Yazılar
 

Sayı:33
20 Mart 2002

BAŞYAZI
e-mail

BORSA-EKONOMİ
Serdar Düzenli

DENGE
Av. Recai Yıldırım

YAZDI
Recai Şahin

TARİHİN SÜZGECİNDEN
Av. Ömer Karayumak

BİRİKİM
Ünal Şöhret Dirlik

TARIM DÜNYASI
Atila Büyükpapuşçu

VERGİ DÜNYASI
Erden Özkan

TANSİYON
Uz. Dr. Mustafa Ulusoy

HOŞ SEDA

DİYALOG
Ufuk Emek

İZLENİM
Dilek Dinçer

SPORTMENCE
Erol Dolu

KIRLANGIÇ
Devin Kuzu

 

 

 

BAŞYAZI
Düşüncenin Önemi

Vücudumuzdaki kılcal damarlar yaşamımız için ne kadar önemli ise, sivil toplum örgütleri demokratik toplumlar için o denli gereklidir.
Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarında oluşan Atatürkçü düşünce, demokratik toplum olma yolundaki süreçte, olmazsa olmaz ilkesiyle yaşam felsefemiz olmalıdır.
Sivil toplum örgütlerinin başında olan Atatürkçü Düşünce Derneği, ilçemizde 1995 yılının sonlarında kurulmuş olmasına rağmen, gerek diğer sivil toplum örgütlerinin, gerek Fethiye halkının duyarsızlığı sebebiyle, olması gereken noktada maalesef değildir.
Yedi yıllık süreç içerisinde başlangıçta diğer bazı tabela dernekleri görüntüsünde olan bu önemli derneğimiz, son iki yıldır yönetimde bulunan bir avuç özverili insanlar tarafından, tüm imkansızlıklara ve katılımsızlıklara rağmen bir çok etkinliklere kavuşmuştur.
Yaklaşık 200 üyesi bulunan derneğimizin bu hafta sonu olağan genel kurulu toplantısı yapılacaktır. Atatürkçü düşünceye sahip görünen tüm üyelerin Cumartesi günü genel kurula katılıp, derneğe manevi güç katmalıdırlar. Kendilerine yakışan zorunlulukla genel kurul haricinde tüm etkinliklerde de yer almalıdırlar.
Esnaf ve Şoförler Odası seçimlerinde boy gösteren tüm siyasi parti temsilcilikleri, meslek grubu temsilcileri yanı sıra mülki amirlerimiz, belediye başkanlarımız, yargı temsilcilerimiz de genel kurulun yapılacağı saatte dernek merkezine gelip, Atatürkçü düşünceye manevi destek vermelidirler. Toplumumuzu temsil eden bu önemli şahsiyetler hala daha Atatürkçü Düşünce Derneği'ne kayıt olmamışlar ise de en kısa zamanda üye olup, yapılacak etkinliklere makamlarının yanısıra, toplumda yaşayan duyarlı insanlar olarak katılıp, Atatürkçü düşünceyi güçlendirmelidirler.
Geçmişte veya gelecekteki dönemlerde koltuk, etiket veya görüntü için aday olabilecek kişilerin oturup bir kez daha düşünmesi gerekmektedir. Fethiye toplumu için olması gereken çizgide başlangıç yapan bu yönetim karşısında aday olma düşüncesi bile onlara zarar verebilecektir. Her birimiz bu yönetimin oluşturacağı alt birimlerde görev alıp, özveriyle Atatürkçü düşünceye destek olmaktan başka beklentimiz olmaması gerekmektedir.
Bizler Beyaz Kalem Gazetesi olarak, yeni dönemde "Kitaplımıza bir kitapta sizden" adı altında kampanya yapılması önerisini sunuyoruz. Gazete olarak destekleyeceğimiz bu kampanya sayesinde Atatürkçü Düşünce Derneğimize bir ay içerisinde en az üç bin adet kitap kazandırmalıyız.
Mülki amirimizden, sigortalı işçilerimize kadar, dernek tarafından oluşturabilecek "Genç Atatürkçüler" gençlik koluna, her birimiz çocuklarımızı kaydettirip, geleceğimiz olan gençliğimizin yararlanabileceği bir kütüphane oluşturmak boynumuzun borcudur.
Tüm üyelerin eksiksiz olarak genel kurula katılıp, düşünce karşıtlarına tek vücut olduğumuzun kanıtlanması dileklerimizle.

Başa Dön

BORSA-EKONOMİ-Serdar Düzenli
BORSADA GEÇEN HAFTA
Borsada heyecanın ve beklentinin sıfır olduğu bir haftayı geride bıraktık. Uzmanlara göre, piyasanın kendine gelmesi biraz daha zaman alacak. Kısa vadede ise piyasalar, IMF ziyaretinden çıkacak sonuca ve ABD birinci başkan yardımcısının ziyareti sonrasındaki gelişmelere odaklandı. Büyük yatırımcıların tedirgin davranışları piyasanın yukarı hareketini engelliyor. Diğer taraftan Petrol Ofisi'nin halka arzına katılmak isteyenlerin satışlarıyla gerileme yaşayan piyasanın, halka arzın tamamlanmasıyla bu baskıyı üzerinden atacağı dile getiriliyor.

BORSA ve PARA PİYASALARINDA GEÇEN HAFTA

 
08.03.2002
15.03.2002
% DEĞİŞİM
BORSA
11.705
10.772
-8.66
DOLAR
1.367.000
1.348.000
-1.40
EURO
1.198.000
1.191.000
-0.58
ALTIN
87.000.000
87.000.000
0.00

BORSA OKULU - BÖLÜM 17
İMKB'nda denizcilik şirketlerinin hisse senetleri işlem görüyor mu?
İMKB'nda anonim şirket olarak faaliyet gösteren denizcilik şirketlerinin hisse senetleri bugün itibariyle işlem görmemektedir. Bu şirketlerin kabotaj hakkından yararlanması için Türk gemisi sayılmaları gerekmektedir. Türk gemisi sayılma koşullarını, TTK'nun Türk Bayrağı Çekme Hakkı ve Mükellefiyeti başlıklı bölümündeki 823. madde saymıştır. Bu maddenin mevcut hükmü uyarınca, denizcilik şirketinin hisse senetleri nama yazılı olmalı ve bu hisselerin üçüncü kişilere devri de şirket yönetim kurulu'nun iznine bağlı bulunmalıdır. İMKB Kotasyon Yönetmeliği'nin " Borsa Kotuna Alınacak Menkul Kıymetler İçin Aranacak Şartlar " başlıklı 9.maddesinin (h) bendinde; " Esas sözleşmenin menkul kıymetlerinin devir ve tedavülünü kısıtlayıcı veya senet sahibinin haklarını kullanmasına engel olacak kayıtlar içermemekte olması" yönünde bir düzenleme mevcuttur. Görüldüğü üzere, Kanun'da yer alan 823. maddedeki hüküm ile İMKB Kotasyon Yönetmeliği'nin 9.maddesinin (h) bendinde aranan koşul birbirine uymamakta olup; mevcut düzenlemeler uyarınca, bugün için denizcilik şirketlerinin Borsa'ya kote edilebilmesi imkanı bulunmamaktadır. İMKB'nda anonim şirket olarak faaliyet gösteren denizcilik şirketlerinin hisse senetleri bugün itibariyle işlem görmemektedir. Bu şirketlerin kabotaj hakkından yararlanması için Türk gemisi sayılmaları gerekmektedir. Türk gemisi sayılma koşullarını, TTK'nun Türk Bayrağı Çekme Hakkı ve Mükellefiyeti başlıklı bölümündeki 823. madde saymıştır. Bu maddenin mevcut hükmü uyarınca, denizcilik şirketinin hisse senetleri nama yazılı olmalı ve bu hisselerin üçüncü kişilere devri de şirket yönetim kurulu'nun iznine bağlı bulunmalıdır. İMKB Kotasyon Yönetmeliği'nin " Borsa Kotuna Alınacak Menkul Kıymetler İçin Aranacak Şartlar " başlıklı 9.maddesinin (h) bendinde; " Esas sözleşmenin menkul kıymetlerinin devir ve tedavülünü kısıtlayıcı veya senet sahibinin haklarını kullanmasına engel olacak kayıtlar içermemekte olması" yönünde bir düzenleme mevcuttur. Görüldüğü üzere, Kanun'da yer alan 823. maddedeki hüküm ile İMKB Kotasyon Yönetmeliği'nin 9.maddesinin (h) bendinde aranan koşul birbirine uymamakta olup; mevcut düzenlemeler uyarınca, bugün için denizcilik şirketlerinin Borsa'ya kote edilebilmesi imkanı bulunmamaktadır.

ŞİRKET HABERLERİ:
Beko Elektronik A.Ş.:Çıkarılmış sermayenin %100 bedelli, %51,57 bedelsiz artırılmasına karar verildi.
İhlas Holding A.Ş.: Çıkarılmış sermayenin %200 bedelli, %100 bedelsiz artırılmasına karar verildiği bildirilmiştir.
Şeker Piliç ve Yem Sanayi Ticaret A.Ş.:Çıkarılmış sermayesinin %300 bedelsiz arttırılmasına karar vermiştir.
Tukaş Turgutlu Konservecilik A.Ş.: Çıkarılmış sermayenin %58.6207 bedelsiz artırılmasına karar verildiği bildirilmiştir.
Erbosan Erciyas Boru Sanayii ve Ticaret A.Ş.: Çıkarılmış sermayenin %350 bedelsiz artırılarak 1.160 milyar TL'den 5.220 milyar TL'ye yükseltilmesine karar verildiği bildirilmiştir.
İhlas Ev Aletleri İmalat Sanayi ve Ticaret A.Ş.: Çıkarılmış sermayenin %75 bedelli, %75 bedelsiz artırılarak 2.430 milyar TL'den 6.075 milyar TL'ye yükseltilmesine karar verildiği bildirilmiştir.

Başa Dön

DENGE-Av. Recai Yıldırım
Bir Ceza Uygulanmasının Ardından
Geçtiğimiz günlerde ünlü SUSURLUK DAVASI sanıklarından bir emekli yarbay hakkında yerel mahkemece verilen hapis cezasının YARGITAY tarafından onaylanarak kesinleşmesi nedeniyle cezanın uygulanması için sanık ve yandaşları bir gösteri ile Cumhuriyet Savcılığına teslim olarak ceza ve tutukevine girdi.
Bu satırlarda hakkında ceza verilen ve ceza evine konulan kişinin iyi yada kötü olduğunu tartışmayacağız. Bağımsız Türk Mahkemesi bu kişiyi suçlu bulmuş olmalı ki hakkında 6 yıl ceza verdi. İnsanların en temel haklarından olan kişi özgürlüğünü kısıtlayan HAPİS CEZASI kararları,kolaylıkla verilen kararlardan değildir. Bu türden kararlar verilirken,bu işle görevli Yargıçlar kılı kırk yararak ceza hukukunun temel ilkelerinden olan MUTLAK GERÇEĞİ araştırır ve buna ulaşırlar. Hal böyle iken ve halin böyle olduğu bilinirken cezanın uygulanması için kişinin amiyane deyimle içeri girmesinden sonra bazı açıklamaların yapılması yargılama sürecini acabalarla doldurur gibi oldu.
Emekli olmuş bazı üst düzey kamu görevlileri, hükümlü hakkında bazı açıklamalar yaparak oldukça iyi şeyler söylediler. "Ülkesini seven birdir ve ne yaptıysa ülkesi için yaptı" dediler. Bu açıklamalardaki en ilgi çekici söz "Verilen emri uyguladı." sözcüğü. Ceza yasamıza göre verilen emri uygulamak suçu ortadan kaldırır. Bu kişi eğer verilen emri uygulamışsa ve verilen emir bir suç oluşturuyorsa emri veren suçlu olur. Ceza emredene verilir. İçeri emreden girer.
Bu gün böyle konuşanlar ve kendi ifadelerine göre emir verenler; yargılama aşamasında neredeydiler?
Neden yargılama yapılırken bu veya buna benzer bilgileri mahkemeye sunmadılar?
Bu bilgileri, Türk Ulusu adına karar veren bağımsız mahkemeden niçin sakladılar?
Bu konularda biz yurttaşların bilmemesi gereken olgu ve olaylar dizisi mi var?
Sonradan konuşan emekli olmuş üst düzey kamu görevlilerinin bu konuşmalarını, öncelikli olarak ETİK AÇIDAN olumsuz buluyorum. Bir memurunuza emir vererek onun suç işlemesine neden olmuşsanız, bu kişinin savunmasına yargılama aşamasında katkınız olması gerekir. İş bittikten sonra o kişi hakkında ne kadar iyi şeyler söylerseniz söyleyin artık yararı yoktur.
Ülkemiz demokrasi ile yönetilen hukuk devleti ise, olanların ve yapılanların DEVLET GİZİ olamadığı sürece açıklanması ve mahkemeye sunulması gerekir.
Bu konuda gerekli değerlendirmenin yapılacağını umuyoruz.
Çünkü, bu ülke hepimizin.

Başa Dön

YAZDI-Recai Şahin
Pil ve Çıra
İki katlı bir ev, bir oda altında, bir oda üstünde. İkinci kata ahşap merdivenle, yan tarafına boylamasına çakılan uzun çam torusuna tutunarak çıkılıyor. İkinci katta tavan yok. Taban dört parmak kalınlığında tahtalardan çakılmış. Kiremit yok, çinko yok, beton yok. Evin üstü yarma tahtalarla örtülü. Yarma tahta, düzgün, fazla budağı olmayan çam ağaçlarından elde edilen kalasların özel çivilerle ağaç ve demirden yargıçlarla bu işin ustalarınca yarılmak suretiyle elde edilir. Yarma tahtalar doğal olukludur. Çatıdaki yarma tahtaların aralarından hem yağmur hem de rüzgar kapıyı çalmadan girer.
Bu tek odalı iki katlı evin bir yanında tek katlı genişçe bir toprak dam var. Yağmurlu kış gecelerinde damı taştan yuvarlakla güzelce yığdın mı sabaha kadar hiç akmaz. Evin öteki tarafında gene üstü toprakla örtülü mal ahırı var.
İki katlı evin altındaki tek odası samanlık ve depo, üstündeki tek oda da misafir, oturma,yatak odası ve mutfak olarak kullanılıyor. Gece yatılan döşekler gündüz toplanmaz. Sadece yorgan ve dokuma yün çarşaflar toplanıp bir kenara yığılır. Ocaklığın kenarındaki tahtadan yapılmış iki üç rafta, bir kara tencere, bir dığan, birkaç kalaylı bakır çanak sandal ağacından yapılmış kepçe, çiçekli Konya kaşığı, toprak testide halis tereyağ, çivide asılı kıl torbada iri tuz. Bakırdan yapılmış hamur leğeni, oklava, senit, yan tarafta duran un çuvalının üstünde. Ocaklığın başında bir askı lambası [gemici feneri], zeytinyağı ve pekmez şişeleri.
Bu odada Hatce ninenin oğlu gelini ve üç torunu barınıyor. Hatce ninenin ömrü ise yandaki tek katlı toprak damda geçiyor. Bu evdeki en medeni araç gramofon. Onların radyosu daha icat edilmemiş. Bir teneke kutuda üçlük çivi gibi plak iğneleri, ahşap bavulunda gramofon. Sini kadar plakların üstünde bir köpek resmi hemen yanında da "sahibinin sesi" yazısı. Konu komşu toplandığında açarsın gramofonun kapağını, kocaman başa bir iğne takarsın kolu çevirerek zembereği kurdun mu,koca iğneli kafayı da indirdin mi plağın üstüne gel keyfim gel. "Dam başında sarı çiçek, oy oy, Nerden gelip nerden geçek, Ninni de Feridem ninni" "Havuz başının gülleri, Şak şak öter bülbülleri"
Hatce nine ihtiyarladı artık. Gece mallara saman verirken ya elindeki çıradan ocak düşerse, ya yangın çıkarsa.
Hatce nine mallara saman vermeye gittiğinde elleri titreyerek dönerdi, ya çırasından köz düşer de görmezse.
Oğlu annesinin bu durumuna bakarak ona yassı pille çalışan bir el feneri alıverir.
-Bak anne şu düğmeyi ileri itiyorsun fener yanıyor, geri çekiyorsun sönüyor, artık samana ateş düşürürüm diye korkma.
Hatce nine oğluna sarılıp sarılıp öper, ettiği dualarınsa bini bir para. Bir akşam oğlu:
-Anne şu el fenerini ver de komşuya kadar gidip geleyim diyor. Anne başlıyor ufalanmaya, öksürüyor, hık ediyor mık ediyor, kınalı saçlarını örten mor tülbenti bir bağlıyor bir çözüyor, sonunda:
-Ah oğlum, nasıl söylesem bilmem ki, o fener bozuldu da şu döşeğin altına sokuşturuverdim, oysa hiç düşürmedim ,hiç ıslatmadım, dışına diktiğim torbadan çıkarmadım, ama bir gün baktım ki yanmıyor.
Oğul feneri alır bakar ki pili bitmiştir. Yedek pili takar, basar düğmeye fener yanar. Hatce ninenin gözleri fal taşı gibi açılır, sevinir, fener bozulmamıştır. Sonra oğluna:
-Oğlum onun içine koyduğun kırmızı şeye de mi para verdin yoksa, oysa ben onu ömür boyu yanacak, hiç bitmeyecek sanmıştım. Bunca pile paramız yetmez. Bak şu karşı yamaçtaki çıralar bedava, sana yük etmem
oğul, pil parayla ama şu Allah'ın dağının çırası bedava, oğul bedava.
Hatce ninenin bir daha o feneri eline aldığını gören olmamış.
Olmayan yerde, olmayan şirketler kurup olmayan malları satan, ama olan paraları alanların kulakları çınlasın.
HAFTANIN SÖZÜ
"Açlık, öyle alçak bir kapıdır ki, geçilmesi zorunlu oldu mu, insan ne kadar büyükse o kadar eğilmek zorundadır. VICTOR HUGO

Başa Dön

TARİHİN SÜZGECİNDEN-Av. Ömer Karayumak
"Çanakkale Geçilmez" mi?
İşte bir 18 Mart daha geldi. Bazıları için hiçbir değer ifade etmeyen sıradan bir gün. Bazıları içinse 18 Mart sadece bir evlilik yıldönümü ya da bir doğum günü olarak anımsanır. Soyu tükenmekte olan kelaynak kuşları gibi artık son neslini de kaybettiğimiz Çanakkale gazileri için ise 18 Mart 1915 tarihi; bir milletin öldükten sonra yeniden dirilişinin destanıdır.
Günümüz nesli keşke Çanakkale Savaşı'nı o gazilerden bir kerecik olsun dinleyebilseydi. Günümüz aydınları keşke milli şairimiz Mehmed Akif'in Çanakkale Şehitleri için yazdığı o mükemmel şiiri düşünerek ve anlayarak bir kerecik okuyabilseydi.
Diyordu ki Mehmed Akif:
"Şu boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya
Ne hayasızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı
Nerde-gösterdiği vahşetle "bu bir Avrupalı"
Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi
Eski dünya, yeni dünya, bütün akvam-ı beşer
Kaynıyor kum gibi... Mahşer mi? Hakikat mahşer
Yedi iklimi cihanın, duruyor karşında
Ostralya'yla birlikte bakıyorsun Kanada
Çehreler başka,lisanlar,deriler rengarenk
Sade bir hadise var ortada: Vahşetler denk
Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela
Hani tauna da züldür, bu rezil istila"
Görülüyor ki Akif'in o günlerin ateş, kan ve barut kokan cehennemini anlatırken bugünün gençliğine, günümüzün aydınına çok önemli bilgiler vermektedir.
O günlerin devlet yapısını,devletin içinde bulunduğu durumu ordunun ve askerimizin ne şekilde olduğunu anlatan LİMAN VON SANDERS hatıratında o kadar kötü bir panorama çiziyor ki gerçekten Çanakkale Savaşını hangi şartlar altında kazandığımızı ve askerin içinde bulunduğu durumu okuduğumuz zaman tüylerimiz diken diken oluyor:
"Öyle kötü günler yaşıyorduk ki; subaylar altı ile sekiz aydan beridir hiç maaş almıyorlardı. Erat çok kötü bir gıda ile beslendikleri için perişan haldeydiler ve üzerlerindeki elbise yırtık pırtıktı. Pek çoğunun potinleri eskimişti, pek çoğunun ise yalınayaktı.
Atlı birliklerin halleri ise bir başka perişandı. Bu birliklerde hayvanlar nefretle bakılacak haldeydi. Atların ve diğer hayvanların ekserisi Balkan Harbinden beridir yaşlanmış, cılız ve uyuz olmuşlardı. Nal bakımları yoktu. Eyer, başlık, koşum takımları aynı surette bakımsız haldeydiler."
Demiştik ki; keşke genç nesil son kalan bir Çanakkale gazisinin ağzından Çanakkale savaşlarını dinlemiş olsaydılar. O zaman gerçekten nerelerden nerelere geldiğimizi, bize emanet bırakılan bu ülkenin insanlarının neler çektiklerini çok iyi anlamış olacaklardı.
Ekmek bulamadıkları için süpürge tohumundan ekmek yaparak karınlarını doyuran, dağlardan, kırlardan topladıkları yabani otlar ve yiyeceklerle açlıklarını bastıran, yiyecek bir şey bulamadıkları için üzerlerine bindikleri katırlarını kesip tırnaklarına varıncaya kadar yemek zorunda kalan bu insanların hatıralarını dinlemek belki günümüz nesline bir masal gibi gelecekti ama... Ne var ki bunlar acı birer gerçekti.
Ve siz gerçekten "Çanakkale geçilmez mi?" diyorsunuz.

Başa Dön

BİRİKİM-Ünal Şöhret Dirlik
Gelin Kaynanaya Bağlı Olsun Diye
"Neler var neler bu eski kuşaklarda." Ne garip adet ve gelenek ve görenekler. Su katılmadan, yabancıların etkisi altında kalmadan bugüne kadar yaşatılagelmiş neler neler...
Fethiye'nin Karagedik Mahallesi'nde oturur, aslen Nif Köyü'nden olan 72'lik Gönül Turan Nine anlatıyor:
Gelin alma merasimi yapılıp, gelin eve getirildiğinde, attan indirilmeden indirmelik verilir. Sonra attan indirilir. Kaynana kendi başındaki dastarı çıkarır, gelini bu dastarla boynundan bağlar. Çeke çeke evin arka penceresinden içeri sokar ve ön kapıdan dışarı çıkarır. Gelinin boynuna bağladığı dastarın düğümünü çözer, geline armağan eder.
"-Neden" deyince:
"-Gelin kaynanaya bağlı olsun diye yaparız, biz de adet böyledir. Biz de atalarımızdan böyle duyduk, böyle gördük" dedi.

Kara Davut Vapuru
Osmanlı zamanında kıyı şehirleri arasında taşımacılık ve ticaret yabancıların elindeydi .Ta ki kapütülasyonlar kaldırılıncaya kadar. Yani Cumhuriyete kadar.
Kıyılarda ulaşım yabancılar tarafından yapıldığı için, bizim Meğri (Fethiye)'den İzmir'e veya Antalya'ya gitmek, mal götürmek isteyenler tamamen yabancı firmaların tarifelerine uymak zorundaymışlar. Onlar kaç günde bir vapur kalkacağına ve hangi iskelelere uğrayacağına karar verirlermiş. 15 günde bir İzmir'e doğru, yine 15 günde bir Antalya'ya doğru vapur kalkarmış. Her iskeleye uğrar, yük ve yolcu alır, yükleme bitinceye kadar iskelede kalırmış. Haftalarca süren bir yolculuk. Milletin başka ulaşım aracıda yok, mecbur bu vapurla gitmeye.
İskelelerde dura kalka, dura kalka yük ve yolcu taşıyan bu "dolmuş minibüsü" gibi çalışan vapurlardan birisi de Kara Davut Vapuru imiş. "Hacı Davut" diyenlerde var. O zamanlardan kalma bir deyim vardır. Batı ve güney kıyılarımızda söylenir durur:
Davut Vapuru
Ne sarsan götürür
Şimdi dağ gibi yükler yığılan, bir uçtan bir uca uzanan, eklemeli tırları görse "dudakları uçuklayacakmış" eskileri...

Eğri Odun
Bizim köylümüz odun eğrisini dağda bırakır. Hayvanın sırtına sarmaz. Der ki: "Odunun eğrisi dağda bana, evde de karıma iş keser."
Dağda hayvanına sardığı odunlar kalem gibi olur köylünün. "Doğru odunu eşeğine, katırına yüklemesi, evde indirmesi, bir köşeye yığması ve ekmek saçının, yemek kaynayan tencerenin altına sürmesi kolay olur" diye anlatırlar.
Yunus Emre, tam kırk yıl Taptuk Emre'nin dergahına doğru odun taşımış ormandan. Hiçbir eğrilik bu kapıdan içeri girmesin diye. Tam kırk yıl eğri odun girmemiş dergaha.
Bizim köylümüz de ömür boyu doğru odun taşıyor eve. Biraz hanım korkusu, biraz hayvana yükleme korkusu. Ama ömür boyu sürüyor bu. Ne demişler: "Yunus gibi" diye...

Başa Dön

TARIM DÜNYASI-Atila Büyükpapuşçu
Topraklarımız
Üzerinde yaşadığımız topraklarımızın gün geçtikçe azaldığı ve fakirleştiğini görüyoruz ancak buna nedense seyirci kalmaktan başka bir şey yapmaktayız.
Topraklarımız, en çok EROZYON ile kaybolmaktadır. Bunun dışında hızlı nüfus artışı baskısı altında giderek artan konutsal ve endüstriyel faaliyetlerle, turizm gibi ihtiyaçlar için gerekli arazinin yanlış seçimi ve yanlış kullanımı tarım alanlarımızın her geçen gün azalmasına neden olmaktadır.
Toprak kayıplarına etki eden faktörlerin başında İNSAN gelmektedir. Biz insanlar düşünme ve konuşma yeteneğine sahip yaratıklar olmamıza rağmen her zaman bilerek veya bilmeyerek topraklarımızı azaltılması için elimizden gelen her şeyi yapmaktayız.
Toprak kayıplarına neden olan faktörler;
* Erozyonu önleyici toprak işleme metotlarını kullanmamak,
* Ekim ve dikim tekniklerinin uygulanmaması
* Orman alanlarının tahribi
* Mer'aların aşırı, plansız ve erken otlatılması,
* Tarımsal mekanizasyonların gelişmesi nedeniyle yamaç alanların tarıma açılması,
* Toprak-bitki-su arasındaki dengelerin bozulması,
* Devletin ve belediyelerin toprak spekülasyonu ile etkin bir biçimde mücadele yapmaması,
Gibi faktörler toprak kayıplarına neden olmaktadır. Biz insanlar kaybolan toprakları geri getirme şansına sahip olacak mıyız?
Toprak, ancak 150 yıl gibi bir zamanda oluşmaktadır. Kaybettiğimiz bu toprakların oluşmasını kaç nesil sonra tekrar kazanabileceğiz,
İşte bu nedenlerle devletin, belediyelerin en önemlisi de eğitim ile topraklarımızın kayıplarına etki eden faktörleri ortadan kaldırabiliriz.
Sağlıklı ve bol kazançlı bir yaşam dileği ile saygı ve sevgiler.

Başa Dön

VERGİ DÜNYASI-S. Muhasebeci Erden Özkan
Vergi Avantajı-Temiz Toplum
Neden toplum olarak durmadan "Temiz toplum" naraları atıyoruz. Acaba neden? Kendimiz acaba temiz miyiz ki? Bizi idare edenlerden temiz olmalarını istiyoruz. Ülkemizin yüzde doksan dokuzu müslüman olarak addediliyorsa, alın size yüce "PEYGAMBER"den bir hadis "Kavimler-toplumlar- layık oldukları kişilerle idare edilirler." Öyleyse seçtiklerimiz ve seçtiklerimizin seçerek atadıkları tarafından va'z edilen yasalardan 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'na bir bakalım.
4710 sayılı yasa ile Gelir Vergisi Kanunu'na eklenen geçici 59.madde hükmüyle 26 Temmuz 2001 ile 31 Aralık 2002 tarihleri arasında ihraç edilen HAZİNE BONOSU ve DEVLET TAHVİLİ'nden 31 Aralık 2004 tarihine kadar elde edilen faiz gelirlerinin, enflasyon indirimi düşüldükten sonra kalan tutarının 50 MİLYAR Türk Lirası gelir vergisinden "MÜSTESNA" dır.
50 Milyar Liralık istisna tutarı enflasyon indiriminden sonraki tutardır. Enflasyon indirimi ve beyan haddi de dikkate alındığından istisna tutarı 2001 yılında elde edilen gelirler için brüt 111 Milyar 359 bin liraya ulaşıyor. Bu istisna, hazine bonosu ve devlet tahvilinin elden çıkartılmasından yani alım-satımından elde edilen kazançları da kapsıyor.
İşin mali hukuk boyutunu ilgili meslektaşlarım bilmektedir. Benim burada anlatmaya çalışacağım husus temiz toplum feryadı eden ve bu feryadı etmeye hakkı olmayan kimseler ile onlara tanınan vergi avantajıdır.
Toplumda;
* Herhangi bir üretim yapmayanlar,
* Toplumun gelişmesi, muasır medeniyetler seviyesine çıkması için gerekli sınai ve ticari yatırımlarda bulunmayanlar,
* Her ne şekilde elde ettiği belli olmayan, kayıt dışı paralarla devlet tahvili ve hazine bonosu alarak, parayla para kazananlar,
* Vergi levhası dahi olmayanlar,
* Vergi levhası olup da üzerinde yazılı gelir matrahı ile yıllık geçimini dahi zor karşılaması gerekenler, afedersiniz zeytinyağı gibi hep su üzerine çıkarak doğru ve dürüstleri karalayanlar daha sıralayayım mı? Bilemiyorum.
Bu tür, milletin kanını emen kişilere devlet idarecilerinin bilerek veya bilmeyerek sağlamış olduğu bir vergi avantajı.
Temiz toplum isteyen, hakikaten haklı olan vatandaşlara söyleyecek bir sözüm yok. Amma herkesten önce haksız yere feveran eden, bağıran, yırtınan temiz toplum diye göklere zıplayan ve arkasındanda malı götürenlere ne diyeyim. Evvela kendilerini temizlemelerini salık versem daha iyi olur.

Başa Dön

TANSİYON-Uz. Dr. Mustafa Ulusoy
Sağlıklı Yaşama Hakkı
Sağlıklı olabilmek için herşeyden önce bedensel ve ruhsal olarak hasta olmamak yanında, sağlıklı bir çevrede bulunmak ta gerekir.Sağlıklı çevre yaşadığımız ev, işyeri vs. gibi fiziksel mekanların yanında aile, kent ve ülke gibi kavramları da kapsar. Bir insan bedensel olarak hastalıklı olmayabilir, ailesinde bir sorun varsa örneğin eşiyle geçinemiyor ya da çocuğu hasta ise sağlıklı sayılmaz. Bütün bunlar yok ama evi çağdaş yaşam koşullarına uygun değilse, yeterli alt yapıdan yoksun suyu elektriği yoksa da sağlıklı olduğu söylenemez. Bu kişinin diyelim ki yaşadığı bina elverişli, ama kentinin yolları, kanalizasyonu, içme suyu yeterli değilse yine sağlıklı değildir. Kenti de çağdaş ta olsa, ülkesinde alt yapı sorunları da yok olsa bile sağlıklı değildir. Eğer ülkesi iyi yönetilmiyorsa, verdiği vergilerin akıbetinden kuşkulu ise de sağlıklı sayılamıyor. Dünya Sağlık Örgütü sağlığı beden ruh ve sosyal çevre olarak tam bir iyilik hali olarak tanımlıyor. Çünkü çevremizdeki istenmeyen ya da çağdaş yaşama uygun olmayan olaylar ve koşullar bedensel ve ruhsal bir hastalığımız olmasa bile bizi sağlıksız kılmaya yerede artar bile.
Pekala bir insan tüm bu koşulları sağlayamıyacağına göre, tek görevi ya da varoluş nedeni insanını mutlu etmek, sağlıklı kılmak olan devlet bu görevi üstlenmelidir. Zaten sosyal devlet dediğimiz olgu budur. Anayasamız da devletimize bu görevi vermiştir.
Buraya kadar her şey iyi, ancak devleti sorguladığımızda bu Anayasal görevini yerine getirdiğini söylemek oldukça güç. Bildiğim kadarıyla Anayasa suçu işlemek bakımından fertler ve devleti yönetenler arasında bir ayırım yapılamaz, yani Anayasa'yı vatandaşlar çiğnerse suç, devleti yönetenler işlerse suç olmaması düşünülemez. Ancak ben vatandaş olarak sağlıklı bir çevrede yaşamak istiyorum ve bunun koşullarını da devletimi yönetenlerden bekliyorum. Elimizden bu kadar geliyor diyemezler; çünkü bu ülkenin tüm olanakları bize sağlıklıl bir çevrede mutlu yaşamamızı sağlasınlar diye bizim tarafımızdan görevlendirildiler.
Sağlıklı yaşama hakkımı istiyorum.

Başa Dön

HOŞ SEDA
Bu sayımızda Hoş Seda köşesi yayınlanmamıştır.

Başa Dön

DİYALOG-Ufuk Emek
Çocuk ve Yalan
Birkaç gün önce iyi görüştüğüm bir aile bana gelerek 6 yaşındaki çocuklarının sık sık yalan söylediğini belirttiler. Anne o kadar üzgün ve suçluluk duygusu içindeydi ki. Oysa bu durum hiç de düşündükleri kadar korkunç boyutta değildi.
Küçük çocukların hepsi yalan söyler ve bunu gerçekle düş ürünlerini birbirinden net ayıramadıklarından yaparlar. Çocukların yalanları kendilerine hoş gelen hayallerinden kurulmuş bir oyundur.
Bir gün şöyle bir konuşmaya tanık olmuştum: Küçük bir kız ikindi uykusundan henüz uyanmış üç yaşındaki oğlan kardeşine böbürlenerek şöyle diyordu. "Ben senin gibi uyumadım. Ben kocaman bir balon gördüm havada, süzülüp gidiyordu havada yaa." Oğlan da karşılık verdi: "Ama ben de büyükannemin yanına gittim. Büyükannem bana elmalı pasta yaptı."
Belli ki çocuk gördüğü rüyanın gerçekliğine inanıyordu.
Bizim yalan söylemek diye nitelendirdiğimiz şey aslında kasıtlı bir aldatmacadır. Ama biz mantıksızca davranır, kendi rüyalarına gerçekmiş gibi bakan, anlatma meraklısı çocuklara da "yalancı" damgasını vururuz.
Küçük çocuk çeşitli olaylar uydurur kafasından. Belli bir suçtan cezalandırılacağı korkusuna kapılmış bile bile söylediği, yani darda kalıp karşısındakini aldatmak amacıyla başvurduğu yalanlarla kendisini savunmaya çalışır. Ancak henüz gerçeklik ilkesinin egemen olduğu dönemde değildir. Bu nedenle de sık sık neyin gerçek neyin değil olduğu konusunda yanılgıya düşer.
Mahkemede tanıklığına başvurulan çocukların ifadelerine pek güvenilmeyeceğini herkes bilir. Hal böyleyken büyüklerin sık sık aldanıp küçük tanıkların kafalarından uydurduğu olaylara inandığı görülür.
Küçük çocuklar, annelerinin yada bakıcılarının hatalı yol göstericiliği sonucu, darda kalarak yada belli bir amaca ulaşmak isteyerek bazen yalana sığınır. Diyelim gezgin satıcılardan biri kapıyı çaldı. Anne bir şey almak istemiyor. Anne beş yaşındaki Umut"a şöyle söyler: "Git kapıyı aç, evde kimse yok de." Yada telefonda evin oğluna, ziyarete gelmek istediğini söyleyen komşusuna, anne "annem rahatsız yatıyor" dedirtir. Uyanık bir çocuk olan Umut da ileride içerisine düşebileceği kötü durumlardan nasıl sıyrılacağını böylece öğrenir gider. Bir zaman annesi için söylediği iş bitirici yalanlara, sonraları kendisi için de başvurur. Bunu gören anne afallar, kızıp köpürür: "Nereden öğrendi bu çocuk yalan söylemeyi?" diye merak edip durur da, bu huyun ona kendisinin aşıladığı hiç aklına gelmez.
En küçük nedenlerin alabildiğine ciddi sonuçlar doğurabileceğini hepsinden önce küçük çocukları eğitirken dikkate almak gerekir. Zararsız izlenimi bırakan kimi alışkanlıkların sonradan korkunç tehlikelere kaynaklık edebileceği çoğu kez düşünülmez ve ancak iş işten geçtikten sonra koruyucu önlemlere başvurulmak istenir.
Önümüzdeki hafta çocukların çalma veya aşırma davranışlarına ilişkin yazacağım. Çünkü araştırmalar göstermiştir ki çalma, aşırma ve yalan söyleme alışkanlıkları birbirini takip eder.
Bu konuya ait bir takım sorunlar yaşayan aileler köşemde belirttiğim e-mail adresime yazarak, düşüncelerini paylaşabilirler

Pişman Olunmayacak Davranışlar
Bunları yapmak, hiç kimseye, hiçbir zaman pişmanlık vermez.
Harekete geçmeden önce düşünmek
Yargılamadan önce dinlemek,
Düşmanları affetmek
Tarafsız ve açıksözlü olmak
Gereksinim içindeki bir kişiye yardım etmek
İş yaşamında dürüst olmak
Konuşmadan önce düşünmek,
İlkelere bağlı kalmak
Dedikodulara kulak kapatmak
Başkalarını çekiştiren dile gem vurmak
Yalnızca temiz düşünceleri barındırmak
Kederlinin duygularını paylaşmak
Herkese karşı sevecen ve saygılı davranmak.

Yaşamımda edindiğim en büyük bilgi şudur: Kendi kendine yardım etmeyi bilmeyene, hiç kimse yardım edemez.
Pestalozzi


Başa Dön

İZLENİM-Dilek Dinçer
İlçe Turizm Komitesine İşlerlik Kazandırmak
Yaklaşan turizm sezonundan önce her yıl, İlçe Turizm Komitesi toplanır turistik yörelerde... Amaç; eldeki olanakların gözden geçirilmesi, aksaklıkların belirlenmesi ve sorunların çözümü için kamu kurum ve kuruluşlarının, turizmle ilgili sivil toplum örgütlerinin, yerel yönetimlerin, meslek kuruluşlarının ve sektör temsilcilerinin bir araya gelmeleridir.
İllerde Valilerin, ilçelerde Kaymakamların başkanlığında toplanan komiteler, çalışma yöntemini belirler, görev dağılımı yapar ve sorumluluklar paylaşılır. Çalışmaların izlenmesi ve koordinasyonun sağlanması, Turizm İl Müdürlükleri ile Turizm Danışma Müdürlüklerinin görevidir.
Turizmin yeni yeni ivme kazanmaya başladığı yıllarda ilçemizde toplantılar çok renkli geçerdi. Bir avuç turizmcinin büyük bir heyecanla katıldığı toplantıların davetlileri özenle seçilir, sektörün her kesiminden (ulaşım, konaklama, yeme-içme, hediyelik eşya, halı, kuyum, deri vb.) temsilci bulunurdu. Fatin Ergen, Canbolat Gürbüz, Rafet Tuna, Mustafa Şıkman, Gürbüz Gürkan, Mustafa Çınar Yılmaz kendilerini sevgiyle andığımız Rıdvan Seke, Mehmet Külen, İmer Ağartan, Platin Tuncel komitenin değişmeyen üyeleriydi. Uzun yıllara dayanan birikim ve deneyimleri ile ilçemizin tüm değerlerini zaman zaman ateşli tartışmalar yaşanır, tansiyon yükselirdi. Ama mutlaka toplantı sonunda uzlaşma sağlanır, her şey tatlıya bağlanır, bizler de derin bir oh çekerdik.
Görev yaptığım yıllarda, ilçemizin sorunlarının değişmediğini, aksine giderek her yıl yenilerinin eklendiğini gözlemledim. Turizm Bakanlığı'nın Fethiye'deki biriminin, Turizm Tanıtma Şefliği adı ile İzmir Turizm Bölge Müdürlüğü'ne bağlı olarak kurulduğu 1972 yılına kadar, turizmle ilgili işlevleri Turizm Derneği yerine getirmiş, ardından görev ve sorumluluklar bu birime devredilmiş. İşte o yıllara kadar dönerek, bir arşiv çalışması yapmış ve ilçemizin hiç değişmeyen, yaklaşık 30 yıldır güncelliğini koruyan sorunlar yumağına üzülerek tanık olmuştum. Kısaca özetleyecek olursak; DSİ sulama kanallarıyla taşınan alüvyonların körfezi doldurması, su ve kanalizasyon sorunu, Pınara, Tlos, Cadianda vb. Ören yerlerine ulaşımı sağlayan yolların yapımı, Amintas Mezarı'nın aşınan sol paye sütununun onarımı, kalenin restorasyonu, Oyuktepe Koylarının, Çalış ve Ölüdeniz'in WC, duş, kabin, yol vb. altyapı sorunlarının çözümü, şehrin her iki ana girişinin düzenlenmesi... vb.
Geçtiğimiz hafta yine İlçe Turizm Komitesi toplantısı yapıldı. Sorunların çoğu yine gündemdeydi. Arkamıza dönüp baktığımızda; o yıllardaki içme suyu probleminin çözüldüğünü (Ölüdeniz hariç) görüyoruz. Bu arada özellikle belirtmek istiyorum; yurdumuzda musluğundan akan suyun gönül rahatlığıyla içilebildiği ender yerlerden birinde ve sularımız kesilmeden yaşamımızı sürdürebiliyoruz. Körfezimizde bir dip taraması yapıldı ama kanalların işlevi sürüyor. Daha kalıcı çözümler üretilmesi gerekiyor. Kanalizasyon sorununda çok yol alındı ve son noktaya yaklaşıldı. Bu ilçemizin ve turizmimizin geleceği adına çok önemli bir adım. Şehir girişleri bir ölçüde düzenlendi, en azından salaş işyerleri, inşaat malzemesi yığınları kaldırıldı. Şehir merkezindeki parklar ve rıhtım düzenlendi, çöp sorunu en aza indirgendi.
İlçe Turizm Komitesi'nde görüşülen hanutçuluk, inşaat yasakları, gürültü kirliliği, kaldırım işgali, ulaşım araçlarında yaşanan olumsuzluklar, fiyatların görünür yerlerde sergilenmesi, kaçak acentacılık faaliyetleri, izin belgesiz change büroları, yabancı personel çalıştırılması, hijyen, tüketici haklarının korunması gibi sorunlar toplumun bilinçlendirilmesi, halkın eğitimi ve ciddi denetimlerle çok kolay çözümlenebilecek sorunlar. Altyapı sorunlarının çözümünde ise yerel yönetimlere, milletvekillerimize, İl Genel Meclisi üyelerimize, resmi kurum ve sivil toplum kuruluşlarına önemli görevler düşüyor.
Turizm Komitelerine ancak böyle işlerlik kazandırabiliriz.

Başa Dön

SPORTMENCE-Erol Dolu
Kurumlar Voleybol Müsabakaları

İlçemizde yıllara dayanan bir spor organizasyonu vardı. Her yıl geleneksel olarak düzenlenen Kaymakamlık Kupası Kamu Kurum ve Kuruluşları ve Bankalar Arası Voleybol Müsabakaları. Daha önceki yıllarda Fethiye Kapalı Spor Salonunda gece saat yirmi dörtlere kadar maçlar devam eder ve kamu kuruluşlarımızı ve bankalar personeli arasında spordan doğan bir dostluk rüzgarı esiyor ve izleyicileri de büyük bir heyecan sarıyordu.
Ama bu yıl Mart ayının ortasını geçmemize rağmen bu konuda voleybol çevrelerinde bir hareketlilik yok.
Bundan yaklaşık iki ay kadar önce ilçe voleybol temsilcimiz Turgay Tuğrul ile kendi bürosunda otururken bu yıl kamu kurum ve kuruluşları ile bankalar arası müsabakalarını sorduğumuzda Turgay Abi "biraz ağırdan yapalım mı?" diye sormuştu. Çünkü geçen yıl bu maçlar sırasında bir olay yaşamıştı Turgay Abi. Onun için biraz durakladı. Ama sporda böyle olaylar olsa da spor organizasyonları devam etmesi gerekiyor. Çünkü sporcular sahalarda, pistlerde, kulvarlarda, meydanlarda, salonlarda yani sporun her ortamında kavga da etse saha kenarında, türbünlerde, yollara, hastanede, postanede her yerde kol kola barış ve dostluk içerisinde beraber olurlar. Sporun kuralı budur. Daha fazla zaman geçmeden bu yıl da Fethiye Kapalı Spor Salonu kamu kurum ve kuruluşları ile bankalarımızın voleybol takımlarını karşı karşıya getirmeli ve bölgemizde sporda yeni bir heyecan yaratılmalıdır.
Başta ilçe voleybol temsilcimiz Turgay Tuğrul olmak üzere tüm ilgililer sporculardan güç alarak 2002 yılı Kaymakamlık Kupası Kamu Kurum ve Kuruluşları ile Bankalar Arası Voleybol Müsabakaları için gerekli hazırlıkları yapmalıdır. Yıllardan bu yana gerçekleşen bu spor organizasyonu için daha fazla zaman geçirip vakit kaybetmemek gerekir. Çünkü bir çok devlet memuru arkadaşlarımız bu müsabakaları sormaktadır. Arkadaşlarımız bu maçları dört gözle bekleyip kendilerini Fethiye Kapalı Spor Salonu'na atmak istemektedirler. Bu maçların başlamasıyla ilçemizde bulunan kamu görevlisi arkadaşlarımız arasında da bir samimi hava esmektedir. Sporun temel amaçlarından birisi olan insanlar arası dostluk ve dayanışmanın da en güzel örnekleri sergilenmektedir.
Bu maçlardan ayrı, edindiğimiz bilgilere göre bu yıl Muğla Bölgesi Voleybol Ligi'nde ilçemizden Telekom, Fethiye Belediyespor ve Fethiyespor takımlarımız mücadele edecektir.
Fethiye de voleybol sporu son yıllarda oldukça faal duruma geldi. İlçe voleybol temsilcimiz Turgay Tuğrul'un bu sporun bir fiil içinden gelmesi dolayısıyla da oldukça ilgi göstermesi ilçemizde bu sporun gelişmesinde destek oldu. Ayrıca ilçemizde bulunan voleybol hakemlerinden Biray Karaca'nın da bu konuda bir spor sevgisi olması da aktiviteyi biraz daha arttırmıştır. Burada diğer voleybol hakemlerini de göz ardı etmiyoruz. O hakemlerimiz de Biray Karaca ile beraber aynı duyguları paylaştığını biliyoruz.


Başa Dön

KIRLANGIÇ-Devin Kuzu
Savaş Önce Kadınları ve Çocukları Vurur
Bahar geldi. Belki Fethiye'nin yerlileri için Şubat-Mart aylarında güneşin açması son derece sıradan bir durum. Ama benim gibi, buz gibi soğuk, yağmurlu, karlı ve kapkaranlık Mart aylarına alışkın bir İstanbullu için ayrı bir sevinç ve mutluluk vesilesi. Her sabah kuş seslerine ve güneşe uyanıp, geceleri vıraklayan kurbağaların, öten horozların, havlayan köpeklerin seslerini dinlemek, üstüme ince bir kazak ve mont geçirip -ki bunu bile fazla bulan Fethiyeli arkadaşlarım mevcut- dışarıya çıkabilmek, sabahları balkona çıktığımda yüzüme vuran ılık rüzgar. Bunun ne büyük bir nimet olduğunu ancak buraya sonradan gelip yerleşmişler bilir büyük ihtimalle. Fethiyeliler için son derece sıradan olan, güneş-deniz-dağ-palmiye görüntüleri bile benim için bir başka sevinç ve mutluluk kaynağı.
Fethiye'ye ilkbahar geldi. Güneş günlerdir sıcak ışıklarını eksik etmiyor üzerimizden. Rüzgarlar ılık esiyor. Ağaçlar gelinlik kızlar gibi çiçeklerle süslendi çoktan, dağlar anemon ve kekik kokuyor. Bahar her zaman yenilenme ve umut demek, uzun süren kış mevsiminin ruhlarda yarattığı sıkıntıdan, karanlıktan kurtulmak demek. Aşk mevsimi ilkbahar. En güzel, en unutulmaz aşklar ilkbaharda yeşerir. İlkbaharla birlikte yenilenir herşey, yüreklerde bir kıpırtı, bir heyecan başlar.
Fethiye'de bu kıpırtıdan bu heyecandan nasibini alıyor. İlçemiz yine bir turizm sezonuna hazırlanmaya başladı. Hemen her otelde, her pansiyonda tadilat, boya, badana işleri sürüyor. Herkesin yeni sezona dair umutları, planları var. Türkiye'de ekonomik krizle birlikte dibe vurmayan tek sektör olan turizm sektörü 2002 yazından da çok şey bekliyor ve umuyor.
Ancak, ülkemizin içinde bulunduğu coğrafya yıllardır olduğu gibi bugünlerde de için için kaynıyor. İsrail ve Filistin arasındaki çatışma her gün biraz daha sıcaklaşıyor. Amerika'nın Irak'a karşı girişmeyi düşündüğü operasyon gün sayıyor. Her gün insanlar ölüyor, yaralanıyor. Bizim sevgili Başbakanımız ise dervişin fikri neyse zikri odur sözünü haklı çıkarırcasına "barıştan yanayız" demek isterken, dili sürçüp "savaştan yanayız" deyiveriyor. Savaş beklentisi tüm bölgede hükmünü sürüyor.
Temiz savaş yoktur. Bütün savaşlar kirlidir. Çıkış amacı ne kadar ulvi ve insani de olsa savaş tam bir kaos ve karanlıktır. Cinayetin yasallaştığı, toplu katliamların sıradan sayıldığı tek ortamdır savaş. Ve savaştan nasibini en çok kadınlar ve çocuklar alır.
Bizlerin televizyondan naklen izlediği, "gökyüzünde ateş böcekleri gibi danseden" füzeler, kadınların ve çocukların tepesine yağar en çok. Kadınlar aç kalır, kadınlar tecavüze uğrar, kadınlar fuhuşa zorlanır. Kadınlar çocuklarının ölüm haberini bekler ve bazen de gözleri önünde öldürülmelerine katlanır. Sırtlarına bebelerini vurup yollara düşmek, bir başka toprağa sığınmak zorunda kalanlar çoğunlukla kadınlardır. Tecavüz sık başvurulan bir savaş silahıdır. Bosna'da savaş sürerken kadınlara sistematik bir biçimde tecavüz edilmiş ve hamile bırakılmışlardır.
Kadınlar savaşta fuhuşa zorlanır. Etinden başka satacak hiçbir şeyi kalmayan kadın, barış zamanı belki de hiç aklına gelmeyecek olan bu yola önünde sonunda başvurur. Ya da yine bizzat askerler tarafından ona buna peşkeş çekilir. Kadınlar önce fuhuşa zorlanır, savaş bitiminde de fuhuş yaptıkları için suçlanır, yargılanır.
Savaş önce kadınları ve çocukları vurur.
Savaş tek kelimeyle insanlık suçudur. Ama savaşları çıkaran da hep insanlardır. Toprak, ganimet, zenginlik, güç, iktidar paylaşımı söz konusu olduğundan beri insanlar arasında savaşlar yaşanır. Siz hiç hayvanların bir avuç toprak uğruna birbirlerini bire kadar kırdıklarına şahit oldunuz mu? Savaş insanlık suçudur ama bütünüyle insana dairdir.

Başa Dön