HacıAlinin
websitesi |
DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN
NERESİNDEYİZ ? |
DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN NERELERİNDEYİZ ?
İnsan hakkı bilinci 1980
yılından sonra somut olarak hissedilmeye ve sivil örgütlenme konusu olmaya
başlamıştır. Herkesi yakından ilgilendiren 'insan hakları" kavramı; kamu görevlilerince şüpheli ve mesafeli yaklaşımla,
çoğu zaman zararlı akım olarak görülüp engellenmeye çalışılmıştır. Bir dönem
ağır baskılar uygulanmış, hatta bazen insan hakları savunucularının insan
haklarını savunmak zorunda kalınmıştır. Bunda insan hakları savunucularının
bireysel ve taktiksel hatalarından bahsedilebilirse de, daha çok kamu makam ve görevlilerin siyasal
tercihleri belirleyici olmuştur.
Türkiye'de insan hakkı
bilinci, Avrupa Birliği' ne giriş
sürecinin de etkisiyle ciddi bir sıçrama göstermiş ve devlet tarafından da
kabul görür seviyeye ulaşmıştır.
Nitekim her il ve ilçede insan hakları kurulları kurulmak zorunda kalınmıştır.
Bu süreç artık geriletilemez. Önümüzdeki, yıllar ciddi anlamda 'insan hakkı'
tartışmalarına ve kazanımlarına sahne olacaktır.
İnsan haklarının başında
"düşünce açıklama" ve "örgütlenme hakkı" gelmektedir. Ne
yazık ki, Türkiye bu konuda gerçekten çok geride bulunmaktadır. Adeta düşünce
cezasına dönüşen TCK ' nın 158, 159, 169, 312/2 maddesi ve TMK m.8 uygulanmasındaki aşırı genişlik, insan
haklarının temeli olan ifade özgürlüğünün kullanımını büyük oranda
sınırlamıştır. Acaba "suç" olur mu ?
tereddütü kanunun açık, somut, anlaşılır, belirgin olmadığını gösterdiği gibi, bu tereddütten
dolayı konuşursam suç olabilir diye yargılanmayı göze alamadığından dolayı
konuşmayan düşünce adamlarının, fikirlerini öğrenememek toplumsal bir kayıp
değil midir ?
Bu kitapta çokça örneği
görüleceği üzere; bedel ödemeyi göze
alarak konuşan birçok siyaset, gazeteci ve düşünce adamı 'halkı tahrik' ediyor
"hakaret " ediyor diye cezalandırılmışlardır. Hasan Celal Güzel'i,
Recep Tayyip Erdoğan'ı, Necmettin Erbakan’ı, Akın Birdal' ı, Fikret Başkaya'yı,
Nurettin Şirin' i, Eşber Yağmurdereli’yi, Murat Bozlak’ı, Doğu Perinçek’ i,
Mustafa Erdoğan' ı, Abdurrahman Dilipak' ı, Şanar Yurdatapan' ı, Ahmet Altan’
ı ve daha birçok vatandaş, bu suçlardan
dolayı cezalandırılmışlardır. Bildikleri doğruları ve halkıyla paylaşan ve
birey sorumluluğunu yerine getiren bu düşünce adamlarının cezalandırılması, toplumsal
fayda için gerçekten büyük kayıp değil midir ?
Öncelikle şunu belirtmek
isterim, bazı yazar ve hukukçularca,
"düşünce" ve
"düşünce açıklama" özgürlüğü ayırımı yapılmaktadır. Bu ayırımın
pratik bir anlamı olmadığı gibi, gereksiz ve kavram kargaşası oluşturmaya yöneliktir.
Çünkü, bir düşünce ancak bir başka insana açıklandığı zaman "düşünce"
niteliği kazanır. Bir düşünce herhangi bir insana açıklanmamışsa, o
"düşünce" değildir, yani
ortada olmayan bir şeydir. Ayrıca bir insana istediğin kadar kendi
kendine düşün, sana bu özgürlüğü veriyorum demek zaten mümkün değildir. Aksi
halde bir insana düşünme demek de mümkün olmalıdır. İnsanın kendi kendine
istediği kadar düşünmesine zaten engel olunamaz. Sınırlanamayacak bir şeyin
özgürlüğünden de bahsedilemez. Bu düşünce, yorum tarzı bazı yazarlarca
"düşünce özgür" denilebilmesi için maksatlı olarak yapılmaktadır.
Kısaca düşünce özgürlüğü, düşünceyi açıklama özgürlüğü ile aynı kavramdır.
Düşünce özgürlüğünün sınırlanması ile beğenilmeyen, karşıt
fikirlerin açıklanması önlenmek istenmiştir. Kanunda “hakaret” ve “tahrik”
suçlarında, örneğin, ceza kanununun 158,159, 169, 312, TMK 8. maddelerinde
karşımıza sıkça çıkmaktadır. Vatandaşlar arasında sövme ve hakaret suçunu düzenleyen 480 ve 482.
maddeleri, 266 vd. maddelerde düzenlenmiş bulunan görevli memura hakaret suçu,
175 vd. maddede düzenlenmiş bulunan din aleyhinde suçlar, 146 vd. maddelerin
bazı fıkralarında düzenlenmiş bulunan devlet kuvvetleri aleyhine suçlar, 125
vd. maddelerin bazı fıkralarında düzenlenmiş bulunan devletin şahsiyetine karşı
suçlar, 311 maddede düzenlenmiş bulunan suça işlemeye tahrik fiili, 132 vd.
maddelerde düzenlenmiş bulunan gizli resmi belgeleri ifşa suçu, 153 vd.
maddelerde düzenlenmiş bulunan askerlik aleyhine işlenen suçlar, sn Şanar
Yurdatapan’ın sürekli işlediği 162 maddedeki, mahkum olmuş düşüncelerin
tekrarını yayımlamak suçu, 164 vd. maddelerdeki bayrağa saygıyı düzenleyen
suçlar, 241 ve 242 maddelerinde düzenlenmiş bulunan imamlara yönelik
suçlar “düşünce özgürlüğü”nü sınırlayan
maddeler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ayrıca Ceza Kanunu dışında Atatürk’ ün manevi şahsiyetini
Koruyan Kanun, Toplantı ve gösteri yürüyüşleri Kanunu gibi özel kanunlarda da
“düşünce özgürlüğünü “ sınırlayan cezai hükümler bulunmaktadır. Örgütlenme
özgürlüğüyle ilgili olmasına karşın örgütlerin ve yöneticilerinin düşünce
açıklamasını sınırlayan, Dernekler Kanunu, Siyasi Partiler Kanunu gibi
kanunlarda da ceza müeyyideleri bulunmaktadır. Yine Milletvekili seçimi Kanunu,
Mahalli İdareler Kanunu, Seçim Kanunu (2889 sk) gibi seçim dönemine ilişkin
düzenlemelerde, seçim propagandası niteliğinde “düşünce açıklama” larına sınırlamalar getirilmektedir. Yine
özellikle belirtmek gerekir ki, kanunların yanında tüzük, yönetmelik ve genelgelerle
“düşünce özgürlüğünü” sınırlayan çok sayıda düzenleme bulunmaktadır. Bunların
bir kısmı kanunun yasaklayıcı sınırlarını genişletip artırıcı düzenlemeler
olduğu gibi, bazen de kanun dışına
çıkılarak kanuna aykırı şekilde yasaklayıcı düzenlemelerde bulunmaktadır.
Kararlarda görüleceği üzere genellikle, resmi ideolojiye karşıt,
beğenilmeyen, hakim görüşlerden değişik, farklı, aykırı, sert, ağır muhalif
düşünce açıklamaları, yıkıcı, bölücü, irticai, tehlikeli, şiddet yanlısı
şeklinde tanımlanarak yasaklanmaktadır. Gerçekte bir düşünce ne kadar zararlı,
tehlikeli olarak görülse de, yasaklama ile değil, o fikri doğuran gerekçelerle
mücadele ile önlenir. Bir fikir, asayiş sorunu olarak görülemez. Ancak fikri
doğuran toplumsal gerçeklerin bilimsel olarak tartışılmasıyla, yeni fikirler
üretilerek, en geniş tartışma ortamı ile zararsız, tehlikesiz hale
getirilebilir. Demokraside kendisini böyle koruyabilir, ancak....
Hakaret gibi soyut, sübjektif, kişiye özgü bir kavramla insanlar
cezalandırılıp mağdur olmaktadır. Ceza kanununda suç anlaşılır, açık olmalıdır.
Suç işlenirken suç olduğu tereddütsüz, tartışmasız bilinmelidir. Kanunsuz suç
ve ceza olmaz ilkesinin gereği de budur. Hangi sözlerin hakaret, kin ve düşmanlık düzeyinde olup olmadığı
tartışmasının içinden çıkılamaz. Hukuk adamlarının eline böylesine tartışmalı,
belirsiz kavramlar verilirse, düşüncenin yasaklanması tartışmaları bitmez.
Şimdi olduğu gibide haklı yakınmalar her zaman devam eder. Açık, anlaşılır
olmayan düşünce suçları olarak tanımlanan bu maddeler, nasıl konuşursam suç
olur tereddütü yanında, beğenilmeyen görüşlerin, resmi ideolojiye aykırı
düşüncelerin cezalandırılmasına neden olarak, hukuk devleti ve demokratik
toplumun özünü zedeleyici içeriktedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
birçok kararında ısrarla, "yalnızca zararsız veya tarafsız
düşüncelerin değil, toplumu rahatsız eden, taciz eden, söke eden, endişe
uyandıran" düşüncelerin demokratik bir toplumda yasaklanamayacağını kesin
bir dille belirtmektedir. Siyasi kişilerin daha fazla eleştiri özgürlüğü
olduğu, kamu görevlilerinin vatandaşların eleştirilerine karşı daha fazla
tahammül etmesi gerektiği belirtilmiştir.
Sözleşmeye aykırılıklar yanında, bu maddelerin bu kadar
tartışılması dahi kanımca ömrünü doldurduğunu gösterir. Sorun yalnızca yanlış uygulama olmayıp, bir
düşünce açıklamanın hakaret veya tahrik olarak görülüp, cezalandırılıp
cezalandıramayacağı sorunudur.
Demogoji yapmadan konuya bakacaksak, beğenilmeyen, toplumu
sarsıcı, çok farklı ve aykırı düşüncelerin açıklanması hakkını tanımak
zorundayız. Aksi şekilde düşünce açıklamanın getirdiği sorunu çözmemiz mümkün
değildir. Halkın gözünde düşünce mahkumları suçlu görülmemekte, hatta onur
verici bir duyguyla anılmaktadırlar. Bir ülkede yasalarla, halkın duyguları bu
kadar çelişik olamaz. Yukarıda ismi yazılı Türkiye’nin aydınlarını, fikir
emekçilerini ve bu kitapta örnekleri görülen diğer düşünce mahkumlarını
cezalandıran bir ceza kuralı, toplumsal fayda adına savunulamaz. Aksine
toplumsal fayda, birbirine karşıt çok farklı düşüncelerin açıklanması ile
sağlanır.
Uygulamada hakaret ve düşmanlık düzeyinde olmayan ağır
eleştirilerin cezalandırıldığına tanık olmaktayız. Kamu düzenini sağlamak
amaçlı getirilen bu maddeler, adeta kamu düzenini bozarak amacını yok eder hale
gelmiştir. Bazen hafif eleştirilerin dahi düşmanlık düzeyinde denilerek
cezalandırılmasına ne yazık ki rastlanılmaktadır. Hakaret, düşmanlık kavramı
olumsuz olmakla beraber, hakaret ve düşmanlık düzeyindeki fikirlerin söylenmesi
düşünce özgürlüğü içinde görülmelidir.
MADDE 159 İLE İLGİLİ UYGULAMADAN ÖRNEKLER
Bu kitapta verilen çok sayıda örnek karardan bazıları kısa alıntılarla tekraren sunulmuştur.
(...Daha basın
açıklamasının ilk cümlesinde “ Devletin mafyalaştığı mafyanın devletleştiği”
denilmek suretiyle hedefin T.C.Devleti olduğu belirtilmiş, hakaret ve tezyif
başlamıştır. İlk cümleden hareketle devam eden yazıda” T.C. Devleti mafya
devleti olduğu için ülkemizde insan haklarına olan inancın tükendiği, kaba
kuvvetin hakim olduğu faili meçhul cinayetlerin üzerinin örtüldüğü, gözaltında
işkence ve ölümlerin sorumlularının cezasız kaldığı, hak ihlallerinin arttığı,
kirli ve gizli işler çeviren emniyet müdürleri, milletvekilleri, devlet
yöneticileri ile Türkiye’ nin bir Latin Amerikan ülkesi olduğu” ve Türk
milletince etraflarında bir sevgi yumağı oluşan gazeteci yazar ve hukukçulardan
Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok vs. isimlerden bahsederek bunlarda bu
operasyonun içinde midir? Diye sorulduğu ve soruya yanıt yine devamı cümlede
kendileri tarafından”iddia ediyoruz ki faili meçhullerin faili devlettir” diye
verildiği ...)(Y.CGK. 5.5.1998 tarih 1998/9-70 E –1998/1561 K)(sayfa 177)
(...sanığın köprü
yapımı hususunda köy odasında yapılan toplantıya katıldığını, bu toplantıda “bu
beşler başımızdan gitmedikçe Türkiye’ nin işi düzelmez. Benim elimden gelse
bunların kellesini keserim, zaten az günleri kaldı, bu beşler olmasaydı köprü
elimizden gitmezdi” yolunda ...)(Y.CGK. 23.2.1997 tarih 1996/9-496 E –1997/80
K)(sayfa 516)( Alıntı yapılan kitap - Ahmet Gündel Açıklamalı-içtihatlı
Atatürk’e, Cumhurbaşkanına, Cumhuriyete, Hükümete hakaret suçları, seçkin
yayınları şubat 1997 birinci baskı sayfa 62-67)
(...sanığın hazırlayıp,
teksir ederek dağıttığı (Halkımıza) başlıklı bildirideki (panzerlerle
donatılmış toplum polisleri, yürüyüş yapan astsubay hanımlarının üzerlerine su
fışkırtmış, hanım kardeşlerimizi joplarla dağıtmaya çalışmış, bir kısmını da
tutuklayarak götürmüştür.Gerici faşist köpeklerin gerçek yüzü
göründü...kahrolsun faşizm ve uşakları...)(Y.CGK. 5.4.1976 tarih 1976/147 E
–1976/178 K)(sayfa 524)( Alıntı yapılan kitap - Ahmet Gündel
Açıklamalı-içtihatlı Atatürk’e, Cumhurbaşkanına, Cumhuriyete, Hükümete hakaret
suçları, seçkin yayınları şubat 1997 birinci baskı sayfa 96)
(...dağıtılan
bildiride yer alan “...kürt ulusu üzerindeki milli zulüm artarak sürdü...kürt
milleti üzerindeki milli zulüm sona ermelidir...komando baskısı kürt emekçisini
ezmeye devam etti...askeri manevra adı altında kürt ulusunu toptan imha etmenin
provaları yapıldığı” şeklindeki sözlerle...”hükümet sivil sıkıyönetim adı
altında halk üzerinde faşist devlet terörünü artırdı...işkenceciler faşist
katiller ödüllendirildi...halkımız, yabancı emperyalist sömürgeye peşkeş
çekildi...emperyalistlerle kölelik anlaşmaları imzalandı...hakim sınıfın faşist
devleti ayakta tutmak, bu sömürü ve zulüm düzenini korumak için
çalışmaktadır...faşist devletin valileri olağanüstü yetkilerle donatılmaktadır”
gibi ve benzeri sözlerle...)(Y.9.CD. 23.10.1979 tarih 1979/4093 E –1979/4346
K)(sayfa 528)( Alıntı yapılan kitap - Ahmet Gündel Açıklamalı-içtihatlı
Atatürk’e, Cumhurbaşkanına, Cumhuriyete, Hükümete hakaret suçları, seçkin
yayınları şubat 1997 birinci baskı sayfa 143)
(...İstanbul’da
yayınlanan akşam gazetesinin 22 mart 1971 günlü nüshasının 2’nci
sahifesinde...imzalı (Parlamentoculuğa tanınan son şans) başlıklı yazıda,
(Parlamentoculuğun Türkiye’nin çağdışı düzeni ile özdeş bir kurum, köhnemiş
sosyal yapıyı yansıtmaktan başka hiçbir şeye yaramayan ve mutlaka başka bir
düzeyde yeniden biçimlenmesi gereken bir tuzak olduğu kanısındayız) daha sonra
(Parlamentoculuğu kısır ve tutucu bir kurum olarak görüyoruz. Buna rağmen bu
parlamentoya tanınmış son şansı da sekterce tenkit etmiyorum. Tutucu feodalite
artığı, çağdışı çürümüşlüğündeki kurumun yerini yeni bir devrimci kuram
alacaktır vebu kurum da devrimcilik olacak, karşı devrimci muhalefette
olmayacaktır) cümleleri ile.........yine akşam gazetesinin 9 nisan 1971 tarihli
nüshasının 2. sahifesinde (Hızlı günler yaşadık= başlıklı...imzalı yazıda da
(Köhnemiş sosyal yapı artık iyice çatırdamıştır. Türkiye’de Parlamento bir
enkaz durumunda kalmıştır ortalıkta...sosyal koşullarla taban tabana zıt
düştüğü için ortalıkta sadece cesedi kalmış olan parlamentonun yerini devrim
meclisi alacaktır) denilmektedir ...)(Y.1.CD. 7.3.1973 tarih 1972/4820 E
–1973/870 K)(sayfa 545)( Alıntı yapılan kitap - Ahmet Gündel
Açıklamalı-içtihatlı Atatürk’e, Cumhurbaşkanına, Cumhuriyete, Hükümete hakaret
suçları, seçkin yayınları şubat 1997 birinci baskı sayfa 137)
(...kuruma ait
lokale geldiği, yemeğini yediği sırada,
yanına gelen kurum amiri...in “ne var ne yok” biçimindeki sorusu üzerine,
“...geliyorum, duruşmayı üç ay sonraya bıraktılar, bu hakimlerin hepsinin
erkekleri kavat, pezevenk, kadınları orospu” dediği, lokalde bulunanlardan
şikayetçinin “benim eşimde hakim, nasıl böyle konuşuyorsun” şeklindeki
uyarılarına, tanıklarında aynı yönde ikazlarına rağmen “ben doğruyu
söylüyorum...nereye şikayet edersen et” dediği...)(Y. CGK. 22.5.1995 tarih
1995/9-127 E –1995/157K)(sayfa 547)( Alıntı yapılan kitap - Ahmet Gündel
Açıklamalı-içtihatlı Atatürk’e, Cumhurbaşkanına, Cumhuriyete, Hükümete hakaret
suçları, seçkin yayınları şubat 1997 birinci baskı sayfa 124)
(...sahifesinde
(Vatandaştan vatana) başlıklı sutünda (DGM’lere hayır) başlığı ile...tarafından
kaleme alınan yazıda; özetle:””Devlet Güvenlik Mahkemeleri 12 mart dönemi
sırasında işleyen Sıkıyönetim mahkemelerinin hemen arkasından kurulmuştur”
denildikten sonra “...Emperyalizm ve onların Türkiye’deki baş ortağı olan yerli
tekelci sermaye kendi sömürülerini, yani egemenliğini, yani tahakkümlerini devam
ettirmek için birbirine bağlı aygıtlar kurmuşlardır...Bu tahakküm aygıtlarından
bir tanesi de Devlet Güvenlik Mahkemeleri’dir. İşçi sınıfının ve emekçi halkın
12 mart faşizmine muhalefeti karşısında gerilemeye başlamasıyla bir çok gerici
baskı kurumu bıraktı. Bunlardan biri de Devlet Güvenlik
mahkemeleridir...DGM’ler derhal kapatılsın, DGM’ye MC’ye faşizme karşı ileri”
şeklinde yazıldığı..)(Y.CGK. 12.3.1979 tarih 1979/9-531 E –1979/111 K)(sayfa
550)( Alıntı yapılan kitap - Ahmet Gündel Açıklamalı-içtihatlı Atatürk’e,
Cumhurbaşkanına, Cumhuriyete, Hükümete hakaret suçları, seçkin yayınları şubat
1997 birinci baskı sayfa 102)
(...konuşma sırasında:
(Ankara’da CHP’nin düzenlediği bir açık hava toplantısından dönen
yurttaşlarımızın üstüne iktidarın satılmış köpekliğini yapan polis panzerleri
ile yürüyordu.) şeklinde sözler sarf etmek suretiyle...)(Y.CGK. 20.9.1981 tarih
1981/9-237 E –1981/311 K)(sayfa 559)( Alıntı yapılan kitap - Ahmet Gündel
Açıklamalı-içtihatlı Atatürk’e, Cumhurbaşkanına, Cumhuriyete, Hükümete hakaret
suçları, seçkin yayınları şubat 1997 birinci baskı sayfa 112)
(...kıtasına asker
elbiseli dönerken, yanında bulunan arkadaşı er... ile sohbet ederken subayları
kastederek “bunların hepsi kendini beğenmiş ot kafalı heriflerdir...bizim
binbaşı keleğin biridir...tümen komutanı korgeneral olacağım diye götünü
yırtıyor...hepsini kafaya aldım, hepsi bana gebe. Bunların menfaat karşılığı
yapmayacağı şey yoktur” diye subayları kastederek “eğitim yürüyüşü onlara zor
geliyor. Ama tümen komutanı olmasa hiçbir şey yapmazlar, yine de bir kısmı
eğitime falan çıkmıyor” ve yine bir rütbeliden bahsederken “evde çocuklarına
söz geçiremez, burada bizi kırar geçirir, kendisi evde çocuklara bakarken
karısı onunla bununla dolaşır” şeklinde sözler söylediği...)(Y.CGK. 31.1.1983
tarih 1982/9-482 E –1983/12 K)(sayfa 564)( Alıntı yapılan kitap - Ahmet Gündel
Açıklamalı-içtihatlı Atatürk’e, Cumhurbaşkanına, Cumhuriyete, Hükümete hakaret
suçları, seçkin yayınları şubat 1997 birinci baskı sayfa 116)
(...orta derece
alkollü olarak...otobüs terminaline bilek almaya giden sanık, beton zemin
üzerinde çocukların ve bazı şahısların yattığını görünce, üzüntüye kapılıp
“böyle Türkiye Cumhuriyetinin s....koyarım” diyerek küfretmiş ...)(Y.CGK.
5.10.1987 tarih 1987/9-167 E –1987/422 K)(sayfa 568)( Alıntı yapılan kitap -
Ahmet Gündel Açıklamalı-içtihatlı Atatürk’e, Cumhurbaşkanına, Cumhuriyete,
Hükümete hakaret suçları, seçkin yayınları şubat 1997 birinci baskı sayfa 122)
(...suç konusu
bildiride; faşist M.C. Hükümeti deyimi kullanılmıştır. Bu deyim düşünce
özgürlüğünü tanımayan, kapitalizmi ayakta tutabilmek için yasal yola
dayanmayan, kaba kuvvete ve diktatörlüğe yer veren bir rejimi ifade etmektedir.
Anayasa dışı bir düzeni anayasal hükümetin yürüttüğünü ileri sürmek hiçbir
duraksamaya yer vermeyecek şekilde hükümeti kötülemek ve küçük
düşürmektir...)(Y.C.U.H. 13.2.1978 tarih 9/507-45 )(sayfa 573)( Alıntı yapılan
kitap - Muhtar Çağlayan -Gerekçeli Açıklamalı ve içtihatlı Türk Ceza Kanunu
genişletilmiş 3.baskı Yetkin yayınları sayfa 253)
(...sanığın suça konu
telgrafında kullandığı kelime ve cümleler kül olarak TBMM’ nin manevi
şahsiyetine müteveccih olup, TCK’ nun 159/1 maddesine temas eylediği...(kitabı
yazanın notu: sanık Başbakana, Senato başkanına, Maliye Bakanına ve TBMM
Başkanına çektiği telgraflarda; (parlamenterler içinde haysiyetli kimseler yok
mu, şahsi menfaatleri için parmak kaldırmaya utanmıyor mu) demiş ve mahkemece
TCK’ nun 268/3 maddesi uyarınca mahkumiyete karar verilmiştir....)(Y.4 CD.
20.10.1972 tarih 7058/7908 )(sayfa 574)( Alıntı yapılan kitap – Muhtar Çağlayan
Gerekçeli Açıklamalı ve içtihatlı Türk Ceza Kanunu genişletilmiş 3.baskı Yetkin
yayınları sayfa 281)
(...sanığın idare yardımlaşma sandığından borç para
almak istemesine adı geçen müdür
yardımcısının tavassuttan kaçması yüzünden çıkan münakaşa sırasında müdür
yardımcısının sanığı dışarı çıkmaya davet ettiği ve çıkmaması üzerine (beni
devlet kuvveti çağırmaya mecbur etme, dışarı çık) dediğini yine çıkmayınca
(ben, bu partiye mensup isem, bu hükümetin idare adamı isem sana yapmayacağım
yok) deyince; (senin de, hükümetinin de...) diye tahkir edici sözler sarf
eylediği....)(Y.1 CD. 30.23.2969 tarih 3247/3536 )(sayfa 574)( Alıntı yapılan
kitap – Muhtar Çağlayan Gerekçeli Açıklamalı ve içtihatlı Türk Ceza Kanunu
genişletilmiş 3.baskı Yetkin yayınları sayfa 278)
(...bildiride geçen
(...yürüyüşü engellemek için askerlerin kurduğu barikatlar kağıt gibi yırtıldı.
Tankların kapattığı ana yollar kuş gibi açıldı ve 15 haziran akşamı işçilerin
direnişini bastırmak üzere oligarşi tarafından sıkıyönetim ilan
edildi...kürdistan üzerindeki sömürgeci baskılar toptan imha provaları ile her
gün biraz daha artmaktadır. Sıkıyönetimin var olan özgürlüklerin celladı olduğu
artık kanıtlanmıştır...ne faşist saldırılar ne katliamlar ne sıkıyönetim
zindanları ne de işkenceciler bizleri yıldıramayacaktır...) sözleri
...)(Y.C.U.H. 16.11.1981 9/302-376 )(sayfa 578)( Alıntı yapılan kitap - Muhtar
Çağlayan -Gerekçeli Açıklamalı ve içtihatlı Türk Ceza Kanunu genişletilmiş
3.baskı Yetkin yayınları sayfa 245)
(...yazdığı 1 mayıs
başlıklı makalede; (...değişik gruplar, değişik sözlerle olayı açıklıyor. Ne
var ki bütün bu değişik gözüken açıklamaların ardında ortak bir yapı kendini
gösteriyor. Her zaman olduğu gibi olayın “gerçek suçluları” CİA-MİT ile onları
kullanan dış ve iç güçlerdir...Modelin yapısına baktığımızda, bunun “iki
düşmanlı” bir formüle dayandığını görmüştük. Dış düşman “CİA-MİT vb” ve iç
düşman “sosyalist hareket içindeki rakip gruplar”... 1 mayısı kana bulayanlar
CİA-MİT olmalı, başka bir kimse olmamalı...) biçimindeki düşünceler ileri
sürerek....) (Y.C.U.H. 25.2.1980 9/564-73 )(sayfa 580)( Alıntı yapılan kitap -
Muhtar Çağlayan -Gerekçeli Açıklamalı ve içtihatlı Türk Ceza Kanunu
genişletilmiş 3.baskı Yetkin yayınları sayfa 266)
(...sanık içeriğinde
(MİT ülkü ocaklarına cinayet işletiyor, provokasyonlar yaratıyor) yolundaki
tahkir ve tezyif edici cümleler bulunan dergiyi üniversite imtihanına giren
adaylara işinin gereği olmadığı ve bir maddi yararı bulunmadığı halde parasız
dağıttığı ....) (Y.C.U.H. 21.5.1979 9/196-320 )(sayfa 587)( Alıntı yapılan
kitap - Muhtar Çağlayan -Gerekçeli Açıklamalı ve içtihatlı Türk Ceza Kanunu
genişletilmiş 3.baskı Yetkin yayınları sayfa 248)
(...yapılan açıklamada
“...MC hükümeti değil halka bir şeyler götürmek, ellerinde olanları da en kısa
zamanda almak için hayasızca icraat yapıyor...” denilmek suretiyle....)
(Y.C.U.H. 29.1.1979 tarih 9/504-40)(sayfa 590)( Alıntı yapılan kitap - Muhtar
Çağlayan -Gerekçeli Açıklamalı ve içtihatlı Türk Ceza Kanunu genişletilmiş 3.baskı
Yetkin yayınları sayfa 252)
(...yazıda (iktidarın
ihanetine ve maşalığına rağmen Amerika’ nın kirli oyunları...Amerika ile
uşaklarının Türkiye’de bulunmasına imkan kalmayacaktır) tarzında sarf
edilen....) (Y.1 CD.5.11.1969 tarih 2256/2885)(sayfa 594)( Alıntı yapılan kitap
- Muhtar Çağlayan -Gerekçeli Açıklamalıı ve içtihatlı Türk Ceza Kanunu
genişletilmiş 3.baskı Yetkin yayınları sayfa 279)
(...yazının baş kısmında
(Türk devleti Makarios’un ve küçük Yunanistan’ın eğlencesi, dünyanın da alay
mevzuu haline gelmiştir.),(Türk devletinin Kıbrıs faciası ile birlikte utanç
verici duruma düşmesi...İsmet Paşa ve Demirel hükümetlerinin hassasiyetlerini
ve vazife duygularını asla harekete
geçirmemiş...) denildikten sonra ve
gazetenin 7. sahifesinde (Denktaş bu garip ve haysiyet kırıcı siyaset
karşısında elinden geleni yapmış...) tarzında ileri sürülen düşünceler....)
(Y.C.U.H. 1.10.1969 747/2630)(sayfa 596)( Alıntı yapılan kitap - Muhtar
Çağlayan -Gerekçeli Açıklamalı ve içtihatlı Türk Ceza Kanunu genişletilmiş 3.baskı
Yetkin yayınları sayfa 281)
3- MADDE 312 / 2
Gündemden hiç düşmeyen, Bakanların, Başbakanların dahi mahkum
olabildiği Ceza Kanununun 312.maddesi üzerinde biraz genişçe durmak istiyorum.
312 üzerine herkes bir şeyler söylemesine karşın, maddenin gerçeği hakkında
ciddi derecede bilgi eksikliği içinde tartışma yapılmaktadır. Hukukçu kökenli
olmayan basın mensuplarının, siyasetçilerin görüşleri, değerlendirmeleri eksik
olabilir ancak ne yazık ki hukukçu siyaset adamlarımızda 312 hakkında eksik
bilgiye dayalı açıklamalar yapmaktadırlar. Öyle ki kimisi 'devletin güvencesi’
olarak dahi niteleyebilmektedir.
Aslında sorun, 312 nedir ve nasıl olmalıdır tartışmasından
ziyade 312. mahkumu olan siyaset adamlarının kişiliği nedeniyle, hukuk dışı dar
siyasi hesaplarla önyargılı olarak yapılmasından çıkmaktadır. Hatta
312.maddenin kaldırılmasını veya değiştirilmesini isteyenlerin bir kısmı dahi,
312 mağduru olan siyasetçilere yakınlığı, sempatisi nedeniyle istemektedir.
Konu siyasi alanda çarpıtılarak siyaset malzemesi yapılsa da,
hukuki bir konudur. Bu nedenle 312 madde üzerine bir değerlendirme yapabilmek
için maddenin hukuki tanımlaması, kapsamı, amacı ve sonuçları üzerinde hukuksal
bilgiler vermek istiyorum. Amacım, 312 üzerine görüş ileri sürecekler için,
maddenin iyi tanıtılabilmesi ve madde gerçeğinin bilinmesi ile doğru
değerlendirme yapılabilmesini kolaylaştırmaktır.
MADDENİN AMACI :
Madde Ceza kanununun Kamu düzeni aleyhine işlenen suçlar
kısmında düzenlenmiştir. Yani amacı kısaca kamu düzenini sağlamaktır, burada
311 ve 312 maddeler yer almaktadır.
311.madde;-'bir suç işlenmesini tahrik' fiilini
cezalandırmaktadır. 312.maddenin 1. fıkrası ; bir suçu öven' 'bir sucu iyi
gördüğünü söyleyen' 'halkı kanuna itaatsizliğe tahrik' fiilini suç olarak
cezalandırmaktadır.
312.maddenin 2. fıkrası: 'halkı düşmanlığa tahrik' fiilini
cezalandırmaktadır. (Bölge, din, sınıf, ırk. mezhep farklılığı gözeterek
yapılması)(2002 yılında yapılan değişiklikle kamu düzenini için tehlikeli
olabilecek şekilde unsuru eklenmiştir.
Yukarıdaki suçlar ceza hukukunda 'tehlike suçu' olarak
tanımlanan suç gruplarıdır. Yani, tahrik fiili sonucu bir suçun .işlenmesi veya
bir karışıklığın, olayın olması aranılmaksızın suç oluşmaktadır. Fiilin
yalnızca tahrik eder nitelikte yapılmış olması yeterli görülmektedir. Yargıtay
içtihatlarında ve mahkeme uygulamalarında 311. madde 'açık tahrik' olarak, 312.
maddede 'kapalı tahrik' olarak nitelenmiştir.
MADDENİN KAPSAMI :
312.madde asliye ceza mahkemesinde görülen bir suç iken, 1981
yılında yani 12 eylül askeri yönetimince 312. maddenin 2. fıkrası DGM'lerin
görev alanına sokulmuştur. Ağır cezalı suçlar arasında ve DGM'lerin kuruluş
amacıylada ilgili olmamasına karşın asliye cezalık bir suç, DGM'lerce
yargılanmaktadır.
Yapılan değişiklikle madde l ve 2. fıkraya ayrılmıştır. Ayrıcada
2. fıkranın içinde bulunan "tehlikeli tarzda" unsuru, suçun unsuru
olmaktan çıkarılmıştır. Keza tehlikeli tarzda tahrikin yapılması halinde
"suçun 1/3 oranında artırılacağı şekle getirilmiştir.
Madde mevcut haliyle, halkın bir kesimini bir başka halk
kesimine tahrik edilmesini suç saymasına karşın mahkemelerce ve Yargıtay’ca bu
unsur aranmamaktadır. Öyle ki, genellikle halkın yöneticilere, kamu
görevlilerine karşı eleştirileri dahi bu kapsamda değerlendirilmektedir. (Örnek
Hasan Celal Güzel kararı Ankara 1 nolu DGM 97/47 Esas dosyası)
Yine maddedeki 'açıkça' unsuru mahkeme ve Yargıtay’ ca
"aleniyet" olarak yorumlanmaktadır. Bu suçun aleni olmadan işlenmesi
zaten mümkün değildir, bu suçun işlenmesi için aleni olarak işlenmesi, yani iki
kişiden fazla kişinin duyması veya kamuya açık bir ortamda söylenmesi mutlak
gereklidir. Madde metnindeki "açıkça" unsuru, tahrik fiilinin
niteliğiyle ilgili olup, tahrikin yapıldığının açıkça anlaşılmasını
içermektedir. Uygulamada ne yazık ki fiilin tahrik olup olmadığı tartışmaları,
tereddütleri varken tahrik olduğu objektif olarak anlaşılamıyorken dahi
"tahrik" var denilerek cezalandırma yapılmaktadır.
Ayrıca kanun açıkça farklılık gösterilen konuları belirtmesine
karşın, uygulamada bu unsuru da önem verilmemektedir. Şöyle ki, din farklılığı,
mezhep farklılığı gözetmek ancak iki farklı din veya mezhep arasında düşmanlığa
tahriki gerektirir, ırk, sınıf, bölge farklılığı da iki farklı ırk, sınıf,
bölge arasındaki düşmanlığa tahriki gerektirir. Dolayısıyla aynı din mensupları
arasında aynı bölge arasında, aynı ırk arasındaki düşmanlığa tahrik 312
kapsamına girmemektedir. Ancak bu esaslı ayrım ve suçun unsuru mahkeme ve
Yargıtay’ca kanunun amacı uyarınca dikkate alınmamaktadır.
MADDENİN SONUÇLARI :
312. maddeden mahkum olanlar, hapis cezalarını çektikten sonra
kanuni neticeleri itibariyle ek mağduriyetler yaratmaktadır. Bir dernek üyesi
olamamakta, üyesi iseler ayrılmak zorunda kalmaktadır. Nitekim sn. Akın Birdal
bu nedenle İHD genel başkanlığından ayrılmak zorunda kalmıştır. Yine Murat
Bozlak HADEP genel başkanlığını bırakmış, sn. Hasan Celal Güzel istifa etmemiş
olsaydı YDP genel başkanlığını bırakmak zorunda kalacaktı. Siyasi parti üyesi,
yöneticisi olmaya engel kabul edilen 312/2 madde mahkumları ayrıca milletvekili
adayı da olamamaktadır. Tine belediye başkanı veya meclis üyesi adayı da
olamamakta, olmuşlarsa da görevlerinden ayırılmaktadırlar.(Örnek Recep Tayyip
Erdoğan, Şükrü Karatepe.)
312 madde 2. fıkra mağdurları, örgütlenme haklarını ve seçilme
haklarını yitirmektedirler. 3 yıl sonra memnu hakların iadesi kararı
alamamışlarsa bu yasaklar bütün zamanları kapsar şekilde yaşam boyu
sürmektedir.
312 MADDE UYGULAMASI: Hasan Celal Güzel davası örneği
Kitapta çok sayıda örnekten anlaşılacağı üzere bir çok yazar,
siyasetçi ve aydını mağdur eden bu maddelerin uygulamasına, vekil olarak görev
yaptığım ve ayrıntılı bildiğim, Hasan Celal Güzel' in davasından alıntıyla
örneklemek istiyorum.
Hasan Celal Güzel'in Eylül 1997 tarihinde Kayseri'de, 'Türkiye
demokrasinin neresinde?' isimli bir konferansta yaptığı konuşma üzerine, Devlet
Güvenlik Mahkemesi'nde açılan davada; Savcılık; iddianamesinde suçlama
gerekçesi olarak aynen şöyle diyor:
" ...sanık,
konuşmasının başlangıcından itibaren ordunun içinden bir grubun irtica
tehdidini bahane ederek milletin dini, imanı üzerine baskı yaptığını, iktidarın
da cuntacılar olarak adlandırdığı bu gruptan aldığı kuvvetle imam Hatip
okullarını, Kur'an kurslarını kapattığını, milletin başörtüsünü açtığını,
ezanını susturduğunu, bugün itibariyle Diyanet Işleri' nin yazılı izni olmadan
cami yaptıramaz duruma düştüklerini, vakıf açmak için de MGK Genel
Sekreterliği'nden izin alınması gerekliğini, dolayısıyla milletin din ve
inançlarına baskı yapıldığını ileri sürmüştür. Hafızlığın kurutulmak istendiği,
milletin hafızasına nakşetmiş ayetlerin silinmek istendiği, yasayla getirilen
12 yaş sınırlaması nedeniyle Kur'an-ı Kerim' in öğrenilmesinin engellendiğini
beyan etmiş, örnek vererek laik biriyle bir sohbet ettiğini, 8 yıllık
kesintisiz eğitim yasası ile başları açılan kız öğrencilerin okula gitmeyeceğin
bildirdiğinde laik düşüncedeki kişinin başları örtük okuyacaklarına hiç
okumasınlar dediğini... Sanık konuşmalarında bu faaliyet ve düzenlemeleri din
ve vicdan özgürlüğünün kısıtlanması; dine baskı olarak değerlendirip
açıklamalarda bulunmuş, 8 yıllık kesintisiz eğitim nedeniyle meydana gelen
gösterileri önlemeye yönelik tedbirleri de dine karşı faaliyetler olarak
değerlendirip, Hacı Bayram Veli Hazretleri Camiinde ezan okutulmadığı ve sabah
namazının kıldırılmadığını beyan ederek dinin kısıtlanmasına örnek olarak
vermiştir. Sanık, bu düzenlemelerin ve kısıtlamaların ordunun bir kesiminin
desteğiyle hükümet 'tarafından yapıldığını açıklamak suretiyIe laik
düzenlemeleri yapanlar ve bunlara destek veren kesim dine karşı gösterilmiş,
çağdışı yobaz olarak nitelendirilerek halk, laik-Müslüman ayrımına 'tabi
tutulmuş, Müslüman olarak belirttiği kişilerin yapılan düzenlemelere karşı
eylemlerde bulunmasını isteyerek halkı din farklılığı gözeterek kin ve
düşmanlığa açıkça tahrik etmiştir. Sanığın TCK'nın 312/2 maddesince
cezalandırılması......" kamu adına iddia olunmuştur.
DGM, mahkumiyet kararına gerekçe olarak şöyle demektedir. Aynen:
"...Sanık Hasan
Celal Güzel'in yaptığı konuşma değerlendirildiğinde; MGK tavsiyesiyle hükümet
tarafından yürürlüğe konan birtakım idari ve yasal düzenlemeleri ortaya koyarak
irticai faaliyetlere karşı alınan bu tedbirlerin 'onlar' şeklinde sözettiği,
yapısı icabı sivil ve askeri üyelerden kurulu anayasal kurum olan Güvenlik
Kurulu bünyesindeki silahlı kuvvetler ve hükümeti hedef alma suretiyle türban,
sekiz yıllık eğitim ve imam Hatip okullarını konferansında işleyerek Hacı
Bayram Camii'nde sabah ezanının susturulduğunu, namazın kıldırılmadığı, yapılan
bu uygulamalarda insanların inançlarının hiçe sayılarak inanmayanlar tarafından
uygulamalar getirildiği ve böylece bu uygulamalar neticesinde inanan kız
öğrencilerin dahi okullara gidemeyeceği ve cahil kalacakları, imam Hatip
okullarının kapatılması sonucunda vaizliğin de sona ereceği, dışarıda kıyafet
nedeniyle insanların dini inançları ile oynandıgı bövle uygulamaların Müslüman
dini dışında inancı olanlara söylenen "gâvur" tabirini kullanabilecek
kadar ileri giderek, uygulamaları ortaya koyanları Müslümanlığın dışında kişiler
olarak değerlendirilip, uygulayanlara karşı fiili hareket ortaya koyarak
inananlardan ayırmak suretiyle halkı din farklılığı gözeterek açıkça kin ve
düşmanlığa tahrik erliği kanaatine varan mahkememiz,. sanığın TCK'nın 3 l 2/2
gereğince cezalandırılmasına...." karar vermiştir.
Yargıtay, DGM'nin mahkumiyet kararını doğru kabul ederek
onaylamıştır. Yargıtay'ın onaylama gerekçesinde de söyle denmektedir.
"...Sekiz yıllık kesintisiz eğitimi bir
şairin deyimiyle 'kesindinsiz' olarak niteleyip laikliği korumak amacıyla
alınan önlemleri, Kuran kursları ve imam Hatiplerin kapatılması olarak
değerlendirerek ve Ankara'nın Sincan ilçesinde yapılmış olan ve Kudüs gecesi
olarak bilinen toplantı ile bu toplantı sonrası TSK' ya bağlı bazı tank
birliklerinin intikal işlemini ilişkilendirip, devletin irticai faaliyetlerin
önlenmesi için yaptığı yasal düzenlemeleri ve Diyanet işler Başkanlığı'nın
kamuoyuna' açıklanan belirlenecek merkezi camilerde ezanın hoparlörle,
diğerlerinde ise sesi güzel vaizler tarafından minareye çıkılarak ve
hoparlörsüz okunması şeklinde uygulama düşüncesini, Türkiye Cumhuriyeti
devletinin ve devleti idare edenlerin islâm dinine ve ezana karşı bir saldırısı
olarak vasıflandırdığı ve halkın masum din duygularını alet ederek onları
yönetenlere ve orduya karşı alenen ve açıkça tahrik ettiği ve bu şekildeki
eylemleri TCK'nın 312/2 fıkrasında tanımı yapılan suç tipine uyar netlikle
olduğu..."
neden gösterilerek DGM kararı onaylanmıştır. (Bu kararın tam
metni sayfa 198 de görülebilir.)
MADDE 312 İÇİN UYGULAMADAN BAŞKA ÖRNEKLER
Bu kitapta çok sayıda örnek bulunmaktadır. Konunun daha iyi
anlaşılması için 312 / 2 fıkra nedeniyle yargılamaya konu olan davalardan
burada topluca tekraren kısa alıntılar
yapılmıştır.
(...sahifesindeki
sermayenin çete devleti katillerini aklıyor. Susurluk’ un üstü
örtülüyor....temiz toplum savaşan işçilerle gelecek.....)(Y.8.CD. 29.4.1999
tarih 99/3339 E -99/6181-K)(sayfa 2)
(...sayfalarında yer
alan zorlukla karşılaşmamış, sınanmamış, bedel ödememiş iddialar ve söylemler mücadele değerlendirmesinin
dışında bırakılmalıdır başlıklı yazıda;...islami mücadelenin kurani ilkelerle
belirlendiği, islami kimliği benimsemiş herkesin bu ilkeler içerisinde yer
alması gerektiği şeklindeki açıklamadan sonra Kuranı bilinç eksikliği yanında
korku, dışlanma, azınlık durumuna düşme gibi marjinal nitelemeden de
kaynaklanabilen baskı ve tehdit politikaları ile müslümanların iç sorunları
nedeniyle mücadelelerinin engellendiği, 28 şubat kararları ve süreci ile laik
devlet düzeninin, islami kesimlere karşı, silahla ve topyekün savaş
uygulamaları yaptığı, buna rağmen islami kimliği savunup yaşayarak mücadeleyi
kazandığı ve kazandırdığı ilri sürülerek.....)(Y.8.CD. 20.12.2000 tarih
2000/18906 E -2000/21422-K)(sayfa 8)
(....2. sahifesindeki
“okurun kaleminden, emekçilerin önlerindeki eylem sadece devlet egemenleri
sınıfları değil, onlar ile el ele veren sarı sendikalarda”, 3. sahifesindeki
“Belediyelerde alacaklar sorunu siyasi iktidarı da hedefleyen genel eylemlerle
çözülebilir. Görev genel eylemin genel direnişini örgütlemektir”....)(Y.8.CD.
10.4.1997 tarih 1997/4880 E –1997/5651-K)(sayfa 150)
(...müslüman halkımıza
başlıklı basın bildirisinde yer alan “laik Kemalistlerin salyalı ağızlarıyla
tüm küstahlıklarıyla ...)Y.8.CD. 23.11.1994 tarih 1994/12406 E –1994/13327
K)(sayfa 155)
(...yazı içeriğinde
(önceki gece ... 4 saat havan topları ve roket atarlarla saldıran devlet
güçleri ikisi çocuk 4 kişinin ölümüne, 15 kişinin yaralanmasına neden oldu,
...ilçesinde de bir çok iş yeri tahrip oldu) sözleri ile başlatılıp, 11.
sayfasında aşrıntısı sürdürülerek...de bu saldırılar sonucu ölen ve
yaralananlar ismen belirtilmekle birlikte, telefonla iletişim kurulduğu
bildirilen kaynağı mahayyel bir .....atfen (gerillalar gece devletin
kurumlarına baskın düzenledi o s ırada devlet güçleri hiçbir ateş açmadı,
gerilla çekildikten sonra devlet bu sefer ortalığa rast gele ateş açmaya, havan
topu atmaya başladı, iş yerleri tahrip edildi, ekili alanlar yandı, bütün
evleri arayar askerler baskınla bulduklarını götürdüler, herkesi yerlerde
sürüklüyorlardı, bazılarının kafası kırıldı, devlet hayvanlarımızı öldürdü,
canlı ne buldularsa öldürdüler) biçiminde anlatıma yer verildiği ...)Y.8.CD.
10.6.1994 tarih 1994/6163 E –1994/7188 K)(sayfa 161)
(...yayımlanan davaya
konu “Devlet kürdistanda terör estiriyor, kurtuluş ortak mücadeleden geçiyor”
başlıklı yazıda Türkiye Cumhuriyeti topraklarından bir bölümü kürdistan oradaki
terörün kürt halkının ulusal mücadelesi olarak nitelendirildiği, bu mücadelenin
başarıya ulaşması için eleştiri ve önerilerin yer aldığı...)Y.8.CD. 18.1.1994
tarih 1994/3563 E –1994/6266 K)(sayfa 166)
(...müslümanların
içinden bir babayiğidin çıkıp bunların o yumuşak kof olduğunu göstermesine
bağlı iş!...Bir adamın imanı olduğu halde ahkam-ı ilahiyye tabi şerif nizamına,
Kur’an nizamına tarafgirlik göstermiyorsa o adam imanı olan bir gayr-ı
müslimdir...Bütün pisliklerin yuvası, anası, merkezi bu Kemalizm dedikleri
şeydir. Onun için inşallah bunların sonu geldi ve bitti. Bir adam ben
laik-Kemalist birisiyim diyorsa, İslama göre konuşuyorum o adam dinsiz,
kitapsız, ahlaksız, rezil, kepaze bir adam demektir. Bir kimse hem Kemalizme
sempati duysun hem de müslüman olsun bu mümkün değildir. Ey Kemalistler rahat
uyumayın, gideceksiniz, ama bu biraz sürer...Bu rejim Allah düşmanı bir
rejimdir. Kuranın düşmanı bir rejimdir. İslamın düşmanı bir
rejimdir...Müslümanların bunlarla cihad etmesi, eliyle gücü yetiyorsa eliyle,
diliyle gücü yetiyorsa diliyle, kalbiyle gücü yetiyorsa kalbiyle cihat etmesi
farz-ı ayn olarak müslümanın üzerine farz mı? farz. Bitti...)Y.8.CD. 4.2.1998
tarih 1997/19078 E –1997/1127 K)(sayfa 205)
(...yayımlanan
metninde; 10 Kasım Atatürk’ü anma gününe istemeyerek katılma nedenini gerekçe
alıp “mecburiyet karşısında gittiğim yerde, inancımıza küfredilirken, değerlerimize
küfredilirken, içimize kan akıyor, ama resmi görevimiz icabı orada bulunmak
zorundayız”,”Bu zulüm rejimi değişmelidir, tek parti rejiminin kalıntısı,
çağdışı olmuş, insanları köle gibi gören, rey verip de yöneticisini seçen
insanlara, hiç muamelesi yapan bu düzen değişmelidir...Müslümanlar ! sakın ha !
içinizdeki bu hırsı, bu kini, bu nefreti ve
bu imanı eksik etmeyin”...)Y.8.CD. 10.12.1997 tarih 1997/15582 E
–1997/17413 K)(sayfa 207)
(...”Türkiye üzerinde
kara gökyüzü” başlıklı 14 sayfalık yazısında Türkiye’de Devletin 1900 lerden bu
yana ırkçı bir politika izlediğini, özellikle tek parti dönemini kastederek
1946 yılına kadar Türkiye’de Jandarma ve Polis dayağı yememiş köylü kalmadığını
vurgulayarak Anadolu insanının böylesine yaklaşımlar yüzünden çok sıkıntı
çektiğini, zarar gördüğünü, insan hakları ihlallerinin 12 eylül dönemi gibi ara
rejim dönemlerinde önemli boyutlara ulaştığını, bu dönemde kürtçe konuşmanın
yasaklandığını, dahası Türk Dil Kurumunun bile kapatıldığını
belirtip...(Y.8.CD. 18.10.1996 tarih 1996/11624 E –1996/12797 K)(alıntı karşı
oy yazısından alınmıştır. sayfa 209)
(...imam olan sanığın,
olay günü camiide Cuma namazından önce hutbede yaptığı konuşmada “Ankara’da bir
adam vardı emekli oldu, Ankara’da yahudi idi, Anadolu’da müslüman, şimdi ise
masasında Kur’an duruyor, bunlar yahudi tohumudur, bizleri yönetenler üsteki
eşekler bu düzeni düzeltemezler, bu düzen islam nizamının gelmesi halinde
düzelir”...) (Y.8.CD. 24.12.2001 tarih 2001/12489 E –2001/17422 K)(sayfa 300)
(...2. sayfasında
“Direnişin azığımız olması dileğiyle” başlıklı yazıda; Malatya’da müslüman
halkın ortaya koyduğu direnişin, gözaltılar, işkenceler ve tutuklamalarla
bastırmaya çalışanlar bir avuç Kemalistle, İslam’a olan kinlerini kusuyorlar,
bu durumda yapılması gereken şey direnişimize kendi gücümüz oranında
sorumluluğunu yüklendiğimiz vahyin şahidi olmaktır.” 3, 4, 5 ve 6.
sayfalarındaki Başörtüsü, Hukuk, Siyaset başlıklı yazıda, “iki yıldır İslami
potansiyele karşı süregelen bu ideolojik fiili savaşta, bu defa tüm baltalar
bilendi, tüm kanıtlar ortaya kondu. MGK’ dan Cumhurbaşkanına, siyasi
partilerden, sivil toplum kuruluşlarına, sendikalardan, Tüsiad’ına kadar ortak
iradenin sergilenmesine şahit olduk. 21. sayfasındaki “Geceleri uyandırıp
köpekleri susturmalı” başlıklı yazıda “cevap vermeli, haber uçurmalı, salih
şehirlerdeki salih yüreklere, inanca saldırı var demeli, başörtülü okuyamıyoruz
demeli, mümin erkekler ve mümin
kadınlar zor durumda demeli, Allah’ın selamı ulaştığında direniş gün gün
alevlenmeli, geceleri uyandırıp
köpekleri susturmalı, onlar susmalı ve biz anlatmalıyız olanları, vakit
durmak vakti olmamalı, gecelerine, gündüzlerine, sokaklarına umut ektiğimiz
şehrimizden duruşu isyan, sözü isyan, sukutu isyan, şehrimize direniş diliyorum
rabbimden” demek suretiyle ...) (Y.8.CD. 11.11.2002 tarih 2002/10521
–2002/10510 K)(sayfa 454)
(...4. sayfasındaki
(Alevilik ve örgütlülük) başlıklı yazıda, kürt kurtuluş savaşı gibi söylevlere
yer verilerek çatışmayı ve savaşı özendirdiği...) (Y.8.CD. 21.10.2002 tarih 2002/9753 E –2002/9751 K)(sayfa 476)
(..yaptığı konuşmada
toplum ve devlet yaşamına şeriat kurallarının egemen olması isteğini ortaya
koyduğu...) (Y.8.CD. 11.11.2002 tarih 2002/10522 E –2002/10422 K)(sayfa 477)
(... camide hazır
bulunan topluluğa hitaben “din elden gidiyor, kuran kursları kapatılıyor, siz
ne duruyorsunuz” biçimindeki sarf ettiği sözlerin ...) (Y.8.CD. 29.5.2000 tarih
2000/9581 E –2000/9798 K)(sayfa 493)
(...Bulgaristan’daki
rejimin Türk azınlığa karşı davranışlarını sergileyen “Yeniden Doğmak” adlı
diziden etkilenerek olay günü dersi bulunduğu 5/fen sınıfında öğrencilere
“diziyi beğendiniz mi?” şeklinde bazı sorular yöneltip arkasından da “Bugün
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da da aynı şekilde kürtlere baskı yapılıyor. Hiç
kimse durup dururken dağa çıkmaz”...) (Y.CGK. 12.2.1990 tarih 1989/8-374 E –1990/15
K)(sayfa 225)
(...İran’a nasıl bakmalı
adını taşıyan kitapçıkta...İran İslam devriminin Türkiye’de yeterince
konuşulmadığı, bunun kimi güçlerce engellendiği vurgulandıktan sonra...ve
devrime karşı tavır alındığı İran’daki islamın Türkiye’deki islama göre
farklılaştığı ileri sürülüp Hümeyni’den nefret edildiği, oysa İran’ın şu anda
dünya üzerinde en iyi idare edilen ülkelerden biri olduğu...İran islam
devriminin tüm müslümanların sesi olarak ortaya çıktığı idida edilip İran İslam
Cumhuriyeti’nin müslümanlarla birlikte tüm ezilenlerin haklarını koruma, dünya
üzerindeki sömürü düzenlerine ve yeryüzüne kapılmış bulunan zulme karşı çıkma
esasına dayanan bir devlet politikası izlediği düşüncesine yer verilip
...ümmetin kurtuluşundan da söz edilerek bunun biricik yolunun İran’ın
önderliğinde devrim olduğu vurgulanıp devrimin anlamından söz edildikten sonra
yurtta ve cihanda barışı put haline getirenler, bölgedeki talihsiz ülkeler iran
İslam devriminden yararlanmak yerine devrimle şia kültürünü öndeş tuttukları ve
devrimi bu yandan yıpratmaya çalıştıkları belirtilerek.....) (Y.8.CD. 21.4.1989
tarih 89/9668 E –89/3475 K)(sayfa 232)
(...suça konu
“Atakürt” başlıklı yazıda, sanığın yıllardır Güneydoğu Anadolu bölgesinde
süregelen terör amaçlı eylemlere karşı güvenlik güçlerinin aldıkları önlemi
ters kimlik senaryosu oluşturarak tam bir kalem ustalığı gösterip eleştiri ve
düşünce özgürlüğü sınırlarını aşan ve suçlama niteliği taşıyan, ayrıca
toplumsal tehlike boyutlarına ulaşan bir yaklaşımla.....) (Y.8.CD. 1.3.1996
tarih 1996/1251 E –1996/2776 K)(sayfa
242)
(...4. sahifesin de
“kürtün kaderi bu savaşta” başlığı altında yayımlanan yazıda, PKK
militanı...örgüt adına yaptığı açıklamalara yer verilmek suretiyle...aynı
gazetenin 6. sayfasında...imzasıyla “Kim Kirli” başlığı altında yayımlanan ve
içeriğinde “kürt savaşı on beş yıldır devam etmektedir, kürtler gözlerini dört
açmalıdırlar, yüzyıllardır bize dayatılan ya işbirlikçilik ya kölelik ya
ölümdür, bizlerin ölüm fermanını herkes
hazırlayabilir, öldürülen yeter ki kürt olsun, kürt kellesi getireni
ödüllendiriyorlar” sözlerinin yer aldığı yazı.....) (Y.8.CD. 12.3.1997 tarih
1997/1046 E –1997/3254 K)(sayfa 248)
(...Üniversite öğretim
üyesi olan sanığın Cumhurbaşkanlığı makamına yazıp postayla gönderdiği mektup
ile...içeriğini kendisinin de benimsediği “Devlete Mektup” başlıklı yazıdaki (...depremin merkez
üssünün Gölcük’teki orduevinin olması ve 03’te meydana gelmesi de üzerinde
ibretle düşünülmesi gereken bir husustur...samimi dindar bir çok insan
fişlenmiş, soruşturma geçirmiş, pasifize edilmeye çalışılmıştır. Dinin bir emri
olan başörtüsünü takan öğrencilere, subay ve bürokrat hanımlarına baskı
uygulanmış, bunların büyük bir kısmının başları açılmıştır.....) (Y.8.CD.
17.10.2001 tarih 2001/12263 E
–2001/14853 K)(sayfa 274)
(...sanığın
Cumhurbaşkanlığı, TBMM Başkanlığı, Başbakanlık, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı,
DGM Başkanlıkları ve bazı siyasi parti genel başkanlıklarına posta ile
gönderdiği bildiri özellikle “bugün bu devlette Allah’ın ne kadar yasakladığı
varsa yapılmakta, ne kadar emrettiği varsa çiğnenmektedir...O’nu (Kur’anı)
tanımıyorsunuz. Tanısanız uygular tatbik edersiniz. Bırakın tatbik etmeyi
içinizden bazılarınız Kur’ana karşı net tavır sergiliyor...Eskilerde türkçe
ezan, türkçe ibadetle başladı ve günümüzde imam hatip liselerine ve kur’an
kurslarına, Allah’ın emri başörtüsüne, islama, inançlı subaylara, inanç
sahiplerine saldırmakla devam etti. Hakaretlere varan saldırılara muhatap oldu
müslümanlar. Çünkü irtica köylüler başörtüsü takarsa değil, avukatlar ve
üniversite öğrencileri takarsa irticadır. Kur’an kursları ve imam hatip
liseleri, ancak Tıp, Mühendislik, Hukuk vb. fakültelerine öğrenci gönderirse
irtica yuvalarıdır. İrticacı subay albay olmaz, ama irticacı er olabilir. Çünkü
bu vatan için kim canını verecektir? Generaller mi? Tabi ki irticacı erler,
Türkiye’de inandıklarını yaşamak isteyen müslümanlar birçok zulme maruz
kalıyorlar.....) (Y.8.CD. 12.4.2000 tarih 2000/3668 E –2000/6226 K)(sayfa 277)
(...sanığın
Cumhurbaşkanlığı makamına 1999 yılında zaman aralıklarıyla göndermiş olduğu 3
ayrı mektupta Atatürk’e dil uzatmanın dışında ”...Türkiye’de diktatör, dinsiz
yönetime son verilmelidir. Türk milletinin dini islamiyettir. Türkiye’de yönetim
Kuran’ı Kerim uygulamalıdır. Cenab-ı Allahın emrine isyan eden dinsizdir.
İrtica cenab-ı Allah’ın emrine isyan eden dinsiz yönetimdir. Diktatöre zulme,
batı müstemleke kişiliğimize, yazık size, dinsiz, şerefsiz yaşamanıza 70
senedir dinsiz yönetim, müslüman Türkü, uyguluyor, zulüm ediyor. Zalim oklara,
dinsiz zulme son verin, Türkiye’de devleti yönetenler müslüman türk değildir,
münafıklar, dinsizlerdir, kanları bozuk kişilerdir...dinsiz zulme, yönetime son
verin yeter artık, kafire kölelik” şeklindeki ifadeleri....) (Y.8.CD.
16.12.1999 tarih 1999/18696 E
–1999/18454 K)(sayfa 279)
(...mevlit sırasında
camiin avlusunda ve daha sonra bürosunda kabul ettiği televizyon ekibine
televizyonda yayınlanmak üzere yaptığı açıklamalarında özetle; 28 şubat
kararları ile öngörülen başörtüsü ve imam hatip liseleri ile ilgili
uygulamaların islam dinine aykırı olup zulüm niteliğinde bulunduğunu, bu
şekilde inananlara zulmedildiğini, deprem gibi felaketlerinde bu gibi zulümler
nedeniyle ortaya çıktığını, böylesi haksız uygulamalar karşısında insanların
suskun kalmamaları gerektiğini, aksi halde susanlarında sırf bu nedenle
felakete uğradıklarını, diğer bir deyişle Marmara depreminde ölenlerin bu gibi
uygulamalara suskun kaldıkları için hayatlarını kaybettiklerini, depremin
Gölcük’te olmasını da 28 şubat sürecindeki bazı planlamaların buradaki Deniz
Üssünde yapılmış olmasına bağladığını ifade etmek suretiyle....) (Y.8.CD.
13.12.2000 tarih 2000/20833 E
–2000/20860 K)(sayfa 294)
(...konuşmalarında;
deprem bölgesinde yaşayanların ve felakete uğrayanların dini gereklere uygun
biçimde yaşamayan zina, fuhuş ve tefecilik yapan, haksız kazanç elde eden
insanlar olduklarını, bu nedenle de böyle bir felakete uğradıklarını iddia
ederek....) (Y.8.CD. 21.6.2001 tarih 2001/388
E –2001/12127 K)(sayfa 302)
(...yaptığı konuşmada;
Hükümetin icraatını değerlendirdikten sonra 8 yıllık kesintisiz eğitimin kesin
dinsiz eğitim olduğu, bu yasayı hazırlayanların mümin olmayıp olsa olsa
sünnetsizlerin işi olabileceğini, kesin dinsiz eğitimden kesin dinsiz hayata nasıl geçileceğini tartışır hale
getirdiklerini, böyle tartışmaların sosyal ahengi bozup inanmadığı halde inanır
gibi görünüp dinsiz hayata geçişin kanunlarının çıkarılmaya çalışıldığını,
kendilerine düşen görevin böyle kanunları ortaya koyanlara karşı demokratik
istiklal mücadelesi başlatmak olup, bunun üzerlerine farz olduğunu, ülkede
sünnet düğünü dahi yapmaya hapis cezası veren zihniyetin sünnetsizliğin ürünü
olduğunu, bu zihniyetin dünyada neler olduğunu kendilerinden gizlemeye çalıştığını
belirterek bu kafaların değiştirilmesi için mücadele etmeleri gerektiğini, tüm
gayretlerine rağmen değişmezse bu kafaların koparılması gereken kafalar olduğunu
vurgulayarak....) (Y.8.CD. 6.10.1999 tarih 1999/12306 E –1999/13187 K)(sayfa 305)
(...sanığın
Türkiye’nin doğulu, güneydoğulu, Türk-Kürt, Alevi-Sünni, inanan-inanmayan
ayırımı yapmayan yöneticiler tarafından yöneltilmiyor olması gibi bir problemi
olduğunu, en büyük eşkiyanın Ankara’da bulunduğunu, hukukun ve yasaların
Ankara’da ayrı Tatvan’da farklı uygulandığını, terör bölgesi gerekçesine
sığınıldığını, anayasal hakların kullanımında fırsat eşitliği bulunmadığını,
tatbikatın bölgeden bölgeye, şahıstan-şahısa değiştiğini, etnik kökenlilere
farklı muamele yapıldığını, laik diktatörlük kurulduğunu, bu diktatörlüğe
kanun, nizam hakkı istiyorum diye karşı çıkılması gerektiğini, kürt olmanın,
müslüman olmanın suç sayıldığını, düzenin baş belası olarak görülen inananların
cesaretlerini göstermesi zorunluluğunu, yönetim kadrolarındaki iş imkanlarının
çalışanın dinsel kimliğine göre kullanıldığını, Türkiye’nin bir kurtuluş savaşı
verdiğini, ancak düşmanların topraklarımızdan sökülüp atılmadığını, düşman
ruhunun ve emperyalizmin sürdürüldüğünü, etnik kökenlilere ve değişik inançlara
farklı muamele yapan bir düzen ve laik diktatörlük kurulduğunu, bu düzene ve
emperyalist zorbalara karşı inananların daha güçlü, daha kararlı olmaya mecbur
bulunduğu anlamındaki deyimlerle....) (Y.8.CD. 3.11.1999 tarih 1999/12715 E –1999/14981 K)(sayfa 307)
(...yazı bütünü ve
özellikle “islamın toplum içinden çıkarılarak yok edilmesi söz konusudur. İşte
bugün gerçekleştirmek istenen manzara budur. Bunun dışında bir şeyler aramak
safdilliktir. Hatta budalalıktır. Bundan değil midir ki hain, münafık, solcu,
söver bir güruh, gah Atatürkçülüğün gölgesine sığınır, gah laiklik kalkanı
altına sığınarak demokrat kesilir ise de hattı
zatında münafıktır.Değişik yüzlüdür ve karanlıktır; Hiçbir tarafına
güvenilemez... Hatta bir çok mahfillerde Atatürk’ün kafasını sarı tunç rozet
olarak kullanır, rastgele herkesin sol göğsünün yakasına iğneliyi verir. Bu
sarı kafa geçekten Atatürk’ün simgesi değil lions veya gizli bazı şer
güçlerinin faaliyetinin arka tarafıdır” sözleri.....) (Y.8.CD. 21.10.1998 tarih
1998/10485 E –199813301 K)(sayfa 311)
(...sanığın Cuma
namazı dağılımında “Büyük Türk Milleti” başlığı altında “Öz elinle, yüreğinle,
alınterinle, inançla açtığın ve yaşattığın imam hatiplerini kapatıyorlar.
Hafızların sokağa atılacak, Kuran kurslarında kapatılıyor. Sen susarsan elinden
camilerini alıp, kapısına kilit vuracaklar...kanımız aksa da zafer islamın”
sözlerini içeren “Nizami Alem ülkücüleri” kimliği ile yayımlanan basılı el
ilanlarını dağıtmak biçiminde oluşan eylemin....) (Y.8.CD. 22.4.1999 tarih
1999/3259 E –1999/5784 K)(sayfa 314)
(...sayfalarında yer
alan “yolumuz cihat 1” başlıklı yazısında; cihat önererek, cihadın Allah’ın
dininin hakim olmasını istemeyen tağutlara karşı savaşıp onları yok etmeyi
içerdiği, Allah’ın resulüne iman etmek, sonra malıyla, canıyla cihat etmenin
hayatın gerçek anlamı olduğu, yeryüzünde haddini aşmış olanlara Allah’ın
kanunlarını bir yana bırakarak kendi kanunlarını yaparak yürürlüğe koyup
uygulayanlara karşı savaşmak gerektiğini, bunun namaz, oruç, hac ve zekat gibi
Allah’ın emri olduğu, bu savaşında yer yüzünde islamın tamamıyla hakim oluncaya
kadar devam edeceğini belirterek....) (Y.8.CD. 15.4.1999 tarih 1999/1453 E –1999/5231 K)(sayfa 315)
312 MADDENİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Yukarıdaki anlatımlar, örnekler ve uygulamada görüleceği üzere;
312/2 fıkranın uygulamadan kaynaklanan sorunları vardır. Ancak asıl sorun
bizzat maddenin kendisidir. Bu maddeyle
ilgili olarak vatandaşların görüşleri, tartışmaları adliyeye intikal ettiğinde
vatandaşların çoğunluğu mahkum
olabilir. Kürtlerin Türkler hakkında söyledikleri, Türklerin Ermeniler hakkında
söyledikleri, Müslümanların Hıristiyanlar hakkında söyledikleri, mezheplerin
diğer mezhep için yaptıkları yorumlar keza bölgeler arasında yapılan yorumların
"gerçeği" mahkemelere intikal ettiğinde, normal görülebilecek ağır
eleştiri ve olumsuz görüşler 312/2 maddeden dolayı mahkum olabileceklerdir.
312/2 maddeden mahkum olanların konuşmaları incelendiğinde,
halkın büyük çoğunluğunun mahkum olan konuşmaların %90 nı için suç olmamalıdır
diyeceğini düşünüyorum. Zaten vatandaşların çoğu, mahkum olan düşünceleri,
benzerlerini her yerde her zaman söylemektedir. Mahkum olan kişilerin bu
konuşmaları, başkaları tarafından da her zaman söylenmesine karşın, basında yer
almasına karşın, ancak adliyeye intikal eden kişiler yargılanıp cezalandırılmaktadır.
312/2 üzerinde nasıl bir değişiklik yapılması konusu ciddi
tartışmalara muhtaç olduğu kadar, düşünce özgürlüğü konusunda nasıl
düşünüldüğüyle de doğrudan ilgilidir. Kanımca 312 maddenin 1.fıkrası ve 2.
fıkrası düşünce özgürlüğü hakkını aşırı derecede ihlal etmektedir. Düşmanlık
kavramı olumsuz bir kavram olmakla beraber insanlar birbirine düşman olabilir,
birbirini düşmanlığa da tahrik edebilir. Çünkü olumsuz görüşler, karşıt
düşünceler, birbirinin aleyhine düşüncelerde özünde 'düşmanlık' niteliği
taşımaktadır. Nitekim bu kitaptaki çoğu örnek karardan görüleceği üzere,
mahkemeler de, Yargıtay da ağır eleştiri ve sert yorumları, çoğu zaman
düşmanlık olarak değerlendirmektedir. Sonuçta düşmanlık derecesinde de olsa
düşünce açıklaması suç olmamalıdır. Bu nedenle düşmanlığa tahrikte doğal kabul
edilmelidir. Ancak bir suç islenmesine tahrik fiili zaten 311. maddede
cezalandırılmıştır. Bu ayırım genellikle karıştırılmaktadır. Ayrıca tartışma
konusu olmamakla beraber 312/1. fıkradaki, bir suçu övme, iyi gördüğünü söyleme
ve kanunlara itaatsizliğe tahrik fiilide normal hak olarak görülmeli ve
cezalandırılmamalıdır. Nitekim Avrupa ülkelerinde 'sivil itaatsizlik' olarak
kabul edilmektedir.
Çok karıştırıldığı için tekraren belirtmek isterim ki, bir suç
tahriki 311. maddede cezalandırılmıştır. 312/2 fıkrada bir suç tahriki değil
düşmanlığa tahrik cezalandırılmaktadır. Şişmanlığa tahrikte bir suç yoktur,
yalnızca olumsuz ve sert eleştiri vardır. Bu ayrım genellikle karıştırılmakta
olup üzerinde durulmalıdır. Kin ve düşmanlığa tahrik; olumsuz kavramlar olmakla
beraber anlamları açık, anlaşılır, somut değildir. Çok az bir eleştiri dahi
içinde taşıdığı olumsuzluk gereği kin ve düşmanlık kapsamında
değerlendirilebilir. Dolayısıyla, sert eleştirilerin, ağır karsı çıkışların kin
ve düşmanlık olarak değerlendirilmesi muhtemeldir. Bu durum ise, düşünce
açıklamayı sınırlamakta, cezalandırma tehdidi altında tutmaktadır. Diğer yandan
bir düşünce kin ve düşmanlık düzeyinde olsa dahi cezalandırılmamalıdır. Çünkü
suç işlemeye tahrik yoktur.
Ayrıca bir suç içlendiğinde, düşmanlığa tahrik eden işlenen
suçun bir anlamda suça iştirak eden olarak cezalandırılmaktadır. Yani suça
azmettiren, iştirak eden, suç işlenmesini kolaylaştıran kişi zaten TCK m. 64 ve
65. maddelere göre cezalandırılmaktadır .Buna da kimsenin itirazı olamaz. Ancak
ortada hiçbir suç işlenmemesine karşı yalnızca düşmanlık düzeyindeki
görüşlerini açıkladığı için cezalandırılma, çağdaş özgür toplum için gerekli
değildir. Aksine toplumsal huzuru bozucu etki yapması yanında demokratik
çoğulcu yapıyı sınırlayarak demokrasiye zarar vermektedir. Bir suç işlenmemişse
ve bir suçun işlenmesine tahrik yoksa, düşmanlık düzeyindeki fikirlerin
açıklanması serbest olmalıdır. Asıl sorun bu olduğu için 312/2 maddenin tümden
kaldırılması gereklidir. Madde tümden kaldırılmadan bu yakınma ve mağduriyetler
bitmeyecektir.
Bu maddenin yarattığı mağduriyet ve haksızlıkları giderilmek
“gerçekten” isteniyorsa, uygulamada tartışmalara neden olan, suçun ancak halkın
bir kısmının bir başka halk kesimine karşı işlenebilir olduğu açıkça
belirtilmelidir. Ayrıca tahrikin
fiilinin nasıl oluşabileceği koşulları, açıkça, tereddütsüz herkesçe anlaşılır
derecede belirgin tanımlanmalıdır. Yine kin ve düşmanlığın kapsamının,
niteliğinin, içeriğinin saptanması gerekir. Hükümetin, kamu kurumu ve
görevlilerin kamu hizmetiyle ilgili işlemleri hakkındaki tepkiler hatta
düşmanlık düzeyindeki tahrik!er, 312/2 kapsamında düşünülmez.
Diğer yandan, 12 Eylül hukuku sonucu yalnızca 312. maddenin 2.
fıkrası DGM'nin görev alanına verilmiştir. DGM ile hiçbir ilgisi yokken,sıradan
ve asliye cezalık bir suç iken DGM'nin görev alanına verilmesi izah edilemez.
DGM'nin görev alanından çıkarılmalıdır.
Maddenin anlaşılır olması, suçun belirginleşmesi nedeniyle iyi
tanımlanması ihtiyacı belirtilmekte olmasına karşın, 2002 yılında getirilen
değişiklikle de aynı soyut, belirsiz tanımlamalarla 312.madde var olmaya devam
etmektedir. Değişiklikle maddeye
eklenen 'tahrikin tehlikeli tarzda' yapılması unsurunun da, soyut, tartışmalı tanımlamalar
olduğu açıktır.
Bakanlığın TBMM' ne sevk ettiği Ceza Kanununu tasarısında;
"insanları birbirine karşı tahrik" etmek fiili eklenerek, mevcut
312/2 fıkrasından geride daha geniş uygulama imkanı verecek şekilde
düzenlenmiştir. Bu değişiklik yasalaşırsa, Türkiye' de birbiri ile hasım olan
her vatandaşın yargılanması mümkün hale gelebilecektir.
312 maddenin tümden kaldırılması görüşümü saklı tutarak,
uygulamadaki yakınmaları en aza indirecek değişiklik önerimi şöyledir;
Madde 312 / 2:
"Kanunla tanımlanmış bir din, ırk ve mezhebe mensup halkı, kanunla
tanımlanmış başka bir din, ırk ve mezhebe mensup halka karşı, bu
farklılıklarından dolayı suç işlemeye tahrik ettiği tereddütsüz anlaşılan
kişinin, kamu düzenini bozacak kapsam
ve nitelikte, açık, yakın ve mevcut bir tehlike içinde, 64 ve 65 inci madde hükümleri uygulanamadığı
hallerde 6 ay hapis cezası verilir."
4- DÜŞÜNCE MAHKUMLARINA EK YASAKLAR:
Düşünce suçları diye bilenen ve yoğun uygulanan kanun
maddelerinin başında TCK m.158, 159, 169, 312/2 gelen bu maddelerden mahkumiyet
halinde, hapis cezası çekildikten sonra bazı yasaklayıcı hükümlerle
cezalandırma devam etmektedir. Terörle Mücadele Kanunu 1991 yılında yürürlüğe
girdiği için mecburen hariç tutulmaktadır.
Dernekler kanununa ve Vakıflar mevzuatına göre, bu maddelerden
mahkum olanlar dernek veya vakıf kuramayacakları gibi üyede olamayacaklardır.
Yine siyasi Partiler kanunu ( m.11), Milletvekili seçimi kanunu ( m.11) Mahalli
idareler kanunu (m.9) siyasi yasaklar
diye bilinen hükümleri taşımaktadır. Buna göre yukarıdaki maddelerden mahkum
olanlar hapis cezalarını çektikten sonra, dernek ve vakıf üyeliği veya siyasi
partilere üye olamayacakları gibi üyeler ise çıkarılmaları gerekmektedir.
Nitekim Murat Bozlak, Doğu Perinçek bu nedenle partilerinden ayrılmak zorunda
kalmışlardır. Belediye Başkan adayı,
meclis üyeliğine aday olamadıkları gibi seçilmişlerse görevlerine son
verilmektedir. Recep Tayyip Erdoğan, Şükrü Karatepe bu nedenle görevinden
uzaklaştırılmıştır. Dernek üyesi olunamayacağından, Akın Birdal İHD genel
başkanlığından ayrılmak zorunda bırakılmıştır. Milletvekili adayı
olamayacaklarından, olduklarında da Yüksek Seçim Kurulunca adaylık başvuruları
reddedilmektedir. Nitekim 3 kasım 2002 seçimlerinde bir çok adayın milletvekili
başvurusu reddedilmiştir.
Kısaca feri cezalar olarak nitelenen “hak yoksunluğu” yaratan
yasaklayıcı hükümler nedeniyle, hapis cezaları çekildikten sonra da, örgütlenme
özgürlüğü ve seçilme hakları ellerinden alınmaktadır. Mahkum olanların, dernek,
vakıf kuramamaları, siyasi parti üyesi olamamaları, üyesi iseler ayrılmak
zorunda olmaları kesinlikle anlaşılır değildir. Keza, milletvekili seçilmeye
engel olması, Belediye Başkanı ve Meclis üyeliğini engellemesi kamu düzeni
adına, toplumsal fayda adına kabul edilemez. Bu maddelerin sonucu olarak ortaya
çıkan bu yasaklayıcı hükümler mağduriyetin kapsamını, büyüklüğünü açıkça ortaya
koymaktadır.
Yukarıdaki maddeler de belirtilen siyasi yasaklayıcı hükümlerin
tamamının kaldırılması gerektiğine inanıyorum. Bir eylem suç olarak görülebilir
ancak eylemle nitelik olarak hiçbir hukuki ve fiili ilgisi olmadığı halde
dernek, vakıf veya siyasi parti üyesi olamamak veya belediye başkanı,
milletvekili olamamak gibi yasaklayıcı hükümlerle kişilerin cezalandırılması,
hiçbir yönden haklı görülemez. Örneğin hapis cezasını çektikten sonra Hasan Celal Güzel' in, Akın Birdal' ın,
Recep Tayyip Erdoğan'ın, Murat Bozlak’ın, Doğu Perinçek’in, Fikret Başkaya'
nın, Şükrü Karatepe’nin, Necmettin Erbakan’ın, Eşber Yağmurdereli' nin, Nazlı
Ilıcak' ın ve isimleri bilinmeyen bir çok vatandaşımızın yasaklanması toplumsal
fayda adına savunulabilir mi?
Ancak, mahkumiyet cezasının türüyle ilgili hakların sınırlanması
makul görülebilir. Örneğin ekonomik suçtan mahkum olmuş bir kişinin bu suç
türüyle ilgili konulardaki dernek veya vakıf üyesi olamaması , Adam öldürme
suçundan mahkum olmuş bir kişinin insan
hakları konusundaki derneklere üye olamaması, hırsızlık, rüşvet gibi suçlardan
mahkum olanların kamusal makamlara seçilme hakkı olamaması gibi yasaklar, yasağın
amacı, suçun niteliği gibi nedenlerle kamu düzenini sağlamak adına normal
görülebilir.
İstisnai yasaklayıcı bu kurallarında, mutlaka bir süreye
bağlanması ihtiyacı vardır. Bir mahkuma bütün yaşamı boyunca yasak getirmek,
birçok yönden isabetli değildir. Yaşamının bir kesitinde suç işlemiş kişiye,
değişmeyeceğini düşünerek, sürekli mahkum işlemi yapmak hukuk felsefesi ve
sosyolojik olarak yerinde görülemez. Örneğin partisinin kapatılmasına neden
olan kişiye bir süre parti üyeliğini yasaklamak yerindedir, ancak ömür boyu
parti üyeliğini tümden ortadan kaldırmak, vicdanlı ve yerinde bir yasaklama
değildir. Nitekim anayasa ve kanunlarımız bunu 5 yıl ile isabetli olarak
sınırlı görmüştür. Kısaca örgütlenme yasaklamaları ancak suç türüyle ilgili ve
mutlaka bir süre için konulmalıdır.
Yakınmaların önemli bir kısmı, bu maddelerin feri cezalarının
uygulanmasındaki ağır sonuçlar nedeniyle yapılmaktadır. Yani hapis cezası
çekildikten sonra yaşanan ek yasaklılık ve örgütlenme hakkının ihlali nedeniyle
mağduriyetin devam etmesi, asıl mağduriyet nedenidir. 159, 312/2, 158, 169 gibi
ceza maddelerinde hiçbir değişiklik yapılmasa dahi ki, --eksik anlaşılmamak
için tekrar belirtmek isterim ki, bu
maddelerin tamamı gereksizdir ve kaldırılmalıdır-- bunların feri cezaları
kaldırıldığında yakınmaların önemli bir kısmı giderilmiş olacaktır.
Düşünce özgürlüğü sağlanmak isteniyorsa; --bu maddelerin tümden
kaldırılması gerektiği fikrimi saklı tutarak -- siyasi partiler, dernek, vakıf,
milletvekili ve mahalli idareler kanunundaki yasakların kaldırması, tartışma ve
mağduriyetler açısından önemli bir değişiklik sayılabilecektir. İstisnai olarak
suç türüyle ilgili ve belirli süreli yasaklamalar getirmesi yeterli olacaktır.
1999 yılında siyasi partiler kanununda yapılan değişiklikle, TCK. m 536 maddeden hapis cezası alanların, siyasi
parti üyesi olamayacakları yasağı kaldırdığı gibi, örgütlenme ve siyaset
hakkının önündeki yasaklayıcı kurallarında kaldırılması gerekir. (Bu madde
eğitim kurumlarında duvarlara afiş asmak v.b. suçları düzenlemiş olup cezası 6 ay hapistir.)
TBMM'de bulunan siyaset adamları, yersiz, anlamını yitirmiş,
günümüzde kamu düzenini için gerekli olmayan,
toplumsal ihtiyaçlara cevap vermeyen
bu yasakları tümden kaldırmalı veya yakınmaları giderecek derecede değiştirmelidirler.
Hatırlatırız ki, kendilerinin de düşüncelerinden dolayı bu maddelerden mağdur
olma ihtimalleri her zaman vardır.
5- SONUÇ:
Hakimler karar verirken kişisel değerleri, siyasal görüşleri,
bilgi ve yaklaşımları dışında
kararlarını vermeleri gerekir. . Hakimin tarafsızlığı, kendi kişisel
değerlerinden de etkilenmemeyi gerektirir. Hakim kararında kendisinden de
etkilenmemelidir. Bunu sağlayabilmek
gerçekte zordur. Hakimlerin kararı beğenilmediğinde, hemen tarafsız olmadığı eleştirisi getirilmektedir.
Hakimler gerçekte tarafsızlık içinde karar verdiklerinde dahi, tarafsız karar
verilmediği iddiaları hakimlerimizi inciticidir. Hakimin gerçekte tarafsız
olması yetmemekte, halk tarafından nasıl görüldüğü önemlidir. Dava dışı
faktörler yanında hakim kendisine
karşıda tarafsızlık konusunda çok duyarlı olması gerekir. Bu nedenle hakimler
gerek yargılama sürecinde gerekse kararlarındaki gerekçeleriyle bu tür
yorumlara neden olacak şekilde davranmaktan kaçınmalıdırlar.
Hakimlerin eline "hakaret" gibi, "tahrik"
gibi "düşmanlık" , “teşvik”, “saygı” gibi kavramlar verildiğinde,
farklı kararların çıkmasını önlemek mümkün değildir. Tartışmalı ve soyut
kavramlar yorumlanırken, baskıcı
hukuktan yana alan hakimler olabileceği gibi özgürlükçü hukuktan yana olan
hakimlerin de olması normaldir. Başta sayın Sami Selçuk olmak üzere, özgürlükçü
yorum taraftarı hakimlerin verdikleri kararlar ve muhalefet şerhleri gerçekten
çok kıymetli değere sahiptir.
Artık düşünce açıklama özgürlüğü kavramının genişliği, içeriği ve
düzeyi 1926 yılının kanunlarındaki anlayıştan farklı hale gelmiş, düşünce
suçuyla ilgili TCK m. 158, 159, 169, 312/2
maddeleri tümden gereksiz hale gelmiştir. Bu maddeler tümden
kaldırıldığında kamu düzeni açısından hiçbir boşluk olmayacaktır. Hiçbir ülke
ve sistem düşünce açıklama ile zarar görmez, aksine güçlenir. Düşünce
yasaklamakla sistem korunmuş olunmaz, aksine yaralanır.
Bir konuda düşünce üretmek; bilgi edinmek, araştırma ye beyin
emeği gerektirir. Gerçekte zor ve kıymetli bir üründür. Bir düşünce ne kadar
aykırı, farklı olsa da, açıklanması toplumsal fayda için gereklidir. Diğer
yandan, düşmanca olarak nitelenen fikirle mücadele yine ancak ve mutlak
yalnızca fikirle yapılabilir. Yasaklama ile mücadele yapılmış olmayacağı gibi,
aksine daha sempatik ve tehlikeli hale gelerek kamu düzenini bozar.
Yurt yayınları sahibi sn. Ünsal Öztürk hakkında açılmış çok
sayıda davalar, bu kitabın yazılmasına
neden olan yasakların uygulamada ki tipik örneğidir. “Yayıncının sorumluluğu”
kavramının önemi ve boyutunu göstermesi açısından, yayıncı ve sanıklık
sayısıyla ünlü sn. Öztürk’ün 18 mart 1997 tarihli değerlendirmesinden genişçe alıntı yapmak istiyorum. “...Türkiye’de yayınevlerinin karşılaştıkları
zorluklar son derece karmaşık. Bir yanda ekonomik açmazlar, öte yandan
yasalarla gelen kısıtlamalar. Ülkemizde yayıncılar, kitap üretmekten çok, artık
yazgıya dönüşen engellerle boğuşma durumundalar.Düşünce özgürlüğünü önleyen
akıl almaz kısıtlamalara karşı boğuşma durumunda olan yayıncılar,
yayınlayacakları kitapların seçiminden çok, öncelikle bu kitapların getireceği
olası hapis ve para cezalarını hesaplamak zorundadırlar. Düşüncelerinden ötürü,
insanlarımızın hapis yatmaları ve para cezalarına mahkum olmaları olağan bir
olgu Türkiye’de. Yazarlarımızın ve yayıncılarımızın para cezalarından dolayı
hapis yatmalarını önlemek için bir şeylerin yapılmasının zamanı geldi ve
geçiyor. Yayıncılar hakkında açılan
davalar özellikle TMY 6/son, 7/son, en çok da 8/2 maddeden yürütülmüştür. Oysa
söz edilen bu maddelerde sadece “bir aydan az süreli” mevkutelerin sahipleri ve
sorumlu müdürleri tarif edilmektedir. “mevkute niteliğinde bulunmayan basılı
eser yayınlatanı” ile ilgili bir tarif yoktur...Bu konu üzerinde ısrarla durmak
istiyoruz. Çünkü, Türkiye’de “mevkute niteliğinde bulunmayan basılı eser” yani
kitap yayıncılığı ile kanunsuz yargılamalar yapıldı ve yapılmaktadır. Hapisle
ve ağır para cezalarıyla sonuçlanan bu uygulamaya göre, yayıncı, gazete sorumlu
müdürüymüş gibi kabul edilerek, yasa yargıçlarca böyle yorumlanarak, kıyas
yapılarak yayıncıya ceza verilmektedir. Örneğin TMY 6/son, 7/son ve 8/2
maddelerine dayanılarak yayıncıya ceza verilememesi gerekir. Hatta dava
açılmaması, iddianame bile yazılmaması gerekir. Çünkü yasada “suç” un tarifi
yoktur. Bu gerçek 4126 sayılı kanunla, 8. maddede yapılan değişiklikte de
görülmektedir. Bu durum yeni yazılan 8. maddenin 3 fıkrasına “mevkuteler
dışında basılı eser” denilerek getirilen
tarifte de açıkça görülmektedir. Eski 8 maddede “mevkute dışında basılı
eser” lerle ilgili bir tarif yoktu. Yayıncıya yasada hüküm olmamasına rağmen,
bir aydan az süreli mevkutenin sorumlu müdürü gibi kabul edilerek, yasa
zorlanarak cezalar verilmiştir...Bu dönem 1991 nisanından bu güne kadar ki süreci kapsamaktadır. Öncelikle şu gerçeğin
bilinmesinde ve akılda tutulmasında yarar vardır. Bu çok açık, tartışma
gerektirmeyecek bir durumdur. Evet, TMY ilgili fıkralarında yargıçlara
yayıncıyı yargılatma yetkisi olmayan tek bir cümle dahi yoktur. Ama daha önceden de belirttiğimiz gibi yayıncıya bir
aydan az süreli gazetenin yazı işleri müdürü gibi değerlendirilerek ceza
verilebilmektedir. Bazen yayıncı bir aydan
az süreli bir gazetenin yazı işleri müdürü gibi değerlendirilmekte, o
şekilde ceza verilmekte; bazen de eserin yazarın bilinmesine rağmen, yayıncı yazar
gibi kabul edilip cezalandırılmaktadır....Bana her davada genellikle 6 ay hapis
ve 50 milyon lira da ağır para cezası verilmiştir. 6 ay hapis 647 nolu kanun
kullanılarak “az süreli” denilerek 900 bir lira para cezasına çevrilmiştir.
Oysa yayıncıya verilen hapis cezalarının sürelerine bakılmaksızın para cezasına
çevrilmesi zorunluluktur. Bu zorunluluk Basın Kanununun 16/4 maddesinden
gelmektedir. Yargıcın takdir hakkı söz konusu değildir.Yayıncıya verilen
cezanın para cezası olması gereklidir. Bu ceza asli olarak “hürriyeti bağlayıcı
ceza” değil, “para cezası” dır. Yayıncıya verilen para cezasının asli ceza olup
olmadığı Dairelerinde tartışılmıştır. Sonuç olarak yayıncıya 647 sayılı kanunun
uygulanamayacağı, Basın kanununun 16/4 maddesine göre verilen cezaların asli
olarak para cezası olduğuna hükmedilmiştir. Oysa mahkemeler yayıncıya verilen
hapis cezalarını “kısa süreli” diyerek paraya çevirmişlerdir. Bu para cezaları
da ödenmediği zaman 6 aylık hapisten paraya çevrilen ceza, bu defa da 3 yıl
hapse çevrilmiştir....” Uygulamanın içinde olan kişilerin tespit ve
yakınmaları gerçekten öğretici oluyor.
Düşünce özgürlüğünü kullanan yazar açısından, yayıncı nın varlığı çok
önemlidir. Yayıncıların yaşadığı sorunlar dolaylı olarak “düşünce özgürlüğü”
sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Resmi ideolojiye karşıt, farklı, aykırı muhalif düşünce
açıklamaları, "yıkıcı", "bölücü", "irticai"
"tehlikeli", "şiddet yanlısı" şeklinde tanımlanarak
yasaklanmaktadır. Gerçekte bir düşünce ne kadar zararlı, tehlikeli olarak görülse
de, yasaklama ile değil, o fikri doğuran gerekçelerle mücadele ile önlenir. Bir
fikir, asayiş sorunu olarak görülemez. Ancak fikri doğuran toplumsal
gerçeklerin bilimsel olarak tartışılmasıyla, yeni fikirler üretilerek, en geniş
tartışma ortamı ile zararsız, tehlikesiz hale getirilebilir. Artık bu paradoks
anlaşılmalıdır.
Hakaret, tahrik davranışı doğru görülmeyen, yapılması tercih
edilmeyecek bir davranıştır. Böyle bir davranışın yaptırıma bağlanması da
normal görülebilir. Ancak hapis cezasıyla cezalandırılması kanımca birçok
yönden sakıncalıdır. Hakarete muhatap olan kişi, hukuk davasıyla tazminat
alarak amacına ulaşabilir. Hakaretin mağdurunu tatmin etmek, kamuoyunu da
yeterli derecede tatmin edip kamu düzenini koruyabilir.
Ayrıca hakimlerin sübjektif yorumlarıyla haksız yersiz
cezalandırmalar da giderilmiş olacaktır. Hükümeti, adliyeyi, askeriyeyi,
meclisi emniyet güçlerini en sert şekilde eleştirmek her zaman mümkündür. Hatta
bunda toplumsal fayda da vardır. Sıkça tartışma konusu olan uygulama ve işlemlerin
en katı şekilde, ağır biçimde eleştirilmesi gereklidir. Faydalı bir eylemin
cezalandırılmasına artık son verilmelidir.Hakaret kişiye göre de değişen
subjektif bir kavram olduğu için, uygulamada yersiz karışıklıklara ve
mağduriyetlere neden olup uygulama birliğini bozması da önlenmiş olacaktır.
Hakaret suçlarının başta 158 ve 159. inci maddelerin ceza
kanunundan çıkarılarak, yalnızca tazminata konu olması şeklinde düzenlenmesi
esaslı bir çözümdür. Yine 312/2 fıkranın --ve birinci fıkranın-- tümden
kaldırılması ceza kanununda bir boşluk doğurmayacaktır. Maddenin uygulaması
kamu düzenini sağlamadığı gibi aksine bozmakta, en değerli siyaset, aydın ve
düşünce adamlarımızı mağdur etmektedir. Gelecekte topluma önemli katkılar
sunabilecek genç kuşakların önünü kapatarak toplumsal kayba neden olmaktadır.
Bu maddeler tümden kaldırılmasa bile, Milletvekili Seçilme
Kanunu ve Mahalli idareler kanunu, Siyasi Partiler kanunu, Dernekler,
Sendikalar ve Vakıflar mevzuatındaki, 158,159, 169, 312 inci madde mahkumiyeti
nedeniyle, örgütlenme hakkını engelleyen yasaklayıcı hükümlerin kaldırılması,
mağduriyeti ve tartışmaları önemli miktarda azaltacaktır. Ayrıca belirtmek
isterim ki TCK 312/2 fıkra gibi 1 yıl
hapis cezalı bir suçun DGM’ nin görev
alanında bulunması izah edilemez. Bu madde DGM’ nin görev alanından
çıkarılmalıdır.
Daha önce yapılan, Erteleme, şartlı tahliye, af gibi çözümler
geçici olup sorunu ortadan kaldırmadığı görülmüştür. Gerçekçi ve samimi çözüm,
hukuken ve sosyal ihtiyaç açısından gereksiz hale gelmiş bu maddelerin tümden
kaldırılmasıdır. Meclis' te, maddelerin tümden kaldırılması yönünde bir niyet
--ne yazik ki-- yoktur. Bu maddelerin ttümden kaldırılması görüşümü saklı
tutarak, uygulamadaki yanlışları giderebilecek, yakınmaları ve mağduriyetleri azaltabilecek
değişiklik önerilerimi aşağıda vermek istiyorum.
Madde 158:
'Cumhurbaşkanının şahsı ile Cumhurbaşkanının görev ve uygulamaları hariç,
Cumhurbaşkanlığı kurumunun hukuksal varlığına karşı, evrensel hukuka uygun
eleştiri amacı dışında, hakaret ettiği açıkça anlaşılan kişiye,
Cumhurbaşkanının şikayeti üzerine 6 ay hapis cezası verilir.'
Madde 159: 'Bakanlar
Kurulu, Bakanlıklar ve T.B.M. Meclisi' nin görev ve uygulamaları ile makamda
bulunan kişilerin şahsı hariç, bu kurumların hukuksal kişiliğine karşı,
evrensel hukuka uygun eleştiri amacı dışında, tahkir ve tezyif ettiği açıkça
anlaşılan kişi hakkında Başbakan, Bakan ve Meclis Başkanının şikayeti üzerine 6
ay hapis cezası verilir.'
Değişiklik önerilerimin, uygulamanın içinden biri olarak,
yakınmaları ve uygulama sorunlarını azaltacağını düşünüyorum. Kişilerin
düşüncelerini, kanunla değiştirmek mümkün olmadığına ve erdemli insanlardan
beklenen "bildikleri doğruları söylemeleri" olduğuna göre, bu
değişiklikler sosyal ihtiyaç olarak demokratik bir toplumda zorunludur. Değiştirerek mağduriyeti biraz azaltmak
yerine, tümden kaldırarak 158, 159, 169, 312 inci maddeleri tarihe emanet
edelim.
Hacı Ali Özhan
aihm any.mah.
yürütme yargı
araştırmalar makaleler main page / ana sayfa
|