|
"Merhaba
Bu sayfalarda 1996 Yılında Selahattin Duman Tarafından Sabah Gazatesi'nde
yayınlanmış olan Fenerbahçe'nin Gizli Tarihi adlı uzun ve kapsamlı
yazı dizisini Fenerbahcecumhuriyeti.8m.net düzenlemeleri ile bölümler
halinde okuyabileceksiniz, Selahattin Duman'ın bir Galatasaray taraftarı
olmasının ve yaptığı çalışmanın objektifliği ve kapsamı sporun güzelliğini
,Fenerbahçe'nin büyüklügünü ve önemini gözler önüne sermesi açısından özel
önem taşımaktadır. "
Fenerbahçe'nin
Gizli Tarihi -3
Selahattin Duman, Ağustos 1996
TARIHI MAC
1913'te Enver Paşa'nın askeri Edirne'yi kurtarmış, İstanbul'un neşesi yerine
gelmiştir. Kadınlar sinemalara, erkekler ise maçların oynandığı çayırlara
koşarlar. Yeni sezona şampiyon olarak giren Fenerbahçe, kuruluduğu günden
beri
bir kez bile yenemediği Galatasaray'ı beklemektedir. İlk maç bu
duygular
içinde oynanır. Otomobil Nurili, Memişli, Nüzhetli Fener forveti yine gol
atamaz
ama bu kez gol de yemez. 0-0 biten maç sonucu Fenerliler'den çok "Biz yoktuk
da ondan şampiyon oldular" havasını basan Galatasaray'ı çok şaşırtır. Ama
ikinci
devre, bir kez daha karşı karşıya geldiklerinde daha da çok şaşıracaklardır.
Kuşdili Çayırında oynanan ikinci maçta Fener güclü ve "havalı" rakibine
tam
dört gol atar. Böylece rakibini tarihinde ilk kez 4-2 mağlup ederken, yeni
bir
dönem başlatır. Kadıköy'ün neşesi yerindedir. Arkalarında Saray'ı ve Sultani'yi
alan, kendini her zaman "orta direğin üzerinde" gören Galatasaray'ın snob
gençleri ilk kez dize getirilmiştir.
FENER SEVGİSİ Bugün pek çok aklı eren "Fener neden çok seviliyor?"
sorusunun cevabını arar durur. O yılların İstanbul'unu ve şartlarını bilmeyenler
ise cevabı başka başka noktalara taşırlar. Fener'in ilk Galatasaray galibiyeti
aldığı 1914 yılından 1922 yılına kadar geçen zaman dilimi içinde iki takımın
aralarındaki maçlara baktığımızda hep Fenerbahçe'nin kazandığını görürüz.
Resmi maçlarda Galatasaray'ı defalarca yenen Fener, sadece 1917'de 3-2'lik
tek
bir mağlubiyet almış. Balkan Savaşları, Birinci Dünya savaşı, sayısız ihtilal
girişimleri, Anadolu ve İstanbul'un işgali bu fırtınalı yılların satır
başlarıdır. Daha
sonraki yazılarda göreceğimiz gibi Fener bu bunalımlı yılları hep başarılı
sonuçlarla atlatmış. Özellikle de yabancılara karşı müthiş bir başarı grafiği
çizmiş. Ve Galatasaray'a uzun bir süre yenilmemiş. İşte ilgi ve sevginin
formülü:
Sürekli başarılı olmak. Fener bunu becermiş. *** İlk Şampiyonluk Fener'in
makus talihini de kırıyor. ilgi patlaması oluyor. Artık takımın futbolcuları
hem
oynamak hem de kulüp başkanlığı yapmak zorunda değiller. Çünkü camianın
şerefinden pay almaya can atan pek çok asil, varlıklı, siyasetten güçlü
isim var.
Başkanlık için sıradalar. Bunlardan Şehzade Osman Efendi Fenerbahçe'nin
fahri
başkanı ilan edilir. Bu tarihten sonra Fener'in başkanlığına getirilecek
Şehzade
Ömer Faruk Efendi başta olmak üzere maç kaçırmazlar. 1913-1914 sezonunda
Fenerbahçe ikinci kez Şampiyon olur.
1913-1914 ISTANBUL LIGI SONUCLARI
1. Fenerbahçe 10 8
2 0 36 6 18
2. Altınordu 10 5 2
3 18 8 12
3. Rumblers 10 4 4
2 22 15 12
4. Galatasaray 10 3 4 3 19 13
10
5. Strugglers 10 2 2
6 9 26 6
6.Telefoncular 10 0 0 10 2 38
0
GALATASARAY İLE YAPILAN İŞBİRLİGİ VE BİRLEŞME OLAYI
Bugünkü kuşak Fenerbahçe-Galatasaray rekabetinden mutlaka "kazanmayı"
anlıyor. Bunun için stadlarda "ölmeye" geliyorlar. Futbolcuyu da böylesine
"sersemce bir akibete" ortak etmek için yırtınıyorlar: - Bu maçı alacağız,
başka
yolu yok. Fenerbahçe'nin geçmişini didiklerken 1910 ile 1920'li yıllarda,
yani o
belalı yıllarda bunun tam tersini gördüm. Sahadaki ölümüne rekabetin, saha
dışında "sevgi ve kardeşliğe" dönüşmesine tanık oldum. Bunlardan bir iki
örneği burada aktarmadan önce bir noktaya parmak basayım. Bu dizinin yayına
başlamasından sonra, "Sen Galatasaraylısın. Neden Fener'in tarihi ile
ilgileniyorsun? Yazacak başka bir şey bulamadın mı?" diye soran bir kaç
enteresan tipin karşıma çıktığını da hatırlatayım. Bunlar işsiz güçsüz
takımından ve porno film oynatılan birahanelerin müşterisinden değildi.
Kelli
felli, iş güç sahibi, çoluk çocuk sahibi adamlardı. Onlara "gülümsemekten"
gayri verebileceğim tek cevap şu: "Bunları sizin için yazmıyorum ki." ***
Türk futbolunun gelmiş geçmiş en büyük isimlerinden biri kabul edilen
Büyük
Fikret'in (Arıcan) başına gelen şu olaya bakın. Bir Galatasaray maçı ve
orta
sahanın solunda oynayan (O zamanın deyimiyle sol muavin) B. Fikret'in
karşısında Galatasaraylı Suphi Batur var. Seyirci Suphi Batur'a takmış.
Ne
zaman topu B. Fikret'ten kurtarayım derken kendi kalesine atıyor. Fenerbahçe
1-0 galip. O vakit 17 yaşında olan B. Fikret golün sevinci ile kendinden
yaşça
büyük olan Suphi Batur'a sokulup "Güzel goldü ağabey. Maçtan sonra Fener
seyircisi seni omuzlarına alır" diyerek kafa bulmaya çalışıyor. Suphi zaten
takımı yakmış. Bu lafa daha da içerliyor ama cevap vermiyor. Lakin olayı
fark
eden biri daha var. Fener'in unutulmaz kaptanı ve golcüsü Zeki Rıza Sporel.
Orada duruma bir "mim" koyuyor.
BÜYÜK BIR DERS Büyük Fikret için bir top kayıyor. öfkeyle arkasından
gelen
Suphi koşup yetişiyor ve çelmeyi takıyor.
Kuvvetli bünyesi olan Fikret düşmüyor. Topu da kaptırmıyor. Sürmeye devam
ediyor. Bu arada Fener Kaptanı Zeki'nin hakem Emin Bey'e birşeyler söylediğini
de farketmiyor tabii. Hakemin belli belirsiz çalan düdüğünden sonra Fikret
bakıyor ki herkes durmuş kendisine bakıyor. Emin Bey yanına gelinceye kadar
da olanları anlamıyor: - çık dışarı, oyundan atıldın. - Ben ne yaptım hocam?
-
Rakibin sana çelme taktı. Düşmeyip devam ettin, seyirciyi tahrik ettin.
Fikret
boynunu büküp sahadan çıkarken, Kaptan Zeki'nin kendisine arka çıkmayışına
bir anlam veremiyor. Taa ki yıllar sonra Zeki Bey bu atılışın gerçek sebebini
kendisine anlatana kadar da veremeyecek. İşte rekabet içinde saklı kalması
gereken değerlere verilen önem. O maçta eksik Fenerbahçe yenilebilirdi.
Böyle
bir yenilgi affedilebilirdi. Ama rakip Galatasaray'dan da olsa bir büyüğe
yapılan
saygısızlığın mazereti olamazdı. *** 1910'lu yıllar... 31 Mart vakasının
izleri henüz
taze. Abdülhamid'den sonra iki padişah daha gelmiş. İki büyük Balkan savaşı
yaşanmış. Ittihat ve Terakki'nin darbesi ile iktidar el değiştirmiş. Bab-ı
Ali
baskını. Ardından Mahmut Şevket Paşa'ya suikast. Ardından beş yıl sürecek
Birinci Dunya savaşı ve üç kıtada savaşan Osmanlı Ordusu. İstanbul'daki
yabancıların futbol takımları mantar gibi çoğalıyor. Museviler'in Makabi,
Ermeniler'in Tatvla Heraklis, Rumlar'ın Pera (Sonraları Beyoğluspor) ve
Kadıköy
Elpis, İngilizler'in Strugglers, Rumblers, Imogene, Kadıköy Clup ve Golfstream
takımları bunların en dişlileriydi. Ayrıca Rum karması, Ermeni karması,
İngiliz
karması adı altında takımlar kurup Türk takımlarıyla maç yapıyorladı.
Fenerbahçe ile Galatasaray sahada rakipler ama iş azınlık takımları ile
yabancılara geldi mi birbirlerine tam anlamIyla arka çıkıyorlar.
İŞBİRİĞİ FİKRİ
Katıldığı ilk sezon başarısız olup sonradan ikincilikle yetinen Fenerbahçe'nin
güçlendirilmesi fikri, Galatasaray için önemli bir konudur. 1908'den itibaren
Fuad Hüsnü, Kulaksızoğlu Galip, Zeki Rıza Sporel'in ağabeyi Hasan Kamil
(ilk
milli takım kaptanı) ve Kara Hasan Galatasaray'dan Fenerbahçe'ye bu niyetle
gönderildiler. Ama sonradan kantarın topu kaçar. Bu kez de Galatasaray
güçsüz
düşer. Fenerbahçe'nin daha popüler hale gelmesi üzerine futbolculardan
"başka
takıma gitmeyeceklerine dair" imza almaya başlar. 1912'den 1922'e kadar
Galatasaray yönetiminde acizlik görülür. "ilk Türk futbolcusu" ünvanIna
sahip
olan Fuad Hüsnü Bey "yöneticilik öğrenmek için" Galatasaray'a geri döner.
Hem
kendisi futbol oynar, hem idarecilik yapar. Galatasaray'da Divan Uyesi
olduğunda bile "Ben aslında Fenerliyim" diye konuşacaktır. ***
İşbirliği fikrine ilk yanaşan Galatasaray'dır. Fenerbahçe'nin kuvvetli
bir İngiliz takımı olan
Strugglers ile yapacağı maçtan önce haber yollayıp "En iyi beş futbolcumuzu
size
takviye olarak verelim" teklifini yaparlar. Fener yönetimi uzun müzakerelerden
sonra bu teklifi teşekkür ederek reddeder. Strugglers'a yenilip sezonu
sonuncu
olarak bitirirler. Daha sonra da göreceğiz. Bütün Türk takımları birbirlerinden
oyuncu takviyesi alırken, Fenerbahçe her nedense buna bir türlü razü olamaz.
Başkalarına oyuncu verir ama kendi bünyesine dışardan kolay kolay oyuncu
kabul etmez. Belki de Fener'i halkın kalbine yerleştiren özelliklerinden
biri de
buydu. Ama Galatasaray "güçbirliği" fikrinde ısrarlıdır. "Yabancı takımlara
karşı
dayanışma milli bir görevdir" diye tutturup, sonunda Fener'i masa başına
oturmaya ikna ederler. Bir protokol hazırlanacak, "güçbirliği" şartları
belirlenecektir. Galatasaray'dan Ali Sami Yen ile Fenerbahçe'den Kulaksızoğlu
Galip Bey'in başkanlığında heyetler bu işi mükemmel kıvırırlar. Bir güçbirliği
metni hazırlayıp, imzalarını çakarlar. 23 AGustos 1328 (1912) tarihli bir
dilekçe
ile durumu "Beynelmilel Olimpiyat Cemiyeti Memalik-i Osmaniye şubesi
Riyasetine" sunulur.
PROTOKOL VAR
Daha sonraları "Fener ile Cimbom birleşecekti" iddialarına yol açan bu
protokolün önemli maddeleri şöyledir: - Yabancılarla oynanacak milli
mahiyetteki maçlarda iki kulüp, birbirlerine en kıymetli oyuncularını
verebilecek. - Bu karma takım, sahaya "Türk Gücü" adı altında çıkacak.
-
Takımın rengi bayrağımızdaki gibi kırmızı-beyaz olacak. Formanın göğüs
nahiyesinde kırmızı-beyaz ay yıldız bulunacak. Görüyorsunuz değil mi? iki
büyük
takım, bilmeden milli takım fikrine ve formasına sahip çıkıyorlar. Aralarında
ayrıca "Ortak bir müze" kurmayı da kararlaştırıyorlar. Protokolde "Gücbirliği
şartlarının daha da geliştirilmesi" hükmü de var. ***
İki kulüp yabancılara karşı birbirlerine takviye oldular. Ama Balkan
ve Birinci Dünya
Savaşları yüzünden bu protokol tam uygulanamadı. Özellikle "Ay yıldızlı
forma" maddesi.
Her iki kulübün o yılları yaşayan anıt adamları "Harb-i Umumi olmasaydı
Fenerbahçe ile
Galatasaray birleşeceklerdi" diye iddia ederler. Tarihçi dostum Ergun
Hiçyılmaz
iki kulüp arasında "Birleşme protokolu" bulunduğundan emin. Fenerbahçe'nin
bugün toprak olan ünlü isimlerinden bazılarına bu belgenin varlığını doğrulatmış.
şu sıralarda mesaisini bu belgeyi bulmak için harcamakta. Haberiniz ola.
----
1920'LI YILLARIN SPOR BASINI DA BUGÜNKÜ GİBİYMİŞ
Bu yazıyı okuyunca göreceksiniz. Demek ki bizim spor basınının yaptığı
işleri o
tarihlerde de yapanlar varmış
. Yani eski defterleri karıştırıp, Fenerbahçe-Galatasaray rekabetini didikleme
ve
milleti çığrından çıkarma işini. 1923 yılında oynanacak olan bir
Fenerbahçe-Galatasaray maçından önce kaleme alınan yazı "İstanbul ahalisini
gaza getirme" siyasetini gütmekte ve eski defterleri karıştırmaktadır.
Bir
bölümünü aktardığım yazının başlığı "Fenerbahçe-Galatasaray'ın yeni maçı
münasabetiyle iki rakibin eski hatıraralarını naklederken" diye atılmış.
Devamında ise takımların maça nasıl hazırlanacağı anlatılıyor. şimdi 8
Mart
1339 (1923) tarihli bu yazıyı dikkatle okuyalım.: GALATASARAY NASIL
DOGDU?
Galatasaray Sultanisi'nde Ali Sami Bey'in teşebbüsü. Emin, Asım, Celal
ve Bekir
Beyler'in muavenetleriyle, beş on kişilik bir heyet halinde, ilk olarak
1321
(1905) senesinde doğmuştu. Bundan evvel İstanbul'da futbol oynayan Türkler
bulunuyorsa da maateessüf tamamen Türk kulübü yoktu. Misal Bahriyeli Fuad
Hüsnü Bey o sıralarda İngiliz Moda kulübünde oynuyor, ondan evvel de Muallim
Faik Bey'in teşvikiyle futbolda birkaç heveskar görülmüş ise de kulup için
teşkilat hükümetce men edilmişti. İşte 1321 senesinden uzaklaştıkça
Galatasaray Kulübü kuvvetleniyor ve daha ziyade tezvim ediyordu (ünleniyordu).
FENERBAHÇE NASIL OLUŞTU? Galatasaray yükselirken, o vakit Kadıköy'deki
Frerler Mektebi Türkçe Muallimi Enver Bey, talebe-i kadimesinden birkaç
talebeyi toplayarak ikinci bir Türk kulübü vicuda getirmişti. Fenerbahçe
adını
alan bu takım bir senede azasını yirmiye baliğ ettiği gibi o zamanlarda
teşekkül
eden lige de dahil olmuştu. Ecnebiler arasında her sene daha ziyade bir
azimle
görünmeye çalışan bu gençler hiç şüphe yoktu ki pek çok takdir ediliyorlardı.
İşte bu iki Türk kulübünün ilk rekabetinin başladığı andan itibaren
Fenerbahçe kuvvetce hasmından düşük ve daima mağlup olmakta idi. Bu
mağlubiyetlerle beraber çalışmalarını hiçbir vakit ihmal etmemişlerdi.
Her maç
Galatasaray'ın kuvvetli taraftarlar kitlesi arasında icra edilerek neticede
Fenerbahçeliler, rakiplerinden bir iki yarayla beraber mağlup vaziyette
sahayı
terkediyorlardı. Fenerbahçeliler'in bu azim ve gayreti 1329 senesinin Kanun-i
Sanisi'nde (1913 yılı 27 Ocak) ikiye karşı dört sayı ile Galatasaray'a
ilk
galibiyetini intac etti.(Doğurdu) O zamanlar intişar eden (yayımlanan)
"İdman
Mecmuası" ile "Tevhid-i Efkar" gazetesi Fenerbahçeliler'in sebatını çok
takdir
etmişlerdi. İşte bu tarihten itibaren aylar, seneler geçerken her iki kulübün
maçı da pek merakla beklenir ve bitmez bir heyecan ile takip edilirdi.
Her ikisi
de harb-i umumi başlangıcında kuvvetli birer sarsıntıya maruz kalmışlarsa
da
çabuk toparlanarak yine fikstürde birleşen maçlarında, tarafeyn son
kuvvetleriyle çıkıp ve yine umum müsabakaları en heyecanlısını teşkil
ederlerdi. şimdi artık hep o eski hatıralardan uzaklaşmış bulunuyoruz.
Bu hafta
bu iki eski rakip tekrar çarpışacaklar. Bu senenin şampiyonluk maçlarında
yağmurlu bir havaya tesadüf eden Kadıköy'ündeki ilk çarpışmalarında sıfıra
karşı
üç sayı ile Fenerbahçeliler galip gelmişti. Bu fena güne tesadüf eden bu
birinci
maçtan sonra meraklılar ikinci bir çarpışmayı sabırsızlıkla bekliyorlardı.
Işte
maç geldi ve her iki taraf da son gayretiyle müsabakanın başlamasını bekliyor.
Yazarın notu: Siz bu maçın sonucunu bekleme sabrını gösteremezsiniz.
En iyisi
ben yazayım. Fenerbahçe 4-0 kazanmış. -
İDMANCI HATIRALARI: ZEKI BEY ANLATIYOR Onüç, ondört sene oluyor.
Kadıköyündeki Kuşdili Cayırı'na henüz taşınmıştık. Bir akşam, kısa pantolonlu,
lisanlarından anlamadığımız bir kaç adamın o garip kıyafetleriyle, yuvarlak
büyük bir top peşinde koştuklarını bazen kafaları ile bazen ayakları ile
topu
birbirlerine attıklarını gördüm. Bilmem ki neden, o günden itibaren topa
karşı
garip, meraklı bir his duydum. Artık gezmek ve oynamaktan ibaret sade
programıma bir de top seyri karışmıştı. Her akşam belirli saatlerde gider,
o
ecnebileri adeta bir zevk sarhoşluğu ile seyrederdim. Öyle bir gün geldi
ki yalnız
seyretmek, futbola karşı olan merakımı teskin etmiyordu. Ben de bir top
tedarik
ettim ve ağabeyim, ben ve küçük kardeşim Arif hep birlikte oynamaya başladık.
O zaman Galatasaray'a devam eden ve bize nazaran futbolu daha iyi oynayan
ağabeyim Hasan Kamil, tatil günlerinde bizi karşısına alır, topa nasıl
vuracağımızı, nasıl tutulacağını öğretirdi. üç, dört ay sonra Kurbağalıdere'ye
taşındık. Oranın arsa ve meydanları futbol için daha müsait idi. Esasen
bütün
meydanlarda, sabahtan akşama kadar,çocuktan büyüğe kadar birçok gruplar,
mütamadiyen top oynuyorlardı. Biz de bunların arasına karıştık. iki üç
ay sonra,
biz de iyi futbol oynayanlar arasında bulunuyorduk. ***
Futbol için öyle derin bir merakım vardı ki, başarı kazanmak hırsı
benliğimi
sarmıştı. Bu hal iki sene kadar devam etti. Futbolda kazandığımız alaka
bizi
muhitimizin dışındakilerle
boy ölçüşmeye sevk ediyordu. Ve Kurbağalıdere namıyla bir kulüp yaptık.
Az
zaman zarfında emellerimiz gerçekleşti ve başarılar kazandık. çünkü o zamanlar
kulüplerde Hasan Kamil ağabeyim, Arap Fevzi, Mazhar, Kemal gibi maruf
(tanınmış) ve iyi oyuncular vardı. İşte bugün "ismi cismi mevcut olmayan"
bir
kulüple yaptığımız bir müsabaka esnasında, şimdi beraber oynadığımız saş
iç
muhaccim (hücum oyuncusu) Alaaddin'le tanıştık. Taa o zamandan Alaaddin'i
ani ve anlaşılmaz çalımları, hakim oyunları ile çok takdir eder ve severdim.
şimdiki Alaaddin için bir şey demeyeceğim. çünkü Alaaddin, bu zamanın da
futbol üstü sporcusu. Herkes görüyor, biliyor, takdir ediyor. Bu sıralarda
arkadaşlarımdan Cafer, Haydar Beyler -ki her ikisi de şimdi Altınordu'dadırlar-
beni Fenerbahçe klübüne davet ettiler. İşte o günkü oyunda ilk defa olarak
sarı
lacivertli formayı giydim. ihtimaldir ki Fenerbahçe'ye beni büyük bir
samimiyetle yakalayan, minnettar hislerimi okuyan, gurur muvaffakiyetinden
topladım. Beni çalıştırmaya memur eyleyen Elkatip Mustafa Bey'in sıkı disiplini
ve bilgisi sayesinde çok yardımını gördüm. O zaman dördüncü ve üçüncü
takımları teşkil eden çocukların pek az istisnalarla bugün spor aleminin
belli
başlı futbolcularından olması (Mustafa) Beyin bu husustaki ihtisasının
en bariz
delilidir.
FENERLİ ZEKİ Sırayla dördüncü ve üçüncü takımlarla oynadık; kuvvet
ve oyun şekli açısından bize benzeyen Galatasaray timleriyle yapılan
müsabakalarımız güzel ve heyecanlı oluyordu. Birgün Anadolu Hisarı'nda
galiba
idman Yurdu ile birinci takımın bir müsabakasını seyre gitmiştik. Takımın
eksik olması, küçük olmamıza rağmen Alaaddin ile benim maça alınmamıza
sebep oldu. O gün her ikimiz de muvaffak olduk. Fakat yine de muntazaman
olarak birinci takımın oyuncuları arasına giremiyorduk. ***
Bilahare Nuri, Bekir ve Hikmet Beyler'in istifaları ile hasıl olan
boşlukları
Alaaddin ile beraber doldurduk. Hiç unutmam, ilk lig maçımızı Anadolu
ile
yapmıştık. Nuri, Bekir ve Hikmet Beyler'in yokluğunu halk merak ediyordu.
Durmadan
rivayetler dönüyordu. En nihayet ahalinin meraklı nazarları altında yeni
şahsiyetler olarak
biz gösterildik. Boylarımızın ve yaşlarımızın küçüklüğünü görerek kabiliyet
ve
muvaffakiyetimiz ihtimallerinden şüpheye düşen birçok kimselerin dudak
büktüğünü hala hatırlarım. O oyundan ezilmemiz için, Mustafa Bey'in teklifi
ile
ben sol açık, Alaaddin de sağ açık oynamıştı. üç gol yaptım, dudak bükenlerin
şüpheleri lehimize döndü. ilk oyunun böyle zaferle neticelenmesi istikbalim
hakkında bana güzel emeller veriyordu. Hiçbir zaman hudperest değilimdir
ve
olmadım. Boyum uzadıkça yavaş yavaş sol açık ve asıl mevkim olan merkez
muhaccim (santrafor) olarak oynamaya başladım. Takımımız yine eski mevkiini
kazandı, o zaman en kavi rakibimiz bizden aldığı azayla (oyuncularla)
kuvvetlenen Altınordu idi. Fakat şurasını kaydedeyim ki maçlar büyük bir
samimiyetle cereyan eder ve yensek de yenilsek de yalnız oyunla, maharetle
kazanmak arzusu gidişatımıza yön verirdi. Yoksa hiçbir tarafta galebeyi
-bu son
Galatasaray maçında olduğu gibi- hasmı nakaut ederek kazanmak arzusu yoktu.
Futbol hayatımda mütedai defalar muhtelit takıma merkez muhaccim olarak
dahil oldum. Bir kere de Avrupa'ya Galatasaray ile beraber gittim.
Tarih -2
Devam Edecek <<Geri
İleri>>
|
|