|
|
BAŞYAZI
Değerlerimiz
Kasım, hazan mevsiminin hüzün ayıdır. 10 Kasımlar'da Atatürk'ü ararız,
24 Kasımlar'da öğretmenlerimizi anarız.
Öğretmenler Günü'nü bir bayram sevinci içinde kutlayamadık bugüne dek.
Öğretmen dostlarımızla görüşüyorum, dertlerinin dörde katlandığına tanık
oluyorum. Eğitim alanındaki olup bitenlere bakıyorum, gelişme yerine çelişmeler
görüyorum. İlerleme beklerken, gerilemenin ortasında buluyorum kendimi.
Köy Enstitüleri kapatıldı, ilköğretim okulları ortadan kaldırıldı, Eğitim
Enstitüleri'ne son verildi. Bugün ülkemizde öğretmen yetiştiren hiç bir
kurum kalmamıştır. Sekiz yıllık zorunlu ve kesintisiz eğitime geçildiğinde
arka bahçeleri zedelenen irticacı kesimler, "İmam-Hatip okullarını
kapattılar" diye bangır bangır bağırmışlardı. Oysa bu okulların lise
kısmı hala ayaktadır. Öğretmen yetiştiren okullar birer birer elden giderken
kimsenin kılı kıpırdamamıştı. Sosyal demokrat geçinen çevrelerden ve siyasilerden
bile hiç bir tepki sesi duymadık. Öğretmenlik, şimdilerde mezun olduğu
fakülteden sonra iş bulamayanların ekmek kapısı olmuştur. Okula tayin
edildikleri için "öğretmen" unvanı almış olanların, hiç güreşten
anlamadığı halde üstüne yağ sürüp, altına da kispet giyerek pehlivanım
diye çayıra çıkanlardan ne farkı vardır?
Hakimin, mühendisin, doktorun vekili olur mu? Olmaz. Ama bir uzmanlık
işi olduğu halde Türkiye'de öğretmene, eğitimciye "vekil öğretmen"
diye bir saçmalık yakıştırılmış ve yapıştırılmıştır.
Mühendisi, vekil öğretmen olarak köyün birine tayin etmişler. Birinci
sınıfları okutuyormuş. Üç ay sonra müfettiş, denetlemeye gitmiş. Bakmış
ki ortada hiç bir fiş yok. Vekil öğretmene dönüp, fişlerin nerede diye
sormuş. Mühendis Bey gülmüş:
-İlahi Müfettiş Bey, köyümüzde elektrik yok ki, fişi ne yapacağız?
Üniversite sınavlarında en düşük puan alanları öğretmen yaparsanız, bu
millete ve milletin geleceğine ihanet etmiş olursunuz. Bugünün küçükleri,
yarının cüceleri olarak karşımıza çıkarlar. Aklı kıt, yeteneği küt insanları
ne kadar Hizmetiçi Eğitim'e tabi tutarsanız tutun, bir adım ileriye götüremezsiniz.
Ağacın dibine vaktinden önce kendiliğinden dökülen cılız ve hastalıklı
meyveleri tekrar dalına bantla yapıştırırsanız gelişme sağlayabilir misiniz?
Beyhude işlerle uğraşıp, kamuoyunu kandırmayın.
Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer, yerinde bir söz etti:
-Öğretmenler, bugüne kadar büyük fedakarlıklar yaptılar. Bundan sonra
artık devlet fedakarlık yapmalıdır öğretmenlere!
Bu anlayışı, meclistekilerin kafalarına günde üç kez şırınga etsek, acaba
davranışlarında bir değişiklik olur mu? Sanmıyoruz.
Büyük ideallerle dağ köylerinde görev yaparken şehit düşen öğretmenlerimizi
minnetle anıyoruz, hayatta kalabilenlerin GÜNÜ'nü kutluyoruz.
Başa
Dön
BORSA-EKONOMİ-Serdar
Düzenli
Merhaba,
Bu haftadan itibaren bu köşede borsa, ekonomi ve para piyasalarında meydana
gelen gelişmelere ve beklentilere yer vermeye çalışacağım. Borsada işlem
gören şirketler hakkında sizlere bilgiler aktaracağım ve sizden gelen
soruları cevaplayacağım.
Borsa Okulu adlı köşemizde ise borsa hakkındaki temel bilgileri ve hangi
terimin ne anlama geldiğini sizlere açıklamaya çalışacağım.
Saygılar,
Borsada Geçen Hafta
Önceki hafta IMF'den gelecek olan 10 milyar $ 'lık ek kredi desteği ile
% 12.79 prim yapan borsa bu hafta bir miktar kar satışları ile karşılaşarak
yatay bir trende girdi.
Borsa beklentilerin satın alındığı, gerçeklerin ise satıldığı bir pazardır.
Neticede IMF destek beklentileri ile hareketli seanslar yaşadığımız bir
haftadan sonra bu yaşanan kar realizasyonu ile bir miktar gerileyen piyasa
kısa vadeli olarak yatay bir trend içerisinde hareket edecektir.
Teknik analistlerin beklentisi endeksin 11.500 - 13.000 aralığında hareket
etmesi yönünde.
Özellikle piyasaların en fazla merak ettiği unsur IMF'den gelecek ek kredinin
ne zaman aktarılmaya başlanacağı ve geçen ay ertelenen 3 milyar dolarlık
dilimin de bu 10 milyar dolarlık ek kredinin için de mi olduğu yönünde.
Borsa Okulu - Bölüm
1
Anonim şirket ne demektir?
Anonim şirket; bir unvan altında, iktisadi amaç ve konular için en az
beş kişi ile kurulan, sermayesi belirli ve paylara bölünmüş, paydaşların
koydukları sermaye kadar sorumluluğu üstlendiği, ortaklık sıfatı paya
göre belirlenen, hak ehliyeti işletme konusu ile sınırlı, tüzel kişiliği
haiz ticaret ortaklığıdır.
Halka açık anonim
şirket ne demektir?
Sermaye Piyasası Kanunu'na göre hisse senetleri halka arz edilmiş olan
veya ortak sayısının 100'ü aştığı belirlenip hisse senetleri halka arz
edilmiş sayılan anonim şirketlere halka açık anonim şirket denir.
Sermaye Piyasası Kanunu'nda
"Halka arz" nasıl tanımlanmaktadır ?
Sermaye Piyasası Kanunu'nda "halka arz", sermaye piyasası araçlarının
satın alınması için her türlü yoldan halka çağrıda bulunulması; halkın
bir anonim ortaklığa katılmaya veya kurucu olmaya davet edilmesi; hisse
senetlerinin borsalar veya teşkilatlanmış diğer piyasalarda devamlı işlem
görmesi; Sermaye Piyasası Kanunu'na göre halka açık anonim ortaklıkların
sermaye artırımları dolayısıyla paylarının veya hisse senetlerinin satışı,
halka açık ortaklıkların sermaye artırımları dolayısıyla paylarının veya
hisse senetlerinin satışı olarak tanımlanmıştır.
Şirket Haberleri
:
BOYASAN : Şirket bu hafta içerisinde % 800 bedelsiz sermaye artırımı gerçekleştirdi.
TÜMTEKS : Şirket bu hafta içerisinde % 400 bedelsiz sermaye artırımı gerçekleştirdi.
DERİMOD : Şirket ortaklarından Derimod Deri Konf. Paz. A.Ş. şirket hisselerinden
180.000.000.000 nominal değerli kısmını borsada satma kararı aldı.
EFES HOLDİNG : Şirketin daha evvel gerçekleştirmiş olduğu % 63 Bedelli
Sermaye artırımına karşılık verilmiş olan geçici makbuzlar 20.11.2001
tarihinde hisse senedine dönüştürüldü.
SODA SANAYİ : Şirket % 22,562 Bedelsiz sermaye artırımına 28.11.2001 tarihinden
itibaren başlayacak.
PİMAŞ : İstanbul Küçükçekmece' de bulunan fabrika binasını 512.540.000.000
TL bedel karşılığında Hey Tekstil Sanayi ve Tic. A.Ş.'ne sattı.
NET HOLDİNG : Şirket % 13 Bedelsiz sermaye artırımını 28.11.2001 tarihinden
itibaren gerçekleştirecek.
Borsa Ve Para Piyasalarında
Geçen Hafta
16.11.2001/23.11.2001/% DEĞİŞİM
BORSA-11.370/11.719 /3.06
DOLAR-1.515.000/1.505.000/-0.06
MARK-685.000/675.000/-0.14
ALTIN-91.500.000/95.000.000/3.80
Aşağıdaki Haberlerin
de Okuyucuların İlgisini Çekebileceğini Düşünüyorum.
Oruç tutanlar dikkat...
İftara yaklaştıkça insanlarda sinirlilik had safhaya kadar ulaşıyor. İftardan
1-2 saat önce kan şekeri düştüğü için bazı önlemler alınmalı. Kan şekeri
düşünce neler oluyor?
Asabiyet, baş ağrısı, konsantrasyon bozukluğu gibi bir takım belirtiler
gerçekleşiyor.
Söz konusu saatlerde trafik kazaları da artıyor. Buna kan şekerinin düşmesi
sonucu ruhsal yapıda ortaya çıkan belirtiler neden oluyor.
Ramazan' da kan şekerini mutlaka ölçtürmek gerektiğini belirten uzmanlar,kan
şekerinde ciddi bir sorun yoksa, belirtiler bir hafta içinde düzelip her
şey yoluna girecektir diyorlar.
Bu belirtilerin en az düzeyde yaşanması için, mutlaka sahura kalkılması
ve şekerli gıdalar yenilmesi gerektiğini vurgulayarak, böylelikle kan
şekerinin daha az düşeceğini kaydedildi.
Aycell 15 Aralık'ta
faaliyete geçiyor.
GSM 1800 bandında, '505' erişim numarasıyla hizmet verecek Türkiye'deki
4 cep telefonu (GSM) operatöründen biri olan Aycell'in, 15 Aralık'ta ticari
faaliyetlerine başlayacağı öğrenildi.
Turkcell, Telsim ve Aria'nın ardından Aycell'in cep telefonu hizmetlerine
başlıyor. Teknik açılışı 22 Ağustos'ta gerçekleştirilen Aycell, 15 Aralık'ta
Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Bursa, Antalya ve Muğla'da ticari açılış
yaparak cep telefonu pazarına girecek. Aycell, ilk etapta 800 bin aboneye
ulaşmayı hedefliyor. GSM 1800 bandında, '505' erişim numarasıyla hizmet
verecek Aycell de Aria gibi, abonelerinden sabit ücret almayacak. Aycell,
Türk Telekom ile yaptığı ana bayilik sözleşmesi kapsamında, öncelikle
Ankara'da olmak üzere bütün Türk Telekom İl Müdürlüklerinde satışa başlıyor.
Telekom'dan konuşma
ücretlerine yüzde 5 zam.
Türk Telekom, yurtiçi ve yurtdışı konuşma ücretlerine yüzde 5 oranında
zam yaptı. Türk Telekomünikasyon A.Ş'den yapılan açıklamaya göre, Aralık
2001'den itibaren geçerli olmak üzere kontör ücreti, 45 bin 600 liradan
48 bin 100 liraya yükseltildi.
Başa
Dön
DENGE-Av.
Recai Yıldırım
Bir
Seçilmiş Ve Bir Atanmış
Bir gazeteyi haftalık çıkarmak ve haftalık çıkan gazetede
güncel konu ya da konuları yorumlayarak okurlarla paylaşmak, gündemin
ve güncelin sıkça değiştiği ülkemizde oldukça zor.
Bu zorluğa karşın, genel ve süreklilik gösteren olumsuzluklar sürdükçe
konu sıkıntısı çekmeden yazmayı sürdüreceğiz.
Geçtiğimiz hafta bir seçilmiş ve bir atanmış (bu ayrımı ben yapmıyorum.
Son yıllarda burunlarından kıl aldırmayan sözüm onlara politikacılarımızın
kendilerine göre yaptıkları ayrımdır) iki ayrı yerde konuştular.
SEÇİLMİŞ; bir dönem üyeliğini yaptığı Kurulun Başkanı ve Başkanın önderliğindeki
ekonomik, siyasi görüşü eleştirdi. Eleştirinin de ötesinde,çok ciddi suçlamalar
getirdi. Başkanı ve görüşlerini cağ dışı olarak niteledi. Daha da ileriye
giderek "YALANCI" dedi. Konuşmacı, muhalefetteki siyasi partilerden
birinin üyesi olsa, söylediği söz yakışık almasa da, iktidara karşı çıkma
görevini yapıyor diyerek, belirli ölçülerde hoş göreceğiz. Ancak, iktidar
ortaklığını sürdüren bir siyasi partinin yetkili organlarında görevli
bir siyasetçi. Dediklerinde doğruluk payı yok mu? Var.
Nüfusunun yarsından çoğunun köylerde yaşadığı bir ülkede, hele hele sanayileşmeyi
becerememiş tarım toplumu olan bir ülkede kalkınmanın KÖYLERDEN başlaması
ya da başlatılması akılcı ve bilimsel bir yaklaşım. Ulusal gelirinizin
büyük bir bölümü tarımdan ve tarıma dayalı sanayiden olmalı. Buraya kadar
doğru. Ama Uluslararası kuruluşların yönlendirmeleriyle, bazı önemli yasaları
onların istekleri doğrultusunda çıkarır da tütüne, pancara, buğdaya kota
koyarsanız, kendi çiftçinize, kendi köylünüze "Ey Köylü yurttaş!
Ekmeyeceksin! Dikmeyeceksin, Üretmeyeceksin!" derseniz, tarım toplumu
olmanıza karşın kalkınmanızı köylerden başlatamazsınız.
Ekmeyen, dikmeyen, üretmeyen köylü ve bunlara bağlı üretim yapan bir kısım
üretici yoksullaşır, sefalet içinde yaşarlar. Ulu önder ATATÜRK'ün "EFENDİ"
dediği köylü bankaların, tefecilerin önünde kul, köle olur. Bu uygulamaları
yapıp, birde "Kalkınmanın temeli köylümüzdür. Kalkınma köylerden
başlayacak" derseniz, sözünüzle özünüzün çeliştiğini düşünürüz.
Bu yönleri ile SEÇİLMİŞİN dedikleri doğru. Kanımca,kullandığı kelime biraz
incelik dışı. Hoş değil. "YALANCI"sözcüğü yerine daha uygun
sözcükler kullanabilirdi.
İşin daha ilginç ve düşündürücü yanı Kurulun Başkanının söylenenleri "CİDDİYE
ALMADIM" demesi. Aman TANRIM! İktidar ortağınızın bir üyesi, aynı
çatı altında ülke yönettiğiniz siyasetçi, size "YALANCI" diyecek,
siz "CİDDİYE" almayacaksınız.
NEDEN ?
"Ciddiye alırsam ortaklık bozulur. Biz de iktidardan ineriz"
kaygısından mı?
Bu konuşmanın bir iki gün ardından ATANMIŞLARDAN biri, bir toplantıda
1982 Anayasasının olumsuzluklarından söz ederek, bu anayasanın yamalı
bohça gibi değil, kökten değiştirilmesi gerektiğini, ancak bu parlamentonun
bu değişikliği yapamayacağını söyledi.
Doğrudur. Kişisel kanım, parlamentodaki bu yapı ile 1982 anayasasının
kaldırılarak yeniden çağdaş bir anayasa yazılması olası değil. (Ancak
bu konuda umutsuz da değilim. Belki bizim siyasetçilerimiz hidayete ererler).
Çünkü;
Bir dönemin Başbakanının "Bu anayasa bize bol geliyor" dediği
1961 Anayasasına, tepki olarak yazılan 1982 anayasası, ülkeyi yönetmek
savında olanların o dönemlerde isteyip de yapamadıkları,yazamadıkları
bir anayasadır.
Bilgilerim beni yanıltmıyorsa, Anayasalar; yaşama, haberleşme, gezi, dilekçe
verme, örgütlenme, sosyal güvenlik gibi TEMEL HAK ve ÖZGÜRLÜKLERİ GÜVENCE
ALTINA alırlar. Çağdaş anayasalarda asıl olan Temel Hak ve Özgürlüklerin
korunmasıdır. Ayrıksı(İstisnai) olansa,Temel Hak ve Özgürlüklerin Toplumun
ortak çıkarları, güvenliği ve sağlığı gibi genel nedenlerden bu nedenler
ortadan kalkana kadar sınırlandırılmasıdır. 1982 anayasasında ayrıksı
(istisnai) durumlar esas, Temel Hak ve Özgürlükler ayrıksı hale getirilmiştir.
Bunlar yetmiyormuş gibi 5 tane Paşaya neden yaptınız diye hiçbir zaman
soru soramayacağız. Çünkü 1982 anayasası ile güvence altına alındılar.
Böyle bir anayasa ile 19 yılda geldiğimiz yeri gördük. Siyasetçilerden
isteğimiz bir an önce bu çarpıklığı gidermeleri.
SEÇİLMİŞ DE, ATANMIŞ DA, ülkede olan bitenden yakınıyor.
Yakınma konusu olanları düzeltme göreviyle ANKARAYA gidenlerden hiç biri
"Yahu bu insanlar ne diyor? Ne istiyorlar? Gelin şu işlerin hal yoluna
bir bakalım" demiyor.
Bir birlerine karşı "SERT" ifadelerle, ben senden daha güçlüyüm
demek istercesine, bizi de pek ilgilendirmeyen parti içi politikalara
göre davranıyorlar.
Bu kötü gidişin durması için çözüm yok mu? Var.
Çözüm;
Hiçbir kişisel ve parti çıkarı gözetilmeden, Anayasa, Siyasi Partiler,
Seçim Yasalarını olması gereken düzeye getirecek değişikliklerin yapılarak
ülkeyi erken yada olağan süresindeki seçime götürmek. Adaletli bir seçim
yöntemi ile ülkedeki tüm siyasi ve ekonomik görüşlerin T.B.M.M. çatısı
altında kendilerini anlatma olanaklarının sağlanması gereklidir.
Ülkemizde konuşmaktan, kendini anlatmaktan korkmamamız gerekir.
Farklı siyasal görüşlerin aynı çatı altında toplanması DEMOKRASİNİN gereğidir
de.
Bunlar yapılırsa inanıyorum ki, 19-20 yıldır Ulusça çektiğimiz sıkıntılar
sona erecektir.
Sağlıkla kalın.
Başa
Dön
YAKLAŞIM-Hidayet
Aykan
Sevgili
Öğretmenim,
İdeallerle dalgalanıp duruldun. Gün oldu sürüldün. Ama ne darıldın, ne
de yoruldun. Oturup kalkmayı, okuyup yazmayı, resimler çizmeyi, problemler
çözmeyi öğrettin. Cumhuriyeti, laikliği, Ata'yı anlattın, zihinlerimizi
parlattın. Konuşmayı, çalışmayı, gelişmeyi, düşünmeyi kavrattın.
Umutların, mutlulukların tohumları sınıflarımızda yeşerdi. Sevginin tomurcukları
senin kürsünde çiçek açtı. Loş dünyamıza aydınlık, boş bedenimize kişilik
kattın. Bazen yarı tok, bazen de aç yattın. Gün geldi, köşe başlarında
limon sattın. Geceleri çocukların rızkı için taksicilik yaptın. Ama hiç
belli etmedin, öğrencilerinle yüz yüze gelince yüzünün kızardığından gayrı.
Dünyanın hiçbir ülkesinde limon satan, geceler boyu taksicilik yapan bir
öğretmen yoktur bizdekinden başka.
Akşamüzerleri paydos zili çaldı, ders bitti ama senin için dert bitmedi.
Yazılılar ve ödevler çantanda, kışta kıyamette yayan yapıldak evlerine
dönen yoksul ve yetim yavruların çileleri kafanda okuldan ayrıldın. Cılız-sarı
bir ışığın altında hem okudun, hem de yazdın. Sadece yarın için değil,
çocukların yarınları için planlar yaptın. Gecenin geç vaktinde binbir
sorunla yattın.
Yıllar yılı iki çeşit müfettiş gördün: Dolabın üstünde parmak atıp, sana
uzatan TOZ MÜFETTİŞİ ve havasından yanına yaklaşılamayan POZ MÜFETTİŞİ.
Verdiğin emekleri ve içini balla doldurduğun petekleri teraziye koyan
olmadı.
Cevdet Sunay, seni tabii senatörlüğe layık görmedi. Oturaklı (!) adam
aradı. Belki de oturaklı derken, altında lazımlığı olan kişileri kastetmişti.
Oysa sen ne oturaktın, ne de yatalak... Hep ayakta çalışıp didiniyordun.
Evren Paşa'da beğenmedi seni. Pakistan'dan ve Afganistan'dan İngilizce
öğretmenleri ithal etti.
Zaman içinde öğretmen derneklerine girdin, çalışanlara omuz verdin, hak
etmediğin cezaları gördün. "İşçiler Hak" diye yürüyüşlere katıldın.
Çok geçmedi, meslekten atıldın. Çok çektin, mağdur oldun. İşçiler seni
sollayıp geçti, sen yalnız kaldın. Fedakar dostları için bir saatlik işi
durdurma eylemi yaparak "Öğretmenlerimize Hak" diye bir kerecik
olsun seslerini çıkarma jestinde bile bulunmadılar.
Aylar, yıllar geçti. Çaresizliğin ve yoksulluğun derinliklerine SAPLANDIN.
"Özlük Haklarımız" diye hak ararken, Ankara meydanlarında COPLANDIN.
Teli tele TUTUŞTURANLARI teknik eleman diye milyarlarla maaşladılar. Yeni
nesil YETİŞTİRENLERİ hor görüp, birkaç milyonla tuşladılar.
Cumhuriyeti ayakta tuttun, onu yaşatacak nesiller ürettin. Ama hiçbir
zaman Cumhuriyet Baloları'na davet edilmedin.
Çok çile çektin, mağdur oldun. Köylerde, mezralarda terör belasının ortasında
silahsız-korumasız öldün. Oysa hanedanların yedi sülalesi, polis koruması
altında yaşıyor. Torpilli yaşayanları teperim, senin gibi şerefiyle ölenleri
başımın üstünde tutarım. Sevgili öğretmenim, ellerinden öperim.
Başa
Dön
YAZDI-Recai
Şahin
Unvanlı Öğretmenim
Geliri arttırılamayan öğretmenler, unvan verilerek motive edileceklermiş.
Kariyer basamakları da, aday öğretmen, öğretmen, uzman öğretmen, başöğretmen
olacakmış.
Ya biz, biz de emekli öğretmen. Haydi hayırlısı.
Günümüzü iki fıkrayla yürekten kutluyorum.
Öğretmen öğrencilerine tatil ödevi veriyordu:
-Yavrularım önümüzde Cumartesi, Pazar tatiliniz var. Bu tatilde herkes
birer iyilik yapacak ve yaptığı iyiliği Pazartesi günü okula gelince anlatacak,
diyor.
Öğrenciler ne gibi iyilikler yapabileceklerini soruyorlar. Öğretmenleri
de:
-İyilikler saymakla bitmez, ama ben size birkaç tanesini sayayım. Aç ve
fakir bir arkadaşınızı doyurmak bir iyiliktir. Fakir birisine yiyecek,
giyecek olmak da bir iyiliktir. Araç, gerecini bir arkadaşıyla paylaşmak,
otobüste yaşlılara yer vermek, yaşlı birini yolun bir tarafından karşı
tarafına geçirivermek de bir iyiliktir.
Pazartesi günü ilk hayat bilgisi dersinde öğretmen:
-Haydi bakalım tatilde yaptığınız iyilikleri bir bir anlatın da neler
yaptığınızı hep beraber öğrenelim, demiş.
İyilikler ön sıralardan anlatılmaya başlamış:
-Öğretmenim, ben arkadaşıma bir kazak aldım.
-Öğretmenim, ben de Ümmü'nün karnını doyurdum.
-Öğretmenim, ben de minibüsle giderken yaşlı bir dedeye oturduğum yeri
verdim.
Öğretmenleri gururlanarak:
-Aferin yavrularım, böyle olacaksınız işte.
Sıra en son sıralarda oturan üç yaramaza gelmişti:
-Sen neler yaptın? Söyle bakalım Ali.
Ali bağrını gere gere cevap vermiş:
-Ben yaşlı bir teyzeyi yolun öte tarafına geçirdim, Hasan ve Mehmet'de
bana yardım ettiler öğretmenim.
-İyi ya Ali sen bu teyzeyi yalnız başına geçirebilirdin yolun öte yakasına,
neden öyle üç kişi birden uğraştınız?
Ali başını yere eğince Mehmet cevap vermiş:
-Ama öğretmenim yaşlı teyze yolun öte yakasına geçmek istemiyordu ki.
Biz sürüye sürüye üçümüz zorla geçirdik demiş.
Demek iyiliğin böylesi de var.
Genç bayan öğretmen
okula yeni atanmıştı. İlk günlerden itibaren öğrenciler üstünde sıkı bir
otorite kurmak istiyordu. Bir gün sınıfta ders anlatırken Alpay söz istedi:
-Öğretmenim diziniz görünüyor, dedi.
Bunu duyan öğretmeni:
-Siz benim şurama, burama mı bakıyorsunuz? Diye kızarak Alpay'a iki gün
okuldan uzaklaştırma cezası verdi. Biraz sonra Baki söz istedi:
-Öğretmenim kusura bakmayın ama, sandalyeye oturduğunuzda bacaklarınız
görünüyor.
Genç öğretmen hiç tereddüt etmeden Baki'ye de bir hafta okuldan uzaklaştırma
cezası verdi.
Öğretmen ders anlatırken tebeşirini yere düşürdü ve eğilip aldı. Bu sefer
Sadi söz istedi; yakasını ilikleyerek, çantası da elinde:
-İyi günler öğretmenim, Allaısmarladık, elveda arkadaşlar. Öğretmen hayretle:
-Ne oluyor Sadi nereye gidiyorsun böyle?
Sadi üzgün, kekeleyerek yanıt verdi:
-Demin siz tebeşiri yerden alırken baktım da sizin ceza sisteminize göre
benim cezamın okuldan kovulmak olacağını tahmin ettim öğretmenim, hoşçakalın
öğretmenim, dedi.
Kendi günümüzü kendimiz kutladık gene.
Bilmem motive oldunuz mu?
Ellerinizden öperim.
Başa
Dön
TARİHİN SÜZGECİNDEN-Av. Ömer Karayumak
Sikkeler Ya Da Eski Paralar
Numismatique biliminin temel öğesi hiç şüphesiz eski paralar
ya da bilinen adıyla SİKKE'lerdir. Yaşlı dünyamızın değişik mekanlarında
yer tutmuş bulunan ve zamanı gelince de yerini başka medeniyetlere terketmiş
olan bütün İmparatorluklar, Krallıklar, Hanlıklar, Sultanlıklar, Padişahlıklar,
Beylikler ve bütün devletlerin hükümran oldukları bölgelerde ilk yaptıkları
şey; kendilerine ait bir para bastırmak ya da sikke kestirmek olmuştur.
Devlet olmanın ya da hükümranlığını ilan etmenin bir sembolü olmuştur
sikke kesmek. Üzerinde kralların, imparatorların, padişahların, sultanların
resmi bulunan ya da bunları temsil eden hayvan, kuş, yılan, aslan gibi
motifler bulunan bu paralar o devletin egemenliğinin simgesidir. Geçen
yazımızda da belirttiğimiz gibi ilk paranın ne zaman basıldığı kesin olarak
bilinmese de M.Ö.VIII. yy da Lidya'lılar tarafından kullanıldığını arkeolojik
kazılardan anlıyoruz.
Akdeniz medeniyetlerinin en önemlisi olan LİKYA ve Likya medeniyetinin
en önemli şehirlerinden olan TELMESSOS veya Likçe diliyle (Talabahi) de
paranın ne zaman kullanılmaya başladığı hakkında değişik görüşler vardır.
İlk kez Xsanthos da yapılan kazılarda bir takım Likya sikkelerinin çıkartıldığı,
ne yazık ki bu sikkelerin bugün asıl ana yurdunda değil, British Museum'da
sergilendiği bilinen çok acı bir gerçektir.
Geçen haftaki sayımızda bu konuda yazdığımız makaleyi okuyan değerli Arkeolog
meslektaşım Sn. Pınar Kafaoğlu (Döğerli) bu konuya daha bir açıklık getiren
şu mektubu göndermişler:
"Sayın Ömer Karayumak,
21.11.2001 tarihli gazetedeki yazınızı zevkle okudum. Bu konuya ilişkin
kısa bir bilgiyi hatırlatmayı arzu ediyorum. Uğur Mumcu Parkı'nda 19 Mayıs
1998 yılında Fethiye'nin tarihi kültürünü simgeleyen post-modern bir anıt
açılmıştır. Bu anıtta Fethiye'de basıldığı bilinen en eski sikke konu
olarak seçilmiştir.
Günümüzden 2400 yıl önce Fethiye küçük bir liman şehri olmasına karşın
kendi adına para bastırabilen bir merkezdir. Bu da şehrin önemini ortaya
çıkarmaktadır. Geometrik ve soyut biçimde elektrostatik boyalı bu anıtta
M.Ö 410-400 yıllarına ait bu sikkenin üzerinde Likya harfleri ile Telmessos'un
Likya dönemine ait adı Talabahi yazılmıştır. Ön yüzde miğferli Atina sağ
profilden betimlenmiştir. Arka yüzde Herakles başı yine sağa bakar biçimde
başında Nemea aslanı ile yer alır. Bugün British Museum da yer alan bu
sikkenin Fethiye Müzesinde bulunmadığını biliyoruz. Saygılarımla."
Değerli okuyucum Pınar Kafaoğlu Hanımefendi'ye teşekkür ediyorum. Dileğimiz
Fethiyeli aydınların kendi sanatına, kendi kültürüne, kendi tarihine,
kendi folklorüne sahip çıkmasıdır.
Uğur Mumcu parkındaki gerçekten post-modern tarzda yapılmış eserleri teker
teker inceledim.
Artemis'in simgesi olan kuş figürünü, Ana Tanrıça Kybele'yi ve Likya sembolünün
önünde oturan liseli öğrencilere sordum. Bunlar nedir diye? Ne yazık ki
öğrencilerin sanatla, tarihle, kültürel değerlerle uğraşacak zamanları
olmamalı ki hiç birisinden olumlu bir yanıt alamadım. Hepsinin yanıtı
aynıydı: Bilmiyoruz.
Yeri gelmişken bir konuya daha temas etmeden geçemeyeceğim. Yığınla para
ödenerek yaptırılan bu sanat eserleri ne yazık ki bakımsızlıktan perişan
halde. Ya plaketleri sökülmüş, ya da kırılan parçaları siyah çimentoyla
acemice sıvanmış bir durumda. Eserleri tanıtan kimlik plaketler okunamaz
durumda. Hiç kimsenin ilgilenmeyeceğini bile bile gene de hatırlatayım
dedim.
Bu arada Fethiye Lions Klübü'ndeki dostlara da sesleniyorum. Lütfen eserinize
sahip çıkınız.
Başa
Dön
ARAŞTIRMA-Ünal
Şöhret Dirlik
Fethiye İsmi
Nereden Geliyor?
1914 yılında Meğri Belediye Encümeni'nde "Meğri" ismi yerine
FETHİYE ismi verilmesi teklifi verilmiştir. Gerekçe olarak "ÇÖLDE
ŞEHİT DÜŞEN İLK TÜRK Teyyarecisi olan Fethi Bey'in adını ölümsüzleştirmek"
gösteriliyordu. Bu teklif hemen kabul edilmiştir. Kabul edildiği günden
itibaren de kullanılmaya başlanmıştır. Araya I. Cihan Harbi ve ardından
İstiklal Harbi girince tasdik edilmesi tam yirmi yıl sonra gerçekleşebilmiştir.
1934 yılında Muğla İli Daimi Encümeni'nce de görüşülen bu konu tasdik
edilmiş ve Ankara'ya Bakanlar Kurulu'na gönderilmiştir. Bakanlar Kurulu'nda
görüşülen bu karar tasdik edilince, aslında Türkçe olmayan ve uzak diyar
anlamına gelen MAKRİ'den bozulmuş olan Meğri ismi tarihe karışmıştır.
Bugünkü Fethiye şehrinin bulunduğu yerde Likyalıların ünlü TELMESSUS şehri
kurulmuştu. Beşbin yıllık bir tarihi olan Likyalıların limanı görevini
de yapan Telmessus, İskender'in istilasında bile yakılıp, yıkılmamıştır.
Bazı tarihçilere göre Telmessus, aydınlık ülke manasına gelmektedir. Telmessus
çevresindeki diğer Likya şehirlerinin bazıları şunlardır: Cadianda (Üzümlü),
Tlos (Döğer), Araksa (Ören), Letoon (Kumluova), Sdyma (Dodurga), Pınara
(Minare), Xantos (Kınık) ve Patara (Ovagelemiş).
İlk kayıtlar göre TELEBEHİ olan Telmessus'un adının her ikisinin de anlamı
ışıklı, aydınlık ülke anlamındadır.
Telmessus ismi Likyalılar Roma İmparatorluğu'nun emrine geçinceye kadar
kullanılmıştır. Onlar bu ismin yerine uzak diyar, uzak ülke anlamına gelen
MAKRİ ismini vermişlerdir.
M.S. 800 yıllarında Bizans İmparatoru Anastasia'dır. Makri'de Bizans'a
bağlıdır. Anastasia'nın onuruna Makri adı yerine ANASTİAPOLİS olarak değiştirilmişse
de bu isim tutmamış, yine MAKRİ ismi kullanılmaya başlanmıştır.
1282 yılında Menteşe Beyliği'nin kurucularından Menteşe Bey MAKRİ'yi Bizanslılardan
almıştır. Bu fetih sırasında şehit olmuştur. Bu tarihten itibaren çevrede
Türkler çoğalmış ve yerleşik düzene geçenler yanında 30'a yakın köy de
yazın yaylada, kışın da sahilde olmak üzere geniş bir lana dağılmışlardır.
Yalnız bütün köylerde hiçbir zaman MAKRİ veya MEĞRİ denmemiştir. Halen
de bu şehre İSKELE denmektedir. Bunun sebebi de Fethiye İskelesi'nin Dünya
ile tek bağlantısı olmasıdır. Fethiyeli askere iskeleden bindiği gemi
ile gitmiştir. Yükünü gemilerle getirtmiştir. Ürettiklerini de gemi ile
göndermiştir. Rodos vilayetimiz olduğu zamanlarda da vilayetteki işlerini
çözmek için iskeleden yaralanmıştır.
Şimdilerde yanlış olarak Şövalye Adası dedikleri Eski Meğri Adası ile
ünlü Fethiye ovasının adı da Meğri Ovası'dır. Meğri Ovası'nın ünü uzak
yerlere bile yayılmıştır. Ünlü yazar Cahit Beğenç "Buna derler Meğri
Ovası'nın karpuzu, neyleycen karı-buzu" diyerek methetmiştir. Evliya
Çelebi de "Mağri Ovası'nın ve İç Anadolu'nun ürünleri Meğri (Makri)
iskelesinden Rodos'a sevk edilirdi" diye yazıyor.
MAKRİ (Meğri) adı 1914 yılına kadar kullanıldı. Osmanlı yazılı belgelerinde
Meğri olarak geçmektedir. 1914 yılında Teberiye yakınlarında şehit düşen
ilk Türk Teyyarecilerinden Fethi Bey'in adının yaşatılması amacıyla, Meğri
Belediye Meclisi kararı ile Meğri adının yerine FETHİYE ismi kabul edildi.
Bu karar alındığı zaman Musaoğlu Mehmet Cen Meğri Belediye Başkanıdır.
Bu görevini 1912-1927 yılları arasında 19 yıl sürdürmüştür.
Rahmetli kooperatifçi Hayri Kayaman: "Mehmet Cen'in dedesinin Meğri'ye
İstanköy Adası'ndan geldiğini" belirterek, "1914 yılında Mehmet
Cen'in İstanbul'dan bir bayan misafiri gelmiştir. Bu bayan İstanköy Adası'ndan
İstanbul'a oğlu Fethi'yi okutmak için giden akrabaları veya çok yakın
komşularıdır". Belediye Başkanı Mehmet Cen'in Fethi Bey 'in isminin
Meğri'ye verilmesi önerisini getirmesi bu sebebe dayanır. Zira o devirde
hiçbir iletişim aracı yoktur. Fethi Bey'in çölde şehit düştüğü yayılsa
yayılsa kulaktan kulağa yayılacak. Fethi Beyin şehit düşmesi çok önemli
amma, hemen birinci yıl içinde Meğri'nin ismini değiştirecek kadar etkili
olması yukarıdaki sebebe dayanır.
Rahmetli Hayri Kayaman, çok okuyan, kültürlü bir hemşehrimizdi. Yukarıdaki
akla yakın bilgileri uzun uzun anlatırdı.
Bazı hemşehrilerimiz "neden 1914'de kara alınmış da, 1934 yılına
kadar beklenmiş, neden Fethiye ismi 1914'den itibaren kullanılmış, neden
aradan yirmi yıl var?" diye düşünür. 1914 ile 1922 arasında iki büyük
savaştan çıkmışız. Kim tasdik edecek. Ayrıca 1914'den itibaren hemen Fethiye
ismi kullanılmaya başlamıştır. Demek ki "tasdik arkadan gelsin"
denmiştir.
1934 yılında Muğla İli Daimi Encümeni, 1914'de Meğri Belediye Meclisi'nin
aldığı kararı onaylayıp, Bakanlar Kurulu'na gönderir ve ordan da onay
çıkar. 20 yıl gecikmeli isim değişikliği kesinleşir 1934'de.
1950'li yıllarda, depreme kadar, eski Belediye binasına doğru giden yolun,
şimdiki PTT binası ile Hükümet bahçesi arasında bir yerde dikilmiş bir
Fethi Bey büstü vardı. Ön kısmında zincir bulunan bu büstü heykeltraş
Rami Uluer yapmıştır. Kaidesinde Şair Behçet Kemal Çağlar'ın "Aslan
uçtu diye söylenir methi / Bu toprakların çocuğu Fethi" şiirindeki
iki beyit kazılı idi.
O eski büst daha güzeldi, ya onun ya da daha büyük tunç bir büstün parka
dikilmesi uygundur. Daha iyisi onun kullandığı uçağın belli bir oranda
küçültülmüş modelinin aynı altın kanatları yapan kuruluşlara yaptırılarak
en uygun bir yerde monte edilmesi iyi olur diye düşünüyorum.
Başa
Dön
TARIM-Em.
Tarım Tek. Atila Büyükpapuşçu
Kiraz
ve Vişne Yetiştiriciliği
Kiraz ve vişne meyveleri mineral madde açısından oldukça zengindir. Vişne
özellikle meyve suyu randımanının yüksek olması nedeniyle meyve suyu olarak
işlemeye uygundur.
Ülkemizde yetiştirilen kiraz çeşitlerinden belli başlıları şunlardır.
Edirne, Turfanda, Early Burlat, Vista, 2C-27-19, Van, Bing, Napoleon,
çeşitleri çok yaygındır. Kiraz ağaçları genellikle 20-25 metre boylanabilmektedir.
Taçlanması piramide benzer.
Kiraz iyi derne edilmiş, derin havalanabilen ve yaz aylarında düzenli
olarak sulanabilen topraklar uygundur. Yıllık yağış ortalaması 600 mm.nin
üzerinde olan yerlerde sulama ihtiyacı göstermeden yetiştirilebilir. Şayet
yağışın düşük olduğu zamanlarda yılda ortalama en az 2-3 def sulama yapılmalıdır.
Dikimde dikkat edilmesi gereken hususlara gelince;
-Kirazlarda genellikle kendi kendine döllenme olmamaktadır. Bunu için
tek çeşitten bahçe tesisi yapılmamalıdır.
-Ele alınan çeşitlerin bir birlerini dölleyebildiklerinden emin olunmalıdır.
-Bir biriyle uyuşan çeşitlerin çiçeklenmeleri aynı devreye gelmelidir.
-Bahçede tozlaşmayı sağlayacak sayıda arı olmalıdır.
-Alınan fidanların çok yaşlı ve boylu olması uygun değildir,
-Kök ve taç oluşumu kuvvetli olan fidanlarla yaralı ve hastalıklı fidanlar
dikilmemelidir.
-Mutlaka fidan üretimi yetiştiricilik belgesi olan kurum ve kişilerden
fidan alınmalıdır.
-Dikimde mutlaka aşı noktaları toprak yüzeyinde kalmalıdır. Çünkü aşı
noktalarından bitkiye hastalık ve haşerelerin bulaşması çok daha kolaydır.
-Kiraz yetiştiriciliği yapılacak yerlerde 7 derce sıcaklığın 1100-1300
saat olduğu yörelerde yetiştirilmesi gerekmektedir.Ağaçların çiçekleri
-2 dereceye kadar, ağaçlar ise - 40 dereceye kadar dayanabilmektedir.
-Genel olarak 8 x 8 metre aralıkla dikilmelidir. Yabani çeşitler üzerine
aşılı fidanlar ise genellikle 6 x 6 metre mesafelerde dikimi yapılmalıdır.
-Kiraz ve vişne bahçelerinde ilk yıllarda dekara 2-3 ton çiftlik gübresi
verilmelidir.
-Kimyevi güreler ise yapılacak toprak ve yaprak analizleri sonucu tavsiye
edilen miktar ve dozda verilmelidir.
-Kirazlarda piramit veya değişik doruk dallı sistem, vişnelerde ise değişik
doruk dallı sistemle budama yapılmalıdır.
Yukarıda açıklaması yapılan hususlara dikkat edilmeli ayrıca yayımcı ve
araştırma kuruluşları ile iş birliği içinde bulunmak siz üreticilerin
menfaatine olacaktır.
Sağlıklı ve bol kazançlı yaşam dileği ile.
Başa
Dön
VERGİ
DÜNYASI-S. Muhasebeci Erden Özkan
Devlet-Vergi
ve Biz
Devlet hizmetleri için yapılacak harcamaların seviyesini
belirleyen, gelir kaynaklarının sağlanmasında yol ve araçları gösteren,
bu harcamalara ve gelirlere yön veren mali politikalardır. Mali politikaların
ekonomik yapıdaki etkilerini inceleyen "maliye ilmi" Avrupa
ve Amerika gibi çağdaş ülkelerde hukuk yönünde fevkalade önem kazanmıştır.
Maliye ilminin kazanmış olduğu bu önem "Vergi Hukuku" olarak,yeni
bir disiplinin doğmasını ve hızla gelişmesini sağlamıştır.
Devlet gelirlerinin başında yer alan ve toplumun refahı için ekonomiyi
canlandırma ve kalkındırma alanında en büyük rolü oynayan kamu giderlerini
karşılayan vergi, bugünlerde daha fazla üzerinde durulan fevkalade önemli
bir konu olarak karşımızda durmaktadır.
Toplumların idaresinde yalnız tek taraflı etkenler yoktur. Herhangi bir
devlet masrafında sadece ekonomik-finansal değil, idari, sosyal, bir çok
nedenler olabilir. İdari personel,mekanizmanın nasıl işlediğini, toplumun
örf ve adetlerini, inançlarını iyi bilmelidirler ki yaptıkları işlerde
başarılı olabilsinler.
Tüm bu anlatılanlardan çıkartılması gereken sonuç, adil olmak, hukuk içersinde
kalarak vergi toplamak sosyal dengeleri sağlamak, toplumun rahat, huzurlu
bir şekilde yaşam sürmesini temin etmektir. Bu Devletin asli ve Anayasal
görevlerindendir.
Buradan hareketle, Ülkemizde belirli zamanlarda belirli üniversiteler
veya Kamuoyu araştırmacılarının yapmış oldukları anketlerde çıkan sonuçlar
neden idarecilerde yol gösterici veriler olarak algılanmaz?
Neden siyasi otoriteler bu konuda gerçekçi adımları atmazlar? Acaba Amerika'yı
yeniden mi keşfetmemiz lazım? Doğrusu anlamakta güçlük çekmekteyim. Ülkemizde
acaba tutulan Ö..z mü dövüyor çatmayı?
Artık vergide adil davranmamız gerekiyor ise her şeyi ve her kesimi vergilendirmemiz
gerekmekte. Her şeyi ve her kesimi kayıt dışından kayıt içersine almalıyız
ve VERGİ ORANLARI'nı düşürmeli ve çeşitliliğini azaltmalıyız. Ki Devletimiz
doğru, düzgün ve yeter derecede vergi toplayabilsin. Altın yumurtlayan
tavuk kesilmez.
Gazi Üniversitesi İİBF araştırma görevlilerinden "Mine Bozdoğan"
Hanımefendi ile "H.Lütfi Ejder" Beyefendilerin yapmış olduğu
anket sonuçları da bu tezimizi doğrulamaktadır. Sayın "Osman Altuğ"
hocamın kulakları çınlasın.
Başa
Dön
TANSİYON-Uz.
Dr. Mustafa Ulusoy
Çağımız bilgi ve bilgilenme çağı, artık dünyada olup bitenleri kimse insanlardan
gizleyemiyor. Dünyanın bir ucunda olan bir olay anında dünyanın öbür ucundan
duyuluyor. Televizyonlar ve televizyon haberciliği olaylardan bizi anında
haberdar ediyor. Hele bilgisayarı olanlar ve İnternet denilen uluslar
arası bilgi ağına bağlanan insanlar için bilgiye ulaşmak çok kolay. Bu
bilgi çağında bile hala bilgilenmemizden korkanların oluşu insanı gelecek
açısından ürkütüyor
Son günlerde yeni bir gündem yaratıldı. Ezan Türkçe okunsun mu? diye.
Bir TV programında izledim çok hararetli tartışıyorlardı din ulemaları.
Kimi zinhar ezan Türkçe okunmaz diye tutturdu, kimisi de bal gibi okunur
diye. Türkçe okunmaz diyenin savı anlamının bozulacağı üzerine idi. Ben
Arapça bilmem. Ama ezan Müslümanlara namaz vaktinin geldiğini ilan eden
ve namaz kılmak için insanları camiye davet eden bu fırsatla da tanrının
tek olduğunu ondan başka tapılacak olmadığını ilan eden bir çağrıdır diye
de bilirim. Bu çağrı; anladığım kadarıyla tanrıya bir yakarı değil, kullaradır.
Onun için de bana göre kulların anlayacağı bir dilde olmalıdır. Tanrının
kulları bu çağrıyı anlayıp ibadetlerini yapmalıdırlar. Bildiğim kadarıyla
da bu ülkede yıllarca Türkçe ezan okundu. Bu ulemalar (!) o zaman sanırım
Atatürk korkusuyla seslerini çıkarmadılar.
Şimdi Atatürk yok, O'nun yerini dolduracak politikacı da yok meydan boş.
Bu karanlıklardan medet umanlar ezanın Türkçe okunmasından çekinmezler
aslında. Onların çekindiği bizim bilgilenmemizdir, aydınlanmamızdır. Çünkü
biz din konusunda bilgilenirsek, bize yıllarca yutturduklarının gerçek
Müslümanlık olmadığını öğreneceğiz,artık bizi "yazar yerinde böyle
yazıyor "diye başladıkları palavraları atıp uyutamayacaklar, kandıramayacaklar
esas korkuları budur. Bu zihniyet değil midir yabancı TV kanallarının
yayınlarının yasaklanması için mitingler yapanlar? O TV'lerde kadınlar
çıplak görünüyor diye ahlak bekçisi kesilip çocuklarımızın ahlakının bozulduğunu
savunanlar istemedikleri programlarda TV'lerinin düğmelerini kapatmak
yerine tüm yayınları durdurmak isterlerken asıl amaçları dünyada olup
bitenlerden bilgilenmemizi engellemektir. Çünkü bilgili adamı kandırmak
zordur. Bunlardır 8 yıllık temel eğitime karşı çıkanlar, sebepte daha
fazla bilgilenmemizi istememeleridir .
Bu; karanlıktan medet uman yarasalar, toplumun doğal gelişmesini önleyemeyecekler,
aksine aydınlık ve bilgi onları özlemini duydukları ortaçağın karanlık
dehlizlerinde boğacaktır.
Başa
Dön
HOŞ
SEDA
Yavuz Şap
1961'de Bursa'da doğdu. 4 yaşında geçirdiği çocuk felci nedeniyle bacaklarını
kullanamaz oldu. Vücudunu kuvvetlendirmek amacıyla 15 yaşında vücut geliştirme
sporuna başladı. 1984'de Frankfurt Maratonu'nu kazanan Mehmet Terzi'yi
televizyonda seyrederken, koltuk değnekleriyle maraton koşmaya karar verdi.
1985'de Osman Atakan Tekin'e mektup yazıp, maraton koşma isteğini bildirdi
ve İstanbul'da kendisiyle tanıştı. İlk defa, 1985 yılında İstanbul Avrasya
Maratonu'nda koltuk değnekleriyle 10 Km koştu. 1989 yılı sonuna kadar
Türkiye dahilindeki çeşitli yarışlara katıldı. 986'da İsviçre Konsolosluğu
aracılığıyla İsviçre'de Spor Eğitim Kurslarına katıldı. 1990'da AIMS Kongre
Üyesi olan O. Atakan Tekin'in desteğiyle Dünyaya açıldı ve ilk yurtdışı
yarışı olan Viyana Maratonu'na katıldı. 1994'den itibaren antrenörü o.
Atakan Tekin'le maratonda birlikte koşmaya başladı. Bu uygulama maraton
performansını arttırdı. Şimdiye kadar 5 kıtada, 84 ülkede 1446 Km koştu.
1991 ve 1994'de Bursa'da Yılın Sporcusu seçildi. 1995'de Türkiye'de Fair
Play Ödülünü aldı.
Şap ve Tekin amaçlarını;
"Fiziksel engelin, her şeyin sonu demek olmadığını spor aracılığıyla
tüm insanlara göstermek ve Türk Bayrağı'nı Dünyanın pek çok ülkesinde
dalgalandırmak" şeklinde açıklıyorlar. Dünyadaki sağlam ve fiziksel
engelli insanlara mesajlar vererek, Spor ve Barış Elçiliği görevlerini
çok ciddi uyguluyor ve Türkiye'nin tanıtımında önemli rol aldıklarına
inanıyorlar.
Beş Kıtada 1446
Km
Şap ve Tekin, Türkiye'yi Dünyada ki uluslararası maratonlarda temsil ettiler
ve her yerde olağanüstü ilgi görerek, 5 Kıta (Avrupa, Avustralya, Amerika,
Asya, Afrika) ve 19 ülkede (Türkiye, Avusturya, Avustralya, ABD, İsviçre,
Hollanda, Endonezya, Vietnam, Güney Afrika, Japonya, Arjantin, Kamboçya,
Porto Riko, Bulgaristan, Moğolistan, Hong Kong, Kanada) 84 yarışa katıldılar,
toplam 1446 Km. koştular.
En İyi Dereceleri
New York City Marathonu 42 Km 195 m 7.53.09
Vietnam-Saigon Yarı Maratonu 21 Km 097,5 m 3.35.02
Cambodia-Angkor Wat 10 Km 1.37.20
Başa
Dön
DİYALOG-Ufuk
Emek
Bence, sokaktaki insandan, parlamentoya kadar, en büyük sorunumuz iletişim.
Nasıl iletişim kuracağımızı, bunu başarabilsek bile, nasıl devam ettireceğimizi
bilmiyoruz. Bu hafta insanlarla ilişkilerimizi kolaylaştıran birtakım
davranışlardan söz etmek istiyorum. Umarım bunlar çevrenizdeki ve yeni
tanışacağınız insanlarla ilişkilerinizde iyi bir rehber olur.
İnsanlarla olan ilişkilerimizde, onlara karşı olan tutum ve davranışlarımız,
kuracağımız ilişkinin niteliğini ve geleceğini belirler.
Ellerin kenetlenmesi, kolların kavuşturulması, bacak bacak üstüne atma
ve geriye doğru yaslanarak oturulması ilişkiyi olumsuz yönde etkilerken,
elleri açarak öne doğru eğimli oturmak ilişkiye açık bir insan olduğunuz
izlenimini verir.
Karşınızdaki insanla konuşurken, yüzüne bakın ve gözlerinizi kaçırmadan
konuşun. Göz teması ilişkiyi olumlu etkiler.
Konuştuğumuz kişinin adını öğrenmek yerine, sürekli olarak "beyefendi",
"hanımefendi, pardon adınız neydi?" gibi kelimeleri kullanmak,
ilişkiyi olumsuz etkiler. Karşınızdaki kişiye adıyla hitap etmek ona verdiğiniz
önemi gösterir. Unutmayın ki, bir insanın dünyadaki bütün kelimeler arasında
en çok sevdiği kendi adıdır.
İlişkide olduğumuz insanlarla karşı karşıya oturmak, ister istemez bir
rekabet ortamı yaratır. Satranç, iskambil, tavla gibi oyunlarda insanlar
karşı karşıya otururlar ve hepsinin sonucunda bir yenen ve yenilen vardır.
Bu nedenle, ilişki kuracağınız insanlarla 90 derecelik bir açıyla, hatta
yan yana oturmak ilişkiyi olumlu etkiler.
İnsanların en önemli ihtiyaçlarından biri de anlaşılmaktır. Onları dinlerken
sessiz ve tepkisiz kalmak anlaşılmadığı duygusunu yaratırken, "evet,
anlıyorum", "ya demek öyle" gibi yapmacık tonda olmayan,
onu, dinlediğimizi ve anladığımızı belirten kelimeler ilişkiyi olumlu
etkiler.
ÇİN ATASÖZLERİ
* Arkadaşlarının sana verdikleri üzüntüleri kalbinde sakla. Onlarla yine
karşı karşıya gelebilirsin.
* Eğer bir arkadaşla içiyorsan, bin bardak azdır; eğer biriyle kavga ediyorsan,
yarım cümle fazladır.
* Bir ayna olmadan kadın, yüzündeki pudranın düzgün olup olmadığını anlayamaz;
gerçek bir dost olmadan da anlayışlı bir kişi, kendi hatalarını göremez.
YAŞAMAK KİŞİYE
ÖZGÜ BİR SANATTIR
Yaşamak, sadece nefes alıp vermek değildir. Yaşamak, tüm organlarımızı,
tüm yeteneklerimizi, bize var olduğumuz duygusu veren her şeyimizi kullanmaktır.
En çok yaşayan kişi, en çok yıl yaşamış olan değil, yaşamı en çok duyabilmiş
ve ondan en çok yararlanabilmiş olan kişidir.
Sevgi ve Saygılarımla.
Başa
Dön
TURİZM-Dilek
Dinçer
Saklıkent'in
Dünü, Bugünü
Geçtiğimiz hafta çok hoş bir konuğum vardı. Kendisi aramıza yeni katılan
biri. Fethiye'de yaşamayı seçmiş, Kaya Köyü'ne yerleşmiş, bilgisi ve birikimi
ile çevresine ışık saçan emekli bir hanım. Çok kısa bir süredir tanıdığım
halde dostluğundan çok keyif aldım. Beyaz Kalem'in üç-dört sayısını okumuş.
Yapıcı eleştirileri ve önerileri beni çok mutlu etti. Kaya Köyü ve ilçemiz
için varlığını bir şans, bir kazanç olarak görüyor, tekrar aramıza hoş
geldiniz diyorum.
Bu yazıda Saklıkent'ten söz etmek istiyorum. Umarım içimizde Saklıkent'i
görmeyen yoktur. Her yıl Muğla Valiliği tarafından hazırlanan istatistiklerde
de kanyon, il içinde en çok ziyaret edilen yerlerin başında geliyor.
Finike'de görevde bulunduğum sırada, ilçeyi tanıtım amacı ile hazırlanan
kitapta, o yörede bilinen ve çok sevilen erenlerden Abdal Musa ile ilgili
bir söylencede Saklıkent'den söz edildiğini okumuştum. Suyun kaynağı ile
ilgili erene dayandırılan çok hoş bir öykü var, dilden dile, nesilden
nesile anlatılarak, günümüze kadar gelen... Buradan anlaşılıyor ki; vadinin
varlığı yüzyıllardır biliniyor. Ancak turizme kazandırılış öyküsü 1986
yılında başlıyor. Ekrem ve Halil UÇAR kardeşlerin, alabalık üretimi için
girişimlerde bulundukları sırada, zorunlu olarak kurdukları servis köprüsü,
Saklıkent'i giz olmaktan kurtarıp, kapılarını gezginlere açtı. İnsanlardaki
yeni yerler görme ve güzellikleri keşfetme tutkusu, kanyonu bir anda yoğun
ilgi odağı haline getirdi. Binlerce yıldır, dağlardan gelen akarsuların
kayaları aşındırması sonucu bugünkü şeklini alan, 300 metre derinliğinde,
18 km. uzunluğundaki kanyonda, ziyaretçilerin doğal gereksinimlerini karşılayacak
şekilde basitçe düzenlenen ahşap dinlenme platformları, salaş bir büfe,
küçük bir WC ile turizme hizmet vermeye başladı. İki yıl içinde çevredeki
tüm seyahat acentalarının tur programlarına alındı. Atlas gibi, Gezi gibi
entelektüel okuyucu kitlesine sahip olan, seçkin dergilerin ilgi alanına
girdi. Bu arada Aklar Köyü sınırları içinde kalan Gizli Cennet de turizme
açılınca, yörenin sosyo-ekonomik yapısı da buna bağlı olarak değişiverdi.
Bu hızlı işleyen süreçte bana göre iki önemli konu gözardı edildi. Birincisi
ve en önemlisi, tarımdan geçimini sağlayan insanlar, hiçbir eğitim almadan,
turizm bilinci aşılanmadan kendilerini turizmin içinde buldular. Yol boyunca
adım başı gördüğünüz, çoğu derme çatma işletmeler ve insanların bunaltan
ısrarları, hem görsel açıdan, hem de psikolojik olarak rahatsız edici
boyutta. Tek olumlu yanı sımsıcak içtenliği, konukseverliği ve sundukları
ürünün lezzeti.
İkinci konu ise altyapı eksikliğiydi. Yıllarca kanyona ulaşımı sağlayan
yol ihmal edildi. Hem kanyona girişi sağlayan hem de dışarıda yol üstündeki
köprü, insanlara korkulu anlar yaşattı. Hatırlarsanız üzücü kazalar yaşandı.
Tabi bu arada Devletin çok ilgisiz kaldığını söylemeliyiz. Bundan beş-altı
yıl önce, Ankara'dan, farklı bakanlıklardan görevlendirilmiş, kalabalık
bir teknik heyet, yerinde incelemelerde bulunup, ortak bir proje hazırlamak
için ilçemize geldiler. Doğal sit kapsamı içinde kaldığından Müze Müdür,
turizmi doğrudan ilgilendirdiği için de ben, Turizm Danışma Müdür olarak
heyete katıldık. Yalnızca bir gün kanyona gidildi. İkinci gün Müze'de
yapılan değerlendirme toplantısında, kimileri kaya yapısının sağlam olmadığını,
bu yüzden kanyonun tel kafesle kaplanarak, olası heyelanın engellenmesi
gerektiğini, kimi salaş WC ve restaurantın derhal yıkılıp, güvnlikli olmayan
köprünün hemen kaldırılması gerektiğini savundu. Oysa onların bilmedikleri
bir şey vardı. Masa başında ve kağıt üzerinde sorunları çözmek kolaydı.
Ama sorunlarla bire bir baş etmek bize düşüyordu. Birkaç yıl öncesi hiçbir
alternatif proje geliştirmeden yıkıma uğrayan Gemiler Koyu'nda yaşadığımız
sıkıntılar hala güncelliğini koruyordu. Bize de onlara "gölge etmeyin,
başka ihsan istemeyiz" demek düştü.
Sonuçta, Saklıkent'in köprüsü yenilendi. İşletme el değiştirdi. Yol onarıldı.
Ama hala bir şeyler eksik kaldı gibi...
Başa
Dön
SPOR-Erol
Dolu
Voleybol
da Çiftlik Alirıza Köse İlköğretim Okulu
2001-2001 Öğretim yılı Muğla okullararası spor faaliyetleri 09 Kasım 2001
tarihinde Muğla'da okullararası kros bölge birinciliği ile başlayıp daha
sonra voleybol müsabakaları ile devam etmeye başladı. Okullar arası kros
müsabakalarıyla yazıyı geçen hafta ele almıştık.
Muğla bölgesi okullararası voleybol müsabakaları ilköğretim okulları ilçelerde
gruplandırılarak ilçe şampiyonları ortaya çıkmaya başladı.
İlçemiz Fethiye'de de ilköğretim okulları voleybol müsabakalarına bu yıl
üç ilköğretim okulu katıldı. Bu takımlarımız Çiftlik Alirıza Köse İlköğretim
okulu, Güneşli ve Çalıca İlköğretim okulu kendi aralarında geçen hafta
Fethiye Kapalı Spor Salonunda yaptıkları müsabakalarda Çiftlik Alirıza
Köse İlköğretim Okulu voleybol takımı hem Güneşli İlköğretimi hem de Calıca
İlköğretimi 2-0 lık net setlerle mağlup ederek Fethiye İlçe Şampiyonu
olup ilerdeki günlerde Muğla İl Birinciliği için diğer ilçe takımlarıyla
oynama hakkını elde etti.
Okulun Beden Eğitimi öğretmeni arkadaşımız Murat Kalay hoca sporu seven
sevdiği kadar da bu işe icraat olarak gönül veren bir spor adamı olarak
başarısını ilçe şampiyonu olup İlde gösterirse ne kadar mutlu oluruz kendisi
takdir etsin .Bir takımın başarısı başında hocası ile değerlendirilir.
Çiftlik Alirıza Köse İlköğretim okulu voleybolda bu başarıyı gösteriyorsa
Çiftlik Belediyesi'ni de biz okulun yanında görmek isteriz. Kendilerine
Muğla Bölge Şampiyonasında da başarılar diler hem Beden Eğitimi öğretmeni
Murat Kalay hocayı hem sporcuları hem de okul idaresini tebrik ederiz.
Gelelim diğer iki okulumuza;
Bu okullarımızda iyi mücadele ederek spor ortamlarına heyecan kattılar.
Güneşli İlköğretim Okulu bir köy ilköğretim okulu olmasına rağmen voleybolda
müsabakalara iştirak ediyor. Güzel bir olay. Yine Çalıca İlköğretim Okulunu
ben atletizm müsabakalarından tanıyorum. Bu etkinliklere voleybolu da
katarak o da ismini duyuruyor.
Spor da önemli olan o ortamlarda mücadele etmektir.
İsterdik ki diğer ilköğretim okullarımız da bu müsabakalara katılıp mücadele
etseydin.
Konu ilköğretim okulları voleybol müsabakalarından açılmışken Muğla Bölgesini
bundan üç yıl önce Türkiye Şampiyonasında temsil edip her türlü olanaksızlıklara
karşı zamanın Ortaca Kaymakamı Kayhan Kavas'ın desteği ile Sakarya bölgesinde
yapılan müsabakalarda Türkiye üçüncüsü olan Ortaca-Dalyan Kemaliye Köyü
İlköğretim okulunun başarısını bir kez daha hatırlamak istiyorum.
Başa
Dön
|
 |