Fenerbahçe Cumhuriyeti      ortalıkta yoksa, Türkiye yoktur, futbol yoktur, bolluk yoktur, insanlar yoktur, canlılar güç nefes alır ve bu ülke kısa süre sonra yaşayan yer olmaktan çıkıp, mezarlık olur. Fenerbahçe büyüklüğü ne şampiyonluk büyüklüğü, ne kupa büyüklüğüdür. Onun büyüklüğü başka bir büyüklüktür işte, adı konamaz.
  İslam Cupi
FenerbahçeCumhuriyeti
 
                                                                                                                                                                     .

 
 
 

 

 "Merhaba Bu sayfalarda  1996 Yılında Selahattin Duman Tarafından Sabah Gazatesi'nde yayınlanmış olan Fenerbahçe'nin Gizli Tarihi adlı uzun ve kapsamlı yazı dizisini Fenerbahcecumhuriyeti.8m.net  düzenlemeleri ile bölümler halinde okuyabileceksiniz, Selahattin Duman'ın bir Galatasaray taraftarı olmasının ve yaptığı çalışmanın objektifliği ve kapsamı sporun güzelliğini ,Fenerbahçe'nin büyüklügünü ve önemini gözler önüne sermesi açısından özel önem taşımaktadır. " 

            Fenerbahçe'nin Gizli Tarihi -3 
         Selahattin Duman,  Ağustos 1996 

          
         TARIHI MAC
          1913'te Enver Paşa'nın askeri Edirne'yi kurtarmış, İstanbul'un neşesi yerine 
          gelmiştir. Kadınlar sinemalara, erkekler ise maçların oynandığı  çayırlara 
          koşarlar. Yeni sezona şampiyon olarak giren Fenerbahçe, kuruluduğu günden beri 
          bir kez bile yenemediği Galatasaray'ı beklemektedir. İlk maç  bu  duygular 
          içinde oynanır. Otomobil Nurili, Memişli, Nüzhetli Fener forveti yine gol atamaz 
          ama bu kez gol de yemez. 0-0 biten maç sonucu Fenerliler'den çok "Biz yoktuk 
          da ondan şampiyon oldular" havasını basan Galatasaray'ı çok şaşırtır. Ama ikinci 
          devre, bir kez daha karşı karşıya geldiklerinde daha da çok şaşıracaklardır. 
          Kuşdili Çayırında oynanan ikinci maçta Fener güclü ve "havalı" rakibine tam 
          dört gol atar. Böylece rakibini tarihinde ilk kez 4-2 mağlup ederken, yeni bir 
          dönem başlatır. Kadıköy'ün neşesi yerindedir. Arkalarında Saray'ı ve Sultani'yi 
          alan, kendini her zaman "orta direğin üzerinde" gören Galatasaray'ın snob 
          gençleri ilk kez dize getirilmiştir. 
         FENER SEVGİSİ Bugün pek çok aklı eren "Fener neden çok seviliyor?" 
          sorusunun cevabını arar durur. O yılların İstanbul'unu ve şartlarını bilmeyenler 
          ise cevabı başka başka noktalara taşırlar. Fener'in ilk Galatasaray galibiyeti 
          aldığı 1914 yılından 1922 yılına kadar geçen zaman dilimi içinde iki takımın 
          aralarındaki maçlara baktığımızda hep Fenerbahçe'nin kazandığını görürüz. 
          Resmi maçlarda Galatasaray'ı defalarca yenen Fener, sadece 1917'de 3-2'lik tek 
          bir mağlubiyet almış. Balkan Savaşları, Birinci Dünya savaşı, sayısız ihtilal 
          girişimleri, Anadolu ve İstanbul'un işgali bu fırtınalı yılların satır başlarıdır. Daha 
          sonraki yazılarda göreceğimiz gibi Fener bu bunalımlı yılları hep başarılı 
          sonuçlarla atlatmış. Özellikle de yabancılara karşı müthiş bir başarı grafiği 
          çizmiş. Ve Galatasaray'a uzun bir süre yenilmemiş. İşte ilgi ve sevginin formülü: 
          Sürekli başarılı olmak. Fener bunu becermiş. *** İlk Şampiyonluk Fener'in 
          makus talihini de kırıyor. ilgi patlaması oluyor. Artık takımın futbolcuları hem 
          oynamak hem de kulüp başkanlığı yapmak zorunda değiller. Çünkü camianın 
          şerefinden pay almaya can atan pek çok asil, varlıklı, siyasetten güçlü isim var. 
          Başkanlık için sıradalar. Bunlardan Şehzade Osman Efendi Fenerbahçe'nin fahri 
          başkanı ilan edilir. Bu tarihten sonra Fener'in başkanlığına getirilecek Şehzade 
          Ömer Faruk Efendi başta olmak üzere maç kaçırmazlar. 1913-1914 sezonunda 
          Fenerbahçe ikinci kez Şampiyon olur. 
 
 
        1913-1914 ISTANBUL LIGI SONUCLARI 
         1. Fenerbahçe  10  8  2   0  36   6  18 
          2. Altınordu       10  5  2   3  18   8  12 
          3. Rumblers      10  4  4   2  22 15  12 
          4. Galatasaray  10  3  4   3  19 13  10
          5. Strugglers     10  2  2    6   9  26   6 
          6.Telefoncular  10  0  0  10   2  38   0 

         GALATASARAY İLE YAPILAN İŞBİRLİGİ VE BİRLEŞME OLAYI
          Bugünkü kuşak Fenerbahçe-Galatasaray rekabetinden mutlaka "kazanmayı" 
          anlıyor. Bunun için stadlarda "ölmeye" geliyorlar. Futbolcuyu da böylesine 
          "sersemce bir akibete" ortak etmek için yırtınıyorlar: - Bu maçı alacağız, başka 
          yolu yok. Fenerbahçe'nin geçmişini didiklerken 1910 ile 1920'li yıllarda, yani o 
          belalı yıllarda bunun tam tersini gördüm. Sahadaki ölümüne rekabetin, saha 
          dışında "sevgi ve kardeşliğe" dönüşmesine tanık oldum. Bunlardan bir iki 
          örneği burada aktarmadan önce bir noktaya parmak basayım. Bu dizinin yayına 
          başlamasından sonra, "Sen Galatasaraylısın. Neden Fener'in tarihi ile 
          ilgileniyorsun? Yazacak başka bir şey bulamadın mı?" diye soran bir kaç 
          enteresan tipin karşıma çıktığını da hatırlatayım. Bunlar işsiz güçsüz 
          takımından ve porno film oynatılan birahanelerin müşterisinden değildi. Kelli 
          felli, iş güç sahibi, çoluk çocuk sahibi adamlardı. Onlara "gülümsemekten" 
          gayri verebileceğim tek cevap şu: "Bunları sizin için yazmıyorum ki." ***
                Türk  futbolunun gelmiş geçmiş en büyük isimlerinden biri kabul edilen Büyük 
          Fikret'in (Arıcan) başına gelen şu olaya bakın. Bir Galatasaray maçı ve orta 
          sahanın solunda oynayan (O zamanın deyimiyle sol muavin) B. Fikret'in 
          karşısında Galatasaraylı Suphi Batur var. Seyirci Suphi Batur'a takmış. Ne 
          zaman topu B. Fikret'ten kurtarayım derken kendi kalesine atıyor. Fenerbahçe 
          1-0 galip. O vakit 17 yaşında olan B. Fikret golün sevinci ile kendinden yaşça 
          büyük olan Suphi Batur'a sokulup "Güzel goldü ağabey. Maçtan sonra Fener 
          seyircisi seni omuzlarına alır" diyerek kafa bulmaya çalışıyor. Suphi zaten 
          takımı yakmış. Bu lafa daha da içerliyor ama cevap vermiyor. Lakin olayı fark 
          eden biri daha var. Fener'in unutulmaz kaptanı ve golcüsü Zeki Rıza Sporel. 
          Orada duruma bir "mim" koyuyor.

          BÜYÜK BIR DERS Büyük Fikret için bir top kayıyor. öfkeyle arkasından gelen 
          Suphi koşup yetişiyor ve çelmeyi takıyor. 
          Kuvvetli bünyesi olan Fikret düşmüyor. Topu da kaptırmıyor. Sürmeye devam 
          ediyor. Bu arada Fener Kaptanı Zeki'nin hakem Emin Bey'e birşeyler söylediğini 
          de farketmiyor tabii. Hakemin belli belirsiz çalan düdüğünden sonra Fikret 
          bakıyor ki herkes durmuş kendisine bakıyor. Emin Bey yanına gelinceye kadar 
          da olanları anlamıyor: - çık dışarı, oyundan atıldın. - Ben ne yaptım hocam? - 
          Rakibin sana çelme taktı. Düşmeyip devam ettin, seyirciyi tahrik ettin. Fikret 
          boynunu büküp sahadan çıkarken, Kaptan Zeki'nin kendisine arka çıkmayışına 
          bir anlam veremiyor. Taa ki yıllar sonra Zeki Bey bu atılışın gerçek sebebini 
          kendisine anlatana kadar da veremeyecek. İşte rekabet içinde saklı kalması 
          gereken değerlere verilen önem. O maçta eksik Fenerbahçe yenilebilirdi. Böyle 
          bir yenilgi affedilebilirdi. Ama rakip Galatasaray'dan da olsa bir büyüğe yapılan 
          saygısızlığın mazereti olamazdı. *** 1910'lu yıllar... 31 Mart vakasının izleri henüz 
          taze. Abdülhamid'den sonra iki padişah daha gelmiş. İki büyük Balkan savaşı 
          yaşanmış. Ittihat ve Terakki'nin darbesi ile iktidar el değiştirmiş. Bab-ı Ali 
          baskını. Ardından Mahmut Şevket Paşa'ya suikast. Ardından beş yıl sürecek 
          Birinci Dunya savaşı ve üç kıtada savaşan Osmanlı Ordusu. İstanbul'daki 
          yabancıların futbol takımları mantar gibi çoğalıyor. Museviler'in Makabi, 
          Ermeniler'in Tatvla Heraklis, Rumlar'ın Pera (Sonraları Beyoğluspor) ve Kadıköy 
          Elpis, İngilizler'in Strugglers, Rumblers, Imogene, Kadıköy Clup ve Golfstream 
          takımları bunların en dişlileriydi. Ayrıca Rum karması, Ermeni karması, İngiliz 
          karması adı altında takımlar kurup Türk takımlarıyla maç yapıyorladı. 
          Fenerbahçe ile Galatasaray sahada rakipler ama iş azınlık takımları ile 
          yabancılara geldi mi birbirlerine tam anlamIyla arka çıkıyorlar.
          İŞBİRİĞİ FİKRİ 
          Katıldığı ilk sezon başarısız olup sonradan ikincilikle yetinen Fenerbahçe'nin 
          güçlendirilmesi fikri, Galatasaray için önemli bir konudur. 1908'den itibaren 
          Fuad Hüsnü, Kulaksızoğlu Galip, Zeki Rıza Sporel'in ağabeyi Hasan Kamil (ilk 
          milli takım kaptanı) ve Kara Hasan Galatasaray'dan Fenerbahçe'ye bu niyetle 
          gönderildiler. Ama sonradan kantarın topu kaçar. Bu kez de Galatasaray güçsüz 
          düşer. Fenerbahçe'nin daha popüler hale gelmesi üzerine futbolculardan "başka 
          takıma gitmeyeceklerine dair" imza almaya başlar. 1912'den 1922'e kadar 
          Galatasaray yönetiminde acizlik görülür. "ilk Türk futbolcusu" ünvanIna sahip 
          olan Fuad Hüsnü Bey "yöneticilik öğrenmek için" Galatasaray'a geri döner. Hem 
          kendisi futbol oynar, hem idarecilik yapar. Galatasaray'da Divan Uyesi 
          olduğunda bile "Ben aslında Fenerliyim" diye konuşacaktır. *** 

          İşbirliği fikrine  ilk yanaşan Galatasaray'dır. Fenerbahçe'nin kuvvetli bir İngiliz takımı olan 
          Strugglers ile yapacağı maçtan önce haber yollayıp "En iyi beş futbolcumuzu size 
          takviye olarak verelim" teklifini yaparlar. Fener yönetimi uzun müzakerelerden 
          sonra bu teklifi teşekkür ederek reddeder. Strugglers'a yenilip sezonu sonuncu 
          olarak bitirirler. Daha sonra da göreceğiz. Bütün Türk takımları birbirlerinden 
          oyuncu takviyesi alırken, Fenerbahçe her nedense buna bir türlü razü olamaz. 
          Başkalarına oyuncu verir ama kendi bünyesine dışardan kolay kolay oyuncu 
          kabul etmez. Belki de Fener'i halkın kalbine yerleştiren özelliklerinden biri de 
          buydu. Ama Galatasaray "güçbirliği" fikrinde ısrarlıdır. "Yabancı takımlara karşı 
          dayanışma milli bir görevdir" diye tutturup, sonunda Fener'i masa başına 
          oturmaya ikna ederler. Bir protokol hazırlanacak, "güçbirliği" şartları 
          belirlenecektir. Galatasaray'dan Ali Sami Yen ile Fenerbahçe'den Kulaksızoğlu 
          Galip Bey'in başkanlığında heyetler bu işi mükemmel kıvırırlar. Bir güçbirliği 
          metni hazırlayıp, imzalarını çakarlar. 23 AGustos 1328 (1912) tarihli bir dilekçe 
          ile durumu "Beynelmilel Olimpiyat Cemiyeti Memalik-i Osmaniye şubesi 
          Riyasetine" sunulur. 
 
         PROTOKOL VAR
                Daha sonraları "Fener ile Cimbom birleşecekti" iddialarına yol açan bu 
          protokolün önemli maddeleri şöyledir: - Yabancılarla oynanacak milli 
          mahiyetteki maçlarda iki kulüp, birbirlerine en kıymetli oyuncularını 
          verebilecek. - Bu karma takım, sahaya "Türk Gücü" adı altında çıkacak. - 
          Takımın rengi bayrağımızdaki gibi kırmızı-beyaz olacak. Formanın göğüs 
          nahiyesinde kırmızı-beyaz ay yıldız bulunacak. Görüyorsunuz değil mi? iki büyük 
          takım, bilmeden milli takım fikrine ve formasına sahip çıkıyorlar. Aralarında 
          ayrıca "Ortak bir müze" kurmayı da kararlaştırıyorlar. Protokolde "Gücbirliği 
          şartlarının daha da geliştirilmesi" hükmü de var. *** 
                İki kulüp yabancılara karşı  birbirlerine takviye oldular. Ama Balkan ve Birinci Dünya 
          Savaşları yüzünden bu protokol tam uygulanamadı. Özellikle "Ay yıldızlı forma" maddesi. 
          Her iki  kulübün o yılları yaşayan anıt adamları "Harb-i Umumi olmasaydı Fenerbahçe ile 
          Galatasaray birleşeceklerdi" diye iddia ederler.  Tarihçi dostum Ergun Hiçyılmaz 
          iki kulüp arasında "Birleşme protokolu" bulunduğundan emin. Fenerbahçe'nin 
          bugün toprak olan ünlü isimlerinden bazılarına bu belgenin varlığını doğrulatmış. 
          şu sıralarda mesaisini bu belgeyi bulmak için harcamakta. Haberiniz ola. ---- 

          1920'LI YILLARIN SPOR BASINI DA BUGÜNKÜ GİBİYMİŞ
                 Bu yazıyı okuyunca göreceksiniz. Demek ki bizim spor basınının yaptığı işleri o 
          tarihlerde de yapanlar varmış 
          . Yani eski defterleri karıştırıp, Fenerbahçe-Galatasaray rekabetini didikleme ve 
          milleti çığrından çıkarma işini. 1923 yılında oynanacak olan bir 
          Fenerbahçe-Galatasaray maçından önce kaleme alınan yazı "İstanbul ahalisini 
          gaza getirme" siyasetini gütmekte ve eski defterleri karıştırmaktadır. Bir 
          bölümünü aktardığım yazının başlığı "Fenerbahçe-Galatasaray'ın yeni maçı 
          münasabetiyle iki rakibin eski hatıraralarını naklederken" diye atılmış. 
          Devamında ise takımların maça nasıl hazırlanacağı anlatılıyor. şimdi 8 Mart 
          1339 (1923) tarihli bu yazıyı dikkatle okuyalım.: GALATASARAY NASIL DOGDU
          Galatasaray Sultanisi'nde Ali Sami Bey'in teşebbüsü. Emin, Asım, Celal ve Bekir 
          Beyler'in muavenetleriyle, beş on kişilik bir heyet halinde, ilk olarak 1321 
          (1905) senesinde doğmuştu. Bundan evvel İstanbul'da futbol oynayan Türkler 
          bulunuyorsa da maateessüf tamamen Türk kulübü yoktu. Misal Bahriyeli Fuad 
          Hüsnü Bey o sıralarda İngiliz Moda kulübünde oynuyor, ondan evvel de Muallim 
          Faik Bey'in teşvikiyle futbolda birkaç heveskar görülmüş ise de kulup için 
          teşkilat hükümetce men edilmişti. İşte 1321 senesinden uzaklaştıkça 
          Galatasaray Kulübü kuvvetleniyor ve daha ziyade tezvim ediyordu (ünleniyordu).

         FENERBAHÇE NASIL OLUŞTU? Galatasaray yükselirken, o vakit Kadıköy'deki 
          Frerler Mektebi Türkçe Muallimi Enver Bey, talebe-i kadimesinden birkaç 
          talebeyi toplayarak ikinci bir Türk kulübü vicuda getirmişti. Fenerbahçe adını 
          alan bu takım bir senede azasını yirmiye baliğ ettiği gibi o zamanlarda teşekkül 
          eden lige de dahil olmuştu. Ecnebiler arasında her sene daha ziyade bir azimle 
          görünmeye çalışan bu gençler hiç şüphe yoktu ki pek çok takdir ediliyorlardı. 
          İşte bu iki Türk kulübünün ilk rekabetinin başladığı andan itibaren 
          Fenerbahçe kuvvetce hasmından düşük ve daima mağlup olmakta idi. Bu 
          mağlubiyetlerle beraber çalışmalarını hiçbir vakit ihmal etmemişlerdi. Her maç 
          Galatasaray'ın kuvvetli taraftarlar kitlesi arasında icra edilerek neticede 
          Fenerbahçeliler, rakiplerinden bir iki yarayla beraber mağlup vaziyette sahayı 
          terkediyorlardı. Fenerbahçeliler'in bu azim ve gayreti 1329 senesinin Kanun-i 
          Sanisi'nde (1913 yılı 27 Ocak) ikiye karşı dört sayı ile Galatasaray'a ilk 
          galibiyetini intac etti.(Doğurdu) O zamanlar intişar eden (yayımlanan) "İdman 
          Mecmuası" ile "Tevhid-i Efkar" gazetesi Fenerbahçeliler'in sebatını çok takdir 
          etmişlerdi. İşte bu tarihten itibaren aylar, seneler geçerken her iki kulübün 
          maçı da pek merakla beklenir ve bitmez bir heyecan ile takip edilirdi. Her ikisi 
          de harb-i umumi başlangıcında kuvvetli birer sarsıntıya maruz kalmışlarsa da 
          çabuk toparlanarak yine fikstürde birleşen maçlarında, tarafeyn son 
          kuvvetleriyle çıkıp ve yine umum müsabakaları en heyecanlısını teşkil 
          ederlerdi. şimdi artık hep o eski hatıralardan uzaklaşmış bulunuyoruz. Bu hafta 
          bu iki eski rakip tekrar çarpışacaklar. Bu senenin şampiyonluk maçlarında 
          yağmurlu bir havaya tesadüf eden Kadıköy'ündeki ilk çarpışmalarında sıfıra karşı 
          üç sayı ile Fenerbahçeliler galip gelmişti. Bu fena güne tesadüf eden bu birinci 
          maçtan sonra meraklılar ikinci bir çarpışmayı sabırsızlıkla bekliyorlardı. Işte 
          maç geldi ve her iki taraf da son gayretiyle müsabakanın başlamasını bekliyor.
 
        Yazarın notu: Siz bu maçın sonucunu bekleme sabrını gösteremezsiniz. En iyisi 
          ben yazayım. Fenerbahçe 4-0 kazanmış. -
 
          İDMANCI HATIRALARI: ZEKI BEY ANLATIYOR Onüç, ondört sene oluyor. 
          Kadıköyündeki Kuşdili Cayırı'na henüz taşınmıştık. Bir akşam, kısa pantolonlu, 
          lisanlarından anlamadığımız bir kaç adamın o garip kıyafetleriyle, yuvarlak 
          büyük bir top peşinde koştuklarını bazen kafaları ile bazen ayakları ile topu 
          birbirlerine attıklarını gördüm. Bilmem ki neden, o günden itibaren topa karşı 
          garip, meraklı bir his duydum. Artık gezmek ve oynamaktan ibaret sade 

          programıma bir de top seyri karışmıştı. Her akşam belirli saatlerde gider, o 
          ecnebileri adeta bir zevk sarhoşluğu ile seyrederdim. Öyle bir gün geldi ki yalnız 
          seyretmek, futbola karşı olan merakımı teskin etmiyordu. Ben de bir top tedarik 
          ettim ve ağabeyim, ben ve küçük kardeşim Arif hep birlikte oynamaya başladık. 
          O zaman Galatasaray'a devam eden ve bize nazaran futbolu daha iyi oynayan 
          ağabeyim Hasan Kamil, tatil günlerinde bizi karşısına alır, topa nasıl 
          vuracağımızı, nasıl tutulacağını öğretirdi. üç, dört ay sonra Kurbağalıdere'ye 
          taşındık. Oranın arsa ve meydanları futbol için daha müsait idi. Esasen bütün 
         meydanlarda, sabahtan akşama kadar,çocuktan büyüğe kadar birçok gruplar, 
          mütamadiyen top oynuyorlardı. Biz de bunların arasına karıştık. iki üç ay sonra, 
          biz de iyi futbol oynayanlar arasında bulunuyorduk. *** 

                 Futbol için öyle derin bir  merakım vardı ki, başarı kazanmak hırsı benliğimi 
          sarmıştı. Bu hal iki sene kadar devam etti. Futbolda kazandığımız alaka bizi 
          muhitimizin dışındakilerle 
          boy ölçüşmeye sevk ediyordu. Ve Kurbağalıdere namıyla bir kulüp yaptık. Az 
          zaman zarfında emellerimiz gerçekleşti ve başarılar kazandık. çünkü o zamanlar 
          kulüplerde Hasan Kamil ağabeyim, Arap Fevzi, Mazhar, Kemal gibi maruf 
          (tanınmış) ve iyi oyuncular vardı. İşte bugün "ismi cismi mevcut olmayan" bir 
          kulüple yaptığımız bir müsabaka esnasında, şimdi beraber oynadığımız saş iç 
          muhaccim (hücum oyuncusu) Alaaddin'le tanıştık. Taa o zamandan Alaaddin'i 
          ani ve anlaşılmaz çalımları, hakim oyunları ile çok takdir eder ve severdim. 
          şimdiki Alaaddin için bir şey demeyeceğim. çünkü Alaaddin, bu zamanın da 
          futbol üstü sporcusu. Herkes görüyor, biliyor, takdir ediyor. Bu sıralarda 
          arkadaşlarımdan Cafer, Haydar Beyler -ki her ikisi de şimdi Altınordu'dadırlar- 
          beni Fenerbahçe klübüne davet ettiler. İşte o günkü oyunda ilk defa olarak sarı 
          lacivertli formayı giydim. ihtimaldir ki Fenerbahçe'ye beni büyük bir 
          samimiyetle yakalayan, minnettar hislerimi okuyan, gurur muvaffakiyetinden 
          topladım. Beni çalıştırmaya memur eyleyen Elkatip Mustafa Bey'in sıkı disiplini 
          ve bilgisi sayesinde çok yardımını gördüm. O zaman dördüncü ve üçüncü 
          takımları teşkil eden çocukların pek az istisnalarla bugün spor aleminin belli 
          başlı futbolcularından olması (Mustafa) Beyin bu husustaki ihtisasının en bariz 
          delilidir. 
          FENERLİ ZEKİ  Sırayla dördüncü ve üçüncü takımlarla oynadık; kuvvet 
          ve oyun şekli açısından bize benzeyen Galatasaray timleriyle yapılan 
          müsabakalarımız güzel ve heyecanlı oluyordu. Birgün Anadolu Hisarı'nda galiba 
          idman Yurdu ile birinci takımın bir müsabakasını seyre gitmiştik. Takımın 
          eksik olması, küçük olmamıza rağmen Alaaddin ile benim maça alınmamıza 
          sebep oldu. O gün her ikimiz de muvaffak olduk. Fakat yine de muntazaman 
          olarak birinci takımın oyuncuları arasına giremiyorduk. *** 
              Bilahare Nuri, Bekir  ve Hikmet Beyler'in istifaları ile hasıl olan boşlukları 
          Alaaddin ile beraber  doldurduk. Hiç unutmam, ilk lig maçımızı Anadolu ile 
          yapmıştık. Nuri, Bekir ve Hikmet Beyler'in yokluğunu halk merak ediyordu. Durmadan 
          rivayetler dönüyordu. En nihayet ahalinin meraklı nazarları altında yeni şahsiyetler olarak 
          biz gösterildik. Boylarımızın ve yaşlarımızın küçüklüğünü görerek kabiliyet ve 
          muvaffakiyetimiz ihtimallerinden şüpheye düşen birçok kimselerin dudak 
          büktüğünü hala hatırlarım. O oyundan ezilmemiz için, Mustafa Bey'in teklifi ile 
          ben sol açık, Alaaddin de sağ açık oynamıştı. üç gol yaptım, dudak bükenlerin 
          şüpheleri lehimize döndü. ilk oyunun böyle zaferle neticelenmesi istikbalim 
          hakkında bana güzel emeller veriyordu. Hiçbir zaman hudperest değilimdir ve 
          olmadım. Boyum uzadıkça yavaş yavaş sol açık ve asıl mevkim olan merkez 
          muhaccim (santrafor) olarak oynamaya başladım. Takımımız yine eski mevkiini 
          kazandı, o zaman en kavi rakibimiz bizden aldığı azayla (oyuncularla) 
          kuvvetlenen Altınordu idi. Fakat şurasını kaydedeyim ki maçlar büyük bir 
          samimiyetle cereyan eder ve yensek de yenilsek de yalnız oyunla, maharetle 
          kazanmak arzusu gidişatımıza yön verirdi. Yoksa hiçbir tarafta galebeyi -bu son 
          Galatasaray maçında olduğu gibi- hasmı nakaut ederek kazanmak arzusu yoktu. 
          Futbol hayatımda mütedai defalar muhtelit takıma merkez muhaccim olarak 
          dahil oldum. Bir kere de Avrupa'ya Galatasaray ile beraber gittim. 

                                                Tarih -2
             Devam Edecek          <<Geri        İleri>>
 

 

 

                                                                ||Ana Sayfa||