|
|

BAŞYAZI
İleriyi Görebilmek
Bir çok ifade tarzının yanı sıra yönetici; belirlenmiş kriterlere uygun
olarak, kanun ve insan değerleri üstün tutulup, kamu kurum ve kuruluşlarını
veya özel işletmeleri yöneten kişi demektir.
Sadece Türkiye gibi üçüncü dünya ülkelerinde görünebilen, siyasi ve ekonomik
güce dayanmanın dışında yönetime aday olabilmek için, söz konusu kuruluş
veya işletme konusunda önceden içerik olarak bilgili, konuyla eğitimli
ve de yeterli olabilmek esastır.
İlçemiz tarihine bakıldığında, geçmişte görev yapmış bir çok değerli yöneticilerimizin
(bir kişi hariç) bıraktığı eserler ve uygulamaları gözler önündedir. Asırlar
önce yapılmış Kaya Köyü'nün şehir planını hiç açmayarak, 1957 depreminden
sonra oluşturulan şehrimizin planına bir bakalım. 45 yıl öncesinden yapılmış
olan plan günümüz ihtiyaçlarına zor da olsa cevap verebilmektedir.
Eğitim, sağlık, yol, su, kanalizasyon ve çevre düzenlemeleri tabi ki önemli.
Bütün bunlar zaman içerisinde yöneticilerimiz tarafından fazla veya eksik
olarak yapıldı, yapılıyor hatta yapılacakta. Söz konusu olan hizmetlerin
o günkü şartlara göre yapılması değil, 20-30 yıl sonrasının ihtiyaçları
düşünerek yapılması gerekmektedir. Yaşadığımız zaman dilimi için şunlar
yapılmadı, bunlar eksik yapıldı demek ve bu konularda geçmiş dönemlerde
sıkıntı yaratmayan, yaratmadığı için düşüncesi bile oluşturulmayan park
sorunu, günümüz ve gelecek için şehrimizin en önemli sorunları başında
gelmektedir. Bu konuda iddia ediyoruz ki; on yıl sonra şehrimizin merkezi
belki de ülkenin en büyük açık otoparkı haline gelecektir. Daha şimdiden
caddelerimizde, sokak aralarında araçlar ikinci sıra oluşturarak park
etmektedirler.
En az on yıl sonrasına bile hizmet verebilecek şekilde, park sorununa
ciddi ve kalıcı projeler üretip, acil olarak uygulamaya koyması açısından
yöneticilerimizi duyarlı olmaya davet ediyoruz. Ekonomik sıkıntıların
boyutunu bilmekteyiz, belediyenin kısıtlı gelirlerle bir çok hizmeti gerçekleştirdiğini
de görmekteyiz. Büyük projelerin altına cesaretle imza atabilen yöneticinin,
tüm imkanlarını kullanarak, gerekirse yap-işlet-devret sistemiyle bunu
aşabileceğini de biliyoruz.
Şehrimizin merkezinde çok katlı otoparklar için hala daha bina konumuna
gelmemiş arsalar varken, bu yerler arsa olarak istimlak edilmezse, gelecekte
zorunlu olarak yapılması gerekecek çok katlı otoparklar için tahminlerin
üzerinde istimlak bedelleri ödemek zorunda kalınacaktır.
Gelecekte park sorununu çözmüş kişi olarak anılmak, en az kanalizasyon
sorununu çözmüş kişi olarak anılmak kadar değerlidir.
Başa
Dön

BORSA-EKONOMİ-Serdar
Düzenli
BORSADA
GEÇEN HAFTA
Bu hafta başında yıl sonu bilançolarının açıklanmasının yarattığı satış
baskısı hafta boyunca devam etti. Genel olarak kar rakamları daha doğrusu
zarar rakamları beklenenden daha kötüydü. Sıkıntılı geçen 2001 yılı ekonomik
sonuçları hemen hemen tüm sektörleri etkilemiş durumda. Araya bir de bayram
tatilinin giriyor olması yatırımcıların borsada temkinli olmasını gerektirdi.
Bu hafta borsada işlem görmeye başlayan Beşiktaş ve Galatasaray spor takımlarının
hisse senetleri yatırımcılara tam anlamıyla bir şok yaşattı. Sadece 3
seans işlem gören Beşiktaş %30'lara varan düşüşler yaşarken aynı zaman
diliminde Galatasaray hisse senetleri % 10 değer kaybetmiş oldu. Halka
arzında satış rakamının 4 kat üzerinde talep geldiği söylenen bu hisse
senetlerinin borsada dip yapması yatırımcıların şaşkınlık yaşamasına neden
oldu. Genel kanı ise bu şirketlerin halka arzında fanatikçe davranılarak
fiyat seviyesinin çok yüksek tutulmuş olduğu yönünde. Bu hisselerin böyle
bir netice yaşamış olması önünüzdeki hafta ikincil halka arzı gerçekleştirilecek
olan Petrol Ofisi hisselerine gelecek olan yatırımcı talebine olumsuz
yansıyacaktır.
BORSA ve PARA PİYASALARINDA GEÇEN HAFTA
|
15.02.2002
|
21.02.2002
|
%
DEĞİŞİM
|
BORSA |
11.478
|
11.478
|
-2.80
|
DOLAR |
1.347.000
|
1.375.000
|
+2.03
|
EURO |
1.173.000
|
1.201.000
|
+2.33
|
ALTIN |
89.000.000
|
88.500.000
|
-0.56
|
BORSA OKULU - BÖLÜM
14
Limitli Emir
Limitli emir verdiğinizde, eğer alıcıysanız, işlemin gerçekleşmesi için
kabul ettiğiniz en yüksek fiyatı, satıcıysanız, satmaya razı olduğunuz
en düşük fiyatı belli edersiniz.
Serbest Fiyatlı Emir
Serbest fiyatlı emir verirseniz, aracı kuruluşunuzu, menfaatinizi gözetecek
şekilde, alım ya da satım işlemini Borsada oluşan fiyattan gerçekleştirmesi
için serbest bırakırsınız.
Emirlerin Verilme Şekli
Aracı kuruluşlara vereceğiniz emirlerin yazılı olması esastır. Emirlerinizi
sözlü olarak iletişim araçları (telefon vb.) vasıtasıyla da verebilirsiniz.
Sözlü olarak emir verdiğiniz takdirde emriniz, aracı kuruluş tarafından
sıra numarası takip eden listelere, emrin alınışı sırasında kaydedilir
ve böylelikle yazılı hale dönüştürülür.
Kaydedildiği sıra numarası ve kodu o anda size bildirilir. Müşteri emri
formu en az iki nüsha halinde düzenlenir ve imzalı bir örneğinin size
verilmesi gerekmektedir.
Aracı kuruluşlar emirleri kısmen veya tamamen kabul etmeyebilirler,
Ancak nedenini açıklama zorunluluğu olmaksızın, durumu size bildirmek
zorundadırlar.
ŞİRKET HABERLERİ:
ATAKULE GYO.'nın 18.02.2002 tarihinde yapılan Yönetim Kurulu toplantısında,
çıkarılmış sermayenin %40 bedelsiz artırılmasına karar verildi.
HEKTAŞ: 9.02.2002 tarihinde yapılan Yönetim Kurulu toplantısında,
sermayesinin %43,8029 bedelsiz artırılarak 13.595 milyar TL'den 19.550
milyar TL'ye yükseltilmesine karar verildiği bildirilmiştir.
KENT GIDA: Alman ve İngiliz'lerin oldu. Cadbury Schweppes, Kent
Gıda ile dağıtım şirketi Birlik Gıda'nın çoğunluk hisselerini 95 milyon
dolar ve borçları karşılığı aldı.
ÜNYE ÇİMENTO: 19.02.2002 tarihinde yapılan Olağan Genel Kurul toplantısında,
2001 yılı karından %33,0215 kar payının hisse senedi şeklinde 31.05.2002
tarihinde dağıtılmasına karar verildi.
VAKKO: Ödenmiş sermayenin %180 bedelli artırılması kararlaştırıldı.
Başa
Dön

DENGE-Av.
Recai Yıldırım
Dostum
(!) ABD
Ağustos 2000'de Ürdün'ün başkenti Amman'da yayınlanan Re'y Gazetesinde
yazılan bir köşe yazısından alıntı yapıyorum.
"Kapitalist bir devlet olmak istiyorsunuz. Bunun için ilk merhalede
hırsızlığa göz yummalı, enerjinizi diğer suç alanlarına yönlendirmelisiniz.
Zira, bütün ekonomik faaliyet ve müesseselere devlet sahip olduğu müddetçe,
sermayedar bir zümre yeşeremez, çalıp çırpamaz. Bu zümrenin ekonomik hakimiyeti
gerçekleşirse, sizleri uygulamakla mükellef olduğunuz kanunları, onlar
(zaten kendiliklerinden) icraata sokacaktır."
Bu sözler, Sovyetler Birliği'nin yıkılmasından sonra Rusya Federasyonu'ndan
bir gurup polisin ABD'de aldıkları eğitim sonrası ülkelerine dönerken,
bir ABD polis yetkilisinin Rus meslektaşına söyledikleri.
Önce bunları yeşerteceksin, yaşamaları için gerekli ortamı hazırlayacaksın,
kişinin suç işlemesini bekleyeceksin. Ya işlemezse. Sistemin mantığı nasıl
olsa suç işlenecek. Suçtan kaçış yok. Devlet yurttaşını potansiyel suçlu
olarak görüyor. Böyle bir devlet anlayışı olamaz.
Gelin görün ki, sistemin özünde bu var. Birey iki ayaklarının üstünde
durup, tükettikçe vardır. Üretilen mal ve hizmetler mutlaka tükettirilmeli.
Ülke insanının bu tür mal ve hizmete gereksinmesi varmış, yokmuş önemli
değil. Malımı her koşulda satmalıyım. Satmak için de her türlü yolu denemeliyim.
Gerekirse rüşvet bile vermeliyim.
Liberal ekonominin her nimetinden faydalanmalıyım. Şirketimi, halka açar,
kısa sürede insanları kazıklar, ardından da battım derim. Kim ne yapacak?
Ne olduklarını sormaya kalktıklarında, "Ülkede demokrasi, insan hakları,
özgürlükler var. Susma hakkımı kullanıyorum" derim.
Kendi ülkemin insanını kazıklamak yetmediyse, nasıl olsa yeni sömürge
ülkeler var. Yabancı sermayeye aşıklar. "Buyur gel" diyorlar.
Giderim oralara, biraz da onları kazıklarım. Adamlar Dolara aç. Kendim
gidemezsem, yerli bir işbirlikçi bulurum.
Dostum ABD'de işler böyle yürüyor. Polis yetkilisi de, böyle bir tipin
mutlaka suç işleyeceğini düşünüyor. Kendi aldığı rüşvetleri saymazsak
tabii.
Tanrıya çok şükür, bizde böyle değil. Herkes devletine sahip çıkıyor.
Vergimizi tam ve zamanında veriyoruz. Hiç birimiz para kazanmak için kazık
atmıyoruz. Gereksiz mal ve hizmet üretmiyoruz. Borsada üç kağıt açmıyoruz.
"Battım" diyerek; susma hakkımızı kullanmıyoruz. Hele, hele
rüşvetten uzak duruyoruz. Birkaç tane vurguncu çıksa da, tez elden defterini
dürüp, gereğini yapıyoruz.
Yine de dikkat çekmek istiyorum.
Ekonomik ve sosyal alanda sınırsız özgürlükler tanırsanız, bundan tüm
toplum zarar görür. Bir ülkede her şeyi devletin yapması beklenmemeli.
Ülkede özel girişimciler de olmalı. Bunlara gerektiğinde devletin desteği
de sağlanmalı ancak, verilen destek ekonomiye geri döndürülmeli. Verilen
destek ekonomide kullanılmalı. Ekonomide kullanılıp, kullanılmadığının
denetimi yapılmalı.
Devlet organı ülkede yaşayan herkes içindir. Organ hastalanırsa biz de
hastalanırız. Organ ölürse biz de ölürüz.
Devletlerin ölümü bir başka olur. Ne egemenlik, ne özgürlük ne de insanlık
kalır. Birilerinin güdümünde esaret altında yaşarız.
Sağlıkla kalın.
Başa
Dön

YAZDI-Recai
Şahin
Dalgınlıklar
Evin hanımı düşünceli. Akşama kaynatacağı aşın yağını, tuzunu mu düşünüyor,
yoksa kızının nasibini mi. Tarlanın tavı nasıl olacak, ya da kara koyun
ikiz kuzulayacak mı?
Duvarın kuytusuna çömelmiş, dirsekleri dizlerinde, elleri de yanaklarında.
Tarhana yapmak için bahçede yaktığı ocağın üstündeki kazana bakıyor gözleri.
Gözleri kazana bakıyor da beyni kazanı düşünmüyor. Kocası pencereden bağırıyor:
-Kız Hatçe kazanın altı geçmiş, ocağı ölçeriver*.
Hatice hayalini erteleyip kazanın altına bir kucak daha yalankı** koyuyor.
Dönüp yine duvarın dibine oturuyor. Ocak çok alevlenince kazan taşmaya
başlıyor. Bu kez Hatice bağırıyor:
-Ulan Memet koş koş kazan taşıyor, koş.
Hatice ve Mehmet'in konuşmalarını epeydir izleyen Osman Dayı kendi kendine
söyleniyor: "Hey koca Allah'ım şu avradın işine bak. Kazanın altındaki
yalankıları çekivereyim demiyor de kocasını çağırıyor, kazan taşıyor diye.
Dalgınlık işte.
***
Nurkız kadın gezmesine gitmişti, yenildi, içildi, sıra "iki oya dürtmeye"
gelmişti. Gözlüksüz tığın ucunu göremiyordu. Oya torbasındaki gözlüğünü
kabıyla çıkardı, gözlüğünü çıkarıp, gözüne taktı. Sonra derin bir "of"
çekti. "Ehh elli yaşına ne zaman geliverdik. Bak hele gözlüğün kabını
almışım da gözlüğü evde unutmuşum, ihtiyarladık artık" dedi. Onu
izleyen arkadaşı Emine Hanım da "Kız gözlüğü evde unuttun da senin
gözündeki ne peki" dedi. Bir kahkaha koptu odada.
Dalgınlık işte.
***
O zamanlar ne her yerde bakkal, ne her bakkalda ekmek vardı. Sadri Bey'in
misafiri gelmişti. Misafire yedirecek yemek kolay da ekmek yapmak uzun
süre alırdı. En iyisi Eşen'e şaşkın bakkala git birkaç tane hazır ekmek
al gel, misafirlerini yedir içir. Hemen traktörü çalıştırıp bastı gaza.
Gülmet'le Eşen'in arası iki üç kilometre. Traktör kendisi gidiyordu. O
sadece gaza basıyor, direksiyonu çeviriyordu. Kafasında kuyrukları birbirine
değmeden dolaşan kaç tilki vardı kim bilir. Eşen'e gelmiş geçiyordu bile,
biraz yavaşladı. Bakkalı çoktan geçmişti. Eşen'e dört beş kilometre mesafedeki
Çaykenarı Köyü'ne doğru gidiyordu. Köye girdi girecek ışık yaktı söndürdü
traktörü durdurdu:
-Hey Sadri nereye böyle?
-Misafir geldi de Şaşkın Bakkal'dan ekmek almaya gidiyorum. Zamanında
gelmeyen misafire ya soğan ya söven ama neylersin.
-İyi ama Şaşkın Bakkal geride kaldı.
Sadri dalmış, daldırmış gidiyordu:
-Gelmişken bir de Çaykenarı'na uğrayıvereyim demişti de de de...
Dalgınlık işte.
***
Dar gelirli bir memur, taksi alacak olsa parası yetmez. Satıp savıp aldı
diyelim. Bu kez de arabanın benzinine para yetiştiremez. En iyisi motosiklet.
Motosikleti aldıkları gün önce eşini bindirip dolaştırdı, Çalış'ı, Karagözler'i.
Eşi yan binecek oldu "olmaz" dedi adam "heybe gibi bin,
yoksa düşersin." Hanım heybe gibi bindi biraz utanarak, eteğini bacaklarının
arasına kıstırdı.
Sonra çocuklarını bindirip dolaştırdı. Gece olunca koca bir zincirle bağladı
motorunu evinin önündeki ağacın köküne. Sonra da uyanıp uyanıp yokladı
motor yerinde mi diye.
Misafirliklere bile motorla gidip gelmeye başladı. Bir akşam eşiyle misafirlikten
dönüyorlardı. Ev sahibiyle vedalaştıktan sonra bastı gaza, evine geldi.
Motoru durdurup koca zincirle bağladı, sonra:
-Hanım şu ceketi alıver de motoru kitleyeyim dedi. Ama o da ne hanım yoktu.
Eve geçti mi diye çocuklara sordu. Misafirliğe gittiği eve döndü. Hanımı
kapının önünde ev sahibi ile konuşuyorlardı. Hanımı orada unutmuştu, motosiklete
bindi sanmıştı. Çünkü hemen arkasındaydı. Hanım seslendi.
-Hayatım benzin almaya gittin galiba, halbuki depoyu daha yeni full etmiştik.
Adam bozuntuya vermedi:
-Şekerim bu motosiklet senin bildiğin motosikletlerden değil, bu başka
model çok yakıyor, ne yapalım motosikleti seven benzinine katlanır iste
dedi.
Ertesi gün motorunun önüne "Bir sabah uykusuna doyamadım bir de sana"
yazdırdı.
* Ölçeriver: Odunları daha iyi yanması için bir araya toplayıver.
** Yalankı: Yakılacak çalı, şırpı
Başa
Dön
TARİHİN SÜZGECİNDEN-Av. Ömer Karayumak
Bayramlaşma
Yerine "e-mail"leşme Çılgınlığı
Tarihin bilinmeyen bir döneminden bahsederken genellikle "Fi tarihinde"
ibaresi kullanılır. Yaşanılmış ve unutulmuş olaylar, masallar, hikayeler,
destanlar, mitolojik öyküler her zaman "fi tarihi" kapsamı içindedir.
Ancak milletlerin psiko-sosyal hayatını düzenleyen, dengede tutan bazı
değerler vardır ki, bunlar asla "fi tarihi" içinde yer almazlar.
Bunlar yüzyıllar geçse de daima yaşanmasından zevk alınan, yaşatılmasından
mutluluk duyulan moral değerlerdir. Örfler, ananeler, gelenekler, folklorik
özellikler, kültür, sanat, estetik değerler
milli ve dini bayram törenleri bu moral değerlerin ilk akla gelenleridir.
Özellikle milli ve dini bayramlarımız ile bu bayramlarda içtenlikle uygulanan
sevgi, saygı, hoşgörü,yardımlaşma, hısım akraba ziyaretleri gibi ulvi
ve yüce duyguları barındıran bayram törenleri Türk Milletinin asırlardır
devam ettirdiği daima yaşatmaya çalıştığı vazgeçilmez değerlerimizdir.
Milletlerin hayatında kültür değişmeleri her zaman var olmuştur. Her zaman
da var olacaktır. Bu inkar edilemez bir olgudur. Hangi alanda olursa olsun
her değişim ilerlemenin, çağdaşlaşmanın itici bir gücüdür. Merhum Prof.
Mümtaz Turhan'ın ifadesiyle; "Milletlerin toplumsal dengesini bozan,
ahlaki ve moral değerleri altüst eden şey değişim değil, yozlaşmadır.
Kültür yozlaşmasıdır."
Son zamanlarda teknolojinin bir ürünü olarak cebimize girerek bir fare
gibi hem beynimizi, hem cebimizi hem de ruhumuzu kemirmeye başlayan cep
telefonlarının olumsuz etkileri her alanda olduğu gibi kültürel yozlaşmada
da etkisini açıkça göstermeye başladı.
Geçen hafta 10 ila 45 yaş grubu arasında yapılan bir istatistiki araştırmada
insanımızın % 49.7 si cep telefonu kullanmaktadır. Bu demektir ki her
iki kişiden birisinin hayatına, cebine, beynine ve ruhuna cep telefonu
girmiş ve zararlı etkilerini yaymaya başlamış bulunmaktadır.
Hiç kimsenin, özellikle de cep telefonu satıcılarının bizi teknoloji düşmanlığı
ile suçlamasına meydan vermeden asıl konumuza geçelim.
Hatırlarsınız... Eskiden mektuplar yazardık uzun uzun... Sayfalar dolusu.
Acı dolu, sitem dolu, elem dolu, ağıt dolu asker mektupları... Gurbet
mektupları...
"Ey benim can-ı candan, canı gönülden pek çok sevdiğim anacağım..."
diye başlayan
ve de ahırdaki karakaçanın kara gözlerini bile ne kadar çok özlediğini
anlatan özlem dolu satırlarla bitirilen mektuplar.
Biraz parası pulu olanların pembeli, mavili zarflar içine sıkıştırdığı,
"en güzel aşk mektupları" kitabından araklanmış süslü cümlelerle
dolu kendisinin bile pek bir şey anlamadığı aşk mektupları yazılırdı...
İçerisine özenle konulmuş, bir papatya, bir gül yaprağının yanında ince
ve uzun saç telleri ile süslenmiş 17 yaşın bütün masumluğunu ve heyecanını
taşıyan sevgi pınarı mektuplar...
Düşünsenize .... Yazanı da, okuyanı da hatta bütün mahalleyi de mutlu
eden, ağlatan, sevindiren, güldüren mektuplar... Ne güzeldi o mektupları
okuyuvermek... Bir idare lambasının ışığında başına toplanmış başı yazmalı
gelinlere, kızlara, analara, babalara...
Bu umut dolu, özlem dolu, aşk dolu, sevgi dolu mektuplar zamanla yerini
cicili bicili, girdili çıktılı, bin bir çeşit desenle resimlerle süslenmiş
kartpostallara bıraktı. Bayramdan on gün önce postahanelerin önlerine
kurulan tezgahlardan seçilen kartların, teker teker yazılması, kime ne
biçim kart gönderileceğine karar vermek için
birbirine danışılması bile ayrı bir heyecan veriyordu...
Derken... Kart gönderme alışkanlığı da unutuldu...Ve bir e-mail'leşme
çılgınlığı başladı ki aman Allahım... Herkesin elinde birer cep telefonu,
mekanik bir hareketle işleyen parmaklar ve sonuçta "send" edilen
bir mesaj. .Hissiz... Duygusuz...
İfade edilemeyen bir cümlelik kelimeler yığını.... Bir de başkasından
gelen mesajları aynen bir başkasına gönderme kolaycılığına kaçmak yok
mu? Çıldırmamak mümkün değil...Sevgi yok, aşk yok, heyecan yok, özlem
yok, duygu yok, düşünce yok... Kim bilir nereden araklanıp kaç yüz kişiye
gönderilmiş yokluklarla malul bir mesajı niçin gönderirler hala aklım
almıyor. Bu kadar yozlaşmayı, bu denli çılgınlığı düşünemiyorum.
Allah daha beter çılgınlıklardan korusun. Yoksa eğer bu kültürel yozlaşma
bu kadar hızla devam ederse günün birinde herhalde şu acı ve elem dolu
cümleler dökülecek dudaklarımızdan: "fi tarihinde bizler, bu ülkede
zevkle kitaplar okurduk"
Kurban bayramınızı kutlar, tüm insanlığa özellikle kader kurbanlarına
hayırlar getirmesini niyaz ederim.
Başa
Dön
BİRİKİM-Ünal
Şöhret Dirlik
Folklorun Kapı Aralığından
Ot Her Derde Deva
Giritli ve Rodoslu hemşehrilerimiz her türlü ottan yararlanırlar. Sofralarından
balıkla birlikte ot hiç eksik olmaz. Benim Giritli ve Rodoslu dostlarımın
evlerinde bu otların çok nefis yemeklerini ve salatalarını, turşularını
yaparlar da utanmasanız parmaklarınızı da yalarsınız. Bazı otları salata
olarak, bazılarının turşusunu kurarak ve pek çoğunun da yemeğini, böreğini
yaparak değerlendirirler.
Fethiye'nin ünlü fotoğrafçılarının en eskisi rahmetli Kandiyeli İbrahim
Selim Efendidir. Onun çektiği fotoğraflar hala bozulmamıştır, daha dün
çekilmiş gibidirler. Babasının mesleğini oğlu Necati Selim Gürel yetmiş
yıl kadar sürdürdü. Şimdilerde de rahmetli İbrahim Selim Gürel'in torunu
Şükrü Gürel devam ettiriyor fotoğrafçılık mesleğini. Necati Selim Gürel'in
kayınvalidesi Mediha Gençsoy (rahmetli) "Ot midevidir" der,
yol kenarlarındaki akla gelmedik otları toplayıp çeşit çeşit salatalar,
turşular ve otlu yemekler yapardı. Pazara gidince önce otlara bakardı.
Bundan yirmi beş, otuz yıl önce bir ziyaretimde bana kaparinin turşusunu
yedirmişti de çok beğenmiştim. Biz kapariyi şimdilerde bile tanıtamadık
halkımıza. Adalılar (Rodos, Girit ve diğer adalardan gelenler): "Biz
tarlaya saldığımız koyun, keçi ve sığırın her yediği otu toplayıp, yemeğini
yaparız. Onlara dokunmadığına göre" yani zehirli filan olmadığına"
bize de dokunmaz, pek çoğu da midevidir" diye otların kıymetini anlatırlar.
Bugünkü yazımızı bir fıkra ile bağlayalım:
Tarlanın alt başındaki çocuk babasına bağırmış: "-Baba! Baba! Tarlamıza
iki öküzle bir Giritli girmiş, öküzler yayılıyor, Giritli de elinde bıçakla
ot topluyor. Tarlanın otunu bitirecekler, ne yapalım?"
Babasının cevabı şöyle "-Sen Giritliyi kovala gitsin. Öküzler doyunca
kendiliğinden giderler"
Çok değerli okuyucularım, pazara gittiğiniz zaman köylü kadınların kırlardan,
bayırlardan, tarlalardan toplayıp getirdiği: Eşek Turpu (Bayır turbu),
Edibüdü (Çoban çantası), su teresi, kazayağı, sarı ot, ebegümeci, arap
saçı, deve tabanı gibi otlara bir göz atın. Satıcılara sorun "Bunları
nasıl pişiririz" diye. Onlar size tarif ederler. Bu otların lezzetine
bir tadarsanız ertesi haftayı iple çekersiniz. Ben üç haftadır deve tabanı
alıyorum. Fethiye'ye ta Bayat'tan (Ortaköy) getiriyor bir köylü kadın.
Deve tabanının bulgurlu yemeği oluyor, yeşil salata olarak yeniyor, ayrıca
turşusu nefis oluyor.
Belli bir yaştan sonra bunlara ihtiyacımız var. Biraz da "midevi"
rahmetli Mediha Gençsoy'un dediği gibi.
Şimdi kulağınıza bir şey söyleyeyim eğilin de: "Kablumbağayı bilirsiniz.
Bunlar yüz yıl kadar yaşarlar" diye anlatırlar. Bu sevimli yaratıklar
yalnız ot yerler. Başka bir şey yemezler. "Kulağınıza küpe olsun,
ot her derde deva" derler.
Başa
Dön
TARIM
DÜNYASI-Atila Büyükpapuşçu
Sebze Yetiştiriciliği-I
Bir yerde başarılı bir sebzecilik için ekonomik ve sosyal faktörler önemli
bir rol oynarken, İKLİM faktörü en önemli faktör olmaktadır. Çünkü iklim
sebzeciliğin ne şekilde olacağını, hangi sebze cins ve tür ve çeşidinin
seçileceğini, ne zaman yetiştirileceğini ve yetiştirme yöntemlerinin nasıl
olacağını sınırlar ve yönlendirir. Kısaca sebze yetiştiriciliğinin ön
planlayıcısıdır.
Bir yerin iklim koşulları denilince ; o yerin vejetasyon süresi, en düşük
ve en yüksek sıcaklıklar, toprak sıcaklığı, ışık miktarı, nispi nem, yağış
miktarı ve dağılışı, rüzgar durumu gibi faktörler göz önünde tutulmalıdır.
Sebze yetiştiriciliğinde göz önünde bulundurulması gereken faktörlerden
birisi de TOPRAKtır. İyi bir sebze bahçesi toprağının özelliklerine gelince;
. Toprak sıcak olmalıdır çünkü sebzeler iyi ve zamanında gelişir.
. Besin maddesince zengin olmalıdır.
. Toprak süzek ve nemli olmalıdır.
. Toprak derin, gevşek ve kabarık olmalıdır.
Toprak yumuşak yani bileşiminde % 5-10 humus bulunmalıdır.
Bunların dışında en önemli faktörlerden birisi de toprağın tuzluluk ve
asitlilik durumudur. Yetiştirilecek sebze cins ve türü asit ve tuzluluğa
dayanıklı olmalıdır. Bazı sebzeler asit oranı yüksek topraklarda bazıları
da düşük oranlarda ki asitli topraklarda yetiştirilmektedir.
Sebze bahçesi tesisi yaparken dikkat edilecek hususlardan birisi de ışıktır.
Işık sebzelerin büyüme ve gelişmeleri esnasında oluşan bütün hayatsal
olaylarda gereksinme duydukları en önemli faktördür. Işığın en önemli
özelliği fotosentez üzerinedir.
Tüm tarımsal faaliyetlerde göz önünde bulundurulması gereken en önemli
şey yetiştirilecek tarımsal ürünler için uygun zirai faaliyetleri belirleyen
toprak tahlilidir. Toprak tahlili yetiştirilecek tarımsal ürünlerin dikimden
hasada kadarki gereken beslenme, sulama gibi faaliyetlerin nasıl ve ne
şekilde yapmamız gerektiğini gösterir.
Tüm tarımsal konularda bilgili ve bilinçli bir şekilde yapılan üretim
bizlere daha fazla kazanç sağlayacağı gibi üretim için yapılacak üretim
masraflarının da daha az olmasını sağlayacaktır. Bunu için tarımsal konularda
bizlere en çok yardımcı olacak kurum ve kuruluşlara müracaat etmek gerekmektedir.
Sağlıklı ve bol kazançlı bir yaşam dileği ile saygı ve sevgiler dileği
ile görüşmek üzere.
Başa
Dön
VERGİ
DÜNYASI-S. Muhasebeci Erden Özkan
A.Ş. ve Kooperatifler-Avukat Bulundurma
İlişkisi
4667 Sayılı Yasa'nın 22.maddesi ile 1136 sayılı Avukatlık Yasası'nın 35.maddesine
eklenen 3.fıkra hükmü ile, sermayesi 25 milyar lira ve daha fazla olan
Anonim Şirketler ile üye sayısı 100 ve daha fazla olan YAPI KOOPERATİFLERİ
10 Kasım 2001 tarihinden itibaren sözleşmeli AVUKAT bulundurma zorunluluğu
getirildi.
Bu düzenleme ile,sözleşme yapılacak avukata kooperatifler aylık 200,000,000.-TL.+KDV,
Anonim Şirketler için aylık 300,000,000.- TL.+ KDV ödenecektir. Bu işlem
her ay için bahse konu kuruluşlara ayrıca %20 Gelir Vergisi ile %10 oranında
fon payı stopajı yapılmasını,ertesi ayın 20.günü akşamına kadar muhtasar
beyanname verme formalitesini de beraberinde getirmektedir.
Sermayesi 25 Milyar lira ve daha yüksek tutarda olan Anonim Şirketler
ile üye sayısı 100 ve daha fazla olan yapı kooperatiflerin sözleşmeli
bir avukat bulundurmaması SUÇ sayılmış ve bu suçu işleyene para cezası
kesilmesi öngörülmüştür. 10 Kasım 2001 tarihinden itibaren, sözleşmeli
avukat bulundurmayan şirket ve kooperatiflere, sözleşmeli avukat bulundurmadıkları
her ay için sanayi sektöründe çalışan 16 yaşından büyükler için suç tarihindeki
asgari ücretin bir aylık brüt tutarı kadar para cezası verilecektir. Bu
miktar bugün için aylık 222 milyon 750 lira tutarındadır. Asgari ücret
01 Temmuz 2002 tarihinde artacağından, avukat bulundurmayanlara uygulanacak
olan para cezası da bu tarihten itibaren artmış olacaktır.
Sermayesi 25 milyar ve daha fazla olan Anonim Şirketlere getirilen bu
zorunluluk toplumda bir takım sert tepkilere yol açmış ve konunun çeşitli
platformlarda tartışılması üzerine; 2001/3500 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı
ile düzeltme yoluna gidilmiştir. 2001/3500 sayılı karar ile Anonim Şirketlerin
sermayesi 25 milyar liradan 250 milyar liraya yükseltilmesi ile Avukat
bulundurma mecburiyeti sermaye sınırı da böylelikle 250 milyar liraya
çıkartılmış olmaktadır.
Kooperatifler ile ilgili herhangi bir düzenleme yapılmadığından dolayı
üye sayısı 100 ve 100 den fazla olan Kooperatifler 01 Kasım 2001 tarihinden
itibaren Avukat bulundurma zorundadırlar. Kooperatif yöneticilerinin bu
konuda hassas davranmaları gerekmektedir. Çünkü onlara gelen mali yük
çok fazladır. Yönetim görevlerini yerine getirmeyen yöneticiler kooperatiflerini
uğratacakları zarardan müteselsilen sorumludurlar. Avukat bulundurmayan
kooperatifler, örneğin 10 Kasım 2001 tarihinden 1 Temmuz 2002 tarihleri
arasında ödemeleri gereken ceza 222,000,750.- x 8 = 1,776,006,000.- TL.sı
olacaktır.
Başa
Dön
TANSİYON-Uz.
Dr. Mustafa Ulusoy
Köy Sağlık Taramaları-II
Geçen hafta Özel Letoon Hastanesi'nin köy sağlık taramalarından bahsetmiştim.
Bu hafta da aynı konuya başka açıdan bakmaya çalışacağım. Özel bir hastane
köylerde neden sağlık taraması yapar diye düşünelim. Pek çoğumuz bunun
reklam amacıyla yapıldığını söyler, bir bölümü doğrudur, ancak asıl olan
halkın hastaneye ya da doktora gelemeyecek kadar yoksul oluşu. Bu kesim
özel hastanelerin hedef kitlesi değildir. Hastane bu ekonomik krizde üstüne
düşeni yapıp kendisine ulaşamayan halka ulaşmak istemiş. Benim üstünde
durmak istediğim de bu değil zaten. Bu sağlık taramalarına koşarak gelen
insanlara neden sağlık hizmeti ulaşmıyor.
Neden bu insanlar vergileriyle yapılan Devlet Hastanelerine gidemiyorlar?
Halbuki bu insanlar hepimiz gibi vergi veriyorlar karşılığında da hizmet
istemek hakları ancak bu hizmet onlara ulaşamıyor. Ülkemizde sağlık hizmetleri
halktan kopuk bir yapıya büründü. Şimdi yüksek tıbbi teknoloji ile donatılmış
büyük hastaneler yapılıyor ve bu hastanelerde hizmet; vergi veren vatandaşa
tekrar satılıyor. Halbuki ekonomik kriz nedeniyle iyice yoksullaşan halkımız,
artan vergileri ödeyemezken bu pahalı sağlık hizmetinden yararlanamaz,
vatandaş, hastane ücretini ödese ilacını alamaz.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi Devlet Hastanelerinde döner sermaye işletmeleri
nedeniyle sağlık harcamaları abartılmaktadır. Çünkü siyasal iktidarlar
memur doktorlarına refah sağlamanın ve pahalı teknolojiyi satın almanın
yolunu halkına tekrar yük bindirmekte bulmuş. Toplanan vergileri talan
edenler memurunun maaşına zam yapmaya sıra geldiğinde tekrar halkın kesesine
müracaat etmektedir. Artık halkın kesesinde de bir şey kalmamıştır.
Halkımız hastalandığında çok mecbur kalmadığı zaman doktora, hastaneye
gelememektedir. Bizi yönetenler halkın yaşantısından kendilerini adeta
soyutlamış, halk adına borç üstüne borçlar ekleyerek tuzu kuru olanların
sorunlarını çözmekle meşguldür. İş alanları açarak üretimi artırmak ihracatı
geliştirmek ve büyümek yerine mali sektörün sorunları onların tüm mesailerini
almaktadır.
Ancak bizler işte bu sağlık taramalarında madalyonun diğer yüzünü görüp
yöneticileri uyarma görevimizi yapmaya çalışıyoruz. Ancak yöneticiler
şunu asla göz ardı etmemeliler, vatandaşta alınacak deri kalmadı, krizlere
katlanacak takat ve sabır kalmadı.
Başa
Dön
HOŞ
SEDA
Bu sayımızda Hoş Seda köşesi yayınlanmamıştır.
Başa
Dön
DİYALOG-Ufuk
Emek
Başkalarından Ne Beklersiniz?
Sağlıklı ilişkiler kurmak için atalarımızdan aldığımız reçete "Karşılıklı
saygı ve sevgi". Bu özlü reçeteler öyle basit çıkmıyor ortaya. Her
biri yüzyılların deneyime dayanıyor.
Saygı ve sevgi ... Çok soyut duruyor değil mi? Doğru, ancak hayata geçirirseniz,
yaşamınızda uygularsanız, nasıl somutlaştığını hatta hatta ona dokunabildiğinizi
görüp şaşıracağınıza inanıyorum.
Diğer insanların aklından geçenleri okuyabilseydik, böyle bir teknolojiye
sahip olabilseydik diye düşünenleriniz olmuştur. Aslında buna inanın gerek
yok. İnsanların sizden beklediği, gerçekte sizin diğer insanlardan beklediğiniz
şeylerle aynıdır. Hala bir sihirli formül yada kalıp şeyler beklediğinizin
farkındayım. Tamam, işte denenmiş, başarısı görülmüş, test edilip onaylanmış,
başarılı ilişkiler rehberi...
Karşınızdakinin yansıttığı kişiliği kabul edin...
İnsanlar arası ilişkileri bozmak için geçerliliği kanıtlanmış olan kesin
bir formül var. "Karşınızdakini değiştirmeye çalışın".Deneyin.Göreceksiniz
ki en sevdikleriniz bile sizden uzaklaşmaya başlayacaklar. İnsanlar davranışlarını
reddetmenizi, kendilerini reddetmek gibi algılıyorlar. Bu nedenle olsa
gerek insanlar eleştirilmekten nefret ederler. Siz bakmayın öyle hani
bazıları "Ben eleştirilmekten hiç çekinmem hatta severim.Eleştiri
insanı geliştirir" diyenlere. Size bu konuda uzmanların altın anahtarını
aktarayım.İnsanlar kendilerini çoğu zaman olduğu gibi kabul eden, eleştiri
yerine olumlu yönlerini vurgulayan insanları severler.
Karşınızdakini asla utandırmayın
Aman ha! İnsanlar başkalarının yanında yaptıklarından dolayı onları utandırmanızdan
nefret ederler.Yaptıklarının yanlış olduğunu bilseler bile bunu düşünmek
yerine size kızarlar hatta sizden nefret ederler. Hele hele eşiniz, çocuklarınız
yaptıkları bazı yanlışlarını başkalarının yanında yüzlerline vurmanız
sebebiyle köprüleri yakıp, sizinle olan tüm ilişkilerini askıya alabilirler.
Karşınızdaki kişiler övgü ve onay beklerler
Geleneksel anlayış ne kadar "Hataları düzeterek, doğruları göstermek"
şeklinde olsa da dostlar çağdaş görüş bakın ne diyor. "Yanlışları
değil, doğruları yakalayın" Bu yaklaşımı ailenize, arkadaşlarınıza,
elemanlarınıza, işverenlerinize kime uygularsanız uygulayın iyi sonuçlar
alacağınızı düşünüyorum.İnsanların olumlu ve başarılı yönlerini yakalayıp
bunu onlar ilettiğiniz zaman sizin söylediklerinize hatta eleştirilerinize
bile nasıl önem verip, dikkate alacaklar göreceksiniz.
İnsanları iyi dinleyin
Hemen herkes söylediklerinin önemli ve değerli olduğuna inanır. Karşımızdaki
kişiye verdiğimiz değerin en önemli göstergesi onu dinlemek için ayırdığımız
süre ve onu dinleme biçimimizdir. "Ne söyleyeceğini çok iyi biliyorum"
şeklinde bir yaklaşım yada cümleyle onların sözünü kesmek yapabileceğiniz
en büyük hakaretlerden biridir ve ona değer vermediğiniz gibi algılanır.
Bunu yapmak yerine karşınızdakinin ne söyleyeceğinizi kelimesi kelimesine
bildiğiniz durumlarda bile onları dinleyin. Hatta anladığınızı belirten,
"Demek öyle..", "Anladım" gibi sözcükler kullanın.
Karşınızdaki kişinin rahatladığını, anlaşıldım duygusuna kapıldığını gözlemleyeceksiniz.Dinlemeye
vaktiniz yoksa dinliyormuş gibi yapmak , sözünü kesmek yerine, bunu kendisine
açıkça belirtin ve konuyu daha uygun bir zamanda konuşmak için ona randevu
verin.Göreceksiniz ki, bunu yaptığınız zaman bu kişilerin de sizin söylediklerinize
özel bir önem vermeye başlayacaklar
İnsanlarla olumlu ve uzun süreli ilişkiler kurmak için daha söylenecek
çok şey var ama yerimiz doldu. Önümüzdeki sayıda bu konuya yeniden değineceğim...
Korkarım, Dün Gecekiler!..
Türkiye'nin hemen her yerini gezip gören Temel ve Dursun Kuzey Kutbu'na
gitmeye karar vermişler.Kuzey Kutbu'nda üç dört gün kadar dolaşan iki
kafadar o günün sonunda bir Eskimo ailesinin evine konuk olmuşlar.
Temel ve Eskimo aile reisi hoş bir sohbete başlamışlar.Konu konuyu açmış.Konu
iki erkeğin konuşabileceği en özel konulardan biri olan kadınlara gelmiş.Temel
büyük bir merakla sormuş:
"Uy, sizin buralarda beyaz kadın var mıdır?"
"Evet" demiş adam ve eklemiş. "Bizim kadınlarımız beyazdır"
"Peki" demiş Temel. "Siyah kadın var mıdır?"
"Yani..." demiş adam. "Kuzey Kutbu'nda sayıları az da olsa
birkaç zenci kadın bulunur."
Temel bu kez daha hararetli sormuş:
"Siyah-Beyaz kadın var mıdır?"
"Pes yani" demiş adam. "Kardeşim siyah-beyaz kadın olur
mu?"
Temel adamın bu yanıtını duyunca canı sıkılmış vaziyette Dursun'a dönmüş:
"Dursun. Korkarım dün gecekiler penguendi oğlum!.."
Söylediği şeyler için
pişman olan insanların sayısı çok, söylemediği şeyler için pişman olanların
sayısı azdır.
Ambroce Bierce
Sevgi ve saygılarımla...
Başa
Dön
TURİZM-Dilek
Dinçer
Termal Turizm
Yurdumuzun sahip olduğu doğal turizm kaynak değerleri, gerçek anlamda
yatırıma dönüştürülebilirse, çok yakında, yıl boyu turizm özlemimiz gerçekleşebilir.
Yayla turizmi, kongre turizmi, yat turizmi, inanç turizmi, eko-turizm,
dağ ve kış turizmi, termal turizm gibi pek çok seçeneği aynı anda sunabilen
ülke olanaklarımız doğru bir şekilde planlanıp, projelendirilirse, bizleri
parlak bir gelecek bekliyor demektir.
Ülkemizin jeolojik yapısına bağlı olarak oluşmuş, daha çok Ege, Güney
Marmara, İç ve Doğu Anadolu Bölgelerinde yoğunlaşmış, yaklaşık 1000 kaplıca
ve içme kaynağı bulunduğu saptanmış. Kaynaklar genellikle; doğal çıkışlı,
bol su verimli, fizik-kimyasal bileşimleri nitelikli, eriyik mineral değerleri
yüksek olarak tanımlanıyor. Bazı kaynaklar ise "Gençlik Suyu"
olarak da bilinen, doğal radyoaktiflik özelliği taşıyorlar. (*)
Pek çok uygarlığa ev sahipliği yapan Anadolu'da, tarih boyunca bu kaynaklar
kullanılmış. Geçmiş yüzyıllarda Avrupa'da bu olanak yalnızca krallara
sunulan bir ayrıcalık olarak değerlendirilmiş. Oysa topraklarımızda bu
tür doğal termal banyolardan tüm halk yararlanmış. Günümüzde de halk arasında
kaplıca geleneği yaygın...Son yıllarda sağlık turizminin önem kazanmaya
başlamasıyla, termal turizmde inanılmaz bir atak gözlenmeye başlandı.
Afyon, Sandıklı,Yalova, Balçova, Pamukkale,Kızılcahamam vb .yerlerdeki
seçkin termal tesisleri, 12 ay boyunca kesintisiz hizmet sunuyor, buna
rağmen yurtiçi ve yurt dışından gelen yoğun taleplerin tümünü karşılamakta
zorlanıyorlar. Ülkemizdeki ve Avrupa'daki ciddi sağlık kuruluşlarının
sevk ettiği hastalar, hem unutulmaz bir tatil geçirip, hem de çağdaş tedavi
yöntemleri ile sağlıklarına kavuşuyorlar.
Kaynaklarımızı bu amaçla değerlendirmenin pek çok yolu var. Bilimsel ve
geleneksel kabullere göre, kaplıca suyunun kaynağında ya da suyun akarında
yapılan banyolar daha etkili... Ülkemizde yapım ve işletimi daha kolay
ve ucuz, halkın kaplıca ve banyo geleneğine daha uygun olan, açık alan
termal havuzlar ya da açık alan termal akvaryum şeklindeki tesisler tercih
edilebilir. Ama şu anda tüm dünyada uluslar arası kabul gören "Termal
Su Şehri" projeleri gündemde...Çağa ayak uydurmak istiyorsak, maliyeti
çok yüksek olan bu projeleri, yabancı veya ortak yatırımlarla hayata geçirebilmenin
yollarını aramalıyız. (*)
Ülkemizde çok fazla bilinmeyen ama her yaştan insana yıl boyu dinlenme,
tedavi ve tatil yapma olanağı sağlayan " deniz kaplıcaları"
projesi çok heyecan verici. Thalassotherapie olarak adlandırılan, deniz
suyuna bağlı olarak yapılan, deniz kaplıca uygulamaları için yurdumuzda,
Güney Ege ve Akdeniz yöresindeki, 4 -5 yıldızlı kıyı konaklama tesisleri
biçilmiş kaftan. İlçemiz de bu amaçla belirlenmiş 22 öncelikli kıyı yöresi
arasında yer alıyor. Zaten Lykia World Tatil Köyü'nde bu sistem birkaç
yıldır başarı ile uygulanıyor. Tüm bölgede yaygınlaştırılması için biraz
çaba gerekiyor.
İlçemizin sahip olduğu Girmeler (Gebeler) kaplıcası da pek çok hastalığın
tedavisinde,etkisi kanıtlanmış önemli bir kaynak. Uzun yıllar tipik ev
pansiyonculuğu uygulaması ile hastalıklarına çare arayanlara ev sahipliği
yapan köyde, şimdi bir çok ihtiyaca cevap verebilen tesis de var. İyi
bir planlama ile bölgeye sürekli canlılık kazandırabilecek yeni tesisler
kazandırılabilir. Böylelikle, ilçemiz turizminin çeşitlendirilmesine de
katkı sağlanmış olur...
Kaynak : (*) Sağlık Turizmi (İsmet ÜLKER) T.C.Turizm Bakanlığı Yayını
Başa
Dön
SPORTMENCE-Erol
Dolu
Mehmet Yurdadön'ün Anlamlı Sözleri
Trabzon'da son yirmi iki yıldır geleneksel hale gelen ve Trabzon Belediyesi'nin
sponsorluğunda gerçekleşen uluslararası bir etkinlik var: 24 Şubat Uluslararası
Trabzon Yarı Maratonu.
Bu yıl 24 Şubat'ın Kurban Bayramı'na gelmesi nedeniyle yarı maraton yarışı
17 Şubat Pazar günü yapıldı.
Ben de yarışa son anda Göcek Emek Marina sponsorluğunda katıldım. Çok
iyi bir ortamda geçen yarı maratona toplam 146 atlet katıldı. 125 atlet
21 km. lik mesafeyi tamamlayabildi. Ben de kendi grubumda iyi sayılabilecek
bir dereceyle 15. olarak yarışı tamamladım. Ayrıca Muğla Bölgesi Emniyet
Spor Kulübü'nden üç atlet de yarışta iyi dereceler yaptılar. Artık bölgemizden
de müsabakalara katılan atletler çıkıyor. Ben yıllarca tek başıma yarışlara
katılıyordum.
Yarış sonundaki ödül töreninde Türkiye Atletizm Federasyonu Başkanı Sayın
Mehmet Yurdadön sporculara anlamlı bir konuşma yaptı. Kendisi de bu sporun
içinden gelen biri. Yurdadön konuşmasında:
"Arkadaşlar, maraton yarışında her şey sporcunun kendisine bağlıdır.
Hiçbir yerden yardım almaz, sabırla koşmaya başlar ve iradesine sahip
olarak maratonu bitirir. Maratonu bitirmek başarıdır. Sizler bu işi başardınız.
Bu sporun eziyetini topluma yansıtmak basın mensuplarına yani medyaya
düşüyor. Ama basınımız sayfalarını futboldan biraz ayırıp, atletizme de
önem verse biz bu sporda daha ileri boyutlara ulaşacağız. Basının atletizme
önem vermesi gerekir. Çünkü bizim yaptığımız büyük bir spor olayıdır"
dedi.
Yıllar önceydi. Muğla'da öğrenciyken, kaldığımız öğrenci yurdunun yakınında
bulunan Kemal Amcanın Kahvesi'ne gider orada TRT'nin spor programlarını
dinlerdik. Bir gün spor programında Mehmet Yurdadön'ün Balkan Şampiyonu
olduktan sonra kendisiyle yapılan röportaj yayınlandı. Mehmet Yurdadön
mikrofonlara konuşurken sanki ağlıyordu: "Yarışın sonuna doğru sakatlandım
ama yarışı bırakmadım. İçimden gelen bir güçle Türkiye'ye Balkan Şampiyonluğu'nu
getirdim" diyordu. Ben bu sözü bugünkü gibi hatırlıyorum.
Önümüzdeki günlerde kendisiyle ilgili yazılar yazacağım.
Başa
Dön
|
  |