Yazılar
 

Sayı:21
26 Aralık 2001

BAŞYAZI
e-mail

BORSA-EKONOMİ
e-mail

DENGE
e-mail

YAZDI

TARİHİN SÜZGECİNDEN
e-mail

BİRİKİM

TARIM DÜNYASI

VERGİ DÜNYASI

TANSİYON
e-mail

HOŞ SEDA

DİYALOG
e-mail

TURİZM

SPORTMENCE

 

 

BAŞYAZI
Eski Yılın Ardından
Toplum olarak Cumhuriyet tarihimizin son otuz yılda en berbat en rezil ve en utanç yılını geride bırakmak üzereyiz.
Kırk yıldır ülkemize kan kusturan bir değerli (!) siyasetçimize hala kurtarıcı gözüyle bakıldığı, görünmeyen koltuk altı bastonlarıyla ülkemizi yöneten titrek başbakanın yönettiği kabus dolu bir yılın son günlerindeyiz.
Yaşayanlar bilirler. Gergin ve sıkıntılı bir gün geçirdiğimizde gecenin alaca karanlığında başımızı yastığa koyarız, ertesi sabah yeni bir günle, yeni umutların olabileceğini hayal ederiz. Hiç kimse yıl olarak bu umudu hayal etmesin. Aynı siyasetçiler, aynı yüzler karşımıza dikilecekler yine. Başımızdan aslan demokratlar, çete işbirlikçiler, Allah'ı dini menfaatlerine alet edenler eksik olmayacak. 50 sene öncesinden başlayan "her mahalleye bir milyoner" zihniyeti, her mahalleye bir çete, beş hortumcu ve elli yobaz olarak gerçekleşecek.
İşin en ilginç yanı hala daha toplum olarak bu kötü gidişin farkında olmamamız. Bir kereye mahsus aynaya bakıp, meeeleyebilsek belki aynadaki görüntümüz, ne kadar koyun, vurdumduymaz ve sorumsuz olduğumuzu bize hatırlatacak.
***
Esnaf Odası Başkanı Emin Yungucu ile yaptığımız görüşmede; esnaf babalığını yapacağına söz verdi.
Başkanın ifadelerinde hiç bir esnafın defter tasdiklerinde mağdur olmayacağını, ceza yemeyeceğini, yedirtmeyeceğini söyledi.
İşin şakası yok. Noterlikçe tasdik edilmeyen defter adi kağıt niteliğinde olacak. Sonuçta defterini tasdik ettirmeyen veya geç tasdik ettiren esnaflarımız, vergi dairesince takdir komisyonuna havale edilecek. Çıkacak en düşük vergi cezası 3 milyar liradan başlıyor.
Emin Yungucu bütün bunların bilincinde, esnafların odaya aidatlarından, Muğla'dan alınması gereken Esnaf Sicil Belgeleri ile bizzat kendisinin ilgileneceğini söyledi.
"Dervişin fikri neyse, zikri de o olur" derler. Başkan sözünde duracağı gibi görünüyor. Dileriz sözünde durur. Yeni yılda yeni seçim var.
Tüm Fethiye halkının ve okurlarımızın bu yılı hiç aratmayacak şekilde bir yıla girmelerini umuyoruz. Sağlıklı, mutlu, saygılı ve hakedilmiş bol kazançlı yıl dileklerimizle.

Başa Dön

BORSA-EKONOMİ-Serdar Düzenli
BORSADA GEÇEN HAFTA
Bayram sonrası kısa haftaya Arjantin'de meydana gelen gelişmeler hakim oldu. Arjantin'in uygulamaya çalıştığı ekonomik programda başarısız olması, neredeyse sosyal patlama eşiğine gelinmesi ve Arjantin hükümetinin istifası Türkiye'nin olduğu kadar dünyanın da gündeminde ilk sıralara taşındı.
Yıl sonunun yaklaşıyor olması nedeniyle özellikle bankaların açık pozisyonları nedeniyle dövize yönelmesi borsada sıkışık seansların yaşanmasına neden oldu. Dövizde bayram öncesi başlayan hareketlenme bayram sonrasında da devam etti ve 1.400.000 seviyelerine kadar gerileyen dolar tekrar 1.500.000 sınırına dayanmış oldu. Geçen haftaya göre altın fiyatlarında da bir miktar kıpırdanma yaşanmakla birlikte faiz piyasaları sakinliğini devam ettirdi.

BORSA ve PARA PİYASALARINDA GEÇEN HAFTA

 
14.12.2001
21.12.2001
% DEĞİŞİM
BORSA
12.738
12.721
0.13
DOLAR
1.420.000
1.488.000
4.78
MARK
650.000
682.000
4.92
ALTIN
85.000.000
89.000.000
4.70


BORSA OKULU - BÖLÜM 5
Ulusal Pazar nedir?
Borsa kotunda bulunan ve asgari tedavül kriterlerine haiz şirketlerin hisse senetlerinin güven ve istikrar içerisinde işlem gördüğü pazardır.
Bölgesel Pazar nedir?
Küçük ve orta ölçekli şirketlerin sermaye piyasalarından yararlanmalarını sağlamak üzere kurulmuş bir pazardır. Ayrıca, Ulusal Pazar'da işlem görme kriterini taşımayan ve/veya Borsa Yönetim Kurulu'nca geçici-sürekli olarak Ulusal Pazar'dan çıkarılmasına karar verilen şirketlerin hisse senetleri de bu pazarda işlem görmektedir.
Yeni Şirketler Pazarı'nın kuruluş amacı nedir?
Yeni Şirketler Pazarı, yeni kurulmuş ve fon gereksinimi duyan şirketlere Borsa kanalıyla alternatif bir finansman yöntemi sunmak, yeni projelere ve teknolojilere işlerlik kazandırmak amacıyla kurulmuştur.
Gözaltı Pazarı'nın kuruluş amacı nedir?
Gözaltı Pazarı'nın kuruluş amacı; hisse senetleri Borsa' da işlem gören şirketler ve/veya hisse senetleri işlemleri ile ilgili olağan dışı durumların ortaya çıkması, hisse senetleri Borsa'da işlem gören şirketler tarafından kamunun zamanında, tam, sürekli olarak aydınlatılmaması ve mevcut düzenlemelere uyum konusuna gerekli özenin gösterilmemesi, yatırımcıların haklarının korunmaması ve kamu yararı gereği hisse senetlerinin Borsa kotundan çıkarılması sonucunu doğurabilecek gelişmelerin oluşması nedeniyle şirketlerin izleme ve inceleme kapsamına alınması durumlarında sürekli gözetim, denetim ve izleme ortamında, yatırımcıların devamlı ve zamanında bilgilendirilmesini sağlayacak önlemlerle birlikte, hisse senetlerinin İMKB bünyesinde işlem görebileceği organize bir pazar oluşturmak ve söz konusu şirketlerin hisse senetlerine yatırım yapmış tasarruf sahiplerine likidite olanağı sunmak olarak ifade edilmektedir.

ŞİRKET HABERLERİ:
AKBANK: Uluslararası piyasalardan USD 230 milyon tutarında sendikasyon kredisi sağladı. Kredi sözleşmesi 20 Aralık 2001 tarihinde imzalandı.
ASELSAN: Milli Savunma Bakanlığı'nın açtığı KDV hariç 39.7 milyon dolar bedelli atış kontrol sistemi ihalesini kazandı.
AKTİF FİNANS: Ünvanının Garanti Factoring Hizmetleri A.S. olarak değiştirilmesine karar verildi.
AYGAZ: Şirket % 100 Bedelsiz sermaye arttırımını 24.12.2001 tarihinden itibaren gerçekleştiriyor.
ÇİMENTAŞ: Hisselerinin İtalyan Caltagirone Grubu'na ait Cementir Holding tarafından satın alınma işleminin, Çimentaş hisselerinin büyük bir bölümünün çağrı yoluyla satın alınmasıyla sona erdiği açıklandı.
FİNANSBANK: BNP Paribas ile ortaklık görüşmelerinin sürdüğünü, henüz imza atılmadığını açıkladı.
GLOBAL MENKUL DEĞERLER: Ege Yatırım Menkul Değerler A.Ş. hisse senetlerinin tamamının Global Menkul Değerler tarafından satın alınmasına ilişkin "Hisse Devir Sözleşmesi" 21.12.2001 tarihinde imzalanmıştır.
NETAS: Milli Savunma Bakanlığı ile imzaladığı 3.680.000 Amerikan Dolarlık sözleşme gereği 1239 adet sahra santrali tasarlayıp, üretecek.
YAPI KREDİ YAT. ORT.: % 100 Bedelli sermaye arttırımı SPK tarafından onaylandı.

Başa Dön

DENGE-Av. Recai Yıldırım
Arjantin ve Düşündürdükleri
Bir iki gündür ülkemizdeki tüm televizyonlar ve gazeteler bizden binlerce kilometre uzakta olan Arjantin'deki TOPLUMSAL CİNNET'ten haberler veriyorlar.
Arjantin,bundan üç-dört yıl önce IMF reçetelerini başarıyla uygulayarak içinde bulunduğu ekonomik bataklıktan kendini kurtarmış örnek ülke ve siyasi sistem olarak gösteriliyordu. Geçen zaman içinde ne değişti ki, iyi örnek olan bu ülke bu hale geldi?
Arjantin ile ülkemizi oranlamayacağım. Aramızda her bakımdan farklılıklar var. Özellikle toplumsal yapımız,yapıla geliş kuralları,alışkanlıklarımız bakımından. Benzer tek yönümüz uluslar arası para veren kurum ve kuruluşların elinde oyuncak olmamız, yap-boz tahtasına dönmemiz.
Arjantin olaylarına baktığımızda, kanımca oradaki insanların, salt aç kaldıkları için yağma kalkışmalarının ötesinde bazı nedenler var. En önemlisi de Arjantinlilerin siyasal sistemlerine olan güvensizlikleri. Kendini,ailesini güven içinde görmeyen,geleceğine ilişkin kuşkuları olan insanlar ne yapacaklarını bilemez hale gelirler. Herkes kendi hakkını kendi almaya bakar. Haksız da olsa salt kendini kanıtlamak adına suç işlemeye varan tutum ve davranışlarda bulunurlar.
Bizde de birkaç ay önce TOPLUMSAL CİNNET'TEN söz edilmekteydi. Toplumsal cinnetin somut ve en çarpıcı örneğini tüm dünya ile birlikte izliyoruz. Her ne kadar Arjantin toplumuyla, Türk toplumu büyük oranda benzeşmese de ülkemizde de bu türden olayların olmayacağı konusunda kim güvence verebilir ?
Büyük şehirlerdeki kapkaç olayları bireysel düzeyde kalsa da TOPLUMSAL CİNNETİN başlangıcı sayılmaz mı?
Olayların önlenemez boyutlarda gelişmemesi için,yapılması gereken, hemen hemen her yazımda değindiğim gibi Yurttaşlarımızın sarsılan güvenlerini yeniden yerine getirecek,geleceklerine ilişkin kuşkularını ortadan kaldıracak önlemlerin bir an önce alınmasıdır.
Bir de borç verenlerin önünde el pençe divan durmamak,onların söyledikleri her sözün emir kabul edilerek, TAK-ŞAK ağabeyimiz gibi yapmamak.
Bunların yolu da Demokrasiden ayrılmadan Ankara'dan, Büyük Millet Meclisinden geçmektedir.
Bizimkilere buradan bir küçük uyarı.

****
Biraz yerel konulara değineceğim. Daha önce de yazdım. Kent içi trafiğimiz çok kötü. Kötülüğü yolların yapısından kaynaklanmıyor. Yollarımız diğer kentlere bakıldığında, yağmur nedeniyle oluşan çukurları saymazsak, oldukça iyi. Hiç değilse geniş. Rahatlıkla gidiş-geliş sağlanabiliyor. Buna karşın, taşıtlar birbirlerinin üstüne çıkacak gibi kullanılıyor. Halen kavşaklarda park ediliyor, yolcu indirilip, bindiriliyor. Çöp bidonları kavşak alanlarına konuluyor.
Sürücülerin trafik kurallarından haberleri yok. Hangi levha neyi anlatıyor, nerede ne zaman ne yapılır? Bilmiyorlar. Bilmeyince de kent trafiği berbat oluyor.
Bu durumdan kurtulmanın çözüm yollarını da kendimce önermiştim ancak yetkililerimiz ilk kez yazdığımdan buyana seyrediyor.
Görünen o ki seyri sefer devam edecek.

****
Son sorum. Ne olacak, bu FENER'İN HALİ ?
Sağlıkla kalın.

Başa Dön

YAZDI-Recai Şahin
Ey Benim...

Bu yazıyı okurken elinizde bir kalem bulunsun. Değineceğim konulara katılıyorsanız artı, katılmıyorsanız eksi koyun.
Meydanlarda, televizyonlarda, masa başındaki koltuklarında konuşanları dinliyoruz. Bir sözcük söylüyor, arkasından gelecek okkalı sözcüğü daha seçemediği için başlıyor, eeeee, ııııı demeye. Hele kimisi bu E'leri, I'ları bir hıçkırık tutmuş gibi söylemiyor mu? Bütün bunlar yetmiyormuş gibi kamaraya dolayısıyla izleyenlere ayakkabısının kösele tabanını göstermiyor mu? Haydi o da bir yana, döner koltuğunu bir sağa, bir sola döndüre, döndüre konuşmuyor mu?
Böyle manzaraları gördükçe terliyorum.
İçtiği sigarasını fiskeleyip yola atan, arkasından bir de öksürerek tere tükürene, çok ama, çok kızıyorum.
Parkta ya da deniz kenarında bir bankta oturmuş işaret parmağını burnuna sokmuş karıştırıyor. Öylesinden de tiksiniyorum.
Kuyruktasın, birisi geliyor, kuyruktakileri şöyle kuşbaşı süzüyor, ceketinin iliğini çözüp, ellerini pantolonunun cebine sokarak, müdürün veya tanıdığının veya yetkilinin yanına giriyor. İşini senden önce bitiriyor. Sen kuyrukta "ya sabır, hak, adalet" de dur. Hoş, gemisini yüzdüren kaptan ya. Ona da bozuluyorum.
Çıkıyor spor programına, her şeyi o biliyor. İn bakayım sahaya, topa bir iki vur, bir iki pas ver, birkaç gol at da göreyim seni. Yok topu şuraya atmalıymış. Kırmızı kart haksızmış, bu pozisyon kesin penaltıymış. Öyle güzel ahkam kesiyorlar ki, biraz dinleyip vazgeçiveriyorum. Ulusal maçı anlatanın bir de "Talihsiz bir gol yedik" demesi var ya. Bu golün talihlisi nasıl oluyor acaba.
Bazılarımız kibarlık olsun diye, eşek, öksüz, inek, deve diyeceğimizde, önce bir güzelce "Affedersiniz" çekiyoruz. Ne var, neyi affedeceğiz? Böyle diyenleri de kınıyorum.
Televizyona konuk çağırıyor, bir soru soruyor. Konuk bir iki laf söyler söylemez, sözünü kesiyor, başlıyor kendisi konuşmaya. Başlıyor kendi anlattığına kendisi gülmeye. Böylelerine bakıp bakıp da gülüp geçiyorum.
"Ben sana dememiş miydim?", "ben bunu böyle olacağını biliyordum zaten" laflarını da sevmiyorum. Kardeşim biliyordun bunun böyle olacağını da neden olmadan önce engel olmadın. Olsun da ben haklı çıkayım diye mi? Olmadı işte. Hiçbir iyi işin sonunda birisi kalkıp da "Ben bu işin böyle olacağını biliyordum" dediğini duymadım zaten.
Bayramlarda, önemli günlerde çelenk koydum. Bu çelengi iki kişi tuttu, ben de bir köşesinden, yerine koyduk. Ben o çelengi yalnız başıma kaldıramaz mıydım? Şimdi tek başıma taşıyabileceğim çelengi niçin üç kişi taşıdık diye düşünüyorum.
Bir de yabancı sözcükleri bir şeymiş gibi kullananları içerliyorum. Binaenaleyh diyeceğine bundan böyle deyiver. Benim erişteme, makarnama niye spagetti diyorsun. Çöreğime croissant demek de neyin nesi. Ha bakıp "adam ne de olsa Avrupa görmüş" diyeceğiz, büzüleceğiz önünde.
Kırmızı ışık dur, sarı şık hazır ol, yeşil ışık geç, öyle değil mi? Işıklarda arabanla bekliyorsun sarı ışık yanar yanar yanmaz, arkadaki basıyor kornayı. Dur be kardeşim yeşil yansın geçeceğiz, gideceğiz. Böyle korna çalan bana sövmüş gibi geliyor. Ama ben hiç sövmüyorum.
"Ayıptır söylemesi" diye başlayan söze gıcık oluyorum. "Ayıptır söylemesi bugün akşam yemeğinde balık yedik". Söyleyeceğini söyledin, yiyeceğini yedin, ayıp olan ne? Ayıp, ayıp.
Hakeme itiraz eden futbolcuya da bir türlü akıl sır erdiremiyorum. Hakemin kararından dönmeyeceği belli. Niye itiraz ediyorsun?
Pazarda alış veriş ediyorsun. "Bunun fiyatı ne kadar" diyorsun. ""Ha onun fiyatı mı, şu kadar lira ama size şu kadar liraya olur""diyor. Satıcıyı tanımıyoruz, neye dayanarak "sana şu fiyata olur" diyebiliyor. Bana birisi böyle derse ondan alış veriş etmiyorum.
Sizin de düşündüğünüz daha nice örnek vardır. Şimdi koyduğunuz artıların eksilerden fazla olduğunu görür gibi oluyorum.
Hepinize teşekkürler, sağ olun varolun, ey benim işçim, ey benim memurum, ey benim emeklim, ey benim dul ve yetimim, ey benim köylüm, ey benim çiftçim, ey benim esnafım, ey benim...

Başa Dön

TARİHİN SÜZGECİNDEN-Av. Ömer Karayumak
Devletlerarası Sınır İhtilaflarında Osmanlı Arşivlerinin Devletler Hukukuna Katkıları

Belgelerinin tarihsel değeri ve sayısal çokluğu açısından dünyanın en büyük arşivi olan OSMANLI ARŞİVLERİ; aynı zamanda devletlerarası sınır ihtilaflarında kesin delil niteliği taşıması itibariyle de devletler hukuku açısından da çok büyük önem arz etmektedir.
Kesin rakamı bugüne kadar tesbit edilmemesine rağmen 150 milyon ila 200 milyon vesikayı içinde barındıran bu arşivler;Ülkemizin olduğu kadar ,Balkanlar,Ortadoğu,Yakın Doğu,Asya,Avrupa, Afrika Ülkeleri ,Hind ve Akdeniz ülkelerinin siyasi,iktisadi,sosyal,tarihi ve kültürel yapıları içinde çok büyük önem arz etmektedir.
13.yüzyıldan itibaren altı yüz yıl boyunca hemen hemen dünyanın bütün ülkeleri ile siyasi, iktisadi ve sosyal münasebetlerde bulunmuş,uzun süre çeşitli ülkeleri hakimiyeti altında idare etmiş bir imparatorluğun arşiv belgelerinin de o ülkelerin kaderleri ile ilgili olacağı tabiidir. Bu yüzdendir ki ,dünyanın irili ufaklı hemen tüm ülkelerin tarihçileri kendi milli tarihlerini yazarken Osmanlı arşivlerinden yararlanmak mecburiyetinde kalmaktadırlar. Başbakanlık Osmanlı Arşivinde uzun müddet araştırmalar yapan bir Japon tarihçinin sık sık
bana ifade etmiş olduğu şu sözler bu gerçeği bütün açıklığıyla ortaya sermektedir:
" Mr. KARAYUMAK siz bir hazinenin içinde yaşıyorsunuz. Lütfen bunun kıymetini biliniz. Ben bir Japon tarihçi olarak keşke sizin yerinizde olabilseydim. Osmanlı Arşivleri bütünü ile incelenmeden değil Türk Tarihi, değil Japon Tarihi bütün bir dünya tarihinin yazılmasına imkan yoktur. Osmanlı Arşivleri tamamen kodlanıp incelendiği gün,bilinmeyen vesikalar elimize geçtiği an, dünya tarihinin bütünüyle değişeceği muhakkaktır".
Bu gün Osmanlı Arşivlerinde dünyanın dört bir tarafından gelen uzmanların, Türk, Arap, Japon, Yugoslav, Bulgar, Romen, Macar, İngiliz, Fransız, Alman, Amerikalı ve benzeri gibi çok çeşitli milletlere mensup ilim adamı ve tarihçilerin harıl harıl çalışarak ülkeleri ile ilgili tarihi gerçekleri gün ışığına çıkartmak için uğraşmaları, arşivlerimizin ne denli önemli olduğunu gösteren canlı misallerdir.
Yukarıda arşivlerimizin milletler arası anlaşmazlıkların hallinde ve devletler arası ihtilafların çözümünde şiddetle ihtiyaç duyulan çok önemli belgelere sahip olduğunu belirtmiştik. Nitekim yıllardır süregelen ve binlerce insanın ölümüne yol açan Libya ile Çad arasındaki kanlı savaşın sona ererek anlaşmazlığın adil bir şekilde çözümlenebilmesi ve sınır itilafının halledilebilmesi için Başbakanlık Arşivinde bulunan Trablusgarp ile ilgili belgelerin acilen incelenmesi yoluna gidilmiş, bu belgeler ile fotoğraf ve haritaların tarafların iddia ve savunmalarında resmi delil olarak kullanılmak üzere ilgili devletler tarafından Lahey Adalet Divanına sunulmuş olduğunu ve bu belgeler ışığında karar verildiğini biliyoruz.
Yine yakın zamanda Orta Doğuda, İran Irak anlaşmazlıkları,Suriye Lübnan ilişkileri, ve Körfez ülkeleri arasındaki anlaşmazlıklarda, Balkan Ülkeleri arasındaki sınır ihtilaflarında ve bir türlü çözüme ulaşamayan yarım yüzyıldır süregelen Filistin İsrail anlaşmazlığında tek çözüm yolunun Osmanlı Arşiv Belgelerinde gösterilen sınır ve haritalar ile tespit edilmiş idari sistemlerin uygulanma sı ile ancak çözüme ulaşabileceği artık herkesin kabul ettiği bir gerçek haline gelmiştir. Nitekim son yıllarda Başbakanlık Osmanlı Arşivlerinde araştırma yapan Arap,İsrail,Amerikalı,Macar,Yugoslav vs. gibi araştırmacıların ve uzmanların hızla artması bunun tipik örneğidir.
Bütün bunlar gösteriyor ki Osmanlı Arşivleri milletler arası ihtilafların çözümünde,siyasi ve diplomatik anlaşmazlıkların hallinde ve sınır ihtilaflarının neticelenmesinde önemli bir kozdur. Adeta bir problemler yumağı haline gelmiş,siyasi,iktisadi ve sosyal bir kaosun yaşandığı bölgemizde arşivlerimizin değeri her geçen gün artacaktır. Bölge ülkeleri milli tarihlerinin yazımında olduğu kadar sınırlarının adil bir şekilde çizilmesi için de bir can kurtaran simidi olarak arşivlerimize sarılacaklardır.
Bu olguyu çok iyi değerlendirmek ve bir hazine nitelindeki arşivlerimize gereken ilgiyi göstermek mecburiyetindeyiz.


Başa Dön

BİRİKİM-Ünal Şöhret Dirlik
Bekarlık Destanı
Onu kırk bir yıl önce Fethiye'nin bir dağ köyünde tanıdım. Bütün düğünlerin baş davetlisiydi. Kadınların kına geceleri yapılırken,erkekler de meşalelerin ışığında çeşitli oyunlarla geceyi değerlendirirlerdi. Bu yarenlik (yaranlık) lerde, bazen arap olur, bazen deştimen, bazen muhtar olur, bazen kadın elbiselerini giyer efelerin yanında oynardı. Her oyunu beceren, neşeli biriydi. Arkadaşları anlatırlardı: "Köyde düğünün çalgıcıları Cuma günü gelir, Fethiye'nin Yeni Mahallesi ile Kesikkapı Mahallesi'nde oturan çalgıcılar köye yaklaştıkları zaman davul-zurna çalmaya başlarlar, bu suretle düğünün başladığı ilan edilmiş olurdu. Bizim Sarı Veli davulun sesini duydumuydu, elindeki işi bırakır başlar oynamaya, oynaya oynaya davulcuları karşılar, yine oynaya oynaya düğün evine kadar gider, sonra eve dönerdi" diye. Her oyunu oynayan, çok neşeli biriydi Sarı Veli. Bazen bakmışsınız, evlenecek Ali olmuş babasının ardından yardım toplar, bir bakmışsınız davulcunun davulunu omuzlamış usta bir davulcu gibi çalar. Söğütlüdereli nüktedan Osmancık Sarı Veli'nin bu davranışlarına bakar bakar da: "Sarı Veli'nin anasının ne Osmanlı bir kadın olduğunu bilmesem, kaçıntı mı bu diyeceğim geliyor. On parmağında on marifet var bu Sarıoğlan'da" derdi.
Her boyaya girip çıkan, oldukça neşeli görünen birisiydi. "İki defa evlendi bu bizim Sar Veli" diye anlatır köylüler. Hatta komşu köylüler bile bilir onun hayat hikayesini. İki evlilikten iki oğlu olmuş, ikinci eşinden ayrıldıktan sonra yeniden evlenmiş, yayla köylüklerinden güzel bir kadın getirmiş diye duyuldu. Ondan da bir oğlu olmuştu. Sarı Veli yine, o düğün senin, bu düğün benim dolaşır dururdu.
Yaşlılar şöyle anlatırlardı: "Bunun babası da böyle düğün aşığıydı. Her düğünde yarenliklerin değişmez adamıydı. O olmayınca yarenliklerin hiç tadı olmazdı. Oğlu Sarı Veli'de, hıh demiş babasının burnundan düşmüştü sanki. Bütün marifetleri de beraber, hatta babasından bir gömlek üstün" diye. Babasından tek farkı da ona kadın dayanmamasıydı. Birkaç yıl geçindikten sonra bakmışsınız karısını kovalamış, çocuğunu alıkoymuş. Bazen de kadın çektiği sıkıntıya dayanamaz da kendi kaçar giderdi...
Birazcık saz çalardı. Komşu köylerden, Üzümlü'den, İncirköy'den, Ören'den, Atlıdere'den düğün yarenlikleri için özel olarak davet edilirdi. Çoğu zaman cebine beş-on lira koyarak düğüne peylerlerdi. O da söz verdiği yere mutlaka gider, yarenliklere renk katardı.
Hani çayların yuvarladığı taşlar vardır bilirsiniz. Çay taşları devamlı yuvarlandıkları için yuvarlak olurlar. Böyle taşlar için "yuvarlanan taş yosun tutmaz" diye bir atasözümüz bile vardır. Sarı Veli'yi de o taşlara benzetirler. Elde yok, avuçta yok. Eve haftadan haftaya uğrardı. "Karıları açlığa alıştırıyor bu Sarı Veli" derlerdi yaşlılar. Hele benim komşu Gök Mehmet rahmetli, çok üzülürdü Sarı Veli'nin bu hallerine de "karı bakımından bahtı çok açık bu dürzünün, ama onlar bakmasını bilmez valla" derdi.
Karılarının kaçmasından, evde çocuklarla yalnız kalmasından yakınan bir destan okurdu arada sırada. Şimdi seksenine merdiven dayadı. Evde karısı, ambarda darısı, ahırda kırısı (merkebi) yok, sürünüp gidiyor. İşte onun Bekarlık Destanı. Bu destanın tamamını o çevreden ayrıldıktan yirmi yıl sonra derledim. Geçenlerde Akçaylılara sordum, "ne olacak, ektiğini biçiyor" dediler. Pek sefilmiş anlaşılan.

Bekarlık Destanı

Dört çocukla yalnız kaldım yuvada
Yemek pişirirken yağ yanar tavada
Eski güzellikler kalmadı havada
Bekarlık canıma tak dedi köylüler

Mala, sığıra, davara bakmak ister
Gönül arada bir kahveye çıkmak ister
Ayda bir kerede kafayı çekmek ister
Bekarlık canıma tak dedi komşular

Bulaşık derdinden de kurtuluş yok
Ellerin köyünde güzel avrat çok
Bize gelince vallahi, billahi yok
Bekarlık canıma tak dedi komşular

Sarı Velim çok çekersin sen daha
Bir avrada biçilmez oldu paha
Keçileri de ağdıracağım dağa
Bekarlık canıma tak dedi köylüler

Başa Dön

TARIM DÜNYASI-Atila Büyükpapuşçu
Antep Fıstığı Yetiştiriciliği
Su Ürünlerinin Özellikleri Ve Besin Değerleri
Dünya ve ülkemiz nüfusunun hızla artması nedeniyle hayvansal protein kaynaklarının yetersiz oluşu ve kişi başına düşen hayvansal besin maddelerinin azalması nedeniyle bu açığın kapatılmasında en ucuz ve kolay üretimin başında su ürünleri yetiştiriciliği gelmektedir.
Bulunduğumuz yer konum itibarı ile su ürünleri avcılığının ve üreticiliğine en uygun yerlerden birisidir. Bu nedenle her geçen gün giderek azalmakta olan su ürünleri çeşitliliği ve miktarındaki düşüşlere neden olan faktörlerin başında su, çevre kirliliği ( fiziksel ve kimyasal kirlilikler), yanlış ve yasak avlanmalar gibi faktörlerden oluşmaktadır.
Bugün sizlere yılın bütün zamanlarında sofralarımızda görebileceğimiz balıkların besin değerleri ve özelliklerinden bahsetmek istiyorum.
Balıklar A ve D vitaminlerince zengin olmasının yanında C ve B vitaminlerince fakirdir. Mineral maddece yüksek enerji ve kalorice düşüktür. Balık etinde doymamış yağ asitleri ile amino asitleri içermektedir. Bundan dolayı hazmı ve bağırsaklarda emilimi kolay olmaktadır.
Balıkların tazelik ve yenilenebilirliklerinin saptanmasında organaleptik ( Fiziksel) muayene bulguları en geçerli kriterlerdir. Taze ve bayat balıkların farklılıklarına gelince ;
Taze Balık -Bayat Balık
1.Görünüş: Parlak ve canlı - Donuk ve mat,
2.Koku: Karakteristik - Fena, tiksindirici
3.Ağız: Kapalı - Açık
4.Gözler: Parlak ve kabarık - Donuk ve çökmüş
5.Solungaçlar: Parlak ve kırmızı - Solgun ve kurşuni renkte
6. Pullar: Parlak ve sıkı tutunmuş - Solgun ve gevşek
7. Karın: Normal dolgunlukta - Şişkin
8. Vücut: Bastırınca parmak izi kalmaz - Parmak izi kalır.
9. Suya atılınca: Genellikle batar - Su yüzeyinde kalır
Yukarıda saydığımız özelliklere dikkat ederek satın almak hem sağlık açısından ve ekonomik yönden fayda sağlayacaktır.
Sağlıklı ve bol kazançlı bir yaşam dileği ile görüşmek üzere saygı ve sevgiler.

Başa Dön

VERGİ DÜNYASI-S. Muhasebeci Erden Özkan
Belge Verme Keyfiliği
Meslek hayatıma 1.nisan 1974 yılında başladım. Aradan geçen onca zaman zarfında 6183 sayılı Amma Alacakları Tahsil Usulü hakkındaki yasada,1963 yılından buyana değişen maddeleri dahil hiçbir maddesinde, herhangi bir resmi kurum ve kuruluşa borcu bulunan mükelleflere ticari faaliyeti olsun diğer işlemleri olsun, devam etmelerini sağlayacak olan belgelerin,borcun ödenmesi koşuluna bağlanmış olduğunu görmedim. Ve kanunlarımızda böyle bir maddeye de rastlanacağını da zannetmiyorum.
Hal böyle iken, buna benzer bir tutum içersinde olan resmi veya yarı özel kurum ve kuruluşların (6183 sayılı yasaya tabi olan) yapmış oldukları bu yasal olmayan uygulama sonucunda mükelleflerin uğrayacağı zarar ve ziyanları kim telafi edecektir. Hangi kurum veya kuruluşun memur veya amiri bu sorumluluğu alabilecektir. Alamayacaklarına göre neden bu tür bir davranış içersine girerler. Mükellefin yasa ve yasaları uygulayanlara olan güvenini neden kötüye kullanırlar.
Burada şunu da söylemeden geçemeyeceğim; şayet bir mükellefin Devlete olan borcu var ise, bu borcun tahsili ile ilgili ne gibi işlemler yapması gerektiği 6183 sayılı yasa içersinde anlatılmıştır. Devletin memur veya amir yasa ile kendisine verilen bu görevi neden yapmamaktadır. Görevini savsaklamakta ve keyfiliğe gitmektedir.
Gelelim mükellefe; mükellef bu tür bir olay karşısında ne yapmalıdır: "borçlu olan vatandaşa, "borcunu öde, ondan sonra belgeni al." diyen memur veya amire mükellef, "bu söylediklerini veya bana sunmuş olduğun bu şartı yazılı ve imzalı olarak bana ver." demeli ve bu yazıyı almalıdır. Şayet böyle bir yazıyı alamıyorsa,gerekli olan belgesini almalıdır.
Eee... Şimdi konunun can alıcı noktasına geldik. Bu ay vergi mükelleflerinin DEFTER TASDİK ayıdır. Defter tasdiki için noterlerin sicil tasdiknamesi istemelerinin gerekli olduğunu geçen sayımızda yazmıştık. Fakat bu sefer kulağımıza gelen dedikodulara göre; inanmak ta istemiyorum amma, Sicil tasdiknamesi vermesi gereken kurum ve kuruluşlardan bazıları,borcu olan esnaf veya tüccara borcunu ödemeden bu belgelerini vermemekte ısrar etmekte, defter tasdik ettirecek mükellefleri, noterler ve muhasebecileri ile karşı karşıya getirmekte,sanki muhasebecileri bu işleri beceremediklerini, "NOTER"lerin ise bu belgeleri keyfi istedikleri gibi bir hava yaratılmaktadır ki,bu yapılan hareket ne doğru nede yasaldır.
Bunu yapmalarına yasal hakları yoktur. Şayet mükelleflerin borçları var olsa bile bu belgeleri kendilerine verecekler, alacaklarını da yasal çerçeve içersinde alacaklardır. Zorbalıkla bir yere gidilmez. Hiçbir Devlet görevlisinin bunu devlet adına yapmaya ve devlete olan güveni sarsmaya hakları yoktur.

Başa Dön

TANSİYON-Uz. Dr. Mustafa Ulusoy
Acısıyla tatlısıyla nice bayramlarda görüşmek umuduyla şeker bayramını geride bıraktık.Yollarımızda gene trafik canavarı kol gezdi, bu asrın canavarından kurtulanlar ise soğukta perişan oldular, alt yapısı olmayan mega kentlerimiz kar yağınca yaşayanlara hayatı zehir etti. Sel hem canlarımızı hem de ürünlerimizi aldı gitti. İşte tüm bu olumsuzlukların sebebi olanlar; kentlerimizin alt yapılarına yapılacak yatırımları yandaşlarına peşkeş çekenler, bankaları hortumlayanlar, borsadan trilyonları götürenler kış turizminin merkezlerinde lüks otellerin sıcacık odalarında viskilerini yudumlayarak bizi seyrettiler. Kara, soğuğa, sele teslim oluşumuzu seyrettiler ve eminim kılları bile kıpırdamadı.
Bir başbakan yardımcısı Rize'de seçmenlerine hitap ederken "Bu hükümet fındık paralarının tamamını ödeyemiyor, beni başbakan yapın size peşin ödeme yapayım" dedi. Sayın Yılmaz; sizin hayal dünyanızdaki seçmenler bu kadar saf olabilir, sizin umduğunuz başbakanlık da bu kadar ucuz olabilir, ama benim ülkemde bu kadar ucuz değil, hep kendiniz ve yandaşlarınız için değil biraz da bu ülke için ter dökmezseniz siz başbakanlığı zor görürsünüz. Ama hayallerinize karışamam. Sayın Yılmaz; Türkiye'de Başbakanlık artık aslanın ağzında, körün gözü açıldı. Artık ucuz demokrasi havarisi kesilip, demokrasi adına mangalda kül bırakmazken, ceza evlerinde "fikir suçlusu" diye yatanları görmemezlikten gelemezsiniz. Demokrasinin kurumlarından olan Cumhurbaşkanlığı veto yetkisi karşınıza dikildiğinde "ama Cumhurbaşkanı çok oluyor" diyemezsiniz. Demokrasi sadece sizin için değil hepimiz için de olmalı, tüm kurum ve kuruluşları ile birlikte, tüm gelenekleri ile beraber ama sadece sizin işinize yaradığı zaman değil hepimiz için hem de hemen gerekli. Bilmez misiniz ki gerçek demokrasilerde Başbakanlık bir fındık parasına satın alınamaz, yine bilmez misiniz ki gerçek demokrasilerde öyle seçim yasaları vardır ki yeterli paranız olsa bile başbakanlığı satın alamazsınız.
Sayın Yılmaz; işte biz bu gerçek demokrasiyi bildiğimiz için size Başbakanlığı hayalinizde görürsünüz diyoruz.


Başa Dön

HOŞ SEDA
Bu sayımızda Hoş Seda köşesi yayınlanmamıştır.

Başa Dön

DİYALOG-Ufuk Emek
Geçenlerde, Türkçe öğretmenliği yapan eski bir arkadaşımla söyleşiyorduk. Kendisi bizim "cephe"den, Türkçe savaşımcılarındandır. Yalnızca öğretmenlik yapmakla kalmaz, Türkçe'nin yaşamımıza egemen kılınması yolunda da yoğun çaba harcar. Kimi arkadaşları ona diyorlarmış ki, "Niye kafanı bu kadar Türkçe sözcüklere takıyorsun? Ne olur yani, dilimizde İngilizce ya da Fransızca sözcükler de yer alırsa ve ...Biz onları kullanırsak?..."
Geçtiğimiz yılın Eylül ayında Kanada da, Fransızca konuşulan kırk dokuz ülke temsilcilerinin katıldığı bir zirve düzenlendi. Çeşitli konuların ele alındığı bu zirvenin en önemli maddelerinden biri, "Dil ve kültür farklılıklarının gerekliliği" ydi. Çünkü, Fransa ve Kanada, ABD'nin İngilizce'yi tüm dünyada tek geçerli dil yapma çabasına öteden beri karşı çıkıyordu. Kanada'nın bir süredir, kendi kültürünü koruma kaygısıyla müzik ve yayıncılık alanlarında çeşitli önlemler alması ABD'yi kızdırmış ve Kanada'nın bu korumacı önlemleri bırakması istenmişti. Uzatmayalım, zirvenin sonuç bildirgesinde, İngilizce'nin dünyaya egemen kılınması için "cephe" oluşturulması kararı alınmıştı.
Sonra, aradan aylar geçti... Bir gazetede küçük bir haber yayımlandı: Ama doğru ama yanlış,21'inci yüzyıla girildi ya, gelecekbilimciler , yeni yüzyılda neler olacağını sıralamaya başladılar. Bunlardan biri şöyleydi: "21'inci yüzyılda herkes İngilizce konuşacak. Bugün dünyada konuşulan altı bin dil ve lehçenin yüzde doksanı ortadan kalkacak..."
Gelecekbilimcilerin bu kestirimde, günlük yaşamında, televizyonlarda, gazetelerde "marifet" olsun diye bolca yabancı sözcük kullanan biz Türkler'in payı ne orandadır dersiniz?
"Tehlike", nasıl geliyorum diyor kestirebiliyor musunuz? Ve biz Türkçe'yi korumak için "cephe" kurmayalım, savaşıma girişmeyelim ve "kafamıza takmayalım" da ne yapalım, söyler misiniz?
Geçtiğimiz ay tiyatro sanatçısı arkadaşım Mehmet Beyazıt ile birlikte Halk Eğitim Merkezi ile işbirliği içerisinde bir tiyatro kursu düzenlemeyi planlamıştık. Ancak, İstanbul'daki işleri nedeniyle hala Fethiye'ye dönemedi. Bu arada bu kurs bünyesinde verilecek derslerden biri olan , "Diksiyon ve Fonetik" dersi için çok sayıda istekli başvurmuştu. Tüm isteklilere yeniden duyuralım ki, diksiyon ve fonetik dersinin Ocak ayının ilk haftasında başlatılması için gerekli çalışmaları yapıyoruz.

Gelelim bu haftanın yastıkaltı öyküsüne...

SİZE HİZMET EDENLERİ HEP ANIMSAYIN...
On yaşındaki John bir pastaneye girince kendini bir anda büyük bir adam gibi hissetti. Çünkü onun içeri girdiğini gören garson kız hemen yanına gelmiş ve ona "size nasıl yardım edebilirim?" diye sormuştu.
John çikolatalı pasta yemek istiyordu. Fiyatını sordu.
"50 cent" dedi garson kız.
John cebindeki tüm paraları çıkardı ve avucuna koyarak, tane tane saymaya başladı. Garson kız onu saygı ve sabır ile izledi.
John bir soru daha sordu: "Peki, bir porsiyon dondurma ne kadar?" dedi.
Garson kız başından beri koruduğu saygı ve sabrıyla yanıtladı:
"35 cent."
Pastanede John'dan başka sekiz, on müşteri daha vardı. Garson kız tümüyle tek başına ilgilenmek zorunda olmasına karşın yine sabır ve saygıyla John'un karar vermesini bekledi. John avucundaki parasını birkez daha saydı ve garson kızdan bir porsiyon dondurma istedi, sonra da boş masalardan birine oturdu. Garson kız biraz sonra bir porsiyon dondurmayla birlikte getirdiği "35 centlik" fişi dondurma tabağının yanına bıraktı.
John dondurmasını bitirdi, kasaya giderek parayı ödedi ve pastaneden çıktı. Garson kız boş dondurma kabını almak üzere masaya geldiğinde, gördüğü manzara karşısında bir süre hareketsiz kaldı, sonra da gözlerinden inen yaşları sildi.
Temizlemek üzere geldiği masada, tabağın yanında John'un bıraktığı "15 centlik" bahşişi duruyordu.

GÜZEL SÖZ
Dünyanın en zor üç şeyi, sır tutmak, bir kusuru bağışlamak ve boş zamanlarını değerlendirmektir.
Sevgi ve saygılarımla.

Başa Dön

TURİZM-Dilek Dinçer
Turizmde İnsan Kaynakları
Turizmin emek yoğun üretim tekniğine dayanan bir sektör olması,turizmden sağlanan gelirlerin direkt istihdam etkisi yaratmasına neden olmakta...Ancak sektörün her kesiminde yaşanan yetişmiş eleman eksikliği,hizmet kalitesini olumsuz yönde etkilemekte...
İlçemizde ve ülkemiz genelinde turizmi tüm yıla yayamadığımız için kalifiye elemanların işletmelerde ve yörelerde kalıcılığını sağlayamıyor ve bu yüzden ,stajyer öğrencilerle hizmet vermeye çabalıyoruz. Sayıları kısıtlı olan turizm meslek liseleri ve yüksek okullarda verilen eğitim genellikle teoriye dayandığından, yeterince pratik yapma şansına sahip olamayan öğrenciler, kendilerini bir anda yoğun iş temposu içinde bulup, büyük sorumluluk altında ezilmekteler...
Çok düşük ücretlerle çalıştırılan stajyerler, çalışma saatlerine kısıtlama getirilmeden, çok ağır koşullarda hizmet vermekte, kendilerinden bilgi, deneyim ve güçlerinin üzerinde performans beklenmekte... Pek çok tesiste çocukların kendilerini yetiştirmelerine olanak tanınmamakta...
Sayıları çok az olan mutlu azınlık dışındaki stajyerler, bulaşık yıkayıp, tuvalet temizleyip, çay kahve yaparak staj sürelerini tamamlamakta...Yapılan işleri asla küçümsediğimi düşünmeyin. Aynı süreçten ben de geçtim. 1977-78 Öğretim yılında İzmir Etap otelde bir sömestr uygulamalı otel işletmeciliği stajı yaptım . Çok değerli hocamız, Prof. Dr. Hasan OLALI , daha ilk derste, " İleride her biriniz otel sahibi ya da işletmecisi veya yöneticisi olabilirsiniz. Bu yüzden tüm departmanları çok iyi tanımanız gerekir. Yılbaşı gecesi tesisinizde parti düzenlersiniz. Aşçınız o gün işi bırakır. Mutfağa girip yemek hazırlayabilmelisiniz. Tesisin en yoğun doluluk yaşadığı gün,kat hizmetlisi hastalanıp,gelmeyebilir. Odalara girip, yatak yapıp, tuvalet temizleyebilmelisiniz. Konaklama muhasebesi,pazarlama,ön büro bilgileriniz de olmalı ki,denetim hep sizde olsun." Demişti. Gerçekten de şu anda pek çok arkadaşım,ülkemizin farklı köşelerinde,çok seçkin tesislerin yöneticisi pozisyonundalar. Etap Otel'de haftanın bir günü aldığım uygulamalı otel işletmeciliği dersi, bana göre okuldaki eğitimden çok daha yararlı ve kalıcı oldu. Otel müdürünün eğitime verdiği önem sayesinde her departmanda deneyim kazanma fırsatı bulduk.
İlçemizde de eğitime öncelik veren çok seçkin tesisler var. Bundan birkaç yıl önce Hillside İnsan Kaynakları departmanının hizmet içi eğitim programı çok güzel bir örnekti. Tuana'da uzun süre işbaşı eğitim kursları ile personel eğitimi sağlandı. Bu yıl Lykia World kalıcı personel eğitimi için farklı departmanlarda uygulamalı eğitim programını başlattı. Bazı küçük ve orta ölçekli işletmelerde de benzer uygulamalar sürdürülmekte...
Biliyoruz ki; profesyonellik, beceri , verimlilik ve nezaket gibi özellikler eğitim ve öğretim sonucu kazanılır. Ülkemizde ve dünyada turizmle ilgili eğitim programları ve kursları genellikle mesleki nitelik taşımaktadır. Oysa sosyal bilimler,ekonomi,yabancı dil ve temel iş dersleri ,psikoloji ve davranış teknikleri de bu kapsama alınmalı...
Turizm insan ilişkilerinin birebir yaşandığı, seçeneklerin bol olduğu, kırılgan bir sektör. Turist güleryüz, konukseverlik ve iyi hizmet bekler. Ağır rekabet ortamına ayak uydurabilmek için eğitilmiş,kalifiye elemanlarla sektörde biz de varız diyebiliriz. O halde tesis işletmecileri ve yöneticilerine çok fazla görev düşüyor. Stajyerlere ve bu mesleğe gönül vermiş gençlere fırsat tanınmalı, hizmet içi eğitim ve işbaşı eğitim kursları ile mesleki bilgileri artırılmalı,sorumluluk verilerek kendilerine güven duygusu kazandırılmalı... Bu çocuklar bizim... Ülke ekonomisinin ve sektörün geleceği onların başarılı olmalarına bağlı. Bu durumda hem Devlet kuruluşları,hem sivil toplum örgütleri,hem de turistik işletmeler işbirliği ve iyi bir organizasyonla turizm eğitimini,sektörün gereksinim duyduğu ideal personel yetiştirmek üzerine yoğunlaştırmalı...

Başa Dön

SPORTMENCE-Erol Dolu
Atatürk Koşusu
Yarın 27 Aralık. Bu tarih ülkemizde önemli bir dönemeçtir. 27 Aralık günü Türkiye Cumhuriyeti'nin Kırkpınar Güreşlerinden sonra en eski ve en büyük bir spor organizasyonunun gerçekleştirildiği gündür. 27 ARALIK ATATÜRK KOŞUSU.
Bu koşu nasıl ortaya çıktı, tarihi gelişimi nedir? I. Dünya Savaşı sonunda yenilen Osmanlı Devleti'nin toprakları emperyalist güçler tarafından yer yer işgal ediliyor. Bu durum karşısında Mustafa Kemal ve on dört arkadaşı 16 Mayıs 1919'da İstanbul'dan hareket edip 19 Mayıs 1919'da Samsun'a ayak basarak, buradan adım adım Anadolu'yu dolaşarak 27 Aralık 1919'da Dikmen Keklik Pınarı'ndan Ankara'ya ulaşarak Kurtuluş Savaşı'nı Ankara'dan yönetmeye başlıyor. Bundan dolayı Atatürk'ün Ankara'ya gelmesi dolayısıyla 1936 yılından bu yana her yıl geleneksel olarak Ankara'da Büyük Atatürk Koşusu Türkiye'nin dört bir tarafından gelen sporcular tarafından koşuluyor. Geçmişte Büyük Atatürk Koşusu'nda defalarca katıldım. 1980'li yıllarda Atatürk Koşusu Anıtkabir etrafında da yapılıyordu. 1985 yılında Tapu ve Kadastro Teşkilatı'nı temsilen Türkiye üçüncüsü olmuştum.
Atatürk Koşusu Ankara'da halen Dikmen Keklik Pınarı'ndan başlayıp 10800 metre mesafe olarak Ulus'ta Hükümet Konağı önünde sona ermektedir. Türk Atletizmi'nin de sembolü olan bir yarıştır. Atatürk Koşusu'nda koşan bir atlet bu koşuyu yıllarca hafızasından silmez. Atletizm sporu toplumda konuşulduğunda 27 Aralık günü konu edilirse hemen 27 Aralık Atatürk Koşusu akla getirilir. Atatürk Koşusu'nun parkuru dünyanın en zorlu koşu parkuru olduğu söylenir. Ama bu parkurda harcanan enerji Kurtuluş Savaşımızın başarıya giden zaferin enerjisini andırır. Sporcular bölgelerinde bu büyük koşunun heyecanını yaşayarak koşuya hazırlanırlar.
Bağımsızlığımızın simgesiyle de eş anlamlı olan Atatürk Koşusu Türkiye'de öğrenciler arasında il ve ilçelerde de yapılmaktadır. Bu bağlamda ilçemiz Fethiye'de de okullarımızdaki sporcu öğrencilerimiz arasından da bu anlamlı koşu gerçekleşmektedir. Tabi Muğla Merkez ve diğer ilçelerimizde de gerçekleşmektedir. İlçemizde gerçekten öğrencilerimiz takım halinde derece almak için alın terlerini helalından akıtmaktadırlar. Biz, öğrenci sporcularımıza Atatürk Koşusu'nun tarihi gelişimini de öğretebilirsek onlara aynı zamanda sporun kültürünü de vermiş oluruz.
Bu yıl Atatürk Koşusu'nun 65. si koşulacaktır.
Başarılar dileriz.

Başa Dön