Arşiv Yazılar
 

Sayı:17
28 Kasım 2001

BAŞYAZI
e-mail

BORSA-EKONOMİ
e-mail

DENGE
e-mail

YAKLAŞIM

YAZDI

TARİHİN SÜZGECİNDEN
e-mail

ARAŞTIRMA

TARIM

VERGİ DÜNYASI

TANSİYON
e-mail

HOŞ SEDA

DİYALOG
e-mail

TURİZM

SPOR

 

 

BAŞYAZI
Değerlerimiz

Kasım, hazan mevsiminin hüzün ayıdır. 10 Kasımlar'da Atatürk'ü ararız, 24 Kasımlar'da öğretmenlerimizi anarız.
Öğretmenler Günü'nü bir bayram sevinci içinde kutlayamadık bugüne dek. Öğretmen dostlarımızla görüşüyorum, dertlerinin dörde katlandığına tanık oluyorum. Eğitim alanındaki olup bitenlere bakıyorum, gelişme yerine çelişmeler görüyorum. İlerleme beklerken, gerilemenin ortasında buluyorum kendimi.
Köy Enstitüleri kapatıldı, ilköğretim okulları ortadan kaldırıldı, Eğitim Enstitüleri'ne son verildi. Bugün ülkemizde öğretmen yetiştiren hiç bir kurum kalmamıştır. Sekiz yıllık zorunlu ve kesintisiz eğitime geçildiğinde arka bahçeleri zedelenen irticacı kesimler, "İmam-Hatip okullarını kapattılar" diye bangır bangır bağırmışlardı. Oysa bu okulların lise kısmı hala ayaktadır. Öğretmen yetiştiren okullar birer birer elden giderken kimsenin kılı kıpırdamamıştı. Sosyal demokrat geçinen çevrelerden ve siyasilerden bile hiç bir tepki sesi duymadık. Öğretmenlik, şimdilerde mezun olduğu fakülteden sonra iş bulamayanların ekmek kapısı olmuştur. Okula tayin edildikleri için "öğretmen" unvanı almış olanların, hiç güreşten anlamadığı halde üstüne yağ sürüp, altına da kispet giyerek pehlivanım diye çayıra çıkanlardan ne farkı vardır?
Hakimin, mühendisin, doktorun vekili olur mu? Olmaz. Ama bir uzmanlık işi olduğu halde Türkiye'de öğretmene, eğitimciye "vekil öğretmen" diye bir saçmalık yakıştırılmış ve yapıştırılmıştır.
Mühendisi, vekil öğretmen olarak köyün birine tayin etmişler. Birinci sınıfları okutuyormuş. Üç ay sonra müfettiş, denetlemeye gitmiş. Bakmış ki ortada hiç bir fiş yok. Vekil öğretmene dönüp, fişlerin nerede diye sormuş. Mühendis Bey gülmüş:
-İlahi Müfettiş Bey, köyümüzde elektrik yok ki, fişi ne yapacağız?
Üniversite sınavlarında en düşük puan alanları öğretmen yaparsanız, bu millete ve milletin geleceğine ihanet etmiş olursunuz. Bugünün küçükleri, yarının cüceleri olarak karşımıza çıkarlar. Aklı kıt, yeteneği küt insanları ne kadar Hizmetiçi Eğitim'e tabi tutarsanız tutun, bir adım ileriye götüremezsiniz. Ağacın dibine vaktinden önce kendiliğinden dökülen cılız ve hastalıklı meyveleri tekrar dalına bantla yapıştırırsanız gelişme sağlayabilir misiniz? Beyhude işlerle uğraşıp, kamuoyunu kandırmayın.
Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer, yerinde bir söz etti:
-Öğretmenler, bugüne kadar büyük fedakarlıklar yaptılar. Bundan sonra artık devlet fedakarlık yapmalıdır öğretmenlere!
Bu anlayışı, meclistekilerin kafalarına günde üç kez şırınga etsek, acaba davranışlarında bir değişiklik olur mu? Sanmıyoruz.
Büyük ideallerle dağ köylerinde görev yaparken şehit düşen öğretmenlerimizi minnetle anıyoruz, hayatta kalabilenlerin GÜNÜ'nü kutluyoruz.

Başa Dön

BORSA-EKONOMİ-Serdar Düzenli
Merhaba,
Bu haftadan itibaren bu köşede borsa, ekonomi ve para piyasalarında meydana gelen gelişmelere ve beklentilere yer vermeye çalışacağım. Borsada işlem gören şirketler hakkında sizlere bilgiler aktaracağım ve sizden gelen soruları cevaplayacağım.
Borsa Okulu adlı köşemizde ise borsa hakkındaki temel bilgileri ve hangi terimin ne anlama geldiğini sizlere açıklamaya çalışacağım.

Saygılar,

Borsada Geçen Hafta
Önceki hafta IMF'den gelecek olan 10 milyar $ 'lık ek kredi desteği ile % 12.79 prim yapan borsa bu hafta bir miktar kar satışları ile karşılaşarak yatay bir trende girdi.
Borsa beklentilerin satın alındığı, gerçeklerin ise satıldığı bir pazardır. Neticede IMF destek beklentileri ile hareketli seanslar yaşadığımız bir haftadan sonra bu yaşanan kar realizasyonu ile bir miktar gerileyen piyasa kısa vadeli olarak yatay bir trend içerisinde hareket edecektir.
Teknik analistlerin beklentisi endeksin 11.500 - 13.000 aralığında hareket etmesi yönünde.
Özellikle piyasaların en fazla merak ettiği unsur IMF'den gelecek ek kredinin ne zaman aktarılmaya başlanacağı ve geçen ay ertelenen 3 milyar dolarlık dilimin de bu 10 milyar dolarlık ek kredinin için de mi olduğu yönünde.

Borsa Okulu - Bölüm 1
Anonim şirket ne demektir?
Anonim şirket; bir unvan altında, iktisadi amaç ve konular için en az beş kişi ile kurulan, sermayesi belirli ve paylara bölünmüş, paydaşların koydukları sermaye kadar sorumluluğu üstlendiği, ortaklık sıfatı paya göre belirlenen, hak ehliyeti işletme konusu ile sınırlı, tüzel kişiliği haiz ticaret ortaklığıdır.

Halka açık anonim şirket ne demektir?
Sermaye Piyasası Kanunu'na göre hisse senetleri halka arz edilmiş olan veya ortak sayısının 100'ü aştığı belirlenip hisse senetleri halka arz edilmiş sayılan anonim şirketlere halka açık anonim şirket denir.

Sermaye Piyasası Kanunu'nda "Halka arz" nasıl tanımlanmaktadır ?
Sermaye Piyasası Kanunu'nda "halka arz", sermaye piyasası araçlarının satın alınması için her türlü yoldan halka çağrıda bulunulması; halkın bir anonim ortaklığa katılmaya veya kurucu olmaya davet edilmesi; hisse senetlerinin borsalar veya teşkilatlanmış diğer piyasalarda devamlı işlem görmesi; Sermaye Piyasası Kanunu'na göre halka açık anonim ortaklıkların sermaye artırımları dolayısıyla paylarının veya hisse senetlerinin satışı, halka açık ortaklıkların sermaye artırımları dolayısıyla paylarının veya hisse senetlerinin satışı olarak tanımlanmıştır.

Şirket Haberleri :
BOYASAN : Şirket bu hafta içerisinde % 800 bedelsiz sermaye artırımı gerçekleştirdi.
TÜMTEKS : Şirket bu hafta içerisinde % 400 bedelsiz sermaye artırımı gerçekleştirdi.
DERİMOD : Şirket ortaklarından Derimod Deri Konf. Paz. A.Ş. şirket hisselerinden 180.000.000.000 nominal değerli kısmını borsada satma kararı aldı.
EFES HOLDİNG : Şirketin daha evvel gerçekleştirmiş olduğu % 63 Bedelli Sermaye artırımına karşılık verilmiş olan geçici makbuzlar 20.11.2001 tarihinde hisse senedine dönüştürüldü.
SODA SANAYİ : Şirket % 22,562 Bedelsiz sermaye artırımına 28.11.2001 tarihinden itibaren başlayacak.
PİMAŞ : İstanbul Küçükçekmece' de bulunan fabrika binasını 512.540.000.000 TL bedel karşılığında Hey Tekstil Sanayi ve Tic. A.Ş.'ne sattı.
NET HOLDİNG : Şirket % 13 Bedelsiz sermaye artırımını 28.11.2001 tarihinden itibaren gerçekleştirecek.

Borsa Ve Para Piyasalarında Geçen Hafta
16.11.2001/23.11.2001/% DEĞİŞİM
BORSA-11.370/11.719 /3.06
DOLAR-1.515.000/1.505.000/-0.06
MARK-685.000/675.000/-0.14
ALTIN-91.500.000/95.000.000/3.80

Aşağıdaki Haberlerin de Okuyucuların İlgisini Çekebileceğini Düşünüyorum.
Oruç tutanlar dikkat...
İftara yaklaştıkça insanlarda sinirlilik had safhaya kadar ulaşıyor. İftardan 1-2 saat önce kan şekeri düştüğü için bazı önlemler alınmalı. Kan şekeri düşünce neler oluyor?
Asabiyet, baş ağrısı, konsantrasyon bozukluğu gibi bir takım belirtiler gerçekleşiyor.
Söz konusu saatlerde trafik kazaları da artıyor. Buna kan şekerinin düşmesi sonucu ruhsal yapıda ortaya çıkan belirtiler neden oluyor.
Ramazan' da kan şekerini mutlaka ölçtürmek gerektiğini belirten uzmanlar,kan şekerinde ciddi bir sorun yoksa, belirtiler bir hafta içinde düzelip her şey yoluna girecektir diyorlar.
Bu belirtilerin en az düzeyde yaşanması için, mutlaka sahura kalkılması ve şekerli gıdalar yenilmesi gerektiğini vurgulayarak, böylelikle kan şekerinin daha az düşeceğini kaydedildi.

Aycell 15 Aralık'ta faaliyete geçiyor.
GSM 1800 bandında, '505' erişim numarasıyla hizmet verecek Türkiye'deki 4 cep telefonu (GSM) operatöründen biri olan Aycell'in, 15 Aralık'ta ticari faaliyetlerine başlayacağı öğrenildi.
Turkcell, Telsim ve Aria'nın ardından Aycell'in cep telefonu hizmetlerine başlıyor. Teknik açılışı 22 Ağustos'ta gerçekleştirilen Aycell, 15 Aralık'ta Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Bursa, Antalya ve Muğla'da ticari açılış yaparak cep telefonu pazarına girecek. Aycell, ilk etapta 800 bin aboneye ulaşmayı hedefliyor. GSM 1800 bandında, '505' erişim numarasıyla hizmet verecek Aycell de Aria gibi, abonelerinden sabit ücret almayacak. Aycell, Türk Telekom ile yaptığı ana bayilik sözleşmesi kapsamında, öncelikle Ankara'da olmak üzere bütün Türk Telekom İl Müdürlüklerinde satışa başlıyor.

Telekom'dan konuşma ücretlerine yüzde 5 zam.
Türk Telekom, yurtiçi ve yurtdışı konuşma ücretlerine yüzde 5 oranında zam yaptı. Türk Telekomünikasyon A.Ş'den yapılan açıklamaya göre, Aralık 2001'den itibaren geçerli olmak üzere kontör ücreti, 45 bin 600 liradan 48 bin 100 liraya yükseltildi.

Başa Dön

DENGE-Av. Recai Yıldırım
Bir Seçilmiş Ve Bir Atanmış
Bir gazeteyi haftalık çıkarmak ve haftalık çıkan gazetede güncel konu ya da konuları yorumlayarak okurlarla paylaşmak, gündemin ve güncelin sıkça değiştiği ülkemizde oldukça zor.
Bu zorluğa karşın, genel ve süreklilik gösteren olumsuzluklar sürdükçe konu sıkıntısı çekmeden yazmayı sürdüreceğiz.
Geçtiğimiz hafta bir seçilmiş ve bir atanmış (bu ayrımı ben yapmıyorum. Son yıllarda burunlarından kıl aldırmayan sözüm onlara politikacılarımızın kendilerine göre yaptıkları ayrımdır) iki ayrı yerde konuştular.
SEÇİLMİŞ; bir dönem üyeliğini yaptığı Kurulun Başkanı ve Başkanın önderliğindeki ekonomik, siyasi görüşü eleştirdi. Eleştirinin de ötesinde,çok ciddi suçlamalar getirdi. Başkanı ve görüşlerini cağ dışı olarak niteledi. Daha da ileriye giderek "YALANCI" dedi. Konuşmacı, muhalefetteki siyasi partilerden birinin üyesi olsa, söylediği söz yakışık almasa da, iktidara karşı çıkma görevini yapıyor diyerek, belirli ölçülerde hoş göreceğiz. Ancak, iktidar ortaklığını sürdüren bir siyasi partinin yetkili organlarında görevli bir siyasetçi. Dediklerinde doğruluk payı yok mu? Var.
Nüfusunun yarsından çoğunun köylerde yaşadığı bir ülkede, hele hele sanayileşmeyi becerememiş tarım toplumu olan bir ülkede kalkınmanın KÖYLERDEN başlaması ya da başlatılması akılcı ve bilimsel bir yaklaşım. Ulusal gelirinizin büyük bir bölümü tarımdan ve tarıma dayalı sanayiden olmalı. Buraya kadar doğru. Ama Uluslararası kuruluşların yönlendirmeleriyle, bazı önemli yasaları onların istekleri doğrultusunda çıkarır da tütüne, pancara, buğdaya kota koyarsanız, kendi çiftçinize, kendi köylünüze "Ey Köylü yurttaş! Ekmeyeceksin! Dikmeyeceksin, Üretmeyeceksin!" derseniz, tarım toplumu olmanıza karşın kalkınmanızı köylerden başlatamazsınız.
Ekmeyen, dikmeyen, üretmeyen köylü ve bunlara bağlı üretim yapan bir kısım üretici yoksullaşır, sefalet içinde yaşarlar. Ulu önder ATATÜRK'ün "EFENDİ" dediği köylü bankaların, tefecilerin önünde kul, köle olur. Bu uygulamaları yapıp, birde "Kalkınmanın temeli köylümüzdür. Kalkınma köylerden başlayacak" derseniz, sözünüzle özünüzün çeliştiğini düşünürüz.
Bu yönleri ile SEÇİLMİŞİN dedikleri doğru. Kanımca,kullandığı kelime biraz incelik dışı. Hoş değil. "YALANCI"sözcüğü yerine daha uygun sözcükler kullanabilirdi.
İşin daha ilginç ve düşündürücü yanı Kurulun Başkanının söylenenleri "CİDDİYE ALMADIM" demesi. Aman TANRIM! İktidar ortağınızın bir üyesi, aynı çatı altında ülke yönettiğiniz siyasetçi, size "YALANCI" diyecek, siz "CİDDİYE" almayacaksınız.
NEDEN ?
"Ciddiye alırsam ortaklık bozulur. Biz de iktidardan ineriz" kaygısından mı?
Bu konuşmanın bir iki gün ardından ATANMIŞLARDAN biri, bir toplantıda 1982 Anayasasının olumsuzluklarından söz ederek, bu anayasanın yamalı bohça gibi değil, kökten değiştirilmesi gerektiğini, ancak bu parlamentonun bu değişikliği yapamayacağını söyledi.
Doğrudur. Kişisel kanım, parlamentodaki bu yapı ile 1982 anayasasının kaldırılarak yeniden çağdaş bir anayasa yazılması olası değil. (Ancak bu konuda umutsuz da değilim. Belki bizim siyasetçilerimiz hidayete ererler).
Çünkü;
Bir dönemin Başbakanının "Bu anayasa bize bol geliyor" dediği 1961 Anayasasına, tepki olarak yazılan 1982 anayasası, ülkeyi yönetmek savında olanların o dönemlerde isteyip de yapamadıkları,yazamadıkları bir anayasadır.
Bilgilerim beni yanıltmıyorsa, Anayasalar; yaşama, haberleşme, gezi, dilekçe verme, örgütlenme, sosyal güvenlik gibi TEMEL HAK ve ÖZGÜRLÜKLERİ GÜVENCE ALTINA alırlar. Çağdaş anayasalarda asıl olan Temel Hak ve Özgürlüklerin korunmasıdır. Ayrıksı(İstisnai) olansa,Temel Hak ve Özgürlüklerin Toplumun ortak çıkarları, güvenliği ve sağlığı gibi genel nedenlerden bu nedenler ortadan kalkana kadar sınırlandırılmasıdır. 1982 anayasasında ayrıksı (istisnai) durumlar esas, Temel Hak ve Özgürlükler ayrıksı hale getirilmiştir. Bunlar yetmiyormuş gibi 5 tane Paşaya neden yaptınız diye hiçbir zaman soru soramayacağız. Çünkü 1982 anayasası ile güvence altına alındılar.
Böyle bir anayasa ile 19 yılda geldiğimiz yeri gördük. Siyasetçilerden isteğimiz bir an önce bu çarpıklığı gidermeleri.
SEÇİLMİŞ DE, ATANMIŞ DA, ülkede olan bitenden yakınıyor.
Yakınma konusu olanları düzeltme göreviyle ANKARAYA gidenlerden hiç biri "Yahu bu insanlar ne diyor? Ne istiyorlar? Gelin şu işlerin hal yoluna bir bakalım" demiyor.
Bir birlerine karşı "SERT" ifadelerle, ben senden daha güçlüyüm demek istercesine, bizi de pek ilgilendirmeyen parti içi politikalara göre davranıyorlar.
Bu kötü gidişin durması için çözüm yok mu? Var.
Çözüm;
Hiçbir kişisel ve parti çıkarı gözetilmeden, Anayasa, Siyasi Partiler, Seçim Yasalarını olması gereken düzeye getirecek değişikliklerin yapılarak ülkeyi erken yada olağan süresindeki seçime götürmek. Adaletli bir seçim yöntemi ile ülkedeki tüm siyasi ve ekonomik görüşlerin T.B.M.M. çatısı altında kendilerini anlatma olanaklarının sağlanması gereklidir.
Ülkemizde konuşmaktan, kendini anlatmaktan korkmamamız gerekir.
Farklı siyasal görüşlerin aynı çatı altında toplanması DEMOKRASİNİN gereğidir de.
Bunlar yapılırsa inanıyorum ki, 19-20 yıldır Ulusça çektiğimiz sıkıntılar sona erecektir.
Sağlıkla kalın.

Başa Dön

YAKLAŞIM-Hidayet Aykan
Sevgili Öğretmenim,

İdeallerle dalgalanıp duruldun. Gün oldu sürüldün. Ama ne darıldın, ne de yoruldun. Oturup kalkmayı, okuyup yazmayı, resimler çizmeyi, problemler çözmeyi öğrettin. Cumhuriyeti, laikliği, Ata'yı anlattın, zihinlerimizi parlattın. Konuşmayı, çalışmayı, gelişmeyi, düşünmeyi kavrattın.
Umutların, mutlulukların tohumları sınıflarımızda yeşerdi. Sevginin tomurcukları senin kürsünde çiçek açtı. Loş dünyamıza aydınlık, boş bedenimize kişilik kattın. Bazen yarı tok, bazen de aç yattın. Gün geldi, köşe başlarında limon sattın. Geceleri çocukların rızkı için taksicilik yaptın. Ama hiç belli etmedin, öğrencilerinle yüz yüze gelince yüzünün kızardığından gayrı.
Dünyanın hiçbir ülkesinde limon satan, geceler boyu taksicilik yapan bir öğretmen yoktur bizdekinden başka.
Akşamüzerleri paydos zili çaldı, ders bitti ama senin için dert bitmedi. Yazılılar ve ödevler çantanda, kışta kıyamette yayan yapıldak evlerine dönen yoksul ve yetim yavruların çileleri kafanda okuldan ayrıldın. Cılız-sarı bir ışığın altında hem okudun, hem de yazdın. Sadece yarın için değil, çocukların yarınları için planlar yaptın. Gecenin geç vaktinde binbir sorunla yattın.
Yıllar yılı iki çeşit müfettiş gördün: Dolabın üstünde parmak atıp, sana uzatan TOZ MÜFETTİŞİ ve havasından yanına yaklaşılamayan POZ MÜFETTİŞİ.
Verdiğin emekleri ve içini balla doldurduğun petekleri teraziye koyan olmadı.
Cevdet Sunay, seni tabii senatörlüğe layık görmedi. Oturaklı (!) adam aradı. Belki de oturaklı derken, altında lazımlığı olan kişileri kastetmişti. Oysa sen ne oturaktın, ne de yatalak... Hep ayakta çalışıp didiniyordun.
Evren Paşa'da beğenmedi seni. Pakistan'dan ve Afganistan'dan İngilizce öğretmenleri ithal etti.
Zaman içinde öğretmen derneklerine girdin, çalışanlara omuz verdin, hak etmediğin cezaları gördün. "İşçiler Hak" diye yürüyüşlere katıldın. Çok geçmedi, meslekten atıldın. Çok çektin, mağdur oldun. İşçiler seni sollayıp geçti, sen yalnız kaldın. Fedakar dostları için bir saatlik işi durdurma eylemi yaparak "Öğretmenlerimize Hak" diye bir kerecik olsun seslerini çıkarma jestinde bile bulunmadılar.
Aylar, yıllar geçti. Çaresizliğin ve yoksulluğun derinliklerine SAPLANDIN. "Özlük Haklarımız" diye hak ararken, Ankara meydanlarında COPLANDIN.
Teli tele TUTUŞTURANLARI teknik eleman diye milyarlarla maaşladılar. Yeni nesil YETİŞTİRENLERİ hor görüp, birkaç milyonla tuşladılar.
Cumhuriyeti ayakta tuttun, onu yaşatacak nesiller ürettin. Ama hiçbir zaman Cumhuriyet Baloları'na davet edilmedin.
Çok çile çektin, mağdur oldun. Köylerde, mezralarda terör belasının ortasında silahsız-korumasız öldün. Oysa hanedanların yedi sülalesi, polis koruması altında yaşıyor. Torpilli yaşayanları teperim, senin gibi şerefiyle ölenleri başımın üstünde tutarım. Sevgili öğretmenim, ellerinden öperim.

Başa Dön

YAZDI-Recai Şahin
Unvanlı Öğretmenim

Geliri arttırılamayan öğretmenler, unvan verilerek motive edileceklermiş. Kariyer basamakları da, aday öğretmen, öğretmen, uzman öğretmen, başöğretmen olacakmış.
Ya biz, biz de emekli öğretmen. Haydi hayırlısı.
Günümüzü iki fıkrayla yürekten kutluyorum.
Öğretmen öğrencilerine tatil ödevi veriyordu:
-Yavrularım önümüzde Cumartesi, Pazar tatiliniz var. Bu tatilde herkes birer iyilik yapacak ve yaptığı iyiliği Pazartesi günü okula gelince anlatacak, diyor.
Öğrenciler ne gibi iyilikler yapabileceklerini soruyorlar. Öğretmenleri de:
-İyilikler saymakla bitmez, ama ben size birkaç tanesini sayayım. Aç ve fakir bir arkadaşınızı doyurmak bir iyiliktir. Fakir birisine yiyecek, giyecek olmak da bir iyiliktir. Araç, gerecini bir arkadaşıyla paylaşmak, otobüste yaşlılara yer vermek, yaşlı birini yolun bir tarafından karşı tarafına geçirivermek de bir iyiliktir.
Pazartesi günü ilk hayat bilgisi dersinde öğretmen:
-Haydi bakalım tatilde yaptığınız iyilikleri bir bir anlatın da neler yaptığınızı hep beraber öğrenelim, demiş.
İyilikler ön sıralardan anlatılmaya başlamış:
-Öğretmenim, ben arkadaşıma bir kazak aldım.
-Öğretmenim, ben de Ümmü'nün karnını doyurdum.
-Öğretmenim, ben de minibüsle giderken yaşlı bir dedeye oturduğum yeri verdim.
Öğretmenleri gururlanarak:
-Aferin yavrularım, böyle olacaksınız işte.
Sıra en son sıralarda oturan üç yaramaza gelmişti:
-Sen neler yaptın? Söyle bakalım Ali.
Ali bağrını gere gere cevap vermiş:
-Ben yaşlı bir teyzeyi yolun öte tarafına geçirdim, Hasan ve Mehmet'de bana yardım ettiler öğretmenim.
-İyi ya Ali sen bu teyzeyi yalnız başına geçirebilirdin yolun öte yakasına, neden öyle üç kişi birden uğraştınız?
Ali başını yere eğince Mehmet cevap vermiş:
-Ama öğretmenim yaşlı teyze yolun öte yakasına geçmek istemiyordu ki. Biz sürüye sürüye üçümüz zorla geçirdik demiş.
Demek iyiliğin böylesi de var.

Genç bayan öğretmen okula yeni atanmıştı. İlk günlerden itibaren öğrenciler üstünde sıkı bir otorite kurmak istiyordu. Bir gün sınıfta ders anlatırken Alpay söz istedi:
-Öğretmenim diziniz görünüyor, dedi.
Bunu duyan öğretmeni:
-Siz benim şurama, burama mı bakıyorsunuz? Diye kızarak Alpay'a iki gün okuldan uzaklaştırma cezası verdi. Biraz sonra Baki söz istedi:
-Öğretmenim kusura bakmayın ama, sandalyeye oturduğunuzda bacaklarınız görünüyor.
Genç öğretmen hiç tereddüt etmeden Baki'ye de bir hafta okuldan uzaklaştırma cezası verdi.
Öğretmen ders anlatırken tebeşirini yere düşürdü ve eğilip aldı. Bu sefer Sadi söz istedi; yakasını ilikleyerek, çantası da elinde:
-İyi günler öğretmenim, Allaısmarladık, elveda arkadaşlar. Öğretmen hayretle:
-Ne oluyor Sadi nereye gidiyorsun böyle?
Sadi üzgün, kekeleyerek yanıt verdi:
-Demin siz tebeşiri yerden alırken baktım da sizin ceza sisteminize göre benim cezamın okuldan kovulmak olacağını tahmin ettim öğretmenim, hoşçakalın öğretmenim, dedi.
Kendi günümüzü kendimiz kutladık gene.
Bilmem motive oldunuz mu?
Ellerinizden öperim.

Başa Dön


TARİHİN SÜZGECİNDEN-Av. Ömer Karayumak

Sikkeler Ya Da Eski Paralar
Numismatique biliminin temel öğesi hiç şüphesiz eski paralar ya da bilinen adıyla SİKKE'lerdir. Yaşlı dünyamızın değişik mekanlarında yer tutmuş bulunan ve zamanı gelince de yerini başka medeniyetlere terketmiş olan bütün İmparatorluklar, Krallıklar, Hanlıklar, Sultanlıklar, Padişahlıklar, Beylikler ve bütün devletlerin hükümran oldukları bölgelerde ilk yaptıkları şey; kendilerine ait bir para bastırmak ya da sikke kestirmek olmuştur.
Devlet olmanın ya da hükümranlığını ilan etmenin bir sembolü olmuştur sikke kesmek. Üzerinde kralların, imparatorların, padişahların, sultanların resmi bulunan ya da bunları temsil eden hayvan, kuş, yılan, aslan gibi motifler bulunan bu paralar o devletin egemenliğinin simgesidir. Geçen yazımızda da belirttiğimiz gibi ilk paranın ne zaman basıldığı kesin olarak bilinmese de M.Ö.VIII. yy da Lidya'lılar tarafından kullanıldığını arkeolojik kazılardan anlıyoruz.
Akdeniz medeniyetlerinin en önemlisi olan LİKYA ve Likya medeniyetinin en önemli şehirlerinden olan TELMESSOS veya Likçe diliyle (Talabahi) de paranın ne zaman kullanılmaya başladığı hakkında değişik görüşler vardır.
İlk kez Xsanthos da yapılan kazılarda bir takım Likya sikkelerinin çıkartıldığı, ne yazık ki bu sikkelerin bugün asıl ana yurdunda değil, British Museum'da sergilendiği bilinen çok acı bir gerçektir.
Geçen haftaki sayımızda bu konuda yazdığımız makaleyi okuyan değerli Arkeolog meslektaşım Sn. Pınar Kafaoğlu (Döğerli) bu konuya daha bir açıklık getiren şu mektubu göndermişler:
"Sayın Ömer Karayumak,
21.11.2001 tarihli gazetedeki yazınızı zevkle okudum. Bu konuya ilişkin kısa bir bilgiyi hatırlatmayı arzu ediyorum. Uğur Mumcu Parkı'nda 19 Mayıs 1998 yılında Fethiye'nin tarihi kültürünü simgeleyen post-modern bir anıt açılmıştır. Bu anıtta Fethiye'de basıldığı bilinen en eski sikke konu olarak seçilmiştir.
Günümüzden 2400 yıl önce Fethiye küçük bir liman şehri olmasına karşın kendi adına para bastırabilen bir merkezdir. Bu da şehrin önemini ortaya çıkarmaktadır. Geometrik ve soyut biçimde elektrostatik boyalı bu anıtta M.Ö 410-400 yıllarına ait bu sikkenin üzerinde Likya harfleri ile Telmessos'un Likya dönemine ait adı Talabahi yazılmıştır. Ön yüzde miğferli Atina sağ profilden betimlenmiştir. Arka yüzde Herakles başı yine sağa bakar biçimde başında Nemea aslanı ile yer alır. Bugün British Museum da yer alan bu sikkenin Fethiye Müzesinde bulunmadığını biliyoruz. Saygılarımla."
Değerli okuyucum Pınar Kafaoğlu Hanımefendi'ye teşekkür ediyorum. Dileğimiz Fethiyeli aydınların kendi sanatına, kendi kültürüne, kendi tarihine, kendi folklorüne sahip çıkmasıdır.
Uğur Mumcu parkındaki gerçekten post-modern tarzda yapılmış eserleri teker teker inceledim.
Artemis'in simgesi olan kuş figürünü, Ana Tanrıça Kybele'yi ve Likya sembolünün önünde oturan liseli öğrencilere sordum. Bunlar nedir diye? Ne yazık ki öğrencilerin sanatla, tarihle, kültürel değerlerle uğraşacak zamanları olmamalı ki hiç birisinden olumlu bir yanıt alamadım. Hepsinin yanıtı aynıydı: Bilmiyoruz.
Yeri gelmişken bir konuya daha temas etmeden geçemeyeceğim. Yığınla para ödenerek yaptırılan bu sanat eserleri ne yazık ki bakımsızlıktan perişan halde. Ya plaketleri sökülmüş, ya da kırılan parçaları siyah çimentoyla acemice sıvanmış bir durumda. Eserleri tanıtan kimlik plaketler okunamaz durumda. Hiç kimsenin ilgilenmeyeceğini bile bile gene de hatırlatayım dedim.
Bu arada Fethiye Lions Klübü'ndeki dostlara da sesleniyorum. Lütfen eserinize sahip çıkınız.

Başa Dön

ARAŞTIRMA-Ünal Şöhret Dirlik
Fethiye İsmi Nereden Geliyor?

1914 yılında Meğri Belediye Encümeni'nde "Meğri" ismi yerine FETHİYE ismi verilmesi teklifi verilmiştir. Gerekçe olarak "ÇÖLDE ŞEHİT DÜŞEN İLK TÜRK Teyyarecisi olan Fethi Bey'in adını ölümsüzleştirmek" gösteriliyordu. Bu teklif hemen kabul edilmiştir. Kabul edildiği günden itibaren de kullanılmaya başlanmıştır. Araya I. Cihan Harbi ve ardından İstiklal Harbi girince tasdik edilmesi tam yirmi yıl sonra gerçekleşebilmiştir. 1934 yılında Muğla İli Daimi Encümeni'nce de görüşülen bu konu tasdik edilmiş ve Ankara'ya Bakanlar Kurulu'na gönderilmiştir. Bakanlar Kurulu'nda görüşülen bu karar tasdik edilince, aslında Türkçe olmayan ve uzak diyar anlamına gelen MAKRİ'den bozulmuş olan Meğri ismi tarihe karışmıştır.
Bugünkü Fethiye şehrinin bulunduğu yerde Likyalıların ünlü TELMESSUS şehri kurulmuştu. Beşbin yıllık bir tarihi olan Likyalıların limanı görevini de yapan Telmessus, İskender'in istilasında bile yakılıp, yıkılmamıştır. Bazı tarihçilere göre Telmessus, aydınlık ülke manasına gelmektedir. Telmessus çevresindeki diğer Likya şehirlerinin bazıları şunlardır: Cadianda (Üzümlü), Tlos (Döğer), Araksa (Ören), Letoon (Kumluova), Sdyma (Dodurga), Pınara (Minare), Xantos (Kınık) ve Patara (Ovagelemiş).
İlk kayıtlar göre TELEBEHİ olan Telmessus'un adının her ikisinin de anlamı ışıklı, aydınlık ülke anlamındadır.
Telmessus ismi Likyalılar Roma İmparatorluğu'nun emrine geçinceye kadar kullanılmıştır. Onlar bu ismin yerine uzak diyar, uzak ülke anlamına gelen MAKRİ ismini vermişlerdir.
M.S. 800 yıllarında Bizans İmparatoru Anastasia'dır. Makri'de Bizans'a bağlıdır. Anastasia'nın onuruna Makri adı yerine ANASTİAPOLİS olarak değiştirilmişse de bu isim tutmamış, yine MAKRİ ismi kullanılmaya başlanmıştır.
1282 yılında Menteşe Beyliği'nin kurucularından Menteşe Bey MAKRİ'yi Bizanslılardan almıştır. Bu fetih sırasında şehit olmuştur. Bu tarihten itibaren çevrede Türkler çoğalmış ve yerleşik düzene geçenler yanında 30'a yakın köy de yazın yaylada, kışın da sahilde olmak üzere geniş bir lana dağılmışlardır. Yalnız bütün köylerde hiçbir zaman MAKRİ veya MEĞRİ denmemiştir. Halen de bu şehre İSKELE denmektedir. Bunun sebebi de Fethiye İskelesi'nin Dünya ile tek bağlantısı olmasıdır. Fethiyeli askere iskeleden bindiği gemi ile gitmiştir. Yükünü gemilerle getirtmiştir. Ürettiklerini de gemi ile göndermiştir. Rodos vilayetimiz olduğu zamanlarda da vilayetteki işlerini çözmek için iskeleden yaralanmıştır.
Şimdilerde yanlış olarak Şövalye Adası dedikleri Eski Meğri Adası ile ünlü Fethiye ovasının adı da Meğri Ovası'dır. Meğri Ovası'nın ünü uzak yerlere bile yayılmıştır. Ünlü yazar Cahit Beğenç "Buna derler Meğri Ovası'nın karpuzu, neyleycen karı-buzu" diyerek methetmiştir. Evliya Çelebi de "Mağri Ovası'nın ve İç Anadolu'nun ürünleri Meğri (Makri) iskelesinden Rodos'a sevk edilirdi" diye yazıyor.
MAKRİ (Meğri) adı 1914 yılına kadar kullanıldı. Osmanlı yazılı belgelerinde Meğri olarak geçmektedir. 1914 yılında Teberiye yakınlarında şehit düşen ilk Türk Teyyarecilerinden Fethi Bey'in adının yaşatılması amacıyla, Meğri Belediye Meclisi kararı ile Meğri adının yerine FETHİYE ismi kabul edildi.
Bu karar alındığı zaman Musaoğlu Mehmet Cen Meğri Belediye Başkanıdır. Bu görevini 1912-1927 yılları arasında 19 yıl sürdürmüştür.
Rahmetli kooperatifçi Hayri Kayaman: "Mehmet Cen'in dedesinin Meğri'ye İstanköy Adası'ndan geldiğini" belirterek, "1914 yılında Mehmet Cen'in İstanbul'dan bir bayan misafiri gelmiştir. Bu bayan İstanköy Adası'ndan İstanbul'a oğlu Fethi'yi okutmak için giden akrabaları veya çok yakın komşularıdır". Belediye Başkanı Mehmet Cen'in Fethi Bey 'in isminin Meğri'ye verilmesi önerisini getirmesi bu sebebe dayanır. Zira o devirde hiçbir iletişim aracı yoktur. Fethi Bey'in çölde şehit düştüğü yayılsa yayılsa kulaktan kulağa yayılacak. Fethi Beyin şehit düşmesi çok önemli amma, hemen birinci yıl içinde Meğri'nin ismini değiştirecek kadar etkili olması yukarıdaki sebebe dayanır.
Rahmetli Hayri Kayaman, çok okuyan, kültürlü bir hemşehrimizdi. Yukarıdaki akla yakın bilgileri uzun uzun anlatırdı.
Bazı hemşehrilerimiz "neden 1914'de kara alınmış da, 1934 yılına kadar beklenmiş, neden Fethiye ismi 1914'den itibaren kullanılmış, neden aradan yirmi yıl var?" diye düşünür. 1914 ile 1922 arasında iki büyük savaştan çıkmışız. Kim tasdik edecek. Ayrıca 1914'den itibaren hemen Fethiye ismi kullanılmaya başlamıştır. Demek ki "tasdik arkadan gelsin" denmiştir.
1934 yılında Muğla İli Daimi Encümeni, 1914'de Meğri Belediye Meclisi'nin aldığı kararı onaylayıp, Bakanlar Kurulu'na gönderir ve ordan da onay çıkar. 20 yıl gecikmeli isim değişikliği kesinleşir 1934'de.
1950'li yıllarda, depreme kadar, eski Belediye binasına doğru giden yolun, şimdiki PTT binası ile Hükümet bahçesi arasında bir yerde dikilmiş bir Fethi Bey büstü vardı. Ön kısmında zincir bulunan bu büstü heykeltraş Rami Uluer yapmıştır. Kaidesinde Şair Behçet Kemal Çağlar'ın "Aslan uçtu diye söylenir methi / Bu toprakların çocuğu Fethi" şiirindeki iki beyit kazılı idi.
O eski büst daha güzeldi, ya onun ya da daha büyük tunç bir büstün parka dikilmesi uygundur. Daha iyisi onun kullandığı uçağın belli bir oranda küçültülmüş modelinin aynı altın kanatları yapan kuruluşlara yaptırılarak en uygun bir yerde monte edilmesi iyi olur diye düşünüyorum.

Başa Dön

TARIM-Em. Tarım Tek. Atila Büyükpapuşçu
Kiraz ve Vişne Yetiştiriciliği
Kiraz ve vişne meyveleri mineral madde açısından oldukça zengindir. Vişne özellikle meyve suyu randımanının yüksek olması nedeniyle meyve suyu olarak işlemeye uygundur.
Ülkemizde yetiştirilen kiraz çeşitlerinden belli başlıları şunlardır. Edirne, Turfanda, Early Burlat, Vista, 2C-27-19, Van, Bing, Napoleon, çeşitleri çok yaygındır. Kiraz ağaçları genellikle 20-25 metre boylanabilmektedir. Taçlanması piramide benzer.
Kiraz iyi derne edilmiş, derin havalanabilen ve yaz aylarında düzenli olarak sulanabilen topraklar uygundur. Yıllık yağış ortalaması 600 mm.nin üzerinde olan yerlerde sulama ihtiyacı göstermeden yetiştirilebilir. Şayet yağışın düşük olduğu zamanlarda yılda ortalama en az 2-3 def sulama yapılmalıdır.
Dikimde dikkat edilmesi gereken hususlara gelince;
-Kirazlarda genellikle kendi kendine döllenme olmamaktadır. Bunu için tek çeşitten bahçe tesisi yapılmamalıdır.
-Ele alınan çeşitlerin bir birlerini dölleyebildiklerinden emin olunmalıdır.
-Bir biriyle uyuşan çeşitlerin çiçeklenmeleri aynı devreye gelmelidir.
-Bahçede tozlaşmayı sağlayacak sayıda arı olmalıdır.
-Alınan fidanların çok yaşlı ve boylu olması uygun değildir,
-Kök ve taç oluşumu kuvvetli olan fidanlarla yaralı ve hastalıklı fidanlar dikilmemelidir.
-Mutlaka fidan üretimi yetiştiricilik belgesi olan kurum ve kişilerden fidan alınmalıdır.
-Dikimde mutlaka aşı noktaları toprak yüzeyinde kalmalıdır. Çünkü aşı noktalarından bitkiye hastalık ve haşerelerin bulaşması çok daha kolaydır.
-Kiraz yetiştiriciliği yapılacak yerlerde 7 derce sıcaklığın 1100-1300 saat olduğu yörelerde yetiştirilmesi gerekmektedir.Ağaçların çiçekleri -2 dereceye kadar, ağaçlar ise - 40 dereceye kadar dayanabilmektedir.
-Genel olarak 8 x 8 metre aralıkla dikilmelidir. Yabani çeşitler üzerine aşılı fidanlar ise genellikle 6 x 6 metre mesafelerde dikimi yapılmalıdır.
-Kiraz ve vişne bahçelerinde ilk yıllarda dekara 2-3 ton çiftlik gübresi verilmelidir.
-Kimyevi güreler ise yapılacak toprak ve yaprak analizleri sonucu tavsiye edilen miktar ve dozda verilmelidir.
-Kirazlarda piramit veya değişik doruk dallı sistem, vişnelerde ise değişik doruk dallı sistemle budama yapılmalıdır.
Yukarıda açıklaması yapılan hususlara dikkat edilmeli ayrıca yayımcı ve araştırma kuruluşları ile iş birliği içinde bulunmak siz üreticilerin menfaatine olacaktır.
Sağlıklı ve bol kazançlı yaşam dileği ile.

Başa Dön

VERGİ DÜNYASI-S. Muhasebeci Erden Özkan
Devlet-Vergi ve Biz
Devlet hizmetleri için yapılacak harcamaların seviyesini belirleyen, gelir kaynaklarının sağlanmasında yol ve araçları gösteren, bu harcamalara ve gelirlere yön veren mali politikalardır. Mali politikaların ekonomik yapıdaki etkilerini inceleyen "maliye ilmi" Avrupa ve Amerika gibi çağdaş ülkelerde hukuk yönünde fevkalade önem kazanmıştır. Maliye ilminin kazanmış olduğu bu önem "Vergi Hukuku" olarak,yeni bir disiplinin doğmasını ve hızla gelişmesini sağlamıştır.
Devlet gelirlerinin başında yer alan ve toplumun refahı için ekonomiyi canlandırma ve kalkındırma alanında en büyük rolü oynayan kamu giderlerini karşılayan vergi, bugünlerde daha fazla üzerinde durulan fevkalade önemli bir konu olarak karşımızda durmaktadır.
Toplumların idaresinde yalnız tek taraflı etkenler yoktur. Herhangi bir devlet masrafında sadece ekonomik-finansal değil, idari, sosyal, bir çok nedenler olabilir. İdari personel,mekanizmanın nasıl işlediğini, toplumun örf ve adetlerini, inançlarını iyi bilmelidirler ki yaptıkları işlerde başarılı olabilsinler.
Tüm bu anlatılanlardan çıkartılması gereken sonuç, adil olmak, hukuk içersinde kalarak vergi toplamak sosyal dengeleri sağlamak, toplumun rahat, huzurlu bir şekilde yaşam sürmesini temin etmektir. Bu Devletin asli ve Anayasal görevlerindendir.
Buradan hareketle, Ülkemizde belirli zamanlarda belirli üniversiteler veya Kamuoyu araştırmacılarının yapmış oldukları anketlerde çıkan sonuçlar neden idarecilerde yol gösterici veriler olarak algılanmaz?
Neden siyasi otoriteler bu konuda gerçekçi adımları atmazlar? Acaba Amerika'yı yeniden mi keşfetmemiz lazım? Doğrusu anlamakta güçlük çekmekteyim. Ülkemizde acaba tutulan Ö..z mü dövüyor çatmayı?
Artık vergide adil davranmamız gerekiyor ise her şeyi ve her kesimi vergilendirmemiz gerekmekte. Her şeyi ve her kesimi kayıt dışından kayıt içersine almalıyız ve VERGİ ORANLARI'nı düşürmeli ve çeşitliliğini azaltmalıyız. Ki Devletimiz doğru, düzgün ve yeter derecede vergi toplayabilsin. Altın yumurtlayan tavuk kesilmez.
Gazi Üniversitesi İİBF araştırma görevlilerinden "Mine Bozdoğan" Hanımefendi ile "H.Lütfi Ejder" Beyefendilerin yapmış olduğu anket sonuçları da bu tezimizi doğrulamaktadır. Sayın "Osman Altuğ" hocamın kulakları çınlasın.


Başa Dön

TANSİYON-Uz. Dr. Mustafa Ulusoy
Çağımız bilgi ve bilgilenme çağı, artık dünyada olup bitenleri kimse insanlardan gizleyemiyor. Dünyanın bir ucunda olan bir olay anında dünyanın öbür ucundan duyuluyor. Televizyonlar ve televizyon haberciliği olaylardan bizi anında haberdar ediyor. Hele bilgisayarı olanlar ve İnternet denilen uluslar arası bilgi ağına bağlanan insanlar için bilgiye ulaşmak çok kolay. Bu bilgi çağında bile hala bilgilenmemizden korkanların oluşu insanı gelecek açısından ürkütüyor
Son günlerde yeni bir gündem yaratıldı. Ezan Türkçe okunsun mu? diye. Bir TV programında izledim çok hararetli tartışıyorlardı din ulemaları.
Kimi zinhar ezan Türkçe okunmaz diye tutturdu, kimisi de bal gibi okunur diye. Türkçe okunmaz diyenin savı anlamının bozulacağı üzerine idi. Ben Arapça bilmem. Ama ezan Müslümanlara namaz vaktinin geldiğini ilan eden ve namaz kılmak için insanları camiye davet eden bu fırsatla da tanrının tek olduğunu ondan başka tapılacak olmadığını ilan eden bir çağrıdır diye de bilirim. Bu çağrı; anladığım kadarıyla tanrıya bir yakarı değil, kullaradır. Onun için de bana göre kulların anlayacağı bir dilde olmalıdır. Tanrının kulları bu çağrıyı anlayıp ibadetlerini yapmalıdırlar. Bildiğim kadarıyla da bu ülkede yıllarca Türkçe ezan okundu. Bu ulemalar (!) o zaman sanırım Atatürk korkusuyla seslerini çıkarmadılar.
Şimdi Atatürk yok, O'nun yerini dolduracak politikacı da yok meydan boş.
Bu karanlıklardan medet umanlar ezanın Türkçe okunmasından çekinmezler aslında. Onların çekindiği bizim bilgilenmemizdir, aydınlanmamızdır. Çünkü biz din konusunda bilgilenirsek, bize yıllarca yutturduklarının gerçek Müslümanlık olmadığını öğreneceğiz,artık bizi "yazar yerinde böyle yazıyor "diye başladıkları palavraları atıp uyutamayacaklar, kandıramayacaklar esas korkuları budur. Bu zihniyet değil midir yabancı TV kanallarının yayınlarının yasaklanması için mitingler yapanlar? O TV'lerde kadınlar çıplak görünüyor diye ahlak bekçisi kesilip çocuklarımızın ahlakının bozulduğunu savunanlar istemedikleri programlarda TV'lerinin düğmelerini kapatmak yerine tüm yayınları durdurmak isterlerken asıl amaçları dünyada olup bitenlerden bilgilenmemizi engellemektir. Çünkü bilgili adamı kandırmak zordur. Bunlardır 8 yıllık temel eğitime karşı çıkanlar, sebepte daha fazla bilgilenmemizi istememeleridir .
Bu; karanlıktan medet uman yarasalar, toplumun doğal gelişmesini önleyemeyecekler, aksine aydınlık ve bilgi onları özlemini duydukları ortaçağın karanlık dehlizlerinde boğacaktır.

Başa Dön

HOŞ SEDA
Yavuz Şap
1961'de Bursa'da doğdu. 4 yaşında geçirdiği çocuk felci nedeniyle bacaklarını kullanamaz oldu. Vücudunu kuvvetlendirmek amacıyla 15 yaşında vücut geliştirme sporuna başladı. 1984'de Frankfurt Maratonu'nu kazanan Mehmet Terzi'yi televizyonda seyrederken, koltuk değnekleriyle maraton koşmaya karar verdi. 1985'de Osman Atakan Tekin'e mektup yazıp, maraton koşma isteğini bildirdi ve İstanbul'da kendisiyle tanıştı. İlk defa, 1985 yılında İstanbul Avrasya Maratonu'nda koltuk değnekleriyle 10 Km koştu. 1989 yılı sonuna kadar Türkiye dahilindeki çeşitli yarışlara katıldı. 986'da İsviçre Konsolosluğu aracılığıyla İsviçre'de Spor Eğitim Kurslarına katıldı. 1990'da AIMS Kongre Üyesi olan O. Atakan Tekin'in desteğiyle Dünyaya açıldı ve ilk yurtdışı yarışı olan Viyana Maratonu'na katıldı. 1994'den itibaren antrenörü o. Atakan Tekin'le maratonda birlikte koşmaya başladı. Bu uygulama maraton performansını arttırdı. Şimdiye kadar 5 kıtada, 84 ülkede 1446 Km koştu. 1991 ve 1994'de Bursa'da Yılın Sporcusu seçildi. 1995'de Türkiye'de Fair Play Ödülünü aldı.

Şap ve Tekin amaçlarını; "Fiziksel engelin, her şeyin sonu demek olmadığını spor aracılığıyla tüm insanlara göstermek ve Türk Bayrağı'nı Dünyanın pek çok ülkesinde dalgalandırmak" şeklinde açıklıyorlar. Dünyadaki sağlam ve fiziksel engelli insanlara mesajlar vererek, Spor ve Barış Elçiliği görevlerini çok ciddi uyguluyor ve Türkiye'nin tanıtımında önemli rol aldıklarına inanıyorlar.

Beş Kıtada 1446 Km
Şap ve Tekin, Türkiye'yi Dünyada ki uluslararası maratonlarda temsil ettiler ve her yerde olağanüstü ilgi görerek, 5 Kıta (Avrupa, Avustralya, Amerika, Asya, Afrika) ve 19 ülkede (Türkiye, Avusturya, Avustralya, ABD, İsviçre, Hollanda, Endonezya, Vietnam, Güney Afrika, Japonya, Arjantin, Kamboçya, Porto Riko, Bulgaristan, Moğolistan, Hong Kong, Kanada) 84 yarışa katıldılar, toplam 1446 Km. koştular.

En İyi Dereceleri
New York City Marathonu 42 Km 195 m 7.53.09
Vietnam-Saigon Yarı Maratonu 21 Km 097,5 m 3.35.02
Cambodia-Angkor Wat 10 Km 1.37.20

Başa Dön

DİYALOG-Ufuk Emek
Bence, sokaktaki insandan, parlamentoya kadar, en büyük sorunumuz iletişim. Nasıl iletişim kuracağımızı, bunu başarabilsek bile, nasıl devam ettireceğimizi bilmiyoruz. Bu hafta insanlarla ilişkilerimizi kolaylaştıran birtakım davranışlardan söz etmek istiyorum. Umarım bunlar çevrenizdeki ve yeni tanışacağınız insanlarla ilişkilerinizde iyi bir rehber olur.
İnsanlarla olan ilişkilerimizde, onlara karşı olan tutum ve davranışlarımız, kuracağımız ilişkinin niteliğini ve geleceğini belirler.
Ellerin kenetlenmesi, kolların kavuşturulması, bacak bacak üstüne atma ve geriye doğru yaslanarak oturulması ilişkiyi olumsuz yönde etkilerken, elleri açarak öne doğru eğimli oturmak ilişkiye açık bir insan olduğunuz izlenimini verir.
Karşınızdaki insanla konuşurken, yüzüne bakın ve gözlerinizi kaçırmadan konuşun. Göz teması ilişkiyi olumlu etkiler.
Konuştuğumuz kişinin adını öğrenmek yerine, sürekli olarak "beyefendi", "hanımefendi, pardon adınız neydi?" gibi kelimeleri kullanmak, ilişkiyi olumsuz etkiler. Karşınızdaki kişiye adıyla hitap etmek ona verdiğiniz önemi gösterir. Unutmayın ki, bir insanın dünyadaki bütün kelimeler arasında en çok sevdiği kendi adıdır.
İlişkide olduğumuz insanlarla karşı karşıya oturmak, ister istemez bir rekabet ortamı yaratır. Satranç, iskambil, tavla gibi oyunlarda insanlar karşı karşıya otururlar ve hepsinin sonucunda bir yenen ve yenilen vardır. Bu nedenle, ilişki kuracağınız insanlarla 90 derecelik bir açıyla, hatta yan yana oturmak ilişkiyi olumlu etkiler.
İnsanların en önemli ihtiyaçlarından biri de anlaşılmaktır. Onları dinlerken sessiz ve tepkisiz kalmak anlaşılmadığı duygusunu yaratırken, "evet, anlıyorum", "ya demek öyle" gibi yapmacık tonda olmayan, onu, dinlediğimizi ve anladığımızı belirten kelimeler ilişkiyi olumlu etkiler.

ÇİN ATASÖZLERİ
* Arkadaşlarının sana verdikleri üzüntüleri kalbinde sakla. Onlarla yine karşı karşıya gelebilirsin.
* Eğer bir arkadaşla içiyorsan, bin bardak azdır; eğer biriyle kavga ediyorsan, yarım cümle fazladır.
* Bir ayna olmadan kadın, yüzündeki pudranın düzgün olup olmadığını anlayamaz; gerçek bir dost olmadan da anlayışlı bir kişi, kendi hatalarını göremez.

YAŞAMAK KİŞİYE ÖZGÜ BİR SANATTIR
Yaşamak, sadece nefes alıp vermek değildir. Yaşamak, tüm organlarımızı, tüm yeteneklerimizi, bize var olduğumuz duygusu veren her şeyimizi kullanmaktır. En çok yaşayan kişi, en çok yıl yaşamış olan değil, yaşamı en çok duyabilmiş ve ondan en çok yararlanabilmiş olan kişidir.

Sevgi ve Saygılarımla.

Başa Dön

TURİZM-Dilek Dinçer
Saklıkent'in Dünü, Bugünü
Geçtiğimiz hafta çok hoş bir konuğum vardı. Kendisi aramıza yeni katılan biri. Fethiye'de yaşamayı seçmiş, Kaya Köyü'ne yerleşmiş, bilgisi ve birikimi ile çevresine ışık saçan emekli bir hanım. Çok kısa bir süredir tanıdığım halde dostluğundan çok keyif aldım. Beyaz Kalem'in üç-dört sayısını okumuş. Yapıcı eleştirileri ve önerileri beni çok mutlu etti. Kaya Köyü ve ilçemiz için varlığını bir şans, bir kazanç olarak görüyor, tekrar aramıza hoş geldiniz diyorum.
Bu yazıda Saklıkent'ten söz etmek istiyorum. Umarım içimizde Saklıkent'i görmeyen yoktur. Her yıl Muğla Valiliği tarafından hazırlanan istatistiklerde de kanyon, il içinde en çok ziyaret edilen yerlerin başında geliyor.
Finike'de görevde bulunduğum sırada, ilçeyi tanıtım amacı ile hazırlanan kitapta, o yörede bilinen ve çok sevilen erenlerden Abdal Musa ile ilgili bir söylencede Saklıkent'den söz edildiğini okumuştum. Suyun kaynağı ile ilgili erene dayandırılan çok hoş bir öykü var, dilden dile, nesilden nesile anlatılarak, günümüze kadar gelen... Buradan anlaşılıyor ki; vadinin varlığı yüzyıllardır biliniyor. Ancak turizme kazandırılış öyküsü 1986 yılında başlıyor. Ekrem ve Halil UÇAR kardeşlerin, alabalık üretimi için girişimlerde bulundukları sırada, zorunlu olarak kurdukları servis köprüsü, Saklıkent'i giz olmaktan kurtarıp, kapılarını gezginlere açtı. İnsanlardaki yeni yerler görme ve güzellikleri keşfetme tutkusu, kanyonu bir anda yoğun ilgi odağı haline getirdi. Binlerce yıldır, dağlardan gelen akarsuların kayaları aşındırması sonucu bugünkü şeklini alan, 300 metre derinliğinde, 18 km. uzunluğundaki kanyonda, ziyaretçilerin doğal gereksinimlerini karşılayacak şekilde basitçe düzenlenen ahşap dinlenme platformları, salaş bir büfe, küçük bir WC ile turizme hizmet vermeye başladı. İki yıl içinde çevredeki tüm seyahat acentalarının tur programlarına alındı. Atlas gibi, Gezi gibi entelektüel okuyucu kitlesine sahip olan, seçkin dergilerin ilgi alanına girdi. Bu arada Aklar Köyü sınırları içinde kalan Gizli Cennet de turizme açılınca, yörenin sosyo-ekonomik yapısı da buna bağlı olarak değişiverdi.
Bu hızlı işleyen süreçte bana göre iki önemli konu gözardı edildi. Birincisi ve en önemlisi, tarımdan geçimini sağlayan insanlar, hiçbir eğitim almadan, turizm bilinci aşılanmadan kendilerini turizmin içinde buldular. Yol boyunca adım başı gördüğünüz, çoğu derme çatma işletmeler ve insanların bunaltan ısrarları, hem görsel açıdan, hem de psikolojik olarak rahatsız edici boyutta. Tek olumlu yanı sımsıcak içtenliği, konukseverliği ve sundukları ürünün lezzeti.
İkinci konu ise altyapı eksikliğiydi. Yıllarca kanyona ulaşımı sağlayan yol ihmal edildi. Hem kanyona girişi sağlayan hem de dışarıda yol üstündeki köprü, insanlara korkulu anlar yaşattı. Hatırlarsanız üzücü kazalar yaşandı. Tabi bu arada Devletin çok ilgisiz kaldığını söylemeliyiz. Bundan beş-altı yıl önce, Ankara'dan, farklı bakanlıklardan görevlendirilmiş, kalabalık bir teknik heyet, yerinde incelemelerde bulunup, ortak bir proje hazırlamak için ilçemize geldiler. Doğal sit kapsamı içinde kaldığından Müze Müdür, turizmi doğrudan ilgilendirdiği için de ben, Turizm Danışma Müdür olarak heyete katıldık. Yalnızca bir gün kanyona gidildi. İkinci gün Müze'de yapılan değerlendirme toplantısında, kimileri kaya yapısının sağlam olmadığını, bu yüzden kanyonun tel kafesle kaplanarak, olası heyelanın engellenmesi gerektiğini, kimi salaş WC ve restaurantın derhal yıkılıp, güvnlikli olmayan köprünün hemen kaldırılması gerektiğini savundu. Oysa onların bilmedikleri bir şey vardı. Masa başında ve kağıt üzerinde sorunları çözmek kolaydı. Ama sorunlarla bire bir baş etmek bize düşüyordu. Birkaç yıl öncesi hiçbir alternatif proje geliştirmeden yıkıma uğrayan Gemiler Koyu'nda yaşadığımız sıkıntılar hala güncelliğini koruyordu. Bize de onlara "gölge etmeyin, başka ihsan istemeyiz" demek düştü.
Sonuçta, Saklıkent'in köprüsü yenilendi. İşletme el değiştirdi. Yol onarıldı. Ama hala bir şeyler eksik kaldı gibi...

Başa Dön

SPOR-Erol Dolu
Voleybol da Çiftlik Alirıza Köse İlköğretim Okulu
2001-2001 Öğretim yılı Muğla okullararası spor faaliyetleri 09 Kasım 2001 tarihinde Muğla'da okullararası kros bölge birinciliği ile başlayıp daha sonra voleybol müsabakaları ile devam etmeye başladı. Okullar arası kros müsabakalarıyla yazıyı geçen hafta ele almıştık.
Muğla bölgesi okullararası voleybol müsabakaları ilköğretim okulları ilçelerde gruplandırılarak ilçe şampiyonları ortaya çıkmaya başladı.
İlçemiz Fethiye'de de ilköğretim okulları voleybol müsabakalarına bu yıl üç ilköğretim okulu katıldı. Bu takımlarımız Çiftlik Alirıza Köse İlköğretim okulu, Güneşli ve Çalıca İlköğretim okulu kendi aralarında geçen hafta Fethiye Kapalı Spor Salonunda yaptıkları müsabakalarda Çiftlik Alirıza Köse İlköğretim Okulu voleybol takımı hem Güneşli İlköğretimi hem de Calıca İlköğretimi 2-0 lık net setlerle mağlup ederek Fethiye İlçe Şampiyonu olup ilerdeki günlerde Muğla İl Birinciliği için diğer ilçe takımlarıyla oynama hakkını elde etti.
Okulun Beden Eğitimi öğretmeni arkadaşımız Murat Kalay hoca sporu seven sevdiği kadar da bu işe icraat olarak gönül veren bir spor adamı olarak başarısını ilçe şampiyonu olup İlde gösterirse ne kadar mutlu oluruz kendisi takdir etsin .Bir takımın başarısı başında hocası ile değerlendirilir.
Çiftlik Alirıza Köse İlköğretim okulu voleybolda bu başarıyı gösteriyorsa Çiftlik Belediyesi'ni de biz okulun yanında görmek isteriz. Kendilerine Muğla Bölge Şampiyonasında da başarılar diler hem Beden Eğitimi öğretmeni Murat Kalay hocayı hem sporcuları hem de okul idaresini tebrik ederiz.
Gelelim diğer iki okulumuza;
Bu okullarımızda iyi mücadele ederek spor ortamlarına heyecan kattılar. Güneşli İlköğretim Okulu bir köy ilköğretim okulu olmasına rağmen voleybolda müsabakalara iştirak ediyor. Güzel bir olay. Yine Çalıca İlköğretim Okulunu ben atletizm müsabakalarından tanıyorum. Bu etkinliklere voleybolu da katarak o da ismini duyuruyor.
Spor da önemli olan o ortamlarda mücadele etmektir.
İsterdik ki diğer ilköğretim okullarımız da bu müsabakalara katılıp mücadele etseydin.
Konu ilköğretim okulları voleybol müsabakalarından açılmışken Muğla Bölgesini bundan üç yıl önce Türkiye Şampiyonasında temsil edip her türlü olanaksızlıklara karşı zamanın Ortaca Kaymakamı Kayhan Kavas'ın desteği ile Sakarya bölgesinde yapılan müsabakalarda Türkiye üçüncüsü olan Ortaca-Dalyan Kemaliye Köyü İlköğretim okulunun başarısını bir kez daha hatırlamak istiyorum.

Başa Dön