|
|
BAŞYAZI
Gomonistler
Gazetemizin ilk sayısından itibaren bu sütunlarda hangi amaçla çıktığımızı,
düşüncemizin ve hedeflerimizin neler olduğunu defalarca yazdık. Tekrar
etmekte de sakınca görmüyoruz; gazete okumak, okuyabilmek amacıyla yola
çıktık, ne bir siyasi ne de ticareti beklentimiz olmadan.
Köşe yazarlığı yapan her birimiz Fethiye halkıyla iç içe ve sadelikle
günlük mesleki yaşamlarımızı devam ettirmekteyiz. Düşüncemiz Çağdaş Kemalist
düşünce olup, hedefimiz 55 bin kişinin yaşadığı Fethiye'de en az bin demokrat
insanın var olduğunu kabullenmemizdir. Bizler bu bin demokrat insanın
sesi, kulağı, düşüncesi olacağız.
Geçen sayımızda da dile getirmiştik; altı aylık bir yayın hayatı süresi
içerisindeyiz. Düşüncelerimizi gerçekleştiremediğimiz çok uzun bir altı
ay. Tüm acemiliğimizle fakat, günden güne artan sorumluluk anlayışımızla.
21 Aralık tarihinden itibaren her hafta en az 350 kişinin ziyaret ettiği
web sayfamızla ilçe dışına ve hatta yurtdışından da takip ediliyoruz.
Gazetemizin mail adresine gelen haftada ortalama 40 adet mail bizlere
daha da sorumlu olmamızı, telefon ve fakslarla gelen belge ve bilgiler
neler yapmamız gerektiğini ortaya koyuyor.
Yaptığımız haberler sonucunda son üç haftada kulağımıza sıkça gelen bir
laf vardı; Komünistlerin gazetesi. Geçen hafta Uğur Mumcu'yu sadece gazeteci
olduğu için, halkı aydınlatma ve de bu uğurda ölmesi sebebiyle manşet
yapmıştık. Bu manşetimiz sebebiyle değerli bir parti ilçe başkanımızın;
"kendilerini tescil ettiler" duyumunu aldık. Ki o değerli ilçe
başkanımız geçen hafta yapılan Uğur Mumcu anma etkinliklerinde de yer
almış olmasına rağmen.
Küçük beyinlerden zırıltılardan başka bir şey çıkmaz, zorlansa da çıkamaz.
Bizler bu zırıltıları Cumhuriyetin ilk yıllarında Mustafa Kemal ve arkadaşları
için çıkarılan zırıltılara eş değer sayıyoruz. Geçmişte onlara söylenen
Komünist ifadeleri tabi ki bizlere de söylenecek. Slav Milliyetçiliğini
kabullenmeyen Mustafa Kemal'in düşüncelerini taşıyoruz. Kafatası milliyetçiliğine
olduğu kadar Komünizme karşıyız. Mustafa Kemal'in yakmış olduğu meşaleyi
söndürtmeyeceğiz. Kalemimiz ister beyaz olsun isterse 402 kontur renkte
olsun.
Bu kalem her renkte yazmaya devam edecektir.
Başa
Dön
BORSA-EKONOMİ-Serdar
Düzenli
BORSADA
GEÇEN HAFTA
Geçen hafta sonunda Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Bankacılık Yasası'nı
veto ederek meclise geri göndermesi bu hafta başında borsada satışların
yaşanmasına neden oldu. Çarşamba gününe kadar sıkışık seanslar yaşayan
borsa Perşembe günü tekrar hızlı harekete başladı. Çıkışın başlıca sebebi
Bankacılık Yasasının mecliste aynen onaylanarak Cumhurbaşkanı'na sunulması
ve ikinci kez veto yetkisi olmayan Sayın Sezer'in yasayı bekletmeyerek
hemen imzalaması oldu.
İyimser havadan etkilenen bono faizleri de gelen taleple birlikte yıllık
bileşiklerde ilk kez % 70 seviyesinin altına gerileyerek % 69 rakamlarını
görmüş oldu.
Döviz cephesinde ise sakin eğilim devam ederken bazı çevrelerden dövizin
değerinin gereğinden fazla düştüğü ve realitesini kaybettiği mesajları
gelmeye başladı. Devlet Bakanı Kemal Derviş de gerçekçi kurun 1.400.000
seviyelerinde oluşması ve enflasyon oranları ile hareket etmesi gerektiğini
beyan etti.
BORSA ve PARA PİYASALARINDA GEÇEN HAFTA
|
25.01.2002
|
02.02.2002
|
%
DEĞİŞİM
|
BORSA |
12.871
|
13.375
|
3.91
|
DOLAR |
1.333.000
|
1.305.000
|
-2.10
|
EURO |
1.152.000
|
1.126.000
|
-2.26
|
ALTIN |
82.000.000
|
81.500.000
|
-0.61
|
BORSA OKULU - BÖLÜM
11
Baz Fiyat, Fiyat Adımları ve Fiyat Marjı /Fiyat Aralığı
"Baz Fiyat" bir hisse senedinin bir seans süresince işlem görebileceği
en alt ve en üst fiyat limitlerinin belirlenmesine esas teşkil eden fiyattır.
"Baz Fiyat" bir önceki seans "Ağırlıklı Ortalama Fiyat"ının
en yakın fiyat adımına yuvarlanması ile hesaplanır.
"Fiyat Adımı" her hisse senedi fiyatı için bir defada gerçekleşebilecek
en küçük fiyat değişimidir.
Bir hisse senedi için seans içinde önerilebilecek en düşük ve en yüksek
fiyatlar o hisse senedinin "Fiyat Marjı /Fiyat Aralığı"nı oluşturur.
Fiyat marjı baz fiyatın % 10 üstü ve altı şeklinde her seans Sistem tarafından
otomatik olarak hesaplanır. Üst sınır, uygun olan üst fiyat adımına, alt
sınır ise alt fiyat adımına yuvarlanarak belirlenir. Rüçhan hakkı kupon
pazarında ise fiyat marjı % 25'dir.
Kredili İşlem,
Açığa Satış ve Menkul Kıymet, Ödünç Alma-Verme
Kredili İşlem, Açığa Satış ve Menkul Kıymet Ödünç Alma-Verme konuları
Sermaye Piyasası Kurulu tarafından Seri V, No:8 tebliği ile düzenlenmiştir.
Açığa satış yapmaya yetkili olan İMKB üyeleri, 3 Nisan 1995 tarihinden
itibaren Ulusal-100 endeksinde yer alan hisse senetlerinde ilgili kurallar
dahilinde açığa satış yapabilme imkanına kavuşmuşlardır.
ŞİRKET HABERLERİ:
AKTAŞ: hisse senedinin sırası 05.02.2002 tarihinden itibaren Gözaltı
Pazarı'nda işleme açılacaktır.
BURSA ÇİMENTO: Sermayesini % 200 Bedelsiz arttırma kararı aldı.
ÇİMSA: Çıkarılmış sermayesinin %100 bedelsiz arttırılması işlemlerine
11.02.2002 tarihinden itibaren başlanacaktır.
EMİNİŞ: % 200 Bedelli - % 200 Bedelsiz sermaye arttırımı açıkladı.
ESEM SPOR: Sermayesini % 100 Bedelli, % 75 Bedelsiz arttırıyor.
İHLAS EV ALETLERİ: Hisse senetlerinin sırası 05.02.2002 tarihinden
itibaren Ulusal Pazar'da serbest marjla yeniden işleme açılacaktır.
KELEBEK MOBİLYA: Sermayesini % 155 Bedeli arttırıyor.
SÖKTAŞ: IFC'den 1.5 yıl ödemesiz 5 yıl vadeli, 4 milyon dolar kredi
aldı. Şirket krediyi, artan ihracat hacminin finansmanında kullanacak.
Başa
Dön
DENGE-Av.
Recai Yıldırım
10'uncu Madde ve Düşündürdükleri
Anayasamızın 10'uncu Maddesinde aynen "Herkes dil, ırk, renk, cinsiyet,
siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım
gözetilmeksizin,kanun önünde eşittir.
Hiç bir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik
ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar" denilmektedir.
Ardından da 11. Maddede:
"Madde 11
Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını
ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Kanunlar
Anayasaya aykırı olamaz" hükümleri yazılmıştır.
Bu iki madde ve bazı diğer maddeler, laiklik, demokrasi, hukukun üstünlüğü,
sosyal devlet ilkelerine göre düzenleme yapan sözcükler içermektedir.
Bu hükümlere aykırı davranılması öncelikle Anayasa Suçu ve Ceza Yasasında
düzenlenmiş bulunan diğer suçların işlendiğinin ve/veya işlenmekte olduğunun
göstergesidir.
Kanımızca, son birkaç aydır bazı kamu görevlileri (bu görevliler kendi
başlarına bazı işleri yapma becerisini gösteremeyeceklerinden) ve bunlara
yönerge veren kimi siyasetçilerimiz suç işlemektedirler.
Cezaevlerindeki olumsuz sağlık koşulları nedeniyle hastalanan bir çok
tutuklu ve hükümlü var. Bunların sağlıklı olmaları için, önce varsa Cezaevi
Hekimi yoksa Devlet Hastanelerindeki hekimler gerekli işlemleri yapmaktalar.
Bu kişiler, uzun süreli tedavi gerektiren hastalıklar nedeniyle hastanelerde
tutuklu ve hükümlüler için ayrılmış odalarda gerekli tedaviyi görürler.
Benim bu güne kadar duyduğum ve gördüğüm, tedavilerin kısa sürede yapılarak
iyileştirilen tutuklu ve hükümlülerin asıl yerlerine geri gönderilmeleri.
Bir tutuklu ünlü büyüğümüz, nedendir bilinmez üç-beş aydır hastane odasında
tatil yapar gibi. Her türlü gereksinmesini karşılayabileceği bir hastane
odasında hastalığının iyileşmesini bekliyor. Belki de hasta değildir ya
da hastalığı tek başına bir hastane odasında uzun süre tedavi gerektirecek
türden değildir. "Ben çok hastayım. Bu odada kalmazsam ölürüm. Bak
tansiyonum çıktı. Şekerim azdı. Başım dönüyor. Midem bulanıyor. Canım
şey istiyor (Bu laf buraya göre değil ama. Neyse. Yazdım bir kere. Silmem).
Amanınn doktor" dediyse günahı boynuna. Ne yapsın devlet memuru doktorum.
Hazır bunca şikayeti olan hastayı bulmuşken kırk-elli tetkik yaptırmadan
hastasını salar mı? Salmaz. Ben olsam salmam. Hem Devlet Hastanesinde
böyle ünlü Türk Büyüğünü bir daha ne zaman görecek? Hem de, Sayın Büyükler
kızmaz mı, bu kadar hastalığı kısa sürede nasıl tedavi edersin diye?
Orada işler bu biçimde sürerken ülkemin bir başka yerinde,bir başka cezaevinde
astım krizi nedeniyle bir kişinin öldüğü söyleniyor.
Hey gidi güzel ülkem. Türkiye'm!
Bizde bu yapılanlar ne ki?
Biz bu ülkede aydın insanlarımıza pasaport vermeyerek ölümlerini hızlandırdık.
Emekli dul yetimi kuyruklarda öldürdük. Bunların paralarını uyanıklara
(!) kaptırttık.
Bir gecede türedi varsıllar yarattık.
Kimimiz öldük, kimimiz öldürdük.
Kimimiz kendimizi dünyanın merkezi sandık.
Ancak Merkezkaç Kuvvetini unuttuk.
Hatırlatırım. Bir gün kendi gücümüzde yitebiliriz.
Sağlıkla kalın.
Başa
Dön
YAZDI-Recai
Şahin
Gülmek
Güler yüz tatlı dil.
Gülen yüzden güzel yüz olur mu? İnsanı öteki canlılardan ayıran en büyük
özellik gülmesini bilmesi değil mi zaten.
Gülmek, insanın hoşuna giden, kendisine yabansı gelen olgular karşısında,
ağız ve yüz hatlarını değiştirerek duygularını açığa vurmasıdır.
Komik olana gülünür, sevinmeyi ifade etmek için gülünür, güldürenlere
gülünür.
Şu devirde, şu zamanda gülene, gülebilene ne mutlu. Kaç zamandır gülmeyi
unuttuk mu ne? Ama her şeyin gülünecek bir tarafı vardır, marifet onu
arayıp bulabilmekte.
Her ne kadar "gülme komşuna gelir başına" demişlerse de biz,
komşunun gülünecek haline bile gülemez olmuşuz. Ama komşu sana bıyık altından
gülerse hiç şaşma.
"Güleriz ağlanacak halimize" demişler, yalan. Ne varmış halimizde,
gül gibi geçinip gidiyoruz işte.
Karamsarlık içinizde ev sahibi olmuşsa çoğu kez gıdıklasalar bile gülemezsiniz.
Çok gülünecek bir fıkra anlatırlar, sizin kafanız nerde kimbilir, siz
"eee sonra ne olmuş" dersiniz.
Sırıtmak, dişlerini göstererek, aptalca gülmektir, bu tanıma alay etmek,
karşısındakini küçümsemek de eklenebilir.
Gülümsemek, hafifçe gülmektir. Ağız yan taraflara doğru biraz genişler,
yanağın altında gamzeler oluşur, yanaklar biraz tombullaşır, gözler biraz
küçülür. Gülümsemenin temelinde, olumluluk, beğenme, sevme, hoşlanma,
zevk alma gibi güzel ve içten duygular vardır.
Nerede, nerede, ne zaman gülebiliyoruz?
Sabah Metin Uca'yı izlerken hem kara kara düşünüyor, hem de birazcık alaylı
tebessüm edebiliyorum, güne iyi bir başlangıç oluyor. Akşam, yarışma programlarının
dışında, Reyting Hamdi'yi, Levent-Oya'nın programını, Yasemin'i itilip
kakılmadan izliyorum.
Kemal, İlyas, Şener'in filmlerini de kaçırmıyorum.
Bu ülke İncili Çavul'ların, Nasrettin Hoca'ların ülkesi. Gülmecede konu
sıkıntısının çekilmediği bir güzel diyar, bu diyar. Gelişmiş ülkelrde
neyin güldürüsü, neyin mizahi yapılıyor çok merak ediyorum.
Gülmek kişiden kişiye göre de değişebiliyor. Birisinin kahkahayla güldüğüne
ötekisi sırıtmıyor bile. Sonra da durup:
-Senin güldüğün konuya benim sırıtasım bile gelmiyor, diyor.
Yaşamı daha çok çileli geçmiş sıkıntılar ve yokluklar görmüş birisi de:
-"Hakıradak gülmedim, zapıradak basmadım" diyor, benim güldürüp
de kendi gülmeyen güzel ülkemde.
Elektrik, su, telefon paralarını zamanında öde. Emlak vergisini, çöp parasını
geciktirme. Bandrol, sigorta, vize, emisyon paralarını da bir köşeye ayırdın
mı, gel keyfim gel. Sakın aylık kazandığın parayı bir köşeye, ödeyeceğin
paraları bir köşeye yazıpda toplamaya kalkma, bak işte o zaman gülemezsin.
Hem adama "nerden buldun" diye sorarlar da "nereden bulamadın"
diye sormazlar. Yanlış şeyler düşünme, gülümse.
Çarşı Pazar ne mi olacak. Kolay canım. Kasaba küs, bir etli parmağını
öteki etli parmağının üstüne koy kasaba "Boz" de, bozsun oldu
işte. Hem doktorlar size "kırmızı et yemeyin" demedi mi? Siz
de beyaz et yiyin efendim, ne var bunda. Beyaz et yiyin, gülümseyin.
Her gün manavın bakkalın önündeki yoldan geçmeniz şar mı, bu memlekette
başka yol yok mu* Bakın öteki yol daha emniyetli. Bakkal manav sizi görmedi
haydi gülün bakalım, gülün.
Pazarda bir kilo "Deve Tabanı" otu bir milyon lira. İki öğün
bulgurlu yemeği yapılıyor. İçine turuncu da sıktın mı tadına doyum olmuyor,
söylemesi benden.
Portakal mandalina, üç kilosu bir milyon, alabilirsiniz. Bu sene ıspanak
pırasa yemeyiverseniz bir yeriniz mi düşecek.
Süt, yumurta, peynir, onları da idare edin. Ekmeği biraz çok yiyiverin
oldu işte. Karnınız doydu. Ucuza karnınız doyunca nasıl da gülüyorsunuz,
gülüm gülüm...Kaç yıldan beri aldığın giyeceklerle de idare ediverin biraz.
Bakın içlerinde hiç yamalısı var mı?
Bakın yoldan geçen adam nasıl da tökezledi, hatta bakın düştü bile. Yoldaki
bedava manzaraya nasıl da "kıs kıs" gülersiniz.
İki laz yolda karşılaşmışlar. Birinin omzunda papağan varmış. Öteki sormuş:
-Nereden buldin oni?
Omuzdaki papağan cevap vermiş:
-Ha bunlardan Hopa'da çok var da.
Haydi bir gülücük.
Aşkolsun daha da mı gülmediniz.
Güldürenler varken gülmeyi ihmal etmeyin.
Güldürmek için gülünç olmayın.
Gülmeme için değil gülme için yarışın.
Şimdi bir kahkaha.
Başa
Dön
TARİHİN SÜZGECİNDEN-Av. Ömer Karayumak
Mezarlıklara Gömülen Fethiye (Meğri) Tarihi-IV
Ebde Hora ( Kayaköy) Mezarlığı
Fethiye'nin bilinmeyen tarihini, Meğri'nin karanlıkta kalmış gerçek tarihini
araştırmak ve incelemek için dağ, bayır, orman, patika derken, girdiğimiz
toprak yol bizi halkın "Ebehora" diye bildiği EBDE HORA yani
KAYAKÖY eski mezarlığına götürdü.
Fethiye'den eski Kayaköy yoluna girip, yeşilin bütün tonlarını sinesinde
barındıran orman yolundan kıvrıla kıvrıla çıktığınız zaman, karşınıza
Kayaköy'ün karşı yakasındaki terkedilmiş yüzlerce evin silueti çıkar.
İster istemez arabanızı bir kenara alıp ormanın dayanılmaz güzelliği ile
birlikte tertemiz havasını ciğerlerinize çekersiniz.
Tam bu esnada nedendir bilinmez, birden içinizin burkulduğunu hissedersiniz.
Yüreğinizde nedenini bilmediğiniz bir sancı duyarsınız. Taaaa uzaktan,
Gemile Koyu'ndan gelen meltem rüzgarının yumuşacık esintisinin bile sizi
ürperttiğini görürsünüz. Gözleriniz karşı taraftaki ölü bir şehir görünümünü
andıran o terkedilmiş evlerin siluetini izlerken, bir zamanlar nice güzelliklerin,
nice mutlulukların yaşandığı, nice güler yüzlü insanların barındığı bu
güzelim evlerin neden bir viraneye dönüştürüldüğünü düşünürsünüz uzun
uzun... Cevap veremezsiniz ...Ve o hüzünle yolunuza devam ederek Keçiler
köyüne gelirsiniz. Sola dönüp toprak bir yoldan yüz metre kadar ilerlediğinizde
Ebehora veya Ebdehora diye anılan bir mezarlıkta bulursunuz kendinizi.
Ebde hora Yunanca bir kelimedir."Yedi ev" anlamına gelmektedir.
Eski Kayaköy'lülerin anlattıklarına göre mezarlığın hemen ilerisinde yedi
tane büyük ev ya da konak mevcut imiş. Bu konakların kalıntıları halen
mevcuttur. Ancak ne zaman yapıldığı ya da ne zaman yıkıldıkları hakkında
hiç kimse bir şey bilmiyorlar. Kayaköy'ün en yaşlısı olduğunu söyleyen
birisi burada bir zamanlar cami veya tekke gibi bir şey varmış ama sonra
yıkılmış dedi. Duyumlarına dayanarak bana anlattığı bu yerlerde bir şeyler
bulabilmek ümidiyle harabelere kadar gittim. Ne var ki çoktan tarih sahnesinden
silinmiş, yıkılıp yok olmuş olduklarını gördüm. Dönüp mezarlığa girdim.
Bütün mezarlıklarda olduğu gibi burada da yıkılmış, parçalanmış, toprak
altında kalmış mezar taşlarının unutmayan şahitliğine baş vurarak incelemeye
başladım.
Ebde hora mezarlığında yüzden fazla Osmanlıca yazılı mezar taşları var.
Bunların bir kısmı kırılmış, bir kısmı toprak altında kalmıştır. Ayakta
kalabilenlerin bit kısmı ise tabiatın tahribi sonucunda yazılar okunamaz
hale gelmiştir. Bu taşları teknik ve biyolojik temizleme yöntemleri ile
temizleyip fırçalayarak okunabilir bir hale getirince ortaya gerçekten
çok önemli bilgiler ve belgeler ortaya çıkmış oldu:
1-Her şeyden önce Kayaköy'de Müslümanların yerleşim tarihi çok eskilere
dayanmaktadır. İnceleyebildiğimiz ve bulabildiğimiz en eski mezartaşlarında
H.1100 (M.1688) yılına kadar giden bir yerleşim tarihi mevcuttur. Oysa
diğer bölgelerde bu tarih daha sonraki dönemleri, örneğin Ovacıkta H.1190
(M.1177) tarihlerini taşımakta idi.
Bu da gösteriyorki; Kayaköy İslam yerleşim alanı olarak daha eski bir
döneme sahiptir .
2-Ebde hora mezarlığındaki mezartaşları diğer mezarlıklardaki taşlara
oranla değişik bir mahiyet arzetmektedir. Buradaki mezartaşları kallavi
sarıklıdır. Bu tür mezartaşları daha ziyade tekke ve zaviyelerde bulunan,
eğitim ve öğretim işiyle ilgilenen kişiler için hazırlanır ve yapılırdı.
Ayrıca bu mezartaşları mezarlığın belirli bir bölgesinde ve toplu halde
bulunmaktadır.
Bu da gösteriyor ki burada eğitim ve öğretimle ilgilenen ve meşayih grubunun
yaşadığı bir tekkenin mensupları buraya gömülmüşlerdir.
Mezarlığın üzerinde eski bir tekkenin uzun yıllar önce var olduğu söylentileri
de böylece gerçeklik kazanmaktadır.
Bu bölgede incelediğimiz sarıklı mezar taşlarındaki şu ifadelere baktığımızda
bu gerçekleri çok iyi bir şekilde görebiliyoruz.:
"Hüvel
Hallak-ul baki
Merhum ve mağfur ila rahmet-ül gafur
Halil efendi ruhuna el fatiha.
Sene 1100 R "(M.1688 Rebiyyül ahir)
Yine bir başkası.
"Hüv-el Hallk-ul Baki
Merhum ve mağfur ila Rahmet-i Rabbih-ül gafur
İbrahim Ağa ruhuna el fatiha
Sene 1100 CA" (1688 Cemaziyel evvel)
Bir başka kallavi sarıklı mezartaşında ise:
"Hüv-el Hallak-ül baki
Ziyaretten murad duadır
Bu gün bana ise yarın sanadır
Merhum ve mağfurun lehMahmud Ağa bin Muhammed Ağa
Ruhuna el fdatiha
Sene 1153 " H.(1740 M.)
İbrahim Ağa'nın mezar taşı ise ;
"Hüv-el Hallak-ul Baki
Merhum ve mağfur ila rahmet-ü Rabbih-ül gafur
İbrahim Ağa ruhuna El fatiha
Sene 1160 " (1747 M.)
Kayaköy Mezarlığına devam edeceğiz
Başa
Dön
BİRİKİM-Ünal
Şöhret Dirlik
Folklorun Kapı Aralığından
Değirmen Boğazı
Kargı Köyü'nden Çenger'e doğru giderken, Eski Kargı'nın içinden geçersiniz.
Okulu, eski ev yıkıntılarını, cami kalıntısını görürsünüz. İnsanlar zamanla
yol kenarına inmişler ve evlerini de yol kenarına yaptırmışlardır. Eski
evlerini ve diğer yapılarını öylece bırakmışlar.
Bu yazının başlığında gördüğünüz Değirmen Boğazı'da Kargı'ya ve bilhassa
Eski Kargı'ya hayat vermiştir. Motorlu değirmenler çıkıncaya kadar burada
bulunan iki değirmen yalnız Kargı'nın değil, yakın yerlerinde un öğütme
işini görmüştür.
Bu boğazda iki değirmen varmış eskiden. Bunu şimdiki kalıntılardan da
anlayabiliriz. Üst taraftaki değirmen daha işlekmiş. Her zaman kalabalık
olurmuş. Bu değirmeni ünlü Kargılı Süleyman Ağa işletirmiş. Değirmenin
uçurumu çok güzel olduğu için en güzel unu bu değirmen yapar diye namı
yürümüş. "Süleyman Ağa'nın değirmeni kına gibi un öğütür" derlermiş.
Şimdi bu değirmenin de zamana meydan okuyan taş duvarları ve yıkılmış
obanı var. Bizim kırkyıllık gazeteci Sami Kaya'nın babası Süleyman Ağa'nın
ömür boyu işlettiği değirmen nostaljik bir anı gibi Değirmen Boğazı'nda
yıkılacağı ve yerine evler yapılacağı günleri bekliyor.
Dayan İzmir
Fethiyeli tüccarlardan Hacı Gözeloğlu işlerinin kesat gittiği bir sırada
Meğri Ovası'ndaki tarlalarından beş dönümünü Karaçulhalılar'a satmış ve
aldığı yedi buçuk lira ile İzmir'e yırtım malı "manifatura"
almaya gitmiş. O zamanlarda İzmir'e bir haftada ancak gidilirdi. Muğla'ya
kadar yaya gitmekte işin cabası...
Aydın'dan öteye bindiği kamyon, İzmir'e sallanıp "Varyant"tan
aşağıya inmeye başlayınca, elini cüzdanının üstüne vurmuş ve:
-"Dayan İzmir dayanabilirsen, yedi buçuk pangonotla geliyorum"
diye bağırmış. Paramızın kıymetine bakın.
Halk Şairi Hasan
Yücel
1960'lı yıllarda Fethiye'de bir broşür elime geçti. Halk şiiri tarzında
yazılmış şiirler. Broşürün bir yüzüne yazılmış sekiz şiir. 1957'nin ünlü
Fethiye depreminden önce Fethiye Matbaası'nda basılmış. İmza halk şairi
Hasan Yücel. Şimdiki Karadenizli Pasajı'nın altında Muğlalı Matbaacı Kemal
Aşık'ın Fethiye Matbaası vardı. Orada basılmış. Bu matbaa depremden sonra
Muğla'ya taşındı. Fethiye'de matbaacılığın gelişmesi depremden sonradır.
Hasan Yücel'i Günlükbaşı'nda, bacasında JAVA yazan evde buldum. Çok güzel
saz çalar, Aşık Veysel'i en güzel yorumlayan aşıklardan birisi de Hasan
Yücel'dir. Beş yıldan beri bu 70'lik delikanlı ile beraberiz. Hiç üşenmeden
gelir, şiirlere renk katar, türküleri kendine has okuyuşu ile dikkati
çeker.
Bir akşam onun şiirleri ile süsleyeceğim programını 33 yıl önce Fethiye'yi
öven şiirlerde bulunan bir broşür yayınlayan sevgili dostum, Muğlalı şairler-yazarlar
antolojisine alınmıştır. Oysa Hasan Yücel sazıyla, sözüyle ve 33 yıl önce
yayınladığı şiir broşürü ile bu kitaba girmeyi haketmişti. Her halde unutuldu.
Sazım ile Beraber
Sazımı alırım elime
Türkü beyit gelir dilime
Çok uğraştım kendi halime
Sazım ile beraber.
Benim merakım bütün
sazda
Aşkım gelinde değil kızda
Nabzım doksan dokuz-yüzde
Sazım ile beraber
Hasan Yücel akıp çağlayım
Destanımı sona bağlayım
Düşersem de kendim ağlayım
Sazım ile beraber
(Hasan Yücel, 1956, Fethiye)
Başa
Dön
TARIM
DÜNYASI-Atila Büyükpapuşçu
Bağlarda Budama
Tarımsal faaliyetlerin artacağı döneme gelmekteyiz. Bu zamanda meyve ağaçlarında
yapılacak en önemli işlerden birisi BUDAMA'dır. Bugün sizlere asmalarda
budamadan bahsetmek istiyorum.
Asma bir çok kültür bitkisine göre vegetasyon süresi oldukça uzun olan
bir bitkidir. Bağlarda kış ve yaz budamaları ürüne ve verilecek terbiye
şekline göre yapılır.
Asmalarda Kış Budaması:
Asmalarda kış budaması 4 çeşittir.
a) Baş Budaması: Omcaların ve Amerikan asma anaçlarının yıllık
çubuklarının tek göz üzerinden budanmasıdır. Ürünü çok zayıf büyüyen ve
yaşlı bağları gençleştirmek amacıyla uygulanır.
b) Kalem (Parmak) Budaması: Bir yıllık çubukların 2-4 göz üzerinden
budanmasıdır. Bu budama, dip gözleri çok ve verimli olan asmalara uygulanır.
Bir senelik dallar 2 göze kadar budanırsa kısa, 4 göze kadar budanırsa
uzun parmak budaması denir.
c) Uzun Budama: Bir yıllık dalların 5 ve daha fazla göz üzerinden
budanmasıdır. Dip gözleri az verimli, küçük taneli salkım yapan çeşitlerle,
tamamıyla sökülüp atılacak bağlara uygulanır.
d) Karışık Budama: Aynı asma üzerinde bir senelik dalların bir
kısmının 3, diğerlerinin 7 ve daha fazla göz üzerinden budanmasıdır. Kısa
budanan dallara "ırgat" uzun budanan dallara ise "bayrat"
denir. Bu budama şekli çekirdeksiz üzümlere uygulanır. Çünkü bu üzümlerin
çubuklarının dip gözleri verimsizdir.
Asmaya şekil verirken uygulanan sistemler ise Goble, Baş, Serpene, Kemalpaşa,
Sivrihisar, Borhana, Çardak şekli olmakla birlikte Kordon, Mosel, Spalye,
Tendone, Geniş T ve V, Avustralya Telli Goble şekillerinde uygulanmaktadır.
Önemli şekil budamalarından bir kaçını açıklamaya çalışalım:
GOBLE: Gövde toprak yüzeyinden 30-60 cm. olan bir baş ve 30-60
cm. uzunlukta 3-5 koldan oluşan vazo ve kare şeklindedir.
KORDON: Toprak yüzeyinden itibaren gövde üzerinden çıkan dalların
tel dayanaklara alınması esasına dayanan tek ve çift kollu olarak oluşturabilir.
Tek kollularda, çok kuvvetli büyüyen çeşitlerde sürgün ilk sıra tel boyunu
geçince tele yatırılarak birkaç yerinden bağlanır. Çift kollu terbiye
sisteminde; ikinci büyüme mevsiminde uçtan itibaren süren iki gözden yazlık
dallar bırakılır, diğerleri çıkartılır. Gelişme döneminde bu kollar sağa
sola yatırmak suretiyle tellere bağlanır. Her iki sistemde de yatay kollar
altında göz bırakılmamalıdır. İki gözlü kalemlerin oluşturduğu iki yaşlı
kollar birbirinden 15-20 cm. uzaklıkta teşkil ettirilmelidir.
Sağlıklı ve bol kazançlı bir yaşam dileğiyle saygı ve sevgiler.
Başa
Dön
VERGİ
DÜNYASI-S. Muhasebeci Erden Özkan
İşçi Bildirimleri Ve Sonuçları
2821 sayılı Sendikalar Yasası'nda belirtilen yükümlülüklerin yerine getirilmemesi
veya yasanın emredici hükümlerine aykırı davranılması halinde uygulanacak
ceza hükümleri 59.ncu maddede yer almaktadır.
Asgari ücrete bağlı para cezalarından,sendikalı veya sendikasız işçi çalıştıran
tüm işverenleri ilgilendiren ceza hükümleri nelerdir.2821 sayılı Sendikalar
Yasası'nın 62.nci maddesi hükmüne göre iş verenler,işe aldıkları veya
işten çıkardıkları işçileri,izleyen ayın 15'ine kadar İŞÇİ BİLDİRİM LİSTESİ
(Ek-1) İŞÇİ ÇIKIŞ BİLDİRİM LİSTESİ (Ek-2) ile işyerinin bağlı olduğu bölge
çalışma müdürlüğüne ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na bildirmek
zorundadırlar.
Bildirim yükümlülüğünün yerine getirilmemesi halinde ise yasal düzenlemeye
göre, BİLDİRİLMEYEN HER İŞÇİ için 16 yaşından büyük işçiler için belirlenen
asgari ücretin aylık brüt tutarının beşte biri kadar (44.400.150.-) Lira
ağır para cezası uygulanır.
Ancak, söz konusu idari para cezası, bölge çalışma müdürlüklerinin Cumhuriyet
Savcılığına suç duyurusu yapması üzerine,Cumhuriyet Savcılıklarınca verilmektedir.
Kanunda asgari ücretin beşte biri kadar ağır para cezasına hükmedileceği
yer almakla birlikte, bu tutarın Türk Ceza Yasası'nın 4421 sayılı yasa
ile değişik 19 ve ek 2.maddeleri gereğince hesaplanan ağır para cezasının
alt sınırının altında kalması nedeniyle, asgari ücretin beşte biri değil,ağır
para cezasının alt sınırı olan tutara hükmedilmektedir. Bu tutar da 01/01/2002
tarihinden itibaren 218 milyon 104 bin 100 liradır.
Bu konuda işverenlerimiz ve muhasebecilerinin çok titiz davranmaları gerektiği
kanaatindeyim.
Başa
Dön
TANSİYON-Uz.
Dr. Mustafa Ulusoy
Acı
Uğur Mumcu'nun hunharca katledilişinin üzerinden 9 yıl geçti, bir Türk
Tabipleri Birliği toplantısında bize "Siz Türk tıbbının kuva-i milliyesisiniz"
deyişi hala kulaklarımda çınlıyor. Aradan bunca yıl geçmesine karşın hala
katillerinin yakalanıp adalete teslim edilmeyişi üzerine insan ister istemez
düşünüyor. Uğur Mumcu böylesine vahşice öldürülmeyi hak etmek için ne
gibi bir suç! işlemişti.
O'nu öldürenlere göre; suçu büyüktü. O demokrasinin yılmaz bir savunucusu
idi. Ülke kaynaklarını talan edenlerin, demokrasi kemiricilerinin karşısında
çakı gibi duran çetin bir cevizdi, halkına demokrasiyi öğreten,onların
bilinçlenmesi için her gün yazan, sadece yazmakla kalmayıp her yerde ve
zeminde demokrasiyi savunarak Ülkeye nasıl sahip çıkılacağını gösteren
ve halkını bu sonu gelmez savaşımının içine çekmek için uğraşan bir savaşçı
idi. O; Ülkeyi talan eden karanlık güçleri tüm belgeleriyle suyu yüzüne
çıkartan bu menfaat çetelerinin ulusal ve uluslar arası bağlantılarını
deşifre eden ve bu çetelerin Ülke içinde rahatça at koşturmalarına fırsat
vermeyen bir kale idi. Sözün kısası O Ülkemizde artık özlemi çekilen aydını
idi. Ve O'nu katledenler için bundan daha iyi bir sebep olabilir mi?
Şimdi bir kez daha düşünelim;neden katili yada katilleri yakalanıp adalet
önüne çıkarılmadı, hatta bu konudaki tüm deliller yeterince toplanmadı,
toplanan delillerin yeterince değerlendirilmedi. Katillerin ortaya çıkarılmasını
istemeyenlerin bundan korkuları neydi? Katiller yakalanıp bağımsız Türk
adaletinin önüne çıkarılırlarsa Susurluk'tan sonra da halen hayatiyetlerini
sürdürdüklerini hissettiğimiz menfaat çetelerinin ipliği pazara çıkacaktı.
Yazımın başlığı, sadece sevgili Uğur Mumcu'nun katledilişinden duyduğum
acıyı kapsamıyor, katillerinin ve onların eline silahları, bombaları verip,
Muammer Aksoy'ları, Bahriye Üçok'ları Çetin Emeç'leri ve daha nice aydınlarımızı
katleden karanlığın aydınlanamamasından duyduğum acıyı da dile getirmektedir.
Başa
Dön
HOŞ
SEDA
Bu sayımızda Hoş Seda köşesi yayınlanmamıştır.
Başa
Dön
DİYALOG-Ufuk
Emek
Konfüçyüs Biliyormuş
Ünlü Çin düşünürü Konfüçyüs, bakın nasıl tanımlamış dili : Çinli filozofa
sormuşlar; "Bir ülkeyi yönetmeye çağrılsaydınız, yapacağınız ilk
iş ne olurdu ?" Düşünür şöyle yanıtlamış; "Hiç kuşkusuz dili
gözden geçirmekle işe başlardım... Dil kusurlu olursa, sözcükler düşünceleri
iyi anlatamaz. Düşünceler iyi anlatılmazsa, yapılması gereken şeyler doğru
yapılamaz... Ödevler gereği gibi yapılmazsa, töre ve kültür bozulur. Töre
ve kültür bozulursa, adalet yanlış yola sapar... Adalet yoldan çıkarsa,
şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez.
İşte bunun içindir ki, hiçbir şey dil kadar önemli değildir."
Konfüçyüs nasıl da görmüş o günlerden bugünlerin Türkiye'sini...
İngilizce öğrenmek ya da çocuğumuzun öğrenmesini sağlamak için özel okullara,
kurslara, öğretmenlere büyük paralar dökeriz.Bunun gerekli olup olmadığını
tartışmıyorum.Gerekliliği kuşku götürmez bir gerçek. Ancak yabancı bir
dili öğrenmek için harcanan bunca zaman ve paranın ne kadarını kendi dilimizi
öğrenmek için harcıyoruz? Oysa yaptığımız iş yada çocuğumuzun eğitimi
tamamlandığında yapacağı iş ne olursa olsun, öncelikle Türk insanıyla
muhatap olacak ve Türkçe ile konuşup anlaşacaktır.
Bozuk, kötü ve anlaşılmaz bir Türkçe ile konuşan kişi, kendi konusunu
istediği kadar iyi bilsin, bilgi birikimi ve anlatmak istediğini karşısındaki
kişi yada topluluklara iyi aktaramaz, gerekli iletişimi kuramaz.
Yaşınız, işiniz, eğitiminiz ne olursa olsun, diğer insanlarla iletişim
halindesiniz. Bu nedenle duyulmak, anlaşılmak, duygularınızı olduğu gibi,
istediğiniz gibi aktarabilmek için "Ana dilinize" sahip çıkmalı,
kendinizin ve çocuklarınızın doğru ve güzel konuşması için çaba harcamalısınız.
Sanıyorum bu konuda en büyük görev birçok sanat ve meslek dalına ilişkin
kurslar açan Halk Eğitim Merkezleri'ne düşüyor.Ancak bu merkezlerde böyle
bir kursun açılabilmesi, bu konuda halktan gelecek isteğe bağlıdır.
Şimdi sıra çok sık karşılaştığım birkaç söyleyiş yanlışına geldi.
Dahi ;Pek çok kişi "Üstün zeka ve yetenek" anlamındaki dahi
sözcüğü ile "bile" anlamındaki dahi sözcüğünü karıştırıyor.
Üstün zeka anlamına gelen "dahi" de iki hece de uzun söylenir.Da:hi:
( : işareti fonetik alfabesinde bir ses uzat anlamına gelir.)
Bile anlamına gelen "Dahi" sözcüğünde ise "hi" hecesi
uzar.( Dahi: )
Hakem ;Sokaktaki insanı bırakın, bazı sporcular ve spor adamları bile
ha hecesini uzatıp, Haakem ( ha:kem) diye söylüyorlar. "Çok ayıp."
Bu sözcüğün hiçbir hecesinde uzatma yapılmaz.
Hayır ; "Olmaz" anlamındaki bu sözcükte "ha" hecesi
uzun söylenmez. Vurgu ilk hecededir.
Mütevazı ; "Alçak gönüllü" anlamına gelen bu sözcük çok yaygın
biçimde "Mütevazi" olarak söyleniyor. Doğrusu, "Mütevazı"dır.Mütevazi
paralel demektir.
Rakip ;Hiçbir hecede uzatma yoktur. -e, -i, in eki alınca "ki"
hecesi uzun söylenir.(Raki:bi) Yine pek çok sporcu ve spor adamı "ra"
hecesini uzun söylüyor.(Bir ayıp daha)
Lise ;Kökeni Fransızca'dan gelen bu sözcüğü özellikle seçtim.İlginçtir,
Fethiye'deki hemen herkes hatta lisede okuyan iyi eğitimli gençler bile
bu sözcüğü Liise (Li:se) şeklinde söylüyor.Doğrusu hiçbir hecede uzatma
yapmamaktır.
PİŞKİN EŞ
Genç kadın,
iş bulmak için hiçbir çaba göstermeyen eşine öfkeyle çıkıştı: "Bıktım
artık senden!" dedi. "Kiramızı babam ödüyor.Yiyecek masraflarımızı
annem karşılıyor.Giyecek masraflarımızla kız kardeşim ilgileniyor.Arabayı
da halam aldı.Yaşadığım hayat tarzından utanıyorum"
Adam büyük bir umursamazlıkla oturduğu koltuktan eşine döndü. "Utanmalısın
tabii" dedi. "İki erkek kardeşinden yıllardır hiçbir şey görmedik..."
Öfkeliyken konuş,
göreceksin ki pişman olacağın en güzel konuşmayı yapacaksın.
-Ambroce Bierce-
Sevgi ve saygılarımla...
Başa
Dön
TURİZM-Dilek
Dinçer
Turizmde Toplam Kalite Yönetimi
Son yıllarda çok sık duyduğumuz,yazılı ve görsel basında sürekli gündemde
olan"toplam kalite" kavramı, artık çağdaş işletmeler için vazgeçilmez
bir gereklilik haline geldi.
Önceleri yalnızca sanayi kuruluşlarında uygulama alanı bulan "toplam
kalite yönetimi", günümüzde sağlık ve turizm gibi hizmet sektörlerinde
de yaygınlaşmaya başladı.
Seçkin kuruluşlar, TSE den aldıkları ISO 9001, ISO 9002 diye adlandırılan
kalite yönetimi belgelerini, gururla ve sık sık reklam aracı olarak da
kullanıyorlar.
Toplam kalite yönetimi bir kavram ve uygulama alanı olarak ilk kez Japonya'da
ortaya çıkmış, ardından Amerika ve Avrupa'da da hızla yayılmaya başlamış.
Bu sistem içinde kalite; müşterilerin istekleri, gereksinim ve beklentileri
doğrultusunda belirlenen standartların, sürekli ve tutarlı olarak, ilkelerden
asla ödün verilmeden uygulanması olarak tanımlanıyor.
Toplam kalite yönetiminin kurumsallaşması için öncelikle bir nitelikler
rehberi hazırlanması gerekiyor. İşletmeler her departmanda ayrıntılı olarak
her işi tanımlamak ve konuyla ilgili prosesler belirleyerek başlamak zorundalar.
Bu aşamadan sonra hedefler saptanarak, uygulama sürecine geçiliyor. Hedefler
genellikle, işletme kültürü yaratmak, hizmet standardını yükseltmek ve
sürekli uygulamak, çalışanların mesleki bilgi ve becerilerini geliştirmek,
bu amaçla eğitim çalışmalarının sürekliliğini sağlamak, kaliteyi ölçülebilir
hale getirmek, verimliliği artırıp, tasarruf bilincini aşılayarak, maliyetleri
azaltmak, müşteri tatminini ve çalışanların yaptıkları işten gurur duymalarını
sağlamak vb. olarak belirleniyor.
Toplam kalite yönetiminin özünde; iş konusunda, ilgili herkesin hem karar
aşamasında, hem de uygulamada söz sahibi olması yatıyor. Örneğin; büyük
bir turistik işletmede, genel müdür konumundaki en üst düzey yetkiliyle,
alt birimlerde çalışan herhangi bir animatör, ön büro yada servis elemanı,
şirket adına önerilerde bulunup, aksaklıkları rapor edebiliyor.Doldurulan
öneri formları kesinlikle departman toplantılarında gündeme alınıp, değerlendiriliyor.Bu
durum; çalışanların özgüveni ve tesisi, kendi işyerleri gibi benimsemeleri
açısından çok önemli. Ayrıca uygulamada, "açık kapı" politikası
diye adlandırılan, çalışanların alt, üst düzeyden olmasına bakılmaksızın,
birbirleriyle doğrudan görüşmelerine olanak sağlayan bir sistem geliştiriliyor.
Tüm personelin kaynaşıp, sıcak iş ilişkilerinin sağlanması için ortamlar
yaratılıyor.
İşletmelerde, uygulanan anket formları ile müşterilerin hizmetlerle ilgili
görüş, düşünce ve önerileri belirlenip, tüketicinin de karar sürecine
katılımı sağlanıyor. Uygulamanın başarısı, eski müşterilerin tekrar gelmeleri,
yakınlarına tavsiyeleri ve müşteri portföyünün genişlemesi ile de bir
anlamda ölçülmüş oluyor.
Toplam kalite yönetimi her sektörde olduğu gibi turizmde de mükemmelliğe
erişmeyi hedefliyor.Yalnızca konaklama tesislerinin, seyahat acentelerinin,
ulaşımın, rehberlik hizmetlerinin kusursuz olması ya da işletmelerin kendi
bünyelerinde oluşturdukları kalite yönetiminin başarısı yeterli olmuyor.
Bu nedenle kamu kurumlarının, yerel yönetimlerin, taşımacıların, sivil
toplum kuruluşlarının, aynı anlayışla,birlikte çaba göstermeleri gerekiyor.
Şu anda ütopya gibi görünse de belki ileride ilçemiz genelinde örnek bir
model oluşturup, kalite anlayışını yaygınlaştırıp, toplumsallaştırabiliriz.
Belki de ilçemiz, tümüyle toplam kalite yönetimi belgesi alan ilk turizm
merkezi olur. Hep birlikte düşünüp, bir an önce yola koyulmak gerek...
Denemek de yarar var diye düşünüyorum...
Başa
Dön
SPORTMENCE-Erol
Dolu
Eski Kalecimiz Turan
Profesyonel futbolculuk başlı başına bir meslek ve geçim kaynağıdır. Çünkü
profesyonel futbolcu futboldan başka bir işle uğraşmaz. Futbol hayatı
sona erince ya antrenör olur ya da başka bir işi varsa onunla yaşamını
devam ettirir.
Fethiyespor'da 1983'ten 1999 yılına kadar oynayan ve on altı yıl çoğu
maçta Fethiyespor kalesini koruyan kaleci Turan'la uzun uzun konuştuk.
Turan futbola Fethiye Doğanspor'da başlamış ve oradan Fethiyespor'a gelmiş.
1999 yılından sonra iki yıl Dalaman Kağıtspor'da oynadı ve geçen sezon
tamamen futbolu bırakıp şimdi de turizme yönelik bir büroda ekmeğini çıkarmak
için çalışıyor. Turan'ın antrenörlük belgesi de bulunuyor.
Turan futbolculuk yıllarını şöyle anlatıyor:
"Yıllarımı Doğanspor'dan sonra 1983'ten 1999'a kadar Fethiyespor'a
verdim. Kendimi Fethiyespor'un evladı saydım. Acı günlerimiz oldu tatlı
günlerimiz oldu. Şu an 36 yaşındayım. Futbolu bıraktıktan sonra ekmek
kavgasına başladım.
Fethiyespor Başkanı Şevki Çakal'a, "Benden yararlanmak isterseniz
klüpte alt yapı antrenörü olarak görev almak istiyorum" dedim. Kendisi
bunu değerlendireceklerini söyledi ama hala bir sonuç alamadım. Sanki
ben Fethiyespor'a hiç emek vermedim. Fethiyespor'un duyarsızlığı beni
üzüyor. Belediye Başkanı Behçet Saatcı'dan da bir isteğim oldu ama kendisi
de bana yardımcı olamadı. Ben bu ofiste ekmeğimi çıkarmak için uğraşıyorum.
Ama bizlerin sonu böyle olmamalıydı".
Kaleci Turan epey dertli. Spor camiasına duyarsızlığından dolayı biraz
kırgın.
Turan'ı dinlerken aklıma Galatasaraylı eski milli futbolcu Metin Kurt'un
profesyonel futbolcular için verdiği mücadele geldi. Metin Kurt'un sporcuların,
kaleci Turanların sporu bıraktıktan sonra da sosyal güvenliğe kavuşmuş
insanlar olarak yaşamlarını devam ettirmeleri için verdiği mücadele ne
kadar haklıymış.
Başa
Dön
|
 |