Yazılar
 

Sayı:31
06 Mart 2002

BAŞYAZI
e-mail

BORSA-EKONOMİ
Serdar Düzenli

DENGE
Av. Recai Yıldırım

YAZDI
Recai Şahin

TARİHİN SÜZGECİNDEN
Av. Ömer Karayumak

BİRİKİM
Ünal Şöhret Dirlik

TARIM DÜNYASI
Atila Büyükpapuşçu

VERGİ DÜNYASI
Erden Özkan

TANSİYON
Uz. Dr. Mustafa Ulusoy

HOŞ SEDA

DİYALOG
Ufuk Emek

TURİZM
Dilek Dinçer

SPORTMENCE
Erol Dolu

 

 

BAŞYAZI
Lanet Olsun!

Geçen hafta Özel Letoon Hastanesi'ne sağlık sayfası için gittiğimizde, hastanenin girişinde bir grup insanın genel görünüşlerinden büyük bir acının yaşanmakta olduğunu gördük.
Gruba yaklaştığımızda yeğenlerinin trafik kazasına maruz kaldığını öğrendik. Bir minibüs şoförü şehir içi azami hız sınırını aşıp, iki çocuğa çok hızlı bir şekilde çarpıp, çiğnemiş. Çocuklardan biri ölüm-kalım eşiğinde yoğun bakımda yatmakta.
Bire bir yaşadığımız bu olay, geçmişte her birimizin yaşayıp da bir kenara attığımız olayların dışavurumu olabilir. Mağara kültüründen kent kültürüne geçmekte olduğumuz süre içinde bir çok olumsuz olaylarla he gün karşı karşıya gelmekteyiz. Başta minibüslerin her saniye ihlal ettikleri şehir içi trafiğinde her birimizin yüreğini ağzına getiren magandalıklar karşımıza çıkıyor. Bir yolcu almak için veya yolcu indirmek için kavşaklarda hatta yolun ortasında sinyalsiz aniden yolun ortasında duran veya kalkış yapan minibüsler, sözüm ona var olan İlçe Trafik Komisyonu tarafından görmemezlikten geliniyor, bu konuda bire bir sorumlu olan denetleyici birim tarafından umursanmıyor.
Bu konuda geçmişte dile getirdiğimiz, gelecekte dile getireceğimiz konu ve olaylar karşısında davalara maruz kalabiliriz. Varsın olsun. Şu anda bile dilimizin ucunda olan kelimeyi bir vatandaş olarak sarfedeceğiz: İnsanların göz göre ölümlerine sebep olanlara LANET OLSUN! İnsan değerini ve toplum kurallarını ihlal edenlere lanet olsun, bu konuda yeterli kadrom yok diyebilenlere ve duyarsız kalanlara lanet olsun!
Normal yaşamlarında insanlarla iletişimi sağlayabilmek için dilini kullanamayanları direksiyon başına oturtursak tabii ki aracın sinyalini kullanmasını bekleyemeyiz. Sohbetin meze olduğu içki sofralarının olgunluğunu yaşayamayanlardan, içerisinde turistlerin de bulunduğu minibüsü sürerken kutu bira içen şoförden tabii ki bu olgunluğu bekleyemeyiz.
Duyguların dinginliğini yaşayamayan magandalardan, gündüz ve özellikle geceleri yüksek sesle müzik çalarak çevreyi kirletmeleri konusunda tabi ki insanlık bekleyemeyiz.
Şehircilik olgusunu yaşayamayan yöneticilerimizden, söz konusu araçların yolcu indirme-bindirmeleri için durak oluşturmalarını tabi ki bekleyemeyiz.
İlçe Trafik Komisyonu'nu oluşturanların kimler olduğunu bilmiyoruz. Bilsek de farketmez. Sorumlu olduğu alan ve konulardaki keşmekeşliği, başı bozukluğu, aymazlığı, magandalıkları gördükçe bizler için söz konusu komisyonun görevleri, yetkileri ve sorumlulukları hakkında bilgi edinmemiz bile gerekmiyor.
Ama bildiğimiz bir şey var; komisyon içinde bire bir sorumluluklarını bilen insanlar var. Siyasal veya birliksel baskılarla karşı karşıya olmanın yanı sıra, bu insanlar sayesinde bireysel bir şeyler yapacağız.
Siz okurlarımızdan, trafik ihlalleri konusunda yaşadığınız veya gördüğünüz her olayı, gerekiyorsa plakaları tespit ederek, onurlu insan ve duyarlı vatandaş olarak bizlere ulaştırmanızı istiyoruz. Tanıdığımız ve bildiğimiz kadarıyla bir kişi, sizlerin duyarlılığı ve bizlerin aracılığıyla dile getireceğimiz olumsuzluklar, sorumluluğunu çok iyi bilen kişi tarafından en kısa zamanda çözülecektir.

Başa Dön

BORSA-EKONOMİ-Serdar Düzenli
BORSADA GEÇEN HAFTA
Borsada beklentinin olmadığı sakin bir haftayı geride bıraktık. Önemli bir gelişmenin yaşanmadığı haftanın en dikkat çekici yönü işlem hacminin düşük olması ve piyasaya taze para girişi yaşanmaması oldu. Perşembe günü saat 10:30 sıralarında İstanbul'da yaşanan 4.8 şiddetindeki deprem borsada moralleri bozdu ve hisselerde ciddi satışların yaşanmasına neden oldu. Hafta sonunda açıklanacak olan Şubat ayı enflasyon rakamları gelecek haftanın göstergesi olacaktır. Teknik açıdan bakıldığında ise endeksin 10.800 - 11.300 puan seviyelerinde takıldığı ve bir süre daha buralarda oyalanacağı tahmin edilmekte.

BORSA ve PARA PİYASALARINDA GEÇEN HAFTA

 
21.02.2002
01.03.2002
% DEĞİŞİM
BORSA
11.165
11.470
+2.65
DOLAR
1.375.000
1.389.000
+1.00
EURO
1.201.000
1.206.000
+0.41
ALTIN
88.500.000
91.000.000
+2.74

BORSA OKULU - BÖLÜM 15
Emirde öncelik kuralları nelerdir?
Hisse senetleri işlemlerinde emirler karşılanırken önceliklerin belirlenmesinde aşağıdaki kurallar sırasıyla uygulanır
a) Fiyat Önceliği Kuralı:
Daha düşük fiyatlı satım emirleri, daha yüksek fiyatlı satım emirlerinden; daha yüksek fiyatlı alım emirleri daha düşük fiyatlı alım emirlerinden önce karşılanır.
b) Zaman Önceliği Kuralı:
Fiyat eşitliği halinde, sisteme zaman açısından daha önce kaydedilen emirler öncelikle karşılanır.
c) Müşteri Emirlerinin Önceliği Kuralı:
Fiyat ve zaman öncelikleri açısından eşitliğin sözkonusu olduğu emirler arasında müşteri emirleri, Borsa üyelerinin kendi nam ve hesaplarına verdikleri Borsa emirlerinden önce karşılanır.


ŞİRKET HABERLERİ:
KELEBEK MOBİLYA: Çıkarılmış sermayesinin %155 bedelli, %25 bedelsiz artırılması işlemleri 11.03.2002-09.04.2002 tarihleri arasında gerçekleştirilecek.
BORUSAN BORU: Ödenmiş sermayenin %200 bedelsiz artırılarak 6.300 milyar TL'den 18.900 milyar TL'ye yükseltilmesine karar verildi.
GÜNEŞ SİGORTA: Yönetim Kurulu 2001 yılı karından 5.500 milyar TL (%20,37) kar payının hisse senedi şeklinde dağıtılmasına ve dağıtım işleminin 29-30-31.05.2002 tarihleri arasında yapılmasını kararlaştırdı.
MARDİN ÇİMENTO: Çıkarılmış sermayenin %50 bedelsiz artırılmasına karar verildiği bildirilmiştir
SEZGİNLER GIDA: Yönetim Kurulu toplantısında, çıkarılmış sermayenin %400 bedelsiz artırılarak 4.820 milyar TL'den 24.100 milyar TL'ye yükseltilmesine karar verildiği bildirilmiştir.
METEMTEKS: Çıkarılmış sermayenin 3.675 milyar TL (%100) bedelli artırılarak 3.675 milyar TL'den 7.350 milyar TL'ye yükseltilmesine karar verildiği bildirilmiştir.

Başa Dön

DENGE-Av. Recai Yıldırım
Bizim Popçular
Geçenlerde bir ulusal televizyon kanalında, kendilerini ünlü sayan ve magazin izlencelerinin vazgeçilmez okuyucularından (şarkıcılarından, sanatçı demeye dilim varmıyor) üç-beş tanesi bir yarışma izlencesine katılmışlar. Yarışmanın bir sorusu "Şimdi izleyeceğiniz oyun hangi yöremizin?" Halk oyununu oynayacak oyuncular oyuna başladılar, bir süre sonra oyun durduruldu, sorusu soruldu. "Bu oyun hangi yöremizden?" Yanıt yok. Oyuna kalınan yerden devam edildi. Bazı ip uçları verildi. Aynı soru yinelendi. Doğru yanıt yok. Kimi "Diyarbakır" dedi. Kimi "Kars" dedi. Oyunun kaynağı olan ilin sınır komşuları olan; Afyon, Denizli, Antalya İlleri söylendi. Bizim anlı mı anlı, şanlı mı şanlı pop starlarımızdan yanıt yok. Soruyu bilemediler. Oyun "Teke Yöresi" oyunlarındandı.
Bunu izlerken içim burkularak, ilçemizin önemli kişiliklerinden rahmetli Osman Şevki OLGUN'un bir yerel televizyon kanalında kendisiyle yapılan bir söyleşide "Ben Köçek Mustafa'dan türkü çalmayana bağlamacı demem" sözlerini anımsadım. Osman Şevki OLGUN, sanatçı değildi. Ancak, neyin ne olduğunu bilen türkü sevdalısı bir sade yurttaştı.
Bir tarafta kendisini sanatçı görmeyen; fakat bir sanatçıyım diyen kadar halk müziğimizi bilen bir sade yurttaş, diğer yanda köklerini hiçbir zaman yaşadığı bu ülkeden almamış, adı üzerinde gelir-geçer müzik yapan ve kendini sanatçı sayan sabun köpüğü gibi sönmeye mahkum okuyucu takımı.
Okuyucu takımı diyorum. Alınan alınsın. Bunlar; çalışma izinleri için kolluk güçlerine gittiklerinde, kendilerine verilen izin belgesinde yaptığı iş kısmında "Okuyucu" yazar. Bunların eğitimi de yoktur. Üç-beş şarkı ezberlerler, çıkarlar sahneye ezberlerindekini okurlar. Biz de alkış tutarız.
Yeni sömürgecilik yöntemlerinin bir göstergesidir bu.
Ülkeleri topla tüfekle işgal etmek, savaşla toprak kazanmak zor zanaat masraflı da. Böyle olacağına, daha basit kolay ve bağımlılık yapan işleri o ülkeye sokarsınız olur biter.
En ucuzu da, kültürünüzü o ülkeye şırınga etmek. Adına; pop mu, metal mi, rock mu dersiniz bilemem ama en eğlenceli en masrafsız yöntemi bu. Bu işler için de mutlaka para gerekiyor. Gerekiyor ama yatırdığınız parayı da misliyle de geri alıyorsunuz. Yapacağınız, insanları kandırma (reklam) yöntemleriyle her koşulda malınızı satmak.
Elinizde yazılı, görsel basın da olduğuna göre işiniz daha kolay. Verirsin ilanı basına, basarlar haberini. Verisin reklamı televizyona, istediğin okuyucunu sözde sanatçını her gün yayınlanan magazin izlencelerine çıkartır, malını daha çok satarsın. Sizin koşullandırdığınız yolda yürürlerken, kendi öz benliklerini unuturlar. Öz müziklerini çağ dışı görürler. "Bu da müzik mi?" derler. Bu lafı ettirdiniz mi, iş bitmiş demektir. O ülkede istediğiniz gibi at oynatırsınız.
Unuttuğunuz bir şey var. Sizin bize şırınga etmeye çalıştığınız müziğin geçmişi belli, geleceği de.
Bizim müziğimizin kökleri binlerce yıl öncesine dayanıyor. Köklerimiz sağlam. Öyle üç-beş kendini sanatçıdan sayan okuyucu takımının çabalarıyla yıkılmaz. Ne kadar uğraşırsanız,uğraşın boşuna.
Osman Şevki OLGUN gibi düşünen sade yurttaşlar oldukça, biz de var olacağız. İçerdeki ve dışarıdaki yardakçılarınıza rağmen.
Sağlıkla kalın.

Başa Dön

YAZDI-Recai Şahin
Kadınlar Günü
Kadınlarla ilgili yazımıza bir soruyla başlayalım. Kadınların en tehlikeli yaşı hangi yaşıdır? Bu sorunun yanıtını yazının sonunda bulacaksınız.
Kadın, dişi cinsten erişkin kişi, evlenmiş kız, analık ve ev yönetimi bakımından gereken erdemleri olan insan tanımlanabilir. Yeni medeni yasamızla kadınlarımız layık oldukları yere biraz daha yaklaşmış oldular. Eskiden biz erkekler evin reisiydik, bundan sonra bizden iyi "apaçi", "komançi" reisi ya da kayıkçı reisi olur. Aile birliği birlikte temsil edilecek, geçim, konut seçimi birlikte yapılacak, onur kırıcı davranış boşanma nedeni sayılacak, en iyisi erkekler de nafaka isteyebilecek.
Kadın bir eğe kemiğinden yaratılmıştır. Bilirsiniz eğe kemikleri eğri ve hassastır, onu doğrultmaya kalkarsanız kırılabilir. Kadınlar ruhsal ve bedensel olarak kırılgandırlar. Onun için onlara hassas davranılmalıdır.
Dört çeşit kadın vardır:
l-Gıda gibidir, onu her zaman ararsın,
2-İlaç gibidir, gerektiğinde ararsın,
3-Hastalık gibidir, o seni arar,
4-Gıda, ilaç,hastalık gibidir, arar bulursun.
Bu arada kadınlarla ilgili birkaç genel bilgi de verelim:
İlk kadın milletvekilimiz, Erzurum milletvekili Nakiye Elgündür. İlk kadın muhtar da 1934 yılında seçilen Çine-Demirdere Köyü muhtarı Gül Hanımdır.
Bir ağustos dünya emzirme günüdür. Yirmiyedi ekim dünya nineler günüdür. Beş aralık ise kadın hakları günüdür. Nedendir bilinmez 1831 yılında yapılan nüfus sayımında yalnız erkekler sayılmış.
Gelelim kadınlar için söylenmiş sözlere.
"Size yaklaşan bir kadın, sizi beğendiğinden değil, bir başka erkeği kıskandırmak için etrafınızda dönüyordur"
"Güzel alımlı ve akıllı bir kadınla karşılaşma şansınız, sizden daha yakışıklı, daha zengin ve daha akıllı bir arkadaşınızın yanıdır."
"Kadın erkeği anladığı anda onun ne söylediğini dinlemekten vazgeçer."
"Kadınlar ya her şeyi unutur ya da her şeyi hatırlarlar."
"Evlilik denince kadınlar evlenme törenini, erkekler de delikanlılık yıllarını anlatırlar."
"Kadınlar kocalarına "senin için saçlarımı süpürge ettim" derler, bu bir yalan gibidir, siz hiç kadın saçından yapılmış süpürge gördünüz mü?
"Erkeğin mutluluğu 'istiyorum' der, kadının mutluluğu ise 'istiyor' der.(Nietzsche)
"Erkekte istikbal, kadında mazi aranır."
"Kadınların kocalarına tek evet dedikleri yer nikah masasıdır."
"Kadın şemsiye gibidir, damarına basınca açılır."
"Er kocarsa koç, kadın kocarsa hiç olurmuş." Lafa bak.
"Kadını her zaman döv, sebebini sen bilmesen de o bilir." (Çin atasözü)
"Kadının saçına , erkeğin bıyığına, atın kuyruğuna dokunulmazmış."
"Erkekler kadınlardan üstündür, iyi kadınlar itaatlı olurlar" (Nisa suresi 34)
"Ancak erkeklerin kadınlardan bir üstün dereceleri vardır." (Bakara suresi 228)
" Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etme." Ayıp, ayıp.
"Erkek gözüyle, kadın kulağıyla severmiş." Şimdi kulaklarınızı iyi açın ve dinleyin: SİZİ SEVİYORUZ.
Hep merak etmişimdir, birçok "horoz" havası var da niye hiç tavuk havası yok.
Gelelim kadın erkek eşitliğine. Ben bu eşitliğin olduğunu görmedim, olacağını da bilemiyorum. En basitinden bir pazara gidilir parayı hanım verir fileyi erkek taşır.
Boks yaparlar, hatta güreşirler bile. Futbol bile oynuyorlar şimdi, ama erkekler gibi ofsayttan gol atabiliyorlar mı? Olsun her şeye karşın biz onları çok ama çok seviyoruz.
(Baştaki sorunun yanıtı: Gözyaşı)

Haftanın Fıkrası
Temelle Fadime kırk yıl nişanlı kalmışlar. Bir gün Temel:
-Fadime, kaç yıldır nişanlıyız artık evlensek iyi olur demiş. Fadime de:
-Geçti gayri temel şimdiden sonra bizi kim alacak demiş.

Başa Dön


TARİHİN SÜZGECİNDEN-Av. Ömer Karayumak

Beklenen Sonuç
Yine "Ermeni Soykırım İddiaları"

24 Nisan'a daha iki ay var. Ama tamtam çığlıkları yeniden çalmaya başladı.
Geçen sene Mart ayında Fethiye'de vermiş olduğumuz "Osmanlı arşiv belgelerine göre Ermeni soykırım iddialarına cevaplar" isimli konferansımızda söylediğimiz acı gerçekler birer birer ortaya çıkmaya başladı.
O zaman demiştik ki; "Ermeni soykırım iddiaları tarihin tamamen ters-yüz edilmesi olayıdır. Soykırıma uğrayan bir milletin soykırım iddiası ile suçlanmasıdır. Bu olay ŞARK MESELESİ'nin bir devamıdır. Sadece Fransa'nın tanıması ile kalmayacak, sırasıyla Avrupa'nın tüm devletleri, Almanya'sı, İngiltere'si, Belçika'sı, Hollanda'sı diğer yanda Amerika'sı ile tüm Avrupa Birliği devletleri sıraya gireceklerdir. Yakın bir zamanda yepyeni oyunlarla Türkiye'nin başına öyle oyunlar örülecektir ki; Türkiye hala uyumakta olduğu gaflet uykusundan uyanıp gerekli önlemleri almadığı müddetçe bu soykırım iddiaları Türkiye'nin başını daha çok ağrıtacaktır.
Basından ve TV'lerden de izlediğimiz gibi beklenen sonuç gerçekleşti ve Avrupa Parlamentosu "Ermeni Soykırım İddiasını" çoğunlukla kabul etti. Konunun uzmanları için b u sonuç bir sürpriz değildi. Avrupa devletleri sırasıyla görevlerini yapacak, "Şark Meselesi" dediğimiz tarihin en uzun süreli oyununu oynamaya devam edeceklerdir.
Bu Avrupa'nın görevi ama, Türkiye'yi idare edenlerin düşüncesizliğine ne demeli? Hala bol keseden palavralar sıkan, tarih bilincinden yoksun politikacılara sosyal siyaset anlayışından, strateji biliminden, uluslar arası politika sisteminden uzak bir düşünce yapısıyla devleti idare ettiğini zannedenlere ne demeli?
Ve hala "Avrupa Parlamentosu'nun aldığı kararların bir gerçekliliği yoktur. Onların almış olduğu hiçbir karar bizi bağlamaz" diyebilecek karar milletlerarası hukuktan, Lahey Adalet Divanı kararlarından, uluslar arası siyasi antlaşmalardan habersiz dışişleri monşerlerinin demeçlerine ne demeli?
Dahası var...
Amerika'dan Afganistan'a, Çin'den Hindistan'a Malezya'dan Papua Yeni Gine'ye kadar belki de hiç görmedikleri ülkelerin ulusal ve uluslararası uyuşmazlıkları hakkında ahkam kesen strateji uzmanlarına, o kanaldan bu kanala koşup duran, televizyonlarda boy göstermek için çalmadık kapı bırakmayan kocaman kocaman unvanlı bilim adamlarına, Türkiye'nin siyasetine yön gösterdiğini iddia eden, siyasi geleceğini belirlediğini zanneden köşe yazarlarına ne demeli?
Bunların bu kadar suskun, bu kadar sessiz, bu kadar kayıtsız ve vurdumduymaz davranışlarına ne demeli?
Sizi bilmiyorum ama, bana kalırsa bütün bu kişileri bir araya toplayıp artık yakında Avrupa'nın bütün devletlerinde, büyük şehirlerin en ünlü sinemalarında vizyona girecek olan hatta belki de Oscar'a aday gösterilecek olan "Ararat" filminin galasına götürmek isterdim.
İsterdim ki, bütün çabalarımıza, bütün gayretlerimize, yazıp çizmelerimize, şehir şehir dolaşıp vermekte olduğumuz seminer ve konferanslara rağmen hala meselenin vahametine, ciddiyetini anlayamayan, hala kılını bile kıpırdatmayan, oturdukları marakon koltuklardan kalkıp da etraflarına bakmayan bu insanlar, rahat koltuklarında bu filmi izlerken Ermeni soykırım iddialarının nerelere kadar uzandığını, hangi dost (!) devletlerin korumacılığı altında hangi devletler tarafından nasıl finanse edildiğini, nasıl bir propaganda yapıldığını Türkiye'nin uluslar arası arenada nasıl bir yere oturtulmak istendiğini bir nebzecikte olsa anlayabilsinler... Ve de "Bizi bağlamaz" diye ciddiye almadıkları Avrupa Parlamentosu kararlarının Türkiye'yi nasıl içinden çıkılmaz bir batağa saplayacağını kendi gözleri ile görebilsinler.
İsterdim ki; bir milletin geleceğini ilgilendiren çok önemli bir konuda o milletin aydınlarının suskun ve sessiz kalmasının, yetkilerinin vurdumduymaz olmasının, mülki, idari ve askeri uzmanlarının ortak bir strateji belirleyememelerinin, bürokratlarının inisiyatif sahibi olamamalarının, sivil toplum örgütlerinin bilgisizlik ve çaresizlik içinde bulunmalarının o milletin hayat damarlarını nasıl koparttığını anlayabilsinler...
Kabul edelim ki; bu çok önemli konuda bile devletin ortak milli bir politikası maalesef yoktur. Tatbik edilen günlük stratejiler çoğu zaman uygulamadaki bilgisizlik ve yanlışlıklar nedeniyle faydadan çok zarar vermektedir.
Tarihe mal olmuş bir konuda göz göre göre tarihin seyri değiştirilirken konunun çözümü hala ucuz politikalar ve şövenist nutuklarda aranmaktadır. Oysa tarihe mal olmuş konuların ancak tarihi araştırmalar sonucu sadece tarihçiler tarafından çözüleceği bilinen bir gerçektir. Ne var ki ülkemizde tarih araştırmacılarının yazdıkları kitaplara, yaptıkları araştırmalara itibar bile edilmemektedir. Yayınlanan kitaplar okunmamakta okutulmamaktadır. İlk öğretimden üniversiteye kadar ne öğrenciler ne de öğretmenler ülkemizin geleceği ile ilgili bu kadar önemli bir konuda bile aydınlatılmamaktadır. halkı ise hiçbir şey bilmemekte, kime ve neye inanacağına karar verememektedir. Halkı aydınlatacak ulusal seminerler, paneller, konferanslar yapılmamaktadır. Araştırma enstitüleri maddi yetersizlik nedeniyle yayın yapamamakta, gazete, dergi ve kitaplar neşretmek bir yana resmi raporlarını bile yayınlayamamaktadır.
Böyle bir durumda daha ne bekleyebilirler ki? Ucuz siyasi nutuklardan, ucuz sanal kahramanlıklardan başka?
Bu konuyu enine boyuna işlemeye devam edeceğiz.

Başa Dön

BİRİKİM-Ünal Şöhret Dirlik
Folklorun Kapı Aralığından

Değirmenin Kapısına İmza Atmışsın

Kel Veli ile Değirmenci Bekir, olmadık bir mesele yüzünden köy meydanında ağız dalaşına tutuşmuşlar. Ağız dalaşı tokatlaşmaya varınca; çok öfkelenen Değirmenci Bekir, Kel Veli'ye bir-iki okkalı tokat patlatmış. Araya girenler kavgayı ayırmışlar. Kavga bitmiş, Kel Veli yediği bir-iki tokatla kalmış.
Kel Veli bir-iki gün sonra değirmenin kapalı olduğu bir sırada dış kapıya kömürle kocaman bir "eşek" yazmış.
Değirmenci Bekir bu yazıyı okumuş. Kömürle üstünü karalayıp, okunmaz hale getirmiş. Cuma günü caminin önünde Kel Veli'yi görünce:
"-Ula Kel! Benim değirmenin kapısına imza atmışsın. Gidip silmezsen bu sefer eşek sudan gelinceye kadar döverim, hem kimse seni elimden alamaz, haberin olsun" demiş. Kel hiç sesini çıkarmamış, pabucun pahalı olduğunu anlamış. Ertesi gün gidip yazdıklarını bir güzel silmiş.

Pireler de Yandı Ya!
Pireler de Yandı Ya!

Gökoğlanın karısı Elifçe, sabah erkenden kalkmış. Bir tutam çıra yakmış, dana ile ineği yemlemek için ahıra girmiş. Ahırın bir kenarı samanlık olur çoğu köyde.
Kadıncağız hayvanları yemledikten sonra eve dönmüş. Ama sıçrayan bir kıvılcım samanların üzerine düşmüş. Elifçe farkına bile varmamış.
Aradan on dakika ya geçmiş ya geçmemiş, alevler ortalığı sarmış, gökyüzüne yükselmeye başlamış. Bereket versin sabah namazına gitmekte olanlar bağırıp-çağırıp köylüleri hareketlendirmişler. Dana ile sığırı çıkarmışlar, yangının etrafa yayılmasını önlemişler.
Bir de bakmışlar ki, Gökoğlan ellerini havaya kaldırmış, şakır şakır oynuyormuş. Yanına varmışlar, hem oynuyor hem de:
"Samanımı deşeleyen fareler de yandı ya!"
"Bacaklarıma ağan pireler de yandı ya!"
"Sarı danayı sokan yılan da yandı ya!"
deyip, deyip parmaklarını şıklatıyor, kendi bildiği bir düzenle oynuyormuş. Sarı Süllü iki tokat atmış ta aklını başına getirmiş, Gökoğlan oynamayı vazgeçmiş.
"Aklından çıvdırayazmış Gökoğlan" diye bir zaman öykündüydü köylüler...

Ohooooo!
Yaşlı sivrisinek, genç sivrisineğe demiş ki:
"Siz genç sivrisinekler çok şanslısınız valla! Biz gençliğimizde genç kızların ellerini, ayaklarını ve yüzlerini sokabiliyorduk.
Oysa şimdi siz: Ohooooo!

Başa Dön

TARIM DÜNYASI-Atila Büyükpapuşçu
Bitkilerde Gübreleme
Birim alandan elde edilen ürünü kısa zamanda artıracak en önemli etken gübredir. Ülkemizde tahıl topraklarının hemen hemen tümü temel besin maddeleri olan N (Azot) ve P (Fosfor) bakımından fakirdir. Bunu içindir ki tarla bitlilerine atılacak gübrelerin cinsi, miktarı ve atılma zamanı önem teşkil etmektedir.
Fosfor; Kültür bitkilerinin gelişmelerine ve verimine önemli etkilerde bulunmaktadır. Fosforlu gübreler bitkilerin kök gelişiminde olan olumlu katkıları bu gübrenin ekim ve dikimle birlikte verilmesi gerekmektedir. Fosfor aynı zamanda başaklanma ve çiçeklenmeyi çabuklaştırmakta, erme devrelerini kısaltmaktadır. Böylece fosfor, bitkilerin daha erken hasat olgunluğuna gelmelerini sağlamaktadır.
Azot; Bu besin maddesi vegetatif gelişmeyi yani fiziksel gelişmeyi hızlandırmakta, tahıllarda kardeşlenmeyi arttırmaktadır. Bu gübreler bitkinin ihtiyaç duyduğu devrelerde ayrı ayrı verilmeleri gerekmektedir. Bitkiye verilecek azotlu gübrenin 1/3 ü ekimle, 1/3 ü ekinin sapa kalkma safhasında ve 1/3 ü çiçeklenme zamanında verilmelidir.
Kimyevi gübreler bitkilere, serperek, Özel ekipmanlarla tohumdan ayrı olarak banda verme gibi yöntemlerle gübreleme yapılmaktadır.
Tahıllarda gübre tohumun 2-3 cm açığına ve banda verilmeli,
Meyve veren ve gelişmekte olan ağaçlarda gübre bitkinin köküne değil taçlanmanın olduğu dairesel alana verilip toprağa karıştırılmalıdır.
Sebzelerde kimyevi gübreler genellikle suyla birlikte verilmektedir.
Kimyevi gübrelerin verilme miktarları ve zamanları yapılacak toprak, yaprak ve benzeri tahliller neticesinde belirtilen doz ve miktarlarda kullanılmalıdır.
Sağlıklı ve bol kazançlı bir yaşam dileği ile saygı ve sevgiler.

Başa Dön

VERGİ DÜNYASI-S. Muhasebeci Erden Özkan
Vergiler Nereye Gidiyor
Türkiye, 1994-2000 yılları arasında 215,9 milyar dolar vergi toplamıştır.Toplamış olduğu bu vergilerin 138,1 milyar dolarını borç faizine aktarmıştır. Ülkemizin vergi gelirleri eldeki verilere göre 2001 ve 2002 yılları da dahil edildiği zaman 1994-2002 yıl döneminde 279,3 milyar dolar olacak, buna karşın faiz ödemeleri de 194,9 milyar dolara ulaşacaktır. 2002 yılı programı verilerinden yapılan hesaplamalara göre 1994-2000 döneminde Ülkemiz 1 trilyon 276,9 milyar dolarlık milli gelir elde etmiştir.
Bu dönemde 215,9 milyar doları vergi olmak üzere 270,1 milyar dolar gelir elde eden devlet toplam 371,1 milyar dolar harcama yapmıştır. Bu harcamanın 138,1 milyar doları bizzat borç faizlerine harcanmıştır. Buradan şu sonuç çıkmaktadır; devlet, vergi gelirlerinin % 64'ünü faiz ödemelerine verdi.
Bu yılki gerçekleşme tahminlerine göre de, devlet 31,3 milyar dolar vergi toplayabilecekken, faize 33 milyar dolar para ödeyecek. Faizin vergi gelirlerine oranı %105,4 olacaktır. 2002 yılı programına göre 2002 yılında faiz ödemeleri 23,8 milyar dolara inecek.Vergi gelirleri 2002 yılında 32,1 milyar dolar olacak ve faiz ödemelerinin vergi gelirlerine oranı yüzde 75,1 e inecek.
Bu tabloya 2001 gerçekleşme tahminleri ile 2002 program hedefleri eklendiğinde milli gelir 1 trilyon 582,6 milyar dolara ulaşacak. Devlet bütçedeki açıkları kapamak için borçlanmalara devam edecektir. Bu borçlanmalar sonucunda 2020 yılında kişi başına düşen borç miktarı 86,115 dolar olacaktır.
İzmir Ticaret Borsası'nın yaptığı "Borçlanma Nereye Kadar " başlıklı araştırmadan çıkan sonuçlar bir hayli iç karartıcıdır.
Araştırma neticesinde mevcut trend sürerse 2020 yılında kişi başına düşen borç miktarı 86115 dolara yükselecektir.
Tüm bu bilgilerden de anlaşılacağı üzere ülkemizde toplanan vergiler siyasi iktidarların basiretsiz ekonomik yönetimleri sonucu faiz borçlarını dahi karşılayamayacak duruma gelecektir.

*Rakamsal bilgiler kaynağı: Yaklaşım Yayınları

Başa Dön

TANSİYON-Uz. Dr. Mustafa Ulusoy
Aile Bağları
Yazının başlığına bakıp televizyonda izlenen diziden bahsedeceğimi düşünmeyin. Ben, yaşamımızda çocuklarımızın sağlıklı yetişebilmeleri için gerekli olan ortamdan yani sağlıklı aile ortamından bahsetmek istiyorum. Çocuk, ilk olarak ana rahminde iken sağlıklı bir ortamda olur. Doğumdan sonra da bizlerin yaşadığı dünyada kendine bir yer edinmeye başlar. Anne ve baba işte burada çocuğun sağlıklı bir gelişme içine girebilmesi için uygun ortamı hazırlamaya çalışır. Tüm uğraşıları daha sonra gölgesinde yaşayabilecekleri bir ağacı yetiştirmektir. Çocuk ta bu ortamdan faydalanarak gelişmeye başlar .Aileler kendi yaşam biçimlerine uygun olarak hazırladıkları ortamda gelişmekte olan çocuğun olası sapmalarına karşı tedbirlerini alırlar.
Tüm bunlar her anne babanın yapmaya uğraştığı ve becerileri oranında da başarılı oldukları işlerdir. Ancak anlattığımız sadece bir ailedir. Ulus ise milyonlara varan ailelerin bir arada yaşaması ile oluşur. Eğer; ülkede yaşayan aileler sağlıklı ise, doğal olarak ülkenin ekonomisi,yönetimi ve aileler arası ilişkileri de sağlıklı olacaktır.
Bizim ülkemize baktığımızda, çocukları ile en çok ilgilenen ailelerin Türk aileleri olduğu, onların herhangi bir yaş sınırlaması olmaksızın her türlü dertleriyle her yaştan anne babanın ilgilendiği ender ülkelerdeniz. Hal böyle olunca, ülkemizin de çok iyi yönetilmesi, ekonomisinin en üst düzeyde iyi olması gerektiği sonucu doğuyor; ama gerçeğe baktığımızda bunun böyle olmadığının farkına varıyor ve hayal kırıklığımız da o denli büyük oluyor.
Acaba diye düşünmüyor insan; çocuklarımızı yetiştirme tarzımız mı yanlış,yoksa biz bu çocukları iyi yetiştiriyoruz ancak bir yerlerde bu çocukların sağlıklı beyinleri bozuluyor mu?
Ben çocuklarımızı iyi yetiştirdiğimiz düşüncesindeyim; ancak ulus kültürünü, tele-vole kültürü üzerine oturtmaya çalışan bir kesimin de bu iyi yetiştirdiğimiz çocukların düşünce sistemlerinde bozukluklar yarattığına da inanıyorum. İstanbul'da yaşayan ve sayıları birkaç yüz kişi ile sınırlanabilen bir zümrenin hayat tarzlarını allayıp pullayıp akıllarda çelişkiler yaratarak, ailelerin verdikleri ile çocukların gördükleri arasında uçurum yaratmak ve bu yaşam biçimini egemen kılmak ideolojisi sanırım 21. yüzyılın emperyalist düşünce biçimi olarak şekillenmeye başladı.

Başa Dön

HOŞ SEDA
Bu sayımızda Hoş Seda köşesi yayınlanmamıştır.

Başa Dön

DİYALOG-Ufuk Emek
Başkalarından Ne Beklersiniz?
Geçen haftaki yazımda bu soruya siz başkalarından ne bekliyorsanız, başkaları da sizden onu bekler diye yanıt vermiştik.
Başkalarıyla iyi ilişkiler kurmak için illa bir sihirli formül isteyenler içinde bir takım ana başlıklar sıralamıştım.Karşınızdakinin yansıttığı kişiliği kabul edin, karşınızdakini asla utandırmayın, onlara sık sık övgü ve onay sözcükleri söyleyin, insanları dinleyin demiştim ya bu hafta size birkaç anahtar daha aktarmaya çalışacağım.
Karşınızdakine size yardım etme fırsatı verin
Birinin kendisine ihtiyacı olduğunu bilmek herkesi mutlu eder. Çünkü böyle anlarda kendimizi ve gücümüzü kanıtlayabilme, başarımızı gösterme ve övgüler duyma fırsatını yakalamış oluruz.
O zaman ne yapmalı? Karşınızdakilere size ve çevrelerine yardımcı olabilecekleri fırsatlar yaratın.Ona ne kadar ihtiyacınız olduğunu söyleyin.Böylece ona hem güvendiğinizi hem de önem verdiğinizi göstermiş olursunuz.
Giyiminize ve dış görünümünüze dikkat edin
Bir Alman atasözü der ki " Kralı kral yapan üstündeki elbisedir."
Maddi durumunuz ne olursa olsun, temiz, düzenli, bakımlı ve iyi giyimli olabilirsiniz. Derler ki insanın kendine bakımı, kendine olan saygısıdır.Siz, bakımınıza ve dış görünümünüze özen gösteriyorsanız, başkalarından da saygı görürsünüz. Üstelik iyi giyindiğiniz, erkekseniz tıraşınızı olduğunuz, kadınsanız saçınızı ve makyajınızı yaptığınız gün kendinizi daha iyi hissedersiniz.Bu ruh durumunuz da karşınızdakilerle kuracağınız ilişkilere olumlu yansır.
İnsanlar karşılarındaki kişiyi ilk gördükleri anda bir kalıba oturtur ve ona bir değer biçer. Siz kendinizi hangi değere layık görüyorsanız, ona uygun bir dış görünüşe sahip olmak için çaba harcayın. Karşılığını fazlasıyla alacaksınız.
Güzel konuşun
İşiniz, yaşınız ne olursa olsun, güzel bir Türkçe, doğru vurgu ve doğru tonlamalarla konuşursanız, insanların ister istemez dikkatlerini çektiğinizi gözlemleyeceksiniz. Kendinizi daha iyi ifade edecek, adeta şiir okur gibi dinleyenleri etkilediğinizi göreceksiniz. Harfleri, heceleri, sözcükleri doğru telaffuz etmek güzel konuşmanın ana unsurlarından biridir. Şimdi hazır yeri gelmişken, bazı söyleyiş yanlışlarından örnekler de verelim.
Artırmak : Genellikle arttırmak deniyor.Bu yanlış. Sözcük, eklemek anlamındaki "artı" dan gelir.Doğrusu artırmak'tır.
Defile :Bazı kişiler "fi" hecesini uzatıyor.Oysa bu sözcükte hiçbir hece uzamaz.
Lakap :Yanlış söylenen bir başka sözcükte bu.Bazıları " la" hecesini uzun söylüyor.Yanlış.Sözcük ek aldığında bile hiçbir hece uzamaz.
Resm-i Geçit :Pek çok kişi "mi" hecesini uzatıp Resmi: Geçit olarak okuyor.Türkçe'de yaygın şekilde yanlış söylenen bu sözcük yerine, öz be öz Türkçe olan "Geçit Töreni" ni kullansak daha iyi değil mi?
Yarın : Belki de en çok duyduğum yanlış söyleyiş bu. Hemen herkes "ya" hecesini uzatıp, Ya:rın şeklinde söylüyor. Doğrusu hiçbir heceyi uzatmamaktır.

Manastırda Yakınmaktan Hoşlanmazlar
Konuşmayı pek sevmeyen bir adam manastıra kapanmıştı.Manastırdaki papazlarda adama yedi yılda bir konuşma hakkı verdiler.Aradan yedi yıl geçtikten sonra, başpapaz adamı çağırdı ve söyleyeceği bir şey olup olmadığını sordu.Adam yalnızca "Yerler çok soğuk" demekle yetindi.Başpapaz "Odana çekilebilirsin" dedi.Aradan bir yedi yıl daha geçtikten sonra başpapaz, adamı bir kez daha çağırdı huzuruna ve bir şeyi olup olmadığını sordu yine. Adamın ağzından üç sözcük çıktı: "Yemekler çok kötü".Başpapaz canı sıkkın "Tamam" dedi. "Odana çekilebilirsin" Aradan bir yedi yıl daha geçip adam manastırdaki yirmibir yılını doldurduğunda, papazların huzuruna bir kez daha çağrıldı.Söyleyecek bir şeyinin olup olmadığı sorulduğunda, adam kesin bir ifadeyle kararını bildirdi. "Evet. Söyleyeceğim bir şey var" dedi. "İstifa ediyorum".Başpapaz hiddetle yumruğunu masaya vurdu. "Zaten bekliyordum bu kararını" dedi. "Bekliyordum çünkü geldiğin günden beri yaptığın tek şey hep şikayet, hep şikayet..."

Binlerce kilometrelik bir yol bile tek bir adımla başlamak zorundadır.
Lao Tsu


Başa Dön

TURİZM-Dilek Dinçer
Turizmde Tüketici Hakları
4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Yasa, 23 Şubat 1995 tarihinde kabul edilerek, 1996 yılı eylül ayında yürürlüğe girmiştir. Böylelikle ülkemizde " Tüketici Hakları " yasal güvence altına alınmıştır.
Dünyadaki ilk tüketici hakları hareketi 1928 yılında,Amerikan Standartlar Bürosu'nda, ürünlerin kontrolleri için yapılan test sonuçlarının; "Tüketici Raporu" adıyla yayınlanması ile başlamış ve 1960 sonrasında, giderek ivme kazanmıştır. ABD Başkanlarından Kennedy'nin, Temsilciler Meclisinde bu konuya geniş yer verdiği,15 Mart 1962 tarihinden sonra, 15 Mart, "Dünya Tüketici Hakları Günü" olarak kutlanmaya başlanmış. Batılı ülkelerde tüketicilerin bilinçli ve örgütlü yaklaşımları, bir mal veya hizmetin kalitesi ve ekonomik değerini sorgulayan tutum ve davranışları, üreticiler ve satıcılar üzerinde baskı unsuru oluşturmuş ve tüketici taleplerini dikkate almaları kaçınılmaz olmuştur. Bilinçli tercihlerini, örgütlü güçleriyle duyuran tüketiciler, kaliteli üretimin temel dinamiği olmuş, bu hareketlerin sonucunda 1985 yılında, Birleşmiş Milletler tarafından, sekiz başlık altında toplanan "Evrensel Tüketici Hakları" kabul ve ilan edilmiştir.Sağlık ve güvenliğin korunması, temel gereksinimlerin karşılanması, ekonomik çıkarların korunması, bilgilendirilme, eğitilme, tazmin edilme, sağlıklı bir çevrede yaşama ve temsil edilme haklarını içeren bildirge ile tüketiciler, evrensel haklarına kavuşmuşlardır.
Bu konuda yazmaya karar verdiğimde, tüketici haklarının tarihsel gelişim süreci bana çok çarpıcı geldiğinden sizlerle paylaşmak istedim. Oysa; ülkemizde bu kavram daha yeni yeni gündeme gelmeye başladı. Son yıllarda; gazetelerin, dergilerin ekonomi sayfalarında, tüketici köşelerine de yer ayrılmakta...
Ulusal televizyon kanallarında tüketicinin bilinçlendirilmesi amacı ile konunun uzmanlarının katıldığı programlar sunulmakta...Elbette toplum olarak bunlardan yararlanıyoruz ama hakkımızı arama konusunda yeterince mücadeleci olduğumuz söylenemez...
Günümüz turizm sektöründe; turist tüketici, öncelikle seyahat acentelerine başvurarak tatilini programlamakta. Ciddi acenteler, müşterileriyle imzaladıkları turistik gezi sözleşmelerindeki hükümleri titizlikle yerine getirip, turistin iyi bir tatil geçirerek, iyi izlenimlerle ayrılmalarını sağlamaktalar.
Oysa madalyonun diğer yanında yer alan, günü kurtarma derdindeki,sıradan acenteler, konforsuz ulaşım, konaklama tesislerinin yetersizliği, kalitesiz hizmet sunumu, gezi programlarında tek taraflı, keyfi değişiklikler, turisti alışverişe zorlamalar, ek masraflar çıkartarak, katılımcıları mağdur etme vb. pek çok sıkıntılı durumlara yol açmaktalar.
Reklam araçlarında ve yüz yüze görüşmelerde anlatılanlarla ilgisi olmayan,farklı bir ortamda kendini bulan turist, çok büyük bir hayal kırıklığına uğramakta,bütün bir yıl hayali ile yaşadığı tatili, kabusa dönüşmekte.
4077 Sayılı Yasa'nın; " Tüketicinin Korunması ve Aydınlatılması" başlığı altındaki 4. maddesi ile reklam ve ilanların yasalara ve genel ahlaka uygun,dürüst ve doğru olmaları esası ile ilgili 16. maddelerindeki bağlayıcı hükümler ve 25. maddesindeki caydırıcı para cezalarının turizm sektörüne de uyarlanması gerekmektedir.
Bu bağlamda, yıllardır ilçemizde yaşanan pek çok sıkıntılı duruma tanık olduk. Bundan hem ilçemiz, hem de ülke turizmi zarar gördü. Artık hem işletmecilerin hem de tüketicilerin eğitilmesi ve bilinçlendirilmesi gerekiyor. Yabancılar haklarının bilincindeler ve en küçük yanlışlığın bedelini fazlası ile son kuruşuna kadar ödetiyorlar.
Çok önemli ve geniş kapsamlı olan bu konuya gelecek sayıda devam edeceğim.

Başa Dön

SPORTMENCE-Erol Dolu
Sayın Fikret Ünlü'ye Açık Mektup

Sayın Bakanım,
Sizin isminizi ilk defa 1978 yılında Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü görevine atandığınızda duydum. Bende o yıllarda Muğla bölgesinde atletizme başlamıştım. Öğrencisi olduğum Muğla Teknik Lise Makine Bölümü'nde okuyordum. Sizin bu gün seçim bölgeniz olan Karaman'dan Beden Eğitimi Öğretmenimiz İhsan Narin bizim okula gelmişti. Sizi oylardan tanıyormuş. Bir gün beden eğitimi dersimizde konu spor teşkilatından açılmıştı. Bize Türkiye'de spor işlerine bakan devlet kurumu Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü ve illerde de Beden Terbiyesi Bölge Müdürlüklerinin ilçeleriyle beraber spordan sorumlu olduğu (Bu günkü ismiyle Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü ve buna bağlı illerde Gençlik ve Spor İl Müdürlükleri) ve Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü'ne yeni atanan genel müdürü Fikret Ünlü'nün sporun içinden gelen bir beden eğitimi öğretmeni ve aynı zamanda Türkiye'de spor kültürünü iyi almış ve kendini bu konuda yetiştirmiş bir spor adamı olduğunuzu uzun uzun anlatmıştı. Ayrıca o yıllarda Türk Sporu için de yaptığınız yararlı çalışmalarınıza ulusal basın oldukça yer veriyordu. Bizlerde sporun içinde o yıllardan bu yana bulunan birisi olarak bunları okuyorduk. Sizler genel müdürlüğünüz döneminde spor federasyonları başkanlığına spordan yana olan isimleri atamıştınız. Ayrıca sizleri daha sonraları önemli bir spor örgütü olan Amatör Sporcular Derneği'nden tanıyorduk. O yıllarda bende Muğla Bölgesi'nden İzmir Amatör Sporcular Derneği'ne üye olan tek sporcuydum. Sizleri hep yanı başımızda benimseyerek izliyorduk. Zamanın Gençlik ve Spor Bakanı Yüksel Çakmur'la anlaşmazlığa düşüp görevinizden alındığınız zaman tüm spor camiası sizinle beraber oldu. Bazı spor federasyonu başkanları görevlerinden istifa ettiler. O yıllarda bende bu durumu yazı yazdığım Muğla Devrim Gazetesi'nde yazmıştım. Bu gün bu yazı hala arşivlerimde kayıtlıdır. Sizler 1981 yılında Galatasaray'ın büyük ismi ve Türk sporunda örnek alınacak bir isim olan Metin Kurt'un Genel Yayın Yönetmenliği'ni yaptığı "Sportmence" adlı spor dergisinde yazdığınız o ateşli yazılarınızı severek okuyorduk. 1985 yılı 19 Mayıs'da bizler 19 Mayıs Maratonu için Samsun'a gitmiştik. 19 Mayıs sabahı Samsun'da kapalı spor salonu önünde yarışın başlangıç yerine gitmek için beklerken ben sizi orada bulunan bir otelin önünde gördüğümde yanınıza yanaşarak "Siz Fikret Ünlü'sünüz demi" dediğim zaman yakınlık duyup sohbet ettiğimiz ve beraber spor salonuna kadar yürüyüp konuşarak gelmiştik. Sizde o gün konuşmacı olarak Samsun'a gençlikle ilgili bir toplantıya katılacaktınız.
O yıllardan bu yana sizinle yüz yüze yakından tanışıyoruz. Bazen Ankara'da, bazen Kaş-kalkan'da bulunan yazlığınızda, ara sırada yolunuz Fethiye'ye düştüğünde Fethiye'de beraber olup sohbet ediyorduk.
Sayın Bakanım,
Yıllardır Fethiye ve Muğla bölgesinde atletizm sporu ile ilgileniyoruz. Ulusal ve zaman zamanda uluslararası yarışmalara katılıyoruz. Bunun yanında diğer amatör spor dallarında arkadaşlarla beraber oluyoruz. Sizinde bir bakan olarak sözünü ettiğiniz gibi ülkemizde amatör spor dalları istenilen düzeyde değil. Bir bölgede eğer o bölgenin sportif faaliyetlerini yönetmekle görevli Gençlik ve Spor İl Müdürlükleri spora önem vermezse tabiki Türk sporu gelişmez. Ben Muğla ve ilçelerinde yıllarca yazılı basınımızda bu konuda yazılarda yazdım. 1996 yılında Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü tarafından Anadolu Basını Özendirme yarışmasında yılın spor yazarı ödülünü aldım. Muğla Gençlik ve Spor İl Müdürü Feyyaz Yıldırım bölgemizde amatör spor dallarına önem vermemektedir. Sadece atletizm camiası değil diğer spor çevreleri de bu il müdüründen memnun değildir. 17 Şubat 2002 tarihinde Trabzon'da yapılan Uluslararası Trabzon Yarı Maratonu'na katılmak için 3289 sayılı yasanın 29 maddesine göre tarafıma bir yazı yazılması için Muğla Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü'ne müracaat yapsam da Muğla Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü tarafından gereği yerine getirilmemiştir. Eğer bu il müdürünün bize karşı olumsuz davranması onun Muğla ve ilçelerinde spor ortamlarına vermediği değeri eleştirmemizdense biz onu eleştirmeye ve ona karşı olmaya devam ediyoruz. Diğer Muğla bölgesi atletleri de kendisinden yakınmaktadır. Konuyu bir araştırıp bilgi sahibi olmak isterseniz spor camiası açısından Muğla bölgesinde iyi olacaktır.
Amatör sporun içinden bakanlık alın teri göz nuru dökerek bileğinin hakkıyla giden bir bakan olarak konuya duyarlı olacağınıza olan inancımızla selam eder, saygılar sunarım...

Başa Dön