|
|
BAŞYAZI
Aptalca Ölüm
Prof. Aykut Barka'nın Bolvadin depreminden hemen önce ölmesi tesadüf olabilir.
Fakat Barka'nın Bolvadin'de üç yıl içinde deprem olacak sözü öylesine
bir tesadüf olarak görünmemeli.
Her ne kadar Bilim dallarında yeterli kriterlere ulaşılmamış olunsa da,
mevcut verilerin, aklın ve mantığın ortaya koyduğu gerçekleri görmemezlikten
gelmek, bilime ve sonucunda insanlığa yapılan saygısızlıktır.
Tarihte yaşanan büyük felaketleri son zamanlarda sıkça yaşamaktayız. Üstelik
bu felaketler etrafımızda yaşanırken hala daha bir şeyler yapmamamız,
bedelini ağır bir şekilde ödeyeceğimiz anlamına geliyor.
Her birimiz bu felaketler hakkında bilgili olmayabiliriz, zaman içinde
ilçemizde düzenlenen konferanslarda bilim adamlarının altını çizdikleri,
son zamanlarda yazılı ve görsel basında sıkça dile getirilen gerçekler
Fethiye ilçesinin tahminlerin üstünde olası bir felaketle karşı karşıya
olduğunu ortaya koyuyor. Kısa süre önce bir ulusal televizyonda Girit-Bolvadin
Fay hattından bahsedildi. Bu fay hattının tam orta yerinde bulunan Fethiye
Dolgu Sahasından bahsedildi. Dolgu sahasının çok hassas bir konumda olduğu,
yıllardır burada rant uğruna yapılaşmamın çarpık bir şekilde geliştiğini,
iki kat üzerinde binaların yapıldığını, yönetimlerin bu rant beklentilerine
göz yumduğunu, yumulmaya devam edildiğini ve şu anda bile yapılması gerekenlerin
yönetimce yapılmadığı açık açık ifade edildi.
22 Ocak 2002 Girit depremi 5,8 şiddetinde, 3 Şubat Bolvadin depremi 6,1
şiddetinde. Şimdi burada kamuoyuna bir soru sorsak; Belirlenen Girit-Bolvadin
fay hattının tam orta yerinde yer, konum itibariyle 40 sene öncesi bataklık
olan Dolgu sahasının da içinde yer aldığı Fethiye'de olabilecek deprem
kaç şiddetinde olacak? Fethiye tarihindeki depremlerin en az 7 şiddetinde
olduğunu bilerek cevap verelim.
Geçen haftaki yazımızdan sonra güvenimizden şüphe duymadığımız ve yardım
talep ettiğimiz kişiden beklenen duyarlılık gecikmedi. Bizler tüm bu güzelliklerin
içinde yaşadığımız her birimiz bir araya gelmeliyiz, en kısa zamanda.
Tüm randevularımızı iptal ederek. Bu konuda kamudan başlayacak girişimlere
Ticaret Odası, Esnaf Odası, Mimarlar Odası, Jeoloji mühendisleri temsilcileri
yanı sıra özellikle Belediye başkanlıkları, büyük tatil köyleri sahipleri
veya temsilcileri ve bire bir konuyla ilgili birim temsilcileri ivedilikle
bir araya gelmelidirler.
Prof. Aykut Barka, Bolvadin depremine karşı "erken uyarı" cihazından
bahsetmişti. Bunun temini ve kurulması için her türlü yardımı yapacağını
söylediği halde, Bolvadin'in duyarsız yöneticileri sayesinde felaket yaşandı.
Barkanın ölümü bir şeyler yapılamaz anlamına gelmemeli. Bundan iki sene
önce Prof. Ahmet Ercan ilçemizde vermiş olduğu altı saatlik konferansında
da "erken uyarı" cihazından da söz etmişti. Ayrıntılarına kadar
dinlediğimiz konferansında, kendisinin deprem konusunda Fethiye'yi çok
iyi tanıdığını, "erken uyarı" cihazının temini kurulması ve
takibi konusunda talepsiz gönüllü olduğu hala daha belleklerimizde.
Yukarıda saydığımız kamu kurum ve kuruluşları yanı sıra odalar ve özel
tesis temsilcileri hemen ama vakit kaybetmeden Prof. Ahmet Ercan'ı ilçemize
davet etsinler. Son iki sene içindeki Fethiye konusundaki gelişmelerin
haricinde neler yapılabilirliğini konuşsunlar. Bu konuda Ercan'ın davet
edilmesi halinde buraya geleceğinden eminiz.
İnançlı kişiler olarak ölmekten korkmuyoruz. Fakat sorumsuzlar yüzünden
aptalca ölümü hakketmiyoruz.
Başa
Dön
BORSA-EKONOMİ-Serdar
Düzenli
BORSADA
GEÇEN HAFTA
IMF tarafından 2004 yılına kadar Türkiye'ye verilmesi öngörülen 16 milyar
dolarlık kredinin 9 milyarının hemen verilmesinin onaylanmasına ve Türkiye'nin
kredi notunun negatiften durağana yükseltilmesine rağmen borsa açısından
çok kötü bir haftayı geride bıraktık. Beklenenden 1 puan yüksek gelen
Ocak ayı enflasyonu ve özellikle Irak'a yapılabilecek bir askeri müdahale
olasılığı endeksin 2002 yılının en düşük seviyelerine gerilemesine neden
oldu. Irak'tan gelen olumsuz mesajlar borsada satışları arttırırken özellikle
Tahtakale piyasasında uzun süredir düşüş eğilimi sergileyen dolara tekrar
talep yarattı. Hafta başında 1.300.000 seviyesinin de altına gerileyen
dolar hafta sonunda 1.375.000 seviyelerine yükseldi.
BORSA ve PARA PİYASALARINDA GEÇEN HAFTA
|
01.02.2002
|
08.02.2002
|
%
DEĞİŞİM
|
BORSA |
13.375
|
11.255
|
-15.85
|
DOLAR |
1.305.000
|
1.375.000
|
+5.36
|
EURO |
1.126.000
|
1.202.000
|
+6.74
|
ALTIN |
81.500.000
|
88.000.000
|
+7.97
|
BORSA OKULU - BÖLÜM
12
Bilançoların (3, 6, 9, 12 aylık) Borsa' ya gelme süresi ne kadardır?
Şirketler 3 ve 9 aylık mali tablolarını 4 hafta (bankalar 6 hafta içinde),
6 aylık mali tablolarını 6 hafta (bankalar 8 hafta içinde), 12 aylık mali
tablolarını 10 hafta içinde Borsa'ya göndermek zorundadırlar.
Anonim şirketler bedelli sermaye artırımlarında rüçhan hakkını hisse senedinin
nominal değerinin üzerinde kullandırabilir mi?
Rüçhan hakkı, şirket esas sözleşmesinde hüküm bulunması kaydıyla, hisse
senedinin nominal değeri üzerinde ( primli) kullandırılabilir.
Emirlerde geçerlilik süresi ne kadardır?
Günlük emirler, verildikleri seans boyunca geçerlidirler ve seans sonunda
gerçekleşmezse iptal edilirler. Emir eğer kısmen karşılanmışsa, karşılanmayan
kısım seans sonuna kadar sistemde bekler ve gerçekleşmezse iptal edilir.
Birinci seansta verilen günlük emir ikinci seansta geçerli değildir. Tarihli
emir verdiğiniz takdirde, emriniz belirli bir tarihe kadar geçerli olacaktır.
Mevcut uygulamada ilgili işlem gününden itibaren 1 iş gününü geçmeyecek
şekilde emir verilebilmektedir.
Aracı kuruluşlar, yatırımcılardan ne kadar kurtaj alabilir?
Aracı kuruluşlar, müşterileri olan yatırımcılardan müşteri hesabına gerçekleştirdikleri
menkul kıymet alım/satım işlemleri için işlem tutarı üzerinden ve gerçekleşen
hisse senedi işlem hacimlerinin vergi hariç %1'ini aşmamak ve vergi hariç
% 0.2' sinden de az olmamak şartıyla serbest olarak kurtaj oranını belirleyebilirler.
ŞİRKET HABERLERİ:
AKCANSA: Rekabet Kurulu'nun yaptığı soruşturma sonucunda Danıştay
yolu açık olmak üzere 1.068.329.013.448 TL idari Para Cezası verilmiştir.
BOLU ÇİMENTO: Rekabet Kurulu'nun yaptığı soruşturma sonucunda Danıştay
yolu açık olmak üzere 413.419.721.928 TL idari Para Cezası verilmiştir.
DOĞUSAN BORU: %311.454 Bedelli % 24 Bedelsiz sermaye artırımı işlemlerine
11.02.2002 tarihinden itibaren başladı.
NUH ÇİMENTO: % 200 Bedelsiz sermaye artırımına ilişkin hisse senetlerini
04.02.2002 tarihinden itibaren dağıtmaya başladı.
ŞİŞE CAM: % 78 Bedelli, % 160 Bedelsiz sermaye artırımına ilişkin
hisse senetlerini 04.02.2002 tarihinden itibaren dağıtmaya başladı.
UZEL: % 50 Bedelli % 50 Bedelsiz sermaye artırımı işlemlerine 11.02.2002
tarihinden itibaren başladı.
Başa
Dön
DENGE-Av.
Recai Yıldırım
Özür Diliyorum
Ey Büyük ATATÜRK,
Senin ve arkadaşlarının canları karşılığı kurtardığı bu ülkenin ve insanlarının
geldiği duruma bir bak. Sen ve arkadaşların bu ülkeyi gençlere emanet
etmiştiniz. Emanetçi gençlere ve emanetinize bir bak.
"Türk Milleti çalışkandır" dedin. Biz çalışmaktan öte kısa yoldan
köşe dönme yöntemleri geliştirdik.
Her bayramda her özel günlerde "Atam İzindeyiz" dedik. Geçekten
izinde olduk. Çalışmayı pek sevmediğimizden, her zaman izinde olduk.
"Yurtta Barış, Dünyada Barış" dedin. "Türk Milleti Zekidir"
demene karşın, biz bunu tersinden anladık. Kavga etmek, savaşmak için
her türlü taklayı attık. Hiç alakamız olmaması gerekli Kore'ye kadar uzandık.
Biz ki Viyana kapılarına kadar dayanmış ulusun evlatları değil miydik.
Dolmabahçe Sarayı'nda yabancı devlet adamının üstüne yemek döken Türk
Evladı için "Ben bunlara her şeyi öğrettim. Uşaklık yapmayı öğretemedim"
demene rağmen. Biz hala birilerine öğretemediğini yapıyoruz.
Daha dün sayılabilecek zaman öncesi" Hiçbir devlet mandası kabul
edilemez" dediniz. Kapitülasyonları, Duyun-u Umumiye yi yok ettiniz.
Biz üç kuruş için para babalarının kapılarında sürünmekteyiz. Biraz borç
alacağız diye Ayakta kalmanın gereklerinden olan ulusal işletmelerimiz
yok pahasına birilerine satılmaktayız.
Dediklerinin hiç birini yapamadığım,koyduğun ilkelere sahip çıkmayarak
canınız, kanınız karşılığı kurtardığınız bu ülkeyi bize bıraktığınız gibi
bizden sonrakilere bırakamayacağım için senden ve seninle bu ülkeyi kurtaran
arkadaşlarından özür diliyorum.
***
Sam Amcamız,Sayın Başbakanımızın Irak Liderine yazdığı mektuba Irak Yönetimi
tarafından verilen yanıtın "ÇOK SERT" olduğunu söyledi.
Bizimkiler, aynı yanıt için "Diplolamasi nezaketinden uzak"
demişlerdi. Irak Yönetiminin verdiği yanıta iki ayrı değerlendirme yapıldı.
Bu yanıtın muhatabı biziz. Biz gerekli yanıtı veririz. Ama bu arada yırtık
çoraptan parmak çıkar gibi çıkan Sam Amcanın kışkırtıcı tavrına ne demeli.
Yanıtın sertliğini, yumuşaklığını biz değerlendiririz. SANA NE?
Bu köşede her zaman SAVAŞ BELASINA karşılık Yöneticilerimizin dikkatli
olması gerektiğini söylüyorum.
Aman kışkırtmalara kulak tıkayalım. Bizim olmayan bir savaş, bizi bir
daha iki ayağımızın üstüne kaldırmaz.
***
Bu ülkede zaman zaman iyi şeylerin olduğunu söylemek ve hakkı sahibine
teslim etmek gerekir.
İlçemizde V. Akdeniz Kupası Kürek Yarışları yapıldı. 270 kişilik sporcu
ve Kulüp idarecisi gurubu üç gün İlçemizde ağırlandı. Çok az seyircinin
izlediği yarışmalarda FETHİYE BELEDİYESİ'nin katkıları azımsanamaz. Bunun
yanında Seyyar Pazarcı esnafı da katkıda bulundu. Ayrıntısına girmeyeceğim.
Yaptıkları İlçemizin tanıtımı bakımından taktire değer. Bir de sporun
tek başına futbol olmadığını anlatabilsek, anlayabilsek.
Sağlıkla kalın.
Başa
Dön
YAZDI-Recai
Şahin
Şubat Takvimi
2 Şubat "dünya öpüşme günü" olarak kutlanıyor. Sevenler 14 Şubat'ta
kutlanacak "sevgililer günü"nü beklemeden belki öpüştüler bile.
Haydi siz de sevdiklerinizin alnına birer öpücük kondurun bakalım.
Öpmek sevginin ifadesi, öpülmek de sevilmenin dile getirilmesidir. Öpüşmeyi
de varın siz tanımlayın. El öpmek de saygı ifadesidir genelde, işin içinde
çıkar yoksa, yağcılık, yalakalık yoksa, hele hele iki yüzlülük hiç yoksa.
Arap eli öpmekle de dudak kara olmaz.
El öpenleriniz çok olsun.
******
Bayramları genel olarak üç bölümde inceleyebiliriz. Birincisi ulusal bayramlar,
ikincisi dini bayramlar, üçüncüsü de uluslararası bayramlar.
14 Şubat "sevgililer günü" de uluslararası bir gün, bir bayram.
Bu günde nice çiçekler dalından koparılıp, şeffaf kağıtlara sarılacak,
sevgililere gönderilecek. Belki kırmızı güllere pembe karanfillere koşarken
ayaklarımız altında ezdiğimiz o güzelim kır çiçeklerini görmeyeceğiz.
Telefonlar susmayacak, nice anlamlı mektuplar yazılacak.
Defter ya da kitaplar arasına konmuş, sararmış çiçek yaprakları, solmuş
resimler, buruşmuş mektuplar sayfalar arasında okşanacak.
Cep telefonlarında nice mesajlar yazılacak, sitemli, sevgi dolu, özlem
dolu:
*Seni yıldızlara benzetiyorum, onlar kadar uzak, onlar kadar gizemli,
onlar kadar erişilmezsin. Aradaki tek fark, yıldızlar milyonlarca, sen
bir tanesin.
*Ben seni seçtim. Sen benim için şu yalan dünyadaki tek gerçeksin.
*Maksat sevgili uğruna ölmek değil, uğruna ölünecek sevgiliyi bulmaktır.
*Bir uçurumun kenarından düşecek olsam ve tutunacak tek dal sen olsan,
uçuruma düşüp ölmekten değil, seni kırmaktan korkarım bir tanem.
*Seni ne kadar sevdiğimi öğrenmek istersen yağmurlu bir havada yere düşen
her yağmur damlasını tutmaya çalış. Tutabildiklerin senin sevgin, tutamadıklarınsa
benim sevgimdir.
Böyle güzel mesajlar yazılacak 14 Şubat'ta.
Gerçek sevgi her an yanında bulunan sevgidir.
Aşıksan seviyorsun demektir.
Bırakın Bağdat dersine çalışması gerekenler çalışsın. Çünkü "aşıka
Bağdat sorulmaz" demişler.
***
15 Şubat günü "izcilik haftası" başlıyor. Kimleri örnek alıp,
kimlerin izinden gideceğimizi iyi saptayın.
Karda yürüyüp izini belli etmeyenlerden sakının
***
Bu ay içinde cemrelerin ikisi düşüyor. 20 Şubat'ta birincisi havaya, 27
Şubat'ta ikincisi de suya. Üçüncü cemre de 6 Mart'ta toprağa düşecek.
Yani sırasıyla önce hava, sonra su, daha sonra da toprak ısınacak.
Eskiden bir yılı Kasım ve Hızır günleri olmak üzere ikiye bölmüşler. Kasım
yüz seksen, Hızır da yüz seksen altı günmüş. Kışın en soğuk günleri sayılan
üç aylık doksan gün de ikiye bölünmüş, bunun ilk kırk gününe "erbain"
devam eden elli gününe de "hamsin" demişler.
Bazı yıllarda hamsin erbainden daha sert ve çetin geçermiş. O zaman da
erbain feryat eder: "Hamsin, sen benden kemsin (kötüsün)" dermiş.
Birinci cemre havaya kasımın yüz beşinde (19-20 Şubat günleri) düşermiş.
Bu yörelerde cemreye cemile derlerse hiç şaşmayın
Gökyüzü nasıl olursa olsun "sizin havanız" yerinde olsun. Suyunuz
ılıman, toprağınız da geç ısınsın.
Bu cemreler düştükten sonra kış uykusuna yatanlar da uyanır. Aman dikkat.
Giysilerinizi "moda" diye, "ne derler" diye seçmeyin,
mevsimine göre giyinin.
Daha sonra mı?
Daha sonra "Nisan, Mayıs ayları-Gevşer gönül yayları- Çayır çimen
bekliyor, bayanlarla bayları" şarkısını dolayın dilinize vurun kendinizi
kırlara, doğaya, dağlara.
Nasıl olsa 2002 yılı "dünya dağlar yılı" ilan edildi.
Haberiniz olsun, hayırlı olsun.
Başa
Dön
TARİHİN SÜZGECİNDEN-Av. Ömer Karayumak
Mezarlıklara Gömülen Fethiye (Meğri) Tarihi-V
Ebde Hora (Kayaköy) Mezarlığı-II
Fethiye yani Meğri'nin yerleşim tarihini değişik bir açıdan incelemeye
başlayıp özellikle BEYLİKLER ve OSMANLI dönemlerine ait mezartaşları,
kitabeler ve arşiv vesikalarına dayanarak bugüne değin gün ışığına çıkmamış
bir takım bilgi ve belgeleri bilim dünyasına sunmaya başlamamız üzerine
çok değişik kesimlerden, hiç tahmin etmeyeceğimiz kişi ve kuruluşlardan
tebrik ve başarı mesajları, kutlama mailleri ve sayısız telefonlar ve
davetler almaya başladık.
Kuşkusuz bu tür taltifler, tebrikler ve teşvikler bir yazar için paha
biçilmez armağanlardır. Yazarı daha çok yazmaya, daha çok araştırmaya
ve daha güzel eserler vermeye zorlar, zevk ve heyecan verir.
Sahil şehirlerimiz genelde okuma alışkanlığı olmasına karşın, nedense
çok fazla kitap okunmayan, özellikle bilimsel yazı, makale ve kitapların
çok fazla rağbet görmediği yörelerimizdir. Doğal güzelliklerin, zengin
bitki örtüsünün, pırıl pırıl denizlerin, yemyeşil ormanların adeta bir
gelin gibi süslemiş olduğu bu güzelim şehirlerin halkları; Ne yazık ki,
kendi ruh dünyalarını süsleyecek "KÜLTÜR" tezyinatından çok
fazla hoşlanmamaktadırlar. Maalesef bu hastalık Fethiye halkının da kronik
bir rahatsızlığıdır .
Fethiye halkı bugün kendi tarihini bilmemektedir. Nereden, ne zaman, nasıl
geldiklerini, yaşadıkları köylerin hangi tarihte kurulduğunu, kimlerin,
hangi medeniyetlerin gelip geçtiğini, köylerinde, kasabalarında, beldelerinde
gözlerinin önünde dikilip duran anıtların neler olduğunun bilincinde değillerdir.
Şairin o meşhur mısraında: "ol mahiler ki derya içredir, deryayı
bilmezler" diye ifade ettiği gibi, dünyanın en büyük hazineleri üzerinde
yaşarlar ama o hazinelerden haberleri yoktur.
Ne var ki, Fethiye'de yaşayan insanların tümünü bu kategoriye sokmak da
insafsızlık olur. Son zamanlarda Fethiye'de kültürel etkinliklerin hızla
arttığını, bir takım dernek ve vakıfların, sivil toplum örgütlerinin,
özel ve tüzel kuruluşların, yerel yönetimlerin belediyelerin kendi sorumluluk
alanları ile ilgili olarak sanat ve kültür faaliyetlerinde
bulunduklarını, memnuniyetle görmekteyiz.
"Mezarlıklara Gömülen Fethiye (Meğri) Tarihi" isimli yazı dizimizin
ilk gününden itibaren okuyucularımdan gelen telefon ve maillerin içeriğine
baktığımızda ya da bazı köy muhtarlarının kendi köylerindeki eserleri
de incelememiz için ısrarla köylerine davet etmeleri Fethiye'de de bazı
değişimlerin başlamış olduğunu, Fethiye halkının da dergi, gazete, kitap
ve bilimsel yayınları ciddi şekilde takip ettiğini göstermektedir.Gerçekten
sevindirici bir gelişmedir bu.
Gelelim asıl konumuza.
Geçen hafta Kayaköy'de bulunan EBTA HORA mezarlığını incelerken köyün
yerleşim tarihi açısından bilinmeyen bir çok bilimsel verilere ulaştığımız
belirtmiştim.
Bu yeni bilgi ve belgelere devam ediyoruz;
Kayaköy 17.YY.da miri arazi ve bina açısından önemli bir bölge. Bir çok
miri arazi ve emlakın mevcut olduğu görülmektedir.
Bilindiği gibi Miri tabiri; Devlet malı,hükümet malı yerinde kullanılır
bir tabirdir. Bazan bu kelimenin yerine "Beylik" tabiri de kullanılırdı.
Devlete ait menkul ve gayri
Menkul her tür mala "mir-i emval", bu malların idarecilerine
de "mir-i emin" adı verilirdi.
Bu cümleden olarak 1177 H.(1763 M.) tarihli bir mezar taşında aynen şu
yazıya rastlamaktayız:
"Hü-vel Hallak-ul Baki
Merhum ve mağfur-un leh mir-i emini
Ebubekir Çelebi'nin ruhu için elfatiha
Sene 1177"
Yine 1211 H.(1796 M.) tarihli bir mezartaşında ise Bekir Kethüda'nın ismine
rastlıyoruz. "Osmanlı Medeniyet ve müesseseleri tarihin"de Kethüdalık
önemli bir devlet görevidir. Osmanlı Tarih deyimleri ve terimleri sözlüğünde
"kethüda" hakkında şu bilgilere yer verilmektedir:
"Büyük devlet adamlarıyla zenginlerin işlerini gören kişilere verilen
addır. Halk arasında kahya denilir."
"Sadrazamın muavini (yardımcısı) yerinde demek olan memurun ünvanıdır.
Buna "Kethüda-ı sadr-ı Ali" de denilirdi. Kethüdalar ilkin sadrazamların
hususi adamları iken sonraları devlet ricalinden seçilmeleri nedeniyle
mevkileri yükselerek devlet hizmetine geçirilmeleriyle" Kethüda Bay"
namını almışlardır."
(Osm.Tarih deyimleri ve terimleri sözlüğü, Cild II Sh.25, M.Zeki Pakalın.MEB
yay.)
Mezartaşındaki ibareyi aynen yazıyoruz:
"Merhum ve mağfur-un leh
Bekir Kethüda'nın oğlu Muhammed ruhu için elfatiha
Sene 1211"
Burada belirtilen kethüda tabiri kahya anlamına kullanılmış olmasına karşın
Esnaf loncalarında her mesleğin bir kethüdasının var olduğu düşünülürse,
Bekir Kethüda'nında bu tür mesleklerden birisinin kethüdası yani başkanı
olduğu sonucuna varmaktayız.
Yazımızı kırk yaşında ölen bir kadının güzel bir mezar taşındaki şiir
dolu ifadeleri ile bitirelim isterseniz;
"Hüve-l Baki
Ah eyledim zari kıldım Zevk-ü sefa görmedim
Ecel gelmiş, ömür dolmuş muradımı almadım
Fani cihanda bir dolu ömür sürmedim
Kırkına kadar imiş, ben ezelden bilmedim
Osman Ağa'nın kerimesi merhum Ayşe Dudu ruhuna el fatiha
Sene 1232 (1816 m.)
Başa
Dön
BİRİKİM-Ünal
Şöhret Dirlik
Folklorun Kapı Aralığından
Akdeniz Demiş ki
Kumluova Köyü'nden (79) Ayşe Akbay diyor ki;
Akdeniz bazen öyle öfkelenir, öyle öfkelenir ki, dalgalar yükselir yükselir
çevreyi sular altında bırakır. "Deniz gene kudurdu derdi yaşlılar".
Kıyılardaki kayaları, dağların eteklerini hırçın hırçın döver döver. Bazen
bir fırtına çıkar, Patara'dan Özlen Çayı'nın denize döküldüğü yere kadar
olan kıyının incecik kumlarını alır alır da köyün, tarlaların üzerine
incecik serper. O yıl tarlalar tuzlu kumla dolduğu için mahsul alınmazdı.
Sonradan deniz ile tarlalar arasındaki uzun kumsala orman idaresi kum
akasyası dikti de ağaçların kökü kumları zaptetmeye başladı. Karadere
ve Kumluova köylülerinin zarara uğraması önlendi.
Akdeniz'in öfkesi de bir yaman olur. Fırtınalı havalarda inil inil iniler,
azgın dalgalar böyle zamanlarda göklere yükselir. Deniz Letoon'a kadar
olan kumsalı döver durur. İşte bu Akdeniz azgın zamanlarında:
"Kumluova'da kumum kaldı-Akdağ'ın başında da ahtım kaldı" diye
dövünür dururmuş. Yani fırsat bulsa imiş 3024 m yüksekliğindeki zirveye
"Ahanklı Tepesi"ne kadar çıkacakmış...
İşte böyle Akdeniz'in öfkesi Patara'daki tiyatroyu gezerken görmüştüm,
tiyatronun içi tamamen incecik kumlarla dolu idi. Demek ki altında Akdeniz'in
öfkesi yatıyormuş...
Konuk Yazar: Pembenaz
Şahin (Emekli Öğretmen / Ortaca)
Bir Resim
Araştırmacı, yazar, şair, öğretmen Ünal Şöhret Dirlik'in kitaplarını okuyorum.
Onu anlatmak kolay değil, yöresine böyle bir aşkla bağlı, kültürünün güzelliklerini
bu denli içtenlikle anlatan, bunu şiirleriyle de süsleyen bilmem başka
biri var mı?
O tarafını da bilenlere bırakıp 2001 yılında yayınlanan "Fethiye'de
Söylenen Maniler" kitabının son bölümünde onun, yöre insanına verdiği
değer görülür. Onların fotoğrafları vardır. İşte o fotoğraflardan birisi
onun annesidir. Altında şu not vardır. "Folklor kaynağı anam Hatice
Dirlik, ölümü 1992"
Bu resim beni çok etkiledi. Bir kaç kez açıp açıp baktım. Bana bakıyor,
çok şey anlatıyordu, ama ben anlamıyordum.
Derin bakışları, anaların anlatmadığı, yüreğine gömdüğü vefa sırlarını
bilgelikle perdeliyor. Onurlu geçmişin hatıralarını nurlu yüzündeki izlerde
saklı. Kar beyazı yazmasının altından kaçan kınalı saçları, sırma bir
örgüyle sol omzuna düşmüş. Sol eli dizinde, parmakları hafif aralı. Topladığı
onca değeri vermekte; almasını bilene. Yüreğinin sevgisi zıbınında çiçek
açmış. Gel kopar diyor; koklamasını bilene. Ben Anadolu kadınıyım, ben
bilgeyim diyor görmesini bilene. Hemen kalkıverecekmiş gibi duruşu, daha
çok işim var diyor, yüreğindeki enerji ile haklı gururu ve dik başıyla,
böyle evlat yetiştiririm işte, okumasını bilene...
İşte bizim anamız. Verdiği emekler bereketlenerek çoğalmakta. Elleri öpülesi
bu anayla, biliyorum sayın Ünal Şöhret de gurur duymakta ve ondan aldığı
cevherle her yıl yeni bir araştırma kitabı yayınlamakta... 07.01.2002
Not: Anamı bu kadar güzel anlatan Pembenaz öğretmene teşekkür ediyorum.
Başa
Dön
TARIM
DÜNYASI-Atila Büyükpapuşçu
Elma, Şeftali ve Kayısılarda Budama
Daha önceki yazılarımızda elma, şeftali ve kayısı gibi meyvelerin toprak
istekleri, çeşitler, dikim gibi konulardan bahsetmiştik bu güde bu meyve
ağaçlarında budama dan bahsedelim.
Ağaçlarda Budama:
Farklı büyüme çağları dikkate alınarak, ağaçlara şekil ,verim ve gençleştirme
budamaları yapılmaktadır. Şekil budaması yapılırken dikilen fidanda dal
yok ise toprak seviyesinden 75-100 cm. yüksekten tepe kesilir, gelecek
yıl oluşan dallardan ağaca verilecek şekle uygun olarak dallar bırakılır.
Diğerleri kesilir. Şekil verirken dikkat edilecek hususlar; Dalları gövde
ile olan açıları 45 dereceden daha geniş olmalı, dalların çıkış noktaları
arasındaki mesafe 15-20 cm. olmalıdır.
Ağaçlarda kış budaması:
Budamada dikkat edilmesi gereken hususlar;
a) Kuvvetli büyüyen ağaçlarda hafif, dengede olanlarda orta ve zayıf büyüyenlerde
kuvvetli budama yapılır.
b )Doruk ve ana dallara rakip büyüyen, iç kısma doğru kuvvetli gelişen
sürgünler dipten çıkarılmalıdır.
c) Lider dalda yapılacak kesimler çeşidin büyüme kuvvetine göre değişir.
d) Dikine büyüme gösteren çeşitlerde yayılıcı büyümeyi teşvik etmek için
uç almalar dışa doğru gelişen göz üzerinden yapılır.
e) Doruk dal yan dallardan 20-30 cm. yüksek tutulmalıdır.
f) Ana dallar üzerinde çıkan sürgünlerden 1/3 ü kesilmelidir.
g) Meyve veren dalcıkların sayılarının fazla olması önlenmelidir. Çünkü
meyveler yeterince büyüyemezler.
h) Çatı dallarının doruk dal ile dar açı oluşturmaları önlenmelidir.
ı) Dallarda eğme, bükme gibi zayıflatıcı uygulamalardan kaçınılmalıdır.
i) Dallarda sarmayı ve dağılmayı önlemek için birbirine bağlanmamalı çünkü
bağlanan kısımlar hastalık ve haşerelerin barınmalarına neden olmaktadır.
Verim çağındaki ağaçlarda budama:
Verim çağındaki ağaçlarda seyreltme ve kısaltma budamaları yapılır.
Sağlıklı ve bol kazançlı bir yaşam dileği ile sevgi ve saygılar.
Başa
Dön
VERGİ
DÜNYASI-S. Muhasebeci Erden Özkan
Anonim ve Limited Şirket Asgari Sermaye
Miktarları Son Şekli
6762 Sayılı Türk Ticaret Yasasının 272 ve 507. maddelerinde Anonim ve
Limited Şirketler için öngörülen Asgari Esas Sermaye Miktarları Sanayi
ve Ticaret Bakanlığına 08/06/1995 tarihli ve 4113 sayılı yasa ile verilen
yetkiye dayanılarak, sözü geçen Bakanlık tarafından 11/12/2001 tarihli
ve 009626 sayılı yazısı üzerine, 6762 sayılı Kanunun zikredilen maddelerinde,Bakanlar
Kurulunca 22/12/2001 tarihinde 2001/3500 sayılı kararname ile değişiklik
yapılmıştır.
6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 272. maddesi eski hali;
"Madde 272- Özel Kanunlarda aksine hüküm olmadıkça esas sermaye miktarı
beş milyar Türk Lirasından aşağı olamaz. Bu miktar, Bakanlar Kurulunca
on katına kadar artırılabilir" şeklinde idi.
Yasanın Bakanlar Kuruluna verdiği yetkiye dayanılarak Sanayi ve Ticaret
Bakanlığı'nın yazılı teklifi ile Bakanlar kurulunca Anonim Şirketleri
ilgilendiren 272. maddesi aşağıdaki şekilde değişikliğe uğramış bulunmaktadır.
Yeni şekli ile 272. madde;
"Madde 272- Özel Kanunlarda aksine hüküm olmadıkça esas sermaye miktarı
ELLİMİLYAR Türk Lirasından aşağı olamaz. .......... " . Aynı şekilde
Limited şirketlerin sermayesini düzenleyen 507. madde de değişikliğe uğramış
olup, maddenin yeni şekli aşağıdaki gibi olmuştur:
" Madde 507- Limited şirketin esas sermayesinin en az BEŞMİLYAR Türk
Lirası olması şarttır. ....................ve devamı fıkraları ".
Bu karar yayımı tarihinde yürürlüğe girmekte ve bu hükümleri Bakanlar
Kurulu yürütmektedir. Yasada yapılan bu değişiklikle ilgili herhangi bir
başka açıklama yapılmamış olup, Bakanlıkça ileriki tarihlerde uygulama
şekli ve süresi hakkında açıklama yapılacağını ümit etmekteyiz. Çünkü
559 sayılı Bakanlar Kurulu kararın da bile uygulama şekli ile ilgili bir
tarih verilmiş idi. Bu karar içinde
belirli bir tarih verilecektir.
Başa
Dön
TANSİYON-Uz.
Dr. Mustafa Ulusoy
İlaç Fiyatları
İlaç fiyatlarının nasıl tespit edildiğini hiç merak ettiniz mi? Eğer bu
soruya yanıt doğru verilirse ilaç fiyatlarının neden yüksek olduğu ortaya
çıkar.Bir ilacı üretecek ilaç firması lisans,ruhsat vs gibi işlemleri
tamamladıktan sonra, ilacın hammaddesinin ithal fiyatı, işleme (tablet
ampul merhem vs şekle getirme) işçilik ve ambalaj ücretlerini ve ilacın
hammaddeden mamul madde olana kadar yaptığı harcamaları alt alta yazar,imalatçı
karını da ekleyerek bir beyanname ile Sağlık Bakanlığına başvurur. Sağlık
Bakanlığının ilgili genel müdürlüğü elemanları bu maliyet hesaplarını
inceler ve onaylar, daha sonra bu imalatçı fiyatı üzerinden ilaç gene
ilaç firmasının kurduğu pazarlama firmalarına belli bir karla devredilir.
Bu pazarlama firması elini soğuk sudan sıcak suya sokmadan ilaç fiyatı
üzerine karını koyar ve Ecza depolarına satar. Ecza depoları da bunları
gene kendi karlarının ekledikten sonra eczacıya verir. Eczacı da bize
satarken kendi karını ekler ve astronomik ücrete varan ilaç fiyatı oluşur.
Bir zamanlar yaptığım bir araştırmada serum üreten bir firmanın 1 şişe
serum üretmek için verdiği fiyat beyannamesinde %20 fire verdiğini artı
şişe başına işçilikte işçilerine hemen hemen bir milletvekili maaşı verdiğini
yazmıştı ve sadece bu iki kalemdeki rakam oynaması ile %100 kar ettiğini
saptamıştım. Sağlık Bakanlığı da bu beyannameyi onaylamıştı. Tabi benim
kısıtlı olanaklarımla yaptığım bu kaba araştırmada ilk göze çarpan bu
idi. Ayrıca hammaddelerin ucuz satan patent anlaşmasına girmeyen örneğin
Bulgaristan gibi ülkelerden satın alınıp yabancı firmaların İsviçre'deki
ana firmaları aracılığı ile Türkiye'ye satışından elde edilen farklar
hariçti.
Eğer Sağlık Bakanlığı ilaç fiyatlarını gerçekten ucuzlatmak istiyorsa
işe önce kendisine verilen ve ilacın maliyet oluşturma beyannamesinden
başlaması gerekiyor, daha sonra da ilacın pazarlanmasında birkaç el değiştirerek
aracı firmaların fiyatı artırmalarının önüne geçilmeli ve sadece telefonla
iş gören aracı firmalar ortadan kaldırılmalıdır.
İlacın fiyat oluşumunda bir başka faktör de KDV dir. Devlet olarak hem
benden sağlıklı bir ortamda yaşayabilmem için gerekli koşulları hazırlama
görevin olarak gelir vergisi alacaksın hem de ikinci bir vergi olarak
ilaç ta dahil sağlık hizmetlerinden ayrıca KDV alacaksın, bu çifte vergilendirme
de düzenlenip sağlıktan KDV kaldırılmalıdır.
Şimdi biz ilaçta fiyat oluşumu ve artışlarını böyle özetleyip çözüm önerilerini
de sıralayınca ila ucuzlar mı? Sanmıyorum. Gelecek haftaki yazımda da
neden ucuzlamaz onu anlatmaya çalışacağım.
Başa
Dön
HOŞ
SEDA
Bu sayımızda Hoş Seda köşesi yayınlanmamıştır.
Başa
Dön
DİYALOG-Ufuk
Emek
Sevgililer Günü Kutlu Olsun
Sevgi kadar güzel bir duygu, kutlanmayı hak edecektir elbette. Dünya üzerindeki
tüm sevgililerin günü olarak kabul edilen 14 Şubat'ın öyküsü şöyle; İmparator
II. Cladius zamanında evli erkekler savaşta istenen performansı veremiyorlardı
çünkü, sürekli eşlerini düşlüyorlardı. Bunun üzerine imparator çareyi,
evliliği yasaklamakta buldu. Roma'da yaşayan din adamı ve hekim Aziz Valentin
ise bu yasağa karşı çıktı. Ona göre bu, sevgiyi doğasında barındıran insanoğluna
yapılmış en büyük haksızlıktı. Böylece Aziz Valentin. Birbirlerini seven
gençleri gizli gizli evlendirmeye başladı. Törenlerin gizli olması, aşıkları
birbirine daha fazla bağlıyordu. Fakat imparatorun, kilisede mumlar arasında
sıraya girilerek büyük bir heyecan içinde yapılan törenlerden haberdar
olması fazla uzun sürmedi ve Aziz Valentin'i yaptıklarından ötürü hapse
attırdı. Kısa bir süre sonra da idam ettirdi. Aziz Valentin'in öldüğü
gün olan 14 Şubat, o günden beri dünyanın her yerinde "Sevgililer
Günü" olarak kutlanıyor. Çünkü Aziz Valentin, Noel Baba gibi... Sadece
Hıristiyanların değil seven sevilen herkesindir. Valentin sevgililerin
azizizdir.
"Seni Seviyorum." Bence dünyanın bütün dillerindeki en güzel
cümle budur ve herhalde sevgililer günü dışında hiçbir günde bu kadar
çok, bu kadar içten söylenmiyordur. Sevenlerin bugün en büyük derdi, sevgiliye
nasıl bir hediye alacağına karar vermek.
Sevgililer günü, öyle büyük hediyeler gerektiren bir gün değil.
Bir tek kırmızı gül ve çikolata.
Niye kırmızı gül? Aşkın, hem de ateşli aşkın simgesi de ondan...
Niye çikolata? Çünkü çikolatada beyindeki aşk hormonunu harekete geçiren
maddeler var. Bilimsel olarak da ispatlanmış bilesiniz...
Ve, ve üzerine sevgi sözcükleri yazılı bir kart. Sevgilinize vereceğiniz
şeylerin hepsi bu işte...
Bir de inanış var.
Sevgililer günü sabahı, eğer sevgilinizin ilk gördüğü yüz, siz olursanız,
sevginize karşılık görürmüşsünüz. Aşk ateşi onun da kalbine düşermiş!..
Sevgiliniz varsa, ne mutlu size...
Yoksa... Erkenden düşün yollara. Belki o zaman... Hani olur ya, bakarsınız
inanış gerçekleşir de birini ilk siz görürsünüz belki...Yada biri ilk
olarak sizi...
KARIMA AŞK MEKTUBU YAZDIM
Sevgili karıcığım, seni ilk evlendiğimiz zamankinden daha az sevdiğimi
sanma. Akşamları, işten yorgun argın eve dönünce belki de seni ilk zamanlardaki
kadar sevgiyle öpmeyi unutuyorum. Sonra yemeğe oturunca özenle hazırladığın
yemekleri sessiz sedasız yiyor ve sana güzel bir çift güzel söz bile söylemiyorum.
Kavga etmemekle birlikte konuşmuyoruz da... O zaman ne seni nede başkasını
düşünüyor, yalnızca televizyon seyrediyor ya da gazete okuyorum. Ara sıra
konuştuğumuz birkaç sözcük bile, ya oğlumuzun ihtiyacı ayakkabı, ya da
kızımızın istediği kot pantolonla ilgili oluyor. İnan bana tüm bunlar
daha önce yaşadıklarımızın ve varlığının değerini biraz olsun azaltmıyor
benim için...
Karıcığım, hep yanımda olduğun, her gereksinimimi karşıladığın, dertlerime
ortak olduğun için sana teşekkür borçluyum. Balık tutmaya karşı hiç ilgin
olmadığı halde sana anlattıklarımı dikkatle dinleyişini, evde hazır bir
şey olup olmadığını bilmediğim ve sana danışmadığım halde eve yanımda
bir sürü arkadaşımla gelişime sesini çıkarmayıp, onlara iyi bir ev sahibesi
gibi davranışını, büyük merakla aldığım ama merakım geçince bakımını sana
bıraktığım iki köpeğime sevgiyle bakışını, kitap okumaya merakını, zamanım
olduğu halde beni marketlere ve mağazalara sürüklemeyişini anımsadıkça
gözlerim doluyor.
Karıcığım, evimizi düzene soktuğun, çocuklarımıza özenle baktığın, arkadaşlarımı
hep iyi karşıladığın için sana teşekkür ederim.Yüzüne karşı söylemeye
utandığım bu şeyleri sana yazıyorum.Ben sabah işe gittikten sonra bu mektubu
kahvaltı masasında bulacaksın. Akşama sakın bana bu mektuptan söz etme.
Onu sakla ve seni unuttuğumu sandığın zamanlar oku. Seni çok seviyorum...
Kocan.
Bu mektubu yazan ve cebine koyarak eve giden koca, ertesi sabah gömleğinin
bir düğmesinin dikilmemiş olduğunu görünce mektubu parça parça yapmıştır.
-Internet alınmıştır-
Aşkın elde etmeyi düşündüğünüz şeyle hiç ilgisi yoktur; yalnızca vermeyi
düşündüğünüz şeyle ilgisi vardır, yani her şeyle...
Katherine Hepburn
Başa
Dön
TURİZM-Dilek
Dinçer
Risk Faktörü
Yaşamım boyunca, iyi niyet ve iyimserliği kendime ilke edindim. Öyle ki
her kötülükten bile türlü iyilikler doğabileceğine inanan bir kişilik
geliştirdim. Siz buna ister Pollynnacılık deyin, isterseniz saflık...
Ya da kadercilik... Sanırım bu yazılarıma da yansıdı. Pek çok iyi duyguyu,
umudu sizlerle paylaştım. Ama bugün herhalde karamsar bir günümdeyim.
Pembe gözlüklerimi çıkardım.Biraz daha gerçekçi bakıyorum yarına...
Öncelikle beni böyle düşünmeye yönelten, geçtiğimiz hafta yaşadığımız
Afyon depremi oldu. Hem Marmara depreminin küllenen acılarını hem de yöremizin
de hassas bir coğrafyada olduğunu bizlere bir kez daha anımsatan... Ülke
olarak yürekten üzüldük. Artık böyle çaresizlikler, acı tablolar yaşamak
istemiyoruz.
İkincisi; ülkemizi tehdit eden gelişmeler... El Kaide Örgütü'nün ülkemizi
hedef alabileceği yolundaki söylentiler, PKK' nın yeni kimlikle, yeniden
yapılanması... İran ve Irak'ta yaşananlar... ABD'nin bu iki komşu ülkeye
olumsuz yaklaşımından, en fazla etkilenecek ülke yine biziz. Körfez Savaşında
olduğu gibi... Nisan,mayıs aylarında yaşanacak olası bir savaş, yeni yeni
hareketlenmeye başlayan ekonomimizde ve buna bağlı olarak turizmimizde
yeşeren umutları tamamen kurutabilir.
Daha önce de turizmin her türlü siyasal gelişmeden, doğal afetlerden doğrudan
etkilenen,çok kırılgan bir sektör olduğundan söz etmiştim. O halde tüm
olasılıkları şimdiden oturup, değerlendirmenin, risk faktörlerini gözden
geçirmenin tam zamanı.
Felaket haberciliği gibi algılanmasını istemiyorum ama deprem riski fazla
olan bir yörede yaşıyoruz. Değerli bir bilim adamı, doğanın bu kadar cömert
olduğu bir yerde yaşıyor olmanın bedeli olarak tanımlamıştı bu riski.
Toplum olarak yaşamımızı; bu bilinçle, gerçeği hiç göz ardı etmeden, gerekli
önlemleri alarak sürdürmemiz gerektiğini vurgulamıştı...
Geçtiğimiz günlerde, gazeteci Cüneyt ARCAYÜREK, bir televizyon programında,
deprem olasılığı yüksek olan yerlerden söz ederken, ilçemizi ve özellikle
Dolgu Sahasını örnek göstermiş ve izleyen pek çok Fethiyeli'nin, geceyi
uykusuz geçirmesine neden olmuş... Bu ilçemiz adına bir olumsuzluk.. Hatırlarsanız
12 Ağustos Marmara depreminden hemen sonra, Fethiye'de de Belediyemiz,
Kaymakamlık ve sivil toplum kuruluşlarının katılımı ile bir "Afet
Koordinasyon Merkezi" oluşturulmuştu. Tüm üyelerin özverili çalışmaları
ile bir afet planı hazırlanmış, teknik ve lojistik komiteler kurularak,
tatbikatlarla da çalışmalar sergilenmiş, ardından depremin izleri silinmeye
başlayınca, herkes günlük yaşam savaşımına geri dönmüştü.
Şimdi bu çalışmaları güncelleştirmemiz gerekiyor. Turizm sezonunda böyle
bir felaket yaşanabileceği varsayımı ile tesisler de gerekli önlemleri
almalı. Binalar sağlamlanmalı. Kriz masaları oluşturularak, planlamalar
yapılmalı, görev ve sorumluluklar paylaşılmalı. Böylesi bir durumla karşılaşıldığında,kargaşa
ve panik ortamı yaratılmadan, sağduyu ve serinkanlılıkla sorunlar çözümlenmeli.
Bunlar çağdaş toplum olmanın da gerekleri...
Olası siyasal gelişmeler e karşı ,yerel ölçekte alabileceğimiz tek bir
önlem var.
O da iç turizm. Hemen kolları sıvamalı piyasa oluşturmanın yollarını aramalıyız.
Geçmişte yaşanan krizleri, hafif yaralarla böyle atlatabilmiştik.
Başa
Dön
SPORTMENCE-Erol
Dolu
Maraton Koşusu
Maraton, atletizmin en uzun koşu dalıdır. Gerçeklere dayanan bir tarihsel
gelişimi vardır. Atletizm sporuyla ilgilenenlerin söylediği bir deyim
vardır. "Maraton koşmayan atlete, atlet denmez" diye.
Maraton koşusunun tarihsel gelişimi yani ortaya çıkışı M.Ö. 716 yılına
dayanır. O yıllarda Yunanlılar ve Persler yıllarca zamana dayanan bir
savaşa tutuşurlar. Bu savaş meydan savaşına dönüşür ve sonunda Yunan Ordusu
Atina yakınlarında bulunan Maraton Ovası'nda Pers ordusunu çok ağır bir
yenilgiye uğratır.
Bunun üzerine savaşın zaferini Yunan Kralı'na bildirmek üzere Yunanlı
bir asker savaşın kazanıldığı Maraton Ovası'ndan koşmaya başlayarak Atina'ya
doğru yola çıkar. Bu koşuda 42 km 195 metre sonunda bu asker koşarken
ölür ve savaşın zaferini krala o gün ulaştıramaz.
İşte o tarihten itibaren Maraton Koşusu 42 km 195 metre olarak koşulmaktadır.
Maraton koşmak öyle kolay bir iş değildir. Maratona başlamak koşuyu yarı
yarıya bitirmek demektir. Azim hırs ve heyecan maraton koşusunun belli
başlı özelliğini teşkil eder.
42 km 195 metrelik mesafeyi koşarken insanın harcadığı enerji ve güç,
ormanda elinde balta ile hiç durmadan on iki saat odun kesen orman işçisinin
harcamış olduğu enerji ve güce eşittir. Ben bu güne kadar toplam yedi
tane 42 km maraton koştum. Maraton koşusunun nasıl olduğunu bilen birisiyim.
Özellikle 35. km'den sonra sporcuların vitaminsizlikten dişlerinin dipleri
kaşınmaya başlıyor. Az ileride su istasyonundan içtiğin bir bardak su,
yorgunluktan kararmış gözlerin bir anda aydınlanarak vücuda toplanan güçle
42 km 195 metrelik parkurun bitiş çizgisine ulaşıyorsun.
İşte, insan o an yıllarca kavuşmak isteyip de kavuşamadığı ama sonunda
bütün engelleri aşarak kavuşmayı başardığı sevgilisine ulaşmış insanların
yaşadığı mutluluğu yaşıyor.
Olimpiyat oyunlarında en çok ilgi gören yarışma maraton koşusudur. Maraton
olimpiyat oyunlarının en son günü koşulur. Bundan dolayı maraton koşusu
olimpiyat oyunlarının as solisti yani en büyüğü demektir.
Ülkemizde de maratonda Dünya çapında sporcularımız çıkmıştır. Bunların
en başında 1970-1980 yılları arasında zirvenin başına gelen Veli Ballı'yı
görüyoruz. Veli Ballı Dünya çapında bir maratoncuydu. Dünya çapında ikinciliğe
kadar yükseldi. Bende kendisini çok yakından tanıyan birisiyim.
Bu güne kadar Veli Ballı gibi sadece maraton koşan bir sporcu yoktu. Veli
Ballı'nın Boston Maratonu'nda ikinciliği hepimizi büyülemişti.
Bu gün Atletizm Federasyonu Başkanlığı yapan Mehmet Yurdadön'de önemli
atletlerimizden bir sporcuydu.
Not: Gelecek hafta Fethiye'de Kürek Yarışları
Başa
Dön
|
 |