Fenerbahçe Cumhuriyeti      ortalıkta yoksa, Türkiye yoktur, futbol yoktur, bolluk yoktur, insanlar yoktur, canlılar güç nefes alır ve bu ülke kısa süre sonra yaşayan yer olmaktan çıkıp, mezarlık olur. Fenerbahçe büyüklüğü ne şampiyonluk büyüklüğü, ne kupa büyüklüğüdür. Onun büyüklüğü başka bir büyüklüktür işte, adı konamaz.
  İslam Cupi
FenerbahçeCumhuriyeti
 
                                                                                                                                                                     .

 
 
 

 

 "Merhaba Bu sayfalarda  1996 Yılında Selahattin Duman Tarafından Sabah Gazatesinde yayınlanmış olan Fenerbahçe'nin Gizli Tarihi adlı uzun ve kapsamlı yazı dizisini Fenerbahcecumhuriyeti.8m.net  düzenlemeleri ile bölümler halinde okuyabileceksiniz, Selahattin Duman'ın bir Galatasaray taraftarı olmasının ve yaptığı çalışmanın objektifliği ve kapsamı sporun güzelliğini ,Fenerbahçe'nin büyüklügünü ve önemini gözler önüne serması açısından özel önem taşımaktadır. " 

            Fenerbahçe'nin Gizli Tarihi -2 
          Selahattin Duman,  Ağustos 1996 

           ...
               İKİ  BUYUK İDDİA
          Osmanlı Amirali Hüseyin Hüsnü Paşa'nın oğlu Mekteb-i Bahriye Oğrencisi Fuad 
          Hüsnü paçayı dönemin mahkemesinden kurtarır ama içindeki futbol ateşini 
          bastıramaz. O hızla gider İngilizlerin kurduğu Kadıköy Futbol Takımı'nda 
          kendisine İngiliz süsü verip Bobby takma adıyla oynamaya başlar. Bu diziyi 
          hazırlarken kafam şimdiki Fenerbahçe yöneticilerinden Ertuğrul Hataylı'nın eşi 
          Fatoş hanımın ailevi durumuna takıldı. Gazetecilik mektebinden dönem 
          arkadaşımız olan Fatoş, merhum Oramiral Kemal Kayacan'ın kızıdır. Acaba, 
          Fatoş, deniz subayı ve bir amiral torunu olan ve sonraları Kayacan soyadını alan 
          Fuad Hüsnü Bey'in torunu muydu? Telefonu açıp sordum. Sık sık yapılan bir 
          yakıştırma olduğunu öğrendim. Sadece isim benzerliği. Ama Fatoş Hataylı bana 
          telefonda ilginç bir şey söyledi. - Fenerbahçe ile ilgili bir çalışma yaptığını 
          biliyorum. Birşey merak ediyorum. Fenerbahçe'nin kuruluş tarihi 1907'den 
          önce mi? Ben daha cevap vermeye hazırlanıyordum ki "önce değil mi?" diye 
          ısrar etti. Sadece bu soru bile giderek şiddetlenen Galatasaray-Fenerbahçe 
          rekabetinin nerelere kadar uzandığını göstermeye yeter. Türkiye liglerinde en 
          çok şampiyon olmak Fener'e gönül verenlere yetmiyor. İlle kuruluş tarihi 1903 
          olan Galatasaray'dan daha eski olmak istiyorlar. Fenerbahçe'nin bilinen kuruluş 
          tarihi 1907. Galatasaray'ın ise 1903. Bazı Fenerbahçe büyükleri, kendi 
          takımlarının daha önce kurulduğunu ancak tescil edilmediğini iddia ederler. Ya 
          da bunu ispatlayan belgelerin kaybolduğunu. DOGRUSU 1907 YILI Spor 
          tarihimizle ilgili olanların verdiği bilgiye inanmak durumundayız. Bundan 
          öncesine dair bir kayıt yok. Ama Fenerliler'e söz veriyorum. Bu dizi bittikten 
          sonra 1905 ve 1906 yıllarının periyodik yayınlarına girip sıkı bir tarama 
          yapacağım. Fener'in 1907'den önceki varlığına dair bir ipucu, bir iz olursa ilan 
          edeceğim. Sultanımız, efendimiz Abdülhamid'in 33 yıllık saltanatının son 
          senesi... Ülkenin her tarafında karışıklıklar başlamış. Henüz harekete 
          geçmemişler ama Enver ve Niyazi Beyler'in dağa çıkmaları yakın. Neredeyse eli 
          kulağında. Bir başka deyişle Abdülhamid ipin ucunu yavaş yavaş kaçırıyor. 
          Saltanatı ile uğraşan münafıklarla boğuşmaktan futbol topu peşinde 
          koşturanlarla uğraşmaya vakti kalmıyor. Kadıköy yakasını sindiren Jurnalci 
          Şamil artık ortalarda gözükmüyor. Papazın Cayırı'nı, Baklatarlası'nı basıp top 
          uçurtmayan Zaptiye Celal'in süngüsü çoktan düşmüş. Karakoldan dışarı 
          kafasını çıkaramaz olmuş. Osmanlı gençleri artık resmi bir takımın forması 
          altında olmasa da rahat rahat top oynayabiliyorlar. 

         İLK KURUCULAR Kadıköy'de 
          uzun zamandan beri bir takım kurma konusunu tartışan üç kafadar var: 
          Ayetullah Bey, Nurizade Ziya Bey ve Necip Bey. 1907 yılında beş takımdan oluşan 
          İstanbul ligine katılıp dördüncü olan Galatasaray'ın durumuna bakıp "başka Türk 
          takımlarının da kurulabileceği" konusunda cesaretleniyorlar... Gerçi 
          Galatasaray da bir Türk takımı ama İstanbul yakasında ve arkasında 
          Fransızların mektebi var. O vakitler Kadıköy bir taşra kenti kadar uzak 
          İstanbul'a.Öyle ki bütün ömürleri Kadıköy'de geçip de bir kez bile İstanbul 
          yakasına geçmemiş binlerce insan var. O yüzden Kadıköy yakasında kurulacak 
          bir takımın anlamı başka. Bu işi konuşup bir karara bağlamak için ünlü 
          edebiyatçılarımızdan Sami Paşazade Sezai'nin yeğeni olan Bahriyeli Necip 
          Bey'in Moda'daki evinde buluşuyorlar. Moda Beşbıyık sokaktaki 3 numaralı 
          hanenin alt katındaki selamlık dairesinde müthiş bir takımın harcı atılıyor. - 
          Kuruyor muyuz arkadaşlar? - Kuruyoruz. - Peki parayı nasıl bulacağız? - Ben 
          veririm. Kesenin ağzını açan bu şahıs, dönemin zenginlerinden Nurizade Ziya 
          Bey. Ve Fenerbahçe'nin ilk kulüp başkanı. Kuruculara daha sonra Hasan Sami 
          ve Hindi Asaf da katılıyor. Ayetullah Bey, Osmanlı Bankası'nda memur. "Parayı 
          bastırıp" ilk başkan seçilen Ziya Bey ise Saint Joseph mezunu. Sadece para 
          değil, Saint Joseph talebesinin desteğini de getiriyor Fenerbahçe'ye. Fenerbahçe 
          takımının kuruluşu bahara rastladığından kulübe papatyanın sarı ve beyaz 
          renkleri seçiliyor. Ziya Bey'de para var ya! Hemen karşıya geçip Tünel'deki 
          İngiliz Baker'ın dükkanında alıyorlar soluğu. O zamanlar İstanbul'da futbol 
          ayakkabısı da yok topu da. Forma nereden olsun. Ya analarına, bacılarına 
          diktirdikleri eğreti şeylerle Cıkacaklar sahaya. Böylelikle hiçbir maçı 
          kaçırmayan azınlık hanımlara, Rum ve Ermeni kızlarına madara olacaklar. Ya 
          da adam gibi futbol kıyafeti giyip, kendileri ile daha yolun başında alay 
          ettirmeyecekler.
          İngiliz Baker'a verilen siparişler ancak birkaç ayda gelebiliyor. Nitekim 
          formasını nisanda sipariş eden Fenerlilere bu formayı giymek ancak kasımda 
          nasip oluyor. Yönetim ise bu formaları beklerken takımı kurmakla meşgul. Bu 
          işi de Fener'e aza yapılan Saint Joseph'in Türkçe hocası Enver Bey'e (Enver 
          Yetiker) veriyorlar. Bu arada takıma futbolcu olarak alınan Topuz Cemil de 
          "elinden resmi geldiği için" kulübün amblemini çizmekle görevlendiriliyor. 
          Fenerbahçe'de sağaçık olarak oynayıp 113 maçta 32 gol atan Topuz Cemil'in bir 
          özelliği de topa müthiş vurması. Bu özelliğiyle de Bombacı Bekir türeyene kadar 
          futbolumuzun ilk "penaltı kralı" ünvanını kazanıyor. Amblemi nasıl çizdiği 
          sorulduğu vakit şöyle anlatıyor: "... Resime merakım biraz da yeteneğim olduğu 
          için amblemi çizmemi istediler. Çok heyecanlandım. Günlerce kafa yordum. 
          Sonunda karar verdim.Önce bir yuvarlak çizip içine bayrağımızın renklerinden 
          kırmızıyı, çevresine de beyazı oturttum. Ortasına da stilize edilmiş bir kalp çizip, 
          asaleti temsil eden lacivert renge boyadım. Cevresini de defne dalı ile süsledim." 
 
 
 

          TAKIMIN ILK MACI Böylece bugüne kadar gelen Fenerbahçe amblemi sarı, 
          kırmızı, beyaz, lacivert ve yeşil renklerden oluşuyor. Samimi olarak söylüyorum. 
          Ben yıllarca amblemin ortasındaki şekli palamut zanneder "Belki o vakitler 
          Fenerbahçe semtinde bol bol palamut veren meşe ağacı vardı." diye düşünürdüm. 
          Meğer Topuz Cemil onu bir kalp niyetine çizmiş. Sonradan Topuzlu soyadını alan 
          ve adı bugün Fenerbahçe'nin en önemli caddesine verilen Cemil Bey, daha 
          sonra "bir şeye kızıp" Galatasaray takımına geçecek ve iki sezon bu formayı 
          giyecek. Öfkesi geçince de yine Fener'e dönüp futbolu burada bırakacak. İşte bu 
          yüzden Fenerli fanatikler zaman zaman "Biz Galatasaray'dan daha önce 
          kurulduk ama evrakları kaybettik" diye nasıl tutturuyorsa, Galatasaray'ın 
          fanatikleri de Topuz Cemil'in durumunu iddia konusu yapIyorlar. Onlara göre de 
          "Fener'in amblemini Cizen bir Galatasaraylı." oluyor. Ellerindeki delil ise Topuz 
          Cemil'in iki sezon sarı kırmızılı formayı giymesi. Oysa işin aslı bu. Topuz Cemil 
          Fenerbahçe'nin abide isimlerinden biri. "Enver Hoca takım kuruyor." dedik ya! 
          Saint Joseph'in iyi futbol oynayan talebelerinden Galip Kulaksızoğlu'nu bulur ve 
          Rumlarla cuma günü maç yapacaklarını söyleyip "iyi futbol oynayan 
          arkadaşlarını getirmesini" ister. Galip de hocasının bir dediğini iki etmez. 
          Arkadaşları ile birlikte cuma günü Fener'in arkasındaki çayırlıkta hazır ve nazır 
          bulunur. İngiliz Baker'den tedariklenen forma ve tozluklar ilk maça çıkacak 
          ekibe dağıtılır. Kuruculardan Hindi Asaf kaleci duracaktır. Yine kuruculardan 
          Bahriyeli Necip sağbek, kulübün ilk başkanı olan Nurizade Ziya Bey de solbek 
          mevkiine geçerler. O devrin şartları işte. Ali şen'i Halil Ibrahim'in yerine solbek 
          oynarken düşünün. Öyle bir durum. Haflar ise Kara Hasan, Küçük Hasan ve 
          Cerkez Sabri Beylerdir. O devrin diliyle muhacim hattı yani forvet ise şöyle 
          kurulmuştur: Nusuhi Esat, Şefkati, Kulaksızzade Galip, Dalaklı Hüseyin ve 
          Avukat Hayri Beyler. Bu Dalaklı Hüseyin ise o sezon takımı da çalıştırdığı için 
          kulübün tarihine "ilk teknik direktör" olarak geçer.
           BUYUK ZAFER GUNU. Rum takımı Yunan bayrağının renginde mavi beyaz bir 
          formayla çıkar sahaya. Fenerbahçe ise sarı beyaz formasıyla. O vakitler hakem 
          müessesesi oturmamış. Başka takımdan maçı seyretmeye gelen bir futbolcu 
          genellikle iki tarafın rızasıyla hakem seçiliyor ve maçı yönetiyor. Bu uygulama 
          1920'li yIllarda bile devam ediyor. Bu ilk tarihi maçta hakemin kim olduğu belli 
          değil. Zaten sahanın çizgileri ile kalenin ağları da yok. Hoş kalenin nizami olup 
          olmadığı bile tartışılır ya! Futbolcular tacı göz kararı belirliyor. Aut ya da korneri 
          de kale direğini hizalayarak hesaplıyorlar. Maçı Fenerbahçe 2-0 kazanırken ilk 
          golü de merkez muhacim (santrafor) Galip Bey atıyor. İkinci golü atanın ismi ise 
          belli değil. Bazı spor araştırmalarında Fenerin ilk maçını İngiliz Moda kulübü ile 
          yaptığı yazılmıştır ama yanlıştır. Araştırmacı Cem Atabeyoğlu, bu ilk maçta 
          oynayan Nusuhi Esat Bey'den aktarır ki rakip Moda kulübü değil, gayrı federe bir 
          Rum takımıdır ve aslanlarımızın önünde perişan olmuştur. 
          (Galatasaray ilk Maç)  Maç 
          kasımın ikinci yarısında oynandığından hava oldukça soğuktur. Bu yüzden maçı 
          seyretmeye üç  beş hasta meraklı dışında kimse gelmez. Hele Kadıköy'ün futbol 
          meraklısı güzel hanımları hiç gözükmezler. Zaten bu soğuk havalar kulüp 
          yönetimlerinin başına bela olacaktır. Çünkü Osmanlı gençleri futbolun soğuk 
          havada da oynanabileceğini ancak yıllar sonra öğrenecektir. Nitekim 1915 
          yılının aralık ayında İstanbul buz kesmiştir. Günler önce alınan 
          Fenerbahçe-Galatasaray maçı ise Kuşdili Cayırı'nda yapılacaktır. Fenerli 
          futbolcular "Hava soğuk. Galatasaraylı topçular deli mi ki bu havada ta karşıdan 
          gelsinler." diye düşünüp sahaya teşrif etmezler. Sahaya tam takım çıkan 
          Galatasaray'ın Fener'i beklediği haberi semte bomba gibi düşer. Ne kadar atlı 
          araba, fayton varsa koşturulup futbolcular evlerinden, kahvelerden toplanır ve 
          sahaya çıkarılır. Galatasaraylılar efendilik edip rakiplerini beklemiştir. Buz gibi 
          hava yetmezmiş gibi bir de inceden tipi başlar. Oyunun ortasInda önce bir, 
          ardından bir Fenerli futbolcu daha "Biz deli miyiz yahu! Bu havada top oynanır 
          mı!" deyip sahadan çıkarlar. Onlardan cesaret alan iki üç Galatasaraylı da 
          sahayı terk eder. Soğuğa dayanıklı futbolcular sahada kalır ve bu garip 
          mücadeleden Fenerbahçe 1-0 galip ayrılır. İşte Fenerin ilk maçı da böyle berbat 
         bir havada oynanmıştır
 
 
 
 
 

         FENER'İN LİGLERDEKİ İLK YILI SIKINTILIYDI! 
          Gelelim Fenerbahçe'nin rengi nasıl değişti sorusunun cevabına. Öyle ya! 
          Kulübün ilk renkleri sarı beyazdı. Neden durduk yere sarı lacivert oldu acaba? 
          Kulübün ilk başkanı ve solbeki Nurizade Ziya Bey parayı bastırıp formaları 
          tüccardan İngiliz Baker'a ısmarladı ama "Yazlık mı olsun, kışlık mı olsun? Kısa 
          kollu mu uzun kollu mu?" soruları üzerinde fazla kafa yormadı. Belli ki "Yazın 
          nasıl olsa idare ederiz, kış geldiğinde üşümeyelim" diye düşünüp uzun kollu ve 
          kalın bir kumaştan verdi siparişini. Formalar ta İngiltere'den yapılıp 
          gönderiliyor. Nitekim geldiği vakit de kış olduğundan satan da memnun giyen 
          de. Ne var ki 1908 yılının mayıs sıcakları başlayınca Fener'in kışlık formaları da 
          başa bela oluyor. Futbolcular askeriye kaputu gibi kalın kumaştan yapılan 
          formanın içinde pişmekteler. Başkan Ziya Bey oturup kalkıp "Ne yapmalı ne 
          etmeli" diye düşünüyor. Sonunda yazlık forma tedariki için paraya kıymaya 
          karar verip soluğu İngiliz tüccar Baker'in Tünel'deki dükkanında alıyor. Baker 
          kurnaz. Ziya Bey'e "şimdi ısmarlasak gelene kadar yaz geçer" diyor. Ama elinin 
          altında sarı üzerine laciverti çizgili yazlık gömlekler var. Forma niyetine 
          giyilebilir. Üzerine amblemi dikmek yeter. "Size bu gömlekleri satayım" teklifini 
          yapıyor. Ne yapsın Ziya Bey? önünde daha yaz sıcakları var. İstanbul'da başka 
          yazlık forma yok. Renkler tutmuyor ama "Biz de değiştirip sarı lacivert yaparız" 
          diyor ve gömleklerin tamamını satın alıyor. Işte Fenerbahçe'nin renklerinin sarı 
          beyazdan sarı laciverte geçmesi bu yüzdendir. "Fenerbahçe koyundaki mehtabın 
          ya da Fener'in sarı  ışığı ile denizin laciverti" romantik birer yakıştırmadan öte 
          bir şey değildir. Yokluk ve Caresizlik Fener'in renklerini değiştirmiştir. Bence 
          iyi de olmuştur. Fener'in ilk başkanı Nurizade Ziya Bey ile yönetimden Osmanlı 
          Bankası memuru Ayetullah Bey arasında ufaktan geçimsizlik başlamıştır. 

         İLK AYRILIK 
          Kulüpte parayı Ziya Bey vermekte, önemli kararları ise Ayetullah Bey 
          almaktadır. Parayı kendisi verdiği halde düdüğü başkasının çalmasına içerleyen 
          Ziya Bey ile Ayetullah Bey arasındaki geçimsizlik giderek su üstüne çıkar. 
          Takımı hem para olarak besleyen hem de maçlarına çıkıp solbek oynayan Ziya 
          Bey bu çekişmede kendine taraf arar lakin bulamaz. Diğer kurucuların da 
          kendisini pek desteklemediğini, parası için katlandıklarını hisseden Ziya Bey 
          öfkelenip istifayı basar. Başkanlıktan da ayrılır Fenerbahçe'den de. Bununla da 
          yetinmeyerek takımın bazı üyelerini de ayartıp İngiliz ve Rumlarla anlaşarak 
          yeni bir takım kurar. Union Club adını verdikleri bu takıma Fener'in kıymetli 
          haflarını, yani Kara Hasan ile Küçük Hasan'ı da transfer eder. Hatta hızını 
          alamayıp Fener'in ilk teknik direktörü olarak tarihe geçen Dalaklı Hüseyin'i de 
          ayartır. Rumlarla birlikte kurduğu yeni takıma götürür. Ziya Bey'i kızdıran 
          olaylardan biri de şudur. Bir Ermeni müzisyene parasını verip "Fenerbahçe için" 
          bir marş besteletmiştir. Sözleri kimin tarafından yazıldığı belli olmayan bu 
          marşın benimsenmemesine de içerlemiştir. Oysa futbolcular ilk Fener marşını 
          beğenmediklerinden değil içinde geçen sözler yüzünden söylememişlerdir. 
          "Birlik, kuvvet, Türklük, gayret..." gibi Sultanımız Efendimiz Abdülhamid Han'ı 
          huylandıracak bir sürü manalı sözcük. Abdülhamid siyaseten ipin ucunu 
          kaçırıyordu dediysek bu lafları yiyip yutacak kadar da çaptan düşmüş değil. Ama 
          Ziya Bey bunu dahi alınganlık konusu yapıp başkanı olduğu kulüpten kopup 
          gidiyor. Feneliliği ise ancak tarihi zabıtlarda kalıyor. Yeni başkan artık Ayetullah 
          Bey'dir.
         SEYYAR KALELER
           İlk başkan Ziya Bey'in kulübü bu şekilde terketmesi Kadıköy çarşısını fena 
          halde karıştırdı. Fenerbahçe'nin ilk üyeleri maddi açıdan mütevazi insanlardi. 
          çok istedikleri halde kulübe maddi açıdan yararlı olamıyor, bu yüzden de Ziya 
          Bey elini cebine attığı zaman diğer üyeler sağa sola bakınıp ıslık çalmayı tercih 
          ediyorlardı. Birşeyler yapıp bu sıkıntıyı hale yola sokmalıydılar. Allahtan Ziya Bey 
          giderken kale direklerini götürmemişti. şimdi "Bu da nereden çıktı?" 
          diyeceksiniz. O vakit nizami futbol sahası yoktu. Kale direkleri de kulübün 
          elemanları tarafından yaptırlır, takımın ayakçıları tarafından maç hangi çayırda 
          oynanacaksa oraya taşınırdı. Maç bitince de kale direkleri yeniden gönüllüler 
          tarafIndan saklandığı yere gütürülürdü. Peki sahada bırakılamaz mıydı? Bunun 
          cevabı "hayır" olacak elbette. İstanbul ahalisi boş bir çayırın ortasında 
          bırakılacak kalasların kale olduğunu ne bilsin? Maazallah biri alıp odun niyetine 
          evine götürebilirdi. Bu milletin lotaryaya, talih oyunlarına merakı çoktur. İşte bu 
          merak Fenerbahçe'nin parasızlıktan bunalan yöneticilerinin imdadına yetişti. 
          "Tayyare Piyangosu" gibi özel bir Fenerbahçe piyangosu düzenleyip bir 
          kampanya açtılar. ikramiyeler cılızdı ama Kadıköy yakasında oturan herkes 
          bunun Fenerbahçelilere bir yardım olduğunu biliyordu. O vakitlerin parasıyla 
          tam 42 altın lira toplandı. İşte bu parayla kulübe Altıyol'da güzel bir lokanta 
          kiralandı. Daha Onceleri Kadıköy Uhuvvet Kulübü'nün lokali olarak hizmet 
          veren bina artık Fener'in mülkü gibi olmuştu. Fener'in becerikli yöneticileri 
          daha sonra bu lokali iyice elden geçirecek, duşlu soyunma odaları bile 
          yapacaklardı. 1932 yılına kadar hizmet veren bu lokal, daha sonra bir yangında 
          kül oldu gitti. Yangının neden çıktığı o zaman anlaşılamadı. Ama yıllarca sonra 
          kulübü yakanların bir grup taraftar!!!??  olduğu anlaşıldı. Fener'in kongrelerinde 
          üstünlüğü başkalarına kaptırdıkları için kızıp kulüp binasını kundaklayan bu 
          taraftarların çocukları, torunları hala Fenerbahçe üyesidir. Bazıları 1980'li 
          yılların Fener'inde yöneticilik bile yapmışlardır. Bu mevzuya daha sonra 
          döneceğiz. 10 Kasım 1908 günü İngilizlerin Imogene takımını Kördere Cayırında 
          3-0 yenen Fenerbahçe artık kendisini İstanbul Futbol Ligi'ne girmeye hazır 
          hissediyordu. Yabancı takımlar maçlarını pazar günleri yaptığından onların ligine 
          "Pazar Ligi" denilirdi. Osmanlı takımlar ise kendi tatil günleri olan cumaları 
          kapışırlardı. Bu yüzden de İstanbul Futbol Ligi'nin resmi adI "Cuma Ligi"ydi. Ve 
          Fenerbahçe bu lige Galatasaray'dan sonra kabul edilen ikinci takım oldu. ilk yıl 
          pek başarılı geçmedi. Futbolun henüz acemisi olan Fener'in ilk topçuları futbolu 
          başka türlü oynuyorlardı. İngilizler, onlardan futbol talim eden Galatasaray 
          topçuları futbolu kaleler arasında dikine dikine oynarken Fener'in birçok 
          futbolcusu "Kim topu en yükseğe dikerse o başarılıdır" zannediyorlardı. Bu yüzden 
          de topu ayağına geçiren bir iki sektirdikten sonra mümkün olduğu kadar havaya 
          dikiyordu. 
         EYVAH... YENİLDİK şimdi bu tarifleri okuyanlar içlerinden kıs kıs 
          gülüyordur ama o dönemin gerçekleri böyleydi. Futbolu bilen Kulaksızoğlu Galip 
          gibi topçular da vardı. Ama her maça yetişemiyorlardı. Ya okul ya ailelerinden bir 
          engel çıkıyordu. Bu yüzden de onların yerine acemi hevesliler oynuyordu. Pek 
          çok maçı kaybeden Fenerbahçe tarihinde ilk kez Galatasaray'ın karşısına çıktı. 
          Tutunamadı. Tam 3 gol yedi ve sahadan 0-3 yenik ayrıldı. 
          TARİHİ FARK OLUYOR 
            Altı takımlı ilk lig serüvenini Galatasaray Şampiyon bitirirken, Fenerbahçe 5. 
          olmuştu. Fenerbahçe'nin başkanlığına getirilen Ayetullah Bey için bu kabul 
          edilemeyecek bir durumdu. Onun için de takımı birkaç iyi futbolcu ile takviye 
          etti. Bir sonraki sezon daha iddialı olacaklardı. Ama yine olmadı. Galatasaray ilk 
          maçta Fener'i 5-0 yendi. İkinci maçı ise tam 7-0 kazandı. O gün şiddetli bir lodos 
          fırtınası olduğundan takımın yarısı Kadıköy yakasına geçememişti. Maça altı 
          kişiyle başlayan Galatasaray, daha teknik ve tecrübeli futbolculara sahip 
          olduğundan rüzgarı mükemmel kullanıyordu. O fırtınada Kadıköy'e kayıkla 
          geçecek kadar çılgın cesarete sahip bir oyuncusu, Küçük Ali Bey maçın ikinci 
          yarısına yetişti. Galatasaray yedi kişiyle sahadaydı. Fener'in kalecisi Ali Sait 
          başını direğe vurup yaralandığından oyundan çıkmış, yerine kısa boylu Izzi 
          geçmişti. İşte bu şartlarda oynanan maçı Fener 7-0 kaybetti. Kim bilir bu maçın 
          Fener- Galatasaray rekabetinde tarihe geçeceğini, kuşaklar boyunca kafalarına 
          kakılacağını bilseler belki iş başka türlü olurdu. Fenerbahçe lige atıldığı ikinci 
          sezonu sonuncu olarak bitirirken ancak 2 gol atıp 22 gol yiyordu. Ama 
          Fenerbahçe yeterince tecrübeyi kazandıktan sonra bu üç Galatasaray 
          mağlubiyetinin acısını müthiş bir şekilde çıkaracak, taş gibi bir takım kurup 
          Galatasaray'a tam dokuz sene hiç yenilmeyecekti
           İşgal yıllarından bir maç yazısı:
         Spor Alemi Mecmuası, 17 Eylül 1922"
         " Fenerbahçe 5 -Ermeniler 0
          3 Eylül Pazar günü Kadıköy İttihat Spor Kulübü'nde Fenerbahçeliler ile Ermeni 
          Muhtelit Takımı karşlaştı. Ermeniler geçen mağlubiyetlerini pek 
          hazmedemediklerinden mütemadiyen gazetelerinde yeni bir oyun için Fener'i davet 
          ediyorlardı. Bu davet Fenerbahçeliler tarafından kabul edildiğinden oyun çok 
          heyecanlı oldu. Fenerbahçe takımı: Kaleci (Şekip); müdafalar (Hasan, Kemal, Cafer); 
          muavinler (Kadri, Ismet, Refik); muhacimler (Alaaddin, Zeki, Bedri, Omer) beylerden 
          teşkil etmişti. Ermeniler de geçen seferki takıma ilaveten gelen Nubar Efendi ile İngiliz 
          Muhtelit Takımı orta muhacimi Anderson'ı ilave etmişlerdi. Hakem olarak Makabi 
          takımının kalecisi intihap edilip müsabakaya tam saat altıda başlandı. Birdenbire 
          "yaşa" nidaları, "aman kazanalım" sedaları arasında Fenerbahçe akıncıları Ermeni 
          kalesine şiddetli bir iki akın yaptılar. Alaaddin ve Zeki'nin ayaklarına top geldiği 
          zaman halk "Allah aşkına, bugünkü muzafferiyet şerefine sayı yapınız" diye 
          bağırıyorlardı. işi sıkı tutan Fenerliler, ipe un sermediler. Zeki Bey ilk sayıyı ve hatta 
          ikinci sayıyı da yaptı. Türkler mukabil tarafın muhacim hattında Manuk, Nubar gibi 
          seri oyuncular olduğunu bildiklerinden galibiyeti tamamıyla kendilerine mal 
          edemiyorlardı. Fakat Zeki Bey'in mütemadi sayıları ve buna Ömer Bey'in de ilavesi 
          gollerin adedini beşe iblağ edince herkeste tezahürat başladı. Halk mütemadiyen 
          "Yaşa!" diye bağırıyordu. Müdafalarımızın sert mukabeleleri önünde Ermenilerin 
          muhacimleri tamamen akim kaldıklarından oyun bir tek kale mahiyetini almıştı. 
          Akıncılarımız topu mütemadiyen Ermeni kalesine yolluyorlarsa da kalecilerinin fazla 
          maharetli ve biraz da talihi yüzünden ağlara girmek istemiyordu. Galeyandan halk 
          oyun çizgisinin içine girerek fazla asabileşmişti. Nihayet bu vaziyette müsabaka 
          hitama erdi. Oyunculardan herbiri ayrı bir temaşakar grubunun başları üzerinde 
          Kuşdili Cayırı'na kadar taşındılar. Sahanın kıyısında bekleyen diğer grup da galibiyet 
          neticesi almış bu akına katılmıştı. Vapur iskelesine yürüyen temaşakarlar "Yaşa 
          varol, Türkler her yerde galip" diye mütemadiyen bağırıyorlardı. Biraz sonra sesler 
          kısılmış, bu insan kafilesi Kadıköy Caddesi'nden pek az vakti kalmış son vapura tatlı 
          tatlı bir akın halinde akıp gidiyorlardı."" 
 
 

          İŞTE FENERBAHÇE'NİN TARİHE GEÇEN TAKIMI 
          Evet... Fenerbahçe ilk iki sezon Galatasaray ile tam üç kez oynayıp üç kez 
          yenildi. Üstelik bu üç maçta tam 15 gol yerken bir tek gol bile atamadı. Takım 
          sıkıntılı günler geçiriyordu. Birilerinin aklına Üsküdar'da iyi futbolcuların ve 
          Türk kulüplerinin bulunduğu yer geldi. Onlarla yan yana gelinemez miydi? Böyle 
          bir güç birliği yapsalar hem şu İngilizler'e hem de azınlıklara, bilhassa 
          Galatasaray'a günlerini gösterseler. Fena fikir değildi. Zaten Kadıköy ile Üsküdar 
          arasında gelip giden aracılar da vardı. Bunlardan biri de Anadolu İdman Yurdu 
          adıyla 1908'de cemiyetler masasına tescil edilen takımdı. Yazar Burhan Felek, 
          bu takımın hem oyuncusu, hem yöneticisi hem de bekar odasını tahsis ettiği 
          için lokal sahibiydi. Üsküdar Doğancılar'da oturan "Sesi Kısık Şadiye Hanım"dan 
          futbol adındaki bir oyunun varlığını keşfeden Burhan Felek, futbol topuyla 
          tanışmasını anlatırken Şöyle yazar: Şadiye Hanım'ın sesi kısıktı. Bu yüzden adını 
          öyle koymuşlardı. İşte bu sesi kısık Şadiye Hanım'ın iki oğlu vardı. ikisi de 
          Serasker Kapısı katiplerindendi. Bir gün çiçekçi Kahvesi'nde otururken sesi 
          kısık Şadiye Hanım'ın büyük oğlu Ziya Bey: - Yahu! Kuşdili'nde İngilizler bir oyun 
          oynuyorlar. Herkes gidip seyrediyor. Çok heyecanlı bir oyun! dedi. Babam 
          merhum da bir gün aldı beni, Kuşdili'ne mi PapazCayırı'na mı iyi 
          hatırlamıyorum, bunlardan birine götürdü. Herkes arabalar tutmuş ve arabaların 
          üstüne çıkmış olarak futbol seyrediyordu. O an bu oyun beni büyüledi. Bunun 
          hakkında kitaplar aradım, buldum. 1907 tarihinde Üsküdarlı on-onbeş arkadaşla 
          "Anadolu İdman Yurdu" adındaki kulübü kurduk..." 
         BİRLEŞME OLAYI Üsküdar 
          Kulübü ile Fenerbahçe yöneticileri Mühürdar'daki bir gazinoda biraraya gelirler. 
          Konu tartışılır. Kimsenin birleşmeye bir itirazı yoktur. Üzerinde anlaşılacak tek 
          şey bu birleşmeden doğacak yeni kulübün adının ne olacağıdır. Üsküdarlılar 
          tutturur: - Takımın adı "Üsküdar Fenerbahçe" olsun! diye. Fenerliler kabul 
          etmedi. Üsküdarlılar başka bir şey önerdi: - Üsküdar ile Fenerbahçe arasında bir 
          sürü semt var. Onlardan birini seçip, o isim altında toplanalım. Yani takımın adı 
          "Fenerbahçe olmasın da ne olursa olsun" manasında bir teklif. Ayetullah Bey razı 
          olsa diğer yöneticilerin itiraz edecek hali yok. "Şemsipaşa" denilse kabul 
          edilecek. "Bahariye" denilse kabul edilecek. "Kadıköy İdman Ocağı" denilse kabul 
          edilecek. Ama önerinin hiçbirisi Ayetullah Bey'e sevimli gelmiyor. "Takımın adı 
          Fenerbahçe olarak kalsın, renkleri siz seçin" karşılığını veriyor. Mızmızlanmalar 
          başlayınca da ayağa kalkıp şu tarihi lafı ediyor: - Fransa KralI 14. Lui bir tarihte 
          "Ben devletim" demiş. şimdi de ben aynı lafı edeceğim. "Ben Fenerbahçe'yim". Bu 
          tekliflerin hiçbirini görüşmeye değer bulmuyorum. Birleşme olmayacak. 
          Toplantı bitmiştir efendiler. 
         İLK SAMPİYONLUK 
          Allahtan Ayetullah Bey zaafa düşmemiş de Fenerbahçe ismiyle yaşayıp, 
          bugünlere gelmiş. Bu fırtınalar atlatılıyor. 1911 yılında takımın kaptanı olan 
          Kulaksız Galip başkanlığa geliyor. Saint Joseph çıkışlı Galip aynı zamanda 
          takımın antrenörü oluyor. Tanıdığı, bildiği iyi futbolcuları takıma getirmeye 
          başlıyor. iki sezon İstanbul liginde önüne gelene yenilen Fenerbahçe 1911-1912 
          futbol mevsimi başlarken, artık geçmişteki hesapları temizlemeye hazırdır. 
          Fenerbahçe buhranlı günlerden çıkma savaşı verirken, Galatasaray'ın işi 
          tıkırındadır. Bir önceki sezonu şampiyon bitiren Galatasaray İstanbul'un gözdesi 
          olmuştur. Futbola hevesli ve kabiliyetli bütün gençler bu takımda oynamayı 
          hayal ederler. Oyle ki, takıma müracaat edenlerin Cokluğu yüzünden 
          Galatasaray yönetimi ikinci bir takım kurmayı planlarlar. Progress adında 
          kurulan yeni kulüp, İstanbul Futbol Ligi'ne dahil edilir. İstanbul'un futbol 
          meraklısı ahalisi arasında, önceleri "Galatasaray B takımı" olarak tanınır. Sonra 
          şaibeli maç ithamlarından kurtulmak isteyen Galatasaray bu takımın adını 
          Progress diye değiştirir. İngilizler takımın ağırlığını teşkil eder. Galatasaray'a 
          fazla gelen elemanlar da buraya aktarılır.
          AYICI ADNAN BEY Altı takımlı lige Fenerbahçe fırtına gibi girer. Kimse gözlerine 
          inanamaz. İki sezon önüne gelenden dayak yemiş o takım gitmiş, yerine 
          başedilmez bir ekip gelmiştir. Ne var ki bu sezon Galatasaray'ın mızıkçılığı ile 
          başlar. Sarı kırmızılı takımdan "Ayıcı Adnan" diye bilinen bir futbolcu vardır. 
          Futbolun topla oynanan bir oyun olduğuna bir türlü inanmaığından, sahada rakip 
          topçular ile güreşmeyi, boks yapmayı daha çok sevmektedir. "Her sabah tekme 
          ile açılır dükkanımız. Kafa yarar, kol kırar en mülayim halimiz" taktiği ile 
          oynamaktadır. çıktığı her maçta birkaç babayiğidi telef etmiştir. Trablus 
          harbinde bile bu kadar zaiyat vermeyen bir milletin Cocukları olarak; diğer 
          kulüpler "Ayıcı Adnan"a itiraz ederler ve Galatasaray'ın maçlarında 
          oynatılmamasını isterler. Galatasaray ise olayı gurur meselesi yapmıştır. "Ne var 
          Adnan Bey'in futbolunda? Bazen topa denk getiremeyip, adamları tepiklediği 
          oluyor. Ama kötü bir niyeti yok. Biraz ayağının ayarı bozuk. Biz topçumuzu feda 
          etmeyiz" diye tutturur. Diğer kulüpler de "Adnan varsa biz yokuz" diye diretince, 
          Galatasaray ligden çekilme kararı alır. Ayıcı Adnan olmadığı için o sezon "huzur 
          içinde" geçer ve mevsime rüzgar gibi giren Fenerbahçe, önüne geleni devirip, 
          hiç mağlup olmadan, 21 puanla Şampiyon olur. Camia bayram yapar ama 
          içlerinde bir ukte vardır. Galatasaray ile hesaplaşamamışlardır. Bir de 
          Galatasaray yenilse. Hesap için iki yıl beklemek zorunda kalacakları akıllarına 
          gelmez. 1912 yIlIndaki Balkan savaşı, daha doğrusu düşman ordularının 
          Edirne'yi de alarak bir felakete Cevirdiği savaş yaşanır. İstanbul acılar içindedir. 
          şehitler, yaralılar akın akın taşınmaktadırlar. Bu acılı günlerde futbol maçları 
          yapılamaz ve koca bir sezon boş geçer. Meraklılar ise arsalarda, aralarında 
          oynamakta, ayaklarını idmansız bırakmamaktadır. Ama forma giyip çayıra 
          çıkmaya utanırlar. Vatan evlatları şehit düşerken eğlenir görünmemek için.

                                                 Tarih-1         Tarih- 3
             Devam Edecek          <<Geri         İleri>>
 

 

 

                                                                 ||Ana Sayfa||