|
|

BAŞYAZI
Daltonlar
Geçtiğimiz Cumartesi günü Atatürkçü Düşünce Derneği'nin genel kurul toplantısı
yapıldı. Üyelerin tamamının katılımı olmasa da, ilk toplantıda ekseriyetin
üzerinde katılım sağlanıp, Atatürkçü düşünceye değer verildiğini görmek
sevindirici bir durum.
Üç yeni üyenin katılımı ile oluşan yönetimin, geçmişte olduğu gibi, gelecekte
de çok daha fazla yeniliğin altına imza koyacaklarından eminiz. Kemalist
düşünceye sahip olan her birimiz yönetime ve manevi her türlü desteği
vererek, Atatürkçü düşüncenin ilçemizde layık olduğu çizgiye ulaşmasını
sağlamalıyız.
Bizler Beyaz Kalem Gazetesi olarak, Atatürkçü Düşünce Derneği'ne koşulsuz,
şartsız tam destek veriyoruz. Yönetimden veya üyelerden gelebilecek her
türlü haber, bilgi, etkinlik kampanya vs. konularında gazetemizin tamamını
dahi olsa kendilerine sunacağımızı bir kez daha altını çizerek belirtiyoruz.
Ülke genelinde olduğu gibi ilçemizde de var olan, yolsuzluk, yobazlık,
adaletsizlik ve hortumlama olaylarında her birimiz aynı noktadayız. Bizler,
Kemalistler olarak artık suskun kalmamalıyız. Cumhuriyetimizin 78. yılında
hala daha devletimizde bu tür olaylar oluyorsa, bütün bunlar sessiz ve
bir araya gelemememizden kaynaklanmaktadır.
Mustafa Kemal'in hedef olarak gösterdiği çağdaş ülkeler seviyesine çıkabilmemiz
için partiler üstü bir anlayışla, tek bir yumruk olmaktan başka şansımız
yoktur. Marmaris'ten, Antalya'ya kadar dört kişilik "Rant çetesi"
kuran Daltonların yaptıkları gözler önündeyken, suspus kalamayız. İlçemizin
en güzel bölgesine, kamu binalarımıza, koylarımıza, tarım arazilerimize
ve Lise arazilerimize göz koyan, ağızlarını şapırdatarak bakan bu çeteye
engel olmalıyız.
Kamu görevlilerine, yargı üyelerine, belde ve belediye başkanlarına, sivil
toplum temsilciliklerine ve oda başkanlarına Atatürkçü Düşünce Derneği'ne
üye olmaları konusunda buradan bir kez daha davet gönderiyoruz.
Sıraladığımız bu kişiler ivedilikle bu derneğimize üye olmaları yanısıra,
derneğin tüm etkinliklerine katılıp, maddi ve manevi desteklerini vermelidirler.
Başa
Dön

BORSA-EKONOMİ-Serdar
Düzenli
BORSADA
GEÇEN HAFTA
Geçen hafta Petrol Ofisi'nin halka arzı ile piyasadan para çekilmesi ve
Irak tedirginliği nedeniyle yaşanan satış baskısı yerini bir tepki çıkış
hareketine bıraktı. Özellikle kısa vadede Irak'a bir hareket düzenlenebileceği
endişelerinin şimdilik ortadan kalkmış olması piyasaları rahatlatan en
önemli gelişme oldu. POAŞ'ın halka arzı nedeniyle piyasadan çıkan paranın
tekrar piyasaya dönmesi ve borsada artan işlem hacmi yükseliş trendinin
bir miktar daha sürebileceği sinyallerini vermekte. Ayrıca yükseliş yönünde
göstergelere sahip olan teknik göstergeler de ilk aşamada 11 bin 825 ve
12 bin 400 seviyelerini hedef göstermekte.
BORSA ve PARA PİYASALARINDA
GEÇEN HAFTA
|
15.03.2002
|
22.03.2002
|
%
DEĞİŞİM
|
BORSA |
10.772
|
10.791
|
+9.45
|
DOLAR |
1.348.000
|
1.340.000
|
-0.59
|
EURO |
1.191.000
|
1.180.000
|
-0.92
|
ALTIN |
87.000.000
|
87.500.000
|
+0.57
|
BORSA OKULU - BÖLÜM
18
Kaydi sistem (evraksız kıymetli evrak) nedir?
Dünya sermaye piyasalarında, kıymetli evrakın saklanması gerekliliğinden
ortaya çıkan sakıncaları ortadan kaldırmak, menkul kıymetlerin dolaşım
yeteneğini artırmak için kıymetli evraktan doğan hakların gayrımaddi olarak
kayden tutulması sistemi geliştirilmiştir. Buna kaydi sistem (evraksız
kıymetli evrak) denilmektedir.
Hisse senedinin ihraç fiyatı ne demektir?
Hisse senetlerinin çıkarılış aşamasında satışa sunulduğu fiyata "ihraç
fiyatı" denir.
Hisse senedinin Borsa fiyatı ne demektir?
Borsa'da işlem görmeye başlayan hisse senetlerinin, Borsa'daki arz ve
talep koşullarına göre oluşan fiyatına "Borsa fiyatı" denir.
Hisse senetlerini ihraç eden şirketin bedelsiz sermaye artırımına katılma
ve dağıttığı temettüye ilişkin zamanaşımı süresi nedir?
Borçlar Kanunu'nun 126/4 fk.sı uyarınca, söz konusu işlemlerin başladığı
tarihten itibaren 5 yıldır.
ŞİRKET HABERLERİ:
Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. Yönetim Kurulu'nca, çıkarılmış
sermayenin (%39,50) bedelsiz artırılarak 104.476.528.800.000 TL'den 145.744.757.676.000
TL'ye yükseltilmesine karar verildiği bildirilmiştir.
Ak-Al Tekstil Sanayii A.Ş.'nin 20.03.2002 tarihinde yapılan Olağan
Genel Kurul toplantısında, 2001 yılı karından 1.651.598.638.000 TL (%70)
kar payının hisse senedi şeklinde 31.05.2002 tarihinde dağıtılmasına karar
verildiği bildirilmiştir.
Ceytaş Madencilik Tekstil Sanayi ve Ticaret A.Ş. Sermayesini %150
bedelli 7.200 milyar TL, %150 bedelsiz 7.200 milyar TL olmak üzere toplam
14.400 milyar TL artırılarak 19.200 milyar TL'ya çıkartılması ve 1-7 tertip
hisse senetleriyle değiştirmek üzere 8. Tertip hisse senetlerinin basılması
ile ilgili olarak 20.03.2002 tarihinde 8552 sayı ile Sermaye Piyasası
Kurulu'na izin için müracaat edilmiştir
Yapı Kredi Koray Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı A.Ş. 2001 yılı karından
kar payı dağıtmayarak kanuni mükellefiyetler çıktıktan sonra kalan kısmın
fevkalade yedek akçelere aktarılmasının Genel Kurula teklif edilmesine,
Olağan Genel Kurulu müteakiben, çıkarımış sermayenin 29.896.513.958.938
TL fevkalade yedek akçelerden, 103.486.041.062 TL emisyon primlerinden
olmak üzere toplam 30 trilyon TL (%300) bedelsiz artırılarak 10 trilyon
TL'den 40 trilyon TL'ye yükseltilmesine karar verildiği bildirilmiştir
Güneş Sigorta A.Ş. Çıkarılmış sermayenin 5.500 milyar TL 2001 yılı
kar payından, 6.244.151.451.357 TL şirket yeniden değerleme değer artış
fonundan, 4.185.962.304.437 TL sermayeye eklenecek gayrimenkul satış karından,
148.550.533.464 TL iştiraklerden elde edilen yeniden değerleme fonundan,
121.335.710.742 TL iştiraklerden elde edilen maliyet bedeli artış fonundan
karşılanmak suretiyle toplam 16.200 milyar TL (%60) bedelsiz artırılarak
27 trilyon TL'den 43.200 milyar TL'ye yükseltilmesine karar verildiği
bildirilmiştir.
Başa
Dön

DENGE-Av.
Recai Yıldırım
Uygarlığın
Beşiği Avrupa
Galatasaray'ı kutluyorum. Mağrur ve küstah İtalyan takımına kendi evinde
aklından çıkmayacağını umduğum iyi bir futbol dersi verdi.
Bu futbol dersinden sonra spor sahasında meydana gelen olaylar İĞRENÇTİ.
Yüzümüzü döndüğümüz ve aralarına girmek için atmadığımız takla kalmayan
Avrupa Birliği üyesi bir ülkede olanlara bir bakın.
İtalya,tarih boyunca uygarlığın beşiği olmuş, hukuk alanında gösterdiği
ilerlemeler ile diğer Kara Avrupa'sı ülkelerine örnek olmuş bir ülke.
Biz bile Ceza Yasamızı, İtalyan Ceza Yasasını temel alarak düzenledik.
Ekonomik bakımdan diğer ülkelere göre daha gelişmiş. Demokrasiyi daha
iyi özümsemiş bir ülke. Demokrasisini öyle geliştirmiş ki, yaklaşık elli
yıldır, ortak hükümetlerle yönetiliyor. Hem de sağcısı,s olcusu birbirlerine
destek vererek.
Böyle bir ülkede spor karşılaşmasından sonra baldırı çıplak bir zenci
kırması sözüm ona sporcunun tahrik eden hareketlerine verilen yanıt üzerine
başlayan olaylara, spor sahasının içinde ve dışında konuk sporcuların
ve seyircilerin can ve mal güvenliğini sağlamakla yükümlü İtalyan Polisinin
bire bir katılması her türlü gerekçeden aridir.
Bunlar nasıl Avrupalı ilerlemiş uygar bir ülkenin yurttaşlarıdır ki, evlerine
konuk gelen insanlara tekme-tokat saldırıp copluyorlar. Yaptıkları yetmiyormuş
gibi, utanmazlık içinde kendi ceza yasalarına göre tutuklama yapmak için
Galatasaray kafilesini iki saati aşkın süre soyunma odasında kapalı tutuyorlar.
Yapılanların hiçbir akılcı açıklaması olamaz. Bizce bu olaylar üzerine
izlenecek olan yol, işi uluslararası düzeyde ele almak ve ulusal onurumuzdan
ödün vermeden gerekli girişimlerde bulunmaktır.
"Yavuz hırsız ev sahibini bastırır" özlü sözünün burada gerçekleşmesine
izin vermeyelim. Üzerinde önemle durmamız gereken,haklılığımızı her türlü
yolu deneyerek anlatabilmek olmalıdır. Siyasi ve ekonomik baskıları bu
işten uzak tutmak,bizce daha onurlu bir davranış olur.
Dikkat ettiniz mi bilmem. İtalyanlar, olayların hemen ardından işi siyasi
yöne çekmeye yeltendiler. Daha önce de APO olayındaki tutum ve davranışlarına
benzer yol ve yöntem izlemeye çalıştılar. Aklın dünyanın her yerinde bir
olduğunu unutturmadan girişimlerimiz başlamalı ve sonuç alınana kadar
sürmelidir.
Bunları yaparken biraz da kendimize bakmakta yarar var. Asırlar boyu Avrupa'da
aileler çocuklarını "Türkler Geliyor" diyerek korkuttular.
Bizim, onların bizi düşündükleri gibi olmadığımızı her alanda, her yönümüzle
anlatmalıyız. Bu da DEMOKRASİ dediğimiz yoldan geçiyor.
Başa
Dön

YAZDI-Recai
Şahin
Şaka
Maka Derken
Köy yeri, sinema yok, tiyatro yok, kıraathane yok, televizyon yok, radyo
ise sayılı birkaç kişide. Ankara radyosundan akşam yedi buçuk acansını
(haber bültenini) dinlemek için Çil Niyazın bataryalı radyosunun başına
toplanılır. Adam her akşam ajans meraklılarına kızotu çayı ikram etmekten
bıkmış olacak ki radyoyu bahçeden taraftaki pencereye koymuş. Hoparlörün
ağzı tarafını da bahçeden tarafa cevirmiş, işine gelen böyle dinlesin.
Hani Çil Niyaz da alana atılacak adam değil.Köyün "bilgili çavuşu"
çevrenin "züğürt ağası". Dinleyiciler için bahçeye birkaç da
lata koymuş iki sıra.
Demokrat parti iktidarı. Gülmet muhtarının memur tayin komisyonu başkanı
olduğu günler. Partizanlık kol geziyor, halkçılar, şuraya, demirgıratlar
buraya. Çil Niyaz iyi bir demirgırat. Acansı da daha çok kendi partisinden
olanlar dinlesin istiyor.
Saat yedi olur, açık hava dinleyicileri radyo bahçesine gelmeye başlarlar.
Ön sıralardaki latalar daha yüksekçe konmuştur. Oraya oturanlar bacak
bacak üstüne çelsin de havalı otursunlar diye. Arkadaki latalar daha alçak
konmuştur. Onların üstüne sanki çömelir gibi oturursun. Kazara haddini
bilmeyerek ,halkçılardan birisi öndeki yüksek latalara oturacak olsa,
koca koca aksırmalar, veremli kız öksürükleri başlar.
Çil Niyaz pencereye çıkar, sanki haberleri kendi okuyacakmış gibi şöyle
bir boğazını temizler, radyonun avuç dolusu düğmesini bir sağa bir sola
çevirir:
-Burası kısa dalga Mamak radyosu,
-Burası Meteorolojinin Sesi radyosu,
-Burası orta dalga bilmem kaç metreden yayın yapan Orta Dalga İzmir Radyosu,
-Burası binaltıyüzkırsekiz metre bilmem kaç kiloheps üzerinden yayın yapan
uzun dalga Ankara Radyosu, Muzaffer Sarısözen yönetiminde yurttan sesler
dinlediniz. Şimdi haberleri okuyoruz. Başvekil şuraya gitti (alkışlar),
Hariciye vekili şuraya gitti (şakşaklar), şu kadar kişi "vatan cephesi"ne
geçti, "ispat hakkı" kanunu çıktı. İsmet Paşa'nın Uşak'ta kafasını
yardılar, alkışlar, bu alkışlar daha canlı. Demirgıratların hepsinin sağ
bacakları sol bacaklarının üstünde. Arkalarındaki halkçılara acıyarak
bakıyorlar. Halkçılar sus pus. Arkadaki halkçılardan birisi bacak bacak
üstüne atacak olsa, Gırali bağırır.
-Ülen Niyaz boraya herkesi alma deyom, beni dinlemeyon, haddini bilmezi
sokma goca kapıdan deyom gulağın duymayor, ülen Niyaz seni... der demez
halkçı lafın kendisine söylendiğini anlar bacağını indirir, elini de dizinin
üstüne koyup haberleri öyle dinler.
Tut ki halkçılardan birisi konuştu, Gırali gene kükrer:
-Ülen Niyaz...
Hava raporu okunur okunmaz önce halkçılar çıkar bahçeden, sonra demirgıratlar.
Köyde gün geçmez ki demokrat halkçıya, halkçı da demokrata bir oyun oynamasın.
Oynanan oyunlar günlerce anlatılır bakkal dükkanında, terzi dükkanında.
Terzi Rahmi köyün önde gelen şakacılarından, yemekten içmekten vazgeçer,
şakadan asla. Terzi dükkanı da sabahtan akşama hiç boş kalmaz.
Terzi dükkanında bir köşeden bir köşeye ip gerilir. Dikilecek kumaşlar
önce ıslatılır bu ipe asılarak kurutulur, bazı kumaş parçaları da bu ipe
asılıverir.
Yaz günü yoldan geçen tüm koyun keçi sığır ve eşeğin üstünde ne kadar
sinek varsa terzi dükkanının önünden geçerlerken hayvanlarını terkedip
gelip bu ipin üstüne konarlar. Süpürgeyle kovalarsın havaya uçar gene
gelip ipe konar. Dükkanda bir köşede gazoz şişesine konmuş gazyağı bulunur,
kömür ütüsünü yakmak için. Rahmi bu gazyağıyla ağzını doldurur onu havaya
üfler bir kibrit çakar ipte ne kadar sinek varsa kanatları yanar ve yere
düşerler. Bu sinekten kurtulma işlemini Kol Feti, Arap Mıstan, Gök Hüseyin
de izlemektedir.
Terzi Rahmi bir gün çırağı Gıyasettin' i gazoz şişesine işetir. Sidikli
şişeyi bir köşeye koyar. Birkaç gün sonra terzi dükkanında Tat Şerif,
Gebeş Alı, Arap Mıstan oturmakta, terziye nasıl bir oyun oynasak diye
planlar kurmaktadırlar. Rahmi bir ara Mıstan'a dönerek:
-Ulan kerata, geçen gün benden gazla sinek yakmasına öğrendin, artık evinizde
sinek kalmamıştır hepsini benim usülle yok etmişsindir. Bak bizim ipte
gene sinekler birikmiş, haydi bu sinekleri bir de sen yakıver de sana
bir gömlek dikeyim, diyor.
Mıstan şişedeki sidiği ağzına alıp püskürtür sineklerin üstüne çalar kibriti,
kibrit yanmaz, cıııssss. Birkaç denemeden sonra Mıstan:
-Eh neylersin tüfek icat oldu mertlik bozuldu derler o da yalan olmuş
gayri, bundan sonra "gazoz icat oldu gazyağı bozuldu" desinler
artık diyor.
Halkçı Rahmi'nin demirgırat Mıstan'a oynadığı bu oyun günlerce anlatılmış
köyde.
Hey gidi günler hey...
Haftanın Fıkrası
Dargın iki köylü yolda karşılaşmışlar, birisinin yanında keçi varmış.
Öteki adam sormuş:
-Hey bu eşekle nereye gidiyorsun böyle?
Keçiyle giden adam bağırmış:
-Bu yanımda gördüğün eşek değil keçidir demiş.
Öteki de:
-Zaten ben sana sormadım ki, yanındaki keçiye sordum demiş.
Başa
Dön
TARİHİN
SÜZGECİNDEN-Av. Ömer Karayumak
Kütüphanecilik haftası münasebetiyle;
İSLAM MEDENİYETİ İÇERİSİNDE KÜTÜPHANECİLİK
-TARİHİ GELİŞMİ VE BUGÜNÜ-
Günlere,haftalara,aylara mutlaka bir isim verme alışkanlığı; vazgeçilmez
bir tiryakilik halinde toplumsal benliğimizin bir parçası haline gelmiş
bulunmaktadır. Anneler günü, babalar günü, sevgililer günü,Yeşilay haftası,
Kızılay haftası, vakıflar haftası, Orman haftası, Trafik haftası. Şimdilerde
bizim nesil için artık nostalji haline gelen yerli malı haftası derken
bu hafta da Kütüphane haftasını kutlamaya başladık.
Gerçi her ne kadar biraz bürokratik bir zorlama ile de olsa Kütüphane
ve kütüphanecilik kavramının dile getirilmesi, bu amaçla bir takım konuşmalar
yapılması, sergiler açılması, konferanslar verilmesi her şeye rağmen takdir
gören davranışlardır. Gerçi hiç kimsenin aklına bir kitabı alıp okumak
gelmediyse de kütüphanecilik haftasını kutlamak bile güzel bir alışkanlıktır.
Makalemizin başlığında belirttiğimiz üzere İslam medeniyeti içerisinde
kütüphaneciliğin tarihi gelişimine bir göz attığımızda bir gerçekle karşı
karşıya kalıyoruz. Avrupa toplumu orta çağın karanlık dehlizlerinde körebe
oynarken İslam dünyasında kütüphanecilik fikri çoktan tatbiki hale dönüştürülmüş,
harıl harıl kitaplar yazılmaya, tercümeler yapılmaya, Latince'den çevrilen
kitaplar büyük şehirlerin kütüphanelerinde toplanıp tertip ve tasnif edilmeye
başlanmıştı. Meşhur tarihçi YAKUBİ'nin izahına göre: Miladi 891 tarihinde
sadece Bağdat'ta yüzden fazla kitapçı dükkanı bir o kadar da kütüphane
mevcuttu.
Yine medeniyet tarihi yazarların WILL DURANT'ın belirttiğine göre: "Müverrih
El VAKİDİ" öldüğü zaman 600 sandık kitabı kalmıştı. Bunların her
biri 5-10 kişinin taşıyacağı kadar ağırdı. Miladi 10'uncu asırda yaşayan
SAHİP İBN-İ İBAD gibi emirlerin kütüphanesinde bütün Avrupa kütüphanelerinde
bulunan kitapların toplamına muadil sayıda kitapları vardı.
Tarihçi İSMAİL HAMİ DANIŞMENT "Garp menbalarına göre İslam medeniyeti"
isimli eserinde bu konuda geniş bilgiler vermektedir. "La civilatation
des arabes" isimli İslam medeniyet tarihi kitabında Dr: GUSTAV LE
BON derki: "Kurtuba'daki Halife II. El Haken'in kütüphanesinde 600.000
kitap vardı ve bunların 44 tanesi yalnız kataloga aitti. O tarihten ancak
400 sene sonra V. CHARLES Fransa kralı kütüphanesinde ancak devamlı zikzaklı
bir grafik çizerek bir türlü standart normlara ulaşamayan Türk kütüphaneciliği
MAHMUT KEMAL İNAL gibi ALİ EMARİ gibi ADNAN ÖTÜKEN gibi adeta kitap kurdu
diye tarif edilen büyük kütüphaneciler yetiştirmesine dünyada eşi görülmeyen
bir sistem olan SAHHAFLAR gibi bir teşkilata sahip olmasına rağmen Cumhuriyet
döneminde de gerçek yerini bulamamıştır.
1950 yılından sonra özellikle merhum ADNAN ÖTÜKEN'in insanüstü diyebileceğimiz
gayretleriyle cumhuriyet nesli kütüphaneciliğin ehemmiyetini yavaş yavaş
anlamaya başlamış olmasına karşın devletin gereken ilgiyi göstermemesi
yüzünden asırlarca altın devrini yaşamış olan bu kurumların ilerlemesine
gelişmesine set çekilmiştir. Sonuç olarak diyebiliriz ki; her üniversitede
bir kütüphanecilik bölümü açmak sorunu çözmez.Kütüphaneciliğin gereğine
inanan bilim adamları lazım.Her ilçede bir kütüphane açmak ve başına bir
müdür bir hizmetli atamak yetmez, genç nesilleri kitap okutmaya yöneltecek
bir kültür politikası lazım.Modern bir bilim dalı haline gelen bu mesleğe
çağdaş ve köklü revizyonlar getirecek yetişmiş meslek elemanı atamak lazım.
Yoksa bir takım şatafatlı nutuklarla, baştan savma haftalarla "dostlar
alışverişte görsün" nemelazımcılığı ile 38.değil, 138.kütüphanecilik
haftasını da kutlasak yine de bir arpa boyu yol alınamayacağını herkesin
bilmesi lazım. Gönül isterdi ki; bir zamanlar büyük bir zenginliğe sahip
bulunan Meğri (Fethiye) kütüphanesinde bulunan yüzlerce yazma ve Osmanlıca
eserleri kendi kütüphanemizde koruyabilseydik. 1940'larda savaş yıllarının
tahribatından korumak amacıyla Konya Yusufağa Kütüphanesine nakledilen
o paha biçilmez eserleri keşke inceleme imkanı bulabilseydik. Ne var ki,
her şey keşkelerle olmuyor. Biraz da çalışmak lazım.
Başa
Dön
BİRİKİM-Ünal
Şöhret Dirlik
Şemşeleri Açalım
16 Temmuz 1962 tarihinde Beşkaza Postası Gazetesi'nde yayınlanan bu yazının
başlığı "Şemsiyeleri Açalım" parantez içinde de (şemşeleri)
yazmışım. Bizim oralarda kısaca şemşe derler. Kökü dışarıdan geldiği için
bizimkiler kısaltmışlar da öyle kullanmışlar. Şimdi varıp sorsanız şemşe
derler ama şehire indiklerinde de şemşe sözcüğünü çıkarttıramazsınız ağızlarından.
Kısaca hem halva demesini hem de helva demesini bilir bizim köylüler.
Bizim "yeni yetme" devrimiz o zamanlar. Her ne kadar öğretmenliğe
başlamışsam da delikanlılık var serde. Alim Mercan Ağabey bir düğünde
biraz fazlaca içmiş. Çalıca'ya gittik. Alim Ağabey kollarımızda. Köye
dönüyoruz. Alim Ağabey birkaç kişinin yedeklemesi ile yürüyor. Çalıca
dönüşünde bir de yağmur başlamaz mı? Kimsede şemsiye yok. Herkes ıslanıyor.
Alim Ağabey davulcuların önüne geçti "Çalın bakalım benim türküyü"
diyor, kendi de:
"Şemseleri açalım
Öte yakaya geçelim"
diye türkü söylemeye. Çalgıcılar böyle bir türkü bilmiyorlar. alim Ağabey
hem söyledi hem oynadı. Evine götürünceye kadar ak ile karayı seçtik.
Ertesi günü gelin almaya gelmedi. Sızmış kalmış diye duyuldu.
Şemsiyeleri açalım sözü günün konusu oldu köyde. Alim Ağabey'i gören,
onun bakkal dükkanına gelen "Naber şemşeci" deyip dalga geçmeye
başladı. Onun ağzını aradım, söylediği türkünün aslını astarını araştırdım.
Meğer kendisi uydurmuş, sonradan eklemeler de oldu. Alim'in türküsü çıktı
meydana. Hiç kızmadı takılanlara, "şişede durduğu gibi durmuyor birader,
içmem bir daha" dedi hep takılanlara.
Bu yazıyı yazarken hesapladım tam kırk yıl olmuş. FRT'ye "Erenler,
Evliyalar"ın çekimi için İncirköy'e gittim, Alim Ağabey oturuyor
çınarın dibinde. Hoş beşten sonra "Şemseleri açalım türküsünü unuttun
mu?" diye sordum. "Hiç unuturmuyum" dedi ve ilk dörtlüğü
okuyuverdi de köyün gençleri de şaşırdı. Şimdi hiç değiştirmeden bu türküyü
yazalım ve Alim Mercan'a uzun ömürler dileyelim:
Şemşeleri açalım
Taşyakaya geçelim
Haram haram diyorlar
Bir yol da biz içelim
Şemşeyi açtım çal
Taşyakaya geçtim çal
Haram maram dinlemem
Bir kiloluk içtim çal
Köprü başında durduk
Naraları savurduk
Bir kerecik içmeyle
Ünümüzü duyurduk
Kapıları vuralım
Sofraları kuralım
Şişeleri kim kırmış
Mükerrem'e soralım
Alim Mecan:
İncirköylü-Sağ
Mükerrem: Mükerrem Karpuz-Sağ
Başa
Dön
TARIM
DÜNYASI-Atila Büyükpapuşçu
Besicilik
Artan dünya nüfusunu yeterince besleyebilmek için tarımsal ürünlerin üretimi
artırılmalıdır. Bunun yanında beslenmemizde önemli bir yer teşkil eden
et, süt ve ürünleri gelmektedir.
Bugün sizlere et üretimi ile ilgili bazı bilgiler vermeye çalışacağız.
Beslenmemizde önemli yer teşkil eden et, süt ve ürünleri her geçen gün
azalmaktadır mı diyeceğiz yoksa nüfus artışı nedeniyle yetmemekte midir
diyeceğiz.
Bu nedenle et ve süt üretimini artırıcı faktörlerden birisi de sığır besiciliğidir.
Gelişmiş ülkelerde ki besicilik ile ülkemizde yapılan besicilik arasında
çok büyük farklılıklar bulunmaktadır.
Biz hayvancılığımızı geliştirmek için gerekli yasal düzenlemeleri yapmamaktayız.
Günlük politikalarla yürütülmektedir. Bundan dolayı her geçen gün besicilik
zor şartlar altında gerçekleşmektedir.
Devlet hayvancılığı geliştirmek için hayvancılığı destekleyecek tedbirleri
almalı ve teşvik etmek için gerekli yasaları çıkarmalı ve kararlılıkla
uygulamaya geçirmelidir.
Devlet ve özel sektör hayvancılığın gelişmesine katkıda bulunacak araştırma
kuruluşlarını oluşturmalı, bunun yanında üreticiyi eğitmeli, üretici ve
yetiştirici için gerekli her türlü kolaylığı göstermelidir.
Hayvancılık çevre ve hızlı kirlilik ile gün geçtikçe azalmaktadır. Bundan
dolayı biz insanlar çevre ve toprak bütünlüğümüzü koruyacak yasaların
etkin bir şekilde kullanılması ve hayvancılık için mer'â ıslahı ve kullanımı
ile ilgili faaliyetlerin artırılması, mevcut mer'âların kullanılmasının
sağlanması ve ıslah edilmesi için gerekli çalışmaların yapılması gerekmektedir.
Sağlıklı ve bol kazançlı bir yaşam dileği ile saygı ve sevgiler.
Başa
Dön
VERGİ
DÜNYASI-S. Muhasebeci Erden Özkan
Kurum Alacaklarının Yeniden Taksitlendirilmesi
T.C. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı
Sigorta Primleri Takip ve Tahsilat Dairesi Başkanlığı'nın 19 Mart 2002
tarih 16-259 sayılı genelgeleri çerçevesinde kuruma olan borçların yıllık
yüzde 3 tecil faizi alınarak yeniden taksitlendirilmesi uygun görülmüştür.
Bu genelge çerçevesinde bazı açıklayıcı bilgiler verelim.
SSK'ya 2001 Nisan ayı sonuna kadar borcu olan işverenler 2001 Haziran
ayı içersinde ödemeye başlamak üzere 16-244 Ek sayılı genelge ile 18 ay
eşit taksitlendirmeye tabi tutulmuşlardı. Müracaat tarihini kaçıran mükellefler
için ise 16-247 Ek sayılı Genelge ile 15 Ağustos 2001 tarihine kadar müracaat
etmeleri halinde 16 ay süre ile borçlarını ödemeleri halinde taksitlendirme
hakkı verilmiş idi. 16-250 Ek ve 16-256 Ek sayılı genelge ile de taksitlerini
bir ay aksatanların taksitlendirme işlemlerinin bozulmaması için bir uygulama
hakkı daha tanınmış idi.
Bu defa 16-259 sayılı genelge ilede daha önceden müracaat edemeyen veya
taksitlendirme işlemi hakkını kaybedenlere aylık yüzde 3 tecil faizi ile
18 ay taksitlendirme hakkı tanınmış olup, mükelleflerin 30 Nisan 2002
tarihine kadar müracaat etmeleri ve 2002 Mayıs ayından itibaren ödemeye
başlamaları uygun görülmüştür.
Genelge açıklamaları çok kapsamlı olup, kuruma borcu olan mükelleflerin
muhasebeci ve muhasebeci mali müşavirlerine danışarak taksitlendirme haklarını
kullanmalarını tavsiye ederim.
16-244 Ek ve 16-247 Ek sayılı genelgeler uyarınca yapılan taksitlendirme
işleminde taksitlerini düzenli ödeyen işverenlerin 2002 kasım ayın sonunda
bitecek olan taksitlendirmelerin yanı sıra aynı işverenlerin 2001 Mart
ayında sonra tahakkuk eden borçları varsa bu borçlarının da Genelgenin
"A" bölümünde belirtilen şartlara uygun ayrıca takside bağlanması
uygun görülmüştür.
Başa
Dön
TANSİYON-Uz.
Dr. Mustafa Ulusoy
Savaş Sağlıksızlıktır
Geçen haftaki yazımda sağlıklı yaşama hakkımızdan bahsetmiştim. Gelişen
olaylar kendi ülkemizde sağlıklı yaşama hakkımızın başkaları tarafından
gasp edileceğini gösteriyor. Dünyanın jandarması misyonuna soyunanlar
ve onların ülkemizdeki uzantıları belki basiretli davranırlar da biz yanılırız.
Çünkü sağlıklı yaşama hakkımızı, belki de yaşama hakkımızı gasp edecek
savaş türü olaylar görünen o ki kapımıza dayandı.
Dünya jandarmasının! En önemli ikinci adamı Avrupalı yardakçılarını ikna
ettikten sonra Ankara'da. İşi bizi savaşa razı etmek.
Biz bu filmi daha önce gördük. Hangi ırk ve milliyetten yada dinden olursa
olsun, komşumuz yada uzak ülke de olsa,dostumuz yada düşmanımız da olsa,
insan yaşamını yok eden savaştan "Bir koyup 3 alacağız" diye
bahsedebilenler sayesinde daha önce gördüğümüz olaylar biraz daha değişik
bir biçimde tekrar sergileniyor. Şimdi savaş kartalı önce bizi ikna etmeye
çalışıyor, ama kabul etmesek bile yapacağımız bir şey yok .İlahlar kan
ve para istiyor ve vurun abalıya misali Afganistan'dan hırsını alamayanlar
gene komşumuz Irak halkına yeni bir zulüm dalgası uygulamayı münasip gördüler.
İşin garip tarafı; bu konuda çok deneyimli olan ve sınırlarındaki bizim
katılmadığımız bir savaş nedeniyle, Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan
olmayı yaşayarak öğrenen Türkiye, savaşa karşı çıkmayıp, sadece savaşın
zamanlamasına karşı çıkıyor yada çıkabiliyor! Savaş ne zaman ve nerede
olursa olsun insanlar için ölüm demektir,zulüm demektir, bu nedenle alıp
vereceklerimiz bir yana bırakılıp özünde savaşa (ne zaman ve nerede olursa
olsun) karşı çıkılmalıdır.
İnsanları Türkiye'nin turizm sezonunda değil de eylül ayında öldürmenin
savunulacak bir yanı olabilir mi? Bu düşüncenin bir zamanlar "barış
güvercini" olan bir politikacıdan kaynaklanıyor olması ise çok acı
...
İnsanların yaşama hakları kutsaldır ve bu hak evrenseldir. Amerikalı'ya
verilen bu hak Afganlı'dan ya da Iraklı'dan esirgenemez. Savaş bu hakkı
adil olmasa da savaşan tüm insanlardan alır,yaşamını yitirmeyenler ise
artık hiçbir zaman sağlıklı bir yaşama sahip olamazlar. Savaşmaları nedeniyle
ölümlerine yada sakat kalmalarına neden oldukları insanlara karşı işledikleri
insanlık suçu onların peşini hiç bırakmayacaktır.
Yaşama ve hem de sağlıklı yaşama haklarının sınırsız olarak kullanılabildiği
bir dünya özlemi ile hoşça kalın.
Başa
Dön
HOŞ
SEDA
Bu sayımızda Hoş Seda köşesi yayınlanmamıştır.
Başa
Dön
DİYALOG-Ufuk
Emek
Bilmeden Hırsız Yetiştirebilirsiniz
Beş yaşında bir oğlan çocuğu tanımıştım.Yakında bir kardeşi dünyaya gelecekti.
Hamileliğinin son dönemindeki anne, çocuğa ve evine ait bazı sorumlulukları
yerine getiremez olmuştu ve doğumdan bir süre sonrasına kadar da getiremeyecekti.
Bu nedenle çocuk, yakın bir köyde oturan babaanne ve dedenin yanına gönderilmişti.
Çocuk önce biraz da hayvanların sayesinde keyifli günler geçirmiş ama
kısa bir süre sonra anne babasını istemiş ve eve dönmek istiyorum diye
acı acı ağlayıp sızlanmıştı. Sonunda doğum gerçekleşti ve anne birkaç
hafta daha dinlendikten sonra oğlan eve döndü. Anne baba bir süre sonra
çocukta yeni bir davranış gözlemleyip şoke oldular. Çünkü oğlan kimseye
sezdirmeden sürekli bir şeyler özellikle de yiyecek atıştırıyordu. Sofrada
az bir şey yiyen çocuk çok geçmeden "şunu isterim, bunu isterim"
diye ağlamaya başlıyor annesinden istediğini koparamadı mı başkasına gidiyor,
ya evden aşırıyor, ya da başka çocukların ellerinden kapıyordu. İncelememiz
sonucunda anlaşıldı ki çocuk babannesinin yanında "evden kapı dışarı
ettikleri" gibi bir duygu içinde yaşamış eve dönüp de yeni çocuğu
görünce bu duygusu daha da güçlenmişti. Artık tek çocuk konumunu yitirmişti
ve bu yeni asalağın çevresinde herkes dört dönüyordu, kendini umursayan
yoktu. Tatlı yiyeceklere düşkünlüğü ise anne babasının sevgisinin yerine
onlar gibi tatlı bir şeyleri koyma arzusuydu...
Çocuğun kimse görmeden yiyecek atıştırmalarının arkasında sevgi ile ilgi
görme gereksinimi yatıyordu.
Çoğu anne çocuklarının kimseye sezdirmeden mutfağa gidip yiyecek atıştırmasının
önemi üzerinde durmaz. Oysa ileride bu davranışın hırsızlık alışkanlığına
dönüşebileceğini söylediğinizde, size karamsar gözüyle bakar hatta bu
açıklamanızdan ötürü size kırılıp gücenir. Çünkü, nice çocuklar tanımışlardır,
tümü de bir süre büyükler görmeden yiyecek atıştırmış ama hiçbirisi sonradan
hırsız olup çıkmamıştır.
Oysa bir gün gelip küçük çocuk, çikolataların ve sevdiği diğer şeylerin
parayla da satın alınabileceğini öğrenir. Normal olarak kendisinde para
olmadığından, gerekli parayı annesinin ev masrafı diye bir kasada sakladığı
paradan aşırmaya başlar.
Böylece kimse görmeden yiyecek atıştırmayla başlayan olay bir hırsızlık
davranışının doğmasına neden olur.
Aynı anne baba, çocuklarının bir yerden para ya da maddi değeri yüksek
bir şey aşırdığını öğrenince korkuya kapılır, dehşete düşer. Sağda solda
suçu yükleyecek bir kurban arar. Bu arada unutmadan ya bir hala, teyze
ya da bir amca, dayı vardır ve çocukluklarında böyle şeyler yapmışlar,
hatta bu nedenle belki ceza bile almışlardır. "Tamam işte" kuşku
yoktur. Bu kötü huyun tek sorumlusu genetiktir. Bu, rahatlamak için belki
iyi bir yoldur ancak asla çözüm değildir. Çünkü araştırmalar gösteriyor
ki, hırsızlıkların temelinde kötü çevre koşulları ve yanlış eğitimler
vardır.
Bir kötülük diğerini getirir derler ya, bir süre sonra hırsızlık yapan
çocuk bunu örtbas etmek için yalan söylemeye de başlayacaktır. Kalkıştığı
çalıp çırpmaları masum eylemler olarak gösterip, kendini temize çıkarmak
için "zorunlu yalanlar"a başvurur çaresiz.
Sevgili anne babalar, böyle bir durumda yapılacak şey, bu tür sorunlar
kendini açığa vurmadan önlemler almak, saklı gizli atıştırmalar karşısında
birtakım girişimlerde bulunup işin tehlikeli boyutlara ulaşmasına fırsat
vermemektir.
Dostunu Düşmanını İyi Tanı
Küçük bir kuş, hava soğumaya başladığından güneye doğru uçuyordu. Ama
geç kalmıştı. Yorgunluktan küçük kanatları onu taşımaya yetmedi ve hızla
yere düştü. Yerde baygın yatarken, yoldan geçen biri küçük kuşun donmuş
olabileceğini düşündü ve ısınması için ona çamurdan bir ev yaptı. Bir
süre sonra çamurun ve sıcaklığın etkisiyle kuş canlanmaya başladı. Artık
mutluydu ve neşeli bir biçimde şarkı söylemeye başladı. Yoldan geçen aç
kurt, neşeyle öten kuşu fark edip, onu hemen midesine indirdi.
Kıssadan Hisse:
Üzerinize çamur atan her zaman düşmanınız değildir. Sizi çamurdan çıkaran
da her zaman dostunuz değildir. Çamura bulanmış olsanız bile, ağzınızı
her zaman kapalı tutun.
Güçlü bir ateş, küçük bir kıvılcımdan sonra gelir.
Dante
Başa
Dön
İZLENİM-Dilek
Dinçer
Globalleşme Sürecinde Turizm
Son yıllarda dünyanın gündeminden düşmeyen bir kavram globalleşme...Tüm
sektörler geleceğe yönelik programlarını, bu kavram yörüngesinde oluşturuyor.
Yatırım planlaması yapılırken hedefler bu boyutta belirleniyor. Diğer
yandan, özellikle Avrupa'da tüm önemli sosyal ve siyasal gelişmelerin
yaşandığı ortamlarda ve hatta önemli sportif karşılaşmalarda, küreselleşme
karşıtlarının protesto gösterilerine, inanılmaz eylem girişimlerine tanık
oluyoruz.
Peki nedir globalleşme ? Neden tüm dünyada fırtınalar estiriyor ? Konu
ilgimi çekti ve araştırdım. Öğrendiklerimi sizlerle de paylaşmak istedim.
Pazarın dünya ölçeğinde büyümesi, sermayenin serbestçe dolaşımı , ulusal
pazarların dış ticarete serbestçe açılabilmesi ve iletişimin küresel düzeyde
hızlı akışı olarak tanımlanıyor literatürde...
Dünyada turizm adına bu süreci başlatan siyasal olayların başında; 1991
yılından sonra SSCB nin yıkılması ile liberalizmin tüm ekonomilere farklı
boyutlarda da olsa hakim olması gösteriliyor. Önceleri farklı siyasal
rejimlerin uygulandığı ülkeler,yalnızca birbirleriyle alışverişte ve karşılıklı
ziyaretlerde bulunurlarken, bugün tüm dünyada sınırların kalktığını görüyoruz.
Her yıl sayıları hızla artan Rus vatandaşlarına ülkemizde de ev sahipliği
yapıyoruz. Bu yıl kimilerine göre sevindirici bir gelişme oldu. Avrupa
Birliği ülkeleri,teknolojilerinin eski olması ve buna bağlı olarak çevre
kirliliği yarattıkları gerekçesi ile Rus uçaklarının havaalanlarına inmelerine
izin vermeyeceklerini açıkladılar. Avrupa'ya alternatif olabilecek birkaç
turizm ülkesinin başında Türkiye geliyor. Turizmcilerimiz bu habere çok
sevindiler. Dilerim bir gün çevre değerlerinin en üst düzeye eriştiği
bir ülkede yaşamanın ayrıcalığı ve mutluluğunu bizler de tadarız.
Ekonomik açıdan bakıldığında, sermayenin serbestçe dolaşımı, çok uluslu
şirketlere avantajlar sağlamış. Yatırımlarını, işgücünün ve diğer girdilerin
çok ucuz olduğu, az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelere yaparak, ucuz
üretimle,haksız rekabet ortamı içinde, dünya piyasalarını alt üst ederek,
tekellerine almışlar. Küresel karşıtlarının en büyük tepkileri, emeğin
sömürülmesi anlamında bu noktada odaklanıyor. Bu arada doğal ve kültürel
değerlerin yoğun olduğu ülkelere yapılmak istenen turizm yatırımları,
Avrupa'da büyük tur operatörlerinin birleşerek,dünya seyahat pazarını
ele geçirme çabaları da buna örnek gösterilebilir. Bazılarının, Kaya Köyüne
dünya devlerini davet etme düşüncelerini de bu bağlamda değerlendirebiliriz.
Yıllar öncesinden, 2000 li yılların turizm ve iletişim çağı olacağının
sinyallerini almıştık. telekomünikasyonun ulaştığı nokta ve enformasyon
tekniklerindeki gelişmeler, İnternetlin turizmde en etkin tanıtım aracı
olarak, çok geniş kitlelerce kullanılması, turizm hareketlerine yön vermede
çok önemli katkılar sağlıyor.
Dünya Turizm Örgütü'nün verilerine göre, 2020 yılında, 1,6 milyar turistin,
yılda 2 trilyon veya her gün 5 milyar Amerikan dolarından fazla harcama
yaparak, farklı ülkelere ziyarette bulunacağı öngörülüyor. Bu durumda
dış tanıtımı bir kez daha gözden geçirip, tanıtım stratejimizi belirlerken,
avantajlarımızı ve modern dünya ile ortak paydalarımızı vurgulayan özelliklerimizden
yararlanarak, güvenilir, abartısız, doğru tanıtım yapmaya özen göstermek
gerekiyor.
Bana göre globalleşmenin turizme yapacağı en önemli katkı,tüm dünyada
çevre ve ekolojik değerlerin korunması için harcanan çaba... İletişim
ve eğitim, insanlarda inanılmaz bir duyarlılık yarattı. Kültürü ve doğası
bozulmamış yerler, ilgi alanı haline geldi. Sürdürülebilir tarım,eko-tarım
vb. kavramlar bu sürecin olumlu meyveleri...
Dilerim, turizm politikalarının belirlenmesinde de bu duyarlılık dikkate
alınır.
( Geçen sayıda, "Uzun yıllara dayanan birikim ve deneyimleri ile
ilçemizin tüm değerlerini özümsemiş bu seçkin topluluk, sorunları sıralarken,
çözüm önerilerini de birlikte üretirdi" cümlesi eksik yayınlanmıştır.
Düzeltiriz.)
Başa
Dön
SPORTMENCE-Erol
Dolu
Amatör Sporcuların Çilesi
Ülkemizde spor sistemimize baktığımız zaman bir tarafta milyarların içerisinde
bulunan profesyonel futbolcular, diğer tarafta acı, ızdırap ve göz yaşından
başka kazancı olmayan, her gün kendi kendine tamam mı devam mı yoksa devam
mı sorusunu yenileyen yine yağmur, çamur, kar-kış demeyip devam diyerek
spor yapma aşkıyla bir ömür boyu ağlamayı göze alan amatör sıfatlı sporcularımızı
görüyoruz.
Ülkemizin her tarafında olduğu gibi bizim bölgemizde de amatör sporcuların
spor yapma mücadelesi yine kendilerine kalmaktadır.
İlçemiz Fethiye'de bir çok minik ve yıldız güreşçileri bünyesinde toplayan
Fethiye Güreş İhtisas Kulübümüz güreşçileri feryat ediyor. Denizli'de
yapılacak olan bir ulusal güreş müsabakalarına maddi ilgisizlikten gidemiyorlar.
Kulüp antrenörü İbrahim Günlü'yü dinledik. "Uzun zamandır hazırlandıkları
Denizli'deki güreş müsabakalarına katılamıyoruz ama bunun mücadelesini
verdik. Bir türlü maddi olarak başarılı olamadık. Bu böyle devam etmemeli
ve sorunlar yetkililer tarafından çözümlenmeli" diyor. Fethiye Güreş
İhtisas Kulübü Başkanı Mustafa Toklu'nun bu konuda verimli çalıştığını
biliyoruz. Gerçekten Mustafa Toklu kulübü için çok büyük katkı sağladı.
Amatör kulüplerde yöneticilik yapmak gerçekten özveri isteyen bir iş.
Sporumuzun işleyişinden kaynaklanan konumundan dolayı zaman geliyor kulüp
başkanları da bir şeyler yapamıyor. Ama Fethiye gibi güreşin temeli atılmış
bir yerde bu güreşçilerimize ve Fethiye Güreş İhtisas Kulübü'ne yetkililer
ilgi göstermelidir.
Fethiye'den yıldızlarda Türkiye çapında derece elde edilen sporcularımız
var. Mustafa Toklu genç ve sporun idealistliğini benimsemiş bir arkadaşımız,
bu işe gönül vermiş. Amatör sıfatlı sporcuların milyarlara ihtiyacı yok.
Kendilerini müsabakaların yapılacağı yere götürecek kadar bir maddi ihtiyaçları
var. Bu da profesyonel spora harcanan paraların yanında devede kulak misalidir.
Bundan sonraki müsabakalarda bu sporcularımıza yetkililerden ve turizm
camiamızdan sporsever çevrelerden ilgi gösterileceğine inanmak istiyoruz.
Bölgemiz bir turizm bölgesi, spor da iyi bir tanıtım aracı değil mi? İleriki
sayılarımızda Turizm ve Spor başlığı ile yazacağım bir yazıda bu konuya
daha geniş değineceğiz. Fethiye Kaymakamlığımızın bünyesinde bulunan FETAV
kuruluşu ilçemizin tanıtımı için çalışıyor. Orada bu konunun uzmanı durumunda
olan FETAV FETAV bürosu personelinden sayın Dilek Dinçer gibi uzman birisi
var. Bu sporcularımıza da gerekli ilgiyi göstereceğine inanıyoruz.
Ramazan Çatal'ı, Yüksel Topçu'yu yetiştiren Fethiye toprağı gösterilecek
ilgiyle daha nice büyük güreşçileri bu topraklardan çıkaracaktır.
Ülkemizde amatör sporcular zor şartlar altında da olsa yine bu işi yapmak
için nefesinin sonuna kadar mücadele etmektedir. İbrahim Günlü eğer gelecek
günlerde hiçbir yerden ilgi göremezsek ben kendi olanaklarımla bu sporcuları
müsabakalara götüreceğim dedi.
Başa
Dön
KIRLANGIÇ-Devin
Kuzu
...Yanında da Bir Anne Vardı
İstanbul'da 7'nin üzerinde bir deprem bekleniyor. İzmit depreminden sonra
aylar süren "deprem olacak mı olmayacak mı?", "fay tek
parçada mı kırılacak, ufak ufak mı kırılacak?, "denizde mi olacak,
karada mı olacak?" tartışmaları tamamen bitmiş durumda. Hemen tüm
uzmanlar. profesörler, bilim insanları, İstanbul'da, tarihi belirsiz olmak
üzere 7'nin üzerinde şiddetteki bir depreme kesin gözüyle bakıyorlar.
Hayatının 40 yılını bu şehirde geçirmiş olan ben, olabilecekleri düşündükçe
dehşete kapılıyorum. "Depremle birlikte yaşamaya hiç alışmamış"
bir şehirde, hiçbir önlemin alınmadığını da gayet iyi bildiğim için, böyle
bir felaketten sonra yaşanacaklar, en dehşetengiz korku filminden bile
daha ürkütücü geliyor bana. Maalesef İstanbul'dan yükselecek olan ceset
kokusu burada da duyulacak. Ve İstanbul gibi bir şehrin yıkılmasının yaratacağı
sonuçlar tüm Türkiye'yi çok kötü etkileyecek.
Yayınlanan tüm deprem raporları, ürkütücü tablolar koyuyor ortaya. Evlerinin
%50'sinin, %20'sinin vs. yıkılacağını söyledikleri yerler, aslında tüm
şehir. İzmit depreminde 1.500 ölü veren bir kentin, tamamen kendine ait
bir depremde kaç can alacağını düşündükçe tüylerim ürperiyor.
Ve beni korkutan, sadece enkaz altında can veren, enkaz altında canlı
kalıp da kurtulmayı bekleyen -ki o yardımın hiçbir zaman gelmeyeceğinden
hemen hemen eminim- insanlar değil ne yazık ki. İzmit depreminden sonra,
oraya yardıma giden arkadaşların anlattıkları, yağma, gasp ve cinayet
olaylarını biliyorum. Bazı bölgelerden insanların kamyonlara doluşup,
bölgeye yağmaya gittiklerini de biliyorum. Ama İstanbul'da dışarıdan gelecek
olan yağmacılara hiç ihtiyaç olmayacak. İstanbul kendi yağmacılarını,
kendi katillerini, kendi gaspçılarını hemen yaratabilecek bir kapasiteye
yazık ki sahip. İstanbul depremini düşündükçe, aklıma nükleer savaştan
sonra dünyanın halini anlatan bilimkurgu-korku filmlerinden sahneler doluşuyor.
Japonların yaptığı bir "Deprem sırasında yapılacaklar" filmi
izlemiştim. Filmde, deprem olurken ve sonrasındaki bütün işleri evin kadını
yapıyordu. Kadın mutfağa gidiyor, gaz vanalarını kapatıyor, kadın elektrik
sigortalarını indiriyor, kadın çocukları emniyetli yerlere koyuyor, kadın
onu yapıyor, kadın bunu yapıyor. Filmi, acaba erkek şu sırada neler yapıyor
diye başından sonuna kadar izlemiştim. Ancak, film bitiminde evde bir
erkek var mı yok mu bir türlü belli olmamıştı. Merak etmiştim, Japonlar,
bu filmi "erkekler nasıl olsa beceriksizdir, bu işlerin hiçbirini
yapamazlar, zaten anlatsak da anlamazlar, biz en iyisi kadınları eğitelim"
şeklinde bir düşünceyle mi yapmışlardı? Gönül böyle olmasını istiyor tabii
ama hiç sanmıyorum. Erkek egemen ideolojiyi her fırsatta yeniden üreten
sistem, deprem gibi bir konuda da boş durmamış, işleri kadının sırtına
yüklemenin yolunu bulmuştu. Kadın ne kadar meslek sahibi olsa, ne kadar
çalışsa, ne kadar okusa, ne kadar kariyer de yapsa, ev işleri ve çocuk
bakımı tümüyle onun omuzlarında. Hal böyleyken, deprem sırasında bile
eve ve çocuklara dair bütün işleri onun yapması gayet normal. Erkek ise,
gayet normal olarak, kendini koruyacak bir yer bulup, depremin geçmesini
bekleyebilir ve kadına "vanaları neden kapatmadın be kadın"
diye bağırabilir.
Katıldığım bir deprem seminerinde, "Nerede bir çocuk ölüsü bulduysak,
yanında da bir anne vardı" demişti konuşmacı. Çok çarpıcı gelmişti
bu söz bana. Aslında çarpıcı değil, acı veren bir sözdü bu. Anneler, çocuklarını
kurtarmak için yanlarına koşmuş, ama ne yazık ki birlikte can vermişlerdi.
Bir başka annenin ise kollarını, çocuğundan bir türlü çözemedikleri için
onu çocuğuyla birlikte gömmek zorunda kalmışlardı.
Anlatılan başka bir hikaye ise çok daha çarpıcıdır. Kadın çocuğunun yanına
koşuyor, onu alıp kendisini ve çocuğunu sokağa attığında, kocasını sigara
içip, onları beklerken buluyor. Tahmin edin, bu hikaye nerede sonlanıyor?
Tabii ki mahkemede.
Kadınlar çocuklarını kurtarmak için çabaladılar, pek çoğu bunu başardı,
ancak pek çoğu da onlarla birlikte enkaz altında can verdi.
Başa
Dön
|
  |