Yazılar
 

Sayı:32
13 Mart 2002

BAŞYAZI
e-mail

BORSA-EKONOMİ
Serdar Düzenli

DENGE
Av. Recai Yıldırım

YAZDI
Recai Şahin

TARİHİN SÜZGECİNDEN
Av. Ömer Karayumak

BİRİKİM
Ünal Şöhret Dirlik

TARIM DÜNYASI
Atila Büyükpapuşçu

VERGİ DÜNYASI
Erden Özkan

TANSİYON
Uz. Dr. Mustafa Ulusoy

HOŞ SEDA

DİYALOG
Ufuk Emek

İZLENİM
Dilek Dinçer

SPORTMENCE
Erol Dolu

KIRLANGIÇ
Devin Kuzu

 

 

 

BAŞYAZI
Ceset Torbası
Bizi seven veya sevmeyen, her kim olursa olsun "Lütfen" hitabıyla, bu yazıyı sonuna kadar okumasını rica ediyoruz.
Bu konuyu seçmemiz; gazete olarak dikkat çekmek veya önemsenmek amacıyla kesinkes yazılmış değildir. 28. sayımızda yine bu sütunlardan dile getirdiğimiz "Aptalca Ölüm" başlıklı yazımızda da değindiğimiz gibi; "İnançlı kişiler olarak ölmekten korkmuyoruz. Fakat, sorumsuzlar yüzünden aptalca ölümü haketmiyoruz" demiştik ve de noktalamıştık. 13 Şubat tarihinde yayımladığımız bu yazıdan bir hafta öncesinde 6 Şubat tarihinde geçmişte deprem konusunda ADAK adıyla kurulmuş, bir-iki sorumsuzun yetersizliği sayesinde, alt birimleri oluşturan onlarca insanımızın duyarsızlığından oynandığını, siyasi şov olarak anımsanan bu olayın sonrasında ciddi bir girişimin başlaması için önemsediğimiz kişiden yardım talebinde bulunmuştuk.
Aradan geçen bir aydan fazla süre içerisinde gazete olarak yeni ve kapsamlı olmanın getirdiği zorluklarla bir yandan koştururken diğer yandan insan olarak ve de Fethiye olarak korkunçluğunu hissettiğimiz deprem konusunda bayraktar olması gereken kişi ve ilçemiz sivil toplum örgütlerinin başkanları ile birebir, fakat sürekli girişimlerde bulunduk.
Tek istediğimiz şey; her birinin tam kapsamlı olarak bilgiye sahip olmasalar da, protokol kuralları dışında, makamsal erkleri taşımadan, Fethiye ve Fethiye halkı için önemli olan bu konuda bir araya gelmeleri. Az da olsa bilen bilmeyene anlatsın mantığı ile olası bir Fethiye depremi konusunda başlama noktasını belirlemeleri, afet öncesi yapılması gereken her ne varsa yapılabilmesi için ilçe dışından bir veya birkaç uzmanı davet etmeleriydi. Abartmadan, resmileştirmeden.
Söz konusu kişilerle yaptığımız görüşmelerde tabi ki ahkam kesmedik, tam olarak bilemediğimiz deprem konusunda fikir beyan etme konusunda densizlikte yapmadık.
Artık zamanı geldi ve de çoktan geçti. Manevi açıdan halkın deprem konusunda bilinçlenmesi için bir çok yapılmayan ivedilikle yapılmalıdır. Fiziksel ve bilimsel olarak yapılması gereken her ne olursa olsun, hiç bir maddiyat hesapları yapmadan zorunlu olarak yapılması gerekmektedir.
Manşetten verdiğimiz haberin içinde söz ettiğimiz erken uyarı cihazı, yeterli olup olmadığını sorgulanmadan ivedilikle temin edilmeli, sürekliliği sağlanmalıdır. İş sadece cihazı temin edip kurdurmakla bitmiyor. Cihazın belirleyici olduğu ağ sistemi aynı ciddiyetle ve ivedilikle oluşturulmalıdır. Maliyeti bir milyon dolar olarak bilinen rakam abartılmamalı, olası bir depremde ilçemize en az 100 milyon dolar maddi zarar verecek bir afet için bir milyon doların lafı bile edilmemeli. Manevi kayıplarımızın milyarlarca dolarla ölçülemeyecek bir konumda sadece ve sadece BİR ON BİN KİŞİ DAHA KURTARABİLME düşüncesini ilke edinmeliyiz.
Tekrar tekrar dile getirdiğimiz gibi; söz konusu kişiler halkın ortak menfaatleri konusunda sadelikle ve içtenlikle bir araya gelsinler yeter. Bu halk için bir adım atmaları yeterlidir. Tahminlerin üzerinde bu halk onlara destek olacaktır.
Kesinlikle maddi boyutu dert edinmesinler. Bu halk ceplerinden tek kuruş dahi çıkarmadan, kendilerine ait gereken parayı önlerine koyacaktır. Ülke genelinde olduğu gibi Muğla'nın her ilçesinde de var olmayan uygulamayla yatıp kalkmaktayız. Özel idare adlı bir olgu, Fethiye'den elde ettiği parayı yıllardan beri alıp vilayete sunmaktadır. Fethiye'nin parası Muğla'ya. Olsun varsın, fakat bunun kat kat üstünde olan bir paranın gözümüzün önünden kayıp gitmesine artık seyirci kalamayız.
Bildiğimiz bir söz vardır; "Eve lazım olan, camiye haramdır" diye. Ölüdeniz Kumburnu'ndan her yıl 1 trilyon 500 milyar dolar kazanılacak, bu para Fethiye halkına koklatılmadan Muğla'ya gidecek. Dünyanın sayılı güzelliklerinden olan Ölüdeniz'i .ok götürecek, kanalizasyon, arıtma, alt yapı için gereken para rica-minnet istenecek, keyifleri gelirse sadaka mahiyetinde lütfedilecek. Olamaz böyle bir şey. Zaman zaman Muğla'ya gittiğimizde Muğla girişindeki Uğur Mumcu Bulvarı'nın pürüzsüz asfaltından geçerken ağzımızın suyu akıyor. Dönüp geldiğimizde Fethiye sahil yolundan büroya gelmek için arabada tümsekler, çukurlar yüzünden hop hop zıplıyoruz. En ufak bir yağmurda Hakkari'de bile olmayan virajlara sahip Ölüdeniz rampasında kaza ve ölüm haberlerini yapacağız diye koşturuyoruz. Mantıksızlığın dik alası.
Belediye başkanlarının, sivil toplum örgütleri temsilcilerinin yönetimini oluşturduğu ve mülki amirimizin başkanlık edebileceği bir şirketin kuruluşu bir günde biter. Fethiyeliler olarak kuracağımız şirket sayesinde yıllık 1 trilyon 500 milyar dolar bize kalacaktır. Kar dağılımının %25 Fethiye Belediyesi, %25 Ölüdeniz Belediyesi ve geri kalan %50'lik oran ise en azından diğer on belediye başkanlığına paylaştırılsa, Fethiye'nin her tarafı güllük gülistanlık olur. Belediyeler hizmetleri için kimseye muhtaç olmaz ve işhanları yoktan yere birilerine satılmaz.
Olası bir deprem sonrasında ilçemize yurtiçi ve yurtdışından milyarlarca değerinde yardım gelecektir. Yardımların arasında mutlaka ama mutlaka binlerce CESET TORBASI da gelecektir. Bizler Fethiye halkı olarak ne yardım istiyoruz ne de CESET TORBASI. Yeter ki hiç bir kimse veya kurum bizim hakkımızı gasbetmesin.
Fethiye halkına duyuruyoruz; halkı temsil eden kişiler cesaretle ve içtenlikle bir araya gelmek için adım atsınlar. Fethiye halkına gereken zamanda ve de gereken parayı vermemeyi düşünenlere gönderilmek üzere, gazetemizin içerisine "CESET TORBASI İSTEMİYORUZ" başlıklı dilekçe örneklerini koyacağız. Söz konusu kurumların tüm faks ve telefon numaralarını da yayınlayarak, en kısa sürede 5 bin faks ve telefon bombardımanı yapılmasına aracı olacağız. Halkımızın duyarlılığına güvenimiz tamdır.
Tek dileğimiz afeti yaşamamak. Kaderimizde var ise ve de yaşayacaksak bir gün, umarız çok büyük acılar çekmeden atlatırız. Ahırda bağlı hayvanlar kadar depremi hissedebilmenin ötesinde, insan olarak hislerimizi dökmemize rağmen, olası bir afete kadar yapılması gereken her bir şeyin yapılmaması halinde, sorumlularla birlikte ölürsek sorun yok, bizler ölüp de sorumlular (!) sağ kalırsa yine de sorun yok, ama sorumsuz sorumlularla birlikte sağ kalırsak eğer, asıl afeti onlar yaşayacaklardır. Ağır çekimde, tekrar tekrar.
"Sesimi duyan var mı?"

Başa Dön

BORSA-EKONOMİ-Serdar Düzenli
BORSADA GEÇEN HAFTA
Hafta sonunda açıklanan enflasyon rakamlarının beklenenin oldukça altında gelmesi borsaya büyük bir moral dopingi sağladı. Haftaya hızlı bir başlangıç yapan borsa S&P 'un Türkiye'nin kredi notunu arttırma hazırlığında olduğu söylentileri çıkışın hızını arttırdı.
Bu hafta ön talep toplama süresi sona eren Petrol Ofisi hisse senetlerine 99.946 yatırımcıdan toplam 16.373.215.000 adet hisse senedi talebi geldi. Bu talebin beklenen rakamların çok üzerinde olduğu yorumları yapılmakta. Özelleştirmeden sorumlu devlet bakanı Yılmaz Karakoyun'lu bu konuda halka arza gelen toplam talebin şirket sermayesinin % 34 'üne denk geldiğini ve başvuran herkese hisse senedi vereceklerini belirtti.


BORSA ve PARA PİYASALARINDA GEÇEN HAFTA

 
01.03.2002
08.03.2002
% DEĞİŞİM
BORSA
11.470
11.705
+2.04
DOLAR
1.389.000
1.367.000
-1.58
EURO
1.206.000
1.198.000
-0.66
ALTIN
91.000.000
87.000.000
-4.39

BORSA OKULU - BÖLÜM 16
Borsalar geçici olarak kapatılabilir mi?
Menkul kıymetler borsalarında olağan dışı menfi gelişmelerin olması halinde, borsaların geçici olarak kapatılmasına karar verilebilir.
Borsaların üç güne kadar geçici olarak kapatılmasına karar alma yetkisi aynı zamanda Borsa Yönetim Kurulu Başkanı olan Borsa Başkanı'na aittir.
Borsa Yönetim Kurulu'nun talebi üzerine borsaların on beş güne kadar geçici olarak kapatılmasına SPK, SPK'nın talebi üzerine bir aya kadar geçici olarak kapatılmasına Maliye Bakanı yetkilidir.
Borsaların bir aydan fazla süre ile geçici olarak kapatılmasına karar vermeye ilgili Bakanlığın önerisi üzerine Bakanlar Kurulu yetkilidir.
Hisse senetlerini zayi eden (çaldıran, kaybeden senetleri yıpranan ) yatırımcı nereye başvurmalıdır?
Hisse senetlerini zayii eden ve zayi ettiği hisse senedinin kimin elinde olduğunu bilmeyen yatırımcıların, yetkili mahkemeden bu hisse senetleri ile getirileri üzerine ödeme yasağı kararı koydurmaları ve bu hisse senetlerini iptal ettirmeleri gerekmektedir. Bu şekilde hisse senedi ile bu senetten doğan haklar birbirinden ayrılır. Bu durum hisse senetlerinin kıymetli evrak olma özelliğinden doğmaktadır. Senet sahibi iptal kararı üzerine ihraç eden şirketin iptal edilen hisse senetlerinin yerine geçmek üzere çıkardığı yeni hisse senetlerinin masraflarını ödemekle yükümlüdür. Hisse senedini zayi eden hamil ödeme yasağı kararı aldıktan sonra senedin kimin elinde olduğunu biliyorsa "geri alım" davası açar. TTK 414.madde uyarınca, hisse senetlerinin tedavülü mümkün olmayacak biçimde yıpranmış veya bozulmuş olmakla birlikte, esaslı unsurları ve ayırt edici vasıfları tereddütte meydan vermeyecek şekilde anlaşılabiliyorsa, iptal hükümlerinin uygulanmasına gerek yoktur. Senet sahibi masraflarını peşin ödemek şartıyla şirketten yeni bir senet veya ilmühaber ihdasını isteyebilir.

ŞİRKET HABERLERİ:
GLOBAL MENKUL DEĞERLER: TMSF'nin sahibi olduğu Ege Yatırım Menkul Değerler A.Ş. hisse senetlerinin tamamının (4.293.120.000 adet hisse, toplam sermayenin %99,84'ü) Global M.D. tarafından satın alınmasına ilişkin olarak Rekabet Kurulu'ndan 01.03.2002 tarihinde izin verilmiştir.
TSKB: %50 bedelsiz hisse senetlerinin 2001 yılı kar payı kuponu ve 18 nolu yeni pay alma kuponu karşılığında 08.03.2002 tarihinden itibaren dağıtılmaya başladı.
TÜRK DEMİR DÖKÜM: %100 bedelsiz hisse senetleri 25.03.2002 tarihinden itibaren dağıtılmaya başlayacak.
ANADOLU HAYAT: Yönetim Kurulu Toplantısı'nda, %85,71 bedelsiz artırılarak 35 trilyon TL'den 65 trilyon TL'ye yükseltilmesine karar verildiği bildirilmiştir.
EMEK ELEKTRİK: Ödenmiş sermayesinin %25 bedelli, %60 bedelsiz artırılması işlemlerinin 11.03.2002-25.03.2002 tarihleri arasında yapılacağı bildirilmiştir.
KELEBEK MOBİLYA: Çıkarılmış sermayesinin %155 bedelli, 750 milyar TL %25 bedelsiz artırılması işlemlerine 11.03.2002 tarihinden itibaren başladı.

Başa Dön

DENGE-Av. Recai Yıldırım
Bayan Fogg
Son günlerde Ulusal Televizyon Kanallarının hemen hepsinde, Karen FOGG isimli kadının ülkemizde yediği herzelerden söz edilerek, yaptıkları ve yaptıklarının ulu orta yazılıp, çizilmesi enikonu tartışıldı.
Kim bu, Karen FOGG? Bu hatun kişi, Avrupa Birliğinin ülkemizde görevlendirdiği bir memuru. Kimilerine göre Büyükelçi düzeyinde görevli. Bana göre sıradan memur. İşi,Avrupa Birliğine girmeye çalışan Türkiye Cumhuriyeti ile Avrupa Birliği arasındaki çalışmaları düzenlemek,bu konuda ülkemiz içindeki gelişmelerden Birliği haberdar etmek. Buraya kadar her hangi bir sorun yok. Bir siyasi ve ekonomik oluşumun görevlisinin iş gördüğü ülkede oluşuma karşı meydana gelen gelişmelerden ilgili birimlere bilgi aktarması doğal. Sorun, bu bilgilerin elde ediliş yöntemi ve ülkenin iç işlerine burnunu sokması ve neyin ne biçimde yapılacağı konusunda yönerge vermeye kalkışması.
Bu hatun kişi ne yapmıştı? Aklıma ilk gelen Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına "Haddini bildirdik" demesi. Sonra ne yapıyor. Özelleştirme, Tütün, Enerji, Sanayi Bölgeleri Yasalarının nasıl düzenlenerek yürürlüğe sokulacağı hakkında Adalet ve Dış İşleri Bakanlığına yönerge vermeye uzanan konuşmalar yapması.
Ülkemizde yapılanları bir bir e-posta yolu ile amirine bildirmesi. Bu bilgilerin elde ediliş biçimi de ilginç. Sanki soğuk savaş döneminin casusları ortalıkta fing atıyor. Konu basına yansıyıp, tartışılmaya başlanınca, Dışişleri Bakanlığı bu hatun kişiyi koruma gayreti içine girdi. Bu hatun kişinin yaptıkları boyunu aşıp,ortalık toz duman olunca, Avrupa Birliği memurunu geri çekeceğini söyledi. Bu yazı hazırlanırken Karen FOGG nam hatun kişi ülkesine dönmüş olabilir. Ne gam. Bir Karen FOGG gidecek diğeri gelecek. Aslı olan ulusal onurumuza sahip çıkabilmek.
Bu olayda onurumuzun ayaklar altına alındığını düşünüyorum. Çağdaş Uygarlık Düzeyi denilen Avrupalı olmaya bir itirazım yok. Bu bize Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından miras bırakılmış, ulaşmamız gereken hedef. Ancak ne pahasına olursa olsun, bu biçimde düşünülmesine hayır.
Güzel Yurdumun politik, ekonomik yeri belli. Kuzey ülkelerinin sıcak denizlere açılabileceği en kısa yol. Batılı ülkelerin ekonomilerini geliştirebileceği en önemli ticaret yollarından biri üzerinde. Bu insanlık tarihi boyunca böyleydi. Dünya durdukça da böyle kalacak. Haçlı Seferlerinin niye yapıldığını hatırlayalım.
ATATÜRK ve arkadaşlarının, Ulusal Kurtuluş Savaşını verirlerken neden başka devlet MANDASI kabul etmediklerini düşünelim.
Bir ülkenin bağımsızlığından söz etmek için, ulusal marşının, bayrağının olması yetmiyor. Bağımsızlığın bir göstergesi de ulusal para. Yani ekonomik bağımsızlık. Ekonomik bağımsızlık olmayınca yönetim tarzının adına ne derseniz deyin. İster Krallık, ister meşrutiyet, ister Cumhuriyet sonuçta, birilerinin bağımlılığında yaşarsınız.
Bağımsız olabilmek için, başkalarının kapısında kul köle olmaktan,onlara avuç açmaktan geri duralım. Üç otuz para verdiler diye, memurlarını baş tacı etmeyelim. Salt onlar öyle istediler diye. Bize uymayan şeyler yapmayalım.
***
Tüm kadınlarımızın Sekiz Mart Kadınlar Günü kutluyorum. Yukarıda adı edilen kadın için HATUN KİŞİ dedim. Bu sesleniş tüm kadınlara yönelik değil. Bu kadın böyle bir seslenişi hak etti. Daha ağır sözcükler de kullanabilirdim ancak aldığım terbiye izin vermedi.
Kadınlarımızdan bir isteğim olacak haydi önce İNSAN HAKLARINI geliştirelim sonra KADIN HAKLARINI ne dersiniz ?
Sağlıkla kalın.

Başa Dön

YAZDI-Recai Şahin
Yokluk Vardı
Köyden kente yılda bir iki sefer inildiği yıllar. Araç yok,araba yok. Direksiyonu yular tekeri nal olan eşek ya da katırla gelinir köyden kente. Eyerli ata binen İngiliz pantolon, Söke çizmesi giyip gelen ağadır ya da efendi.Ağa taşı toprağı, malı meşakkatı çok olan kişidir. Efendi okuma yazma bilen,buyruğu geçen kişidir.
Köyden kente, tuz, kibrit, yırtım malı (manifatura) almak için inilir. Tuz kibrit peşin, manifatura da tütün parasında ödenmek üzere veresiye alınır. Kente gidip alışveriş etmek erkeklerin görevidir.
Ali Dayının hem eşeği hem de eyerli atı var. Bir gün kendisi ata biner hanımı Fatma'yı da eşeğe bindirir, tutarlar iskelenin yolunu Ali Dayı Fatma'sına Fethiye'yi gösterecektir. Fatma yenge denizi ilk defa görmektedir, bu kadar çok suyu bir arada görmemiştir hiç. Şaşkın şaşkın Ali Dayıya seslenir denizi göstererek:
Voyn Ali bak hele buraya ne kadar çok rahmet olmuş, şu çukurdaki suya bak hele....
Dutluhan'daki Nalbant Aliye atlarını eşeklerini nallatırlar ertesi gün. O gece de köylerinden evli Mahmut Çavuşun evinde misafir kalırlar. Ertesi gün köye dönerken gökyüzünde hiç duymadıkları bir gürültü duyarlar Ali Dayı bunun bir tayyare olduğunu biliyordur. Fatma yenge elini gözünün üstüne koyup sorar:
Voyn Ali bu nedir böyle, sanki gök üstümüze göçecek.
Ali Dayı bunun bir uçak olduğunu uzun uzun anlatmamak için, hanımının anlayacağı dilden konuşur
-O gökteki şey, büyücek bir eşek arısıdır hanım, der.
Fatma yenge köye döndüğünde İskele'yi günlerce anlatır konu komşuya, bir dıkımlık ekmeği (simit), yularsız kamyonu, tavana asılı gazsız lambayı günlerce anlatır. Köyde dedikodusu bile olur, "Ali Dayı şehre avradıyla gitmiş, dünyanın sonuna geldik neylersin" diye.
O zamanlar satı helvası (satın alınan helva) yılda bir kez yeniyor köy yerinde. İşin işlediğin tütün. Tütün işçiliği de on altı aydır. Ocakta tohumu tütün ocaklarına ekersin, koca yaz ayları boyunca tarlaya diker, çapalar, kırar, kurutur, istifler, tavlar, ekim-kasımda basar kalıp yaparsın. Devletten ve özelden tüccarlar gelir tütün kalıplarına not verirler, yetmiş randıman, seksen randıman diye. Tütün satımı varmış, piyasa açılacakmış diye bütün köylü o soğuk kış gününde açık arabayla İskeleye silkilir. Tütünü baş fiyata verenin koltuğuna üç karpuz birden sığar. Daha düşük fiyata satanlarsa kuyruklarını kıstıkları gibi açık arabanın arka localarında dönerler köylerine. Tütün parası Mayıs Haziran aylarında ödenir.
Bir gün kulaktan kulağa duyulur, falanca tüccar tütün parası veriyormuş, ya da tekel para veriyormuş. Haydi gene İskele'ye. Köyden kente gidilecek tek araç şoför Memedin şevrolesi.
Tütün parası verileceği günün akşamüzeri köyün tüm çocukları köyün girişine toplanır. Fethiye'den kamyon gelecek, kamyonda baba gelecek, baba da helva getirecek, bir de gebeş ekmek (fırın ekmeği)Gebeş ekmeği şöyle bir ikiye bölüp içine de biraz helva koklattın mı tadına doyum olmaz.
Ali Dayı'nın bu ikinci helva seferi, şehre ikinci inişi. Çocuklarının da ikinci helva bayramı oluyor. Ali Dayı'nın çocukları şanslı çocuklar, yılda iki kez helva,iki kez de gebeş ekmek yiyecekler.
Getirilen helva, öyle çocukların önüne konup, "alın doya doya yiyin" denmez. Bıçak eğelenir, helva konduğu kapta güzelce kesilir, gebeş ekmekler de hane halkı sayısınca eşit olarak bölünür, küçük helva parçaları da bu ekmeklerin içine sürülerek dağıtılır. Ali Dayı helvanın bir kısmını da hanımı Fatma için saklar. Hani özel gecelerde yedirip de gönlünü etmek için.
Nedim Ali Dayının obur oğlu. Helvalı ekmeği çabucak bitirir, helvanın paylaşıldığı toprak dama geçer, helvanın gerisini arar bulamaz. Sonra helvanın kesildiği bıçağı bulur, bıçak üzerindeki helva bulaşığını yalarken dilini keser. Nedim bizim çocukluk arkadaşımız. O günlerde birkaç gün ağzı dili sarılı gezdi de biz:
-Ne oldu Nedim dediğimizde .
-Küfür ettiğim için babam ağzımı bağladı dedi ağzının bağıyla zar zor konuşarak.
Siz siz olun helva bulaşıklı keskin bıçağı yalamayın, yalamayın ki konuşmanız daim olsun.
Ağzı olan konuşur da dili olan yazmaz mı. Ağzın kemiği var da dilin kemiği yok işte.
Hey gidi helva bulaşığına dilini kesenler.
Dil bilmeyip de dil dökmesini bilenler hey...

Başa Dön

TARİHİN SÜZGECİNDEN-Av. Ömer Karayumak
Mezarlıklara Gömülen Fethiye(Meğri) Tarihi- VII
Ahmed Gazi Medresesi-II

Geçen sayılarımızda Fethiye halkının "Ahmet Gazi Türbesi" diye tanımladığı, gerçekte ise bir medrese hatta bir külliye olan "Ahmed Gazi Medresesi'ni incelerken burada bir tarih katliamı yapıldığını, Fethiye yerleşim ve şehircilik tarihinin göz göre göre yok edildiğini yazmıştık. Külliyede bulunan mezarlığın her birisi birer sanat şaheseri olan mezar taşlarının kepçelerle kırılarak bilinmeyen yerlerde birer dolgu malzemesi yapıldığını anlatmaya çalışmıştık. Hatta daha da ileri giderek bugün elimizde sadece 10 kadar mezar taşı kaldığını, bunlar bunlardan ikisinin burada görev yapan Meğri kaymakamlarına, bir tanesinin Meğri'de yani Fethiye'de kurulmuş olan redif tabur komutanı olan bir binbaşıya ait olduğunu, bir diğerinin Rodos'lu gümrük eminine ait olduğunu ne yazık ki bu mezar taşlarının da kireçlerle sıvanarak berbat edildiğini, yazılarının okunamaz halde olduğunu bildirmiştik. Ve ilgililerden bir de ricamız olmuştu: Bu mezar taşlarının tarihe ve bilim dünyasına kazandırılması için temizlenmesi ve kireçle yapılan sıvanın yıkanarak orijinal şekline döndürülmesini istemiştik.
Bayram geçti... Seyran geçti... Ama ne sayın Kaymakamdan, ne sayın Belediye Başkanından ne de sayın müze müdüründen hiçbir ses ve seda çıkmadı.
Oysa gerek estetik gerekse kitabesi açısından tarihi bir kaynak olan bu güzelim mezar taşlarının temizlenmesi için milyarlar gerekmiyordu. Hatta milyona bile ihtiyaç yoktu. Bir kova su ve bir fırça yeterliydi. En fazla da yarım saatlik bir zamana ihtiyaç vardı.
Özellikle bekledik... Yerel yöneticilerimizin, sorumlu ve yetkili idarecilerimizin güzelleştirmek ve temiz tutmak için trilyonlar harcadıkları bu güzel şehri kendilerine emanet eden atalarına karşı duydukları minnet borcuna ne kadar sadık kaldıklarını anlamak için bekledik... Bir zamanlar bin bir meşakkat ve çile çekerek
bu güzel beldede "KAİM-MAKAM" olarak görev yapan ve kaza merkezinde devleti en üst seviyede idareci olarak temsil eden bu zatların nişanesi olan mezartaşlarının hiç değilse bir insanlık görevi olarak korunması ve temizlenmesi için gösterilecek ilgiyi bekledik...
Gördük ki boşuna beklemişiz... Gördük ki; milli bayramlarda, resmi törenlerde siyasi parti toplantılarında, politik kulvarlarda mikrofonları patlatırcasına yapılan ve "atalarımızın bize emanet bıraktıkları bu toprakların bir Zerresini....." diye devam eden hamasi nutukların sahipleri; ne yazık ki atalarının tek nişaneleri olan mezar taşlarının pislik ve çöplük içinde kalmasından hiç rahatsız değiller. Onlar yine kültürden, sanattan, tarihten, denizden, kumdan, güneşten bahsederek devekuşu masallarını tekrar tekrar anlatmaya devam ediyorlar.
Bu ilgisizlik, bu kayıtsızlık hatta bu vurdumduymazlık sadece baştaki idarecilere mi aittir sanıyorsunuz?
Kocaman kocaman tabela sahibi siyasi parti teşkilatları neredeler? Fethiye de sayıları yüzlerle ifade edilen dernekler, tanıtma vakıfları neredeler? Nerede sivil toplum örgütleri? Asli görevleri bakım, denetim ve koruma olan, görev, yetki ve sorumlulukları kanunla tayin edilmiş resmi kurumlar neredeler? Esnaf ve sanatkar odaları,ticaret odaları hiç mi katkıda bulunamazlar? Mimarlar, mühendisler, baro ve diğer meslek gruplarının yaşadıkları şehrin kültürel dokusunun korunması için hiç bir çabaları ya da katkıları olamaz mı? İlçemizde kuruluşundan büyük mutluluk duyduğumuz meslek yüksek okullarının birisi Turizm Meslek Yüksek Okuludur. Tarihten ve kültürel mirastan kopuk bir turizm olabilir mi? Bir diğer bölümü seracılık ve sanıyorum peyzaj üzerine. Yol kenarlarına diktikleri çiçek ve fidanlar gibi bir uygulamayı Ahmed Gazi Medresesi'nin düzenlenmesi için uygulayamazlar mı?
UNUTMAYALIM Kİ... TARİHİNE VE TARİHİ DEĞERLERİNE SAHİP ÇIKMAYAN MİLLETLER GELECEK NESİLLERİN SORGULAMASINDAN ASLA KAÇAMAZLAR.

Başa Dön

BİRİKİM-Ünal Şöhret Dirlik
Folklorun Kapı Aralığından

Belanın Bir Altından Bir Üstünden
Yaşlılar anlatıyor: Dövletli (baykuş) uçarken dalgalı dalgalı uçar. Bir aşağı doğru eğilir, bir yukarı doğru yükselir. Bir bakarsınız yan yan uçuyor. Şöyle dosdoğru uçtuğunu gören olmaz. Halk, "uğursuz" diye baykuşu hiç sevmez. Harabelerde, yıkık evlerin bacasında, kuru ağaçlarda yuva yapar. Hele oğul-uşak tarafından terkedilmiş baba evlerini çok sever.
Arada bir hu, hu diye öter. Bir gariptir sesi.
İşte bu dövletli kuşuna sormuşlar: "Arkada sen niye böyle alçaklı yüksekli, eğri eğri uçuyorsun. Öteki kuşlar gibi dosdoğru uçamaz mısın?" Bizim bu tarafların dövletli dediği baykuş şöyle cevap vermiş: "Ben beladan kaçıyorum. Onun için uçarken belanın bir altından, bir üstünden geçmek için alçaklı-yüksekli uçarım."
Bazen "adamın üstüne üstüne gelen belalardan da baykuş gibi kurtulmanın bir yolunu bulmalı" diye sesli sesli düşünüyorum. Baykuş gibi kanadımız da yok ya.
Bizim çarıklı erkan-ı harbler neler biliyor görüyor musunuz? Çok zengin bir folklorumuz var çok. Araştır araştır bitmez. Yaz yaz tükenmez.

En İyi Saat
Fethiye Devlet Orman İşletmesi bünyesinde uzun yıllar şoförlük yaptıktan sonra emekli olan Mehmet Öztürk anlatıyor:
İftar saati yaklaştıkça, acele edip iki de bir saate bakıyoruz. Dakikalar geçmek bilmiyor. İkindiden beri konuşacak bir şey de kalmadı. Yorgunluk, açlık, ille de susuzluk çok yıpratıyor. Ah bir iftar olsada doya doya bir su içsek diye düşünüyoruz. Bir aralık Boz İbiş kolundaki külüstür saate baktı.
M. Önder sordu: "Kaç dakika kalmış Bozoğlan?"
Cevap: "On sekiz dakika."
M. Önder Sarı Osman'a döndü: "Senin saatinde kaç dakika var?"
Sarı Osman: "On altı dakika" diye yanıtladı.
M. Önder Uhulu'ya baktı: "Senin ki ne gösteriyor?"
Uhulu: "Tam tamına on iki dakke var" dedi.
M. Önder: "Ula aferim Uhulu, en iyi saat seninki. İftarı en çok senin saat yaklaştırdı. Arkadaşlar bundan sonra Uhulu Mustafa'nın saatine göre iftar açacağız ha" diye de ekledi.
O yaz iftarı hep Uhulu'nun külüstür saatine göre yaptık. Hiç şaşmadı mübarek. Alaman dikiş makinaları gibi takır takır işledi durdu da hep hayret ettik.

Develeri Keneye Yedirirsiniz
Yetmiş şu kadar yıl önce şimdiki Günlükbaşı'nın olduğu yerler sazlık ve bataklıkmış. Kökü İstanbul ve Ankara'da olan ve tamamını varsılların oluşturduğu bir kooperatifin malıymış. Günlükbaşı'ndan Karataş'ın öte yanındaki göle kadar uzanırmış (gölü de doldurup mahvettiler ya) ve hatta Karaota kadar uzanırmış. Eskiler öyle anlatırlar. Kargı Çayı'nın denize döküldüğü yere şimdilerde bile İngiliz Çiftliği denir.
Günlükbaşı'nın bulunduğu geniş araziyi önce Karaçulhalılar almak istemişler. Yaylada toplanıp konuşmuşlar. Alıman Ağa demiş ki: "Arkadaşlar biz yayla-sahil göçen insanlarız. O bataklığa yerleşirsek mallarımıza kıran girer, develeri de keneye yedirirsiniz." Tamamı göçebe yörük olan Karaçulhalılar bu işten vazgeçmişler.
Bir müddet sonra Civcili Mehmet Ağa öne düşmüş, ekseriyeti Kızılca Köylüler olmak üzere Günlükbaşı'na yerleşmişler.

Başa Dön

TARIM DÜNYASI-Atila Büyükpapuşçu
Arıcılık-I
Bugün sizlere beslenmemizde önemli bir yer teşkil eden balı üreten arı ve bu işin yapılması olan arıcılıkla ilgili bilgi vermeye çalışacağız.
Arıcılıkta Bakım:
Arıcılıkta kışlatmadan sonra arıların uçuş yapmaya başladıkları Mart-Nisan aylarında sıcak bir günde genellikle öğleden sonra kovanlar açılarak kontrol edilmelidir. Kış boyunca kovanlarda biriken mum kırıntıları ve diğer döküntüler temizlenmelidir. Kışlamadan çıkan arı populasyonunu ana nektar akımına hazırlamak için polen yerine geçen arı keki ile ve ana arının yumurtlamasını teşvik etmek için şeker veya bal şurubu ile beslemek gereklidir.
İlkbaharda yaşlı ve verimsiz ana arılar değiştirilmelidir.
Anasız ve zayıf kovanlar birleştirilmeli,
Arının daha çok bal üretebilmesi için arı kovanları temiz olmalı,
Hastalıklı arılı kovanlara ayrılmalı, hasta arılara gerekli tedavi uygulanmalıdır.
Yağmacılık arıcıların en korktukları ve dikkat etmesi gereken bir olaydır. Yağmacılık; bal ve polen akımının az olduğu dönemlerde arıların birbirlerinin kovanlarından bal çalmasıdır. Yağmacılıkla arı ölümü ve ana arının sakat kalması bunun yanında hastalıkların yayılması da mümkündür. Yağmacılığı önlemek için kovanlar uzun süre açık bırakılmamalı, gereksiz yere şuruplama yapılmamalıdır. Bu dönemde şurup akşam verilip sabah alınmalıdır. Zayıf kovanların uçuş delikleri bir arının geçebileceği genişlikte bırakılmalı, açıkta şurup veya ballı çerçeveler bırakılmalı, bunlarda fayda etmiyor ise anasız ve zayıf kovanlar daha çok yağma edildiğinden zayıf arılar birkaç gün arılıktan 3-4 Km. uzağa götürülmelidir.
Bal arılarına zarar veren bir çok etmen bulunmaktadır. Bunların başında; çevre ve hava kirliliği, parazit akarları,
balmumu güvesi, arı kuşları, yaban arıları, arı biti, varroa, fareler, kümes hayvanları, kertenkele ve ayılar arıcılıkta zarar veren belli başlı zararlılardır. Bu zararlılara karşı tedbirler alınmalıdır.
Arıcılıkta ayrıca belli başlı hastalılar ise; Amerikan yavru çürüklüğü, Avrupa yavru çürüklüğü, tulumsu yavru çürüklüğü, kireç hastalığı, taş hastalığı, ergin arılarda nosema, arı felci, septisemi ve dizanteri gibi hastalıklar mevcuttur. Bu hastalıklarla ilgili gerekli tedbirler alınmalı ve ilaçlama yapılmalıdır.
Sağlıklı ve bol kazançlı bir yaşam dileği ile saygı ve sevgiler.

Başa Dön

VERGİ DÜNYASI-S. Muhasebeci Erden Özkan
Süresi Dolan İlaçlarda KDV'nin Durumu
Maliye Bakanlığı 28 Ocak 2002 tarihinde bir özelge yayınlayarak KULLANIM SÜRESİ DOLDUĞU İÇİN İMHA EDİLEN İLAÇLARIN KDV'si hakkında açıklamada bulunmuştur. Kullanım süresi geçmesi nedeniyle bir komisyon nezaretinde imha edilen ilaçların, zayi olan mallar kapsamında değerlendirilmesi mümkün bulunmamaktadır. Dolayısıyla,imha edilen ilaçların alış faturalarında gösterilen katma değer vergisinin indirim konusu yapılabileceği tabiidir.
Eczane sahiplerinin veya meslek mensuplarının, kullanım süresi dolduğu için imha edilen ilaçlara ait yüklenilen katma değer vergisinin zayi olan mallar kapsamında değerlendirilerek indirim konusu yapılıp yapılamayacağı hususunda tereddüde düşülmesi üzerine Bakanlıkça yayınlanan özelge içeriği aşağıdaki gibidir.
3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 30/c maddesinde, zayi olan malların alış vesikalarında gösterilen katma değer vergisinin indirim konusu yapılamayacağı hükme bağlanmıştır.
Ancak, kullanım süresi geçmesi nedeniyle bir komisyon nezaretinde imha edilen ilaçların, zayi olan mallar kapsamında değerlendirilmesi mümkün bulunmamaktadır. Dolayısıyla, imha edilen söz konusu ilaçların alış faturalarında gösterilen katma değer vergisinin indirim konusu yapılabileceği tabiidir.
Daha önceki yazılarımla sermaye şirketlerinin sermayelerinin artırılması hakkındaki 2001/3500 sayılı kararnamenin gereği olan sermaye artırımlarının usul ve esaslarının belirlenmesi çalışmalarının hala devam etmekte olduğuna dair Sanayi ve Ticaret Bakanlığı İç Ticaret Genel Müdürlüğü 08/02/2002 tarih B.14.0.İTG.11.00.01/GY-D/000854 sayılı bir genel yazı yayınlamıştır. Bu genel yazıdan çıkan sonuç ise, Sermaye şirketi sahipleri ve S.M. ve SMMM arkadaşlarım sermaye artışı için bir müddet daha bekleyeceklerdir.

Başa Dön

TANSİYON-Uz. Dr. Mustafa Ulusoy
8 Mart'lar Kutlu Olsun
145 yıl önce Amerikalı kadın işçilerin grev nedeniyle 100 kadarının yangında yanmasını anmak üzere başlatılan bu anma günü artık günümüzde tüm kadınların günü olarak anılmaya başlamıştır. 145 yıl önce 8 saatlik çalışma süresi ve eşit işe eşit ücret istedikleri için yakılan kadınların anısı önünde saygıyla eğiliyorum. Onlar ve sonradan onların haklı mücadeleleri sayesinde insanlarımız kendilerini sömüren kapitalizme karşı direnerek bu günkü insan hak ve özgürlüklerini, işçilerin grev haklarını alabilmişlerdir. İnsanlığa bu denli hizmet etmiş ve bedelini de hayatlarıyla ödemiş bu yürekli insanları saygı ile anmamak elde mi?
Milyonlarca yıllık dünya yaşının yanında 145 yıl çok kısa bir süre gibi görünse de en az 4 nesil insan bu süre içinde dünyaya geldi ve göçtü. Ama bu 4 nesil sonra da hala eşit işe eşit ücret diye eylemler yapılıyorsa,bu kavramlar hala ülkemizde birilerini ürkütüyorsa bu onlar için bir utanç konusu olmalıdır. İşçileri fabrikalarında,işyerlerinde çalıştıranlar bilmelidirler ve hiç unutmamalıdırlar ki işçiler olmasaydı ne sermayeleri ne fabrikaları olacaktı. Üreten, ham maddeyi mamul hale getiren,patronların zenginliklerine yeni zenginlikler katan işçiler ne yazık ki toplumda gelir düzeyi en düşük olan insanlardır. Hala 145 yıl önce uğruna ölünen kavramlar ve haklar için kavgalarını sürdürüyorlar. Onları insanlık onurunu kurtarmaya yönelik bu kutsal uğraşlarında tüm gücümüzle destekliyorum. Dünya kadınlar gününde sadece kadınları yazmak adet olmuşken ben ayırım yapmadan tüm insanları yazdım. Çünkü insanları ve onların hak ve özgürlüklerini kadın-erkek vs. gibi kısır bölünmelere uğratma hakkımızın olmadığını düşünüyorum. Zaten emeğin ve insan hak ve özgürlüklerinin cinsiyeti yoktur. Emek kadın yada erkek emeği olduğu için değil;üreten olduğu için kutsaldır. Haklar kadınlar ve erkekler kullandığı için değil tüm insanlar kullandığından kutsaldır. Uğruna ölünesidir. Bunlar yılda 1 günün kadınlar günü olarak kutlanmasına karşılık değil ancak içeriğinin iyi kavranması ve kutlama yöntemlerinin iyi seçimi içindir. Tabii ki bugün bile bazılarının duymak istemedikleri kavramlar uğruna 145 yıl önce ölen insanları ve onların kutsal kavgalarını anmak çok gerekli ve anlamlıdır.
Tüm dünyanın emekçi kadınlarını insanca yaşama hakkı için geçmişte verdikleri onurlu mücadeleden ve bugün de aynı mücadeleyi sürdürmelerinden dolayı kutluyorum.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü tüm kadınlarımıza kutlu olsun!

Başa Dön

HOŞ SEDA
Bu sayımızda Hoş Seda köşesi yayınlanmamıştır.

Başa Dön

DİYALOG-Ufuk Emek
Sevgiyi Ancak Zaman Anlıyor
Elimizden kayıp gitmeden sevginin, dostluğun, güzelliğini ve değerini anlayamıyoruz. Zaman her şeyin ilacıdır derler ya ben pek inanmıyorum buna. Evet, zaman belki ateşin üzerini örtüyor ama altta bir şeyler her zaman kıvılcım almaya hazır gibi bekliyor. "Unuttum her şeyi", "Sildim attım", "Geride bıraktım, mazi oldu" desek de o günlere ait bir şarkı, yaşanan benzer bir olay, aslında hiç unutmadığımızı ve aslında unutamayacağımızı bir kez daha kanıtlıyor bize. İşte o zaman aah!.. diyoruz, aah!... Keşke...
Küçücük nedenlerle kırdığımız yada incir çekirdeğini doldurmaz şeyler nedeniyle kırıldığınız arkadaşlarınızı özlüyor musunuz?
Anne, baba olunca, kaybettiğiniz yada kaybetmek üzere olduğunuz anne babanızın değerini anladınız mı? Yaptıklarının sizi üzmek, sizi kırmak amacı taşımadığını, yalnızca doğrunun o olduğunu düşündükleri için yaptıklarını fark ettiniz mi?
Size küçücük gelen ya da büyüklüğü, kalabalıklığı nedeniyle sizi sıkan, bir an önce ayrılmak, kurtulmak istediğiniz memleketiniz gözünüzde tütüyor mu?
Canınızı sıkan öğretmenler, karneler ve sınavlarla geçen okul hayatınızı hasretle anıyor, fotoğraflarına bakarken içiniz burkuluyor mu? Oysa belki de "Bir daha bu okulun adını bile anarsam..." demiştiniz değil mi?
Ne dersiniz? Sevgiyi ancak zaman mı anlıyor ne?..
Mutluluk, sevgi, üzüntü, gösteriş, zenginlik, bilgi gibi insanlara özgü tüm duygu ve değerler, küçük bir adada, birlikte yaşıyorlardı. Adada bir gün büyük bir tehlike oluştu.Ada kısa bir süre sonra batacak, sulara gömülecekti. Tüm yaşayanlara, kendilerine bir sandal bulup, adayı terk etmeleri duyurusu yapıldı.
İçlerinden biri dışında tüm duygular, kendilerine birer sandal buldular ve adadan ayrıldılar.Adayı terketmeyen o tek duygu, Sevgi'ydi. Ada tümüyle sularla kaplanıncaya kadar Sevgi, yerinden kıpırdamadı. Ada sulara gömüldükten sonra ancak, yardım çağrısında bulundu.
Sevgi'nin çağrısını ilk duyan Zenginlik'ti. Zenginlik hemen sandalını yanaştırdı ve Sevgi'ye, kendisi için ne yapabileceğini sordu. "Beni de alır mısın yanına?" dedi Sevgi. Zenginlik özür diledi:
"Kusura bakma, Sevgi" dedi. "Sandalımda o kadar çok gümüş ve altın var ki... Seni alabileceğim hiç boş yerim yok."
Sevgi bu kez, Gösteriş'e sordu; "Sen kurtarabilir misin beni, Gösteriş?" dedi.
Gösteriş, Sevgi'yi tepeden tırnağa süzdü:
"Kusura bakma alamam seni" dedi. "Her tarafın sırılsıklam... Sandalımı berbat edersin..."
Biraz öteden Üzüntü geçiyordu.
Sevgi bu kez Üzüntü'ye yalvardı:
"Ne olur Üzüntü beni de al..."
Üzüntü başını iki yana salladı: "O kadar üzgünüm ki..." dedi. "Kimseyi istemiyorum yanımda...Yalnız kalmak istiyorum."
Sevgi'nin gözü biraz ilerideki Mutluluğa takıldı: "Mutluluk, Mutluluk" diye sevinçle bağırdı. "Lütfen sen kurtarır mısın beni?"
Mutluluk öylesine kendiyle doluydu ki, Sevgi'nin çağrısının farkında bile olamadı.Tam o anda bir ses duyuldu: "Bana gel, ben kurtarırım seni" dedi bu ses.
Sesin sahibi, yaşlı bir kişiydi.
Sevgi, Yaşlı kişinin bu yaklaşımından öyle mutlu oldu ki, ona adını bile sormayı akıl edemedi.
Yaşlı kişi sandalıyla yaklaştı ve Sevgi'yi yanına alarak onu, ada ile birlikte gömülmekten kurtardı. Sonra da karaya getirdi, bir şey söylemeden uzaklaştı, gözden kayboldu.
Sevgi karada, Bilge adında bir başka yaşlı kişi ile karşılaştı ve ona, kendisini kurtaran kişinin adını bilip bilmediğini sordu:
"Ha.. Onun adı mı?" dedi Bilgi. "Onun adı zamandır."
Sevgi merakla sordu: "Ondan başka hiç kimse bana yardım etmedi, beni kurtarmaya çalışmadı.Söyler misin lütfen...Zaman neden kurtardı beni?"
Bilgi, anlamlı bir biçimde gülümsedi: "Çünkü senin ne denli büyük olduğunu ancak o anlayabilecek olgunluktadır da ondan..." dedi ve ekledi "Sevgi'nin ne kadar yüce olduğunu, ancak zaman anlayabilir, çünkü gerçek sevginin yüceliğini öğrenmek, anlamak istiyorsanız, siz de Zamana başvurun...Geçip gitmeden...Kaybolmadan...
Herkes bu gerçeği yaşamıştır;aşk, akan bir pınar gibi çoğunlukla farkedilmez, özen gösterilmez, ta ki pınar kurur, o zaman insanlar nasıl aktığını anımsar, arzular.
Halil Cibran

Başa Dön

TURİZM-Dilek Dinçer
Turizmde Tüketici Hakları-II
Turizmle yeni tanışmaya başladığımız; bayram ve festival gibi özel günlerde, Belediye yayın aracından yapılan çağrılara uyarak, turisti evlerimizde konuk ettiğimiz yıllarda, onları lavanta kokulu, kolalı çarşaflarla süslediğimiz yataklarda yatırır, kahvaltı sofralarında çeşit çeşit ev yapımı reçeller, akşamları enfes yemekler sunardık.
Birkaç gün içinde sıcak dostluklar kurulur,ayrılık zamanı geldiğinde, hizmetin bedeli ödenmek istendiğinde, yüzümüz kızarırdı.
Geçici görevle Marmaris'te bulunduğum 1983 yılında, Büroda çalışan hizmetli; "Şu anda ölüyorum deseniz, hemen karşıdaki duraktan taksi çağırsanız, ücretini almadan sizi hastaneye götürmezler." Demişti. Bu bana çok abartılı gelmişti. Çünkü aynı yıllarda biz Fethiye'de, turizme hizmet veren bir avuç otelci, lokantacı, taksici ve esnafla aile gibiydik.
Küçük şeylerin aramızda sözü bile edilmezdi. Bizler turizmi hobi olarak görürken, oralarda yaşam biçimi olarak belirlenmiş, ekonomik sektör olarak yöreye damgasını vurmuştu.
Öyle ki; Fethiye'de o dönemde 2.320 yatak varken, Marmaris'te 15.000 dolaylarındaydı.
Daha sonra, kitle turizminin baskısı ile bir anda oluşan aşırı yatak talebini karşılayabilmek için, tur operatörlerinin de teşvikleriyle, bir anda her yer beton yığınına dönüşüp, herkes turizmci olunca, yöremizde de ister istemez o süreç başlamış oldu. Hiçbir eğitim almadan turizmle tanışan esnaf, yaptığı büyük harcamalar nedeniyle girdiği ağır kredi borcundan bir an önce kurtulma telaşı içinde, turistin yalnızca bir kez geleceği düşüncesi ile kaliteyi gözardı ederek, hizmet vermeye başladı.
İlk yıllardaki özeni,dostluğu, özveriyi bulamayan; entelektüel , hoşgörülü ve iyimser turist, başka yerlere yönelerek,yöreyi terketti. Şimdi kalitenin düştüğünü görüp, üzülüyor, geçmişe özlem duyuyoruz.
Son yıllarda ellerindeki kameralarla, fotoğraf makineleriyle olumsuzlukları görüntüleyip, belgelendirip, tatilini bedavaya getirme eğilimindeki uyanık turist tipiyle tanıştık.
İlçe olarak en büyük zararı, turizm sezonunda devam eden inşaatlardan gördük. "Turizm sektörü kazanacak diye inşaat sektörüne balta mı vuracağız" diye düşünen zihniyet, turizmle birlikte kendini de örseledi. Yurt dışındaki kataloglarda sakin, sessiz tatil yapılabilecek bir yer olarak tanıtılan ilçemizde, konakladığı tesisin hemen yanı başındaki inşaat alanından, günün her saati yükselen gürültüden,toz dumandan yakınan turist, tur operatörüne konuyu rapor edip,faturasını otelciye çıkarttı. Pek çok otel işletmecisi ağır tazminatlar ödemek zorunda kaldı. Yine bu süreçte; toz kalkmasın diye yola yanık yağ döken, yemek saatinde otelinin çevresi ilkel yöntemlerle, belediye tarafından sivrisinek ilaçlaması yapılan, otelinde hırsızlık, restoranında gıda zehirlenmesi olayı yaşanan, odasına sabun ya da tuvalet kağıdı koymayı unutan, çifte rezervasyon yapan, çevresinde yüksek volumlü müzik yayını yapılan, alıcı ortama fosseptik bırakan tesisler ve buna bağlı olarak bazı turistik alanlar ağır bedeller ödedi. Tur operatörleri tarafından kara listeye alındı.
Eski dükkanlarda, girer girmez bir slogan gözümüze çarpardı. "Müşteri velinimetimizdir." Diye... Şimdi de aynı sözü turist için güncelleştirebiliriz. O halde, güç gelip, kolay giden konuklarımıza çağdaş bir ortamda, keyifli bir tatil geçirtebilmek için, biraz daha fazla özen gösterip, tanıtımı abartısız yapıp ağır yük altında ezilmemeliyiz.
15 Mart Tüketici Hakları gününüz kutlu olsun.

Başa Dön

SPORTMENCE-Erol Dolu
Bölgemizde Kayak Tesisleri

Fethiye'nin Seki bölgesi yaz sezonuyla toplumun dikkatini çeken bir beldemiz. Deniz seviyesinden yaklaşık iki bin metre yükseklikte bulunan Seki Beldesi yaz turizmi açısından da önemli bir coğrafyadır. Yazın Fethiye'nin kavurucu sıcaklardan vatandaşlarımız Seki ve çevresine gitmektedirler. Yazın nüfusu normal nüfusunun hemen hemen üç katı olan bu yöremizde son yılları kış turizmi açısından da önemli bir tesise kavuşması için çabalar sarf edilmektedir. Bu çabalar artık son aşamaya gelip icraata geçilmiştir.
Seki Beldesi'ne bağlı Temel Köyü sınırları içerisinde kalan Eren Dağı bir spor tesisine kavuşuyor. Bölgemiz açısından da yeni bir heyecan yaratacak olan kayak merkezinin çalışmaları son aşamaya geldi. Bölgemizin buraları kış sezonunda yoğun bir kar yağışına sahne olmaktadır. Yıllardan bu yana burada yağan kar miktarları yetkililer tarafından ölçülmekteydi. Bunun sonunda burası kayak tesisleri için oldukça uygun bir yer olduğu yetkililerce belirlendi.
Geçen hafta iki arkadaşımızla beraber Seki Beldemize gittik. Oradan Temel Köyü'ne geçtik ve Temel Köy Kahvesi'nde Köy Muhtarıyla buraya yapılacak olan kayak tesisleri üzerinde konuşuyorduk. Temel Köyü Muhtarı Mehmet İyici bize bu konuda bilgi verdi. Temel Köyü genel sınırları içerisinde kalan Eren Dağı eteklerinde toplam 7 Km. lik bir kayak pisti var. Buraya ülkemizin en büyük kayak tesislerinde bulunan birisi yapılacak. Tesisleri bir Fransız firması yapacak. Bu tesisler yapıldığı zaman buraları bölgemizin kış turizmi açısından da önemi artacaktır. Temel Köy Muhtarı Mehmet İyici de kendi bölgesinde böyle bir tesisin yapılmasından büyük mutluluk duymaktadır. Muğla'da Vali Muavinimiz Sayın Ali Haydar Küçük'ün de büyük gayretleri olduğunu söylüyor. Bu iş için Temel Köyü'ne gelen tüm yetkililerle ayrı ayrı ilgilenip kendi köyüne bu tesisi kazandırmak için Muhtar Mehmet İyici çaba sarf ediyor. Ayrıca kayak tesislerinin yapılması için Seki Belediye Başkanı Sayın Hüseyin Ünal'ın da gayretlerini basından izliyoruz. Sayın Hüseyin Ünal da bu konuda Muhtar Mehmet İyici'nin çabalarına destek veriyor. Biz kendileriyle daha önceden de Seki bölgesinde spor tesisleriyle ilgili görüşmeler yapıyorduk. Sayın Hüseyin Ünal'ın beden eğitimi öğretmeni olmasından dolayı sporun içinden gelen birisi olarak spora ayrı değer verdiğini biliyoruz.
Kurban Bayramı öncesi Ankara'da bulunduğumuz bir günde Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü'nde Türkiye Kayak Federasyonu Başkanlığı'nda yetkililer ile Eren Dağı'nda kurulacak olan kayak tesisleri üzerine konuştuk. Burada yetkililerden Eren Dağı'nın kayak sporu için çok uygun bir yer olduğunu belirttiler. Kayak Federasyonu yetkililerinden kayak sporu ile ilgili bazı dokümanlar alarak ayrıldık. Temel Köyü'nde konuşmamız sırsında Muhtar Mehmet İyici bize köyde bir kayak kulübü kurulacağını açıkladı.

Başa Dön

KIRLANGIÇ-Devin Kuzu

 

 

 

Başa Dön