|
|
BAŞYAZI
Eski Yılın Ardından
Toplum olarak Cumhuriyet tarihimizin son otuz yılda en berbat en rezil
ve en utanç yılını geride bırakmak üzereyiz.
Kırk yıldır ülkemize kan kusturan bir değerli (!) siyasetçimize hala kurtarıcı
gözüyle bakıldığı, görünmeyen koltuk altı bastonlarıyla ülkemizi yöneten
titrek başbakanın yönettiği kabus dolu bir yılın son günlerindeyiz.
Yaşayanlar bilirler. Gergin ve sıkıntılı bir gün geçirdiğimizde gecenin
alaca karanlığında başımızı yastığa koyarız, ertesi sabah yeni bir günle,
yeni umutların olabileceğini hayal ederiz. Hiç kimse yıl olarak bu umudu
hayal etmesin. Aynı siyasetçiler, aynı yüzler karşımıza dikilecekler yine.
Başımızdan aslan demokratlar, çete işbirlikçiler, Allah'ı dini menfaatlerine
alet edenler eksik olmayacak. 50 sene öncesinden başlayan "her mahalleye
bir milyoner" zihniyeti, her mahalleye bir çete, beş hortumcu ve
elli yobaz olarak gerçekleşecek.
İşin en ilginç yanı hala daha toplum olarak bu kötü gidişin farkında olmamamız.
Bir kereye mahsus aynaya bakıp, meeeleyebilsek belki aynadaki görüntümüz,
ne kadar koyun, vurdumduymaz ve sorumsuz olduğumuzu bize hatırlatacak.
***
Esnaf Odası Başkanı Emin Yungucu ile yaptığımız görüşmede; esnaf babalığını
yapacağına söz verdi.
Başkanın ifadelerinde hiç bir esnafın defter tasdiklerinde mağdur olmayacağını,
ceza yemeyeceğini, yedirtmeyeceğini söyledi.
İşin şakası yok. Noterlikçe tasdik edilmeyen defter adi kağıt niteliğinde
olacak. Sonuçta defterini tasdik ettirmeyen veya geç tasdik ettiren esnaflarımız,
vergi dairesince takdir komisyonuna havale edilecek. Çıkacak en düşük
vergi cezası 3 milyar liradan başlıyor.
Emin Yungucu bütün bunların bilincinde, esnafların odaya aidatlarından,
Muğla'dan alınması gereken Esnaf Sicil Belgeleri ile bizzat kendisinin
ilgileneceğini söyledi.
"Dervişin fikri neyse, zikri de o olur" derler. Başkan sözünde
duracağı gibi görünüyor. Dileriz sözünde durur. Yeni yılda yeni seçim
var.
Tüm Fethiye halkının ve okurlarımızın bu yılı hiç aratmayacak şekilde
bir yıla girmelerini umuyoruz. Sağlıklı, mutlu, saygılı ve hakedilmiş
bol kazançlı yıl dileklerimizle.
Başa
Dön
BORSA-EKONOMİ-Serdar
Düzenli
BORSADA
GEÇEN HAFTA
Bayram sonrası kısa haftaya Arjantin'de meydana gelen gelişmeler hakim
oldu. Arjantin'in uygulamaya çalıştığı ekonomik programda başarısız olması,
neredeyse sosyal patlama eşiğine gelinmesi ve Arjantin hükümetinin istifası
Türkiye'nin olduğu kadar dünyanın da gündeminde ilk sıralara taşındı.
Yıl sonunun yaklaşıyor olması nedeniyle özellikle bankaların açık pozisyonları
nedeniyle dövize yönelmesi borsada sıkışık seansların yaşanmasına neden
oldu. Dövizde bayram öncesi başlayan hareketlenme bayram sonrasında da
devam etti ve 1.400.000 seviyelerine kadar gerileyen dolar tekrar 1.500.000
sınırına dayanmış oldu. Geçen haftaya göre altın fiyatlarında da bir miktar
kıpırdanma yaşanmakla birlikte faiz piyasaları sakinliğini devam ettirdi.
BORSA ve PARA PİYASALARINDA
GEÇEN HAFTA
|
14.12.2001
|
21.12.2001
|
%
DEĞİŞİM
|
BORSA |
12.738
|
12.721
|
0.13
|
DOLAR |
1.420.000
|
1.488.000
|
4.78
|
MARK |
650.000
|
682.000
|
4.92
|
ALTIN |
85.000.000
|
89.000.000
|
4.70
|
BORSA OKULU
- BÖLÜM 5
Ulusal Pazar nedir?
Borsa kotunda bulunan ve asgari tedavül kriterlerine haiz şirketlerin
hisse senetlerinin güven ve istikrar içerisinde işlem gördüğü pazardır.
Bölgesel Pazar nedir?
Küçük ve orta ölçekli şirketlerin sermaye piyasalarından yararlanmalarını
sağlamak üzere kurulmuş bir pazardır. Ayrıca, Ulusal Pazar'da işlem görme
kriterini taşımayan ve/veya Borsa Yönetim Kurulu'nca geçici-sürekli olarak
Ulusal Pazar'dan çıkarılmasına karar verilen şirketlerin hisse senetleri
de bu pazarda işlem görmektedir.
Yeni Şirketler Pazarı'nın kuruluş amacı nedir?
Yeni Şirketler Pazarı, yeni kurulmuş ve fon gereksinimi duyan şirketlere
Borsa kanalıyla alternatif bir finansman yöntemi sunmak, yeni projelere
ve teknolojilere işlerlik kazandırmak amacıyla kurulmuştur.
Gözaltı Pazarı'nın kuruluş amacı nedir?
Gözaltı Pazarı'nın kuruluş amacı; hisse senetleri Borsa' da işlem gören
şirketler ve/veya hisse senetleri işlemleri ile ilgili olağan dışı durumların
ortaya çıkması, hisse senetleri Borsa'da işlem gören şirketler tarafından
kamunun zamanında, tam, sürekli olarak aydınlatılmaması ve mevcut düzenlemelere
uyum konusuna gerekli özenin gösterilmemesi, yatırımcıların haklarının
korunmaması ve kamu yararı gereği hisse senetlerinin Borsa kotundan çıkarılması
sonucunu doğurabilecek gelişmelerin oluşması nedeniyle şirketlerin izleme
ve inceleme kapsamına alınması durumlarında sürekli gözetim, denetim ve
izleme ortamında, yatırımcıların devamlı ve zamanında bilgilendirilmesini
sağlayacak önlemlerle birlikte, hisse senetlerinin İMKB bünyesinde işlem
görebileceği organize bir pazar oluşturmak ve söz konusu şirketlerin hisse
senetlerine yatırım yapmış tasarruf sahiplerine likidite olanağı sunmak
olarak ifade edilmektedir.
ŞİRKET HABERLERİ:
AKBANK: Uluslararası piyasalardan USD 230 milyon tutarında sendikasyon
kredisi sağladı. Kredi sözleşmesi 20 Aralık 2001 tarihinde imzalandı.
ASELSAN: Milli Savunma Bakanlığı'nın açtığı KDV hariç 39.7 milyon
dolar bedelli atış kontrol sistemi ihalesini kazandı.
AKTİF FİNANS: Ünvanının Garanti Factoring Hizmetleri A.S. olarak
değiştirilmesine karar verildi.
AYGAZ: Şirket % 100 Bedelsiz sermaye arttırımını 24.12.2001 tarihinden
itibaren gerçekleştiriyor.
ÇİMENTAŞ: Hisselerinin İtalyan Caltagirone Grubu'na ait Cementir
Holding tarafından satın alınma işleminin, Çimentaş hisselerinin büyük
bir bölümünün çağrı yoluyla satın alınmasıyla sona erdiği açıklandı.
FİNANSBANK: BNP Paribas ile ortaklık görüşmelerinin sürdüğünü,
henüz imza atılmadığını açıkladı.
GLOBAL MENKUL DEĞERLER: Ege Yatırım Menkul Değerler A.Ş. hisse
senetlerinin tamamının Global Menkul Değerler tarafından satın alınmasına
ilişkin "Hisse Devir Sözleşmesi" 21.12.2001 tarihinde imzalanmıştır.
NETAS: Milli Savunma Bakanlığı ile imzaladığı 3.680.000 Amerikan
Dolarlık sözleşme gereği 1239 adet sahra santrali tasarlayıp, üretecek.
YAPI KREDİ YAT. ORT.: % 100 Bedelli sermaye arttırımı SPK tarafından
onaylandı.
Başa
Dön
DENGE-Av.
Recai Yıldırım
Arjantin ve Düşündürdükleri
Bir iki gündür ülkemizdeki tüm televizyonlar ve gazeteler bizden binlerce
kilometre uzakta olan Arjantin'deki TOPLUMSAL CİNNET'ten haberler veriyorlar.
Arjantin,bundan üç-dört yıl önce IMF reçetelerini başarıyla uygulayarak
içinde bulunduğu ekonomik bataklıktan kendini kurtarmış örnek ülke ve
siyasi sistem olarak gösteriliyordu. Geçen zaman içinde ne değişti ki,
iyi örnek olan bu ülke bu hale geldi?
Arjantin ile ülkemizi oranlamayacağım. Aramızda her bakımdan farklılıklar
var. Özellikle toplumsal yapımız,yapıla geliş kuralları,alışkanlıklarımız
bakımından. Benzer tek yönümüz uluslar arası para veren kurum ve kuruluşların
elinde oyuncak olmamız, yap-boz tahtasına dönmemiz.
Arjantin olaylarına baktığımızda, kanımca oradaki insanların, salt aç
kaldıkları için yağma kalkışmalarının ötesinde bazı nedenler var. En önemlisi
de Arjantinlilerin siyasal sistemlerine olan güvensizlikleri. Kendini,ailesini
güven içinde görmeyen,geleceğine ilişkin kuşkuları olan insanlar ne yapacaklarını
bilemez hale gelirler. Herkes kendi hakkını kendi almaya bakar. Haksız
da olsa salt kendini kanıtlamak adına suç işlemeye varan tutum ve davranışlarda
bulunurlar.
Bizde de birkaç ay önce TOPLUMSAL CİNNET'TEN söz edilmekteydi. Toplumsal
cinnetin somut ve en çarpıcı örneğini tüm dünya ile birlikte izliyoruz.
Her ne kadar Arjantin toplumuyla, Türk toplumu büyük oranda benzeşmese
de ülkemizde de bu türden olayların olmayacağı konusunda kim güvence verebilir
?
Büyük şehirlerdeki kapkaç olayları bireysel düzeyde kalsa da TOPLUMSAL
CİNNETİN başlangıcı sayılmaz mı?
Olayların önlenemez boyutlarda gelişmemesi için,yapılması gereken, hemen
hemen her yazımda değindiğim gibi Yurttaşlarımızın sarsılan güvenlerini
yeniden yerine getirecek,geleceklerine ilişkin kuşkularını ortadan kaldıracak
önlemlerin bir an önce alınmasıdır.
Bir de borç verenlerin önünde el pençe divan durmamak,onların söyledikleri
her sözün emir kabul edilerek, TAK-ŞAK ağabeyimiz gibi yapmamak.
Bunların yolu da Demokrasiden ayrılmadan Ankara'dan, Büyük Millet Meclisinden
geçmektedir.
Bizimkilere buradan bir küçük uyarı.
****
Biraz yerel konulara değineceğim. Daha önce de yazdım. Kent içi trafiğimiz
çok kötü. Kötülüğü yolların yapısından kaynaklanmıyor. Yollarımız diğer
kentlere bakıldığında, yağmur nedeniyle oluşan çukurları saymazsak, oldukça
iyi. Hiç değilse geniş. Rahatlıkla gidiş-geliş sağlanabiliyor. Buna karşın,
taşıtlar birbirlerinin üstüne çıkacak gibi kullanılıyor. Halen kavşaklarda
park ediliyor, yolcu indirilip, bindiriliyor. Çöp bidonları kavşak alanlarına
konuluyor.
Sürücülerin trafik kurallarından haberleri yok. Hangi levha neyi anlatıyor,
nerede ne zaman ne yapılır? Bilmiyorlar. Bilmeyince de kent trafiği berbat
oluyor.
Bu durumdan kurtulmanın çözüm yollarını da kendimce önermiştim ancak yetkililerimiz
ilk kez yazdığımdan buyana seyrediyor.
Görünen o ki seyri sefer devam edecek.
****
Son sorum. Ne olacak, bu FENER'İN HALİ
?
Sağlıkla kalın.
Başa
Dön
YAZDI-Recai
Şahin
Ey Benim...
Bu yazıyı okurken elinizde bir kalem bulunsun. Değineceğim konulara katılıyorsanız
artı, katılmıyorsanız eksi koyun.
Meydanlarda, televizyonlarda, masa başındaki koltuklarında konuşanları
dinliyoruz. Bir sözcük söylüyor, arkasından gelecek okkalı sözcüğü daha
seçemediği için başlıyor, eeeee, ııııı demeye. Hele kimisi bu E'leri,
I'ları bir hıçkırık tutmuş gibi söylemiyor mu? Bütün bunlar yetmiyormuş
gibi kamaraya dolayısıyla izleyenlere ayakkabısının kösele tabanını göstermiyor
mu? Haydi o da bir yana, döner koltuğunu bir sağa, bir sola döndüre, döndüre
konuşmuyor mu?
Böyle manzaraları gördükçe terliyorum.
İçtiği sigarasını fiskeleyip yola atan, arkasından bir de öksürerek tere
tükürene, çok ama, çok kızıyorum.
Parkta ya da deniz kenarında bir bankta oturmuş işaret parmağını burnuna
sokmuş karıştırıyor. Öylesinden de tiksiniyorum.
Kuyruktasın, birisi geliyor, kuyruktakileri şöyle kuşbaşı süzüyor, ceketinin
iliğini çözüp, ellerini pantolonunun cebine sokarak, müdürün veya tanıdığının
veya yetkilinin yanına giriyor. İşini senden önce bitiriyor. Sen kuyrukta
"ya sabır, hak, adalet" de dur. Hoş, gemisini yüzdüren kaptan
ya. Ona da bozuluyorum.
Çıkıyor spor programına, her şeyi o biliyor. İn bakayım sahaya, topa bir
iki vur, bir iki pas ver, birkaç gol at da göreyim seni. Yok topu şuraya
atmalıymış. Kırmızı kart haksızmış, bu pozisyon kesin penaltıymış. Öyle
güzel ahkam kesiyorlar ki, biraz dinleyip vazgeçiveriyorum. Ulusal maçı
anlatanın bir de "Talihsiz bir gol yedik" demesi var ya. Bu
golün talihlisi nasıl oluyor acaba.
Bazılarımız kibarlık olsun diye, eşek, öksüz, inek, deve diyeceğimizde,
önce bir güzelce "Affedersiniz" çekiyoruz. Ne var, neyi affedeceğiz?
Böyle diyenleri de kınıyorum.
Televizyona konuk çağırıyor, bir soru soruyor. Konuk bir iki laf söyler
söylemez, sözünü kesiyor, başlıyor kendisi konuşmaya. Başlıyor kendi anlattığına
kendisi gülmeye. Böylelerine bakıp bakıp da gülüp geçiyorum.
"Ben sana dememiş miydim?", "ben bunu böyle olacağını biliyordum
zaten" laflarını da sevmiyorum. Kardeşim biliyordun bunun böyle olacağını
da neden olmadan önce engel olmadın. Olsun da ben haklı çıkayım diye mi?
Olmadı işte. Hiçbir iyi işin sonunda birisi kalkıp da "Ben bu işin
böyle olacağını biliyordum" dediğini duymadım zaten.
Bayramlarda, önemli günlerde çelenk koydum. Bu çelengi iki kişi tuttu,
ben de bir köşesinden, yerine koyduk. Ben o çelengi yalnız başıma kaldıramaz
mıydım? Şimdi tek başıma taşıyabileceğim çelengi niçin üç kişi taşıdık
diye düşünüyorum.
Bir de yabancı sözcükleri bir şeymiş gibi kullananları içerliyorum. Binaenaleyh
diyeceğine bundan böyle deyiver. Benim erişteme, makarnama niye spagetti
diyorsun. Çöreğime croissant demek de neyin nesi. Ha bakıp "adam
ne de olsa Avrupa görmüş" diyeceğiz, büzüleceğiz önünde.
Kırmızı ışık dur, sarı şık hazır ol, yeşil ışık geç, öyle değil mi? Işıklarda
arabanla bekliyorsun sarı ışık yanar yanar yanmaz, arkadaki basıyor kornayı.
Dur be kardeşim yeşil yansın geçeceğiz, gideceğiz. Böyle korna çalan bana
sövmüş gibi geliyor. Ama ben hiç sövmüyorum.
"Ayıptır söylemesi" diye başlayan söze gıcık oluyorum. "Ayıptır
söylemesi bugün akşam yemeğinde balık yedik". Söyleyeceğini söyledin,
yiyeceğini yedin, ayıp olan ne? Ayıp, ayıp.
Hakeme itiraz eden futbolcuya da bir türlü akıl sır erdiremiyorum. Hakemin
kararından dönmeyeceği belli. Niye itiraz ediyorsun?
Pazarda alış veriş ediyorsun. "Bunun fiyatı ne kadar" diyorsun.
""Ha onun fiyatı mı, şu kadar lira ama size şu kadar liraya
olur""diyor. Satıcıyı tanımıyoruz, neye dayanarak "sana
şu fiyata olur" diyebiliyor. Bana birisi böyle derse ondan alış veriş
etmiyorum.
Sizin de düşündüğünüz daha nice örnek vardır. Şimdi koyduğunuz artıların
eksilerden fazla olduğunu görür gibi oluyorum.
Hepinize teşekkürler, sağ olun varolun, ey benim işçim, ey benim memurum,
ey benim emeklim, ey benim dul ve yetimim, ey benim köylüm, ey benim çiftçim,
ey benim esnafım, ey benim...
Başa
Dön
TARİHİN
SÜZGECİNDEN-Av. Ömer Karayumak
Devletlerarası Sınır İhtilaflarında Osmanlı Arşivlerinin Devletler Hukukuna
Katkıları
Belgelerinin tarihsel değeri ve sayısal çokluğu açısından dünyanın en
büyük arşivi olan OSMANLI ARŞİVLERİ; aynı zamanda devletlerarası sınır
ihtilaflarında kesin delil niteliği taşıması itibariyle de devletler hukuku
açısından da çok büyük önem arz etmektedir.
Kesin rakamı bugüne kadar tesbit edilmemesine rağmen 150 milyon ila 200
milyon vesikayı içinde barındıran bu arşivler;Ülkemizin olduğu kadar ,Balkanlar,Ortadoğu,Yakın
Doğu,Asya,Avrupa, Afrika Ülkeleri ,Hind ve Akdeniz ülkelerinin siyasi,iktisadi,sosyal,tarihi
ve kültürel yapıları içinde çok büyük önem arz etmektedir.
13.yüzyıldan itibaren altı yüz yıl boyunca hemen hemen dünyanın bütün
ülkeleri ile siyasi, iktisadi ve sosyal münasebetlerde bulunmuş,uzun süre
çeşitli ülkeleri hakimiyeti altında idare etmiş bir imparatorluğun arşiv
belgelerinin de o ülkelerin kaderleri ile ilgili olacağı tabiidir. Bu
yüzdendir ki ,dünyanın irili ufaklı hemen tüm ülkelerin tarihçileri kendi
milli tarihlerini yazarken Osmanlı arşivlerinden yararlanmak mecburiyetinde
kalmaktadırlar. Başbakanlık Osmanlı Arşivinde uzun müddet araştırmalar
yapan bir Japon tarihçinin sık sık
bana ifade etmiş olduğu şu sözler bu gerçeği bütün açıklığıyla ortaya
sermektedir:
" Mr. KARAYUMAK siz bir hazinenin içinde yaşıyorsunuz. Lütfen bunun
kıymetini biliniz. Ben bir Japon tarihçi olarak keşke sizin yerinizde
olabilseydim. Osmanlı Arşivleri bütünü ile incelenmeden değil Türk Tarihi,
değil Japon Tarihi bütün bir dünya tarihinin yazılmasına imkan yoktur.
Osmanlı Arşivleri tamamen kodlanıp incelendiği gün,bilinmeyen vesikalar
elimize geçtiği an, dünya tarihinin bütünüyle değişeceği muhakkaktır".
Bu gün Osmanlı Arşivlerinde dünyanın dört bir tarafından gelen uzmanların,
Türk, Arap, Japon, Yugoslav, Bulgar, Romen, Macar, İngiliz, Fransız, Alman,
Amerikalı ve benzeri gibi çok çeşitli milletlere mensup ilim adamı ve
tarihçilerin harıl harıl çalışarak ülkeleri ile ilgili tarihi gerçekleri
gün ışığına çıkartmak için uğraşmaları, arşivlerimizin ne denli önemli
olduğunu gösteren canlı misallerdir.
Yukarıda arşivlerimizin milletler arası anlaşmazlıkların hallinde ve devletler
arası ihtilafların çözümünde şiddetle ihtiyaç duyulan çok önemli belgelere
sahip olduğunu belirtmiştik. Nitekim yıllardır süregelen ve binlerce insanın
ölümüne yol açan Libya ile Çad arasındaki kanlı savaşın sona ererek anlaşmazlığın
adil bir şekilde çözümlenebilmesi ve sınır itilafının halledilebilmesi
için Başbakanlık Arşivinde bulunan Trablusgarp ile ilgili belgelerin acilen
incelenmesi yoluna gidilmiş, bu belgeler ile fotoğraf ve haritaların tarafların
iddia ve savunmalarında resmi delil olarak kullanılmak üzere ilgili devletler
tarafından Lahey Adalet Divanına sunulmuş olduğunu ve bu belgeler ışığında
karar verildiğini biliyoruz.
Yine yakın zamanda Orta Doğuda, İran Irak anlaşmazlıkları,Suriye Lübnan
ilişkileri, ve Körfez ülkeleri arasındaki anlaşmazlıklarda, Balkan Ülkeleri
arasındaki sınır ihtilaflarında ve bir türlü çözüme ulaşamayan yarım yüzyıldır
süregelen Filistin İsrail anlaşmazlığında tek çözüm yolunun Osmanlı Arşiv
Belgelerinde gösterilen sınır ve haritalar ile tespit edilmiş idari sistemlerin
uygulanma sı ile ancak çözüme ulaşabileceği artık herkesin kabul ettiği
bir gerçek haline gelmiştir. Nitekim son yıllarda Başbakanlık Osmanlı
Arşivlerinde araştırma yapan Arap,İsrail,Amerikalı,Macar,Yugoslav vs.
gibi araştırmacıların ve uzmanların hızla artması bunun tipik örneğidir.
Bütün bunlar gösteriyor ki Osmanlı Arşivleri milletler arası ihtilafların
çözümünde,siyasi ve diplomatik anlaşmazlıkların hallinde ve sınır ihtilaflarının
neticelenmesinde önemli bir kozdur. Adeta bir problemler yumağı haline
gelmiş,siyasi,iktisadi ve sosyal bir kaosun yaşandığı bölgemizde arşivlerimizin
değeri her geçen gün artacaktır. Bölge ülkeleri milli tarihlerinin yazımında
olduğu kadar sınırlarının adil bir şekilde çizilmesi için de bir can kurtaran
simidi olarak arşivlerimize sarılacaklardır.
Bu olguyu çok iyi değerlendirmek ve bir hazine nitelindeki arşivlerimize
gereken ilgiyi göstermek mecburiyetindeyiz.
Başa
Dön
BİRİKİM-Ünal
Şöhret Dirlik
Bekarlık Destanı
Onu kırk bir yıl önce Fethiye'nin bir dağ köyünde tanıdım. Bütün düğünlerin
baş davetlisiydi. Kadınların kına geceleri yapılırken,erkekler de meşalelerin
ışığında çeşitli oyunlarla geceyi değerlendirirlerdi. Bu yarenlik (yaranlık)
lerde, bazen arap olur, bazen deştimen, bazen muhtar olur, bazen kadın
elbiselerini giyer efelerin yanında oynardı. Her oyunu beceren, neşeli
biriydi. Arkadaşları anlatırlardı: "Köyde düğünün çalgıcıları Cuma
günü gelir, Fethiye'nin Yeni Mahallesi ile Kesikkapı Mahallesi'nde oturan
çalgıcılar köye yaklaştıkları zaman davul-zurna çalmaya başlarlar, bu
suretle düğünün başladığı ilan edilmiş olurdu. Bizim Sarı Veli davulun
sesini duydumuydu, elindeki işi bırakır başlar oynamaya, oynaya oynaya
davulcuları karşılar, yine oynaya oynaya düğün evine kadar gider, sonra
eve dönerdi" diye. Her oyunu oynayan, çok neşeli biriydi Sarı Veli.
Bazen bakmışsınız, evlenecek Ali olmuş babasının ardından yardım toplar,
bir bakmışsınız davulcunun davulunu omuzlamış usta bir davulcu gibi çalar.
Söğütlüdereli nüktedan Osmancık Sarı Veli'nin bu davranışlarına bakar
bakar da: "Sarı Veli'nin anasının ne Osmanlı bir kadın olduğunu bilmesem,
kaçıntı mı bu diyeceğim geliyor. On parmağında on marifet var bu Sarıoğlan'da"
derdi.
Her boyaya girip çıkan, oldukça neşeli görünen birisiydi. "İki defa
evlendi bu bizim Sar Veli" diye anlatır köylüler. Hatta komşu köylüler
bile bilir onun hayat hikayesini. İki evlilikten iki oğlu olmuş, ikinci
eşinden ayrıldıktan sonra yeniden evlenmiş, yayla köylüklerinden güzel
bir kadın getirmiş diye duyuldu. Ondan da bir oğlu olmuştu. Sarı Veli
yine, o düğün senin, bu düğün benim dolaşır dururdu.
Yaşlılar şöyle anlatırlardı: "Bunun babası da böyle düğün aşığıydı.
Her düğünde yarenliklerin değişmez adamıydı. O olmayınca yarenliklerin
hiç tadı olmazdı. Oğlu Sarı Veli'de, hıh demiş babasının burnundan düşmüştü
sanki. Bütün marifetleri de beraber, hatta babasından bir gömlek üstün"
diye. Babasından tek farkı da ona kadın dayanmamasıydı. Birkaç yıl geçindikten
sonra bakmışsınız karısını kovalamış, çocuğunu alıkoymuş. Bazen de kadın
çektiği sıkıntıya dayanamaz da kendi kaçar giderdi...
Birazcık saz çalardı. Komşu köylerden, Üzümlü'den, İncirköy'den, Ören'den,
Atlıdere'den düğün yarenlikleri için özel olarak davet edilirdi. Çoğu
zaman cebine beş-on lira koyarak düğüne peylerlerdi. O da söz verdiği
yere mutlaka gider, yarenliklere renk katardı.
Hani çayların yuvarladığı taşlar vardır bilirsiniz. Çay taşları devamlı
yuvarlandıkları için yuvarlak olurlar. Böyle taşlar için "yuvarlanan
taş yosun tutmaz" diye bir atasözümüz bile vardır. Sarı Veli'yi de
o taşlara benzetirler. Elde yok, avuçta yok. Eve haftadan haftaya uğrardı.
"Karıları açlığa alıştırıyor bu Sarı Veli" derlerdi yaşlılar.
Hele benim komşu Gök Mehmet rahmetli, çok üzülürdü Sarı Veli'nin bu hallerine
de "karı bakımından bahtı çok açık bu dürzünün, ama onlar bakmasını
bilmez valla" derdi.
Karılarının kaçmasından, evde çocuklarla yalnız kalmasından yakınan bir
destan okurdu arada sırada. Şimdi seksenine merdiven dayadı. Evde karısı,
ambarda darısı, ahırda kırısı (merkebi) yok, sürünüp gidiyor. İşte onun
Bekarlık Destanı. Bu destanın tamamını o çevreden ayrıldıktan yirmi yıl
sonra derledim. Geçenlerde Akçaylılara sordum, "ne olacak, ektiğini
biçiyor" dediler. Pek sefilmiş anlaşılan.
Bekarlık Destanı
Dört çocukla yalnız
kaldım yuvada
Yemek pişirirken yağ yanar tavada
Eski güzellikler kalmadı havada
Bekarlık canıma tak dedi köylüler
Mala, sığıra, davara
bakmak ister
Gönül arada bir kahveye çıkmak ister
Ayda bir kerede kafayı çekmek ister
Bekarlık canıma tak dedi komşular
Bulaşık derdinden
de kurtuluş yok
Ellerin köyünde güzel avrat çok
Bize gelince vallahi, billahi yok
Bekarlık canıma tak dedi komşular
Sarı Velim çok çekersin
sen daha
Bir avrada biçilmez oldu paha
Keçileri de ağdıracağım dağa
Bekarlık canıma tak dedi köylüler
Başa
Dön
TARIM
DÜNYASI-Atila Büyükpapuşçu
Antep Fıstığı Yetiştiriciliği
Su Ürünlerinin Özellikleri Ve Besin Değerleri
Dünya ve ülkemiz nüfusunun hızla artması nedeniyle hayvansal protein kaynaklarının
yetersiz oluşu ve kişi başına düşen hayvansal besin maddelerinin azalması
nedeniyle bu açığın kapatılmasında en ucuz ve kolay üretimin başında su
ürünleri yetiştiriciliği gelmektedir.
Bulunduğumuz yer konum itibarı ile su ürünleri avcılığının ve üreticiliğine
en uygun yerlerden birisidir. Bu nedenle her geçen gün giderek azalmakta
olan su ürünleri çeşitliliği ve miktarındaki düşüşlere neden olan faktörlerin
başında su, çevre kirliliği ( fiziksel ve kimyasal kirlilikler), yanlış
ve yasak avlanmalar gibi faktörlerden oluşmaktadır.
Bugün sizlere yılın bütün zamanlarında sofralarımızda görebileceğimiz
balıkların besin değerleri ve özelliklerinden bahsetmek istiyorum.
Balıklar A ve D vitaminlerince zengin olmasının yanında C ve B vitaminlerince
fakirdir. Mineral maddece yüksek enerji ve kalorice düşüktür. Balık etinde
doymamış yağ asitleri ile amino asitleri içermektedir. Bundan dolayı hazmı
ve bağırsaklarda emilimi kolay olmaktadır.
Balıkların tazelik ve yenilenebilirliklerinin saptanmasında organaleptik
( Fiziksel) muayene bulguları en geçerli kriterlerdir. Taze ve bayat balıkların
farklılıklarına gelince ;
Taze Balık -Bayat Balık
1.Görünüş: Parlak ve canlı - Donuk ve mat,
2.Koku: Karakteristik - Fena, tiksindirici
3.Ağız: Kapalı - Açık
4.Gözler: Parlak ve kabarık - Donuk ve çökmüş
5.Solungaçlar: Parlak ve kırmızı - Solgun ve kurşuni renkte
6. Pullar: Parlak ve sıkı tutunmuş - Solgun ve gevşek
7. Karın: Normal dolgunlukta - Şişkin
8. Vücut: Bastırınca parmak izi kalmaz - Parmak izi kalır.
9. Suya atılınca: Genellikle batar - Su yüzeyinde kalır
Yukarıda saydığımız özelliklere dikkat ederek satın almak hem sağlık açısından
ve ekonomik yönden fayda sağlayacaktır.
Sağlıklı ve bol kazançlı bir yaşam dileği ile görüşmek üzere saygı ve
sevgiler.
Başa
Dön
VERGİ
DÜNYASI-S. Muhasebeci Erden Özkan
Belge
Verme Keyfiliği
Meslek hayatıma 1.nisan 1974 yılında başladım. Aradan geçen onca zaman
zarfında 6183 sayılı Amma Alacakları Tahsil Usulü hakkındaki yasada,1963
yılından buyana değişen maddeleri dahil hiçbir maddesinde, herhangi bir
resmi kurum ve kuruluşa borcu bulunan mükelleflere ticari faaliyeti olsun
diğer işlemleri olsun, devam etmelerini sağlayacak olan belgelerin,borcun
ödenmesi koşuluna bağlanmış olduğunu görmedim. Ve kanunlarımızda böyle
bir maddeye de rastlanacağını da zannetmiyorum.
Hal böyle iken, buna benzer bir tutum içersinde olan resmi veya yarı özel
kurum ve kuruluşların (6183 sayılı yasaya tabi olan) yapmış oldukları
bu yasal olmayan uygulama sonucunda mükelleflerin uğrayacağı zarar ve
ziyanları kim telafi edecektir. Hangi kurum veya kuruluşun memur veya
amiri bu sorumluluğu alabilecektir. Alamayacaklarına göre neden bu tür
bir davranış içersine girerler. Mükellefin yasa ve yasaları uygulayanlara
olan güvenini neden kötüye kullanırlar.
Burada şunu da söylemeden geçemeyeceğim; şayet bir mükellefin Devlete
olan borcu var ise, bu borcun tahsili ile ilgili ne gibi işlemler yapması
gerektiği 6183 sayılı yasa içersinde anlatılmıştır. Devletin memur veya
amir yasa ile kendisine verilen bu görevi neden yapmamaktadır. Görevini
savsaklamakta ve keyfiliğe gitmektedir.
Gelelim mükellefe; mükellef bu tür bir olay karşısında ne yapmalıdır:
"borçlu olan vatandaşa, "borcunu öde, ondan sonra belgeni al."
diyen memur veya amire mükellef, "bu söylediklerini veya bana sunmuş
olduğun bu şartı yazılı ve imzalı olarak bana ver." demeli ve bu
yazıyı almalıdır. Şayet böyle bir yazıyı alamıyorsa,gerekli olan belgesini
almalıdır.
Eee... Şimdi konunun can alıcı noktasına geldik. Bu ay vergi mükelleflerinin
DEFTER TASDİK ayıdır. Defter tasdiki için noterlerin sicil tasdiknamesi
istemelerinin gerekli olduğunu geçen sayımızda yazmıştık. Fakat bu sefer
kulağımıza gelen dedikodulara göre; inanmak ta istemiyorum amma, Sicil
tasdiknamesi vermesi gereken kurum ve kuruluşlardan bazıları,borcu olan
esnaf veya tüccara borcunu ödemeden bu belgelerini vermemekte ısrar etmekte,
defter tasdik ettirecek mükellefleri, noterler ve muhasebecileri ile karşı
karşıya getirmekte,sanki muhasebecileri bu işleri beceremediklerini, "NOTER"lerin
ise bu belgeleri keyfi istedikleri gibi bir hava yaratılmaktadır ki,bu
yapılan hareket ne doğru nede yasaldır.
Bunu yapmalarına yasal hakları yoktur. Şayet mükelleflerin borçları var
olsa bile bu belgeleri kendilerine verecekler, alacaklarını da yasal çerçeve
içersinde alacaklardır. Zorbalıkla bir yere gidilmez. Hiçbir Devlet görevlisinin
bunu devlet adına yapmaya ve devlete olan güveni sarsmaya hakları yoktur.
Başa
Dön
TANSİYON-Uz.
Dr. Mustafa Ulusoy
Acısıyla tatlısıyla nice bayramlarda görüşmek umuduyla şeker bayramını
geride bıraktık.Yollarımızda gene trafik canavarı kol gezdi, bu asrın
canavarından kurtulanlar ise soğukta perişan oldular, alt yapısı olmayan
mega kentlerimiz kar yağınca yaşayanlara hayatı zehir etti. Sel hem canlarımızı
hem de ürünlerimizi aldı gitti. İşte tüm bu olumsuzlukların sebebi olanlar;
kentlerimizin alt yapılarına yapılacak yatırımları yandaşlarına peşkeş
çekenler, bankaları hortumlayanlar, borsadan trilyonları götürenler kış
turizminin merkezlerinde lüks otellerin sıcacık odalarında viskilerini
yudumlayarak bizi seyrettiler. Kara, soğuğa, sele teslim oluşumuzu seyrettiler
ve eminim kılları bile kıpırdamadı.
Bir başbakan yardımcısı Rize'de seçmenlerine hitap ederken "Bu hükümet
fındık paralarının tamamını ödeyemiyor, beni başbakan yapın size peşin
ödeme yapayım" dedi. Sayın Yılmaz; sizin hayal dünyanızdaki seçmenler
bu kadar saf olabilir, sizin umduğunuz başbakanlık da bu kadar ucuz olabilir,
ama benim ülkemde bu kadar ucuz değil, hep kendiniz ve yandaşlarınız için
değil biraz da bu ülke için ter dökmezseniz siz başbakanlığı zor görürsünüz.
Ama hayallerinize karışamam. Sayın Yılmaz; Türkiye'de Başbakanlık artık
aslanın ağzında, körün gözü açıldı. Artık ucuz demokrasi havarisi kesilip,
demokrasi adına mangalda kül bırakmazken, ceza evlerinde "fikir suçlusu"
diye yatanları görmemezlikten gelemezsiniz. Demokrasinin kurumlarından
olan Cumhurbaşkanlığı veto yetkisi karşınıza dikildiğinde "ama Cumhurbaşkanı
çok oluyor" diyemezsiniz. Demokrasi sadece sizin için değil hepimiz
için de olmalı, tüm kurum ve kuruluşları ile birlikte, tüm gelenekleri
ile beraber ama sadece sizin işinize yaradığı zaman değil hepimiz için
hem de hemen gerekli. Bilmez misiniz ki gerçek demokrasilerde Başbakanlık
bir fındık parasına satın alınamaz, yine bilmez misiniz ki gerçek demokrasilerde
öyle seçim yasaları vardır ki yeterli paranız olsa bile başbakanlığı satın
alamazsınız.
Sayın Yılmaz; işte biz bu gerçek demokrasiyi bildiğimiz için size Başbakanlığı
hayalinizde görürsünüz diyoruz.
Başa
Dön
HOŞ
SEDA
Bu sayımızda Hoş Seda köşesi yayınlanmamıştır.
Başa
Dön
DİYALOG-Ufuk
Emek
Geçenlerde, Türkçe öğretmenliği yapan eski bir arkadaşımla söyleşiyorduk.
Kendisi bizim "cephe"den, Türkçe savaşımcılarındandır. Yalnızca
öğretmenlik yapmakla kalmaz, Türkçe'nin yaşamımıza egemen kılınması yolunda
da yoğun çaba harcar. Kimi arkadaşları ona diyorlarmış ki, "Niye
kafanı bu kadar Türkçe sözcüklere takıyorsun? Ne olur yani, dilimizde
İngilizce ya da Fransızca sözcükler de yer alırsa ve ...Biz onları kullanırsak?..."
Geçtiğimiz yılın Eylül ayında Kanada da, Fransızca konuşulan kırk dokuz
ülke temsilcilerinin katıldığı bir zirve düzenlendi. Çeşitli konuların
ele alındığı bu zirvenin en önemli maddelerinden biri, "Dil ve kültür
farklılıklarının gerekliliği" ydi. Çünkü, Fransa ve Kanada, ABD'nin
İngilizce'yi tüm dünyada tek geçerli dil yapma çabasına öteden beri karşı
çıkıyordu. Kanada'nın bir süredir, kendi kültürünü koruma kaygısıyla müzik
ve yayıncılık alanlarında çeşitli önlemler alması ABD'yi kızdırmış ve
Kanada'nın bu korumacı önlemleri bırakması istenmişti. Uzatmayalım, zirvenin
sonuç bildirgesinde, İngilizce'nin dünyaya egemen kılınması için "cephe"
oluşturulması kararı alınmıştı.
Sonra, aradan aylar geçti... Bir gazetede küçük bir haber yayımlandı:
Ama doğru ama yanlış,21'inci yüzyıla girildi ya, gelecekbilimciler , yeni
yüzyılda neler olacağını sıralamaya başladılar. Bunlardan biri şöyleydi:
"21'inci yüzyılda herkes İngilizce konuşacak. Bugün dünyada konuşulan
altı bin dil ve lehçenin yüzde doksanı ortadan kalkacak..."
Gelecekbilimcilerin bu kestirimde, günlük yaşamında, televizyonlarda,
gazetelerde "marifet" olsun diye bolca yabancı sözcük kullanan
biz Türkler'in payı ne orandadır dersiniz?
"Tehlike", nasıl geliyorum diyor kestirebiliyor musunuz? Ve
biz Türkçe'yi korumak için "cephe" kurmayalım, savaşıma girişmeyelim
ve "kafamıza takmayalım" da ne yapalım, söyler misiniz?
Geçtiğimiz ay tiyatro sanatçısı arkadaşım Mehmet Beyazıt ile birlikte
Halk Eğitim Merkezi ile işbirliği içerisinde bir tiyatro kursu düzenlemeyi
planlamıştık. Ancak, İstanbul'daki işleri nedeniyle hala Fethiye'ye dönemedi.
Bu arada bu kurs bünyesinde verilecek derslerden biri olan , "Diksiyon
ve Fonetik" dersi için çok sayıda istekli başvurmuştu. Tüm isteklilere
yeniden duyuralım ki, diksiyon ve fonetik dersinin Ocak ayının ilk haftasında
başlatılması için gerekli çalışmaları yapıyoruz.
Gelelim bu haftanın
yastıkaltı öyküsüne...
SİZE HİZMET EDENLERİ
HEP ANIMSAYIN...
On yaşındaki John bir pastaneye girince kendini bir anda büyük bir adam
gibi hissetti. Çünkü onun içeri girdiğini gören garson kız hemen yanına
gelmiş ve ona "size nasıl yardım edebilirim?" diye sormuştu.
John çikolatalı pasta yemek istiyordu. Fiyatını sordu.
"50 cent" dedi garson kız.
John cebindeki tüm paraları çıkardı ve avucuna koyarak, tane tane saymaya
başladı. Garson kız onu saygı ve sabır ile izledi.
John bir soru daha sordu: "Peki, bir porsiyon dondurma ne kadar?"
dedi.
Garson kız başından beri koruduğu saygı ve sabrıyla yanıtladı:
"35 cent."
Pastanede John'dan başka sekiz, on müşteri daha vardı. Garson kız tümüyle
tek başına ilgilenmek zorunda olmasına karşın yine sabır ve saygıyla John'un
karar vermesini bekledi. John avucundaki parasını birkez daha saydı ve
garson kızdan bir porsiyon dondurma istedi, sonra da boş masalardan birine
oturdu. Garson kız biraz sonra bir porsiyon dondurmayla birlikte getirdiği
"35 centlik" fişi dondurma tabağının yanına bıraktı.
John dondurmasını bitirdi, kasaya giderek parayı ödedi ve pastaneden çıktı.
Garson kız boş dondurma kabını almak üzere masaya geldiğinde, gördüğü
manzara karşısında bir süre hareketsiz kaldı, sonra da gözlerinden inen
yaşları sildi.
Temizlemek üzere geldiği masada, tabağın yanında John'un bıraktığı "15
centlik" bahşişi duruyordu.
GÜZEL SÖZ
Dünyanın en zor üç şeyi, sır tutmak, bir kusuru bağışlamak ve boş zamanlarını
değerlendirmektir.
Sevgi ve saygılarımla.
Başa
Dön
TURİZM-Dilek
Dinçer
Turizmde İnsan Kaynakları
Turizmin emek yoğun üretim tekniğine dayanan bir sektör olması,turizmden
sağlanan gelirlerin direkt istihdam etkisi yaratmasına neden olmakta...Ancak
sektörün her kesiminde yaşanan yetişmiş eleman eksikliği,hizmet kalitesini
olumsuz yönde etkilemekte...
İlçemizde ve ülkemiz genelinde turizmi tüm yıla yayamadığımız için kalifiye
elemanların işletmelerde ve yörelerde kalıcılığını sağlayamıyor ve bu
yüzden ,stajyer öğrencilerle hizmet vermeye çabalıyoruz. Sayıları kısıtlı
olan turizm meslek liseleri ve yüksek okullarda verilen eğitim genellikle
teoriye dayandığından, yeterince pratik yapma şansına sahip olamayan öğrenciler,
kendilerini bir anda yoğun iş temposu içinde bulup, büyük sorumluluk altında
ezilmekteler...
Çok düşük ücretlerle çalıştırılan stajyerler, çalışma saatlerine kısıtlama
getirilmeden, çok ağır koşullarda hizmet vermekte, kendilerinden bilgi,
deneyim ve güçlerinin üzerinde performans beklenmekte... Pek çok tesiste
çocukların kendilerini yetiştirmelerine olanak tanınmamakta...
Sayıları çok az olan mutlu azınlık dışındaki stajyerler, bulaşık yıkayıp,
tuvalet temizleyip, çay kahve yaparak staj sürelerini tamamlamakta...Yapılan
işleri asla küçümsediğimi düşünmeyin. Aynı süreçten ben de geçtim. 1977-78
Öğretim yılında İzmir Etap otelde bir sömestr uygulamalı otel işletmeciliği
stajı yaptım . Çok değerli hocamız, Prof. Dr. Hasan OLALI , daha ilk derste,
" İleride her biriniz otel sahibi ya da işletmecisi veya yöneticisi
olabilirsiniz. Bu yüzden tüm departmanları çok iyi tanımanız gerekir.
Yılbaşı gecesi tesisinizde parti düzenlersiniz. Aşçınız o gün işi bırakır.
Mutfağa girip yemek hazırlayabilmelisiniz. Tesisin en yoğun doluluk yaşadığı
gün,kat hizmetlisi hastalanıp,gelmeyebilir. Odalara girip, yatak yapıp,
tuvalet temizleyebilmelisiniz. Konaklama muhasebesi,pazarlama,ön büro
bilgileriniz de olmalı ki,denetim hep sizde olsun." Demişti. Gerçekten
de şu anda pek çok arkadaşım,ülkemizin farklı köşelerinde,çok seçkin tesislerin
yöneticisi pozisyonundalar. Etap Otel'de haftanın bir günü aldığım uygulamalı
otel işletmeciliği dersi, bana göre okuldaki eğitimden çok daha yararlı
ve kalıcı oldu. Otel müdürünün eğitime verdiği önem sayesinde her departmanda
deneyim kazanma fırsatı bulduk.
İlçemizde de eğitime öncelik veren çok seçkin tesisler var. Bundan birkaç
yıl önce Hillside İnsan Kaynakları departmanının hizmet içi eğitim programı
çok güzel bir örnekti. Tuana'da uzun süre işbaşı eğitim kursları ile personel
eğitimi sağlandı. Bu yıl Lykia World kalıcı personel eğitimi için farklı
departmanlarda uygulamalı eğitim programını başlattı. Bazı küçük ve orta
ölçekli işletmelerde de benzer uygulamalar sürdürülmekte...
Biliyoruz ki; profesyonellik, beceri , verimlilik ve nezaket gibi özellikler
eğitim ve öğretim sonucu kazanılır. Ülkemizde ve dünyada turizmle ilgili
eğitim programları ve kursları genellikle mesleki nitelik taşımaktadır.
Oysa sosyal bilimler,ekonomi,yabancı dil ve temel iş dersleri ,psikoloji
ve davranış teknikleri de bu kapsama alınmalı...
Turizm insan ilişkilerinin birebir yaşandığı, seçeneklerin bol olduğu,
kırılgan bir sektör. Turist güleryüz, konukseverlik ve iyi hizmet bekler.
Ağır rekabet ortamına ayak uydurabilmek için eğitilmiş,kalifiye elemanlarla
sektörde biz de varız diyebiliriz. O halde tesis işletmecileri ve yöneticilerine
çok fazla görev düşüyor. Stajyerlere ve bu mesleğe gönül vermiş gençlere
fırsat tanınmalı, hizmet içi eğitim ve işbaşı eğitim kursları ile mesleki
bilgileri artırılmalı,sorumluluk verilerek kendilerine güven duygusu kazandırılmalı...
Bu çocuklar bizim... Ülke ekonomisinin ve sektörün geleceği onların başarılı
olmalarına bağlı. Bu durumda hem Devlet kuruluşları,hem sivil toplum örgütleri,hem
de turistik işletmeler işbirliği ve iyi bir organizasyonla turizm eğitimini,sektörün
gereksinim duyduğu ideal personel yetiştirmek üzerine yoğunlaştırmalı...
Başa
Dön
SPORTMENCE-Erol
Dolu
Atatürk Koşusu
Yarın 27 Aralık. Bu tarih ülkemizde önemli bir dönemeçtir.
27 Aralık günü Türkiye Cumhuriyeti'nin Kırkpınar Güreşlerinden sonra en
eski ve en büyük bir spor organizasyonunun gerçekleştirildiği gündür.
27 ARALIK ATATÜRK KOŞUSU.
Bu koşu nasıl ortaya çıktı, tarihi gelişimi nedir? I. Dünya Savaşı sonunda
yenilen Osmanlı Devleti'nin toprakları emperyalist güçler tarafından yer
yer işgal ediliyor. Bu durum karşısında Mustafa Kemal ve on dört arkadaşı
16 Mayıs 1919'da İstanbul'dan hareket edip 19 Mayıs 1919'da Samsun'a ayak
basarak, buradan adım adım Anadolu'yu dolaşarak 27 Aralık 1919'da Dikmen
Keklik Pınarı'ndan Ankara'ya ulaşarak Kurtuluş Savaşı'nı Ankara'dan yönetmeye
başlıyor. Bundan dolayı Atatürk'ün Ankara'ya gelmesi dolayısıyla 1936
yılından bu yana her yıl geleneksel olarak Ankara'da Büyük Atatürk Koşusu
Türkiye'nin dört bir tarafından gelen sporcular tarafından koşuluyor.
Geçmişte Büyük Atatürk Koşusu'nda defalarca katıldım. 1980'li yıllarda
Atatürk Koşusu Anıtkabir etrafında da yapılıyordu. 1985 yılında Tapu ve
Kadastro Teşkilatı'nı temsilen Türkiye üçüncüsü olmuştum.
Atatürk Koşusu Ankara'da halen Dikmen Keklik Pınarı'ndan başlayıp 10800
metre mesafe olarak Ulus'ta Hükümet Konağı önünde sona ermektedir. Türk
Atletizmi'nin de sembolü olan bir yarıştır. Atatürk Koşusu'nda koşan bir
atlet bu koşuyu yıllarca hafızasından silmez. Atletizm sporu toplumda
konuşulduğunda 27 Aralık günü konu edilirse hemen 27 Aralık Atatürk Koşusu
akla getirilir. Atatürk Koşusu'nun parkuru dünyanın en zorlu koşu parkuru
olduğu söylenir. Ama bu parkurda harcanan enerji Kurtuluş Savaşımızın
başarıya giden zaferin enerjisini andırır. Sporcular bölgelerinde bu büyük
koşunun heyecanını yaşayarak koşuya hazırlanırlar.
Bağımsızlığımızın simgesiyle de eş anlamlı olan Atatürk Koşusu Türkiye'de
öğrenciler arasında il ve ilçelerde de yapılmaktadır. Bu bağlamda ilçemiz
Fethiye'de de okullarımızdaki sporcu öğrencilerimiz arasından da bu anlamlı
koşu gerçekleşmektedir. Tabi Muğla Merkez ve diğer ilçelerimizde de gerçekleşmektedir.
İlçemizde gerçekten öğrencilerimiz takım halinde derece almak için alın
terlerini helalından akıtmaktadırlar. Biz, öğrenci sporcularımıza Atatürk
Koşusu'nun tarihi gelişimini de öğretebilirsek onlara aynı zamanda sporun
kültürünü de vermiş oluruz.
Bu yıl Atatürk Koşusu'nun 65. si koşulacaktır.
Başarılar dileriz.
Başa
Dön
|
 |