Yazılar
 

Sayı:28
13 Şubat 2002

BAŞYAZI
e-mail

BORSA-EKONOMİ
Serdar Düzenli

DENGE
Av. Recai Yıldırım

YAZDI
Recai Şahin

TARİHİN SÜZGECİNDEN
Av. Ömer Karayumak

BİRİKİM
Ünal Şöhret Dirlik

TARIM DÜNYASI
Atila Büyükpapuşçu

VERGİ DÜNYASI
Erden Özkan

TANSİYON
Uz. Dr. Mustafa Ulusoy

HOŞ SEDA

DİYALOG
Ufuk Emek

TURİZM
Dilek Dinçer

SPORTMENCE
Erol Dolu

 

 

BAŞYAZI
Aptalca Ölüm

Prof. Aykut Barka'nın Bolvadin depreminden hemen önce ölmesi tesadüf olabilir. Fakat Barka'nın Bolvadin'de üç yıl içinde deprem olacak sözü öylesine bir tesadüf olarak görünmemeli.
Her ne kadar Bilim dallarında yeterli kriterlere ulaşılmamış olunsa da, mevcut verilerin, aklın ve mantığın ortaya koyduğu gerçekleri görmemezlikten gelmek, bilime ve sonucunda insanlığa yapılan saygısızlıktır.
Tarihte yaşanan büyük felaketleri son zamanlarda sıkça yaşamaktayız. Üstelik bu felaketler etrafımızda yaşanırken hala daha bir şeyler yapmamamız, bedelini ağır bir şekilde ödeyeceğimiz anlamına geliyor.
Her birimiz bu felaketler hakkında bilgili olmayabiliriz, zaman içinde ilçemizde düzenlenen konferanslarda bilim adamlarının altını çizdikleri, son zamanlarda yazılı ve görsel basında sıkça dile getirilen gerçekler Fethiye ilçesinin tahminlerin üstünde olası bir felaketle karşı karşıya olduğunu ortaya koyuyor. Kısa süre önce bir ulusal televizyonda Girit-Bolvadin Fay hattından bahsedildi. Bu fay hattının tam orta yerinde bulunan Fethiye Dolgu Sahasından bahsedildi. Dolgu sahasının çok hassas bir konumda olduğu, yıllardır burada rant uğruna yapılaşmamın çarpık bir şekilde geliştiğini, iki kat üzerinde binaların yapıldığını, yönetimlerin bu rant beklentilerine göz yumduğunu, yumulmaya devam edildiğini ve şu anda bile yapılması gerekenlerin yönetimce yapılmadığı açık açık ifade edildi.
22 Ocak 2002 Girit depremi 5,8 şiddetinde, 3 Şubat Bolvadin depremi 6,1 şiddetinde. Şimdi burada kamuoyuna bir soru sorsak; Belirlenen Girit-Bolvadin fay hattının tam orta yerinde yer, konum itibariyle 40 sene öncesi bataklık olan Dolgu sahasının da içinde yer aldığı Fethiye'de olabilecek deprem kaç şiddetinde olacak? Fethiye tarihindeki depremlerin en az 7 şiddetinde olduğunu bilerek cevap verelim.
Geçen haftaki yazımızdan sonra güvenimizden şüphe duymadığımız ve yardım talep ettiğimiz kişiden beklenen duyarlılık gecikmedi. Bizler tüm bu güzelliklerin içinde yaşadığımız her birimiz bir araya gelmeliyiz, en kısa zamanda. Tüm randevularımızı iptal ederek. Bu konuda kamudan başlayacak girişimlere Ticaret Odası, Esnaf Odası, Mimarlar Odası, Jeoloji mühendisleri temsilcileri yanı sıra özellikle Belediye başkanlıkları, büyük tatil köyleri sahipleri veya temsilcileri ve bire bir konuyla ilgili birim temsilcileri ivedilikle bir araya gelmelidirler.
Prof. Aykut Barka, Bolvadin depremine karşı "erken uyarı" cihazından bahsetmişti. Bunun temini ve kurulması için her türlü yardımı yapacağını söylediği halde, Bolvadin'in duyarsız yöneticileri sayesinde felaket yaşandı. Barkanın ölümü bir şeyler yapılamaz anlamına gelmemeli. Bundan iki sene önce Prof. Ahmet Ercan ilçemizde vermiş olduğu altı saatlik konferansında da "erken uyarı" cihazından da söz etmişti. Ayrıntılarına kadar dinlediğimiz konferansında, kendisinin deprem konusunda Fethiye'yi çok iyi tanıdığını, "erken uyarı" cihazının temini kurulması ve takibi konusunda talepsiz gönüllü olduğu hala daha belleklerimizde.
Yukarıda saydığımız kamu kurum ve kuruluşları yanı sıra odalar ve özel tesis temsilcileri hemen ama vakit kaybetmeden Prof. Ahmet Ercan'ı ilçemize davet etsinler. Son iki sene içindeki Fethiye konusundaki gelişmelerin haricinde neler yapılabilirliğini konuşsunlar. Bu konuda Ercan'ın davet edilmesi halinde buraya geleceğinden eminiz.
İnançlı kişiler olarak ölmekten korkmuyoruz. Fakat sorumsuzlar yüzünden aptalca ölümü hakketmiyoruz.

Başa Dön

BORSA-EKONOMİ-Serdar Düzenli
BORSADA GEÇEN HAFTA
IMF tarafından 2004 yılına kadar Türkiye'ye verilmesi öngörülen 16 milyar dolarlık kredinin 9 milyarının hemen verilmesinin onaylanmasına ve Türkiye'nin kredi notunun negatiften durağana yükseltilmesine rağmen borsa açısından çok kötü bir haftayı geride bıraktık. Beklenenden 1 puan yüksek gelen Ocak ayı enflasyonu ve özellikle Irak'a yapılabilecek bir askeri müdahale olasılığı endeksin 2002 yılının en düşük seviyelerine gerilemesine neden oldu. Irak'tan gelen olumsuz mesajlar borsada satışları arttırırken özellikle Tahtakale piyasasında uzun süredir düşüş eğilimi sergileyen dolara tekrar talep yarattı. Hafta başında 1.300.000 seviyesinin de altına gerileyen dolar hafta sonunda 1.375.000 seviyelerine yükseldi.


BORSA ve PARA PİYASALARINDA GEÇEN HAFTA

 
01.02.2002
08.02.2002
% DEĞİŞİM
BORSA
13.375
11.255
-15.85
DOLAR
1.305.000
1.375.000
+5.36
EURO
1.126.000
1.202.000
+6.74
ALTIN
81.500.000
88.000.000
+7.97

BORSA OKULU - BÖLÜM 12
Bilançoların (3, 6, 9, 12 aylık) Borsa' ya gelme süresi ne kadardır?
Şirketler 3 ve 9 aylık mali tablolarını 4 hafta (bankalar 6 hafta içinde), 6 aylık mali tablolarını 6 hafta (bankalar 8 hafta içinde), 12 aylık mali tablolarını 10 hafta içinde Borsa'ya göndermek zorundadırlar.
Anonim şirketler bedelli sermaye artırımlarında rüçhan hakkını hisse senedinin nominal değerinin üzerinde kullandırabilir mi?
Rüçhan hakkı, şirket esas sözleşmesinde hüküm bulunması kaydıyla, hisse senedinin nominal değeri üzerinde ( primli) kullandırılabilir.
Emirlerde geçerlilik süresi ne kadardır?
Günlük emirler, verildikleri seans boyunca geçerlidirler ve seans sonunda gerçekleşmezse iptal edilirler. Emir eğer kısmen karşılanmışsa, karşılanmayan kısım seans sonuna kadar sistemde bekler ve gerçekleşmezse iptal edilir. Birinci seansta verilen günlük emir ikinci seansta geçerli değildir. Tarihli emir verdiğiniz takdirde, emriniz belirli bir tarihe kadar geçerli olacaktır. Mevcut uygulamada ilgili işlem gününden itibaren 1 iş gününü geçmeyecek şekilde emir verilebilmektedir.
Aracı kuruluşlar, yatırımcılardan ne kadar kurtaj alabilir?
Aracı kuruluşlar, müşterileri olan yatırımcılardan müşteri hesabına gerçekleştirdikleri menkul kıymet alım/satım işlemleri için işlem tutarı üzerinden ve gerçekleşen hisse senedi işlem hacimlerinin vergi hariç %1'ini aşmamak ve vergi hariç % 0.2' sinden de az olmamak şartıyla serbest olarak kurtaj oranını belirleyebilirler.

ŞİRKET HABERLERİ:
AKCANSA: Rekabet Kurulu'nun yaptığı soruşturma sonucunda Danıştay yolu açık olmak üzere 1.068.329.013.448 TL idari Para Cezası verilmiştir.
BOLU ÇİMENTO: Rekabet Kurulu'nun yaptığı soruşturma sonucunda Danıştay yolu açık olmak üzere 413.419.721.928 TL idari Para Cezası verilmiştir.
DOĞUSAN BORU: %311.454 Bedelli % 24 Bedelsiz sermaye artırımı işlemlerine 11.02.2002 tarihinden itibaren başladı.
NUH ÇİMENTO: % 200 Bedelsiz sermaye artırımına ilişkin hisse senetlerini 04.02.2002 tarihinden itibaren dağıtmaya başladı.
ŞİŞE CAM: % 78 Bedelli, % 160 Bedelsiz sermaye artırımına ilişkin hisse senetlerini 04.02.2002 tarihinden itibaren dağıtmaya başladı.
UZEL: % 50 Bedelli % 50 Bedelsiz sermaye artırımı işlemlerine 11.02.2002 tarihinden itibaren başladı.

Başa Dön

DENGE-Av. Recai Yıldırım
Özür Diliyorum
Ey Büyük ATATÜRK,
Senin ve arkadaşlarının canları karşılığı kurtardığı bu ülkenin ve insanlarının geldiği duruma bir bak. Sen ve arkadaşların bu ülkeyi gençlere emanet etmiştiniz. Emanetçi gençlere ve emanetinize bir bak.
"Türk Milleti çalışkandır" dedin. Biz çalışmaktan öte kısa yoldan köşe dönme yöntemleri geliştirdik.
Her bayramda her özel günlerde "Atam İzindeyiz" dedik. Geçekten izinde olduk. Çalışmayı pek sevmediğimizden, her zaman izinde olduk.
"Yurtta Barış, Dünyada Barış" dedin. "Türk Milleti Zekidir" demene karşın, biz bunu tersinden anladık. Kavga etmek, savaşmak için her türlü taklayı attık. Hiç alakamız olmaması gerekli Kore'ye kadar uzandık. Biz ki Viyana kapılarına kadar dayanmış ulusun evlatları değil miydik.
Dolmabahçe Sarayı'nda yabancı devlet adamının üstüne yemek döken Türk Evladı için "Ben bunlara her şeyi öğrettim. Uşaklık yapmayı öğretemedim" demene rağmen. Biz hala birilerine öğretemediğini yapıyoruz.
Daha dün sayılabilecek zaman öncesi" Hiçbir devlet mandası kabul edilemez" dediniz. Kapitülasyonları, Duyun-u Umumiye yi yok ettiniz. Biz üç kuruş için para babalarının kapılarında sürünmekteyiz. Biraz borç alacağız diye Ayakta kalmanın gereklerinden olan ulusal işletmelerimiz yok pahasına birilerine satılmaktayız.
Dediklerinin hiç birini yapamadığım,koyduğun ilkelere sahip çıkmayarak canınız, kanınız karşılığı kurtardığınız bu ülkeyi bize bıraktığınız gibi bizden sonrakilere bırakamayacağım için senden ve seninle bu ülkeyi kurtaran arkadaşlarından özür diliyorum.
***
Sam Amcamız,Sayın Başbakanımızın Irak Liderine yazdığı mektuba Irak Yönetimi tarafından verilen yanıtın "ÇOK SERT" olduğunu söyledi.
Bizimkiler, aynı yanıt için "Diplolamasi nezaketinden uzak" demişlerdi. Irak Yönetiminin verdiği yanıta iki ayrı değerlendirme yapıldı. Bu yanıtın muhatabı biziz. Biz gerekli yanıtı veririz. Ama bu arada yırtık çoraptan parmak çıkar gibi çıkan Sam Amcanın kışkırtıcı tavrına ne demeli. Yanıtın sertliğini, yumuşaklığını biz değerlendiririz. SANA NE?
Bu köşede her zaman SAVAŞ BELASINA karşılık Yöneticilerimizin dikkatli olması gerektiğini söylüyorum.
Aman kışkırtmalara kulak tıkayalım. Bizim olmayan bir savaş, bizi bir daha iki ayağımızın üstüne kaldırmaz.
***
Bu ülkede zaman zaman iyi şeylerin olduğunu söylemek ve hakkı sahibine teslim etmek gerekir.
İlçemizde V. Akdeniz Kupası Kürek Yarışları yapıldı. 270 kişilik sporcu ve Kulüp idarecisi gurubu üç gün İlçemizde ağırlandı. Çok az seyircinin izlediği yarışmalarda FETHİYE BELEDİYESİ'nin katkıları azımsanamaz. Bunun yanında Seyyar Pazarcı esnafı da katkıda bulundu. Ayrıntısına girmeyeceğim. Yaptıkları İlçemizin tanıtımı bakımından taktire değer. Bir de sporun tek başına futbol olmadığını anlatabilsek, anlayabilsek.
Sağlıkla kalın.

Başa Dön

YAZDI-Recai Şahin
Şubat Takvimi
2 Şubat "dünya öpüşme günü" olarak kutlanıyor. Sevenler 14 Şubat'ta kutlanacak "sevgililer günü"nü beklemeden belki öpüştüler bile. Haydi siz de sevdiklerinizin alnına birer öpücük kondurun bakalım.
Öpmek sevginin ifadesi, öpülmek de sevilmenin dile getirilmesidir. Öpüşmeyi de varın siz tanımlayın. El öpmek de saygı ifadesidir genelde, işin içinde çıkar yoksa, yağcılık, yalakalık yoksa, hele hele iki yüzlülük hiç yoksa.
Arap eli öpmekle de dudak kara olmaz.
El öpenleriniz çok olsun.
******
Bayramları genel olarak üç bölümde inceleyebiliriz. Birincisi ulusal bayramlar, ikincisi dini bayramlar, üçüncüsü de uluslararası bayramlar.
14 Şubat "sevgililer günü" de uluslararası bir gün, bir bayram. Bu günde nice çiçekler dalından koparılıp, şeffaf kağıtlara sarılacak, sevgililere gönderilecek. Belki kırmızı güllere pembe karanfillere koşarken ayaklarımız altında ezdiğimiz o güzelim kır çiçeklerini görmeyeceğiz.
Telefonlar susmayacak, nice anlamlı mektuplar yazılacak.
Defter ya da kitaplar arasına konmuş, sararmış çiçek yaprakları, solmuş resimler, buruşmuş mektuplar sayfalar arasında okşanacak.
Cep telefonlarında nice mesajlar yazılacak, sitemli, sevgi dolu, özlem dolu:
*Seni yıldızlara benzetiyorum, onlar kadar uzak, onlar kadar gizemli, onlar kadar erişilmezsin. Aradaki tek fark, yıldızlar milyonlarca, sen bir tanesin.
*Ben seni seçtim. Sen benim için şu yalan dünyadaki tek gerçeksin.
*Maksat sevgili uğruna ölmek değil, uğruna ölünecek sevgiliyi bulmaktır.
*Bir uçurumun kenarından düşecek olsam ve tutunacak tek dal sen olsan, uçuruma düşüp ölmekten değil, seni kırmaktan korkarım bir tanem.
*Seni ne kadar sevdiğimi öğrenmek istersen yağmurlu bir havada yere düşen her yağmur damlasını tutmaya çalış. Tutabildiklerin senin sevgin, tutamadıklarınsa benim sevgimdir.
Böyle güzel mesajlar yazılacak 14 Şubat'ta.
Gerçek sevgi her an yanında bulunan sevgidir.
Aşıksan seviyorsun demektir.
Bırakın Bağdat dersine çalışması gerekenler çalışsın. Çünkü "aşıka Bağdat sorulmaz" demişler.
***
15 Şubat günü "izcilik haftası" başlıyor. Kimleri örnek alıp, kimlerin izinden gideceğimizi iyi saptayın.
Karda yürüyüp izini belli etmeyenlerden sakının
***
Bu ay içinde cemrelerin ikisi düşüyor. 20 Şubat'ta birincisi havaya, 27 Şubat'ta ikincisi de suya. Üçüncü cemre de 6 Mart'ta toprağa düşecek.
Yani sırasıyla önce hava, sonra su, daha sonra da toprak ısınacak.
Eskiden bir yılı Kasım ve Hızır günleri olmak üzere ikiye bölmüşler. Kasım yüz seksen, Hızır da yüz seksen altı günmüş. Kışın en soğuk günleri sayılan üç aylık doksan gün de ikiye bölünmüş, bunun ilk kırk gününe "erbain" devam eden elli gününe de "hamsin" demişler.
Bazı yıllarda hamsin erbainden daha sert ve çetin geçermiş. O zaman da erbain feryat eder: "Hamsin, sen benden kemsin (kötüsün)" dermiş.
Birinci cemre havaya kasımın yüz beşinde (19-20 Şubat günleri) düşermiş.
Bu yörelerde cemreye cemile derlerse hiç şaşmayın
Gökyüzü nasıl olursa olsun "sizin havanız" yerinde olsun. Suyunuz ılıman, toprağınız da geç ısınsın.
Bu cemreler düştükten sonra kış uykusuna yatanlar da uyanır. Aman dikkat.
Giysilerinizi "moda" diye, "ne derler" diye seçmeyin, mevsimine göre giyinin.
Daha sonra mı?
Daha sonra "Nisan, Mayıs ayları-Gevşer gönül yayları- Çayır çimen bekliyor, bayanlarla bayları" şarkısını dolayın dilinize vurun kendinizi kırlara, doğaya, dağlara.
Nasıl olsa 2002 yılı "dünya dağlar yılı" ilan edildi.
Haberiniz olsun, hayırlı olsun.

Başa Dön


TARİHİN SÜZGECİNDEN-Av. Ömer Karayumak

Mezarlıklara Gömülen Fethiye (Meğri) Tarihi-V

Ebde Hora (Kayaköy) Mezarlığı-II
Fethiye yani Meğri'nin yerleşim tarihini değişik bir açıdan incelemeye başlayıp özellikle BEYLİKLER ve OSMANLI dönemlerine ait mezartaşları, kitabeler ve arşiv vesikalarına dayanarak bugüne değin gün ışığına çıkmamış bir takım bilgi ve belgeleri bilim dünyasına sunmaya başlamamız üzerine çok değişik kesimlerden, hiç tahmin etmeyeceğimiz kişi ve kuruluşlardan tebrik ve başarı mesajları, kutlama mailleri ve sayısız telefonlar ve davetler almaya başladık.
Kuşkusuz bu tür taltifler, tebrikler ve teşvikler bir yazar için paha biçilmez armağanlardır. Yazarı daha çok yazmaya, daha çok araştırmaya ve daha güzel eserler vermeye zorlar, zevk ve heyecan verir.
Sahil şehirlerimiz genelde okuma alışkanlığı olmasına karşın, nedense çok fazla kitap okunmayan, özellikle bilimsel yazı, makale ve kitapların çok fazla rağbet görmediği yörelerimizdir. Doğal güzelliklerin, zengin bitki örtüsünün, pırıl pırıl denizlerin, yemyeşil ormanların adeta bir gelin gibi süslemiş olduğu bu güzelim şehirlerin halkları; Ne yazık ki, kendi ruh dünyalarını süsleyecek "KÜLTÜR" tezyinatından çok fazla hoşlanmamaktadırlar. Maalesef bu hastalık Fethiye halkının da kronik bir rahatsızlığıdır .
Fethiye halkı bugün kendi tarihini bilmemektedir. Nereden, ne zaman, nasıl geldiklerini, yaşadıkları köylerin hangi tarihte kurulduğunu, kimlerin, hangi medeniyetlerin gelip geçtiğini, köylerinde, kasabalarında, beldelerinde gözlerinin önünde dikilip duran anıtların neler olduğunun bilincinde değillerdir.
Şairin o meşhur mısraında: "ol mahiler ki derya içredir, deryayı bilmezler" diye ifade ettiği gibi, dünyanın en büyük hazineleri üzerinde yaşarlar ama o hazinelerden haberleri yoktur.
Ne var ki, Fethiye'de yaşayan insanların tümünü bu kategoriye sokmak da insafsızlık olur. Son zamanlarda Fethiye'de kültürel etkinliklerin hızla arttığını, bir takım dernek ve vakıfların, sivil toplum örgütlerinin, özel ve tüzel kuruluşların, yerel yönetimlerin belediyelerin kendi sorumluluk alanları ile ilgili olarak sanat ve kültür faaliyetlerinde
bulunduklarını, memnuniyetle görmekteyiz.
"Mezarlıklara Gömülen Fethiye (Meğri) Tarihi" isimli yazı dizimizin ilk gününden itibaren okuyucularımdan gelen telefon ve maillerin içeriğine baktığımızda ya da bazı köy muhtarlarının kendi köylerindeki eserleri de incelememiz için ısrarla köylerine davet etmeleri Fethiye'de de bazı değişimlerin başlamış olduğunu, Fethiye halkının da dergi, gazete, kitap ve bilimsel yayınları ciddi şekilde takip ettiğini göstermektedir.Gerçekten sevindirici bir gelişmedir bu.
Gelelim asıl konumuza.
Geçen hafta Kayaköy'de bulunan EBTA HORA mezarlığını incelerken köyün yerleşim tarihi açısından bilinmeyen bir çok bilimsel verilere ulaştığımız belirtmiştim.
Bu yeni bilgi ve belgelere devam ediyoruz;
Kayaköy 17.YY.da miri arazi ve bina açısından önemli bir bölge. Bir çok miri arazi ve emlakın mevcut olduğu görülmektedir.
Bilindiği gibi Miri tabiri; Devlet malı,hükümet malı yerinde kullanılır bir tabirdir. Bazan bu kelimenin yerine "Beylik" tabiri de kullanılırdı. Devlete ait menkul ve gayri
Menkul her tür mala "mir-i emval", bu malların idarecilerine de "mir-i emin" adı verilirdi.
Bu cümleden olarak 1177 H.(1763 M.) tarihli bir mezar taşında aynen şu yazıya rastlamaktayız:
"Hü-vel Hallak-ul Baki
Merhum ve mağfur-un leh mir-i emini
Ebubekir Çelebi'nin ruhu için elfatiha
Sene 1177"
Yine 1211 H.(1796 M.) tarihli bir mezartaşında ise Bekir Kethüda'nın ismine rastlıyoruz. "Osmanlı Medeniyet ve müesseseleri tarihin"de Kethüdalık önemli bir devlet görevidir. Osmanlı Tarih deyimleri ve terimleri sözlüğünde "kethüda" hakkında şu bilgilere yer verilmektedir:
"Büyük devlet adamlarıyla zenginlerin işlerini gören kişilere verilen addır. Halk arasında kahya denilir."
"Sadrazamın muavini (yardımcısı) yerinde demek olan memurun ünvanıdır. Buna "Kethüda-ı sadr-ı Ali" de denilirdi. Kethüdalar ilkin sadrazamların hususi adamları iken sonraları devlet ricalinden seçilmeleri nedeniyle mevkileri yükselerek devlet hizmetine geçirilmeleriyle" Kethüda Bay" namını almışlardır."
(Osm.Tarih deyimleri ve terimleri sözlüğü, Cild II Sh.25, M.Zeki Pakalın.MEB yay.)
Mezartaşındaki ibareyi aynen yazıyoruz:
"Merhum ve mağfur-un leh
Bekir Kethüda'nın oğlu Muhammed ruhu için elfatiha
Sene 1211"
Burada belirtilen kethüda tabiri kahya anlamına kullanılmış olmasına karşın Esnaf loncalarında her mesleğin bir kethüdasının var olduğu düşünülürse, Bekir Kethüda'nında bu tür mesleklerden birisinin kethüdası yani başkanı olduğu sonucuna varmaktayız.
Yazımızı kırk yaşında ölen bir kadının güzel bir mezar taşındaki şiir dolu ifadeleri ile bitirelim isterseniz;
"Hüve-l Baki
Ah eyledim zari kıldım Zevk-ü sefa görmedim
Ecel gelmiş, ömür dolmuş muradımı almadım
Fani cihanda bir dolu ömür sürmedim
Kırkına kadar imiş, ben ezelden bilmedim
Osman Ağa'nın kerimesi merhum Ayşe Dudu ruhuna el fatiha
Sene 1232 (1816 m.)


Başa Dön

BİRİKİM-Ünal Şöhret Dirlik
Folklorun Kapı Aralığından
Akdeniz Demiş ki
Kumluova Köyü'nden (79) Ayşe Akbay diyor ki;
Akdeniz bazen öyle öfkelenir, öyle öfkelenir ki, dalgalar yükselir yükselir çevreyi sular altında bırakır. "Deniz gene kudurdu derdi yaşlılar". Kıyılardaki kayaları, dağların eteklerini hırçın hırçın döver döver. Bazen bir fırtına çıkar, Patara'dan Özlen Çayı'nın denize döküldüğü yere kadar olan kıyının incecik kumlarını alır alır da köyün, tarlaların üzerine incecik serper. O yıl tarlalar tuzlu kumla dolduğu için mahsul alınmazdı. Sonradan deniz ile tarlalar arasındaki uzun kumsala orman idaresi kum akasyası dikti de ağaçların kökü kumları zaptetmeye başladı. Karadere ve Kumluova köylülerinin zarara uğraması önlendi.
Akdeniz'in öfkesi de bir yaman olur. Fırtınalı havalarda inil inil iniler, azgın dalgalar böyle zamanlarda göklere yükselir. Deniz Letoon'a kadar olan kumsalı döver durur. İşte bu Akdeniz azgın zamanlarında:
"Kumluova'da kumum kaldı-Akdağ'ın başında da ahtım kaldı" diye dövünür dururmuş. Yani fırsat bulsa imiş 3024 m yüksekliğindeki zirveye "Ahanklı Tepesi"ne kadar çıkacakmış...
İşte böyle Akdeniz'in öfkesi Patara'daki tiyatroyu gezerken görmüştüm, tiyatronun içi tamamen incecik kumlarla dolu idi. Demek ki altında Akdeniz'in öfkesi yatıyormuş...

Konuk Yazar: Pembenaz Şahin (Emekli Öğretmen / Ortaca)
Bir Resim
Araştırmacı, yazar, şair, öğretmen Ünal Şöhret Dirlik'in kitaplarını okuyorum. Onu anlatmak kolay değil, yöresine böyle bir aşkla bağlı, kültürünün güzelliklerini bu denli içtenlikle anlatan, bunu şiirleriyle de süsleyen bilmem başka biri var mı?
O tarafını da bilenlere bırakıp 2001 yılında yayınlanan "Fethiye'de Söylenen Maniler" kitabının son bölümünde onun, yöre insanına verdiği değer görülür. Onların fotoğrafları vardır. İşte o fotoğraflardan birisi onun annesidir. Altında şu not vardır. "Folklor kaynağı anam Hatice Dirlik, ölümü 1992"
Bu resim beni çok etkiledi. Bir kaç kez açıp açıp baktım. Bana bakıyor, çok şey anlatıyordu, ama ben anlamıyordum.
Derin bakışları, anaların anlatmadığı, yüreğine gömdüğü vefa sırlarını bilgelikle perdeliyor. Onurlu geçmişin hatıralarını nurlu yüzündeki izlerde saklı. Kar beyazı yazmasının altından kaçan kınalı saçları, sırma bir örgüyle sol omzuna düşmüş. Sol eli dizinde, parmakları hafif aralı. Topladığı onca değeri vermekte; almasını bilene. Yüreğinin sevgisi zıbınında çiçek açmış. Gel kopar diyor; koklamasını bilene. Ben Anadolu kadınıyım, ben bilgeyim diyor görmesini bilene. Hemen kalkıverecekmiş gibi duruşu, daha çok işim var diyor, yüreğindeki enerji ile haklı gururu ve dik başıyla, böyle evlat yetiştiririm işte, okumasını bilene...
İşte bizim anamız. Verdiği emekler bereketlenerek çoğalmakta. Elleri öpülesi bu anayla, biliyorum sayın Ünal Şöhret de gurur duymakta ve ondan aldığı cevherle her yıl yeni bir araştırma kitabı yayınlamakta... 07.01.2002
Not: Anamı bu kadar güzel anlatan Pembenaz öğretmene teşekkür ediyorum.

Başa Dön

TARIM DÜNYASI-Atila Büyükpapuşçu
Elma, Şeftali ve Kayısılarda Budama
Daha önceki yazılarımızda elma, şeftali ve kayısı gibi meyvelerin toprak istekleri, çeşitler, dikim gibi konulardan bahsetmiştik bu güde bu meyve ağaçlarında budama dan bahsedelim.
Ağaçlarda Budama:
Farklı büyüme çağları dikkate alınarak, ağaçlara şekil ,verim ve gençleştirme budamaları yapılmaktadır. Şekil budaması yapılırken dikilen fidanda dal yok ise toprak seviyesinden 75-100 cm. yüksekten tepe kesilir, gelecek yıl oluşan dallardan ağaca verilecek şekle uygun olarak dallar bırakılır. Diğerleri kesilir. Şekil verirken dikkat edilecek hususlar; Dalları gövde ile olan açıları 45 dereceden daha geniş olmalı, dalların çıkış noktaları arasındaki mesafe 15-20 cm. olmalıdır.
Ağaçlarda kış budaması:
Budamada dikkat edilmesi gereken hususlar;
a) Kuvvetli büyüyen ağaçlarda hafif, dengede olanlarda orta ve zayıf büyüyenlerde kuvvetli budama yapılır.
b )Doruk ve ana dallara rakip büyüyen, iç kısma doğru kuvvetli gelişen sürgünler dipten çıkarılmalıdır.
c) Lider dalda yapılacak kesimler çeşidin büyüme kuvvetine göre değişir.
d) Dikine büyüme gösteren çeşitlerde yayılıcı büyümeyi teşvik etmek için uç almalar dışa doğru gelişen göz üzerinden yapılır.
e) Doruk dal yan dallardan 20-30 cm. yüksek tutulmalıdır.
f) Ana dallar üzerinde çıkan sürgünlerden 1/3 ü kesilmelidir.
g) Meyve veren dalcıkların sayılarının fazla olması önlenmelidir. Çünkü meyveler yeterince büyüyemezler.
h) Çatı dallarının doruk dal ile dar açı oluşturmaları önlenmelidir.
ı) Dallarda eğme, bükme gibi zayıflatıcı uygulamalardan kaçınılmalıdır.
i) Dallarda sarmayı ve dağılmayı önlemek için birbirine bağlanmamalı çünkü bağlanan kısımlar hastalık ve haşerelerin barınmalarına neden olmaktadır.
Verim çağındaki ağaçlarda budama:
Verim çağındaki ağaçlarda seyreltme ve kısaltma budamaları yapılır.
Sağlıklı ve bol kazançlı bir yaşam dileği ile sevgi ve saygılar.

Başa Dön

VERGİ DÜNYASI-S. Muhasebeci Erden Özkan
Anonim ve Limited Şirket Asgari Sermaye Miktarları Son Şekli
6762 Sayılı Türk Ticaret Yasasının 272 ve 507. maddelerinde Anonim ve Limited Şirketler için öngörülen Asgari Esas Sermaye Miktarları Sanayi ve Ticaret Bakanlığına 08/06/1995 tarihli ve 4113 sayılı yasa ile verilen yetkiye dayanılarak, sözü geçen Bakanlık tarafından 11/12/2001 tarihli ve 009626 sayılı yazısı üzerine, 6762 sayılı Kanunun zikredilen maddelerinde,Bakanlar Kurulunca 22/12/2001 tarihinde 2001/3500 sayılı kararname ile değişiklik yapılmıştır.
6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 272. maddesi eski hali;
"Madde 272- Özel Kanunlarda aksine hüküm olmadıkça esas sermaye miktarı beş milyar Türk Lirasından aşağı olamaz. Bu miktar, Bakanlar Kurulunca on katına kadar artırılabilir" şeklinde idi.
Yasanın Bakanlar Kuruluna verdiği yetkiye dayanılarak Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'nın yazılı teklifi ile Bakanlar kurulunca Anonim Şirketleri ilgilendiren 272. maddesi aşağıdaki şekilde değişikliğe uğramış bulunmaktadır. Yeni şekli ile 272. madde;
"Madde 272- Özel Kanunlarda aksine hüküm olmadıkça esas sermaye miktarı ELLİMİLYAR Türk Lirasından aşağı olamaz. .......... " . Aynı şekilde Limited şirketlerin sermayesini düzenleyen 507. madde de değişikliğe uğramış olup, maddenin yeni şekli aşağıdaki gibi olmuştur:
" Madde 507- Limited şirketin esas sermayesinin en az BEŞMİLYAR Türk Lirası olması şarttır. ....................ve devamı fıkraları ".
Bu karar yayımı tarihinde yürürlüğe girmekte ve bu hükümleri Bakanlar Kurulu yürütmektedir. Yasada yapılan bu değişiklikle ilgili herhangi bir başka açıklama yapılmamış olup, Bakanlıkça ileriki tarihlerde uygulama şekli ve süresi hakkında açıklama yapılacağını ümit etmekteyiz. Çünkü 559 sayılı Bakanlar Kurulu kararın da bile uygulama şekli ile ilgili bir tarih verilmiş idi. Bu karar içinde
belirli bir tarih verilecektir.

Başa Dön

TANSİYON-Uz. Dr. Mustafa Ulusoy
İlaç Fiyatları
İlaç fiyatlarının nasıl tespit edildiğini hiç merak ettiniz mi? Eğer bu soruya yanıt doğru verilirse ilaç fiyatlarının neden yüksek olduğu ortaya çıkar.Bir ilacı üretecek ilaç firması lisans,ruhsat vs gibi işlemleri tamamladıktan sonra, ilacın hammaddesinin ithal fiyatı, işleme (tablet ampul merhem vs şekle getirme) işçilik ve ambalaj ücretlerini ve ilacın hammaddeden mamul madde olana kadar yaptığı harcamaları alt alta yazar,imalatçı karını da ekleyerek bir beyanname ile Sağlık Bakanlığına başvurur. Sağlık Bakanlığının ilgili genel müdürlüğü elemanları bu maliyet hesaplarını inceler ve onaylar, daha sonra bu imalatçı fiyatı üzerinden ilaç gene ilaç firmasının kurduğu pazarlama firmalarına belli bir karla devredilir. Bu pazarlama firması elini soğuk sudan sıcak suya sokmadan ilaç fiyatı üzerine karını koyar ve Ecza depolarına satar. Ecza depoları da bunları gene kendi karlarının ekledikten sonra eczacıya verir. Eczacı da bize satarken kendi karını ekler ve astronomik ücrete varan ilaç fiyatı oluşur.
Bir zamanlar yaptığım bir araştırmada serum üreten bir firmanın 1 şişe serum üretmek için verdiği fiyat beyannamesinde %20 fire verdiğini artı şişe başına işçilikte işçilerine hemen hemen bir milletvekili maaşı verdiğini yazmıştı ve sadece bu iki kalemdeki rakam oynaması ile %100 kar ettiğini saptamıştım. Sağlık Bakanlığı da bu beyannameyi onaylamıştı. Tabi benim kısıtlı olanaklarımla yaptığım bu kaba araştırmada ilk göze çarpan bu idi. Ayrıca hammaddelerin ucuz satan patent anlaşmasına girmeyen örneğin Bulgaristan gibi ülkelerden satın alınıp yabancı firmaların İsviçre'deki ana firmaları aracılığı ile Türkiye'ye satışından elde edilen farklar hariçti.
Eğer Sağlık Bakanlığı ilaç fiyatlarını gerçekten ucuzlatmak istiyorsa işe önce kendisine verilen ve ilacın maliyet oluşturma beyannamesinden başlaması gerekiyor, daha sonra da ilacın pazarlanmasında birkaç el değiştirerek aracı firmaların fiyatı artırmalarının önüne geçilmeli ve sadece telefonla iş gören aracı firmalar ortadan kaldırılmalıdır.
İlacın fiyat oluşumunda bir başka faktör de KDV dir. Devlet olarak hem benden sağlıklı bir ortamda yaşayabilmem için gerekli koşulları hazırlama görevin olarak gelir vergisi alacaksın hem de ikinci bir vergi olarak ilaç ta dahil sağlık hizmetlerinden ayrıca KDV alacaksın, bu çifte vergilendirme de düzenlenip sağlıktan KDV kaldırılmalıdır.
Şimdi biz ilaçta fiyat oluşumu ve artışlarını böyle özetleyip çözüm önerilerini de sıralayınca ila ucuzlar mı? Sanmıyorum. Gelecek haftaki yazımda da neden ucuzlamaz onu anlatmaya çalışacağım.

Başa Dön

HOŞ SEDA
Bu sayımızda Hoş Seda köşesi yayınlanmamıştır.

Başa Dön

DİYALOG-Ufuk Emek
Sevgililer Günü Kutlu Olsun
Sevgi kadar güzel bir duygu, kutlanmayı hak edecektir elbette. Dünya üzerindeki tüm sevgililerin günü olarak kabul edilen 14 Şubat'ın öyküsü şöyle; İmparator II. Cladius zamanında evli erkekler savaşta istenen performansı veremiyorlardı çünkü, sürekli eşlerini düşlüyorlardı. Bunun üzerine imparator çareyi, evliliği yasaklamakta buldu. Roma'da yaşayan din adamı ve hekim Aziz Valentin ise bu yasağa karşı çıktı. Ona göre bu, sevgiyi doğasında barındıran insanoğluna yapılmış en büyük haksızlıktı. Böylece Aziz Valentin. Birbirlerini seven gençleri gizli gizli evlendirmeye başladı. Törenlerin gizli olması, aşıkları birbirine daha fazla bağlıyordu. Fakat imparatorun, kilisede mumlar arasında sıraya girilerek büyük bir heyecan içinde yapılan törenlerden haberdar olması fazla uzun sürmedi ve Aziz Valentin'i yaptıklarından ötürü hapse attırdı. Kısa bir süre sonra da idam ettirdi. Aziz Valentin'in öldüğü gün olan 14 Şubat, o günden beri dünyanın her yerinde "Sevgililer Günü" olarak kutlanıyor. Çünkü Aziz Valentin, Noel Baba gibi... Sadece Hıristiyanların değil seven sevilen herkesindir. Valentin sevgililerin azizizdir.
"Seni Seviyorum." Bence dünyanın bütün dillerindeki en güzel cümle budur ve herhalde sevgililer günü dışında hiçbir günde bu kadar çok, bu kadar içten söylenmiyordur. Sevenlerin bugün en büyük derdi, sevgiliye nasıl bir hediye alacağına karar vermek.
Sevgililer günü, öyle büyük hediyeler gerektiren bir gün değil.
Bir tek kırmızı gül ve çikolata.
Niye kırmızı gül? Aşkın, hem de ateşli aşkın simgesi de ondan...
Niye çikolata? Çünkü çikolatada beyindeki aşk hormonunu harekete geçiren maddeler var. Bilimsel olarak da ispatlanmış bilesiniz...
Ve, ve üzerine sevgi sözcükleri yazılı bir kart. Sevgilinize vereceğiniz şeylerin hepsi bu işte...
Bir de inanış var.
Sevgililer günü sabahı, eğer sevgilinizin ilk gördüğü yüz, siz olursanız, sevginize karşılık görürmüşsünüz. Aşk ateşi onun da kalbine düşermiş!..
Sevgiliniz varsa, ne mutlu size...
Yoksa... Erkenden düşün yollara. Belki o zaman... Hani olur ya, bakarsınız inanış gerçekleşir de birini ilk siz görürsünüz belki...Yada biri ilk olarak sizi...

KARIMA AŞK MEKTUBU YAZDIM
Sevgili karıcığım, seni ilk evlendiğimiz zamankinden daha az sevdiğimi sanma. Akşamları, işten yorgun argın eve dönünce belki de seni ilk zamanlardaki kadar sevgiyle öpmeyi unutuyorum. Sonra yemeğe oturunca özenle hazırladığın yemekleri sessiz sedasız yiyor ve sana güzel bir çift güzel söz bile söylemiyorum. Kavga etmemekle birlikte konuşmuyoruz da... O zaman ne seni nede başkasını düşünüyor, yalnızca televizyon seyrediyor ya da gazete okuyorum. Ara sıra konuştuğumuz birkaç sözcük bile, ya oğlumuzun ihtiyacı ayakkabı, ya da kızımızın istediği kot pantolonla ilgili oluyor. İnan bana tüm bunlar daha önce yaşadıklarımızın ve varlığının değerini biraz olsun azaltmıyor benim için...
Karıcığım, hep yanımda olduğun, her gereksinimimi karşıladığın, dertlerime ortak olduğun için sana teşekkür borçluyum. Balık tutmaya karşı hiç ilgin olmadığı halde sana anlattıklarımı dikkatle dinleyişini, evde hazır bir şey olup olmadığını bilmediğim ve sana danışmadığım halde eve yanımda bir sürü arkadaşımla gelişime sesini çıkarmayıp, onlara iyi bir ev sahibesi gibi davranışını, büyük merakla aldığım ama merakım geçince bakımını sana bıraktığım iki köpeğime sevgiyle bakışını, kitap okumaya merakını, zamanım olduğu halde beni marketlere ve mağazalara sürüklemeyişini anımsadıkça gözlerim doluyor.
Karıcığım, evimizi düzene soktuğun, çocuklarımıza özenle baktığın, arkadaşlarımı hep iyi karşıladığın için sana teşekkür ederim.Yüzüne karşı söylemeye utandığım bu şeyleri sana yazıyorum.Ben sabah işe gittikten sonra bu mektubu kahvaltı masasında bulacaksın. Akşama sakın bana bu mektuptan söz etme. Onu sakla ve seni unuttuğumu sandığın zamanlar oku. Seni çok seviyorum... Kocan.
Bu mektubu yazan ve cebine koyarak eve giden koca, ertesi sabah gömleğinin bir düğmesinin dikilmemiş olduğunu görünce mektubu parça parça yapmıştır. -Internet alınmıştır-

Aşkın elde etmeyi düşündüğünüz şeyle hiç ilgisi yoktur; yalnızca vermeyi düşündüğünüz şeyle ilgisi vardır, yani her şeyle...
Katherine Hepburn

Başa Dön

TURİZM-Dilek Dinçer
Risk Faktörü
Yaşamım boyunca, iyi niyet ve iyimserliği kendime ilke edindim. Öyle ki her kötülükten bile türlü iyilikler doğabileceğine inanan bir kişilik geliştirdim. Siz buna ister Pollynnacılık deyin, isterseniz saflık... Ya da kadercilik... Sanırım bu yazılarıma da yansıdı. Pek çok iyi duyguyu, umudu sizlerle paylaştım. Ama bugün herhalde karamsar bir günümdeyim.
Pembe gözlüklerimi çıkardım.Biraz daha gerçekçi bakıyorum yarına...
Öncelikle beni böyle düşünmeye yönelten, geçtiğimiz hafta yaşadığımız Afyon depremi oldu. Hem Marmara depreminin küllenen acılarını hem de yöremizin de hassas bir coğrafyada olduğunu bizlere bir kez daha anımsatan... Ülke olarak yürekten üzüldük. Artık böyle çaresizlikler, acı tablolar yaşamak istemiyoruz.
İkincisi; ülkemizi tehdit eden gelişmeler... El Kaide Örgütü'nün ülkemizi hedef alabileceği yolundaki söylentiler, PKK' nın yeni kimlikle, yeniden yapılanması... İran ve Irak'ta yaşananlar... ABD'nin bu iki komşu ülkeye olumsuz yaklaşımından, en fazla etkilenecek ülke yine biziz. Körfez Savaşında olduğu gibi... Nisan,mayıs aylarında yaşanacak olası bir savaş, yeni yeni hareketlenmeye başlayan ekonomimizde ve buna bağlı olarak turizmimizde yeşeren umutları tamamen kurutabilir.
Daha önce de turizmin her türlü siyasal gelişmeden, doğal afetlerden doğrudan etkilenen,çok kırılgan bir sektör olduğundan söz etmiştim. O halde tüm olasılıkları şimdiden oturup, değerlendirmenin, risk faktörlerini gözden geçirmenin tam zamanı.
Felaket haberciliği gibi algılanmasını istemiyorum ama deprem riski fazla olan bir yörede yaşıyoruz. Değerli bir bilim adamı, doğanın bu kadar cömert olduğu bir yerde yaşıyor olmanın bedeli olarak tanımlamıştı bu riski. Toplum olarak yaşamımızı; bu bilinçle, gerçeği hiç göz ardı etmeden, gerekli önlemleri alarak sürdürmemiz gerektiğini vurgulamıştı...
Geçtiğimiz günlerde, gazeteci Cüneyt ARCAYÜREK, bir televizyon programında, deprem olasılığı yüksek olan yerlerden söz ederken, ilçemizi ve özellikle Dolgu Sahasını örnek göstermiş ve izleyen pek çok Fethiyeli'nin, geceyi uykusuz geçirmesine neden olmuş... Bu ilçemiz adına bir olumsuzluk.. Hatırlarsanız 12 Ağustos Marmara depreminden hemen sonra, Fethiye'de de Belediyemiz, Kaymakamlık ve sivil toplum kuruluşlarının katılımı ile bir "Afet Koordinasyon Merkezi" oluşturulmuştu. Tüm üyelerin özverili çalışmaları ile bir afet planı hazırlanmış, teknik ve lojistik komiteler kurularak, tatbikatlarla da çalışmalar sergilenmiş, ardından depremin izleri silinmeye başlayınca, herkes günlük yaşam savaşımına geri dönmüştü.
Şimdi bu çalışmaları güncelleştirmemiz gerekiyor. Turizm sezonunda böyle bir felaket yaşanabileceği varsayımı ile tesisler de gerekli önlemleri almalı. Binalar sağlamlanmalı. Kriz masaları oluşturularak, planlamalar yapılmalı, görev ve sorumluluklar paylaşılmalı. Böylesi bir durumla karşılaşıldığında,kargaşa ve panik ortamı yaratılmadan, sağduyu ve serinkanlılıkla sorunlar çözümlenmeli. Bunlar çağdaş toplum olmanın da gerekleri...
Olası siyasal gelişmeler e karşı ,yerel ölçekte alabileceğimiz tek bir önlem var.
O da iç turizm. Hemen kolları sıvamalı piyasa oluşturmanın yollarını aramalıyız. Geçmişte yaşanan krizleri, hafif yaralarla böyle atlatabilmiştik.

Başa Dön

SPORTMENCE-Erol Dolu
Maraton Koşusu
Maraton, atletizmin en uzun koşu dalıdır. Gerçeklere dayanan bir tarihsel gelişimi vardır. Atletizm sporuyla ilgilenenlerin söylediği bir deyim vardır. "Maraton koşmayan atlete, atlet denmez" diye.
Maraton koşusunun tarihsel gelişimi yani ortaya çıkışı M.Ö. 716 yılına dayanır. O yıllarda Yunanlılar ve Persler yıllarca zamana dayanan bir savaşa tutuşurlar. Bu savaş meydan savaşına dönüşür ve sonunda Yunan Ordusu Atina yakınlarında bulunan Maraton Ovası'nda Pers ordusunu çok ağır bir yenilgiye uğratır.
Bunun üzerine savaşın zaferini Yunan Kralı'na bildirmek üzere Yunanlı bir asker savaşın kazanıldığı Maraton Ovası'ndan koşmaya başlayarak Atina'ya doğru yola çıkar. Bu koşuda 42 km 195 metre sonunda bu asker koşarken ölür ve savaşın zaferini krala o gün ulaştıramaz.
İşte o tarihten itibaren Maraton Koşusu 42 km 195 metre olarak koşulmaktadır.
Maraton koşmak öyle kolay bir iş değildir. Maratona başlamak koşuyu yarı yarıya bitirmek demektir. Azim hırs ve heyecan maraton koşusunun belli başlı özelliğini teşkil eder.
42 km 195 metrelik mesafeyi koşarken insanın harcadığı enerji ve güç, ormanda elinde balta ile hiç durmadan on iki saat odun kesen orman işçisinin harcamış olduğu enerji ve güce eşittir. Ben bu güne kadar toplam yedi tane 42 km maraton koştum. Maraton koşusunun nasıl olduğunu bilen birisiyim. Özellikle 35. km'den sonra sporcuların vitaminsizlikten dişlerinin dipleri kaşınmaya başlıyor. Az ileride su istasyonundan içtiğin bir bardak su, yorgunluktan kararmış gözlerin bir anda aydınlanarak vücuda toplanan güçle 42 km 195 metrelik parkurun bitiş çizgisine ulaşıyorsun.
İşte, insan o an yıllarca kavuşmak isteyip de kavuşamadığı ama sonunda bütün engelleri aşarak kavuşmayı başardığı sevgilisine ulaşmış insanların yaşadığı mutluluğu yaşıyor.
Olimpiyat oyunlarında en çok ilgi gören yarışma maraton koşusudur. Maraton olimpiyat oyunlarının en son günü koşulur. Bundan dolayı maraton koşusu olimpiyat oyunlarının as solisti yani en büyüğü demektir.
Ülkemizde de maratonda Dünya çapında sporcularımız çıkmıştır. Bunların en başında 1970-1980 yılları arasında zirvenin başına gelen Veli Ballı'yı görüyoruz. Veli Ballı Dünya çapında bir maratoncuydu. Dünya çapında ikinciliğe kadar yükseldi. Bende kendisini çok yakından tanıyan birisiyim.
Bu güne kadar Veli Ballı gibi sadece maraton koşan bir sporcu yoktu. Veli Ballı'nın Boston Maratonu'nda ikinciliği hepimizi büyülemişti.
Bu gün Atletizm Federasyonu Başkanlığı yapan Mehmet Yurdadön'de önemli atletlerimizden bir sporcuydu.
Not: Gelecek hafta Fethiye'de Kürek Yarışları

Başa Dön