|
"Merhaba
Bu sayfalarda 1996 Yılında Selahattin Duman Tarafından Sabah Gazatesinde
yayınlanmış olan Fenerbahçe'nin Gizli Tarihi adlı uzun ve kapsamlı yazı
dizisini Fenerbahcecumhuriyeti.8m.net düzenlemeleri ile bölümler
halinde okuyabileceksiniz, Selahattin Duman'ın bir Galatasaray taraftarı
olmasının ve yaptığı çalışmanın objektifliği ve kapsamı sporun güzelliğini
,Fenerbahçe'nin büyüklügünü ve önemini gözler önüne serması açısından özel
önem taşımaktadır. "
Fenerbahçe'nin
Gizli Tarihi -2
Selahattin Duman, Ağustos 1996
...
İKİ BUYUK İDDİA
Osmanlı Amirali Hüseyin Hüsnü Paşa'nın oğlu Mekteb-i Bahriye Oğrencisi
Fuad
Hüsnü paçayı dönemin mahkemesinden kurtarır ama içindeki futbol ateşini
bastıramaz. O hızla gider İngilizlerin kurduğu Kadıköy Futbol Takımı'nda
kendisine İngiliz süsü verip Bobby takma adıyla oynamaya başlar. Bu diziyi
hazırlarken kafam şimdiki Fenerbahçe yöneticilerinden Ertuğrul Hataylı'nın
eşi
Fatoş hanımın ailevi durumuna takıldı. Gazetecilik mektebinden dönem
arkadaşımız olan Fatoş, merhum Oramiral Kemal Kayacan'ın kızıdır. Acaba,
Fatoş, deniz subayı ve bir amiral torunu olan ve sonraları Kayacan soyadını
alan
Fuad Hüsnü Bey'in torunu muydu? Telefonu açıp sordum. Sık sık yapılan bir
yakıştırma olduğunu öğrendim. Sadece isim benzerliği. Ama Fatoş Hataylı
bana
telefonda ilginç bir şey söyledi. - Fenerbahçe ile ilgili bir çalışma yaptığını
biliyorum. Birşey merak ediyorum. Fenerbahçe'nin kuruluş tarihi 1907'den
önce mi? Ben daha cevap vermeye hazırlanıyordum ki "önce değil mi?" diye
ısrar etti. Sadece bu soru bile giderek şiddetlenen Galatasaray-Fenerbahçe
rekabetinin nerelere kadar uzandığını göstermeye yeter. Türkiye liglerinde
en
çok şampiyon olmak Fener'e gönül verenlere yetmiyor. İlle kuruluş tarihi
1903
olan Galatasaray'dan daha eski olmak istiyorlar. Fenerbahçe'nin bilinen
kuruluş
tarihi 1907. Galatasaray'ın ise 1903. Bazı Fenerbahçe büyükleri, kendi
takımlarının daha önce kurulduğunu ancak tescil edilmediğini iddia ederler.
Ya
da bunu ispatlayan belgelerin kaybolduğunu. DOGRUSU 1907 YILI Spor
tarihimizle ilgili olanların verdiği bilgiye inanmak durumundayız. Bundan
öncesine dair bir kayıt yok. Ama Fenerliler'e söz veriyorum. Bu dizi bittikten
sonra 1905 ve 1906 yıllarının periyodik yayınlarına girip sıkı bir tarama
yapacağım. Fener'in 1907'den önceki varlığına dair bir ipucu, bir iz olursa
ilan
edeceğim. Sultanımız, efendimiz Abdülhamid'in 33 yıllık saltanatının son
senesi... Ülkenin her tarafında karışıklıklar başlamış. Henüz harekete
geçmemişler ama Enver ve Niyazi Beyler'in dağa çıkmaları yakın. Neredeyse
eli
kulağında. Bir başka deyişle Abdülhamid ipin ucunu yavaş yavaş kaçırıyor.
Saltanatı ile uğraşan münafıklarla boğuşmaktan futbol topu peşinde
koşturanlarla uğraşmaya vakti kalmıyor. Kadıköy yakasını sindiren Jurnalci
Şamil artık ortalarda gözükmüyor. Papazın Cayırı'nı, Baklatarlası'nı basıp
top
uçurtmayan Zaptiye Celal'in süngüsü çoktan düşmüş. Karakoldan dışarı
kafasını çıkaramaz olmuş. Osmanlı gençleri artık resmi bir takımın forması
altında olmasa da rahat rahat top oynayabiliyorlar.
İLK KURUCULAR Kadıköy'de
uzun zamandan beri bir takım kurma konusunu tartışan üç kafadar var:
Ayetullah Bey, Nurizade Ziya Bey ve Necip Bey. 1907 yılında beş takımdan
oluşan
İstanbul ligine katılıp dördüncü olan Galatasaray'ın durumuna bakıp "başka
Türk
takımlarının da kurulabileceği" konusunda cesaretleniyorlar... Gerçi
Galatasaray da bir Türk takımı ama İstanbul yakasında ve arkasında
Fransızların mektebi var. O vakitler Kadıköy bir taşra kenti kadar uzak
İstanbul'a.Öyle ki bütün ömürleri Kadıköy'de geçip de bir kez bile İstanbul
yakasına geçmemiş binlerce insan var. O yüzden Kadıköy yakasında kurulacak
bir takımın anlamı başka. Bu işi konuşup bir karara bağlamak için ünlü
edebiyatçılarımızdan Sami Paşazade Sezai'nin yeğeni olan Bahriyeli Necip
Bey'in Moda'daki evinde buluşuyorlar. Moda Beşbıyık sokaktaki 3 numaralı
hanenin alt katındaki selamlık dairesinde müthiş bir takımın harcı atılıyor.
-
Kuruyor muyuz arkadaşlar? - Kuruyoruz. - Peki parayı nasıl bulacağız? -
Ben
veririm. Kesenin ağzını açan bu şahıs, dönemin zenginlerinden Nurizade
Ziya
Bey. Ve Fenerbahçe'nin ilk kulüp başkanı. Kuruculara daha sonra Hasan Sami
ve Hindi Asaf da katılıyor. Ayetullah Bey, Osmanlı Bankası'nda memur. "Parayı
bastırıp" ilk başkan seçilen Ziya Bey ise Saint Joseph mezunu. Sadece para
değil, Saint Joseph talebesinin desteğini de getiriyor Fenerbahçe'ye. Fenerbahçe
takımının kuruluşu bahara rastladığından kulübe papatyanın sarı ve beyaz
renkleri seçiliyor. Ziya Bey'de para var ya! Hemen karşıya geçip Tünel'deki
İngiliz Baker'ın dükkanında alıyorlar soluğu. O zamanlar İstanbul'da futbol
ayakkabısı da yok topu da. Forma nereden olsun. Ya analarına, bacılarına
diktirdikleri eğreti şeylerle Cıkacaklar sahaya. Böylelikle hiçbir maçı
kaçırmayan azınlık hanımlara, Rum ve Ermeni kızlarına madara olacaklar.
Ya
da adam gibi futbol kıyafeti giyip, kendileri ile daha yolun başında alay
ettirmeyecekler.
İngiliz Baker'a verilen siparişler ancak birkaç ayda gelebiliyor. Nitekim
formasını nisanda sipariş eden Fenerlilere bu formayı giymek ancak kasımda
nasip oluyor. Yönetim ise bu formaları beklerken takımı kurmakla meşgul.
Bu
işi de Fener'e aza yapılan Saint Joseph'in Türkçe hocası Enver Bey'e (Enver
Yetiker) veriyorlar. Bu arada takıma futbolcu olarak alınan Topuz Cemil
de
"elinden resmi geldiği için" kulübün amblemini çizmekle görevlendiriliyor.
Fenerbahçe'de sağaçık olarak oynayıp 113 maçta 32 gol atan Topuz Cemil'in
bir
özelliği de topa müthiş vurması. Bu özelliğiyle de Bombacı Bekir türeyene
kadar
futbolumuzun ilk "penaltı kralı" ünvanını kazanıyor. Amblemi nasıl çizdiği
sorulduğu vakit şöyle anlatıyor: "... Resime merakım biraz da yeteneğim
olduğu
için amblemi çizmemi istediler. Çok heyecanlandım. Günlerce kafa yordum.
Sonunda karar verdim.Önce bir yuvarlak çizip içine bayrağımızın renklerinden
kırmızıyı, çevresine de beyazı oturttum. Ortasına da stilize edilmiş bir
kalp çizip,
asaleti temsil eden lacivert renge boyadım. Cevresini de defne dalı ile
süsledim."
TAKIMIN ILK MACI Böylece bugüne kadar gelen Fenerbahçe amblemi
sarı,
kırmızı, beyaz, lacivert ve yeşil renklerden oluşuyor. Samimi olarak söylüyorum.
Ben yıllarca amblemin ortasındaki şekli palamut zanneder "Belki o vakitler
Fenerbahçe semtinde bol bol palamut veren meşe ağacı vardı." diye düşünürdüm.
Meğer Topuz Cemil onu bir kalp niyetine çizmiş. Sonradan Topuzlu soyadını
alan
ve adı bugün Fenerbahçe'nin en önemli caddesine verilen Cemil Bey, daha
sonra "bir şeye kızıp" Galatasaray takımına geçecek ve iki sezon bu formayı
giyecek. Öfkesi geçince de yine Fener'e dönüp futbolu burada bırakacak.
İşte bu
yüzden Fenerli fanatikler zaman zaman "Biz Galatasaray'dan daha önce
kurulduk ama evrakları kaybettik" diye nasıl tutturuyorsa, Galatasaray'ın
fanatikleri de Topuz Cemil'in durumunu iddia konusu yapIyorlar. Onlara
göre de
"Fener'in amblemini Cizen bir Galatasaraylı." oluyor. Ellerindeki delil
ise Topuz
Cemil'in iki sezon sarı kırmızılı formayı giymesi. Oysa işin aslı bu. Topuz
Cemil
Fenerbahçe'nin abide isimlerinden biri. "Enver Hoca takım kuruyor." dedik
ya!
Saint Joseph'in iyi futbol oynayan talebelerinden Galip Kulaksızoğlu'nu
bulur ve
Rumlarla cuma günü maç yapacaklarını söyleyip "iyi futbol oynayan
arkadaşlarını getirmesini" ister. Galip de hocasının bir dediğini iki etmez.
Arkadaşları ile birlikte cuma günü Fener'in arkasındaki çayırlıkta hazır
ve nazır
bulunur. İngiliz Baker'den tedariklenen forma ve tozluklar ilk maça çıkacak
ekibe dağıtılır. Kuruculardan Hindi Asaf kaleci duracaktır. Yine kuruculardan
Bahriyeli Necip sağbek, kulübün ilk başkanı olan Nurizade Ziya Bey de solbek
mevkiine geçerler. O devrin şartları işte. Ali şen'i Halil Ibrahim'in yerine
solbek
oynarken düşünün. Öyle bir durum. Haflar ise Kara Hasan, Küçük Hasan ve
Cerkez Sabri Beylerdir. O devrin diliyle muhacim hattı yani forvet ise
şöyle
kurulmuştur: Nusuhi Esat, Şefkati, Kulaksızzade Galip, Dalaklı Hüseyin
ve
Avukat Hayri Beyler. Bu Dalaklı Hüseyin ise o sezon takımı da çalıştırdığı
için
kulübün tarihine "ilk teknik direktör" olarak geçer.
BUYUK ZAFER GUNU. Rum takımı Yunan bayrağının renginde mavi beyaz bir
formayla çıkar sahaya. Fenerbahçe ise sarı beyaz formasıyla. O vakitler
hakem
müessesesi oturmamış. Başka takımdan maçı seyretmeye gelen bir futbolcu
genellikle iki tarafın rızasıyla hakem seçiliyor ve maçı yönetiyor. Bu
uygulama
1920'li yIllarda bile devam ediyor. Bu ilk tarihi maçta hakemin kim olduğu
belli
değil. Zaten sahanın çizgileri ile kalenin ağları da yok. Hoş kalenin nizami
olup
olmadığı bile tartışılır ya! Futbolcular tacı göz kararı belirliyor. Aut
ya da korneri
de kale direğini hizalayarak hesaplıyorlar. Maçı Fenerbahçe 2-0 kazanırken
ilk
golü de merkez muhacim (santrafor) Galip Bey atıyor. İkinci golü atanın
ismi ise
belli değil. Bazı spor araştırmalarında Fenerin ilk maçını İngiliz Moda
kulübü ile
yaptığı yazılmıştır ama yanlıştır. Araştırmacı Cem Atabeyoğlu, bu ilk maçta
oynayan Nusuhi Esat Bey'den aktarır ki rakip Moda kulübü değil, gayrı federe
bir
Rum takımıdır ve aslanlarımızın önünde perişan olmuştur.
(Galatasaray ilk Maç) Maç
kasımın ikinci yarısında oynandığından hava oldukça soğuktur. Bu yüzden
maçı
seyretmeye üç beş hasta meraklı dışında kimse gelmez. Hele Kadıköy'ün
futbol
meraklısı güzel hanımları hiç gözükmezler. Zaten bu soğuk havalar kulüp
yönetimlerinin başına bela olacaktır. Çünkü Osmanlı gençleri futbolun soğuk
havada da oynanabileceğini ancak yıllar sonra öğrenecektir. Nitekim 1915
yılının aralık ayında İstanbul buz kesmiştir. Günler önce alınan
Fenerbahçe-Galatasaray maçı ise Kuşdili Cayırı'nda yapılacaktır. Fenerli
futbolcular "Hava soğuk. Galatasaraylı topçular deli mi ki bu havada ta
karşıdan
gelsinler." diye düşünüp sahaya teşrif etmezler. Sahaya tam takım çıkan
Galatasaray'ın Fener'i beklediği haberi semte bomba gibi düşer. Ne kadar
atlı
araba, fayton varsa koşturulup futbolcular evlerinden, kahvelerden toplanır
ve
sahaya çıkarılır. Galatasaraylılar efendilik edip rakiplerini beklemiştir.
Buz gibi
hava yetmezmiş gibi bir de inceden tipi başlar. Oyunun ortasInda önce bir,
ardından bir Fenerli futbolcu daha "Biz deli miyiz yahu! Bu havada top
oynanır
mı!" deyip sahadan çıkarlar. Onlardan cesaret alan iki üç Galatasaraylı
da
sahayı terk eder. Soğuğa dayanıklı futbolcular sahada kalır ve bu garip
mücadeleden Fenerbahçe 1-0 galip ayrılır. İşte Fenerin ilk maçı da böyle
berbat
bir havada oynanmıştır
FENER'İN LİGLERDEKİ İLK YILI SIKINTILIYDI!
Gelelim Fenerbahçe'nin rengi nasıl değişti sorusunun cevabına. Öyle ya!
Kulübün ilk renkleri sarı beyazdı. Neden durduk yere sarı lacivert oldu
acaba?
Kulübün ilk başkanı ve solbeki Nurizade Ziya Bey parayı bastırıp formaları
tüccardan İngiliz Baker'a ısmarladı ama "Yazlık mı olsun, kışlık mı olsun?
Kısa
kollu mu uzun kollu mu?" soruları üzerinde fazla kafa yormadı. Belli ki
"Yazın
nasıl olsa idare ederiz, kış geldiğinde üşümeyelim" diye düşünüp uzun kollu
ve
kalın bir kumaştan verdi siparişini. Formalar ta İngiltere'den yapılıp
gönderiliyor. Nitekim geldiği vakit de kış olduğundan satan da memnun giyen
de. Ne var ki 1908 yılının mayıs sıcakları başlayınca Fener'in kışlık formaları
da
başa bela oluyor. Futbolcular askeriye kaputu gibi kalın kumaştan yapılan
formanın içinde pişmekteler. Başkan Ziya Bey oturup kalkıp "Ne yapmalı
ne
etmeli" diye düşünüyor. Sonunda yazlık forma tedariki için paraya kıymaya
karar verip soluğu İngiliz tüccar Baker'in Tünel'deki dükkanında alıyor.
Baker
kurnaz. Ziya Bey'e "şimdi ısmarlasak gelene kadar yaz geçer" diyor. Ama
elinin
altında sarı üzerine laciverti çizgili yazlık gömlekler var. Forma niyetine
giyilebilir. Üzerine amblemi dikmek yeter. "Size bu gömlekleri satayım"
teklifini
yapıyor. Ne yapsın Ziya Bey? önünde daha yaz sıcakları var. İstanbul'da
başka
yazlık forma yok. Renkler tutmuyor ama "Biz de değiştirip sarı lacivert
yaparız"
diyor ve gömleklerin tamamını satın alıyor. Işte Fenerbahçe'nin renklerinin
sarı
beyazdan sarı laciverte geçmesi bu yüzdendir. "Fenerbahçe koyundaki mehtabın
ya da Fener'in sarı ışığı ile denizin laciverti" romantik birer yakıştırmadan
öte
bir şey değildir. Yokluk ve Caresizlik Fener'in renklerini değiştirmiştir.
Bence
iyi de olmuştur. Fener'in ilk başkanı Nurizade Ziya Bey ile yönetimden
Osmanlı
Bankası memuru Ayetullah Bey arasında ufaktan geçimsizlik başlamıştır.
İLK AYRILIK
Kulüpte parayı Ziya Bey vermekte, önemli kararları ise Ayetullah Bey
almaktadır. Parayı kendisi verdiği halde düdüğü başkasının çalmasına içerleyen
Ziya Bey ile Ayetullah Bey arasındaki geçimsizlik giderek su üstüne çıkar.
Takımı hem para olarak besleyen hem de maçlarına çıkıp solbek oynayan Ziya
Bey bu çekişmede kendine taraf arar lakin bulamaz. Diğer kurucuların da
kendisini pek desteklemediğini, parası için katlandıklarını hisseden Ziya
Bey
öfkelenip istifayı basar. Başkanlıktan da ayrılır Fenerbahçe'den de. Bununla
da
yetinmeyerek takımın bazı üyelerini de ayartıp İngiliz ve Rumlarla anlaşarak
yeni bir takım kurar. Union Club adını verdikleri bu takıma Fener'in kıymetli
haflarını, yani Kara Hasan ile Küçük Hasan'ı da transfer eder. Hatta hızını
alamayıp Fener'in ilk teknik direktörü olarak tarihe geçen Dalaklı Hüseyin'i
de
ayartır. Rumlarla birlikte kurduğu yeni takıma götürür. Ziya Bey'i kızdıran
olaylardan biri de şudur. Bir Ermeni müzisyene parasını verip "Fenerbahçe
için"
bir marş besteletmiştir. Sözleri kimin tarafından yazıldığı belli olmayan
bu
marşın benimsenmemesine de içerlemiştir. Oysa futbolcular ilk Fener marşını
beğenmediklerinden değil içinde geçen sözler yüzünden söylememişlerdir.
"Birlik, kuvvet, Türklük, gayret..." gibi Sultanımız Efendimiz Abdülhamid
Han'ı
huylandıracak bir sürü manalı sözcük. Abdülhamid siyaseten ipin ucunu
kaçırıyordu dediysek bu lafları yiyip yutacak kadar da çaptan düşmüş değil.
Ama
Ziya Bey bunu dahi alınganlık konusu yapıp başkanı olduğu kulüpten kopup
gidiyor. Feneliliği ise ancak tarihi zabıtlarda kalıyor. Yeni başkan artık
Ayetullah
Bey'dir.
SEYYAR KALELER
İlk başkan Ziya Bey'in kulübü bu şekilde terketmesi Kadıköy çarşısını fena
halde karıştırdı. Fenerbahçe'nin ilk üyeleri maddi açıdan mütevazi insanlardi.
çok istedikleri halde kulübe maddi açıdan yararlı olamıyor, bu yüzden de
Ziya
Bey elini cebine attığı zaman diğer üyeler sağa sola bakınıp ıslık çalmayı
tercih
ediyorlardı. Birşeyler yapıp bu sıkıntıyı hale yola sokmalıydılar. Allahtan
Ziya Bey
giderken kale direklerini götürmemişti. şimdi "Bu da nereden çıktı?"
diyeceksiniz. O vakit nizami futbol sahası yoktu. Kale direkleri de kulübün
elemanları tarafından yaptırlır, takımın ayakçıları tarafından maç hangi
çayırda
oynanacaksa oraya taşınırdı. Maç bitince de kale direkleri yeniden gönüllüler
tarafIndan saklandığı yere gütürülürdü. Peki sahada bırakılamaz mıydı?
Bunun
cevabı "hayır" olacak elbette. İstanbul ahalisi boş bir çayırın ortasında
bırakılacak kalasların kale olduğunu ne bilsin? Maazallah biri alıp odun
niyetine
evine götürebilirdi. Bu milletin lotaryaya, talih oyunlarına merakı çoktur.
İşte bu
merak Fenerbahçe'nin parasızlıktan bunalan yöneticilerinin imdadına yetişti.
"Tayyare Piyangosu" gibi özel bir Fenerbahçe piyangosu düzenleyip bir
kampanya açtılar. ikramiyeler cılızdı ama Kadıköy yakasında oturan herkes
bunun Fenerbahçelilere bir yardım olduğunu biliyordu. O vakitlerin parasıyla
tam 42 altın lira toplandı. İşte bu parayla kulübe Altıyol'da güzel bir
lokanta
kiralandı. Daha Onceleri Kadıköy Uhuvvet Kulübü'nün lokali olarak hizmet
veren bina artık Fener'in mülkü gibi olmuştu. Fener'in becerikli yöneticileri
daha sonra bu lokali iyice elden geçirecek, duşlu soyunma odaları bile
yapacaklardı. 1932 yılına kadar hizmet veren bu lokal, daha sonra bir yangında
kül oldu gitti. Yangının neden çıktığı o zaman anlaşılamadı. Ama yıllarca
sonra
kulübü yakanların bir grup taraftar!!!?? olduğu anlaşıldı. Fener'in
kongrelerinde
üstünlüğü başkalarına kaptırdıkları için kızıp kulüp binasını kundaklayan
bu
taraftarların çocukları, torunları hala Fenerbahçe üyesidir. Bazıları 1980'li
yılların Fener'inde yöneticilik bile yapmışlardır. Bu mevzuya daha sonra
döneceğiz. 10 Kasım 1908 günü İngilizlerin Imogene takımını Kördere Cayırında
3-0 yenen Fenerbahçe artık kendisini İstanbul Futbol Ligi'ne girmeye hazır
hissediyordu. Yabancı takımlar maçlarını pazar günleri yaptığından onların
ligine
"Pazar Ligi" denilirdi. Osmanlı takımlar ise kendi tatil günleri olan cumaları
kapışırlardı. Bu yüzden de İstanbul Futbol Ligi'nin resmi adI "Cuma Ligi"ydi.
Ve
Fenerbahçe bu lige Galatasaray'dan sonra kabul edilen ikinci takım oldu.
ilk yıl
pek başarılı geçmedi. Futbolun henüz acemisi olan Fener'in ilk topçuları
futbolu
başka türlü oynuyorlardı. İngilizler, onlardan futbol talim eden Galatasaray
topçuları futbolu kaleler arasında dikine dikine oynarken Fener'in birçok
futbolcusu "Kim topu en yükseğe dikerse o başarılıdır" zannediyorlardı.
Bu yüzden
de topu ayağına geçiren bir iki sektirdikten sonra mümkün olduğu kadar
havaya
dikiyordu.
EYVAH... YENİLDİK şimdi bu tarifleri okuyanlar içlerinden kıs kıs
gülüyordur ama o dönemin gerçekleri böyleydi. Futbolu bilen Kulaksızoğlu
Galip
gibi topçular da vardı. Ama her maça yetişemiyorlardı. Ya okul ya ailelerinden
bir
engel çıkıyordu. Bu yüzden de onların yerine acemi hevesliler oynuyordu.
Pek
çok maçı kaybeden Fenerbahçe tarihinde ilk kez Galatasaray'ın karşısına
çıktı.
Tutunamadı. Tam 3 gol yedi ve sahadan 0-3 yenik ayrıldı.
TARİHİ FARK OLUYOR
Altı takımlı ilk lig serüvenini Galatasaray Şampiyon bitirirken, Fenerbahçe
5.
olmuştu. Fenerbahçe'nin başkanlığına getirilen Ayetullah Bey için bu kabul
edilemeyecek bir durumdu. Onun için de takımı birkaç iyi futbolcu ile takviye
etti. Bir sonraki sezon daha iddialı olacaklardı. Ama yine olmadı. Galatasaray
ilk
maçta Fener'i 5-0 yendi. İkinci maçı ise tam 7-0 kazandı. O gün şiddetli
bir lodos
fırtınası olduğundan takımın yarısı Kadıköy yakasına geçememişti. Maça
altı
kişiyle başlayan Galatasaray, daha teknik ve tecrübeli futbolculara sahip
olduğundan rüzgarı mükemmel kullanıyordu. O fırtınada Kadıköy'e kayıkla
geçecek kadar çılgın cesarete sahip bir oyuncusu, Küçük Ali Bey maçın ikinci
yarısına yetişti. Galatasaray yedi kişiyle sahadaydı. Fener'in kalecisi
Ali Sait
başını direğe vurup yaralandığından oyundan çıkmış, yerine kısa boylu Izzi
geçmişti. İşte bu şartlarda oynanan maçı Fener 7-0 kaybetti. Kim bilir
bu maçın
Fener- Galatasaray rekabetinde tarihe geçeceğini, kuşaklar boyunca kafalarına
kakılacağını bilseler belki iş başka türlü olurdu. Fenerbahçe lige atıldığı
ikinci
sezonu sonuncu olarak bitirirken ancak 2 gol atıp 22 gol yiyordu. Ama
Fenerbahçe yeterince tecrübeyi kazandıktan sonra bu üç Galatasaray
mağlubiyetinin acısını müthiş bir şekilde çıkaracak, taş gibi bir takım
kurup
Galatasaray'a tam dokuz sene hiç yenilmeyecekti
İşgal yıllarından bir maç yazısı:
Spor Alemi Mecmuası, 17 Eylül 1922"
" Fenerbahçe 5 -Ermeniler 0
3 Eylül Pazar günü Kadıköy İttihat Spor Kulübü'nde Fenerbahçeliler ile
Ermeni
Muhtelit Takımı karşlaştı. Ermeniler geçen mağlubiyetlerini pek
hazmedemediklerinden mütemadiyen gazetelerinde yeni bir oyun için Fener'i
davet
ediyorlardı. Bu davet Fenerbahçeliler tarafından kabul edildiğinden oyun
çok
heyecanlı oldu. Fenerbahçe takımı: Kaleci (Şekip); müdafalar (Hasan, Kemal,
Cafer);
muavinler (Kadri, Ismet, Refik); muhacimler (Alaaddin, Zeki, Bedri, Omer)
beylerden
teşkil etmişti. Ermeniler de geçen seferki takıma ilaveten gelen Nubar
Efendi ile İngiliz
Muhtelit Takımı orta muhacimi Anderson'ı ilave etmişlerdi. Hakem olarak
Makabi
takımının kalecisi intihap edilip müsabakaya tam saat altıda başlandı.
Birdenbire
"yaşa" nidaları, "aman kazanalım" sedaları arasında Fenerbahçe akıncıları
Ermeni
kalesine şiddetli bir iki akın yaptılar. Alaaddin ve Zeki'nin ayaklarına
top geldiği
zaman halk "Allah aşkına, bugünkü muzafferiyet şerefine sayı yapınız" diye
bağırıyorlardı. işi sıkı tutan Fenerliler, ipe un sermediler. Zeki Bey
ilk sayıyı ve hatta
ikinci sayıyı da yaptı. Türkler mukabil tarafın muhacim hattında Manuk,
Nubar gibi
seri oyuncular olduğunu bildiklerinden galibiyeti tamamıyla kendilerine
mal
edemiyorlardı. Fakat Zeki Bey'in mütemadi sayıları ve buna Ömer Bey'in
de ilavesi
gollerin adedini beşe iblağ edince herkeste tezahürat başladı. Halk mütemadiyen
"Yaşa!" diye bağırıyordu. Müdafalarımızın sert mukabeleleri önünde Ermenilerin
muhacimleri tamamen akim kaldıklarından oyun bir tek kale mahiyetini almıştı.
Akıncılarımız topu mütemadiyen Ermeni kalesine yolluyorlarsa da kalecilerinin
fazla
maharetli ve biraz da talihi yüzünden ağlara girmek istemiyordu. Galeyandan
halk
oyun çizgisinin içine girerek fazla asabileşmişti. Nihayet bu vaziyette
müsabaka
hitama erdi. Oyunculardan herbiri ayrı bir temaşakar grubunun başları üzerinde
Kuşdili Cayırı'na kadar taşındılar. Sahanın kıyısında bekleyen diğer grup
da galibiyet
neticesi almış bu akına katılmıştı. Vapur iskelesine yürüyen temaşakarlar
"Yaşa
varol, Türkler her yerde galip" diye mütemadiyen bağırıyorlardı. Biraz
sonra sesler
kısılmış, bu insan kafilesi Kadıköy Caddesi'nden pek az vakti kalmış son
vapura tatlı
tatlı bir akın halinde akıp gidiyorlardı.""
İŞTE FENERBAHÇE'NİN TARİHE GEÇEN TAKIMI
Evet... Fenerbahçe ilk iki sezon Galatasaray ile tam üç kez oynayıp üç
kez
yenildi. Üstelik bu üç maçta tam 15 gol yerken bir tek gol bile atamadı.
Takım
sıkıntılı günler geçiriyordu. Birilerinin aklına Üsküdar'da iyi futbolcuların
ve
Türk kulüplerinin bulunduğu yer geldi. Onlarla yan yana gelinemez miydi?
Böyle
bir güç birliği yapsalar hem şu İngilizler'e hem de azınlıklara, bilhassa
Galatasaray'a günlerini gösterseler. Fena fikir değildi. Zaten Kadıköy
ile Üsküdar
arasında gelip giden aracılar da vardı. Bunlardan biri de Anadolu İdman
Yurdu
adıyla 1908'de cemiyetler masasına tescil edilen takımdı. Yazar Burhan
Felek,
bu takımın hem oyuncusu, hem yöneticisi hem de bekar odasını tahsis ettiği
için lokal sahibiydi. Üsküdar Doğancılar'da oturan "Sesi Kısık Şadiye Hanım"dan
futbol adındaki bir oyunun varlığını keşfeden Burhan Felek, futbol topuyla
tanışmasını anlatırken Şöyle yazar: Şadiye Hanım'ın sesi kısıktı. Bu yüzden
adını
öyle koymuşlardı. İşte bu sesi kısık Şadiye Hanım'ın iki oğlu vardı. ikisi
de
Serasker Kapısı katiplerindendi. Bir gün çiçekçi Kahvesi'nde otururken
sesi
kısık Şadiye Hanım'ın büyük oğlu Ziya Bey: - Yahu! Kuşdili'nde İngilizler
bir oyun
oynuyorlar. Herkes gidip seyrediyor. Çok heyecanlı bir oyun! dedi. Babam
merhum da bir gün aldı beni, Kuşdili'ne mi PapazCayırı'na mı iyi
hatırlamıyorum, bunlardan birine götürdü. Herkes arabalar tutmuş ve arabaların
üstüne çıkmış olarak futbol seyrediyordu. O an bu oyun beni büyüledi. Bunun
hakkında kitaplar aradım, buldum. 1907 tarihinde Üsküdarlı on-onbeş arkadaşla
"Anadolu İdman Yurdu" adındaki kulübü kurduk..."
BİRLEŞME OLAYI Üsküdar
Kulübü ile Fenerbahçe yöneticileri Mühürdar'daki bir gazinoda biraraya
gelirler.
Konu tartışılır. Kimsenin birleşmeye bir itirazı yoktur. Üzerinde anlaşılacak
tek
şey bu birleşmeden doğacak yeni kulübün adının ne olacağıdır. Üsküdarlılar
tutturur: - Takımın adı "Üsküdar Fenerbahçe" olsun! diye. Fenerliler kabul
etmedi. Üsküdarlılar başka bir şey önerdi: - Üsküdar ile Fenerbahçe arasında
bir
sürü semt var. Onlardan birini seçip, o isim altında toplanalım. Yani takımın
adı
"Fenerbahçe olmasın da ne olursa olsun" manasında bir teklif. Ayetullah
Bey razı
olsa diğer yöneticilerin itiraz edecek hali yok. "Şemsipaşa" denilse kabul
edilecek. "Bahariye" denilse kabul edilecek. "Kadıköy İdman Ocağı" denilse
kabul
edilecek. Ama önerinin hiçbirisi Ayetullah Bey'e sevimli gelmiyor. "Takımın
adı
Fenerbahçe olarak kalsın, renkleri siz seçin" karşılığını veriyor. Mızmızlanmalar
başlayınca da ayağa kalkıp şu tarihi lafı ediyor: - Fransa KralI 14. Lui
bir tarihte
"Ben devletim" demiş. şimdi de ben aynı lafı edeceğim. "Ben Fenerbahçe'yim".
Bu
tekliflerin hiçbirini görüşmeye değer bulmuyorum. Birleşme olmayacak.
Toplantı bitmiştir efendiler.
İLK SAMPİYONLUK
Allahtan Ayetullah Bey zaafa düşmemiş de Fenerbahçe ismiyle yaşayıp,
bugünlere gelmiş. Bu fırtınalar atlatılıyor. 1911 yılında takımın kaptanı
olan
Kulaksız Galip başkanlığa geliyor. Saint Joseph çıkışlı Galip aynı zamanda
takımın antrenörü oluyor. Tanıdığı, bildiği iyi futbolcuları takıma getirmeye
başlıyor. iki sezon İstanbul liginde önüne gelene yenilen Fenerbahçe 1911-1912
futbol mevsimi başlarken, artık geçmişteki hesapları temizlemeye hazırdır.
Fenerbahçe buhranlı günlerden çıkma savaşı verirken, Galatasaray'ın işi
tıkırındadır. Bir önceki sezonu şampiyon bitiren Galatasaray İstanbul'un
gözdesi
olmuştur. Futbola hevesli ve kabiliyetli bütün gençler bu takımda oynamayı
hayal ederler. Oyle ki, takıma müracaat edenlerin Cokluğu yüzünden
Galatasaray yönetimi ikinci bir takım kurmayı planlarlar. Progress adında
kurulan yeni kulüp, İstanbul Futbol Ligi'ne dahil edilir. İstanbul'un futbol
meraklısı ahalisi arasında, önceleri "Galatasaray B takımı" olarak tanınır.
Sonra
şaibeli maç ithamlarından kurtulmak isteyen Galatasaray bu takımın adını
Progress diye değiştirir. İngilizler takımın ağırlığını teşkil eder. Galatasaray'a
fazla gelen elemanlar da buraya aktarılır.
AYICI ADNAN BEY Altı takımlı lige Fenerbahçe fırtına gibi girer. Kimse
gözlerine
inanamaz. İki sezon önüne gelenden dayak yemiş o takım gitmiş, yerine
başedilmez bir ekip gelmiştir. Ne var ki bu sezon Galatasaray'ın mızıkçılığı
ile
başlar. Sarı kırmızılı takımdan "Ayıcı Adnan" diye bilinen bir futbolcu
vardır.
Futbolun topla oynanan bir oyun olduğuna bir türlü inanmaığından, sahada
rakip
topçular ile güreşmeyi, boks yapmayı daha çok sevmektedir. "Her sabah tekme
ile açılır dükkanımız. Kafa yarar, kol kırar en mülayim halimiz" taktiği
ile
oynamaktadır. çıktığı her maçta birkaç babayiğidi telef etmiştir. Trablus
harbinde bile bu kadar zaiyat vermeyen bir milletin Cocukları olarak; diğer
kulüpler "Ayıcı Adnan"a itiraz ederler ve Galatasaray'ın maçlarında
oynatılmamasını isterler. Galatasaray ise olayı gurur meselesi yapmıştır.
"Ne var
Adnan Bey'in futbolunda? Bazen topa denk getiremeyip, adamları tepiklediği
oluyor. Ama kötü bir niyeti yok. Biraz ayağının ayarı bozuk. Biz topçumuzu
feda
etmeyiz" diye tutturur. Diğer kulüpler de "Adnan varsa biz yokuz" diye
diretince,
Galatasaray ligden çekilme kararı alır. Ayıcı Adnan olmadığı için o sezon
"huzur
içinde" geçer ve mevsime rüzgar gibi giren Fenerbahçe, önüne geleni devirip,
hiç mağlup olmadan, 21 puanla Şampiyon olur. Camia bayram yapar ama
içlerinde bir ukte vardır. Galatasaray ile hesaplaşamamışlardır. Bir de
Galatasaray yenilse. Hesap için iki yıl beklemek zorunda kalacakları akıllarına
gelmez. 1912 yIlIndaki Balkan savaşı, daha doğrusu düşman ordularının
Edirne'yi de alarak bir felakete Cevirdiği savaş yaşanır. İstanbul acılar
içindedir.
şehitler, yaralılar akın akın taşınmaktadırlar. Bu acılı günlerde futbol
maçları
yapılamaz ve koca bir sezon boş geçer. Meraklılar ise arsalarda, aralarında
oynamakta, ayaklarını idmansız bırakmamaktadır. Ama forma giyip çayıra
çıkmaya utanırlar. Vatan evlatları şehit düşerken eğlenir görünmemek için.
Tarih-1
Tarih- 3
Devam Edecek <<Geri
İleri>>
|
|