Yazılar
 

Sayı:23
09 Ocak 2002

BAŞYAZI
e-mail

BORSA-EKONOMİ
e-mail

DENGE
e-mail

YAZDI

TARİHİN SÜZGECİNDEN
e-mail

BİRİKİM

TARIM DÜNYASI

VERGİ DÜNYASI

TANSİYON
e-mail

HOŞ SEDA

DİYALOG
e-mail

TURİZM

SPORTMENCE

 

 

BAŞYAZI
Sorumluluk
Bu hafta sonu esnaflarımız için önemli bir seçim yapılacak. Bu seçim sadece esnaflarımızı değil, dolaylı yollardan halkımızı da ilgilendirmekte.
Çağdaş demokratik ülkelerde sivil toplum örgütlerinin önemi çok büyük. Hiç bir batılı ülkede kanunlar sivil toplum örgütlerini yapılandırmak için çıkarılmadı. Okumayı seven, ülkesini seven ve insan olma onuruna sahip kişiler, gelebilecek siyasi kokuşmuşluklara karşı sivil toplum örgütlerini kurmuşlardır.
Sivil toplum örgütleri derken "kelaynakları koruma dernekleri" yanı sıra toplumu ilgilendiren konularda kurulmuş örgütlerden söz ediyoruz. Çevre, kültür, sanat, düşünce, siyasal, sosyal ve mesleki örgütler. Tüm bu örgütleri oluşturan kişiler, bireysellikten çıkıp ortak konularda güç elde etmek için bir araya gelmişlerdir.
Esnaf Odaları, esnaflardan aidat toplamak için, noterlere ve banka kredilerinde ibraz edilecek belgeler için veya ücret tarifelerine kaşe basıp imzalamak için kurulmadı.
Geçmiş geçmişte kalmalı. Cumartesi günü yapılacak seçimde o koltuğa oturan kişi her kim olursa olsun o koltuğun hakkını fazlasıyla vermeli. Siyasi ve dini yalakalık yapmamalı, adayların ilkokul veya yüksek okul mezunu olmaları hiç farketmez, okumayı benimsemeli, esnaf kesimlerini ilgilendirecek her türlü bilgiye sahip olmalıdırlar. Ekonomistlerin yanı sıra kültür, sanat ve edebiyat alanlarında ilçemize konuşmacılar getirmeli, esnafın genel kültürünü arttırıcı paneller, konferanslar ve sergiler tertiplemelidirler.
Esnaf Odaları Başkanı ve Yönetimi 7 bin üyeye sahip çıkmalı, yol, elektrik, su ve çevre konularında duyarlı olmalı, vatandaşın ve esnafın verdiği vergilere sahip çıkmalıdırlar.
Esnafı temsil edebileceğine inanan mangal gibi yürekli başkanlara ihtiyacımız var. Bugüne kadar alışagelmiş, milletvekillerine yalakalık yapan değil, "tüm Muğla milletvekilleri olarak bir araya gelip ziyaret edeceksiniz, sizi FETHİYE ESNAFLARI adına kabul edebilirim" diyebilecek bir aday ortaya çıkarmamız lazım.
Bu seçimde böyle bir başkan çıkıp çıkmayacağını bilemeyiz. Ama mutlaka Hakkari Çukurca İlçesi'nden önce Fethiye esnafının Fethiye'nin geleceği için bu kriterlere uygun bir başkan çıkarması lazım.

Başa Dön

BORSA-EKONOMİ-Serdar Düzenli
BORSADA GEÇEN HAFTA
Borsa yılbaşı sonrası kısa haftayı İstanbul'daki yoğun kar yağışı nedeniyle daha da kısa tamamladı. Cuma günü seansların iptal edilmesi ile yalnızca 2 gün işlem yapılan borsada endeks 1 cent direncini zorladı ve 14.000 seviyelerinin üzerinde tutunmayı başardı. Yılbaşından itibaren ABD'nin tekstil kotalarını kademeli olarak kaldıracak olması tekstil sektöründeki hisselerin hızlı prim yapmasına neden olurken, sezonu tamamlamış olan turizm hisselerinde de sene sonu bilanço beklentilerine yönelik alımlar kendisini hissettirdi.
Sakin olan döviz piyasaları da yılbaşı itibariyle AB'nin yeni para birimi olan EURO ile tanışmış oldu ve EURO daha piyasaya çıkışının 2. gününde sahtesi yapılan para unvanını kazandı.

BORSA ve PARA PİYASALARINDA GEÇEN HAFTA

 
28.12.2001
04.01.2002
% DEĞİŞİM
BORSA
13.782
14.272
+3.55
DOLAR
1.444.000
1.412.000
-2.21
EURO
1.262.000
-4.69
MARK
650.000
646.000
-0.61
ALTIN
88.000.000
88.500.000
+0.56

BORSA OKULU - BÖLÜM 7
İşlem hacmi ne demektir?
Tüm hisse senetleri için gerçekleşen işlemlerdeki her emrin içerdiği hisse senedi sayısı ile işlem fiyatının çarpılarak elde edilen yekünlerin toplanmasıdır.
Ağırlıklı ortalama fiyat ne demektir?
Bir sonraki seansa ait baz fiyatın hesaplanmasına esas teşkil eden hisse senedinin ağırlıklı ve küsüratsız fiyatıdır. Bir hisse senedinin ağırlıklı ortalama fiyatı, seans içinde o hisse senedi üzerinde gerçekleşen her emrin içerdiği fiyat ve hisse adedi çarpımlarının toplamının, o hisse senedinin toplam işlem adedine bölünmesi ile hesaplanır.
Baz fiyat nedir; nasıl hesaplanmaktadır?
Bir hisse senedi için baz fiyatı, bir seans süresince o hisse senedinin işlem görebileceği en üst ve en alt fiyat limitlerinin belirlenmesinde esas teşkil eden fiyattır. Baz fiyat, hisse senedinin bir önceki seansında gerçekleşen ve kayda alınan işlemlerin ağırlıklı ortalama fiyatının en yakın fiyat adımına yuvarlanması ile bulunur.
Bir seans içinde bir hisse senedinin fiyatı en çok ne kadar yükselebilir veya düşebilir?
Her hisse senedi için, seans içinde önerilebilecek en düşük (taban) ve en yüksek (tavan) fiyatlar, o hisse senedi için "fiyat aralığı"nı (fiyat marjı) oluşturur. Mevcut uygulamada, hisse senetleri piyasasında fiyat aralıkları baz fiyatın % 10 altı ve üstü ile sınırlıdır.

ŞİRKET HABERLERİ:
ALKİM KAĞIT: İş Bankası'ndan 5 yıl vadeyle aldığı 3 milyon 285 bin dolarlık kredinin 2 milyon 815 bin dolarlık bölümünü 2001 yılının son iş gününde vadesinden önce ödedi.
ARAT TEKSTİL: Ödenmiş sermayesini % 140 Bedelli % 70 Bedelsiz arttırma kararı aldı.
EREĞLİ D.Ç.: 275.000 ton/yıl kapasiteli II. sürekli tavlama hattının yapımı için Japonya'dan geri ödemesiz sure hariç, 10 yıl vadeli 36.8 milyon ABD doları tutarında bir kredi temin etmiş ve bu krediye ilişkin anlaşma 28 Aralık 2001 tarihinde Tokyo'da imzalanmıştır.
EDİP İPLİK: Sirket ödenmiş sermayesini % 65 Bedelli % 65 Bedelsiz arttırmak için SPK'dan izin aldı.
İDAŞ: ürünlerini Yunanistan'da da pazarlayacak. Şirket bu amaçla Yunanistan'ın İskeçe kentinde bulunan İdaş Hellas şirketi ile üç yıl süreli bir anlaşmaya imza attı.
VAN ET: Et ve et ürünlerine ek olarak Vanet markalı hamburger, ketçap ve mayonez gibi fast food ürünlerinin üretimini yaptırıp pazarlayacak.

Başa Dön

DENGE-Av. Recai Yıldırım
Yeni Yılın Düşündürdükleri
2002 yılının Ülkemiz insanlarına ve tüm dünyaya savaşsız, barış, erinç, sevgi ve mutlulukla dolu günler getirmesi dileğimle geç de olsa yeni yılınızı kutluyorum.
***
Ülkemiz her türlü umarsızlığa çözüm bulunan bir yer. Kimi zaman bundan mutluluk duyuyorum. İnsanlarımızın, özellikle kamu yöneticilerinin içinde bulundukları güçlükleri pratik zekalarının ürünü olan yöntemlerle aşmaları "AFERİN" le ödüllendirilmeli.
Hemen hemen her kamu kurum ve kuruluşunda bir vakıf ya da dernek var. Bunların tüm gelirleri yurttaşımızın o kurumla olan işlerinin görülmesi sırasında GÖNÜLLÜ(!) olarak verdikleri paralara dayanmakta.
Örnekler; Tapu Dairesi, SSK, Bağ-Kur, Emniyet Müdürlüğü, Milli Eğitim Müdürlüğü, Okullar. Bu örnekleri çoğaltmak olası.
Vakfı ya da derneği olan bir kurumda işiniz varsa Tanrı sizi korusun. Soyulmadan oradan çıkmanız olası değil. Görülecek işinizin üç-beş katı gönüllü bağışta :--))))) bulunmadan orayı terk edemezsiniz. Bu gelirlerin denetlenmesi yapılıyor mu? Bilemem. Ancak yapılan harcamalara bakılırsa kimin ne yaptığı belli değil. Yurttaştan kağıt,kalem için alınan milyonlar misafir ağırlama gideri olarak kullanılıyor.
Efendiler yazıktır. Yurttaştan olmayan paralarını bağış adı altında zorla alıyorsunuz. Bunun adı, 765 sayılı Türk Ceza Yasasına göre yağmadır. Suç işliyorsunuz. Yapmayın. Bir kere yaptıysanız da, paraları canınızın istediği gibi kullanmayın. Akıllı yatırımlarda kullanın.
Ankara, dilerim bu vur-kaça, soyguna kısa sürede bir çözüm bulursun.
***
Geçtiğimiz günlerde eski Cumhurbaşkanımız "Krizden birileri sorumlu olmalı", "Bu ülkeyi kim yönetiyorsa iyisinden de, kötüsünden de o sorumlu olmalı" dedi.
Düşündüm dediği doğru. Bir ülkeyi yönetmek ve o ülke insanlarının geleceklerini güvence altına almak, o ülkeyi yöneten kadroların işidir. Seçimde onlar ortaya çıkıp, biz daha iyi yöneteceğiz diyerek oy isterler. Biz de eğer o söylenenlere inanıyorsak onlara oy veririz. Onları iktidara taşırız. Başlarlar yönetmeye. Ülke yönetmek süreklilik isteyen bir iştir. Her beş yılda bir sil baştan olmaz. Eksik kalan işler tamamlanır. Varsa borçlar ödenir. Borçlar bitince yatırımlar yoluyla iş alanları yaratılır. Üretilir. Para kazanılır v.s. v.s. Bunlar yapılmıyor da ülke kötüye gidiyorsa kim yapmışsa sorumlu olmalıdır. Ülke yönetimi süreklilik istediğine göre, eski Cumhurbaşkanımızın deyişine göre bir önceki dönemlerden gelen olumsuzluklardan da o dönemin yöneticileri sorumlu olmalıdırlar.
Bunları yazarken aklıma bir özlü söz geldi. "Tencere dibin kara,benimki seninkinden kara"
Kimi siyasetçilerimiz artık evlerine çekilsinler. Evlerinde çiçek mi yetiştirirler, koyun mu beslerler bilemem ama evlerine çekilsinler ki bu ülkenin genç insanlarının önü açılsın.
Sağlıkla kalın.

Başa Dön

YAZDI-Recai Şahin
Kuzu Kuzu
Çocukluğumuzda topun yuvarlak olduğunu öğretmenimiz söylemişti. "Dünya top gibidir, portakala da benzer" demişti. Biz topu, eski çaput parçalarını bir araya toplar, dışına daha sağlamca bir bez parçası dikerek yapardık. Ama bu yaptığımız top bir türlü yuvarlak olmaz, portakala da benzemezdi. Bu topla da en çok, yakan topa benzeyen "ağıla katma" diye bir oyun oynardık. Hileci çocuklar, top doğru gitsin diye içine taş ve kum koyarlardı.
Şimdi hakemlerin maçtan önce topu kontrol ettikleri gibi, biz de oyundan önce çaput topun içinde taş kum var mı diye kontrol ederdik.
Demek ki top işi o gün bu gün aynı.
Çelik-çomak oyunumuz olurdu. Çeliği nerededir bilemem ama çomağı sarı arının yuvasında şimdi.
Çokçası bilye oynardık çocukluğumuzda. Biz bu bilyeye meşe derdik. Kendi bilyemizi kendimiz yapardık. Kefeki taşından bir parça alır, onu sert bir taşa sürte sürte bilye şekline sokardık. Bu bilye oyunu çocuk kumarıydı. Evden saklıca aldığımız kibrit çöpünü ya da düğmeyi bu oyunda ya çoğaltır ya da üttürürdük. Düğmeye de ilik derdik o zamanlar. Erkek çocuklarda genellikle bir keseciğin içinde bir meşe, birkaç ilik ve kibrit çöpü bulunurdu. O zaman bu kumarı sadece erkekler oynardı. Ya şimdiki kumarlar ve kumarcılar...
Bir de oyuktaşı oyunumuz vardı. Üç taş bir tarafa dikilir, üç taş da karşı tarafa. İki grup attıkları taşlarla bu dikilen taşları yıkmaya çalışırdı. Sıraeşek, uzuneşek, ebiç (elbende) oyunlarımız da vardı. Ateşli oyununu daha çok büyükler oynadı. Seksek oyununa biz sekmek derdik. Bu oyunu daha çok kızlar oynardı.
Oyun oynardık da hiç birbirimize oyun etmezdik.
Mavzer mermisinden tabanca, telefon telinden de çember yapardık. Nar çubuğundan yay ve ok bile yapardık.
Oyuncaklarımızın çoğunu kendimiz yapardık. Kişi böylece daha yaratıcı mı oluyordu ne. Şimdiki oyuncular ve oyuncaklar hep fabrika malı sanki.
Nerde o kız çocuklarının yaptığı kömürden gözlü dikme bebekler.
Nerede o darı sapından yaptığımız fırıldaklar. Bir de şimdiki fırıldaklara bakıyorum da.
Kopya kaleminin içini çıkarır güzelce ezer, kaynar suyla karıştırıp mürekkep yapardık. Kargılardan yaptığımız divitlerse boy boy.
Zamkımız çoğu zaman badem akmasıydı ya da nişastalı pekmez kaynatması.
En lüks silgimiz penisilin şişesi kapağıydı. Yitmesin diye bir de iple boynumuza asardık.
Çimento torbası kağıdı bulan bu kağıtla defterlerini kitabını kaplar, defteri kitabı kapsız olana bir de hava atardı.
Ucu tokalı ala yağlığımız bile vardı el dokumasından. Su bulup da elimizi yüzümüzü yıkayabilirsek bu peşkire silerdik.
Kamyon lastiği ile çam aksanının bileşiminden elde edilen naylon pabucumuz bile yoktu.
Böyle böyleydi ama sevgilerimiz, sevgililerimiz defolu değildi. Komşular ve komşuluklar batan geminin mallarına hiç benzemezdi. Arkadaşlıklarda, dostluklarda mevsim sonu ucuzluklar hiç ama hiç yoktu.
Yaz günü, köydeyiz, tütün diziyoruz. Yıl 48, 49'lar. Babası Fransız maden şirketinde çalışan komşumuz ve akrabam Ekrem bir bisikletle çıkıp gelmez mi, tütün dizdiğimiz yere. Şeytan tekesi diye adını duymuştum ama hiç görmemiştim bisikleti. İşte bisiklet karşında al doya doya seyret. Tekerlekleri, telleri, firenleri, oturacak yeri bile var. Ekrem bisikleti hiç elinden bırakmıyor. Benim canım ona dokunmak, tekerleklerinin dönüşünü görmek, hatta binip sürmek istiyor.
Sonunda buldum, Ekrem'e çok şeyler yedirip içireceğim, o da sıkışıp tuvalete gidecek, ben de bisiklete dokunacağım. Sakladığım şekerlerim de dahil ne kadar yiyilip içilecek bir şeyler varsa getirdim Ekrem'in önüne. Ekrem hepsini afiyetle yedi içti ama tuvalete gitmez. Bisiklete dokunuveriyorum, Ekrem bağırıyor:
-Dokunma, elleme, boyası bozulur, havası kaçar.
Ne yaptımsa Ekrem'i tuvalete gönderemedim. Sonunda bana:
-Bize bir gün tütün diziverirsen seni bisiklete dokundururum demez mi?
Hemen kabul ettim. Bir değil beş gün dizivereyim. Sonra bisikleti tuttum, başladım yürütmeye, azıcık itiyorsun kendisi gidiyor, dişlileri tık tık ediyor. Binmek yok ha, tekeri eskir sonra.
O bisikleti tutuvermeye kaç gün tütün diziverdim bilmiyorum. Ekrem bisikleti tütün dizdikleri yere koyuyordu. O da bisikletin yanına oturup ona dayanıp öyle tütün diziyordu. Ben de hem tütün diziyor hem de bisiklete bedava bakıyordum, ne de olsa arkadaştık, ne de olsa akrabaydık.
Bisiklete bakmak, onu geriden seyretmek bedavaydı o zamanlar, parasızdı. Kuzu kuzu geçinip gidiyorduk.
Bunlar eski yapraklardı. Bir yıl daha eskidik, çocukluğumuzdan bir yıl daha uzaklaştık, ona mı yanarsın yoksa iki kişi bir milyar iki yüz milyon verip Tarkan'ın konserine gidemedik ona mı yanarsın.
Hadi biz gidemedik ya siz...

Bu Hafta:
Beyaz Baston Körler Haftası
Veremle Savaş Eğitimi Haftası

Haftanın Manileri:
-Ü. Şöhret Dirlik'ten-

Soğanı ince doğra
Geçerken bize uğra
En hafif intizarım
Verem derdine uğra

Damdan attım kapağı
Yarim altın topağı
Horoz gözün kör olsun
Ne tez ettin sabahı


Başa Dön


TARİHİN SÜZGECİNDEN-Av. Ömer Karayumak

Bir Skandal-Bir Vurdumduymazlık Örneği ve
Son Osmanlı Kalesinin Yıkılışı

Eycad Kalesi'nin ismini belki de hiç duymadınız. Ne tarih kitaplarında ne de ansiklopedilerde ismine rastlamamış da olabilirsiniz. Ofset baskılı, erotik resimlerle dolu gazetelerin magazin sayfalarında da rastlamamışsınızdır. Çünkü o kalede hiç müzik şölenleri yapılmamış, pop sanatçıların extra geceleri için modern bir mekan olmamıştır.
Çünkü Eycad Kalesi Mekke-i Mükerreme'nin korunması amacıyla yapılmış, Osmanlı Devleti'nin ayakta kalabilen son kalesidir. Daha doğrusu düne kadar son kalesi idi.
Mekke'nin hakim bir tepesine yapılmış, bu kutsal şehri sanki bir kartal gibi baştan başa kontrol altında tutan, Türk kültürünün ve sanatının bütün inceliklerini bünyesinde taşıyan büyük bir kale idi.
Ne yazık ki Misak-ı Milli sınırları dışında kalmış bütün Osmanlı san'at eserlerinde olduğu gibi, yanılmıyorsam 17.YY. sonlarında yapılan bu son Türk kalesi de kendi kaderine terkedilmiş, unutulmuş, yad ellerde kalmış, araştıranı, inceleyeni olmayan tarihi eserlerimizden birisi idi.
Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılıp Ortadoğu ve Arabistan topraklarının yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırları dışında kalması sonucunda özellikle Mekke, Medine, Şam, Kudüs, Bağdat, Yemen gibi Osmanlı eyaletlerinde bulunan yüzlerce sanat eserlerimiz, cami, mescid, medrese, han, hamam, türbe, zaviye, kale ve kışlalarımız sınırlarımız dışında kendi kaderiyle baş başa kalmıştı.
400 yüz yıl boyunca Osmanlı hakimiyetinde son derece mutlu ve huzurlu bir hayat süren Araplar; özellikle İngilizler başta olmak üzere bütün batılı devletlerin Ortadoğu'ya hakim olmak amacıyla, yerli halkı Türkler aleyhine kışkırtmaları, çil çil Lawrens altınlarıyla Arapları kandırıp Osmanlı ordusuna karşı isyan ettirerek Türk askerlerini arkadan hançerlettiklerini anlatmaya gerek yoktur. Yakın tarih üzerinde birazcık ilgi duyan herkes bu ihanet olaylarının acı hatıralarını mutlaka okumuş ya da dedelerinden dinlemişlerdir.
Tekrar esas konumuza dönelim.
"Avrupa'nın göbeğinde Türk mührü görmek istemiyoruz" diyerek Yugoslavya'da, Kosova'da, Makedonya'da, Üsküp'de velhasıl Balkanlar'daki o muhteşem Osmanlı-Türk sanatının emsalsiz örneklerini teşkil eden mimari
anıtlarımızı nasıl yakılıp yıkılıp yok edildiyse; şimdi de Arabistan topraklarında kalan kültür ve medeniyetimizin son kalıntıları da yıkılıp, yok edilip silinmektedir.
Ne hazindir ki; Suudi Krallığı'nın İngiltere ve Amerikalarda Türk ve Osmanlı düşmanı olarak yetiştirilen prensleri başa geçer geçmez ilk yaptıkları şey, bilinç altlarına yerleştirilen Osmanlı düşmanlığını açığa vurmak, bunun sonucu olarak da Osmanlı kültür ve sanatını yok etmek olmaktadır.
Ve yine ne hazindir ki; kültürden, sanattan ve hatta tarihi gerçeklerden yoksun, yurt dışındaki yüzlerce tabiat ve kültür varlıklarımızın bir tanesinden bile haberi olmayan Kültür Bakanlığımızın bürokratları ile Dışişleri Bakanlığımızın monşerleri, kültür ve sanat eserlerimizin yok edilmesi, medeniyetimizin son kalıntılarının yakılıp yıkılıp yok edilmesi karşısında sıradan bir vatandaş kadar bile duyarlı davranmamaktadırlar.
Bir Kültür Bakanlığı müsteşarı düşünün ki gazete ve televizyondan öğrendiği Osmanlı Kalesi'nin yıkılması haberi kendisine sorulduğunda "ilgili girişimler girişimlerde bulunduk. Kale yıkılmayacak" dediği bir anda, söz konusu kalenin iki gün önceden yıkılmış olduğu ortaya çıkabiliyor.
Bu nasıl bir devlet anlayışıdır? Bu nasıl bir sorumsuzluk örneğidir. Anlamak mümkün değil.
Arap basınında 2 aydan beridir devam eden haberleri bile okumayan Dışişleri Bakanlığının elçilik mensupları, kültür ataşeliklerinin görevi nedir acaba?
Bana öyle geliyor ki; yarın Yunanistan kalkıp da Selanik'deki Atatürk'ün doğduğu evi de yıkmaya kalksa, bu vurdumduymazların ağzından gene aynı beylik cümlelerden başka bir şey duymayacağız.
Hiç kimsenin yüce Türk halkına bu skandalları yaşatmaya ve acı çektirmeye hakkı yoktur.


Başa Dön

BİRİKİM-Ünal Şöhret Dirlik
Ksantoslular'ın Özgürlük Destanı
Önünüze bir Türkiye haritası açın, Köyceğiz'i bulun, Köyceğiz'den Antalya'ya bir çizgi çekin. İşte beş bin yıllık Likya ülkesinin bulunduğu alan, bu çizgiden denizden tarafıdır. Burada sayısı belirsiz Likya şehri vardır. Bunlardan birisi, belki de en önemlisi, zaman zaman başkent gibi görev yapmış Ksantos şehridir. Ksantos, Ksantos Nehri diye anılan KOCAÇAY'ın denize döküldüğü yere yakın Patara, Letoon ve Ksantos üçlüsünden bir şehirdir.
MÖ 42 yılında Roma İmparatoru BRÜTÜS'e karşı direnen Ksantoslular, yenilip zaferden ümitlerini kesince daha önce de İranlılar'a karşı yaptıkları gibi: Kadınlarını ve çocuklarını, şehrin ortasına yığdıkları eşyaları ve mal varlıkları ile yakmışlar ve kendileri de korkunç yeminler ederek ölümüne savaşa girmişler, son ferdine kadar ölmüşlerdir. Bazı rivayetlere göre de Brütüs'ün kurtarabildiği elli kadar Ksantosluyu, Patara'yı kuşattığında gösteriyor, siz de teslim olun, Ksantoslulardan yalnız bunlar kaldı der gibi. (Ksantosluların İskender'e karşı aynı davranışta bulunup bulunmadıkları hakkında kesin bir bilgi yok gibi. Bazı tarihçiler İskender Ksantos'u kuşattığında şehrin ileri gelenleri şehrin anahtarını teslim edip yakılıp yıkılmaktan kurtulmuşlar ve barış yapmışlardır derken bazıları da aynı İranlılar'a yaptıkları gibi son ferdine kadar savaşıp ölmüşlerdir diyor.
Eğer İskender'e de direnip şehri son nefesine kadar savundularsa bu Brütüs'e karşı direnişleri üçüncü defa oluyor. Her seferinde yaylalarda olan aileler tehlike geçtikten sonra gelip şehirlerini yeni baştan onarıyorlar, yaşanır hale getiriyorlar.
Tarihte şehirlerini ve hürriyetlerini korumak uğruna şehir halkının tamamının ölümü yeğlediği nadir olaylardandır. Hele hele Ksantoslular gibi iki veya üç defa böyle bir olayı hiçbir Likya şehri yaşamamıştır.
Yolunuz Fethiye-Kaş sınırındaki (Kınık) Ksantos'a düşerse, toplu ölümlere severek giden bu özgürlük aşığı insanların yaşadığı şehri ve eserlerini görmeden geçmeyin.
Toplu ölümlerden sonrakiler, aşağıdaki ağıtı ya da özgürlük şiirini bir mezarın kaidesine kazımışlardır. İşte bu destan:

Evlerimizi mezar yaptık
Mezarlarımız ev
Yaktılar evlerimizi
Yağmaladılar mezarlarımızı
Dağların doruğuna çıktık
Toprağın altına girdik
Suların altına daldık
Gelip buldular bizi
Bozdular birliğimizi
Biz ki,
Kadınlarımız, çocuklarımız
Ve ölülerimiz uğruna
Biz ki,
Onurumuz, bağımsızlığımız
Ve özgürlüğümüz adına
Toplu ölümleri yeğleyen
Bu toprağın insanları
Bir ateş bıraktık geride
Hiç sönmeyen ve sönmeyecek olan.

Kaynaklar:
1.Doğadan alınmış tarihe verilmiş Fethiye.
2.Likya Tarihi-Oktay Akşit
3.Likya-John Bean

Başa Dön

TARIM DÜNYASI-Atila Büyükpapuşçu
Bağcılık
Anadolumuz gelip geçmiş birçok medeniyetlerin beşiği olduğu kadar asma kültürünün de beşiğidir.
Asma bitkisinin meyvesi olan ÜZÜM, insan sağlığı yönünden çok besleyici bir birleşime sahip olması yanında bir çok hastalıklara da karşıda etkilidir. Başta B, B vitaminleri olmak üzere A ve C vitaminlerini de içerir. Çeşit özelliklerine göre değişmekle birlikte birleşiminde % 17-27 şeker bulunur. Meyvesinden kuru üzüm, şarap, şıra, pekmez, sucuk, köfte yapılmak suretiyle değerlendirilir.
Dünyada 8000 çeşit olduğu belirlenmiş, Ülkemizde ise 1200 den fazla çeşidi bulunmaktadır. Yöremizde yetiştirilen önemli üzüm çeşitleri; Razakı, Yıldız, Siyah Germe, Perlette, Cardinal, Alphonse, İtalia sofralık çeşitlerinin yanında Kabarcık, Sergi karası ve Burdur Dirmiti gibi şaraplık ve şıralık çeşitlerde yetiştirilmektedir.
Asma bitkisi iklim yönünden fazla seçici olmakla birlikte yetiştirme (Vegetasyon) dönemi 160 günden az olan yerlerde yetiştirilmesi pek uygun değildir. Asma yılda en az 1300 saat güneşlenme istemektedir. Tesis kurarken bu hususa dikkat etmek gerekir. Yıllı yağış miktarı 450-500 mm. olan yerlerde sulama gerektirmeden yetişmesi ve meyve vermesi olabilmektedir.
Asmalar hemen her toprak türünde yetişebilmektedir. En iyi topraklar ; Derin, iyi havalanan, süzek ve kolay ısınan topraklarda çok iyi yetişebilmektedir.
Asma bahçesi tesisi yaparken dikkat edilecek hususlara gelince; Asma uzun ömürlü bitki olup toprak, mevkii, güneşlenme olayına dikkat etmenin yanında Nematoda, flokseraya dayanıklı, kök sistemi kuvvetli anaçlardan veya aşılı fidanlardan dikilmelidir. Modern bağcılıkta kare, dikdörtgen ve hegzonel dikimler uygulanmaktadır. Son yıllarda yer asması yerine bakımı, budaması, ilaçlaması ve toprak işlemesi kolay olmakla birlikte meyvenin güneşlenme isteğinin en iyi olduğu sistem olan tellere ağdırmak ve yayıltmak suretiyle yapılan YÜKSEK SİSTEM Asma yetiştiriciliğidir. Bu sistem pahalı olmakla birlikte ileriki yıllarda en çabuk kendini amorte etmektedir. Asma yapılacak yerde bahçenin etrafı mutlaka dikenli tel veya kafes teli ile çevrilmelidir.
Sağlıklı ve bol kazançlı bir yaşam dileği ile görüşmek üzere saygı ve sevgiler.

Başa Dön

VERGİ DÜNYASI-S. Muhasebeci Erden Özkan
Hayat Standardı ve Düşündürdükleri
Kıymetli okurlarım, ülkemizin sosyo-ekonomik, siyasal, sosyolojik ve aynı zamanda psikolojik durumunu bir nebze olsun bilen ve idrak eden bir kişi olarak, sizlerin 2002 yılını sıkıntılardan uzak, mutlu, huzurlu ve bol kazançlı geçirmeniz temennisi ile kutlarım.
Gelir Vergisi mükelleflerini çok yakından ilgilendiren bir konu olan hayat standardı üzerinde durmak istiyorum.
4605 sayılı yasa ile Gelir Vergisi Kanununa eklenen geçici 58.nci maddesine göre 01/01/2000 ila 31/12/2001 tarihleri arasında Gelir Vergisine tabi ticari kazanç sahipleri ile Serbest meslek mensubu mükelleflerin, yasanın belirlediği yukarıdaki süreler içinde hayat standardına tabi oldukları bir vakadır.
Mükellefler 01/01/2001-21/12/2001 tarihleri arasında elde ettikleri ticari ve serbest meslek kazançlarından
şimdilik son kez hayat standardının altında kalan kazançlarından ötürü belirlenen ticari kazançlardan
vergilendirileceklerdir.
Hayat standardı uygulaması herhangi bir yasal düzenleme yapılmaz ise 2002 ve sonraki yıllarda
uygulanmayacaktır.
Konunun yasal boyutunun birazcık dışına çıkarak bazı şeyler yazmak istiyorum. Hayat standardı
uygulamasına önceki yıllarda başlayan bazı infialler ve itirazlar yönetim kadrosunu etkilemiş olmalı idi ki
uygulama kaldırılmıştı. Ne hikmetse üst bürokrasinin, ülke ekonomisini düze çıkarma ve mükelleflerin
vergi ödemedeki isteksizliği gibi sun'i nedenlere dayandırılarak, siyasilere yapılan baskılarla 4605 sayılı yasa ile iki yıllık uygulama süreli olmak üzere 2000 yılı da dahil tekrar gündeme gelmiş idi.
Ülke yönetiminde bulunan bürokratlar veya yönetime talip olan siyasilerin (bugünküler ve de öncekiler fark etmez)gayesi, bana göre "üzüm yemek değil,bağcı dövmek" ten öte geçmiyor.
Hayat standardı denilen uygulama Anayasa, Ticaret Hukuku, Gelir Vergisi, V.Usul Yasası, Medeni Kanun gibi ülkede yürürlükte olan kanunların özüne, çıkış gerekçelerine ve içindeki maddelerin lafzına uygun düşmediği kanaatini taşımaktayım.
Hayat standardı uygulaması her ne zaman olursa olsun palyatif bir çözümdür ve de adil değildir.
İnşallah süresi uzatılmaz, tekrar yasal bir boyut kazanmaz.

Başa Dön

TANSİYON-Uz. Dr. Mustafa Ulusoy
Sorumsuzların Sorumluluğu
Geçen haftadaki yazımızda sorumluların ne kadar sorumsuz, halkın meseleleri karşısında ne kadar duyarsız olduklarını bazı örneklerle anlatmıştım. Bu gün de çuvaldızı kendimize batırmanın zamanı geldi. Biz acaba vatandaş olarak bu duyarsızlıklar karşısında yeterince duyarlı mıyız? Gördüğümüz çarpıklıklar karşısında sesimiz çıkıyor mu? Hatırlar mısınız Cezayir'de ekmeğe zam yapıldığında halk tepkisini öyle bir gösterdi ki hükümet yıkılmıştı. Şimdi Arjantin'de halk tepkisini sokağa dökülerek gösterdi 14 günde 4. Devlet Başkanı koltuğa oturdu ya da 3 tanesi o koltuktan kalktı. Tepki göstermenin yöntemi konusunda o ülkelerdeki insanlar yanlış ya da doğru yapmış olabilirler ama yanlış yada doğru ortaya tepkilerini koydular ve hükümetleri, Devlet Başkanlarını sıcak koltuklarından ettiler. Aynı biçimde eylem yapalım da karmaşa yaratalım diye bir önerim yok ama hiç tepki vermemeye de isyanım var. Evet bu gün Ülkemizde yaşanan ekonomik krizin sorumlusu biz olamayız, bu krizi biz yaratmadık ama yaratanları gördük izledik, O'nları hiç uyardık mı? Yanlış yolda olduklarını kendilerine anlayacakları dilde anlattık mı? Sanırım Ülkemizin ekonomik bir kriz yaşamasında hiç katkısı olmayan bizlerin sorumluluğu burada idi.
Hatırlayınız Hitler faşistleri Almanya'da önce komünistlere saldırdılar, Sosyal Demokratlar,Yahudiler, Liberaller kendilerine saldırılmadığı için hiç tepki göstermediler, daha sonra sıra Yahudilere geldi, diğerleri bana dokunmayan bin yaşasın dediler, sıra artık Sosyal Demokratlara geldiğinde artık koca Almanya'da faşistlere direnecek kimse kalmamıştı ve dünya Alman faşistleri ile birlikte korkunç bir savaşın ortasında buldu kendini.
Şimdi IMF Arjantin'in işini(!) bitirdi, artık o ülkeyi defterlerinden sildiler, artık Arjantin halkı kaderi ile baş başa. Sıra kimde dersiniz? İçinizden biz Arjantin değiliz, bizim konumumuz farklı diyenleriniz olacaktır. Ama bir şeyi hatırlayalım Arjantin'de dünyada ilk kez seçimle iktidara gelen sosyalist Allende hükümeti zengin kalay madenleri için CIA'in örgütlediği kamyon şoförlerinin ayaklanmasıyla bizim çok güvendiğimiz ABD tarafından bizzat yıkılmıştı. Sırf sosyalist hükümet Amerika'nın çıkarlarını kollamaz düşüncesi Arjantin'de iktidarın el değiştirmesine yetmişti. O zaman Amerika'nın dostu olan Arjantin artık fonksiyonunu yitirince şimdilerde kirli bir kağıt mendil gibi yerlerde sürünüyor.
Şimdi konumumuz gereği dünyanın ve tabii ki Amerika'nın yeni gözdesi biziz.

Başa Dön

HOŞ SEDA
Bu sayımızda Hoş Seda köşesi yayınlanmamıştır.

Başa Dön

DİYALOG-Ufuk Emek
2001'in son haftasındaki yazımda, Türkçenin doğru ve güzel kullanılmasına önem verilmesi gerektiğini belirtmiş, "Bizim cepheden" söz etmiştim. Meğer bu konuya son derece duyarlı ne çok insan varmış. Tanıdık tanımadık herkes, bu konuda daha çok şey yazmam gerektiğini, hatta zaman zaman dildeki yanlış kullanımlardan örnekler vererek, yeni yetişen gençlere güzel ve doğru Türkçe konuşmanın aktarılması gerektiğini belirttiler.
Bilgimiz, birikimimiz, becerimiz, yeteneklerimiz ne kadar zengin olursa olsun, eğer bu donanımımızı doğru ve güzel bir konuşmayla seslendirip karşımızdaki kişi ya da topluluklara aktaramıyorsak, ne yazık ki, sahip olduğumuz bu zenginliklerden yeteri kadar yararlanamıyoruz demektir. Dili doğru bir biçimde kullanıp, onu güzel ve etkileyici bir konuşma ile aktarabilmek bir kimlik göstergesidir.
Özel bir konuşma eğitiminden geçmeyen kişilerin Türkçeyi yanlış kullanmalarına diyecek bir şeyim yok. Ancak, kitle iletişim araçlarında o denli büyük söyleme yanlışları ile karşılaşıyorum ki, örnek olmaları gereken 65 milyonluk koca bir nüfusu düşündüğümde onlara olan kızgınlığımı anlatacak sözcükler bulamıyorum.
Kitle iletişim araçları adı üzerinde büyük kitlelere seslenen kurumlardır. Bütün dünyada bu kurumlar ulusların dillerinin en iyi konuşulduğu kurumlardır. Bu nedenle, bu kurumlarda yapılan dil yanlışları toplumları etkiler. Buralarda yapılan yanlışlar ya da çarptırmalar toplumda hemen yansımasını görür.
Kitle iletişim araçlarında söz söyleyen kişiler, birer konuşma öğretmenidir. Onların yanlış yapmaya hakları yoktur. Ama ülkemizdeki kitle iletişim araçlarında konuşulan Türkçeye baktığımızda durumun hiç de iç açıcı olmadığını görüyoruz. Bu işi ciddiye alıp Türkçeyi çok güzel konuşan kişiler de var kuşkusuz. Ancak, çoğunluğu elbirliği etmişçesine, "Ben bu Türkçeyi nasıl katledebilirim?" anlayışındalar.
Özel televizyonlarla birlikte çeşitli programları ya güzellik kraliçeleri ya da mankenler sunmaya başladılar. Gerçekten hepsi de güzel kızlar, yakışıklı delikanlılar. Ama konuşmaya başlayınca, bütün güzellikleri, yakışıklılıkları yok oluyor, yerini bir iticiliğe, bir çirkinliğe bırakıyor. Bunun nedeni, kültür altyapısının eksikliği ve bu eksikliğin konuşmalarına yansıması olsa gerek.
Şimdi birkaç yanlış kullanım üzerinde duralım.
Global; "Küresel" daha güzel değil mi? Üstelik Türkçe.
Korkarım; Bir örnek vereyim." Korkarım Dilek Hanım sizinle görüşemeyecek." İyi de bunda korkacak ne var? İngilizceden yanlış bir çeviri sonucu Türkçemize yanlış giren söylemlerden biri. İngilizce karşılığı "I'm afraid" Bu deyimin Türkçe karşılığı "Maalesef ya da üzgünüm" dür.
Sahne almak; Arabesk müzik ve kültürün dilimizde bıraktığı yanlış bir kullanım. Türkçede böyle bir deyim yok. Doğrusu "Sahneye çıkmaktır."
Şimdilerde; Böyle bir deyim yok. Üstelik mantığa aykırı. Doğrusu "Bugünlerde"dir.
Start almak; Yine radyo ve televizyonlarda çok kullanılan bir yanlış söylem. Başladı demek varken, start almak da neyin nesi?
Talk show; Özel televizyonlardan dilimize girmiş başka bir yanlış. Bir aşağılık duygusu örneği. Niçin söyleşi ya da sohbet kullanılmaz ki?

KRUÇEV, GAGARİN ve PAPA
Uzaya ilk çıkan insan Yuri Gagarin, o günlerin Sovyet lideri Kruçev tarafından kabul edilmişti.Kruçev, hoşbeşten sonra Gagarin'e ;
"Sana bir şey soracağım, açık söyle" dedi."Yukarıda onu gördün mü?"
"O dediğiniz kim efendim?"
"Canım söyletme işte beni! O'nu... Yani Tanrı'yı gördün mü?"
"Evet efendim. Çok yakınımda olduğunu her an hissettim."
Kruçev eliyle hırsla dizine vurdu;
"Biliyordum zaten biliyordum olduğunu" dedi. "Bak Yuri. Bunu kimseye söylemeyeceğine yemin et. Söylersen bütün politikamız tepetaklak olur."
Aradan bir süre geçti. Bu kez Gagarin, Papa tarafından davet edildi. Vatikan'daki görüşmede, biraz hoşbeşten sonra, Papa sordu;
"Sana bir şey soracağım" dedi." Yukarıda onu gördün mü?" Gagarin Kruçev'e verdiği yemini anımsadı; "Hayır" dedi. "Hiçbir şey görmedim."
Papa hırsla elini dizine vurdu;
"Biliyordum zaten, olmadığını biliyordum."
Sonra Gagarin'e iyice sokularak fısıldadı.
"Yukarıda onu görmediğini hiç kimseye söylemeyeceğine yemin et. Yoksa bütün politikamız tepetaklak olur."

Güzel söz:
Sözcüklerin gücünü anlayamadan, insanların gücünü anlayamazsın.
Ambroce Bierce

Başa Dön

TURİZM-Dilek Dinçer
Oyuktepe Koyları
Eski Fethiyeliler için nostaljik,yenileri için hoş,ulaşımı kolay ve ekonomik, günübirlik mesire alanı, OYUKTEPE Koylarından söz etmek istiyorum sizlere...
Çocukluk yıllarımızda, Fethiye'nin, bunaltıcı, dayanılmaz sıcağından kaçar, Oyuktepe Koylarına sığınırdık. O dönemde havalar daha mı sıcaktı bilemiyorum; yaz mesaisi uygulanırdı Fethiye'de... Saat 13.00 oldu mu herkes özgürdü. Elimizde piknik sepetleri, babamızın işten çıkışını beklerdik Kordon'da... Hatırlayabildiğim kadarı ile hemen herkesin küçük birer teknesi vardı. Tüm gereksinimimizi tamamlayıp, demir alırdık limandan..
En yakın Aksazlar Koyu genellikle hıdırellez günleri rağbet görürdü. Daha eskilerin anlattığına göre; ilkyazın hanımların halı, kilim yıkayıp, piknik yaptıkları yermiş Aksazlar... Tuzlu su kök boyalı kilimleri soldurmadığı için tercih edilirmiş. Hanımlar hem eğlenir, hoş beş eder, hem de bahar temizliği yaparlarmış. (Tabii ki o yıllarda deterjan kullanımı söz konusu değildi)
Hafta içi, o zaman Kalafat diye anılan,sonraları Karaağaç ismini alan koya çok sık giderdik. Gölgesi bol, denizi kumluk ve yakın olduğu için... Büyüklerimiz ağaç altında şekerleme yaparken,biz bütün gün denizden çıkmaz, tertemiz ılık suların keyfini çıkarırdık.
Tepedeki iki denizcinin mezarını ziyaret edip, sulamayı da kendimize görev edinmiştik. Akşam saatlerinde sivrisineklerin saldırısı başladı mı geri dönme zamanı gelmiş olurdu. Hafta sonlarında sabah çok erken kalkar, neredeyse alacakaranlıkta Mempaşa, Küçük Samanlık, Büyük Samanlık, Boncuklu, Kuleli koylarından birinde, en güzel köşeyi tutmak için koyulurduk yola..
Yöre halkı yılda en az bir kez, Kelemiye ya da İçmesu diye anılan koya giderdi.
Bir gün önceden gidilir, gece orada kalınırdı. Kumsalda cibinlik içinde konaklanır, sabah gün doğmadan kalkılır, koya adını veren kaynak suyundan içilirdi. Şifalı suyun,sindirim sistemi için yararlı olduğu, özellikle bağırsakları hastalıklardan,parazitlerden arındırdığı söylenirdi.
Çocuklar, içimi çok kötü olan suyu içmemek için direnir,sonuçta her zaman olduğu gibi büyüklerin dediği olurdu.
Bazı hafta sonları tüm hısım akraba,eş dost sözleşilir; Adanın Gülü, Saldıray, Birol, Ceylan isimli teknelerden biri kiralanır, Kızılada, Tersane, Karaot ya da Osman Ağa Suyu (Şimdiki Bedri Rahmi Koyu) na gidilirdi. (Konumuz dışında kaldığı için buralardan daha sonra söz edeceğim)
Bu gün Karaağaç Koyu'nun yerinde Letoonia Tatil Köyü, Kalemiye Koyu'nda ise Hillside Beach Club var.
Zaman içinde en güzel koylarımızdan Boncuklu,iç körfezin kurtuluşu umudu ile kanalizasyona kurban edildi.Tüm şehrin atık suyu, arıtılmadan buraya veriliyor. Geri kalan koylardan Mempaşa özel mülkiyete ait. Koylara ulaşımı sağlayan yollar tatil köylerine kadar bakımlı, devamı tam bir felaket. Halkın ve ilçemize gelen yerli konukların yoğun ilgi gösterdiği Küçük Samanlık, Büyük Samanlık, Kuleli ve aradaki irili ufaklı koylarda hala su, duş, kabin WC yok. Çöplerin düzenli alınmasını sağlayacak bir sistem henüz geliştirilemedi.
Koylar Orman alanı içinde kaldığından, geçtiğimiz yıl belediyemizin başlattığı alt yapı çalışmaları ne yazık ki bitirilemedi. Sanıyorum Orman Bakanlığı,Özel Çevre Koruma Kurulu ve Belediye arasında yapılacak bir protokolle bu sorun aşılabilir.
Bizler Fethiye halkı olarak,koylarımıza sahip çıkmak istiyoruz. İlgililerden de daha fazla gecikmeden duyarlılık bekliyoruz.

Başa Dön

SPORTMENCE-Erol Dolu
Fethiyespor

Dünya üzerinde gerçekleşen sosyal faaliyetler arasında en büyük ilgiyi gören spor faaliyetleridir. Spor faaliyetleri deyince aklımıza ilk gelen olay tüm dünyada olduğu gibi futbol geliyor. Futbol genel anlamıyla spor kulüpleriyle bütünleşmiş kendini milyonlara seyrettiren organizasyonlardır. Fethiyespor da ilçemizin ismini taşıyan, gittiği yerlere o ismi götüren spor kulübümüzdür. Spor kulüpleri bulundukları bölgenin , ilin veya ilçenin onuru ve gururu durumundadır. Fethiyespor da bizim onurumuz ve gururumuzdur.
Son iki-üç yıldır Fethiyespor zaman zaman zor anlar yaşamakta ama yine de başarılı olmaktadır. Ben de geçmişte Fethiyespor'un Yönetim Kurulu'nda bulundum. Çok zor anlar yaşadığımız zamanlar oldu. Ama arkadaşlarımızla birlikte Fethiyespor'u geçmişte şimdiki yöneticiler gibi kulübün başarılı olması için gayret gösterdik. Yalnız kaldığımız zamanlar oldu ama ümidimizi kesmedik. Camiaya sahip çıkmak için elimizden geleni yaptık.
Fethiyespor bu yıl daha iyiye doğru gideceğine, daha yükseklerde olacağına inanıyoruz. Birinci yarı bitti. O kadar da kötü değiliz. Ben futbolun teknik kısmından bir futbol otoritesi kadar anlamam ama bu takım deplasmanda da gol atabilen bir takımsa başarılı bir takım demektir. İkinci lige çıkmış, orada yop koşturmuş bir Fethiyespor, gelecek yılların futbolcusunu alt yapıdan ve Fethiye bölge gençliğine önem vererek yaratmalıdır. Amatör ve yıldızlar ligi Fethiyespor'un gelecekteki başarısına etki yapacaktır. Futbol artık dev bir sanayi haline geldi. Gelecek yılların Fethiyesporu da bu dev sanayinin içerisinde hak ettiği yeri alacaktır.
Spor yazarı ve futbol yorumcusu Onur mutlu hocamızla geçen hafta Fethiyespor üzerine uzun uzun konuştuk. Hoca Fethiyespor'u yakından izleyip, yorumlayan bir spor adamımız. Bizler kendisinden her zaman yararlanacağız, onun yorumlarını rehber edineceğiz.
Taraftarlar olarak bizler de Fethiyespor'un yanında olup, onu destekleyeceğiz. "Spor barış, dostluk ve sevgidir" sloganından hareket edip sevgiyle bir birimizi kucaklayacağız. Fethiyespor maçına gelip, alacağımız bir bilet bile Fethiyespor'a bir destek olacaktır.
Gelişmiş bir Fethiyespor, sadece futbol kulübü olma özelliğinden çıkıp diğer amatör spor dallarında da faaliyet gösterip, bölgemizi bu spor dallarında da temsil edilmesini sağlayacaktır.
Bu vesileyle Fethiyespor'a halkımız tarafından daha fazla destek verilmesi dileğimizle, ikinci yarıda başarılar dileriz.

Başa Dön