|
|
BAŞYAZI
Düşüncenin Önemi
Vücudumuzdaki kılcal damarlar yaşamımız için ne kadar önemli ise, sivil
toplum örgütleri demokratik toplumlar için o denli gereklidir.
Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarında oluşan Atatürkçü düşünce, demokratik
toplum olma yolundaki süreçte, olmazsa olmaz ilkesiyle yaşam felsefemiz
olmalıdır.
Sivil toplum örgütlerinin başında olan Atatürkçü Düşünce Derneği, ilçemizde
1995 yılının sonlarında kurulmuş olmasına rağmen, gerek diğer sivil toplum
örgütlerinin, gerek Fethiye halkının duyarsızlığı sebebiyle, olması gereken
noktada maalesef değildir.
Yedi yıllık süreç içerisinde başlangıçta diğer bazı tabela dernekleri
görüntüsünde olan bu önemli derneğimiz, son iki yıldır yönetimde bulunan
bir avuç özverili insanlar tarafından, tüm imkansızlıklara ve katılımsızlıklara
rağmen bir çok etkinliklere kavuşmuştur.
Yaklaşık 200 üyesi bulunan derneğimizin bu hafta sonu olağan genel kurulu
toplantısı yapılacaktır. Atatürkçü düşünceye sahip görünen tüm üyelerin
Cumartesi günü genel kurula katılıp, derneğe manevi güç katmalıdırlar.
Kendilerine yakışan zorunlulukla genel kurul haricinde tüm etkinliklerde
de yer almalıdırlar.
Esnaf ve Şoförler Odası seçimlerinde boy gösteren tüm siyasi parti temsilcilikleri,
meslek grubu temsilcileri yanı sıra mülki amirlerimiz, belediye başkanlarımız,
yargı temsilcilerimiz de genel kurulun yapılacağı saatte dernek merkezine
gelip, Atatürkçü düşünceye manevi destek vermelidirler. Toplumumuzu temsil
eden bu önemli şahsiyetler hala daha Atatürkçü Düşünce Derneği'ne kayıt
olmamışlar ise de en kısa zamanda üye olup, yapılacak etkinliklere makamlarının
yanısıra, toplumda yaşayan duyarlı insanlar olarak katılıp, Atatürkçü
düşünceyi güçlendirmelidirler.
Geçmişte veya gelecekteki dönemlerde koltuk, etiket veya görüntü için
aday olabilecek kişilerin oturup bir kez daha düşünmesi gerekmektedir.
Fethiye toplumu için olması gereken çizgide başlangıç yapan bu yönetim
karşısında aday olma düşüncesi bile onlara zarar verebilecektir. Her birimiz
bu yönetimin oluşturacağı alt birimlerde görev alıp, özveriyle Atatürkçü
düşünceye destek olmaktan başka beklentimiz olmaması gerekmektedir.
Bizler Beyaz Kalem Gazetesi olarak, yeni dönemde "Kitaplımıza bir
kitapta sizden" adı altında kampanya yapılması önerisini sunuyoruz.
Gazete olarak destekleyeceğimiz bu kampanya sayesinde Atatürkçü Düşünce
Derneğimize bir ay içerisinde en az üç bin adet kitap kazandırmalıyız.
Mülki amirimizden, sigortalı işçilerimize kadar, dernek tarafından oluşturabilecek
"Genç Atatürkçüler" gençlik koluna, her birimiz çocuklarımızı
kaydettirip, geleceğimiz olan gençliğimizin yararlanabileceği bir kütüphane
oluşturmak boynumuzun borcudur.
Tüm üyelerin eksiksiz olarak genel kurula katılıp, düşünce karşıtlarına
tek vücut olduğumuzun kanıtlanması dileklerimizle.
Başa
Dön
BORSA-EKONOMİ-Serdar
Düzenli
BORSADA
GEÇEN HAFTA
Borsada heyecanın ve beklentinin sıfır olduğu bir haftayı geride bıraktık.
Uzmanlara göre, piyasanın kendine gelmesi biraz daha zaman alacak. Kısa
vadede ise piyasalar, IMF ziyaretinden çıkacak sonuca ve ABD birinci başkan
yardımcısının ziyareti sonrasındaki gelişmelere odaklandı. Büyük yatırımcıların
tedirgin davranışları piyasanın yukarı hareketini engelliyor. Diğer taraftan
Petrol Ofisi'nin halka arzına katılmak isteyenlerin satışlarıyla gerileme
yaşayan piyasanın, halka arzın tamamlanmasıyla bu baskıyı üzerinden atacağı
dile getiriliyor.
BORSA ve PARA PİYASALARINDA GEÇEN HAFTA
|
08.03.2002
|
15.03.2002
|
%
DEĞİŞİM
|
BORSA |
11.705
|
10.772
|
-8.66
|
DOLAR |
1.367.000
|
1.348.000
|
-1.40
|
EURO |
1.198.000
|
1.191.000
|
-0.58
|
ALTIN |
87.000.000
|
87.000.000
|
0.00
|
BORSA OKULU - BÖLÜM
17
İMKB'nda denizcilik şirketlerinin hisse senetleri işlem görüyor mu?
İMKB'nda anonim şirket olarak faaliyet gösteren denizcilik şirketlerinin
hisse senetleri bugün itibariyle işlem görmemektedir. Bu şirketlerin kabotaj
hakkından yararlanması için Türk gemisi sayılmaları gerekmektedir. Türk
gemisi sayılma koşullarını, TTK'nun Türk Bayrağı Çekme Hakkı ve Mükellefiyeti
başlıklı bölümündeki 823. madde saymıştır. Bu maddenin mevcut hükmü uyarınca,
denizcilik şirketinin hisse senetleri nama yazılı olmalı ve bu hisselerin
üçüncü kişilere devri de şirket yönetim kurulu'nun iznine bağlı bulunmalıdır.
İMKB Kotasyon Yönetmeliği'nin " Borsa Kotuna Alınacak Menkul Kıymetler
İçin Aranacak Şartlar " başlıklı 9.maddesinin (h) bendinde; "
Esas sözleşmenin menkul kıymetlerinin devir ve tedavülünü kısıtlayıcı
veya senet sahibinin haklarını kullanmasına engel olacak kayıtlar içermemekte
olması" yönünde bir düzenleme mevcuttur. Görüldüğü üzere, Kanun'da
yer alan 823. maddedeki hüküm ile İMKB Kotasyon Yönetmeliği'nin 9.maddesinin
(h) bendinde aranan koşul birbirine uymamakta olup; mevcut düzenlemeler
uyarınca, bugün için denizcilik şirketlerinin Borsa'ya kote edilebilmesi
imkanı bulunmamaktadır. İMKB'nda anonim şirket olarak faaliyet gösteren
denizcilik şirketlerinin hisse senetleri bugün itibariyle işlem görmemektedir.
Bu şirketlerin kabotaj hakkından yararlanması için Türk gemisi sayılmaları
gerekmektedir. Türk gemisi sayılma koşullarını, TTK'nun Türk Bayrağı Çekme
Hakkı ve Mükellefiyeti başlıklı bölümündeki 823. madde saymıştır. Bu maddenin
mevcut hükmü uyarınca, denizcilik şirketinin hisse senetleri nama yazılı
olmalı ve bu hisselerin üçüncü kişilere devri de şirket yönetim kurulu'nun
iznine bağlı bulunmalıdır. İMKB Kotasyon Yönetmeliği'nin " Borsa
Kotuna Alınacak Menkul Kıymetler İçin Aranacak Şartlar " başlıklı
9.maddesinin (h) bendinde; " Esas sözleşmenin menkul kıymetlerinin
devir ve tedavülünü kısıtlayıcı veya senet sahibinin haklarını kullanmasına
engel olacak kayıtlar içermemekte olması" yönünde bir düzenleme mevcuttur.
Görüldüğü üzere, Kanun'da yer alan 823. maddedeki hüküm ile İMKB Kotasyon
Yönetmeliği'nin 9.maddesinin (h) bendinde aranan koşul birbirine uymamakta
olup; mevcut düzenlemeler uyarınca, bugün için denizcilik şirketlerinin
Borsa'ya kote edilebilmesi imkanı bulunmamaktadır.
ŞİRKET HABERLERİ:
Beko Elektronik A.Ş.:Çıkarılmış sermayenin %100 bedelli, %51,57
bedelsiz artırılmasına karar verildi.
İhlas Holding A.Ş.: Çıkarılmış sermayenin %200 bedelli, %100 bedelsiz
artırılmasına karar verildiği bildirilmiştir.
Şeker Piliç ve Yem Sanayi Ticaret A.Ş.:Çıkarılmış sermayesinin
%300 bedelsiz arttırılmasına karar vermiştir.
Tukaş Turgutlu Konservecilik A.Ş.: Çıkarılmış sermayenin %58.6207
bedelsiz artırılmasına karar verildiği bildirilmiştir.
Erbosan Erciyas Boru Sanayii ve Ticaret A.Ş.: Çıkarılmış sermayenin
%350 bedelsiz artırılarak 1.160 milyar TL'den 5.220 milyar TL'ye yükseltilmesine
karar verildiği bildirilmiştir.
İhlas Ev Aletleri İmalat Sanayi ve Ticaret A.Ş.: Çıkarılmış sermayenin
%75 bedelli, %75 bedelsiz artırılarak 2.430 milyar TL'den 6.075 milyar
TL'ye yükseltilmesine karar verildiği bildirilmiştir.
Başa
Dön
DENGE-Av.
Recai Yıldırım
Bir
Ceza Uygulanmasının Ardından
Geçtiğimiz günlerde ünlü SUSURLUK DAVASI sanıklarından bir emekli yarbay
hakkında yerel mahkemece verilen hapis cezasının YARGITAY tarafından onaylanarak
kesinleşmesi nedeniyle cezanın uygulanması için sanık ve yandaşları bir
gösteri ile Cumhuriyet Savcılığına teslim olarak ceza ve tutukevine girdi.
Bu satırlarda hakkında ceza verilen ve ceza evine konulan kişinin iyi
yada kötü olduğunu tartışmayacağız. Bağımsız Türk Mahkemesi bu kişiyi
suçlu bulmuş olmalı ki hakkında 6 yıl ceza verdi. İnsanların en temel
haklarından olan kişi özgürlüğünü kısıtlayan HAPİS CEZASI kararları,kolaylıkla
verilen kararlardan değildir. Bu türden kararlar verilirken,bu işle görevli
Yargıçlar kılı kırk yararak ceza hukukunun temel ilkelerinden olan MUTLAK
GERÇEĞİ araştırır ve buna ulaşırlar. Hal böyle iken ve halin böyle olduğu
bilinirken cezanın uygulanması için kişinin amiyane deyimle içeri girmesinden
sonra bazı açıklamaların yapılması yargılama sürecini acabalarla doldurur
gibi oldu.
Emekli olmuş bazı üst düzey kamu görevlileri, hükümlü hakkında bazı açıklamalar
yaparak oldukça iyi şeyler söylediler. "Ülkesini seven birdir ve
ne yaptıysa ülkesi için yaptı" dediler. Bu açıklamalardaki en ilgi
çekici söz "Verilen emri uyguladı." sözcüğü. Ceza yasamıza göre
verilen emri uygulamak suçu ortadan kaldırır. Bu kişi eğer verilen emri
uygulamışsa ve verilen emir bir suç oluşturuyorsa emri veren suçlu olur.
Ceza emredene verilir. İçeri emreden girer.
Bu gün böyle konuşanlar ve kendi ifadelerine göre emir verenler; yargılama
aşamasında neredeydiler?
Neden yargılama yapılırken bu veya buna benzer bilgileri mahkemeye sunmadılar?
Bu bilgileri, Türk Ulusu adına karar veren bağımsız mahkemeden niçin sakladılar?
Bu konularda biz yurttaşların bilmemesi gereken olgu ve olaylar dizisi
mi var?
Sonradan konuşan emekli olmuş üst düzey kamu görevlilerinin bu konuşmalarını,
öncelikli olarak ETİK AÇIDAN olumsuz buluyorum. Bir memurunuza emir vererek
onun suç işlemesine neden olmuşsanız, bu kişinin savunmasına yargılama
aşamasında katkınız olması gerekir. İş bittikten sonra o kişi hakkında
ne kadar iyi şeyler söylerseniz söyleyin artık yararı yoktur.
Ülkemiz demokrasi ile yönetilen hukuk devleti ise, olanların ve yapılanların
DEVLET GİZİ olamadığı sürece açıklanması ve mahkemeye sunulması gerekir.
Bu konuda gerekli değerlendirmenin yapılacağını umuyoruz.
Çünkü, bu ülke hepimizin.
Başa
Dön
YAZDI-Recai
Şahin
Pil ve Çıra
İki katlı bir ev, bir oda altında, bir oda üstünde. İkinci kata ahşap
merdivenle, yan tarafına boylamasına çakılan uzun çam torusuna tutunarak
çıkılıyor. İkinci katta tavan yok. Taban dört parmak kalınlığında tahtalardan
çakılmış. Kiremit yok, çinko yok, beton yok. Evin üstü yarma tahtalarla
örtülü. Yarma tahta, düzgün, fazla budağı olmayan çam ağaçlarından elde
edilen kalasların özel çivilerle ağaç ve demirden yargıçlarla bu işin
ustalarınca yarılmak suretiyle elde edilir. Yarma tahtalar doğal olukludur.
Çatıdaki yarma tahtaların aralarından hem yağmur hem de rüzgar kapıyı
çalmadan girer.
Bu tek odalı iki katlı evin bir yanında tek katlı genişçe bir toprak dam
var. Yağmurlu kış gecelerinde damı taştan yuvarlakla güzelce yığdın mı
sabaha kadar hiç akmaz. Evin öteki tarafında gene üstü toprakla örtülü
mal ahırı var.
İki katlı evin altındaki tek odası samanlık ve depo, üstündeki tek oda
da misafir, oturma,yatak odası ve mutfak olarak kullanılıyor. Gece yatılan
döşekler gündüz toplanmaz. Sadece yorgan ve dokuma yün çarşaflar toplanıp
bir kenara yığılır. Ocaklığın kenarındaki tahtadan yapılmış iki üç rafta,
bir kara tencere, bir dığan, birkaç kalaylı bakır çanak sandal ağacından
yapılmış kepçe, çiçekli Konya kaşığı, toprak testide halis tereyağ, çivide
asılı kıl torbada iri tuz. Bakırdan yapılmış hamur leğeni, oklava, senit,
yan tarafta duran un çuvalının üstünde. Ocaklığın başında bir askı lambası
[gemici feneri], zeytinyağı ve pekmez şişeleri.
Bu odada Hatce ninenin oğlu gelini ve üç torunu barınıyor. Hatce ninenin
ömrü ise yandaki tek katlı toprak damda geçiyor. Bu evdeki en medeni araç
gramofon. Onların radyosu daha icat edilmemiş. Bir teneke kutuda üçlük
çivi gibi plak iğneleri, ahşap bavulunda gramofon. Sini kadar plakların
üstünde bir köpek resmi hemen yanında da "sahibinin sesi" yazısı.
Konu komşu toplandığında açarsın gramofonun kapağını, kocaman başa bir
iğne takarsın kolu çevirerek zembereği kurdun mu,koca iğneli kafayı da
indirdin mi plağın üstüne gel keyfim gel. "Dam başında sarı çiçek,
oy oy, Nerden gelip nerden geçek, Ninni de Feridem ninni" "Havuz
başının gülleri, Şak şak öter bülbülleri"
Hatce nine ihtiyarladı artık. Gece mallara saman verirken ya elindeki
çıradan ocak düşerse, ya yangın çıkarsa.
Hatce nine mallara saman vermeye gittiğinde elleri titreyerek dönerdi,
ya çırasından köz düşer de görmezse.
Oğlu annesinin bu durumuna bakarak ona yassı pille çalışan bir el feneri
alıverir.
-Bak anne şu düğmeyi ileri itiyorsun fener yanıyor, geri çekiyorsun sönüyor,
artık samana ateş düşürürüm diye korkma.
Hatce nine oğluna sarılıp sarılıp öper, ettiği dualarınsa bini bir para.
Bir akşam oğlu:
-Anne şu el fenerini ver de komşuya kadar gidip geleyim diyor. Anne başlıyor
ufalanmaya, öksürüyor, hık ediyor mık ediyor, kınalı saçlarını örten mor
tülbenti bir bağlıyor bir çözüyor, sonunda:
-Ah oğlum, nasıl söylesem bilmem ki, o fener bozuldu da şu döşeğin altına
sokuşturuverdim, oysa hiç düşürmedim ,hiç ıslatmadım, dışına diktiğim
torbadan çıkarmadım, ama bir gün baktım ki yanmıyor.
Oğul feneri alır bakar ki pili bitmiştir. Yedek pili takar, basar düğmeye
fener yanar. Hatce ninenin gözleri fal taşı gibi açılır, sevinir, fener
bozulmamıştır. Sonra oğluna:
-Oğlum onun içine koyduğun kırmızı şeye de mi para verdin yoksa, oysa
ben onu ömür boyu yanacak, hiç bitmeyecek sanmıştım. Bunca pile paramız
yetmez. Bak şu karşı yamaçtaki çıralar bedava, sana yük etmem
oğul, pil parayla ama şu Allah'ın dağının çırası bedava, oğul bedava.
Hatce ninenin bir daha o feneri eline aldığını gören olmamış.
Olmayan yerde, olmayan şirketler kurup olmayan malları satan, ama olan
paraları alanların kulakları çınlasın.
HAFTANIN SÖZÜ
"Açlık, öyle alçak bir kapıdır ki, geçilmesi zorunlu oldu mu, insan
ne kadar büyükse o kadar eğilmek zorundadır. VICTOR HUGO
Başa
Dön
TARİHİN
SÜZGECİNDEN-Av. Ömer Karayumak
"Çanakkale
Geçilmez" mi?
İşte bir 18 Mart daha geldi. Bazıları için hiçbir değer ifade etmeyen
sıradan bir gün. Bazıları içinse 18 Mart sadece bir evlilik yıldönümü
ya da bir doğum günü olarak anımsanır. Soyu tükenmekte olan kelaynak kuşları
gibi artık son neslini de kaybettiğimiz Çanakkale gazileri için ise 18
Mart 1915 tarihi; bir milletin öldükten sonra yeniden dirilişinin destanıdır.
Günümüz nesli keşke Çanakkale Savaşı'nı o gazilerden bir kerecik olsun
dinleyebilseydi. Günümüz aydınları keşke milli şairimiz Mehmed Akif'in
Çanakkale Şehitleri için yazdığı o mükemmel şiiri düşünerek ve anlayarak
bir kerecik okuyabilseydi.
Diyordu ki Mehmed Akif:
"Şu boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya
Ne hayasızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı
Nerde-gösterdiği vahşetle "bu bir Avrupalı"
Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi
Eski dünya, yeni dünya, bütün akvam-ı beşer
Kaynıyor kum gibi... Mahşer mi? Hakikat mahşer
Yedi iklimi cihanın, duruyor karşında
Ostralya'yla birlikte bakıyorsun Kanada
Çehreler başka,lisanlar,deriler rengarenk
Sade bir hadise var ortada: Vahşetler denk
Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela
Hani tauna da züldür, bu rezil istila"
Görülüyor ki Akif'in o günlerin ateş, kan ve barut kokan cehennemini anlatırken
bugünün gençliğine, günümüzün aydınına çok önemli bilgiler vermektedir.
O günlerin devlet yapısını,devletin içinde bulunduğu durumu ordunun ve
askerimizin ne şekilde olduğunu anlatan LİMAN VON SANDERS hatıratında
o kadar kötü bir panorama çiziyor ki gerçekten Çanakkale Savaşını hangi
şartlar altında kazandığımızı ve askerin içinde bulunduğu durumu okuduğumuz
zaman tüylerimiz diken diken oluyor:
"Öyle kötü günler yaşıyorduk ki; subaylar altı ile sekiz aydan beridir
hiç maaş almıyorlardı. Erat çok kötü bir gıda ile beslendikleri için perişan
haldeydiler ve üzerlerindeki elbise yırtık pırtıktı. Pek çoğunun potinleri
eskimişti, pek çoğunun ise yalınayaktı.
Atlı birliklerin halleri ise bir başka perişandı. Bu birliklerde hayvanlar
nefretle bakılacak haldeydi. Atların ve diğer hayvanların ekserisi Balkan
Harbinden beridir yaşlanmış, cılız ve uyuz olmuşlardı. Nal bakımları yoktu.
Eyer, başlık, koşum takımları aynı surette bakımsız haldeydiler."
Demiştik ki; keşke genç nesil son kalan bir Çanakkale gazisinin ağzından
Çanakkale savaşlarını dinlemiş olsaydılar. O zaman gerçekten nerelerden
nerelere geldiğimizi, bize emanet bırakılan bu ülkenin insanlarının neler
çektiklerini çok iyi anlamış olacaklardı.
Ekmek bulamadıkları için süpürge tohumundan ekmek yaparak karınlarını
doyuran, dağlardan, kırlardan topladıkları yabani otlar ve yiyeceklerle
açlıklarını bastıran, yiyecek bir şey bulamadıkları için üzerlerine bindikleri
katırlarını kesip tırnaklarına varıncaya kadar yemek zorunda kalan bu
insanların hatıralarını dinlemek belki günümüz nesline bir masal gibi
gelecekti ama... Ne var ki bunlar acı birer gerçekti.
Ve siz gerçekten "Çanakkale geçilmez mi?" diyorsunuz.
Başa
Dön
BİRİKİM-Ünal
Şöhret Dirlik
Gelin Kaynanaya Bağlı Olsun Diye
"Neler var neler bu eski kuşaklarda." Ne garip adet ve gelenek
ve görenekler. Su katılmadan, yabancıların etkisi altında kalmadan bugüne
kadar yaşatılagelmiş neler neler...
Fethiye'nin Karagedik Mahallesi'nde oturur, aslen Nif Köyü'nden olan 72'lik
Gönül Turan Nine anlatıyor:
Gelin alma merasimi yapılıp, gelin eve getirildiğinde, attan indirilmeden
indirmelik verilir. Sonra attan indirilir. Kaynana kendi başındaki dastarı
çıkarır, gelini bu dastarla boynundan bağlar. Çeke çeke evin arka penceresinden
içeri sokar ve ön kapıdan dışarı çıkarır. Gelinin boynuna bağladığı dastarın
düğümünü çözer, geline armağan eder.
"-Neden" deyince:
"-Gelin kaynanaya bağlı olsun diye yaparız, biz de adet böyledir.
Biz de atalarımızdan böyle duyduk, böyle gördük" dedi.
Kara Davut Vapuru
Osmanlı zamanında kıyı şehirleri arasında taşımacılık ve ticaret yabancıların
elindeydi .Ta ki kapütülasyonlar kaldırılıncaya kadar. Yani Cumhuriyete
kadar.
Kıyılarda ulaşım yabancılar tarafından yapıldığı için, bizim Meğri (Fethiye)'den
İzmir'e veya Antalya'ya gitmek, mal götürmek isteyenler tamamen yabancı
firmaların tarifelerine uymak zorundaymışlar. Onlar kaç günde bir vapur
kalkacağına ve hangi iskelelere uğrayacağına karar verirlermiş. 15 günde
bir İzmir'e doğru, yine 15 günde bir Antalya'ya doğru vapur kalkarmış.
Her iskeleye uğrar, yük ve yolcu alır, yükleme bitinceye kadar iskelede
kalırmış. Haftalarca süren bir yolculuk. Milletin başka ulaşım aracıda
yok, mecbur bu vapurla gitmeye.
İskelelerde dura kalka, dura kalka yük ve yolcu taşıyan bu "dolmuş
minibüsü" gibi çalışan vapurlardan birisi de Kara Davut Vapuru imiş.
"Hacı Davut" diyenlerde var. O zamanlardan kalma bir deyim vardır.
Batı ve güney kıyılarımızda söylenir durur:
Davut Vapuru
Ne sarsan götürür
Şimdi dağ gibi yükler yığılan, bir uçtan bir uca uzanan, eklemeli tırları
görse "dudakları uçuklayacakmış" eskileri...
Eğri Odun
Bizim köylümüz odun eğrisini dağda bırakır. Hayvanın sırtına sarmaz. Der
ki: "Odunun eğrisi dağda bana, evde de karıma iş keser."
Dağda hayvanına sardığı odunlar kalem gibi olur köylünün. "Doğru
odunu eşeğine, katırına yüklemesi, evde indirmesi, bir köşeye yığması
ve ekmek saçının, yemek kaynayan tencerenin altına sürmesi kolay olur"
diye anlatırlar.
Yunus Emre, tam kırk yıl Taptuk Emre'nin dergahına doğru odun taşımış
ormandan. Hiçbir eğrilik bu kapıdan içeri girmesin diye. Tam kırk yıl
eğri odun girmemiş dergaha.
Bizim köylümüz de ömür boyu doğru odun taşıyor eve. Biraz hanım korkusu,
biraz hayvana yükleme korkusu. Ama ömür boyu sürüyor bu. Ne demişler:
"Yunus gibi" diye...
Başa
Dön
TARIM
DÜNYASI-Atila Büyükpapuşçu
Topraklarımız
Üzerinde yaşadığımız topraklarımızın gün geçtikçe azaldığı ve fakirleştiğini
görüyoruz ancak buna nedense seyirci kalmaktan başka bir şey yapmaktayız.
Topraklarımız, en çok EROZYON ile kaybolmaktadır. Bunun dışında hızlı
nüfus artışı baskısı altında giderek artan konutsal ve endüstriyel faaliyetlerle,
turizm gibi ihtiyaçlar için gerekli arazinin yanlış seçimi ve yanlış kullanımı
tarım alanlarımızın her geçen gün azalmasına neden olmaktadır.
Toprak kayıplarına etki eden faktörlerin başında İNSAN gelmektedir. Biz
insanlar düşünme ve konuşma yeteneğine sahip yaratıklar olmamıza rağmen
her zaman bilerek veya bilmeyerek topraklarımızı azaltılması için elimizden
gelen her şeyi yapmaktayız.
Toprak kayıplarına neden olan faktörler;
* Erozyonu önleyici toprak işleme metotlarını kullanmamak,
* Ekim ve dikim tekniklerinin uygulanmaması
* Orman alanlarının tahribi
* Mer'aların aşırı, plansız ve erken otlatılması,
* Tarımsal mekanizasyonların gelişmesi nedeniyle yamaç alanların tarıma
açılması,
* Toprak-bitki-su arasındaki dengelerin bozulması,
* Devletin ve belediyelerin toprak spekülasyonu ile etkin bir biçimde
mücadele yapmaması,
Gibi faktörler toprak kayıplarına neden olmaktadır. Biz insanlar kaybolan
toprakları geri getirme şansına sahip olacak mıyız?
Toprak, ancak 150 yıl gibi bir zamanda oluşmaktadır. Kaybettiğimiz bu
toprakların oluşmasını kaç nesil sonra tekrar kazanabileceğiz,
İşte bu nedenlerle devletin, belediyelerin en önemlisi de eğitim ile topraklarımızın
kayıplarına etki eden faktörleri ortadan kaldırabiliriz.
Sağlıklı ve bol kazançlı bir yaşam dileği ile saygı ve sevgiler.
Başa
Dön
VERGİ
DÜNYASI-S. Muhasebeci Erden Özkan
Vergi Avantajı-Temiz Toplum
Neden toplum olarak durmadan "Temiz toplum" naraları atıyoruz.
Acaba neden? Kendimiz acaba temiz miyiz ki? Bizi idare edenlerden temiz
olmalarını istiyoruz. Ülkemizin yüzde doksan dokuzu müslüman olarak addediliyorsa,
alın size yüce "PEYGAMBER"den bir hadis "Kavimler-toplumlar-
layık oldukları kişilerle idare edilirler." Öyleyse seçtiklerimiz
ve seçtiklerimizin seçerek atadıkları tarafından va'z edilen yasalardan
193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'na bir bakalım.
4710 sayılı yasa ile Gelir Vergisi Kanunu'na eklenen geçici 59.madde hükmüyle
26 Temmuz 2001 ile 31 Aralık 2002 tarihleri arasında ihraç edilen HAZİNE
BONOSU ve DEVLET TAHVİLİ'nden 31 Aralık 2004 tarihine kadar elde edilen
faiz gelirlerinin, enflasyon indirimi düşüldükten sonra kalan tutarının
50 MİLYAR Türk Lirası gelir vergisinden "MÜSTESNA" dır.
50 Milyar Liralık istisna tutarı enflasyon indiriminden sonraki tutardır.
Enflasyon indirimi ve beyan haddi de dikkate alındığından istisna tutarı
2001 yılında elde edilen gelirler için brüt 111 Milyar 359 bin liraya
ulaşıyor. Bu istisna, hazine bonosu ve devlet tahvilinin elden çıkartılmasından
yani alım-satımından elde edilen kazançları da kapsıyor.
İşin mali hukuk boyutunu ilgili meslektaşlarım bilmektedir. Benim burada
anlatmaya çalışacağım husus temiz toplum feryadı eden ve bu feryadı etmeye
hakkı olmayan kimseler ile onlara tanınan vergi avantajıdır.
Toplumda;
* Herhangi bir üretim yapmayanlar,
* Toplumun gelişmesi, muasır medeniyetler seviyesine çıkması için gerekli
sınai ve ticari yatırımlarda bulunmayanlar,
* Her ne şekilde elde ettiği belli olmayan, kayıt dışı paralarla devlet
tahvili ve hazine bonosu alarak, parayla para kazananlar,
* Vergi levhası dahi olmayanlar,
* Vergi levhası olup da üzerinde yazılı gelir matrahı ile yıllık geçimini
dahi zor karşılaması gerekenler, afedersiniz zeytinyağı gibi hep su üzerine
çıkarak doğru ve dürüstleri karalayanlar daha sıralayayım mı? Bilemiyorum.
Bu tür, milletin kanını emen kişilere devlet idarecilerinin bilerek veya
bilmeyerek sağlamış olduğu bir vergi avantajı.
Temiz toplum isteyen, hakikaten haklı olan vatandaşlara söyleyecek bir
sözüm yok. Amma herkesten önce haksız yere feveran eden, bağıran, yırtınan
temiz toplum diye göklere zıplayan ve arkasındanda malı götürenlere ne
diyeyim. Evvela kendilerini temizlemelerini salık versem daha iyi olur.
Başa
Dön
TANSİYON-Uz.
Dr. Mustafa Ulusoy
Sağlıklı
Yaşama Hakkı
Sağlıklı olabilmek için herşeyden önce bedensel ve ruhsal olarak hasta
olmamak yanında, sağlıklı bir çevrede bulunmak ta gerekir.Sağlıklı çevre
yaşadığımız ev, işyeri vs. gibi fiziksel mekanların yanında aile, kent
ve ülke gibi kavramları da kapsar. Bir insan bedensel olarak hastalıklı
olmayabilir, ailesinde bir sorun varsa örneğin eşiyle geçinemiyor ya da
çocuğu hasta ise sağlıklı sayılmaz. Bütün bunlar yok ama evi çağdaş yaşam
koşullarına uygun değilse, yeterli alt yapıdan yoksun suyu elektriği yoksa
da sağlıklı olduğu söylenemez. Bu kişinin diyelim ki yaşadığı bina elverişli,
ama kentinin yolları, kanalizasyonu, içme suyu yeterli değilse yine sağlıklı
değildir. Kenti de çağdaş ta olsa, ülkesinde alt yapı sorunları da yok
olsa bile sağlıklı değildir. Eğer ülkesi iyi yönetilmiyorsa, verdiği vergilerin
akıbetinden kuşkulu ise de sağlıklı sayılamıyor. Dünya Sağlık Örgütü sağlığı
beden ruh ve sosyal çevre olarak tam bir iyilik hali olarak tanımlıyor.
Çünkü çevremizdeki istenmeyen ya da çağdaş yaşama uygun olmayan olaylar
ve koşullar bedensel ve ruhsal bir hastalığımız olmasa bile bizi sağlıksız
kılmaya yerede artar bile.
Pekala bir insan tüm bu koşulları sağlayamıyacağına göre, tek görevi ya
da varoluş nedeni insanını mutlu etmek, sağlıklı kılmak olan devlet bu
görevi üstlenmelidir. Zaten sosyal devlet dediğimiz olgu budur. Anayasamız
da devletimize bu görevi vermiştir.
Buraya kadar her şey iyi, ancak devleti sorguladığımızda bu Anayasal görevini
yerine getirdiğini söylemek oldukça güç. Bildiğim kadarıyla Anayasa suçu
işlemek bakımından fertler ve devleti yönetenler arasında bir ayırım yapılamaz,
yani Anayasa'yı vatandaşlar çiğnerse suç, devleti yönetenler işlerse suç
olmaması düşünülemez. Ancak ben vatandaş olarak sağlıklı bir çevrede yaşamak
istiyorum ve bunun koşullarını da devletimi yönetenlerden bekliyorum.
Elimizden bu kadar geliyor diyemezler; çünkü bu ülkenin tüm olanakları
bize sağlıklıl bir çevrede mutlu yaşamamızı sağlasınlar diye bizim tarafımızdan
görevlendirildiler.
Sağlıklı yaşama hakkımı istiyorum.
Başa
Dön
HOŞ
SEDA
Bu sayımızda Hoş Seda köşesi yayınlanmamıştır.
Başa
Dön
DİYALOG-Ufuk
Emek
Çocuk ve Yalan
Birkaç gün önce iyi görüştüğüm bir aile bana gelerek 6 yaşındaki çocuklarının
sık sık yalan söylediğini belirttiler. Anne o kadar üzgün ve suçluluk
duygusu içindeydi ki. Oysa bu durum hiç de düşündükleri kadar korkunç
boyutta değildi.
Küçük çocukların hepsi yalan söyler ve bunu gerçekle düş ürünlerini birbirinden
net ayıramadıklarından yaparlar. Çocukların yalanları kendilerine hoş
gelen hayallerinden kurulmuş bir oyundur.
Bir gün şöyle bir konuşmaya tanık olmuştum: Küçük bir kız ikindi uykusundan
henüz uyanmış üç yaşındaki oğlan kardeşine böbürlenerek şöyle diyordu.
"Ben senin gibi uyumadım. Ben kocaman bir balon gördüm havada, süzülüp
gidiyordu havada yaa." Oğlan da karşılık verdi: "Ama ben de
büyükannemin yanına gittim. Büyükannem bana elmalı pasta yaptı."
Belli ki çocuk gördüğü rüyanın gerçekliğine inanıyordu.
Bizim yalan söylemek diye nitelendirdiğimiz şey aslında kasıtlı bir aldatmacadır.
Ama biz mantıksızca davranır, kendi rüyalarına gerçekmiş gibi bakan, anlatma
meraklısı çocuklara da "yalancı" damgasını vururuz.
Küçük çocuk çeşitli olaylar uydurur kafasından. Belli bir suçtan cezalandırılacağı
korkusuna kapılmış bile bile söylediği, yani darda kalıp karşısındakini
aldatmak amacıyla başvurduğu yalanlarla kendisini savunmaya çalışır. Ancak
henüz gerçeklik ilkesinin egemen olduğu dönemde değildir. Bu nedenle de
sık sık neyin gerçek neyin değil olduğu konusunda yanılgıya düşer.
Mahkemede tanıklığına başvurulan çocukların ifadelerine pek güvenilmeyeceğini
herkes bilir. Hal böyleyken büyüklerin sık sık aldanıp küçük tanıkların
kafalarından uydurduğu olaylara inandığı görülür.
Küçük çocuklar, annelerinin yada bakıcılarının hatalı yol göstericiliği
sonucu, darda kalarak yada belli bir amaca ulaşmak isteyerek bazen yalana
sığınır. Diyelim gezgin satıcılardan biri kapıyı çaldı. Anne bir şey almak
istemiyor. Anne beş yaşındaki Umut"a şöyle söyler: "Git kapıyı
aç, evde kimse yok de." Yada telefonda evin oğluna, ziyarete gelmek
istediğini söyleyen komşusuna, anne "annem rahatsız yatıyor"
dedirtir. Uyanık bir çocuk olan Umut da ileride içerisine düşebileceği
kötü durumlardan nasıl sıyrılacağını böylece öğrenir gider. Bir zaman
annesi için söylediği iş bitirici yalanlara, sonraları kendisi için de
başvurur. Bunu gören anne afallar, kızıp köpürür: "Nereden öğrendi
bu çocuk yalan söylemeyi?" diye merak edip durur da, bu huyun ona
kendisinin aşıladığı hiç aklına gelmez.
En küçük nedenlerin alabildiğine ciddi sonuçlar doğurabileceğini hepsinden
önce küçük çocukları eğitirken dikkate almak gerekir. Zararsız izlenimi
bırakan kimi alışkanlıkların sonradan korkunç tehlikelere kaynaklık edebileceği
çoğu kez düşünülmez ve ancak iş işten geçtikten sonra koruyucu önlemlere
başvurulmak istenir.
Önümüzdeki hafta çocukların çalma veya aşırma davranışlarına ilişkin yazacağım.
Çünkü araştırmalar göstermiştir ki çalma, aşırma ve yalan söyleme alışkanlıkları
birbirini takip eder.
Bu konuya ait bir takım sorunlar yaşayan aileler köşemde belirttiğim e-mail
adresime yazarak, düşüncelerini paylaşabilirler
Pişman Olunmayacak
Davranışlar
Bunları yapmak, hiç kimseye, hiçbir zaman pişmanlık vermez.
Harekete geçmeden önce düşünmek
Yargılamadan önce dinlemek,
Düşmanları affetmek
Tarafsız ve açıksözlü olmak
Gereksinim içindeki bir kişiye yardım etmek
İş yaşamında dürüst olmak
Konuşmadan önce düşünmek,
İlkelere bağlı kalmak
Dedikodulara kulak kapatmak
Başkalarını çekiştiren dile gem vurmak
Yalnızca temiz düşünceleri barındırmak
Kederlinin duygularını paylaşmak
Herkese karşı sevecen ve saygılı davranmak.
Yaşamımda edindiğim
en büyük bilgi şudur: Kendi kendine yardım etmeyi bilmeyene, hiç kimse
yardım edemez.
Pestalozzi
Başa
Dön
İZLENİM-Dilek
Dinçer
İlçe Turizm Komitesine İşlerlik Kazandırmak
Yaklaşan turizm sezonundan önce her yıl, İlçe Turizm Komitesi toplanır
turistik yörelerde... Amaç; eldeki olanakların gözden geçirilmesi, aksaklıkların
belirlenmesi ve sorunların çözümü için kamu kurum ve kuruluşlarının, turizmle
ilgili sivil toplum örgütlerinin, yerel yönetimlerin, meslek kuruluşlarının
ve sektör temsilcilerinin bir araya gelmeleridir.
İllerde Valilerin, ilçelerde Kaymakamların başkanlığında toplanan komiteler,
çalışma yöntemini belirler, görev dağılımı yapar ve sorumluluklar paylaşılır.
Çalışmaların izlenmesi ve koordinasyonun sağlanması, Turizm İl Müdürlükleri
ile Turizm Danışma Müdürlüklerinin görevidir.
Turizmin yeni yeni ivme kazanmaya başladığı yıllarda ilçemizde toplantılar
çok renkli geçerdi. Bir avuç turizmcinin büyük bir heyecanla katıldığı
toplantıların davetlileri özenle seçilir, sektörün her kesiminden (ulaşım,
konaklama, yeme-içme, hediyelik eşya, halı, kuyum, deri vb.) temsilci
bulunurdu. Fatin Ergen, Canbolat Gürbüz, Rafet Tuna, Mustafa Şıkman, Gürbüz
Gürkan, Mustafa Çınar Yılmaz kendilerini sevgiyle andığımız Rıdvan Seke,
Mehmet Külen, İmer Ağartan, Platin Tuncel komitenin değişmeyen üyeleriydi.
Uzun yıllara dayanan birikim ve deneyimleri ile ilçemizin tüm değerlerini
zaman zaman ateşli tartışmalar yaşanır, tansiyon yükselirdi. Ama mutlaka
toplantı sonunda uzlaşma sağlanır, her şey tatlıya bağlanır, bizler de
derin bir oh çekerdik.
Görev yaptığım yıllarda, ilçemizin sorunlarının değişmediğini, aksine
giderek her yıl yenilerinin eklendiğini gözlemledim. Turizm Bakanlığı'nın
Fethiye'deki biriminin, Turizm Tanıtma Şefliği adı ile İzmir Turizm Bölge
Müdürlüğü'ne bağlı olarak kurulduğu 1972 yılına kadar, turizmle ilgili
işlevleri Turizm Derneği yerine getirmiş, ardından görev ve sorumluluklar
bu birime devredilmiş. İşte o yıllara kadar dönerek, bir arşiv çalışması
yapmış ve ilçemizin hiç değişmeyen, yaklaşık 30 yıldır güncelliğini koruyan
sorunlar yumağına üzülerek tanık olmuştum. Kısaca özetleyecek olursak;
DSİ sulama kanallarıyla taşınan alüvyonların körfezi doldurması, su ve
kanalizasyon sorunu, Pınara, Tlos, Cadianda vb. Ören yerlerine ulaşımı
sağlayan yolların yapımı, Amintas Mezarı'nın aşınan sol paye sütununun
onarımı, kalenin restorasyonu, Oyuktepe Koylarının, Çalış ve Ölüdeniz'in
WC, duş, kabin, yol vb. altyapı sorunlarının çözümü, şehrin her iki ana
girişinin düzenlenmesi... vb.
Geçtiğimiz hafta yine İlçe Turizm Komitesi toplantısı yapıldı. Sorunların
çoğu yine gündemdeydi. Arkamıza dönüp baktığımızda; o yıllardaki içme
suyu probleminin çözüldüğünü (Ölüdeniz hariç) görüyoruz. Bu arada özellikle
belirtmek istiyorum; yurdumuzda musluğundan akan suyun gönül rahatlığıyla
içilebildiği ender yerlerden birinde ve sularımız kesilmeden yaşamımızı
sürdürebiliyoruz. Körfezimizde bir dip taraması yapıldı ama kanalların
işlevi sürüyor. Daha kalıcı çözümler üretilmesi gerekiyor. Kanalizasyon
sorununda çok yol alındı ve son noktaya yaklaşıldı. Bu ilçemizin ve turizmimizin
geleceği adına çok önemli bir adım. Şehir girişleri bir ölçüde düzenlendi,
en azından salaş işyerleri, inşaat malzemesi yığınları kaldırıldı. Şehir
merkezindeki parklar ve rıhtım düzenlendi, çöp sorunu en aza indirgendi.
İlçe Turizm Komitesi'nde görüşülen hanutçuluk, inşaat yasakları, gürültü
kirliliği, kaldırım işgali, ulaşım araçlarında yaşanan olumsuzluklar,
fiyatların görünür yerlerde sergilenmesi, kaçak acentacılık faaliyetleri,
izin belgesiz change büroları, yabancı personel çalıştırılması, hijyen,
tüketici haklarının korunması gibi sorunlar toplumun bilinçlendirilmesi,
halkın eğitimi ve ciddi denetimlerle çok kolay çözümlenebilecek sorunlar.
Altyapı sorunlarının çözümünde ise yerel yönetimlere, milletvekillerimize,
İl Genel Meclisi üyelerimize, resmi kurum ve sivil toplum kuruluşlarına
önemli görevler düşüyor.
Turizm Komitelerine ancak böyle işlerlik kazandırabiliriz.
Başa
Dön
SPORTMENCE-Erol
Dolu
Kurumlar Voleybol Müsabakaları
İlçemizde yıllara dayanan bir spor organizasyonu vardı. Her yıl geleneksel
olarak düzenlenen Kaymakamlık Kupası Kamu Kurum ve Kuruluşları ve Bankalar
Arası Voleybol Müsabakaları. Daha önceki yıllarda Fethiye Kapalı Spor
Salonunda gece saat yirmi dörtlere kadar maçlar devam eder ve kamu kuruluşlarımızı
ve bankalar personeli arasında spordan doğan bir dostluk rüzgarı esiyor
ve izleyicileri de büyük bir heyecan sarıyordu.
Ama bu yıl Mart ayının ortasını geçmemize rağmen bu konuda voleybol çevrelerinde
bir hareketlilik yok.
Bundan yaklaşık iki ay kadar önce ilçe voleybol temsilcimiz Turgay Tuğrul
ile kendi bürosunda otururken bu yıl kamu kurum ve kuruluşları ile bankalar
arası müsabakalarını sorduğumuzda Turgay Abi "biraz ağırdan yapalım
mı?" diye sormuştu. Çünkü geçen yıl bu maçlar sırasında bir olay
yaşamıştı Turgay Abi. Onun için biraz durakladı. Ama sporda böyle olaylar
olsa da spor organizasyonları devam etmesi gerekiyor. Çünkü sporcular
sahalarda, pistlerde, kulvarlarda, meydanlarda, salonlarda yani sporun
her ortamında kavga da etse saha kenarında, türbünlerde, yollara, hastanede,
postanede her yerde kol kola barış ve dostluk içerisinde beraber olurlar.
Sporun kuralı budur. Daha fazla zaman geçmeden bu yıl da Fethiye Kapalı
Spor Salonu kamu kurum ve kuruluşları ile bankalarımızın voleybol takımlarını
karşı karşıya getirmeli ve bölgemizde sporda yeni bir heyecan yaratılmalıdır.
Başta ilçe voleybol temsilcimiz Turgay Tuğrul olmak üzere tüm ilgililer
sporculardan güç alarak 2002 yılı Kaymakamlık Kupası Kamu Kurum ve Kuruluşları
ile Bankalar Arası Voleybol Müsabakaları için gerekli hazırlıkları yapmalıdır.
Yıllardan bu yana gerçekleşen bu spor organizasyonu için daha fazla zaman
geçirip vakit kaybetmemek gerekir. Çünkü bir çok devlet memuru arkadaşlarımız
bu müsabakaları sormaktadır. Arkadaşlarımız bu maçları dört gözle bekleyip
kendilerini Fethiye Kapalı Spor Salonu'na atmak istemektedirler. Bu maçların
başlamasıyla ilçemizde bulunan kamu görevlisi arkadaşlarımız arasında
da bir samimi hava esmektedir. Sporun temel amaçlarından birisi olan insanlar
arası dostluk ve dayanışmanın da en güzel örnekleri sergilenmektedir.
Bu maçlardan ayrı, edindiğimiz bilgilere göre bu yıl Muğla Bölgesi Voleybol
Ligi'nde ilçemizden Telekom, Fethiye Belediyespor ve Fethiyespor takımlarımız
mücadele edecektir.
Fethiye de voleybol sporu son yıllarda oldukça faal duruma geldi. İlçe
voleybol temsilcimiz Turgay Tuğrul'un bu sporun bir fiil içinden gelmesi
dolayısıyla da oldukça ilgi göstermesi ilçemizde bu sporun gelişmesinde
destek oldu. Ayrıca ilçemizde bulunan voleybol hakemlerinden Biray Karaca'nın
da bu konuda bir spor sevgisi olması da aktiviteyi biraz daha arttırmıştır.
Burada diğer voleybol hakemlerini de göz ardı etmiyoruz. O hakemlerimiz
de Biray Karaca ile beraber aynı duyguları paylaştığını biliyoruz.
Başa
Dön
KIRLANGIÇ-Devin
Kuzu
Savaş Önce Kadınları ve Çocukları Vurur
Bahar
geldi. Belki Fethiye'nin yerlileri için Şubat-Mart aylarında güneşin açması
son derece sıradan bir durum. Ama benim gibi, buz gibi soğuk, yağmurlu,
karlı ve kapkaranlık Mart aylarına alışkın bir İstanbullu için ayrı bir
sevinç ve mutluluk vesilesi. Her sabah kuş seslerine ve güneşe uyanıp,
geceleri vıraklayan kurbağaların, öten horozların, havlayan köpeklerin
seslerini dinlemek, üstüme ince bir kazak ve mont geçirip -ki bunu bile
fazla bulan Fethiyeli arkadaşlarım mevcut- dışarıya çıkabilmek, sabahları
balkona çıktığımda yüzüme vuran ılık rüzgar. Bunun ne büyük bir nimet
olduğunu ancak buraya sonradan gelip yerleşmişler bilir büyük ihtimalle.
Fethiyeliler için son derece sıradan olan, güneş-deniz-dağ-palmiye görüntüleri
bile benim için bir başka sevinç ve mutluluk kaynağı.
Fethiye'ye ilkbahar geldi. Güneş günlerdir sıcak ışıklarını eksik etmiyor
üzerimizden. Rüzgarlar ılık esiyor. Ağaçlar gelinlik kızlar gibi çiçeklerle
süslendi çoktan, dağlar anemon ve kekik kokuyor. Bahar her zaman yenilenme
ve umut demek, uzun süren kış mevsiminin ruhlarda yarattığı sıkıntıdan,
karanlıktan kurtulmak demek. Aşk mevsimi ilkbahar. En güzel, en unutulmaz
aşklar ilkbaharda yeşerir. İlkbaharla birlikte yenilenir herşey, yüreklerde
bir kıpırtı, bir heyecan başlar.
Fethiye'de bu kıpırtıdan bu heyecandan nasibini alıyor. İlçemiz yine bir
turizm sezonuna hazırlanmaya başladı. Hemen her otelde, her pansiyonda
tadilat, boya, badana işleri sürüyor. Herkesin yeni sezona dair umutları,
planları var. Türkiye'de ekonomik krizle birlikte dibe vurmayan tek sektör
olan turizm sektörü 2002 yazından da çok şey bekliyor ve umuyor.
Ancak, ülkemizin içinde bulunduğu coğrafya yıllardır olduğu gibi bugünlerde
de için için kaynıyor. İsrail ve Filistin arasındaki çatışma her gün biraz
daha sıcaklaşıyor. Amerika'nın Irak'a karşı girişmeyi düşündüğü operasyon
gün sayıyor. Her gün insanlar ölüyor, yaralanıyor. Bizim sevgili Başbakanımız
ise dervişin fikri neyse zikri odur sözünü haklı çıkarırcasına "barıştan
yanayız" demek isterken, dili sürçüp "savaştan yanayız"
deyiveriyor. Savaş beklentisi tüm bölgede hükmünü sürüyor.
Temiz savaş yoktur. Bütün savaşlar kirlidir. Çıkış amacı ne kadar ulvi
ve insani de olsa savaş tam bir kaos ve karanlıktır. Cinayetin yasallaştığı,
toplu katliamların sıradan sayıldığı tek ortamdır savaş. Ve savaştan nasibini
en çok kadınlar ve çocuklar alır.
Bizlerin televizyondan naklen izlediği, "gökyüzünde ateş böcekleri
gibi danseden" füzeler, kadınların ve çocukların tepesine yağar en
çok. Kadınlar aç kalır, kadınlar tecavüze uğrar, kadınlar fuhuşa zorlanır.
Kadınlar çocuklarının ölüm haberini bekler ve bazen de gözleri önünde
öldürülmelerine katlanır. Sırtlarına bebelerini vurup yollara düşmek,
bir başka toprağa sığınmak zorunda kalanlar çoğunlukla kadınlardır. Tecavüz
sık başvurulan bir savaş silahıdır. Bosna'da savaş sürerken kadınlara
sistematik bir biçimde tecavüz edilmiş ve hamile bırakılmışlardır.
Kadınlar savaşta fuhuşa zorlanır. Etinden başka satacak hiçbir şeyi kalmayan
kadın, barış zamanı belki de hiç aklına gelmeyecek olan bu yola önünde
sonunda başvurur. Ya da yine bizzat askerler tarafından ona buna peşkeş
çekilir. Kadınlar önce fuhuşa zorlanır, savaş bitiminde de fuhuş yaptıkları
için suçlanır, yargılanır.
Savaş önce kadınları ve çocukları vurur.
Savaş tek kelimeyle insanlık suçudur. Ama savaşları çıkaran da hep insanlardır.
Toprak, ganimet, zenginlik, güç, iktidar paylaşımı söz konusu olduğundan
beri insanlar arasında savaşlar yaşanır. Siz hiç hayvanların bir avuç
toprak uğruna birbirlerini bire kadar kırdıklarına şahit oldunuz mu? Savaş
insanlık suçudur ama bütünüyle insana dairdir.
Başa
Dön
|
 |