futbol
sahasına çıkan bir Türk'ten, Fuad Hüsnü Bey'den söz ediyor. Abdülhamid'in
donanmasının amirallerinden Hüseyin Hüsnü Paşa'nın Mekteb-i Bahriyesi'nde
(Deniz Harp Okulu) okuyan oğlu Fuad Hüsnü Bey bilinen ilk futbolcumuz.
Fuad Hüsnü Bey mükemmel İngilizce konuşabildiği için Moda'daki İngilizlerle
ahbaplık ediyor. O zaman İstanbul'da futbol topu da yok, futbol
malzemesi satan bir yer de. Fuad Hüsnü Bey, İngiliz ahbaplarından bir top
tedariklenip başlıyor üzerinde tepinmeye. Kah boş bir arsa bulup peşinden
koşuyor kah bir duvarın karşısına geçip durmadan şut atıyor. Papazın Cayırı
mevkiindeki bir okul duvarını futbol topuyla dövmekte olan Fuad Hüsnü'yü
yakın arkadaşı Reşat Danyal Bey görüyor. Önce hayretler içinde bir
süre seyrediyor.
Sonra yanına sokulup soruyor: - Hayırlar ola Fuad. Duvarı
yıkmaya mı Calışıyorsun?
Fuad Hüsnü, yakın arkadaşı Reşat Bey'e Once derdinin duvarı
yıkmak değil de futbol talim etmek olduğunu anlatıyor, ardından da bir
teklifte bulunuyor: - Neden bizim bir futbol takımımız yok? Gel biz
de takım kuralım. Reşat Danyal Bey'in aklı yatıyor bu işe "İlk Türk
futbolcusu" olarak tarihe geçecek olan Fuad Hüsnü'nün liderliğinde
birkaç delikanlı bir araya geliyorlar.
İstanbul'un ilk Osmanlı
takımını kuruyorlar. Fuad Hüsnü ve Reşat Danyal ile birlikte Şevki
Bey, Fahri Bey, Nurettin Bey, Emcet Bey, Hafız Mehmet ve Hafız Mustafa
kardeşler, Kemani Nuri Bey ve Tamburacı Osman Pehlivan. İsimleri
tespit edilenler bunlar. Kadronun yarısı mevlide giden hafızan ekibi, diğer
yarısı saz takımı gibi bir şey.
BLACK STOCKINGS
Bugünkü Fenerbahçe
Stadyumu'nun yeri o vakitler Papazın Cayırı
diye biliniyor.Sonraları
Onio Club'ın mülkiyetine geçecek ve futbol sahası olarak kullanılacak.
Her neyse. İşte bu çayırın yanından geçen yolun üzerinde bir Halil Mahmudiye
ilkokulu, onun da yanında Hurşit Ağa'nın kahvesi var. Fuad Hüsnü
Bey'in öncülüğünde
kurulan ilk futbol takımımız
bu kahveyi kendine lokal yapmış. Burada buluşup takım kurma işini
konuşuyorlar. En önemli sorun da takıma ne isim verecekleri. Türkçe
bir isim katiyen olamaz. Çünkü Osmanlı tebasına futbol yasak. Padişahimız,
halifemiz Abdülhamid Han, en laf anlamaz zaptiyesini bu işe memur etmiş.
Zaptiye Celal'in işi Türk gençlerine futbol oynatmamak. Ardına
taktığı iki tüfekli nefer
ile İstanbul-Kadıköy arasında mekik dokuyor.
Galatasaray Lisesi'nin
bahçesi başta olmak üzere Mahmut Baba türbesini, Papazın Çayırı'nı Kuşdili'ni
sürekli dolaşıp "futbol heveslisi" gençlere göz açtırmıyor. O vakit Boğaz
köprüleri olmadığından karşıdan karşıya kolayca geçilemiyor. Bu da futbol
meraklısı delikanlılara arada bir arsalara çıkıp top tepikleme fırsatı
yaratıyor. Zaptiye Celal'in şerrinden korkan Fuad Hüsnü ve arkadaşları
kurdukları takıma İngilizce olarak "Siyah Çoraplılar" manasına
gelen "Black Stockings"
adını koyuyorlar. Planları kendilerine de İngiliz süsü vermek. İki üç idman
yapıp, futbol topuna ayaklarını biraz alıştırdıktan sonra da Moda'nın Rum
gençlerine maç teklif ediyorlar. Onların da canına minnet. Teklif kabul
ediliyor. 26 Ekim 1901 tarihinde Papazın çayırı mevkiinde Rum takımının
karşısına çıkan acemi Osmanlıların işi zor tabii. Maçı 5-1 kaybediyorlar.
Bu
arada Fuad Hüsnü Bey eğrisini
doğrusuna getirip bir gol atıyor ve spor tarihine "Gol atan ilk Türk"
olarak bir kez daha geçiyor. Ama maçın yapılacağını haber alan bir
muhbir durumu hemen Zaptiye Celal'e jurnalliyor: "Karşılıklı kaleler kurup,
Rumlarla aynı kıyafet-i labis olduğu halde top endahtı ile talim icra etmekte
olduklarından..." BASKIN VAR Yani diyor ki: "Karşılıklı kaleler kurmuşlar,
Rumlarla aynı kıyafeti giymişler. Top oynayıp darbe talimi yapıyorlar."
Neferlerini toplayan Zaptiye Celal baskına hazırlanırken yakınları da
Fuad Hüsnü'nün babası
olan Hüseyin Hüsnü Paşa'ya haber uçuruyorlar: - Aman Paşa, senin oğlan
padişahımızın yasağını dinlemeyip top oynamakta. Zaptiye de baskına hazırlanmakta.
Yetiş, oğlunu hapislere düşmekten kurtar. Zavallı Paşa, telaşla faytonuna
atlayıp "olay mahaline" doğru at koştururken, Zaptiye Celal de
kendi askerini yola çıkarıyor. İkisi de aynı vakitte Papazın Çayırı'na
ulaşıyorlar. At üstündeki Zaptiye Celal ile arkasındaki süngü takıp "Allah
Allah" nidasıyla sahaya dalan neferlerini gören Türk futbolcular çil yavrusu
gibi dağılıyorlar. Kimisi mezarlık yönüne kimisi denize doğru kaçıyor.
Rumlar ise şaşkın seyrediyor. Oysa futbol onlara da yasak ama Zaptiye Celal'in
gücü İngiliz ve Rumlara yetmediğinden
sadece Osmanlı gençleri ile meşgul. Fuad Hüsnü Bey babasının faytonunu
görünce içine atlayıp canını kurtarıyor. Reşat Danyal ise yakalananlar
arasında. Fuad Hüsnü baskından kaçıp kurtuluyor lakin eşkali tespit edilmiş,
adı öğrenilmiş. Deniz Harp Okulu öğrencisi olduğundan askeri
mahkemeye çıkarılıyor. "Padişaha karşı bir tertip içinde" olmadığını ispatlamak
için dil dokuyor. Müstantik yani Sorgu Hakimi olan Reşid Bey ise hayatında
futbol denilen şeyi duymamış. "Top" denince de Fatih Sultan Mehmet'in
"Balyemez topu" gibi bir şey anlıyor. - Elinizin altında top da varmış,
diye tutturuyor. Fuad Hüsnü Bey futbol topuyla askeriye topu arasındaki
farkı göstermek için "suç aletini" mahkemeye getiriyor. böylece müstantik
efendi bunun bir gülle olmadığını anlıyor. Yalnız kafasına takılan
bir mesele daha var.
Jurnal zaptında "Rumlarla
aynı kıyafet-i labis" deniliyor ya. Buradan tek tip forma giydikleri
manasını çıkarmakta. Fuad Hüsnü onun da çaresini buluyor. Müstantik
Reşid Bey'den izin isteyip futbol kıyafetini giyerek huzuruna geliyor.
Hakim, karşısındaki komik görünümlü gence uzun uzun hayretler içinde
bakıyor. Sonra onun özel bir komiteci kıyafeti giymediğine hükmediyor.
Komitecilik,
ihtilalcilik ciddi bir
iş. "Bu genç güpegündüz don gömlek gezdiğine
göre olsa olsa kafadan
sakattır." diye düşünüp takipsizlik kararı veriyor. Ama Fuad Hüsnü'ye bir
gözdağı vermekten de geri kalmıyor: - Kazık kadar adamsın. Bir de paşa
çocuğu olacaksın. Böyle don paça gezmeye utanmıyor musun? Fuad Hüsnü böylece
paçayı kurtarırken Dışişleri'nde çiçeği burnunda bir memur olarak
çalışan Reşat Danyal arkadaşı kadar talihli çıkmıyor. Tahran Sefareti'ne
yani İran'a sürülüyor...........
İleri>>
|
|