Yazılar
 

Sayı:34
27 Mart 2002

BAŞYAZI
e-mail

BORSA-EKONOMİ
Serdar Düzenli

DENGE
Av. Recai Yıldırım

YAZDI
Recai Şahin

TARİHİN SÜZGECİNDEN
Av. Ömer Karayumak

BİRİKİM
Ünal Şöhret Dirlik

TARIM DÜNYASI
Atila Büyükpapuşçu

VERGİ DÜNYASI
Erden Özkan

TANSİYON
Uz. Dr. Mustafa Ulusoy

HOŞ SEDA

DİYALOG
Ufuk Emek

İZLENİM
Dilek Dinçer

SPORTMENCE
Erol Dolu

KIRLANGIÇ
Devin Kuzu

 

 

 

BAŞYAZI
Daltonlar

Geçtiğimiz Cumartesi günü Atatürkçü Düşünce Derneği'nin genel kurul toplantısı yapıldı. Üyelerin tamamının katılımı olmasa da, ilk toplantıda ekseriyetin üzerinde katılım sağlanıp, Atatürkçü düşünceye değer verildiğini görmek sevindirici bir durum.
Üç yeni üyenin katılımı ile oluşan yönetimin, geçmişte olduğu gibi, gelecekte de çok daha fazla yeniliğin altına imza koyacaklarından eminiz. Kemalist düşünceye sahip olan her birimiz yönetime ve manevi her türlü desteği vererek, Atatürkçü düşüncenin ilçemizde layık olduğu çizgiye ulaşmasını sağlamalıyız.
Bizler Beyaz Kalem Gazetesi olarak, Atatürkçü Düşünce Derneği'ne koşulsuz, şartsız tam destek veriyoruz. Yönetimden veya üyelerden gelebilecek her türlü haber, bilgi, etkinlik kampanya vs. konularında gazetemizin tamamını dahi olsa kendilerine sunacağımızı bir kez daha altını çizerek belirtiyoruz.
Ülke genelinde olduğu gibi ilçemizde de var olan, yolsuzluk, yobazlık, adaletsizlik ve hortumlama olaylarında her birimiz aynı noktadayız. Bizler, Kemalistler olarak artık suskun kalmamalıyız. Cumhuriyetimizin 78. yılında hala daha devletimizde bu tür olaylar oluyorsa, bütün bunlar sessiz ve bir araya gelemememizden kaynaklanmaktadır.
Mustafa Kemal'in hedef olarak gösterdiği çağdaş ülkeler seviyesine çıkabilmemiz için partiler üstü bir anlayışla, tek bir yumruk olmaktan başka şansımız yoktur. Marmaris'ten, Antalya'ya kadar dört kişilik "Rant çetesi" kuran Daltonların yaptıkları gözler önündeyken, suspus kalamayız. İlçemizin en güzel bölgesine, kamu binalarımıza, koylarımıza, tarım arazilerimize ve Lise arazilerimize göz koyan, ağızlarını şapırdatarak bakan bu çeteye engel olmalıyız.
Kamu görevlilerine, yargı üyelerine, belde ve belediye başkanlarına, sivil toplum temsilciliklerine ve oda başkanlarına Atatürkçü Düşünce Derneği'ne üye olmaları konusunda buradan bir kez daha davet gönderiyoruz.
Sıraladığımız bu kişiler ivedilikle bu derneğimize üye olmaları yanısıra, derneğin tüm etkinliklerine katılıp, maddi ve manevi desteklerini vermelidirler.

Başa Dön

BORSA-EKONOMİ-Serdar Düzenli
BORSADA GEÇEN HAFTA
Geçen hafta Petrol Ofisi'nin halka arzı ile piyasadan para çekilmesi ve Irak tedirginliği nedeniyle yaşanan satış baskısı yerini bir tepki çıkış hareketine bıraktı. Özellikle kısa vadede Irak'a bir hareket düzenlenebileceği endişelerinin şimdilik ortadan kalkmış olması piyasaları rahatlatan en önemli gelişme oldu. POAŞ'ın halka arzı nedeniyle piyasadan çıkan paranın tekrar piyasaya dönmesi ve borsada artan işlem hacmi yükseliş trendinin bir miktar daha sürebileceği sinyallerini vermekte. Ayrıca yükseliş yönünde göstergelere sahip olan teknik göstergeler de ilk aşamada 11 bin 825 ve 12 bin 400 seviyelerini hedef göstermekte.

BORSA ve PARA PİYASALARINDA GEÇEN HAFTA

 
15.03.2002
22.03.2002
% DEĞİŞİM
BORSA
10.772
10.791
+9.45
DOLAR
1.348.000
1.340.000
-0.59
EURO
1.191.000
1.180.000
-0.92
ALTIN
87.000.000
87.500.000
+0.57

BORSA OKULU - BÖLÜM 18
Kaydi sistem (evraksız kıymetli evrak) nedir?
Dünya sermaye piyasalarında, kıymetli evrakın saklanması gerekliliğinden ortaya çıkan sakıncaları ortadan kaldırmak, menkul kıymetlerin dolaşım yeteneğini artırmak için kıymetli evraktan doğan hakların gayrımaddi olarak kayden tutulması sistemi geliştirilmiştir. Buna kaydi sistem (evraksız kıymetli evrak) denilmektedir.
Hisse senedinin ihraç fiyatı ne demektir?
Hisse senetlerinin çıkarılış aşamasında satışa sunulduğu fiyata "ihraç fiyatı" denir.
Hisse senedinin Borsa fiyatı ne demektir?
Borsa'da işlem görmeye başlayan hisse senetlerinin, Borsa'daki arz ve talep koşullarına göre oluşan fiyatına "Borsa fiyatı" denir.
Hisse senetlerini ihraç eden şirketin bedelsiz sermaye artırımına katılma ve dağıttığı temettüye ilişkin zamanaşımı süresi nedir?
Borçlar Kanunu'nun 126/4 fk.sı uyarınca, söz konusu işlemlerin başladığı tarihten itibaren 5 yıldır.

ŞİRKET HABERLERİ:
Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. Yönetim Kurulu'nca, çıkarılmış sermayenin (%39,50) bedelsiz artırılarak 104.476.528.800.000 TL'den 145.744.757.676.000 TL'ye yükseltilmesine karar verildiği bildirilmiştir.
Ak-Al Tekstil Sanayii A.Ş.'nin 20.03.2002 tarihinde yapılan Olağan Genel Kurul toplantısında, 2001 yılı karından 1.651.598.638.000 TL (%70) kar payının hisse senedi şeklinde 31.05.2002 tarihinde dağıtılmasına karar verildiği bildirilmiştir.
Ceytaş Madencilik Tekstil Sanayi ve Ticaret A.Ş. Sermayesini %150 bedelli 7.200 milyar TL, %150 bedelsiz 7.200 milyar TL olmak üzere toplam 14.400 milyar TL artırılarak 19.200 milyar TL'ya çıkartılması ve 1-7 tertip hisse senetleriyle değiştirmek üzere 8. Tertip hisse senetlerinin basılması ile ilgili olarak 20.03.2002 tarihinde 8552 sayı ile Sermaye Piyasası Kurulu'na izin için müracaat edilmiştir
Yapı Kredi Koray Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı A.Ş. 2001 yılı karından kar payı dağıtmayarak kanuni mükellefiyetler çıktıktan sonra kalan kısmın fevkalade yedek akçelere aktarılmasının Genel Kurula teklif edilmesine, Olağan Genel Kurulu müteakiben, çıkarımış sermayenin 29.896.513.958.938 TL fevkalade yedek akçelerden, 103.486.041.062 TL emisyon primlerinden olmak üzere toplam 30 trilyon TL (%300) bedelsiz artırılarak 10 trilyon TL'den 40 trilyon TL'ye yükseltilmesine karar verildiği bildirilmiştir
Güneş Sigorta A.Ş. Çıkarılmış sermayenin 5.500 milyar TL 2001 yılı kar payından, 6.244.151.451.357 TL şirket yeniden değerleme değer artış fonundan, 4.185.962.304.437 TL sermayeye eklenecek gayrimenkul satış karından, 148.550.533.464 TL iştiraklerden elde edilen yeniden değerleme fonundan, 121.335.710.742 TL iştiraklerden elde edilen maliyet bedeli artış fonundan karşılanmak suretiyle toplam 16.200 milyar TL (%60) bedelsiz artırılarak 27 trilyon TL'den 43.200 milyar TL'ye yükseltilmesine karar verildiği bildirilmiştir.

Başa Dön

DENGE-Av. Recai Yıldırım
Uygarlığın Beşiği Avrupa
Galatasaray'ı kutluyorum. Mağrur ve küstah İtalyan takımına kendi evinde aklından çıkmayacağını umduğum iyi bir futbol dersi verdi.
Bu futbol dersinden sonra spor sahasında meydana gelen olaylar İĞRENÇTİ.
Yüzümüzü döndüğümüz ve aralarına girmek için atmadığımız takla kalmayan Avrupa Birliği üyesi bir ülkede olanlara bir bakın.
İtalya,tarih boyunca uygarlığın beşiği olmuş, hukuk alanında gösterdiği ilerlemeler ile diğer Kara Avrupa'sı ülkelerine örnek olmuş bir ülke.
Biz bile Ceza Yasamızı, İtalyan Ceza Yasasını temel alarak düzenledik.
Ekonomik bakımdan diğer ülkelere göre daha gelişmiş. Demokrasiyi daha iyi özümsemiş bir ülke. Demokrasisini öyle geliştirmiş ki, yaklaşık elli yıldır, ortak hükümetlerle yönetiliyor. Hem de sağcısı,s olcusu birbirlerine destek vererek.
Böyle bir ülkede spor karşılaşmasından sonra baldırı çıplak bir zenci kırması sözüm ona sporcunun tahrik eden hareketlerine verilen yanıt üzerine başlayan olaylara, spor sahasının içinde ve dışında konuk sporcuların ve seyircilerin can ve mal güvenliğini sağlamakla yükümlü İtalyan Polisinin bire bir katılması her türlü gerekçeden aridir.
Bunlar nasıl Avrupalı ilerlemiş uygar bir ülkenin yurttaşlarıdır ki, evlerine konuk gelen insanlara tekme-tokat saldırıp copluyorlar. Yaptıkları yetmiyormuş gibi, utanmazlık içinde kendi ceza yasalarına göre tutuklama yapmak için Galatasaray kafilesini iki saati aşkın süre soyunma odasında kapalı tutuyorlar.
Yapılanların hiçbir akılcı açıklaması olamaz. Bizce bu olaylar üzerine izlenecek olan yol, işi uluslararası düzeyde ele almak ve ulusal onurumuzdan ödün vermeden gerekli girişimlerde bulunmaktır.
"Yavuz hırsız ev sahibini bastırır" özlü sözünün burada gerçekleşmesine izin vermeyelim. Üzerinde önemle durmamız gereken,haklılığımızı her türlü yolu deneyerek anlatabilmek olmalıdır. Siyasi ve ekonomik baskıları bu işten uzak tutmak,bizce daha onurlu bir davranış olur.
Dikkat ettiniz mi bilmem. İtalyanlar, olayların hemen ardından işi siyasi yöne çekmeye yeltendiler. Daha önce de APO olayındaki tutum ve davranışlarına benzer yol ve yöntem izlemeye çalıştılar. Aklın dünyanın her yerinde bir olduğunu unutturmadan girişimlerimiz başlamalı ve sonuç alınana kadar sürmelidir.
Bunları yaparken biraz da kendimize bakmakta yarar var. Asırlar boyu Avrupa'da aileler çocuklarını "Türkler Geliyor" diyerek korkuttular.
Bizim, onların bizi düşündükleri gibi olmadığımızı her alanda, her yönümüzle anlatmalıyız. Bu da DEMOKRASİ dediğimiz yoldan geçiyor.

Başa Dön

YAZDI-Recai Şahin
Şaka Maka Derken
Köy yeri, sinema yok, tiyatro yok, kıraathane yok, televizyon yok, radyo ise sayılı birkaç kişide. Ankara radyosundan akşam yedi buçuk acansını (haber bültenini) dinlemek için Çil Niyazın bataryalı radyosunun başına toplanılır. Adam her akşam ajans meraklılarına kızotu çayı ikram etmekten bıkmış olacak ki radyoyu bahçeden taraftaki pencereye koymuş. Hoparlörün ağzı tarafını da bahçeden tarafa cevirmiş, işine gelen böyle dinlesin. Hani Çil Niyaz da alana atılacak adam değil.Köyün "bilgili çavuşu" çevrenin "züğürt ağası". Dinleyiciler için bahçeye birkaç da lata koymuş iki sıra.
Demokrat parti iktidarı. Gülmet muhtarının memur tayin komisyonu başkanı olduğu günler. Partizanlık kol geziyor, halkçılar, şuraya, demirgıratlar buraya. Çil Niyaz iyi bir demirgırat. Acansı da daha çok kendi partisinden olanlar dinlesin istiyor.
Saat yedi olur, açık hava dinleyicileri radyo bahçesine gelmeye başlarlar. Ön sıralardaki latalar daha yüksekçe konmuştur. Oraya oturanlar bacak bacak üstüne çelsin de havalı otursunlar diye. Arkadaki latalar daha alçak konmuştur. Onların üstüne sanki çömelir gibi oturursun. Kazara haddini bilmeyerek ,halkçılardan birisi öndeki yüksek latalara oturacak olsa, koca koca aksırmalar, veremli kız öksürükleri başlar.
Çil Niyaz pencereye çıkar, sanki haberleri kendi okuyacakmış gibi şöyle bir boğazını temizler, radyonun avuç dolusu düğmesini bir sağa bir sola çevirir:
-Burası kısa dalga Mamak radyosu,
-Burası Meteorolojinin Sesi radyosu,
-Burası orta dalga bilmem kaç metreden yayın yapan Orta Dalga İzmir Radyosu,
-Burası binaltıyüzkırsekiz metre bilmem kaç kiloheps üzerinden yayın yapan uzun dalga Ankara Radyosu, Muzaffer Sarısözen yönetiminde yurttan sesler dinlediniz. Şimdi haberleri okuyoruz. Başvekil şuraya gitti (alkışlar), Hariciye vekili şuraya gitti (şakşaklar), şu kadar kişi "vatan cephesi"ne geçti, "ispat hakkı" kanunu çıktı. İsmet Paşa'nın Uşak'ta kafasını yardılar, alkışlar, bu alkışlar daha canlı. Demirgıratların hepsinin sağ bacakları sol bacaklarının üstünde. Arkalarındaki halkçılara acıyarak bakıyorlar. Halkçılar sus pus. Arkadaki halkçılardan birisi bacak bacak üstüne atacak olsa, Gırali bağırır.
-Ülen Niyaz boraya herkesi alma deyom, beni dinlemeyon, haddini bilmezi sokma goca kapıdan deyom gulağın duymayor, ülen Niyaz seni... der demez halkçı lafın kendisine söylendiğini anlar bacağını indirir, elini de dizinin üstüne koyup haberleri öyle dinler.
Tut ki halkçılardan birisi konuştu, Gırali gene kükrer:
-Ülen Niyaz...
Hava raporu okunur okunmaz önce halkçılar çıkar bahçeden, sonra demirgıratlar.
Köyde gün geçmez ki demokrat halkçıya, halkçı da demokrata bir oyun oynamasın. Oynanan oyunlar günlerce anlatılır bakkal dükkanında, terzi dükkanında.
Terzi Rahmi köyün önde gelen şakacılarından, yemekten içmekten vazgeçer, şakadan asla. Terzi dükkanı da sabahtan akşama hiç boş kalmaz.
Terzi dükkanında bir köşeden bir köşeye ip gerilir. Dikilecek kumaşlar önce ıslatılır bu ipe asılarak kurutulur, bazı kumaş parçaları da bu ipe asılıverir.
Yaz günü yoldan geçen tüm koyun keçi sığır ve eşeğin üstünde ne kadar sinek varsa terzi dükkanının önünden geçerlerken hayvanlarını terkedip gelip bu ipin üstüne konarlar. Süpürgeyle kovalarsın havaya uçar gene gelip ipe konar. Dükkanda bir köşede gazoz şişesine konmuş gazyağı bulunur, kömür ütüsünü yakmak için. Rahmi bu gazyağıyla ağzını doldurur onu havaya üfler bir kibrit çakar ipte ne kadar sinek varsa kanatları yanar ve yere düşerler. Bu sinekten kurtulma işlemini Kol Feti, Arap Mıstan, Gök Hüseyin de izlemektedir.
Terzi Rahmi bir gün çırağı Gıyasettin' i gazoz şişesine işetir. Sidikli şişeyi bir köşeye koyar. Birkaç gün sonra terzi dükkanında Tat Şerif, Gebeş Alı, Arap Mıstan oturmakta, terziye nasıl bir oyun oynasak diye planlar kurmaktadırlar. Rahmi bir ara Mıstan'a dönerek:
-Ulan kerata, geçen gün benden gazla sinek yakmasına öğrendin, artık evinizde sinek kalmamıştır hepsini benim usülle yok etmişsindir. Bak bizim ipte gene sinekler birikmiş, haydi bu sinekleri bir de sen yakıver de sana bir gömlek dikeyim, diyor.
Mıstan şişedeki sidiği ağzına alıp püskürtür sineklerin üstüne çalar kibriti, kibrit yanmaz, cıııssss. Birkaç denemeden sonra Mıstan:
-Eh neylersin tüfek icat oldu mertlik bozuldu derler o da yalan olmuş gayri, bundan sonra "gazoz icat oldu gazyağı bozuldu" desinler artık diyor.
Halkçı Rahmi'nin demirgırat Mıstan'a oynadığı bu oyun günlerce anlatılmış köyde.
Hey gidi günler hey...

Haftanın Fıkrası
Dargın iki köylü yolda karşılaşmışlar, birisinin yanında keçi varmış. Öteki adam sormuş:
-Hey bu eşekle nereye gidiyorsun böyle?
Keçiyle giden adam bağırmış:
-Bu yanımda gördüğün eşek değil keçidir demiş.
Öteki de:
-Zaten ben sana sormadım ki, yanındaki keçiye sordum demiş.


Başa Dön

TARİHİN SÜZGECİNDEN-Av. Ömer Karayumak
Kütüphanecilik haftası münasebetiyle;

İSLAM MEDENİYETİ İÇERİSİNDE KÜTÜPHANECİLİK
-TARİHİ GELİŞMİ VE BUGÜNÜ-

Günlere,haftalara,aylara mutlaka bir isim verme alışkanlığı; vazgeçilmez bir tiryakilik halinde toplumsal benliğimizin bir parçası haline gelmiş bulunmaktadır. Anneler günü, babalar günü, sevgililer günü,Yeşilay haftası, Kızılay haftası, vakıflar haftası, Orman haftası, Trafik haftası. Şimdilerde bizim nesil için artık nostalji haline gelen yerli malı haftası derken bu hafta da Kütüphane haftasını kutlamaya başladık.
Gerçi her ne kadar biraz bürokratik bir zorlama ile de olsa Kütüphane ve kütüphanecilik kavramının dile getirilmesi, bu amaçla bir takım konuşmalar yapılması, sergiler açılması, konferanslar verilmesi her şeye rağmen takdir gören davranışlardır. Gerçi hiç kimsenin aklına bir kitabı alıp okumak gelmediyse de kütüphanecilik haftasını kutlamak bile güzel bir alışkanlıktır. Makalemizin başlığında belirttiğimiz üzere İslam medeniyeti içerisinde kütüphaneciliğin tarihi gelişimine bir göz attığımızda bir gerçekle karşı karşıya kalıyoruz. Avrupa toplumu orta çağın karanlık dehlizlerinde körebe oynarken İslam dünyasında kütüphanecilik fikri çoktan tatbiki hale dönüştürülmüş, harıl harıl kitaplar yazılmaya, tercümeler yapılmaya, Latince'den çevrilen kitaplar büyük şehirlerin kütüphanelerinde toplanıp tertip ve tasnif edilmeye başlanmıştı. Meşhur tarihçi YAKUBİ'nin izahına göre: Miladi 891 tarihinde sadece Bağdat'ta yüzden fazla kitapçı dükkanı bir o kadar da kütüphane mevcuttu.
Yine medeniyet tarihi yazarların WILL DURANT'ın belirttiğine göre: "Müverrih El VAKİDİ" öldüğü zaman 600 sandık kitabı kalmıştı. Bunların her biri 5-10 kişinin taşıyacağı kadar ağırdı. Miladi 10'uncu asırda yaşayan SAHİP İBN-İ İBAD gibi emirlerin kütüphanesinde bütün Avrupa kütüphanelerinde bulunan kitapların toplamına muadil sayıda kitapları vardı.
Tarihçi İSMAİL HAMİ DANIŞMENT "Garp menbalarına göre İslam medeniyeti" isimli eserinde bu konuda geniş bilgiler vermektedir. "La civilatation des arabes" isimli İslam medeniyet tarihi kitabında Dr: GUSTAV LE BON derki: "Kurtuba'daki Halife II. El Haken'in kütüphanesinde 600.000 kitap vardı ve bunların 44 tanesi yalnız kataloga aitti. O tarihten ancak 400 sene sonra V. CHARLES Fransa kralı kütüphanesinde ancak devamlı zikzaklı bir grafik çizerek bir türlü standart normlara ulaşamayan Türk kütüphaneciliği MAHMUT KEMAL İNAL gibi ALİ EMARİ gibi ADNAN ÖTÜKEN gibi adeta kitap kurdu diye tarif edilen büyük kütüphaneciler yetiştirmesine dünyada eşi görülmeyen bir sistem olan SAHHAFLAR gibi bir teşkilata sahip olmasına rağmen Cumhuriyet döneminde de gerçek yerini bulamamıştır.
1950 yılından sonra özellikle merhum ADNAN ÖTÜKEN'in insanüstü diyebileceğimiz gayretleriyle cumhuriyet nesli kütüphaneciliğin ehemmiyetini yavaş yavaş anlamaya başlamış olmasına karşın devletin gereken ilgiyi göstermemesi yüzünden asırlarca altın devrini yaşamış olan bu kurumların ilerlemesine gelişmesine set çekilmiştir. Sonuç olarak diyebiliriz ki; her üniversitede bir kütüphanecilik bölümü açmak sorunu çözmez.Kütüphaneciliğin gereğine inanan bilim adamları lazım.Her ilçede bir kütüphane açmak ve başına bir müdür bir hizmetli atamak yetmez, genç nesilleri kitap okutmaya yöneltecek bir kültür politikası lazım.Modern bir bilim dalı haline gelen bu mesleğe çağdaş ve köklü revizyonlar getirecek yetişmiş meslek elemanı atamak lazım. Yoksa bir takım şatafatlı nutuklarla, baştan savma haftalarla "dostlar alışverişte görsün" nemelazımcılığı ile 38.değil, 138.kütüphanecilik haftasını da kutlasak yine de bir arpa boyu yol alınamayacağını herkesin bilmesi lazım. Gönül isterdi ki; bir zamanlar büyük bir zenginliğe sahip bulunan Meğri (Fethiye) kütüphanesinde bulunan yüzlerce yazma ve Osmanlıca eserleri kendi kütüphanemizde koruyabilseydik. 1940'larda savaş yıllarının tahribatından korumak amacıyla Konya Yusufağa Kütüphanesine nakledilen o paha biçilmez eserleri keşke inceleme imkanı bulabilseydik. Ne var ki, her şey keşkelerle olmuyor. Biraz da çalışmak lazım.

Başa Dön

BİRİKİM-Ünal Şöhret Dirlik
Şemşeleri Açalım
16 Temmuz 1962 tarihinde Beşkaza Postası Gazetesi'nde yayınlanan bu yazının başlığı "Şemsiyeleri Açalım" parantez içinde de (şemşeleri) yazmışım. Bizim oralarda kısaca şemşe derler. Kökü dışarıdan geldiği için bizimkiler kısaltmışlar da öyle kullanmışlar. Şimdi varıp sorsanız şemşe derler ama şehire indiklerinde de şemşe sözcüğünü çıkarttıramazsınız ağızlarından. Kısaca hem halva demesini hem de helva demesini bilir bizim köylüler.
Bizim "yeni yetme" devrimiz o zamanlar. Her ne kadar öğretmenliğe başlamışsam da delikanlılık var serde. Alim Mercan Ağabey bir düğünde biraz fazlaca içmiş. Çalıca'ya gittik. Alim Ağabey kollarımızda. Köye dönüyoruz. Alim Ağabey birkaç kişinin yedeklemesi ile yürüyor. Çalıca dönüşünde bir de yağmur başlamaz mı? Kimsede şemsiye yok. Herkes ıslanıyor. Alim Ağabey davulcuların önüne geçti "Çalın bakalım benim türküyü" diyor, kendi de:
"Şemseleri açalım
Öte yakaya geçelim"
diye türkü söylemeye. Çalgıcılar böyle bir türkü bilmiyorlar. alim Ağabey hem söyledi hem oynadı. Evine götürünceye kadar ak ile karayı seçtik. Ertesi günü gelin almaya gelmedi. Sızmış kalmış diye duyuldu.
Şemsiyeleri açalım sözü günün konusu oldu köyde. Alim Ağabey'i gören, onun bakkal dükkanına gelen "Naber şemşeci" deyip dalga geçmeye başladı. Onun ağzını aradım, söylediği türkünün aslını astarını araştırdım. Meğer kendisi uydurmuş, sonradan eklemeler de oldu. Alim'in türküsü çıktı meydana. Hiç kızmadı takılanlara, "şişede durduğu gibi durmuyor birader, içmem bir daha" dedi hep takılanlara.
Bu yazıyı yazarken hesapladım tam kırk yıl olmuş. FRT'ye "Erenler, Evliyalar"ın çekimi için İncirköy'e gittim, Alim Ağabey oturuyor çınarın dibinde. Hoş beşten sonra "Şemseleri açalım türküsünü unuttun mu?" diye sordum. "Hiç unuturmuyum" dedi ve ilk dörtlüğü okuyuverdi de köyün gençleri de şaşırdı. Şimdi hiç değiştirmeden bu türküyü yazalım ve Alim Mercan'a uzun ömürler dileyelim:

Şemşeleri açalım
Taşyakaya geçelim
Haram haram diyorlar
Bir yol da biz içelim

Şemşeyi açtım çal
Taşyakaya geçtim çal
Haram maram dinlemem
Bir kiloluk içtim çal

Köprü başında durduk
Naraları savurduk
Bir kerecik içmeyle
Ünümüzü duyurduk

Kapıları vuralım
Sofraları kuralım
Şişeleri kim kırmış
Mükerrem'e soralım

Alim Mecan: İncirköylü-Sağ
Mükerrem: Mükerrem Karpuz-Sağ

Başa Dön

TARIM DÜNYASI-Atila Büyükpapuşçu
Besicilik
Artan dünya nüfusunu yeterince besleyebilmek için tarımsal ürünlerin üretimi artırılmalıdır. Bunun yanında beslenmemizde önemli bir yer teşkil eden et, süt ve ürünleri gelmektedir.
Bugün sizlere et üretimi ile ilgili bazı bilgiler vermeye çalışacağız.
Beslenmemizde önemli yer teşkil eden et, süt ve ürünleri her geçen gün azalmaktadır mı diyeceğiz yoksa nüfus artışı nedeniyle yetmemekte midir diyeceğiz.
Bu nedenle et ve süt üretimini artırıcı faktörlerden birisi de sığır besiciliğidir.
Gelişmiş ülkelerde ki besicilik ile ülkemizde yapılan besicilik arasında çok büyük farklılıklar bulunmaktadır.
Biz hayvancılığımızı geliştirmek için gerekli yasal düzenlemeleri yapmamaktayız. Günlük politikalarla yürütülmektedir. Bundan dolayı her geçen gün besicilik zor şartlar altında gerçekleşmektedir.
Devlet hayvancılığı geliştirmek için hayvancılığı destekleyecek tedbirleri almalı ve teşvik etmek için gerekli yasaları çıkarmalı ve kararlılıkla uygulamaya geçirmelidir.
Devlet ve özel sektör hayvancılığın gelişmesine katkıda bulunacak araştırma kuruluşlarını oluşturmalı, bunun yanında üreticiyi eğitmeli, üretici ve yetiştirici için gerekli her türlü kolaylığı göstermelidir.
Hayvancılık çevre ve hızlı kirlilik ile gün geçtikçe azalmaktadır. Bundan dolayı biz insanlar çevre ve toprak bütünlüğümüzü koruyacak yasaların etkin bir şekilde kullanılması ve hayvancılık için mer'â ıslahı ve kullanımı ile ilgili faaliyetlerin artırılması, mevcut mer'âların kullanılmasının sağlanması ve ıslah edilmesi için gerekli çalışmaların yapılması gerekmektedir.
Sağlıklı ve bol kazançlı bir yaşam dileği ile saygı ve sevgiler.

Başa Dön

VERGİ DÜNYASI-S. Muhasebeci Erden Özkan
Kurum Alacaklarının Yeniden Taksitlendirilmesi
T.C. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı Sigorta Primleri Takip ve Tahsilat Dairesi Başkanlığı'nın 19 Mart 2002 tarih 16-259 sayılı genelgeleri çerçevesinde kuruma olan borçların yıllık yüzde 3 tecil faizi alınarak yeniden taksitlendirilmesi uygun görülmüştür.
Bu genelge çerçevesinde bazı açıklayıcı bilgiler verelim.
SSK'ya 2001 Nisan ayı sonuna kadar borcu olan işverenler 2001 Haziran ayı içersinde ödemeye başlamak üzere 16-244 Ek sayılı genelge ile 18 ay eşit taksitlendirmeye tabi tutulmuşlardı. Müracaat tarihini kaçıran mükellefler için ise 16-247 Ek sayılı Genelge ile 15 Ağustos 2001 tarihine kadar müracaat etmeleri halinde 16 ay süre ile borçlarını ödemeleri halinde taksitlendirme hakkı verilmiş idi. 16-250 Ek ve 16-256 Ek sayılı genelge ile de taksitlerini bir ay aksatanların taksitlendirme işlemlerinin bozulmaması için bir uygulama hakkı daha tanınmış idi.
Bu defa 16-259 sayılı genelge ilede daha önceden müracaat edemeyen veya taksitlendirme işlemi hakkını kaybedenlere aylık yüzde 3 tecil faizi ile 18 ay taksitlendirme hakkı tanınmış olup, mükelleflerin 30 Nisan 2002 tarihine kadar müracaat etmeleri ve 2002 Mayıs ayından itibaren ödemeye başlamaları uygun görülmüştür.
Genelge açıklamaları çok kapsamlı olup, kuruma borcu olan mükelleflerin muhasebeci ve muhasebeci mali müşavirlerine danışarak taksitlendirme haklarını kullanmalarını tavsiye ederim.
16-244 Ek ve 16-247 Ek sayılı genelgeler uyarınca yapılan taksitlendirme işleminde taksitlerini düzenli ödeyen işverenlerin 2002 kasım ayın sonunda bitecek olan taksitlendirmelerin yanı sıra aynı işverenlerin 2001 Mart ayında sonra tahakkuk eden borçları varsa bu borçlarının da Genelgenin "A" bölümünde belirtilen şartlara uygun ayrıca takside bağlanması uygun görülmüştür.

Başa Dön

TANSİYON-Uz. Dr. Mustafa Ulusoy
Savaş Sağlıksızlıktır
Geçen haftaki yazımda sağlıklı yaşama hakkımızdan bahsetmiştim. Gelişen olaylar kendi ülkemizde sağlıklı yaşama hakkımızın başkaları tarafından gasp edileceğini gösteriyor. Dünyanın jandarması misyonuna soyunanlar ve onların ülkemizdeki uzantıları belki basiretli davranırlar da biz yanılırız. Çünkü sağlıklı yaşama hakkımızı, belki de yaşama hakkımızı gasp edecek savaş türü olaylar görünen o ki kapımıza dayandı.
Dünya jandarmasının! En önemli ikinci adamı Avrupalı yardakçılarını ikna ettikten sonra Ankara'da. İşi bizi savaşa razı etmek.
Biz bu filmi daha önce gördük. Hangi ırk ve milliyetten yada dinden olursa olsun, komşumuz yada uzak ülke de olsa,dostumuz yada düşmanımız da olsa, insan yaşamını yok eden savaştan "Bir koyup 3 alacağız" diye bahsedebilenler sayesinde daha önce gördüğümüz olaylar biraz daha değişik bir biçimde tekrar sergileniyor. Şimdi savaş kartalı önce bizi ikna etmeye çalışıyor, ama kabul etmesek bile yapacağımız bir şey yok .İlahlar kan ve para istiyor ve vurun abalıya misali Afganistan'dan hırsını alamayanlar gene komşumuz Irak halkına yeni bir zulüm dalgası uygulamayı münasip gördüler.
İşin garip tarafı; bu konuda çok deneyimli olan ve sınırlarındaki bizim katılmadığımız bir savaş nedeniyle, Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmayı yaşayarak öğrenen Türkiye, savaşa karşı çıkmayıp, sadece savaşın zamanlamasına karşı çıkıyor yada çıkabiliyor! Savaş ne zaman ve nerede olursa olsun insanlar için ölüm demektir,zulüm demektir, bu nedenle alıp vereceklerimiz bir yana bırakılıp özünde savaşa (ne zaman ve nerede olursa olsun) karşı çıkılmalıdır.
İnsanları Türkiye'nin turizm sezonunda değil de eylül ayında öldürmenin savunulacak bir yanı olabilir mi? Bu düşüncenin bir zamanlar "barış güvercini" olan bir politikacıdan kaynaklanıyor olması ise çok acı ...
İnsanların yaşama hakları kutsaldır ve bu hak evrenseldir. Amerikalı'ya verilen bu hak Afganlı'dan ya da Iraklı'dan esirgenemez. Savaş bu hakkı adil olmasa da savaşan tüm insanlardan alır,yaşamını yitirmeyenler ise artık hiçbir zaman sağlıklı bir yaşama sahip olamazlar. Savaşmaları nedeniyle ölümlerine yada sakat kalmalarına neden oldukları insanlara karşı işledikleri insanlık suçu onların peşini hiç bırakmayacaktır.
Yaşama ve hem de sağlıklı yaşama haklarının sınırsız olarak kullanılabildiği bir dünya özlemi ile hoşça kalın.


Başa Dön

HOŞ SEDA
Bu sayımızda Hoş Seda köşesi yayınlanmamıştır.

Başa Dön

DİYALOG-Ufuk Emek
Bilmeden Hırsız Yetiştirebilirsiniz
Beş yaşında bir oğlan çocuğu tanımıştım.Yakında bir kardeşi dünyaya gelecekti. Hamileliğinin son dönemindeki anne, çocuğa ve evine ait bazı sorumlulukları yerine getiremez olmuştu ve doğumdan bir süre sonrasına kadar da getiremeyecekti. Bu nedenle çocuk, yakın bir köyde oturan babaanne ve dedenin yanına gönderilmişti. Çocuk önce biraz da hayvanların sayesinde keyifli günler geçirmiş ama kısa bir süre sonra anne babasını istemiş ve eve dönmek istiyorum diye acı acı ağlayıp sızlanmıştı. Sonunda doğum gerçekleşti ve anne birkaç hafta daha dinlendikten sonra oğlan eve döndü. Anne baba bir süre sonra çocukta yeni bir davranış gözlemleyip şoke oldular. Çünkü oğlan kimseye sezdirmeden sürekli bir şeyler özellikle de yiyecek atıştırıyordu. Sofrada az bir şey yiyen çocuk çok geçmeden "şunu isterim, bunu isterim" diye ağlamaya başlıyor annesinden istediğini koparamadı mı başkasına gidiyor, ya evden aşırıyor, ya da başka çocukların ellerinden kapıyordu. İncelememiz sonucunda anlaşıldı ki çocuk babannesinin yanında "evden kapı dışarı ettikleri" gibi bir duygu içinde yaşamış eve dönüp de yeni çocuğu görünce bu duygusu daha da güçlenmişti. Artık tek çocuk konumunu yitirmişti ve bu yeni asalağın çevresinde herkes dört dönüyordu, kendini umursayan yoktu. Tatlı yiyeceklere düşkünlüğü ise anne babasının sevgisinin yerine onlar gibi tatlı bir şeyleri koyma arzusuydu...
Çocuğun kimse görmeden yiyecek atıştırmalarının arkasında sevgi ile ilgi görme gereksinimi yatıyordu.
Çoğu anne çocuklarının kimseye sezdirmeden mutfağa gidip yiyecek atıştırmasının önemi üzerinde durmaz. Oysa ileride bu davranışın hırsızlık alışkanlığına dönüşebileceğini söylediğinizde, size karamsar gözüyle bakar hatta bu açıklamanızdan ötürü size kırılıp gücenir. Çünkü, nice çocuklar tanımışlardır, tümü de bir süre büyükler görmeden yiyecek atıştırmış ama hiçbirisi sonradan hırsız olup çıkmamıştır.
Oysa bir gün gelip küçük çocuk, çikolataların ve sevdiği diğer şeylerin parayla da satın alınabileceğini öğrenir. Normal olarak kendisinde para olmadığından, gerekli parayı annesinin ev masrafı diye bir kasada sakladığı paradan aşırmaya başlar.
Böylece kimse görmeden yiyecek atıştırmayla başlayan olay bir hırsızlık davranışının doğmasına neden olur.
Aynı anne baba, çocuklarının bir yerden para ya da maddi değeri yüksek bir şey aşırdığını öğrenince korkuya kapılır, dehşete düşer. Sağda solda suçu yükleyecek bir kurban arar. Bu arada unutmadan ya bir hala, teyze ya da bir amca, dayı vardır ve çocukluklarında böyle şeyler yapmışlar, hatta bu nedenle belki ceza bile almışlardır. "Tamam işte" kuşku yoktur. Bu kötü huyun tek sorumlusu genetiktir. Bu, rahatlamak için belki iyi bir yoldur ancak asla çözüm değildir. Çünkü araştırmalar gösteriyor ki, hırsızlıkların temelinde kötü çevre koşulları ve yanlış eğitimler vardır.
Bir kötülük diğerini getirir derler ya, bir süre sonra hırsızlık yapan çocuk bunu örtbas etmek için yalan söylemeye de başlayacaktır. Kalkıştığı çalıp çırpmaları masum eylemler olarak gösterip, kendini temize çıkarmak için "zorunlu yalanlar"a başvurur çaresiz.
Sevgili anne babalar, böyle bir durumda yapılacak şey, bu tür sorunlar kendini açığa vurmadan önlemler almak, saklı gizli atıştırmalar karşısında birtakım girişimlerde bulunup işin tehlikeli boyutlara ulaşmasına fırsat vermemektir.

Dostunu Düşmanını İyi Tanı
Küçük bir kuş, hava soğumaya başladığından güneye doğru uçuyordu. Ama geç kalmıştı. Yorgunluktan küçük kanatları onu taşımaya yetmedi ve hızla yere düştü. Yerde baygın yatarken, yoldan geçen biri küçük kuşun donmuş olabileceğini düşündü ve ısınması için ona çamurdan bir ev yaptı. Bir süre sonra çamurun ve sıcaklığın etkisiyle kuş canlanmaya başladı. Artık mutluydu ve neşeli bir biçimde şarkı söylemeye başladı. Yoldan geçen aç kurt, neşeyle öten kuşu fark edip, onu hemen midesine indirdi.
Kıssadan Hisse:
Üzerinize çamur atan her zaman düşmanınız değildir. Sizi çamurdan çıkaran da her zaman dostunuz değildir. Çamura bulanmış olsanız bile, ağzınızı her zaman kapalı tutun.

Güçlü bir ateş, küçük bir kıvılcımdan sonra gelir.
Dante

Başa Dön

İZLENİM-Dilek Dinçer
Globalleşme Sürecinde Turizm
Son yıllarda dünyanın gündeminden düşmeyen bir kavram globalleşme...Tüm sektörler geleceğe yönelik programlarını, bu kavram yörüngesinde oluşturuyor. Yatırım planlaması yapılırken hedefler bu boyutta belirleniyor. Diğer yandan, özellikle Avrupa'da tüm önemli sosyal ve siyasal gelişmelerin yaşandığı ortamlarda ve hatta önemli sportif karşılaşmalarda, küreselleşme karşıtlarının protesto gösterilerine, inanılmaz eylem girişimlerine tanık oluyoruz.
Peki nedir globalleşme ? Neden tüm dünyada fırtınalar estiriyor ? Konu ilgimi çekti ve araştırdım. Öğrendiklerimi sizlerle de paylaşmak istedim. Pazarın dünya ölçeğinde büyümesi, sermayenin serbestçe dolaşımı , ulusal pazarların dış ticarete serbestçe açılabilmesi ve iletişimin küresel düzeyde hızlı akışı olarak tanımlanıyor literatürde...
Dünyada turizm adına bu süreci başlatan siyasal olayların başında; 1991 yılından sonra SSCB nin yıkılması ile liberalizmin tüm ekonomilere farklı boyutlarda da olsa hakim olması gösteriliyor. Önceleri farklı siyasal rejimlerin uygulandığı ülkeler,yalnızca birbirleriyle alışverişte ve karşılıklı ziyaretlerde bulunurlarken, bugün tüm dünyada sınırların kalktığını görüyoruz. Her yıl sayıları hızla artan Rus vatandaşlarına ülkemizde de ev sahipliği yapıyoruz. Bu yıl kimilerine göre sevindirici bir gelişme oldu. Avrupa Birliği ülkeleri,teknolojilerinin eski olması ve buna bağlı olarak çevre kirliliği yarattıkları gerekçesi ile Rus uçaklarının havaalanlarına inmelerine izin vermeyeceklerini açıkladılar. Avrupa'ya alternatif olabilecek birkaç turizm ülkesinin başında Türkiye geliyor. Turizmcilerimiz bu habere çok sevindiler. Dilerim bir gün çevre değerlerinin en üst düzeye eriştiği bir ülkede yaşamanın ayrıcalığı ve mutluluğunu bizler de tadarız.
Ekonomik açıdan bakıldığında, sermayenin serbestçe dolaşımı, çok uluslu şirketlere avantajlar sağlamış. Yatırımlarını, işgücünün ve diğer girdilerin çok ucuz olduğu, az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelere yaparak, ucuz üretimle,haksız rekabet ortamı içinde, dünya piyasalarını alt üst ederek, tekellerine almışlar. Küresel karşıtlarının en büyük tepkileri, emeğin sömürülmesi anlamında bu noktada odaklanıyor. Bu arada doğal ve kültürel değerlerin yoğun olduğu ülkelere yapılmak istenen turizm yatırımları, Avrupa'da büyük tur operatörlerinin birleşerek,dünya seyahat pazarını ele geçirme çabaları da buna örnek gösterilebilir. Bazılarının, Kaya Köyüne dünya devlerini davet etme düşüncelerini de bu bağlamda değerlendirebiliriz.
Yıllar öncesinden, 2000 li yılların turizm ve iletişim çağı olacağının sinyallerini almıştık. telekomünikasyonun ulaştığı nokta ve enformasyon tekniklerindeki gelişmeler, İnternetlin turizmde en etkin tanıtım aracı olarak, çok geniş kitlelerce kullanılması, turizm hareketlerine yön vermede çok önemli katkılar sağlıyor.
Dünya Turizm Örgütü'nün verilerine göre, 2020 yılında, 1,6 milyar turistin, yılda 2 trilyon veya her gün 5 milyar Amerikan dolarından fazla harcama yaparak, farklı ülkelere ziyarette bulunacağı öngörülüyor. Bu durumda dış tanıtımı bir kez daha gözden geçirip, tanıtım stratejimizi belirlerken, avantajlarımızı ve modern dünya ile ortak paydalarımızı vurgulayan özelliklerimizden yararlanarak, güvenilir, abartısız, doğru tanıtım yapmaya özen göstermek gerekiyor.
Bana göre globalleşmenin turizme yapacağı en önemli katkı,tüm dünyada çevre ve ekolojik değerlerin korunması için harcanan çaba... İletişim ve eğitim, insanlarda inanılmaz bir duyarlılık yarattı. Kültürü ve doğası bozulmamış yerler, ilgi alanı haline geldi. Sürdürülebilir tarım,eko-tarım vb. kavramlar bu sürecin olumlu meyveleri...
Dilerim, turizm politikalarının belirlenmesinde de bu duyarlılık dikkate alınır.
( Geçen sayıda, "Uzun yıllara dayanan birikim ve deneyimleri ile ilçemizin tüm değerlerini özümsemiş bu seçkin topluluk, sorunları sıralarken, çözüm önerilerini de birlikte üretirdi" cümlesi eksik yayınlanmıştır. Düzeltiriz.)

Başa Dön

SPORTMENCE-Erol Dolu
Amatör Sporcuların Çilesi

Ülkemizde spor sistemimize baktığımız zaman bir tarafta milyarların içerisinde bulunan profesyonel futbolcular, diğer tarafta acı, ızdırap ve göz yaşından başka kazancı olmayan, her gün kendi kendine tamam mı devam mı yoksa devam mı sorusunu yenileyen yine yağmur, çamur, kar-kış demeyip devam diyerek spor yapma aşkıyla bir ömür boyu ağlamayı göze alan amatör sıfatlı sporcularımızı görüyoruz.
Ülkemizin her tarafında olduğu gibi bizim bölgemizde de amatör sporcuların spor yapma mücadelesi yine kendilerine kalmaktadır.
İlçemiz Fethiye'de bir çok minik ve yıldız güreşçileri bünyesinde toplayan Fethiye Güreş İhtisas Kulübümüz güreşçileri feryat ediyor. Denizli'de yapılacak olan bir ulusal güreş müsabakalarına maddi ilgisizlikten gidemiyorlar. Kulüp antrenörü İbrahim Günlü'yü dinledik. "Uzun zamandır hazırlandıkları Denizli'deki güreş müsabakalarına katılamıyoruz ama bunun mücadelesini verdik. Bir türlü maddi olarak başarılı olamadık. Bu böyle devam etmemeli ve sorunlar yetkililer tarafından çözümlenmeli" diyor. Fethiye Güreş İhtisas Kulübü Başkanı Mustafa Toklu'nun bu konuda verimli çalıştığını biliyoruz. Gerçekten Mustafa Toklu kulübü için çok büyük katkı sağladı. Amatör kulüplerde yöneticilik yapmak gerçekten özveri isteyen bir iş. Sporumuzun işleyişinden kaynaklanan konumundan dolayı zaman geliyor kulüp başkanları da bir şeyler yapamıyor. Ama Fethiye gibi güreşin temeli atılmış bir yerde bu güreşçilerimize ve Fethiye Güreş İhtisas Kulübü'ne yetkililer ilgi göstermelidir.
Fethiye'den yıldızlarda Türkiye çapında derece elde edilen sporcularımız var. Mustafa Toklu genç ve sporun idealistliğini benimsemiş bir arkadaşımız, bu işe gönül vermiş. Amatör sıfatlı sporcuların milyarlara ihtiyacı yok. Kendilerini müsabakaların yapılacağı yere götürecek kadar bir maddi ihtiyaçları var. Bu da profesyonel spora harcanan paraların yanında devede kulak misalidir. Bundan sonraki müsabakalarda bu sporcularımıza yetkililerden ve turizm camiamızdan sporsever çevrelerden ilgi gösterileceğine inanmak istiyoruz. Bölgemiz bir turizm bölgesi, spor da iyi bir tanıtım aracı değil mi? İleriki sayılarımızda Turizm ve Spor başlığı ile yazacağım bir yazıda bu konuya daha geniş değineceğiz. Fethiye Kaymakamlığımızın bünyesinde bulunan FETAV kuruluşu ilçemizin tanıtımı için çalışıyor. Orada bu konunun uzmanı durumunda olan FETAV FETAV bürosu personelinden sayın Dilek Dinçer gibi uzman birisi var. Bu sporcularımıza da gerekli ilgiyi göstereceğine inanıyoruz.
Ramazan Çatal'ı, Yüksel Topçu'yu yetiştiren Fethiye toprağı gösterilecek ilgiyle daha nice büyük güreşçileri bu topraklardan çıkaracaktır.
Ülkemizde amatör sporcular zor şartlar altında da olsa yine bu işi yapmak için nefesinin sonuna kadar mücadele etmektedir. İbrahim Günlü eğer gelecek günlerde hiçbir yerden ilgi göremezsek ben kendi olanaklarımla bu sporcuları müsabakalara götüreceğim dedi.


Başa Dön

KIRLANGIÇ-Devin Kuzu
...Yanında da Bir Anne Vardı
İstanbul'da 7'nin üzerinde bir deprem bekleniyor. İzmit depreminden sonra aylar süren "deprem olacak mı olmayacak mı?", "fay tek parçada mı kırılacak, ufak ufak mı kırılacak?, "denizde mi olacak, karada mı olacak?" tartışmaları tamamen bitmiş durumda. Hemen tüm uzmanlar. profesörler, bilim insanları, İstanbul'da, tarihi belirsiz olmak üzere 7'nin üzerinde şiddetteki bir depreme kesin gözüyle bakıyorlar. Hayatının 40 yılını bu şehirde geçirmiş olan ben, olabilecekleri düşündükçe dehşete kapılıyorum. "Depremle birlikte yaşamaya hiç alışmamış" bir şehirde, hiçbir önlemin alınmadığını da gayet iyi bildiğim için, böyle bir felaketten sonra yaşanacaklar, en dehşetengiz korku filminden bile daha ürkütücü geliyor bana. Maalesef İstanbul'dan yükselecek olan ceset kokusu burada da duyulacak. Ve İstanbul gibi bir şehrin yıkılmasının yaratacağı sonuçlar tüm Türkiye'yi çok kötü etkileyecek.
Yayınlanan tüm deprem raporları, ürkütücü tablolar koyuyor ortaya. Evlerinin %50'sinin, %20'sinin vs. yıkılacağını söyledikleri yerler, aslında tüm şehir. İzmit depreminde 1.500 ölü veren bir kentin, tamamen kendine ait bir depremde kaç can alacağını düşündükçe tüylerim ürperiyor.
Ve beni korkutan, sadece enkaz altında can veren, enkaz altında canlı kalıp da kurtulmayı bekleyen -ki o yardımın hiçbir zaman gelmeyeceğinden hemen hemen eminim- insanlar değil ne yazık ki. İzmit depreminden sonra, oraya yardıma giden arkadaşların anlattıkları, yağma, gasp ve cinayet olaylarını biliyorum. Bazı bölgelerden insanların kamyonlara doluşup, bölgeye yağmaya gittiklerini de biliyorum. Ama İstanbul'da dışarıdan gelecek olan yağmacılara hiç ihtiyaç olmayacak. İstanbul kendi yağmacılarını, kendi katillerini, kendi gaspçılarını hemen yaratabilecek bir kapasiteye yazık ki sahip. İstanbul depremini düşündükçe, aklıma nükleer savaştan sonra dünyanın halini anlatan bilimkurgu-korku filmlerinden sahneler doluşuyor.
Japonların yaptığı bir "Deprem sırasında yapılacaklar" filmi izlemiştim. Filmde, deprem olurken ve sonrasındaki bütün işleri evin kadını yapıyordu. Kadın mutfağa gidiyor, gaz vanalarını kapatıyor, kadın elektrik sigortalarını indiriyor, kadın çocukları emniyetli yerlere koyuyor, kadın onu yapıyor, kadın bunu yapıyor. Filmi, acaba erkek şu sırada neler yapıyor diye başından sonuna kadar izlemiştim. Ancak, film bitiminde evde bir erkek var mı yok mu bir türlü belli olmamıştı. Merak etmiştim, Japonlar, bu filmi "erkekler nasıl olsa beceriksizdir, bu işlerin hiçbirini yapamazlar, zaten anlatsak da anlamazlar, biz en iyisi kadınları eğitelim" şeklinde bir düşünceyle mi yapmışlardı? Gönül böyle olmasını istiyor tabii ama hiç sanmıyorum. Erkek egemen ideolojiyi her fırsatta yeniden üreten sistem, deprem gibi bir konuda da boş durmamış, işleri kadının sırtına yüklemenin yolunu bulmuştu. Kadın ne kadar meslek sahibi olsa, ne kadar çalışsa, ne kadar okusa, ne kadar kariyer de yapsa, ev işleri ve çocuk bakımı tümüyle onun omuzlarında. Hal böyleyken, deprem sırasında bile eve ve çocuklara dair bütün işleri onun yapması gayet normal. Erkek ise, gayet normal olarak, kendini koruyacak bir yer bulup, depremin geçmesini bekleyebilir ve kadına "vanaları neden kapatmadın be kadın" diye bağırabilir.
Katıldığım bir deprem seminerinde, "Nerede bir çocuk ölüsü bulduysak, yanında da bir anne vardı" demişti konuşmacı. Çok çarpıcı gelmişti bu söz bana. Aslında çarpıcı değil, acı veren bir sözdü bu. Anneler, çocuklarını kurtarmak için yanlarına koşmuş, ama ne yazık ki birlikte can vermişlerdi. Bir başka annenin ise kollarını, çocuğundan bir türlü çözemedikleri için onu çocuğuyla birlikte gömmek zorunda kalmışlardı.
Anlatılan başka bir hikaye ise çok daha çarpıcıdır. Kadın çocuğunun yanına koşuyor, onu alıp kendisini ve çocuğunu sokağa attığında, kocasını sigara içip, onları beklerken buluyor. Tahmin edin, bu hikaye nerede sonlanıyor? Tabii ki mahkemede.
Kadınlar çocuklarını kurtarmak için çabaladılar, pek çoğu bunu başardı, ancak pek çoğu da onlarla birlikte enkaz altında can verdi.

Başa Dön