|
|
BAŞYAZI
Lanet Olsun!
Geçen hafta Özel Letoon Hastanesi'ne sağlık sayfası için gittiğimizde,
hastanenin girişinde bir grup insanın genel görünüşlerinden büyük bir
acının yaşanmakta olduğunu gördük.
Gruba yaklaştığımızda yeğenlerinin trafik kazasına maruz kaldığını öğrendik.
Bir minibüs şoförü şehir içi azami hız sınırını aşıp, iki çocuğa çok hızlı
bir şekilde çarpıp, çiğnemiş. Çocuklardan biri ölüm-kalım eşiğinde yoğun
bakımda yatmakta.
Bire bir yaşadığımız bu olay, geçmişte her birimizin yaşayıp da bir kenara
attığımız olayların dışavurumu olabilir. Mağara kültüründen kent kültürüne
geçmekte olduğumuz süre içinde bir çok olumsuz olaylarla he gün karşı
karşıya gelmekteyiz. Başta minibüslerin her saniye ihlal ettikleri şehir
içi trafiğinde her birimizin yüreğini ağzına getiren magandalıklar karşımıza
çıkıyor. Bir yolcu almak için veya yolcu indirmek için kavşaklarda hatta
yolun ortasında sinyalsiz aniden yolun ortasında duran veya kalkış yapan
minibüsler, sözüm ona var olan İlçe Trafik Komisyonu tarafından görmemezlikten
geliniyor, bu konuda bire bir sorumlu olan denetleyici birim tarafından
umursanmıyor.
Bu konuda geçmişte dile getirdiğimiz, gelecekte dile getireceğimiz konu
ve olaylar karşısında davalara maruz kalabiliriz. Varsın olsun. Şu anda
bile dilimizin ucunda olan kelimeyi bir vatandaş olarak sarfedeceğiz:
İnsanların göz göre ölümlerine sebep olanlara LANET OLSUN! İnsan değerini
ve toplum kurallarını ihlal edenlere lanet olsun, bu konuda yeterli kadrom
yok diyebilenlere ve duyarsız kalanlara lanet olsun!
Normal yaşamlarında insanlarla iletişimi sağlayabilmek için dilini kullanamayanları
direksiyon başına oturtursak tabii ki aracın sinyalini kullanmasını bekleyemeyiz.
Sohbetin meze olduğu içki sofralarının olgunluğunu yaşayamayanlardan,
içerisinde turistlerin de bulunduğu minibüsü sürerken kutu bira içen şoförden
tabii ki bu olgunluğu bekleyemeyiz.
Duyguların dinginliğini yaşayamayan magandalardan, gündüz ve özellikle
geceleri yüksek sesle müzik çalarak çevreyi kirletmeleri konusunda tabi
ki insanlık bekleyemeyiz.
Şehircilik olgusunu yaşayamayan yöneticilerimizden, söz konusu araçların
yolcu indirme-bindirmeleri için durak oluşturmalarını tabi ki bekleyemeyiz.
İlçe Trafik Komisyonu'nu oluşturanların kimler olduğunu bilmiyoruz. Bilsek
de farketmez. Sorumlu olduğu alan ve konulardaki keşmekeşliği, başı bozukluğu,
aymazlığı, magandalıkları gördükçe bizler için söz konusu komisyonun görevleri,
yetkileri ve sorumlulukları hakkında bilgi edinmemiz bile gerekmiyor.
Ama bildiğimiz bir şey var; komisyon içinde bire bir sorumluluklarını
bilen insanlar var. Siyasal veya birliksel baskılarla karşı karşıya olmanın
yanı sıra, bu insanlar sayesinde bireysel bir şeyler yapacağız.
Siz okurlarımızdan, trafik ihlalleri konusunda yaşadığınız veya gördüğünüz
her olayı, gerekiyorsa plakaları tespit ederek, onurlu insan ve duyarlı
vatandaş olarak bizlere ulaştırmanızı istiyoruz. Tanıdığımız ve bildiğimiz
kadarıyla bir kişi, sizlerin duyarlılığı ve bizlerin aracılığıyla dile
getireceğimiz olumsuzluklar, sorumluluğunu çok iyi bilen kişi tarafından
en kısa zamanda çözülecektir.
Başa
Dön
BORSA-EKONOMİ-Serdar
Düzenli
BORSADA
GEÇEN HAFTA
Borsada beklentinin olmadığı sakin bir haftayı geride bıraktık. Önemli
bir gelişmenin yaşanmadığı haftanın en dikkat çekici yönü işlem hacminin
düşük olması ve piyasaya taze para girişi yaşanmaması oldu. Perşembe günü
saat 10:30 sıralarında İstanbul'da yaşanan 4.8 şiddetindeki deprem borsada
moralleri bozdu ve hisselerde ciddi satışların yaşanmasına neden oldu.
Hafta sonunda açıklanacak olan Şubat ayı enflasyon rakamları gelecek haftanın
göstergesi olacaktır. Teknik açıdan bakıldığında ise endeksin 10.800 -
11.300 puan seviyelerinde takıldığı ve bir süre daha buralarda oyalanacağı
tahmin edilmekte.
BORSA ve PARA PİYASALARINDA GEÇEN HAFTA
|
21.02.2002
|
01.03.2002
|
%
DEĞİŞİM
|
BORSA |
11.165
|
11.470
|
+2.65
|
DOLAR |
1.375.000
|
1.389.000
|
+1.00
|
EURO |
1.201.000
|
1.206.000
|
+0.41
|
ALTIN |
88.500.000
|
91.000.000
|
+2.74
|
BORSA OKULU - BÖLÜM
15
Emirde öncelik kuralları nelerdir?
Hisse senetleri işlemlerinde emirler karşılanırken önceliklerin belirlenmesinde
aşağıdaki kurallar sırasıyla uygulanır
a) Fiyat Önceliği Kuralı:
Daha düşük fiyatlı satım emirleri, daha yüksek fiyatlı satım emirlerinden;
daha yüksek fiyatlı alım emirleri daha düşük fiyatlı alım emirlerinden
önce karşılanır.
b) Zaman Önceliği Kuralı:
Fiyat eşitliği halinde, sisteme zaman açısından daha önce kaydedilen emirler
öncelikle karşılanır.
c) Müşteri Emirlerinin Önceliği Kuralı:
Fiyat ve zaman öncelikleri açısından eşitliğin sözkonusu olduğu emirler
arasında müşteri emirleri, Borsa üyelerinin kendi nam ve hesaplarına verdikleri
Borsa emirlerinden önce karşılanır.
ŞİRKET HABERLERİ:
KELEBEK MOBİLYA: Çıkarılmış sermayesinin %155 bedelli, %25 bedelsiz
artırılması işlemleri 11.03.2002-09.04.2002 tarihleri arasında gerçekleştirilecek.
BORUSAN BORU: Ödenmiş sermayenin %200 bedelsiz artırılarak 6.300
milyar TL'den 18.900 milyar TL'ye yükseltilmesine karar verildi.
GÜNEŞ SİGORTA: Yönetim Kurulu 2001 yılı karından 5.500 milyar TL
(%20,37) kar payının hisse senedi şeklinde dağıtılmasına ve dağıtım işleminin
29-30-31.05.2002 tarihleri arasında yapılmasını kararlaştırdı.
MARDİN ÇİMENTO: Çıkarılmış sermayenin %50 bedelsiz artırılmasına
karar verildiği bildirilmiştir
SEZGİNLER GIDA: Yönetim Kurulu toplantısında, çıkarılmış sermayenin
%400 bedelsiz artırılarak 4.820 milyar TL'den 24.100 milyar TL'ye yükseltilmesine
karar verildiği bildirilmiştir.
METEMTEKS: Çıkarılmış sermayenin 3.675 milyar TL (%100) bedelli
artırılarak 3.675 milyar TL'den 7.350 milyar TL'ye yükseltilmesine karar
verildiği bildirilmiştir.
Başa
Dön
DENGE-Av.
Recai Yıldırım
Bizim
Popçular
Geçenlerde bir ulusal televizyon kanalında, kendilerini ünlü sayan ve
magazin izlencelerinin vazgeçilmez okuyucularından (şarkıcılarından, sanatçı
demeye dilim varmıyor) üç-beş tanesi bir yarışma izlencesine katılmışlar.
Yarışmanın bir sorusu "Şimdi izleyeceğiniz oyun hangi yöremizin?"
Halk oyununu oynayacak oyuncular oyuna başladılar, bir süre sonra oyun
durduruldu, sorusu soruldu. "Bu oyun hangi yöremizden?" Yanıt
yok. Oyuna kalınan yerden devam edildi. Bazı ip uçları verildi. Aynı soru
yinelendi. Doğru yanıt yok. Kimi "Diyarbakır" dedi. Kimi "Kars"
dedi. Oyunun kaynağı olan ilin sınır komşuları olan; Afyon, Denizli, Antalya
İlleri söylendi. Bizim anlı mı anlı, şanlı mı şanlı pop starlarımızdan
yanıt yok. Soruyu bilemediler. Oyun "Teke Yöresi" oyunlarındandı.
Bunu izlerken içim burkularak, ilçemizin önemli kişiliklerinden rahmetli
Osman Şevki OLGUN'un bir yerel televizyon kanalında kendisiyle yapılan
bir söyleşide "Ben Köçek Mustafa'dan türkü çalmayana bağlamacı demem"
sözlerini anımsadım. Osman Şevki OLGUN, sanatçı değildi. Ancak, neyin
ne olduğunu bilen türkü sevdalısı bir sade yurttaştı.
Bir tarafta kendisini sanatçı görmeyen; fakat bir sanatçıyım diyen kadar
halk müziğimizi bilen bir sade yurttaş, diğer yanda köklerini hiçbir zaman
yaşadığı bu ülkeden almamış, adı üzerinde gelir-geçer müzik yapan ve kendini
sanatçı sayan sabun köpüğü gibi sönmeye mahkum okuyucu takımı.
Okuyucu takımı diyorum. Alınan alınsın. Bunlar; çalışma izinleri için
kolluk güçlerine gittiklerinde, kendilerine verilen izin belgesinde yaptığı
iş kısmında "Okuyucu" yazar. Bunların eğitimi de yoktur. Üç-beş
şarkı ezberlerler, çıkarlar sahneye ezberlerindekini okurlar. Biz de alkış
tutarız.
Yeni sömürgecilik yöntemlerinin bir göstergesidir bu.
Ülkeleri topla tüfekle işgal etmek, savaşla toprak kazanmak zor zanaat
masraflı da. Böyle olacağına, daha basit kolay ve bağımlılık yapan işleri
o ülkeye sokarsınız olur biter.
En ucuzu da, kültürünüzü o ülkeye şırınga etmek. Adına; pop mu, metal
mi, rock mu dersiniz bilemem ama en eğlenceli en masrafsız yöntemi bu.
Bu işler için de mutlaka para gerekiyor. Gerekiyor ama yatırdığınız parayı
da misliyle de geri alıyorsunuz. Yapacağınız, insanları kandırma (reklam)
yöntemleriyle her koşulda malınızı satmak.
Elinizde yazılı, görsel basın da olduğuna göre işiniz daha kolay. Verirsin
ilanı basına, basarlar haberini. Verisin reklamı televizyona, istediğin
okuyucunu sözde sanatçını her gün yayınlanan magazin izlencelerine çıkartır,
malını daha çok satarsın. Sizin koşullandırdığınız yolda yürürlerken,
kendi öz benliklerini unuturlar. Öz müziklerini çağ dışı görürler. "Bu
da müzik mi?" derler. Bu lafı ettirdiniz mi, iş bitmiş demektir.
O ülkede istediğiniz gibi at oynatırsınız.
Unuttuğunuz bir şey var. Sizin bize şırınga etmeye çalıştığınız müziğin
geçmişi belli, geleceği de.
Bizim müziğimizin kökleri binlerce yıl öncesine dayanıyor. Köklerimiz
sağlam. Öyle üç-beş kendini sanatçıdan sayan okuyucu takımının çabalarıyla
yıkılmaz. Ne kadar uğraşırsanız,uğraşın boşuna.
Osman Şevki OLGUN gibi düşünen sade yurttaşlar oldukça, biz de var olacağız.
İçerdeki ve dışarıdaki yardakçılarınıza rağmen.
Sağlıkla kalın.
Başa
Dön
YAZDI-Recai
Şahin
Kadınlar Günü
Kadınlarla ilgili yazımıza bir soruyla başlayalım. Kadınların en tehlikeli
yaşı hangi yaşıdır? Bu sorunun yanıtını yazının sonunda bulacaksınız.
Kadın, dişi cinsten erişkin kişi, evlenmiş kız, analık ve ev yönetimi
bakımından gereken erdemleri olan insan tanımlanabilir. Yeni medeni yasamızla
kadınlarımız layık oldukları yere biraz daha yaklaşmış oldular. Eskiden
biz erkekler evin reisiydik, bundan sonra bizden iyi "apaçi",
"komançi" reisi ya da kayıkçı reisi olur. Aile birliği birlikte
temsil edilecek, geçim, konut seçimi birlikte yapılacak, onur kırıcı davranış
boşanma nedeni sayılacak, en iyisi erkekler de nafaka isteyebilecek.
Kadın bir eğe kemiğinden yaratılmıştır. Bilirsiniz eğe kemikleri eğri
ve hassastır, onu doğrultmaya kalkarsanız kırılabilir. Kadınlar ruhsal
ve bedensel olarak kırılgandırlar. Onun için onlara hassas davranılmalıdır.
Dört çeşit kadın vardır:
l-Gıda gibidir, onu her zaman ararsın,
2-İlaç gibidir, gerektiğinde ararsın,
3-Hastalık gibidir, o seni arar,
4-Gıda, ilaç,hastalık gibidir, arar bulursun.
Bu arada kadınlarla ilgili birkaç genel bilgi de verelim:
İlk kadın milletvekilimiz, Erzurum milletvekili Nakiye Elgündür. İlk kadın
muhtar da 1934 yılında seçilen Çine-Demirdere Köyü muhtarı Gül Hanımdır.
Bir ağustos dünya emzirme günüdür. Yirmiyedi ekim dünya nineler günüdür.
Beş aralık ise kadın hakları günüdür. Nedendir bilinmez 1831 yılında yapılan
nüfus sayımında yalnız erkekler sayılmış.
Gelelim kadınlar için söylenmiş sözlere.
"Size yaklaşan bir kadın, sizi beğendiğinden değil, bir başka erkeği
kıskandırmak için etrafınızda dönüyordur"
"Güzel alımlı ve akıllı bir kadınla karşılaşma şansınız, sizden daha
yakışıklı, daha zengin ve daha akıllı bir arkadaşınızın yanıdır."
"Kadın erkeği anladığı anda onun ne söylediğini dinlemekten vazgeçer."
"Kadınlar ya her şeyi unutur ya da her şeyi hatırlarlar."
"Evlilik denince kadınlar evlenme törenini, erkekler de delikanlılık
yıllarını anlatırlar."
"Kadınlar kocalarına "senin için saçlarımı süpürge ettim"
derler, bu bir yalan gibidir, siz hiç kadın saçından yapılmış süpürge
gördünüz mü?
"Erkeğin mutluluğu 'istiyorum' der, kadının mutluluğu ise 'istiyor'
der.(Nietzsche)
"Erkekte istikbal, kadında mazi aranır."
"Kadınların kocalarına tek evet dedikleri yer nikah masasıdır."
"Kadın şemsiye gibidir, damarına basınca açılır."
"Er kocarsa koç, kadın kocarsa hiç olurmuş." Lafa bak.
"Kadını her zaman döv, sebebini sen bilmesen de o bilir." (Çin
atasözü)
"Kadının saçına , erkeğin bıyığına, atın kuyruğuna dokunulmazmış."
"Erkekler kadınlardan üstündür, iyi kadınlar itaatlı olurlar"
(Nisa suresi 34)
"Ancak erkeklerin kadınlardan bir üstün dereceleri vardır."
(Bakara suresi 228)
" Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etme." Ayıp,
ayıp.
"Erkek gözüyle, kadın kulağıyla severmiş." Şimdi kulaklarınızı
iyi açın ve dinleyin: SİZİ SEVİYORUZ.
Hep merak etmişimdir, birçok "horoz" havası var da niye hiç
tavuk havası yok.
Gelelim kadın erkek eşitliğine. Ben bu eşitliğin olduğunu görmedim, olacağını
da bilemiyorum. En basitinden bir pazara gidilir parayı hanım verir fileyi
erkek taşır.
Boks yaparlar, hatta güreşirler bile. Futbol bile oynuyorlar şimdi, ama
erkekler gibi ofsayttan gol atabiliyorlar mı? Olsun her şeye karşın biz
onları çok ama çok seviyoruz.
(Baştaki sorunun yanıtı: Gözyaşı)
Haftanın
Fıkrası
Temelle Fadime kırk yıl nişanlı kalmışlar. Bir gün Temel:
-Fadime, kaç yıldır nişanlıyız artık evlensek iyi olur demiş. Fadime de:
-Geçti gayri temel şimdiden sonra bizi kim alacak demiş.
Başa
Dön
TARİHİN SÜZGECİNDEN-Av. Ömer Karayumak
Beklenen
Sonuç
Yine "Ermeni Soykırım İddiaları"
24 Nisan'a daha iki ay var. Ama tamtam çığlıkları yeniden çalmaya başladı.
Geçen sene Mart ayında Fethiye'de vermiş olduğumuz "Osmanlı arşiv
belgelerine göre Ermeni soykırım iddialarına cevaplar" isimli konferansımızda
söylediğimiz acı gerçekler birer birer ortaya çıkmaya başladı.
O zaman demiştik ki; "Ermeni soykırım iddiaları tarihin tamamen ters-yüz
edilmesi olayıdır. Soykırıma uğrayan bir milletin soykırım iddiası ile
suçlanmasıdır. Bu olay ŞARK MESELESİ'nin bir devamıdır. Sadece Fransa'nın
tanıması ile kalmayacak, sırasıyla Avrupa'nın tüm devletleri, Almanya'sı,
İngiltere'si, Belçika'sı, Hollanda'sı diğer yanda Amerika'sı ile tüm Avrupa
Birliği devletleri sıraya gireceklerdir. Yakın bir zamanda yepyeni oyunlarla
Türkiye'nin başına öyle oyunlar örülecektir ki; Türkiye hala uyumakta
olduğu gaflet uykusundan uyanıp gerekli önlemleri almadığı müddetçe bu
soykırım iddiaları Türkiye'nin başını daha çok ağrıtacaktır.
Basından ve TV'lerden de izlediğimiz gibi beklenen sonuç gerçekleşti ve
Avrupa Parlamentosu "Ermeni Soykırım İddiasını" çoğunlukla kabul
etti. Konunun uzmanları için b u sonuç bir sürpriz değildi. Avrupa devletleri
sırasıyla görevlerini yapacak, "Şark Meselesi" dediğimiz tarihin
en uzun süreli oyununu oynamaya devam edeceklerdir.
Bu Avrupa'nın görevi ama, Türkiye'yi idare edenlerin düşüncesizliğine
ne demeli? Hala bol keseden palavralar sıkan, tarih bilincinden yoksun
politikacılara sosyal siyaset anlayışından, strateji biliminden, uluslar
arası politika sisteminden uzak bir düşünce yapısıyla devleti idare ettiğini
zannedenlere ne demeli?
Ve hala "Avrupa Parlamentosu'nun aldığı kararların bir gerçekliliği
yoktur. Onların almış olduğu hiçbir karar bizi bağlamaz" diyebilecek
karar milletlerarası hukuktan, Lahey Adalet Divanı kararlarından, uluslar
arası siyasi antlaşmalardan habersiz dışişleri monşerlerinin demeçlerine
ne demeli?
Dahası var...
Amerika'dan Afganistan'a, Çin'den Hindistan'a Malezya'dan Papua Yeni Gine'ye
kadar belki de hiç görmedikleri ülkelerin ulusal ve uluslararası uyuşmazlıkları
hakkında ahkam kesen strateji uzmanlarına, o kanaldan bu kanala koşup
duran, televizyonlarda boy göstermek için çalmadık kapı bırakmayan kocaman
kocaman unvanlı bilim adamlarına, Türkiye'nin siyasetine yön gösterdiğini
iddia eden, siyasi geleceğini belirlediğini zanneden köşe yazarlarına
ne demeli?
Bunların bu kadar suskun, bu kadar sessiz, bu kadar kayıtsız ve vurdumduymaz
davranışlarına ne demeli?
Sizi bilmiyorum ama, bana kalırsa bütün bu kişileri bir araya toplayıp
artık yakında Avrupa'nın bütün devletlerinde, büyük şehirlerin en ünlü
sinemalarında vizyona girecek olan hatta belki de Oscar'a aday gösterilecek
olan "Ararat" filminin galasına götürmek isterdim.
İsterdim ki, bütün çabalarımıza, bütün gayretlerimize, yazıp çizmelerimize,
şehir şehir dolaşıp vermekte olduğumuz seminer ve konferanslara rağmen
hala meselenin vahametine, ciddiyetini anlayamayan, hala kılını bile kıpırdatmayan,
oturdukları marakon koltuklardan kalkıp da etraflarına bakmayan bu insanlar,
rahat koltuklarında bu filmi izlerken Ermeni soykırım iddialarının nerelere
kadar uzandığını, hangi dost (!) devletlerin korumacılığı altında hangi
devletler tarafından nasıl finanse edildiğini, nasıl bir propaganda yapıldığını
Türkiye'nin uluslar arası arenada nasıl bir yere oturtulmak istendiğini
bir nebzecikte olsa anlayabilsinler... Ve de "Bizi bağlamaz"
diye ciddiye almadıkları Avrupa Parlamentosu kararlarının Türkiye'yi nasıl
içinden çıkılmaz bir batağa saplayacağını kendi gözleri ile görebilsinler.
İsterdim ki; bir milletin geleceğini ilgilendiren çok önemli bir konuda
o milletin aydınlarının suskun ve sessiz kalmasının, yetkilerinin vurdumduymaz
olmasının, mülki, idari ve askeri uzmanlarının ortak bir strateji belirleyememelerinin,
bürokratlarının inisiyatif sahibi olamamalarının, sivil toplum örgütlerinin
bilgisizlik ve çaresizlik içinde bulunmalarının o milletin hayat damarlarını
nasıl koparttığını anlayabilsinler...
Kabul edelim ki; bu çok önemli konuda bile devletin ortak milli bir politikası
maalesef yoktur. Tatbik edilen günlük stratejiler çoğu zaman uygulamadaki
bilgisizlik ve yanlışlıklar nedeniyle faydadan çok zarar vermektedir.
Tarihe mal olmuş bir konuda göz göre göre tarihin seyri değiştirilirken
konunun çözümü hala ucuz politikalar ve şövenist nutuklarda aranmaktadır.
Oysa tarihe mal olmuş konuların ancak tarihi araştırmalar sonucu sadece
tarihçiler tarafından çözüleceği bilinen bir gerçektir. Ne var ki ülkemizde
tarih araştırmacılarının yazdıkları kitaplara, yaptıkları araştırmalara
itibar bile edilmemektedir. Yayınlanan kitaplar okunmamakta okutulmamaktadır.
İlk öğretimden üniversiteye kadar ne öğrenciler ne de öğretmenler ülkemizin
geleceği ile ilgili bu kadar önemli bir konuda bile aydınlatılmamaktadır.
halkı ise hiçbir şey bilmemekte, kime ve neye inanacağına karar verememektedir.
Halkı aydınlatacak ulusal seminerler, paneller, konferanslar yapılmamaktadır.
Araştırma enstitüleri maddi yetersizlik nedeniyle yayın yapamamakta, gazete,
dergi ve kitaplar neşretmek bir yana resmi raporlarını bile yayınlayamamaktadır.
Böyle bir durumda daha ne bekleyebilirler ki? Ucuz siyasi nutuklardan,
ucuz sanal kahramanlıklardan başka?
Bu konuyu enine boyuna işlemeye devam edeceğiz.
Başa
Dön
BİRİKİM-Ünal
Şöhret Dirlik
Folklorun Kapı Aralığından
Değirmenin Kapısına İmza Atmışsın
Kel Veli ile Değirmenci Bekir, olmadık bir mesele yüzünden köy meydanında
ağız dalaşına tutuşmuşlar. Ağız dalaşı tokatlaşmaya varınca; çok öfkelenen
Değirmenci Bekir, Kel Veli'ye bir-iki okkalı tokat patlatmış. Araya girenler
kavgayı ayırmışlar. Kavga bitmiş, Kel Veli yediği bir-iki tokatla kalmış.
Kel Veli bir-iki gün sonra değirmenin kapalı olduğu bir sırada dış kapıya
kömürle kocaman bir "eşek" yazmış.
Değirmenci Bekir bu yazıyı okumuş. Kömürle üstünü karalayıp, okunmaz hale
getirmiş. Cuma günü caminin önünde Kel Veli'yi görünce:
"-Ula Kel! Benim değirmenin kapısına imza atmışsın. Gidip silmezsen
bu sefer eşek sudan gelinceye kadar döverim, hem kimse seni elimden alamaz,
haberin olsun" demiş. Kel hiç sesini çıkarmamış, pabucun pahalı olduğunu
anlamış. Ertesi gün gidip yazdıklarını bir güzel silmiş.
Pireler
de Yandı Ya!
Pireler de Yandı Ya!
Gökoğlanın karısı Elifçe, sabah erkenden kalkmış. Bir tutam çıra yakmış,
dana ile ineği yemlemek için ahıra girmiş. Ahırın bir kenarı samanlık
olur çoğu köyde.
Kadıncağız hayvanları yemledikten sonra eve dönmüş. Ama sıçrayan bir kıvılcım
samanların üzerine düşmüş. Elifçe farkına bile varmamış.
Aradan on dakika ya geçmiş ya geçmemiş, alevler ortalığı sarmış, gökyüzüne
yükselmeye başlamış. Bereket versin sabah namazına gitmekte olanlar bağırıp-çağırıp
köylüleri hareketlendirmişler. Dana ile sığırı çıkarmışlar, yangının etrafa
yayılmasını önlemişler.
Bir de bakmışlar ki, Gökoğlan ellerini havaya kaldırmış, şakır şakır oynuyormuş.
Yanına varmışlar, hem oynuyor hem de:
"Samanımı deşeleyen fareler de yandı ya!"
"Bacaklarıma ağan pireler de yandı ya!"
"Sarı danayı sokan yılan da yandı ya!"
deyip, deyip parmaklarını şıklatıyor, kendi bildiği bir düzenle oynuyormuş.
Sarı Süllü iki tokat atmış ta aklını başına getirmiş, Gökoğlan oynamayı
vazgeçmiş.
"Aklından çıvdırayazmış Gökoğlan" diye bir zaman öykündüydü
köylüler...
Ohooooo!
Yaşlı sivrisinek, genç sivrisineğe demiş ki:
"Siz genç sivrisinekler çok şanslısınız valla! Biz gençliğimizde
genç kızların ellerini, ayaklarını ve yüzlerini sokabiliyorduk.
Oysa şimdi siz: Ohooooo!
Başa
Dön
TARIM
DÜNYASI-Atila Büyükpapuşçu
Bitkilerde Gübreleme
Birim alandan elde edilen ürünü kısa zamanda artıracak en önemli etken
gübredir. Ülkemizde tahıl topraklarının hemen hemen tümü temel besin maddeleri
olan N (Azot) ve P (Fosfor) bakımından fakirdir. Bunu içindir ki tarla
bitlilerine atılacak gübrelerin cinsi, miktarı ve atılma zamanı önem teşkil
etmektedir.
Fosfor; Kültür bitkilerinin gelişmelerine ve verimine önemli etkilerde
bulunmaktadır. Fosforlu gübreler bitkilerin kök gelişiminde olan olumlu
katkıları bu gübrenin ekim ve dikimle birlikte verilmesi gerekmektedir.
Fosfor aynı zamanda başaklanma ve çiçeklenmeyi çabuklaştırmakta, erme
devrelerini kısaltmaktadır. Böylece fosfor, bitkilerin daha erken hasat
olgunluğuna gelmelerini sağlamaktadır.
Azot; Bu besin maddesi vegetatif gelişmeyi yani fiziksel gelişmeyi hızlandırmakta,
tahıllarda kardeşlenmeyi arttırmaktadır. Bu gübreler bitkinin ihtiyaç
duyduğu devrelerde ayrı ayrı verilmeleri gerekmektedir. Bitkiye verilecek
azotlu gübrenin 1/3 ü ekimle, 1/3 ü ekinin sapa kalkma safhasında ve 1/3
ü çiçeklenme zamanında verilmelidir.
Kimyevi gübreler bitkilere, serperek, Özel ekipmanlarla tohumdan ayrı
olarak banda verme gibi yöntemlerle gübreleme yapılmaktadır.
Tahıllarda gübre tohumun 2-3 cm açığına ve banda verilmeli,
Meyve veren ve gelişmekte olan ağaçlarda gübre bitkinin köküne değil taçlanmanın
olduğu dairesel alana verilip toprağa karıştırılmalıdır.
Sebzelerde kimyevi gübreler genellikle suyla birlikte verilmektedir.
Kimyevi gübrelerin verilme miktarları ve zamanları yapılacak toprak, yaprak
ve benzeri tahliller neticesinde belirtilen doz ve miktarlarda kullanılmalıdır.
Sağlıklı ve bol kazançlı bir yaşam dileği ile saygı ve sevgiler.
Başa
Dön
VERGİ
DÜNYASI-S. Muhasebeci Erden Özkan
Vergiler Nereye Gidiyor
Türkiye, 1994-2000 yılları arasında 215,9 milyar dolar vergi toplamıştır.Toplamış
olduğu bu vergilerin 138,1 milyar dolarını borç faizine aktarmıştır. Ülkemizin
vergi gelirleri eldeki verilere göre 2001 ve 2002 yılları da dahil edildiği
zaman 1994-2002 yıl döneminde 279,3 milyar dolar olacak, buna karşın faiz
ödemeleri de 194,9 milyar dolara ulaşacaktır. 2002 yılı programı verilerinden
yapılan hesaplamalara göre 1994-2000 döneminde Ülkemiz 1 trilyon 276,9
milyar dolarlık milli gelir elde etmiştir.
Bu dönemde 215,9 milyar doları vergi olmak üzere 270,1 milyar dolar gelir
elde eden devlet toplam 371,1 milyar dolar harcama yapmıştır. Bu harcamanın
138,1 milyar doları bizzat borç faizlerine harcanmıştır. Buradan şu sonuç
çıkmaktadır; devlet, vergi gelirlerinin % 64'ünü faiz ödemelerine verdi.
Bu yılki gerçekleşme tahminlerine göre de, devlet 31,3 milyar dolar vergi
toplayabilecekken, faize 33 milyar dolar para ödeyecek. Faizin vergi gelirlerine
oranı %105,4 olacaktır. 2002 yılı programına göre 2002 yılında faiz ödemeleri
23,8 milyar dolara inecek.Vergi gelirleri 2002 yılında 32,1 milyar dolar
olacak ve faiz ödemelerinin vergi gelirlerine oranı yüzde 75,1 e inecek.
Bu tabloya 2001 gerçekleşme tahminleri ile 2002 program hedefleri eklendiğinde
milli gelir 1 trilyon 582,6 milyar dolara ulaşacak. Devlet bütçedeki açıkları
kapamak için borçlanmalara devam edecektir. Bu borçlanmalar sonucunda
2020 yılında kişi başına düşen borç miktarı 86,115 dolar olacaktır.
İzmir Ticaret Borsası'nın yaptığı "Borçlanma Nereye Kadar "
başlıklı araştırmadan çıkan sonuçlar bir hayli iç karartıcıdır.
Araştırma neticesinde mevcut trend sürerse 2020 yılında kişi başına düşen
borç miktarı 86115 dolara yükselecektir.
Tüm bu bilgilerden de anlaşılacağı üzere ülkemizde toplanan vergiler siyasi
iktidarların basiretsiz ekonomik yönetimleri sonucu faiz borçlarını dahi
karşılayamayacak duruma gelecektir.
*Rakamsal bilgiler kaynağı: Yaklaşım Yayınları
Başa
Dön
TANSİYON-Uz.
Dr. Mustafa Ulusoy
Aile Bağları
Yazının başlığına bakıp
televizyonda izlenen diziden bahsedeceğimi düşünmeyin. Ben, yaşamımızda
çocuklarımızın sağlıklı yetişebilmeleri için gerekli olan ortamdan yani
sağlıklı aile ortamından bahsetmek istiyorum. Çocuk, ilk olarak ana rahminde
iken sağlıklı bir ortamda olur. Doğumdan sonra da bizlerin yaşadığı dünyada
kendine bir yer edinmeye başlar. Anne ve baba işte burada çocuğun sağlıklı
bir gelişme içine girebilmesi için uygun ortamı hazırlamaya çalışır. Tüm
uğraşıları daha sonra gölgesinde yaşayabilecekleri bir ağacı yetiştirmektir.
Çocuk ta bu ortamdan faydalanarak gelişmeye başlar .Aileler kendi yaşam
biçimlerine uygun olarak hazırladıkları ortamda gelişmekte olan çocuğun
olası sapmalarına karşı tedbirlerini alırlar.
Tüm bunlar her anne babanın yapmaya uğraştığı ve becerileri oranında da
başarılı oldukları işlerdir. Ancak anlattığımız sadece bir ailedir. Ulus
ise milyonlara varan ailelerin bir arada yaşaması ile oluşur. Eğer; ülkede
yaşayan aileler sağlıklı ise, doğal olarak ülkenin ekonomisi,yönetimi
ve aileler arası ilişkileri de sağlıklı olacaktır.
Bizim ülkemize baktığımızda, çocukları ile en çok ilgilenen ailelerin
Türk aileleri olduğu, onların herhangi bir yaş sınırlaması olmaksızın
her türlü dertleriyle her yaştan anne babanın ilgilendiği ender ülkelerdeniz.
Hal böyle olunca, ülkemizin de çok iyi yönetilmesi, ekonomisinin en üst
düzeyde iyi olması gerektiği sonucu doğuyor; ama gerçeğe baktığımızda
bunun böyle olmadığının farkına varıyor ve hayal kırıklığımız da o denli
büyük oluyor.
Acaba diye düşünmüyor insan; çocuklarımızı yetiştirme tarzımız mı yanlış,yoksa
biz bu çocukları iyi yetiştiriyoruz ancak bir yerlerde bu çocukların sağlıklı
beyinleri bozuluyor mu?
Ben çocuklarımızı iyi yetiştirdiğimiz düşüncesindeyim; ancak ulus kültürünü,
tele-vole kültürü üzerine oturtmaya çalışan bir kesimin de bu iyi yetiştirdiğimiz
çocukların düşünce sistemlerinde bozukluklar yarattığına da inanıyorum.
İstanbul'da yaşayan ve sayıları birkaç yüz kişi ile sınırlanabilen bir
zümrenin hayat tarzlarını allayıp pullayıp akıllarda çelişkiler yaratarak,
ailelerin verdikleri ile çocukların gördükleri arasında uçurum yaratmak
ve bu yaşam biçimini egemen kılmak ideolojisi sanırım 21. yüzyılın emperyalist
düşünce biçimi olarak şekillenmeye başladı.
Başa
Dön
HOŞ
SEDA
Bu sayımızda Hoş Seda köşesi yayınlanmamıştır.
Başa
Dön
DİYALOG-Ufuk
Emek
Başkalarından Ne Beklersiniz?
Geçen haftaki yazımda bu soruya siz başkalarından ne bekliyorsanız, başkaları
da sizden onu bekler diye yanıt vermiştik.
Başkalarıyla iyi ilişkiler kurmak için illa bir sihirli formül isteyenler
içinde bir takım ana başlıklar sıralamıştım.Karşınızdakinin yansıttığı
kişiliği kabul edin, karşınızdakini asla utandırmayın, onlara sık sık
övgü ve onay sözcükleri söyleyin, insanları dinleyin demiştim ya bu hafta
size birkaç anahtar daha aktarmaya çalışacağım.
Karşınızdakine size yardım etme fırsatı verin
Birinin kendisine ihtiyacı olduğunu bilmek herkesi mutlu eder. Çünkü böyle
anlarda kendimizi ve gücümüzü kanıtlayabilme, başarımızı gösterme ve övgüler
duyma fırsatını yakalamış oluruz.
O zaman ne yapmalı? Karşınızdakilere size ve çevrelerine yardımcı olabilecekleri
fırsatlar yaratın.Ona ne kadar ihtiyacınız olduğunu söyleyin.Böylece ona
hem güvendiğinizi hem de önem verdiğinizi göstermiş olursunuz.
Giyiminize ve dış görünümünüze dikkat edin
Bir Alman atasözü der ki " Kralı kral yapan üstündeki elbisedir."
Maddi durumunuz ne olursa olsun, temiz, düzenli, bakımlı ve iyi giyimli
olabilirsiniz. Derler ki insanın kendine bakımı, kendine olan saygısıdır.Siz,
bakımınıza ve dış görünümünüze özen gösteriyorsanız, başkalarından da
saygı görürsünüz. Üstelik iyi giyindiğiniz, erkekseniz tıraşınızı olduğunuz,
kadınsanız saçınızı ve makyajınızı yaptığınız gün kendinizi daha iyi hissedersiniz.Bu
ruh durumunuz da karşınızdakilerle kuracağınız ilişkilere olumlu yansır.
İnsanlar karşılarındaki kişiyi ilk gördükleri anda bir kalıba oturtur
ve ona bir değer biçer. Siz kendinizi hangi değere layık görüyorsanız,
ona uygun bir dış görünüşe sahip olmak için çaba harcayın. Karşılığını
fazlasıyla alacaksınız.
Güzel konuşun
İşiniz, yaşınız ne olursa olsun, güzel bir Türkçe, doğru vurgu ve doğru
tonlamalarla konuşursanız, insanların ister istemez dikkatlerini çektiğinizi
gözlemleyeceksiniz. Kendinizi daha iyi ifade edecek, adeta şiir okur gibi
dinleyenleri etkilediğinizi göreceksiniz. Harfleri, heceleri, sözcükleri
doğru telaffuz etmek güzel konuşmanın ana unsurlarından biridir. Şimdi
hazır yeri gelmişken, bazı söyleyiş yanlışlarından örnekler de verelim.
Artırmak : Genellikle arttırmak deniyor.Bu yanlış. Sözcük, eklemek anlamındaki
"artı" dan gelir.Doğrusu artırmak'tır.
Defile :Bazı kişiler "fi" hecesini uzatıyor.Oysa bu sözcükte
hiçbir hece uzamaz.
Lakap :Yanlış söylenen bir başka sözcükte bu.Bazıları " la"
hecesini uzun söylüyor.Yanlış.Sözcük ek aldığında bile hiçbir hece uzamaz.
Resm-i Geçit :Pek çok kişi "mi" hecesini uzatıp Resmi: Geçit
olarak okuyor.Türkçe'de yaygın şekilde yanlış söylenen bu sözcük yerine,
öz be öz Türkçe olan "Geçit Töreni" ni kullansak daha iyi değil
mi?
Yarın : Belki de en çok duyduğum yanlış söyleyiş bu. Hemen herkes "ya"
hecesini uzatıp, Ya:rın şeklinde söylüyor. Doğrusu hiçbir heceyi uzatmamaktır.
Manastırda Yakınmaktan
Hoşlanmazlar
Konuşmayı pek sevmeyen bir adam manastıra kapanmıştı.Manastırdaki papazlarda
adama yedi yılda bir konuşma hakkı verdiler.Aradan yedi yıl geçtikten
sonra, başpapaz adamı çağırdı ve söyleyeceği bir şey olup olmadığını sordu.Adam
yalnızca "Yerler çok soğuk" demekle yetindi.Başpapaz "Odana
çekilebilirsin" dedi.Aradan bir yedi yıl daha geçtikten sonra başpapaz,
adamı bir kez daha çağırdı huzuruna ve bir şeyi olup olmadığını sordu
yine. Adamın ağzından üç sözcük çıktı: "Yemekler çok kötü".Başpapaz
canı sıkkın "Tamam" dedi. "Odana çekilebilirsin" Aradan
bir yedi yıl daha geçip adam manastırdaki yirmibir yılını doldurduğunda,
papazların huzuruna bir kez daha çağrıldı.Söyleyecek bir şeyinin olup
olmadığı sorulduğunda, adam kesin bir ifadeyle kararını bildirdi. "Evet.
Söyleyeceğim bir şey var" dedi. "İstifa ediyorum".Başpapaz
hiddetle yumruğunu masaya vurdu. "Zaten bekliyordum bu kararını"
dedi. "Bekliyordum çünkü geldiğin günden beri yaptığın tek şey hep
şikayet, hep şikayet..."
Binlerce kilometrelik
bir yol bile tek bir adımla başlamak zorundadır.
Lao Tsu
Başa
Dön
TURİZM-Dilek
Dinçer
Turizmde Tüketici Hakları
4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Yasa, 23 Şubat 1995 tarihinde
kabul edilerek, 1996 yılı eylül ayında yürürlüğe girmiştir. Böylelikle
ülkemizde " Tüketici Hakları " yasal güvence altına alınmıştır.
Dünyadaki ilk tüketici hakları hareketi 1928 yılında,Amerikan Standartlar
Bürosu'nda, ürünlerin kontrolleri için yapılan test sonuçlarının; "Tüketici
Raporu" adıyla yayınlanması ile başlamış ve 1960 sonrasında, giderek
ivme kazanmıştır. ABD Başkanlarından Kennedy'nin, Temsilciler Meclisinde
bu konuya geniş yer verdiği,15 Mart 1962 tarihinden sonra, 15 Mart, "Dünya
Tüketici Hakları Günü" olarak kutlanmaya başlanmış. Batılı ülkelerde
tüketicilerin bilinçli ve örgütlü yaklaşımları, bir mal veya hizmetin
kalitesi ve ekonomik değerini sorgulayan tutum ve davranışları, üreticiler
ve satıcılar üzerinde baskı unsuru oluşturmuş ve tüketici taleplerini
dikkate almaları kaçınılmaz olmuştur. Bilinçli tercihlerini, örgütlü güçleriyle
duyuran tüketiciler, kaliteli üretimin temel dinamiği olmuş, bu hareketlerin
sonucunda 1985 yılında, Birleşmiş Milletler tarafından, sekiz başlık altında
toplanan "Evrensel Tüketici Hakları" kabul ve ilan edilmiştir.Sağlık
ve güvenliğin korunması, temel gereksinimlerin karşılanması, ekonomik
çıkarların korunması, bilgilendirilme, eğitilme, tazmin edilme, sağlıklı
bir çevrede yaşama ve temsil edilme haklarını içeren bildirge ile tüketiciler,
evrensel haklarına kavuşmuşlardır.
Bu konuda yazmaya karar verdiğimde, tüketici haklarının tarihsel gelişim
süreci bana çok çarpıcı geldiğinden sizlerle paylaşmak istedim. Oysa;
ülkemizde bu kavram daha yeni yeni gündeme gelmeye başladı. Son yıllarda;
gazetelerin, dergilerin ekonomi sayfalarında, tüketici köşelerine de yer
ayrılmakta...
Ulusal televizyon kanallarında tüketicinin bilinçlendirilmesi amacı ile
konunun uzmanlarının katıldığı programlar sunulmakta...Elbette toplum
olarak bunlardan yararlanıyoruz ama hakkımızı arama konusunda yeterince
mücadeleci olduğumuz söylenemez...
Günümüz turizm sektöründe; turist tüketici, öncelikle seyahat acentelerine
başvurarak tatilini programlamakta. Ciddi acenteler, müşterileriyle imzaladıkları
turistik gezi sözleşmelerindeki hükümleri titizlikle yerine getirip, turistin
iyi bir tatil geçirerek, iyi izlenimlerle ayrılmalarını sağlamaktalar.
Oysa madalyonun diğer yanında yer alan, günü kurtarma derdindeki,sıradan
acenteler, konforsuz ulaşım, konaklama tesislerinin yetersizliği, kalitesiz
hizmet sunumu, gezi programlarında tek taraflı, keyfi değişiklikler, turisti
alışverişe zorlamalar, ek masraflar çıkartarak, katılımcıları mağdur etme
vb. pek çok sıkıntılı durumlara yol açmaktalar.
Reklam araçlarında ve yüz yüze görüşmelerde anlatılanlarla ilgisi olmayan,farklı
bir ortamda kendini bulan turist, çok büyük bir hayal kırıklığına uğramakta,bütün
bir yıl hayali ile yaşadığı tatili, kabusa dönüşmekte.
4077 Sayılı Yasa'nın; " Tüketicinin Korunması ve Aydınlatılması"
başlığı altındaki 4. maddesi ile reklam ve ilanların yasalara ve genel
ahlaka uygun,dürüst ve doğru olmaları esası ile ilgili 16. maddelerindeki
bağlayıcı hükümler ve 25. maddesindeki caydırıcı para cezalarının turizm
sektörüne de uyarlanması gerekmektedir.
Bu bağlamda, yıllardır ilçemizde yaşanan pek çok sıkıntılı duruma tanık
olduk. Bundan hem ilçemiz, hem de ülke turizmi zarar gördü. Artık hem
işletmecilerin hem de tüketicilerin eğitilmesi ve bilinçlendirilmesi gerekiyor.
Yabancılar haklarının bilincindeler ve en küçük yanlışlığın bedelini fazlası
ile son kuruşuna kadar ödetiyorlar.
Çok önemli ve geniş kapsamlı olan bu konuya gelecek sayıda devam edeceğim.
Başa
Dön
SPORTMENCE-Erol
Dolu
Sayın Fikret Ünlü'ye Açık Mektup
Sayın Bakanım,
Sizin isminizi ilk defa 1978 yılında Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü görevine
atandığınızda duydum. Bende o yıllarda Muğla bölgesinde atletizme başlamıştım.
Öğrencisi olduğum Muğla Teknik Lise Makine Bölümü'nde okuyordum. Sizin
bu gün seçim bölgeniz olan Karaman'dan Beden Eğitimi Öğretmenimiz İhsan
Narin bizim okula gelmişti. Sizi oylardan tanıyormuş. Bir gün beden eğitimi
dersimizde konu spor teşkilatından açılmıştı. Bize Türkiye'de spor işlerine
bakan devlet kurumu Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü ve illerde de Beden
Terbiyesi Bölge Müdürlüklerinin ilçeleriyle beraber spordan sorumlu olduğu
(Bu günkü ismiyle Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü ve buna bağlı illerde
Gençlik ve Spor İl Müdürlükleri) ve Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü'ne
yeni atanan genel müdürü Fikret Ünlü'nün sporun içinden gelen bir beden
eğitimi öğretmeni ve aynı zamanda Türkiye'de spor kültürünü iyi almış
ve kendini bu konuda yetiştirmiş bir spor adamı olduğunuzu uzun uzun anlatmıştı.
Ayrıca o yıllarda Türk Sporu için de yaptığınız yararlı çalışmalarınıza
ulusal basın oldukça yer veriyordu. Bizlerde sporun içinde o yıllardan
bu yana bulunan birisi olarak bunları okuyorduk. Sizler genel müdürlüğünüz
döneminde spor federasyonları başkanlığına spordan yana olan isimleri
atamıştınız. Ayrıca sizleri daha sonraları önemli bir spor örgütü olan
Amatör Sporcular Derneği'nden tanıyorduk. O yıllarda bende Muğla Bölgesi'nden
İzmir Amatör Sporcular Derneği'ne üye olan tek sporcuydum. Sizleri hep
yanı başımızda benimseyerek izliyorduk. Zamanın Gençlik ve Spor Bakanı
Yüksel Çakmur'la anlaşmazlığa düşüp görevinizden alındığınız zaman tüm
spor camiası sizinle beraber oldu. Bazı spor federasyonu başkanları görevlerinden
istifa ettiler. O yıllarda bende bu durumu yazı yazdığım Muğla Devrim
Gazetesi'nde yazmıştım. Bu gün bu yazı hala arşivlerimde kayıtlıdır. Sizler
1981 yılında Galatasaray'ın büyük ismi ve Türk sporunda örnek alınacak
bir isim olan Metin Kurt'un Genel Yayın Yönetmenliği'ni yaptığı "Sportmence"
adlı spor dergisinde yazdığınız o ateşli yazılarınızı severek okuyorduk.
1985 yılı 19 Mayıs'da bizler 19 Mayıs Maratonu için Samsun'a gitmiştik.
19 Mayıs sabahı Samsun'da kapalı spor salonu önünde yarışın başlangıç
yerine gitmek için beklerken ben sizi orada bulunan bir otelin önünde
gördüğümde yanınıza yanaşarak "Siz Fikret Ünlü'sünüz demi" dediğim
zaman yakınlık duyup sohbet ettiğimiz ve beraber spor salonuna kadar yürüyüp
konuşarak gelmiştik. Sizde o gün konuşmacı olarak Samsun'a gençlikle ilgili
bir toplantıya katılacaktınız.
O yıllardan bu yana sizinle yüz yüze yakından tanışıyoruz. Bazen Ankara'da,
bazen Kaş-kalkan'da bulunan yazlığınızda, ara sırada yolunuz Fethiye'ye
düştüğünde Fethiye'de beraber olup sohbet ediyorduk.
Sayın Bakanım,
Yıllardır Fethiye ve Muğla bölgesinde atletizm sporu ile ilgileniyoruz.
Ulusal ve zaman zamanda uluslararası yarışmalara katılıyoruz. Bunun yanında
diğer amatör spor dallarında arkadaşlarla beraber oluyoruz. Sizinde bir
bakan olarak sözünü ettiğiniz gibi ülkemizde amatör spor dalları istenilen
düzeyde değil. Bir bölgede eğer o bölgenin sportif faaliyetlerini yönetmekle
görevli Gençlik ve Spor İl Müdürlükleri spora önem vermezse tabiki Türk
sporu gelişmez. Ben Muğla ve ilçelerinde yıllarca yazılı basınımızda bu
konuda yazılarda yazdım. 1996 yılında Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon
Genel Müdürlüğü tarafından Anadolu Basını Özendirme yarışmasında yılın
spor yazarı ödülünü aldım. Muğla Gençlik ve Spor İl Müdürü Feyyaz Yıldırım
bölgemizde amatör spor dallarına önem vermemektedir. Sadece atletizm camiası
değil diğer spor çevreleri de bu il müdüründen memnun değildir. 17 Şubat
2002 tarihinde Trabzon'da yapılan Uluslararası Trabzon Yarı Maratonu'na
katılmak için 3289 sayılı yasanın 29 maddesine göre tarafıma bir yazı
yazılması için Muğla Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü'ne müracaat yapsam da
Muğla Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü tarafından gereği yerine getirilmemiştir.
Eğer bu il müdürünün bize karşı olumsuz davranması onun Muğla ve ilçelerinde
spor ortamlarına vermediği değeri eleştirmemizdense biz onu eleştirmeye
ve ona karşı olmaya devam ediyoruz. Diğer Muğla bölgesi atletleri de kendisinden
yakınmaktadır. Konuyu bir araştırıp bilgi sahibi olmak isterseniz spor
camiası açısından Muğla bölgesinde iyi olacaktır.
Amatör sporun içinden bakanlık alın teri göz nuru dökerek bileğinin hakkıyla
giden bir bakan olarak konuya duyarlı olacağınıza olan inancımızla selam
eder, saygılar sunarım...
Başa
Dön
|
 |