![]() |
TÜRK CEZA KANUNU EKSİKLER-YANLIŞLAR VE ÖNERİLER |
Osmanlı döneminde 1858 yıllarında Fransa Ceza Kanunu tercüme edilerek 75 yıl uygulanmıştır. Cumhuriyet döneminde İtalyan Ceza Kanunu tercüme edilerek, 1926 yılında Türk Ceza Kanunu ismiyle yürürlüğe konulmuştur.(1)
Bir topluma ait ceza kanununun, aynen tercüme yapılarak başka bir toplumda uygulanması, haklı olarak eleştiri konusu olmaktadır. Eksikler, yanlışlar, uyumsuzluklar olabileceği gibi zaman içinde de, değişmesi ihtiyacı ortaya çıkabilecektir. TCK' da, genellikle dönemin siyaset tercihlerine göre 50 den fazla değişiklik yapılmıştır. Hatta bazı yıllar iki ve üç kez değişiklik yapıldığı dahi görülmüştür. Değişikliklerin başında uygulamada çok görülen ve toplumda ciddi huzursuzluklara neden olmuş TCK'nın ünlü 141,142,163 maddeleri 1991 yılında yürürlükten kaldırılmıştır. (2) Bu maddeleri kaldıran 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu yeni suçlar ve ceza miktarı artışı getirmiştir. (3) Sosyolojik ve toplumsal ihtiyaçlar nedeniyle köklü ve önemli değişiklikler yapılmadığı için, TCK her zaman tartışmaların, eleştiri ve yakınmaların konusu olmuştur.
1985 yılından sonra kanunun tümden güncellenip değiştirilmesi fikri kabul edilmiş ve bu amaçla komisyonlar kurulmuştur. Uzun yıllar süren komisyon çalışmaları nedeniyle 1989 yılında Ceza Kanunu tasarısı ortaya çıkarılmış, ancak ne yazık ki dönemin meclisi tarafından yasalaştırılamamıştır. 1997 yılında komisyonun tekrar kurulmasıyla 1989 tasarısı yeniden güncellenmiş olmasına rağmen, dönemin meclisi tarafından yasalaştırılamamıştır. Nihayet aynı tasarı güncellenerek 2003 yılında tekrar gündeme gelmiştir.
Değişiklik sürecine katkı sunmak amacıyla, Türk Ceza Kanunu'na yönelik eleştireler, eksik ve yanlış görülenler ile önerilerimiz sunmaya çalışılmıştır. Bu çalışmadaki değerlendirmeler akademik, teorik kaygıdan çok uygulama gözüyle verilmeye çalışılmıştır.
Türk ceza kanunu, suçlunun suç işleme nedenlerini dikkate almamakta, nncak, suçun işlenmesi anındaki haksız tahrik, meşru müdafaa hali gibi hallerde indirim sebebi olarak görmektedir. Suçluyu suç işlemeye yönelten nedenler, suçlunun suçu işlenmesindeki özel nedenleri, suçun işlenişinde etkili folan dış faktörlerle ceza kanunumuz ilgilenmemekte, yalnız sonuca bakarak cezalandırma benimsemiştir.
Örneğin ekenomik nitelikli mala karşı suçlarda, suçlunun içinde bulunduğu imkansızlık halleri, zaruret faktörleri ve suçun işlenişini etkileyen zamanlama faktörleri, suçun ortaya çıkmasında büyük öneme sahiptir. Yine cinsel suçlarda, toplumsal gelenekler, insanın biyolojik ihtiyaçları, çevre faktörü dikkate alınmadan yapılacak cezalandırmalar, toplumsal ve bireysel gerçeklere ne kadar uygun düşeçektir.Yine kişiler arasındaki öldürme ve yaralama suçlarında, kişiler arasındaki uyuşmazlık nedenleri ve eyleme neden kişilerin kusurları, ihmalleri hiç dikkate alınmamaktadır.
Toplumsal gerçekler nedeniyle, suçun işlenmesinde katkısı bulunan nedenlerin, cezalandırma politikasında dikkate alınması gerekir. Nedenlerin suçla ilgisi ve önemine göre cezayı tümden ortadan kaldırılabilmeli veya derecesine göre önemli derecede indirim sebebi kabul edilmelidir. Örneğin; aç kalmış kişinin parasızlık nedeniyle ekmek çalması ile parası olan kişinin ekmek çalması halinde her iki suçluya aynı cezanın verilmesi adalet duygularımızı zedeleyecektir. Aralarında arazi uyuşmazlığı, ticari ihtilaf olan kişilerin birbirini yaralaması veya öldürmesi ile tanımadığı insanlar üzerine ateş ederek yaralayan veya öldüren kişilerin aynı miktarda cezalandırılması doğru görülmeyecektir. Yine biyolojik ihtiyaçların ağır tahrikiyle kırsal alanda kız kaçıran, ırza geçen bekar bir kişiyle, şehir ortamında evli bir kişinin kız kaçırması ve ırza geçme suçunu işlemesi halinde aynı cezaların verilmesi yerinde kabul edilmeyeçektir.
Burada örnekler çoğaltılabilir. Kısaca anlatılmak istenen, meşru meüdafa, haksız tahrik gibi hallerin dışındada, suçun işlenmesinde uzak ve yakın ilgisi olan etmenlerin dikkate alınarak ceza miktarı tayin edilmelidir. Suç ve ceza felsefemiz, toplumsal gerçeklere, sosyoljik verilere dayanılarak "hakkaniyet" ve "vicdan" duygularımıza uygun olmalıdır. Böylece kamu düzeni adaletli sağlanmış olacaktır.
Ceza kanunumuz, suçtan zarar gören mağduru davada aktif özne olarak değil tali derecede görmektedir. Yargılama sürecinde böyle olduğu gibi, ceza miktarının tayin konusundada mağdur aktif bir etken değildir. Kamu adına mağdura sahip çıkılmak istenmesine rağmen, mağdurun istek ve şartlarının dikkate alınmaması yerinde değildir. Mağdurun şikayetten vazgeçmesi veya belli şartların varlığı halinde vazgeçmesi gibi nedenler, ceza miktarını önemli derecede etkilemesi gerekir. Bu durum sanık ile mağdurun yakınlaşmasını getireceğinden zararın tazminini sağlayıcı olacaktır. Ayrıca pişman olan sanık için, mağduru tatmin ederek az ceza alması kamu düzeni açısından daha faydalı olacaktır.
Bazı suçlarda, mağdur şikayetçi olmamasına rağmen, kamu adına savcı davayı takip ettirmektedir. Mağdura istememesine rağmen sanığın cezalandırılması, sanığın mağdur ile barışarak anlaşmasını önleyici olacaktır. Bu nedenle, yargılama sürecinde mağdurun sanıkla barışması ve anlaşmasını sağlayıcı yöntemlerin yanında, ceza miktarının tesbitindede mağdurun istek ve rızası önemli derecede belirleyici olmalıdır.
Hapis cezası yanında uygulanan feri cezalar; kamu haklarından mahrumiyet, para cezası, ruhsat ve ehliyetin geçici alınması, mesleki faaliyetin yasaklanması, eğitim ve ıslah kurumlarında bulunmak, aynen iade ve tazmin.türünden cezalar bulunmaktadır.
Zaman içinde cezalar insanileşmekte ve teknik hale gelmektedir. Türkiye toplumun bugünkü ihtiyacı, cezaların tür ve niteliklerini çeşitlendirmektir. Örneğin; belirli bir işte çalışma yükümlülüğü (örneğin, madenlerde-yol işlerinde-dağ ve orman işçiliği gibi) getirmek, kadın mahkumlar için elektronik bir alete bağlı olarak oturduğu evde cezasını çekmek, bir mahallede bulunmamak, bir süre kütüphanede kitap okumak, halka açık alanlarda suçu künyesinde yazılı olarak bulunmak, şehir temizliği yapmak, trafik kontrolü yapmak gibi cezalar eklenebilir. Yine ceza kanunumuzdan çıkarılan sürgün cezası, yani bir şehirde belirli bir süre ikamet etmek zorunluluğu yeniden getirilebilir. Olayın türüne göre hakime seçim yetkisi verildiğinde, bölgeye ve koşullara uygun cezalar kamu düzenini sağlayıcı olabilecektir.
Ayrıca belirtmek isterim ki; hapis cezasıyla, mahkumun insani ihtiyaçları sınırlanıp, başta ailesi olmak üzere sosyal yaşamından koparılıp dört duvar arasında bekletiliyor. Bu gün bu ceza ne kadar insani dir ? ne kadar çağımıza ve toplumsal ihtiyaca uygundur ? sorusu tartışılmakta ve felsefi açıdan haklı olarak eleştirilmektedir. Keza artık hapis cezasının suçun önlemesindeki etkisi azalmıştır. Suçların işlenmesini azaltıcı başka caydırıcı cezaların tercih edilmesi artık kamu düzeni açısından gerekli hale gelmiştir.
Hapis cezasının bu sakıncalarını giderecek olan ve halen kanunda bulunan; hafta sonu cezaevinde kalma veya akşamları cezaevinde kalmak veya dışarı çıkmadan evinde hapis bulunmak gibi cezaların uygulama sınırları genişletilmelidir. Hapis cezalarındaki sürelere baktığımızda, örneğin 2000 yılının DİE istatistiklerine (8) göre; 3 aya kadar hapis cezası alan mahkum sayısı 5228, 3 ay ile 6 ay hapis alanların sayısı 3406 iken 6 ay ile 1 yıl hapis cezası alan mahkumların sayısı 10325 kişidir. Yine 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası alanlar 9015, 3 yıldan 6 yıla kadar alanlar 2381 kişidir.Bu tür cezalar, 60 güne kadar hapis cezasına kadar geçerli olduğundan, uygulamada pek görülmeyen bu uygar ceza türlerinin sınırı, 1 yıl hapis cezasına kadar uzatılmalıdır.
Ceza kanunumuza 1991 yılında eklenen madde ile, bilgisayar üzerinde işlenebilecek suçlar cezalandırılmaya çalışılmıştır. Buna göre bilgisayar sistemi üzerindeki bir programı, veriyi veya herhangi bir unsuru haksız yere ele geçiren kişi hapisle cezalandırılmaktadır. Ayrıca bunları başkasına zarar vermek amaçlı kullanan, nakleden veya coğaltan kişiyede hapis cezası öngörülmüştür. Yine bunları değiştiren, silen, bozan kişiler cezalandırılacağı gibi delil olabilecek sahte bir belgeyi düzenleyen kişide cezalandırılmaktadır. Hapis cezası yanında kamu hizmetinden yasaklama ve meslek ve ticaretten men cezasıda öngörülmüştür.
Bilgisayarın kullanımı özelliklede internetin yaygınlaşması nedeniyle büyük artış göstermiştir. Resmi dairelerin yanında ticaret yapma, bankalardan para çekme, havale gönderme aracı olarakta kullanılmaktadır. Fikri haklar, tazminat hukuku, basın hukuku, haksız fiil gibi yaşamın her alanını etkileyecek niteliğe kavuşan internet ve bilgisayarda, çok sayıda suç türüne rastlanılmaktadır. Bilgisayarda işlenebilen tehdit, hakaret, haberleşme özgürlğü, site korsanlığı, şifre güvenliği, para çekme, kart kullanımında işlenen suçlar ve diger boyutları hakkında, bütün ülkelerde yasal çalışmalar devam etmektedir. Bizdede Elektronik imza kanun tasarısı Bakanlar Kurulunca hazırlanmıştır.(4)
Konusuna göre ilgili kanunlara ekleme yapılmak veya küçük çapta bir boyutunu kanunlaştırmak yerine, internet ve bilgisayar hakkında özel kapsamlı ve bütünlüğü olan bir kanun çıkarılması daha isabetli olacaktır.
Kanunda cinsel içerikli suçlar; zina, fuhşiyata tahrik, kız kaçırmak, küçükleri baştan çıkarmak, kızlık bozma, söz atma, teşhir, zorla ırza geçme, ırza tasaddi, edebe muhalefet gibi eylemlerdir. Yine müstehcen yayınların yapılmasıda cezalandırılmıştır. Kanun 18 yaşından küçükleri cinsel suçlar yönünden korumaya alırken, 15 yaşından küçükler yönünden dahada ağırlaştırıcı hükümler getirmiştir.
Kişinin kendisini ifadesi, biyolojik ihtiyaçların baskısı, sosyal ilişkilerin geldiği düzey gibi nedenlerle bu suçların yeniden gözden geçirilmesi toplumsal bir ihtiyaç olmuştur. Zina suçu, Anayasa Mahkemesinin kararıyla (5) isabetli olarak iptal edildi. 18 yaşından küçüklerin rızasıyla cinsel ilişki kurması ve kızlığın bozulması suç olmaktan çıkarılabilir. Kadın kıyafeti ile kadınların bulunduğu yerlere giren erkekler, başka hiç bir şey yapmamış olsalarda, sırf bu hareketlerini cezalandıran madde ile fuhuş maksadıyla da olsa kadın oynatma suçunu düzenleyen maddede kaldırılmalıdır. Yine edebe muhalefet olarak görülen bir yerini gösterme yahut söz veya şarkı ile halkın edebine tecavüz edilmesini cezalandıran madde kaldırılmalıdır.
Yine sarkıntılık diye bilinen "söz atma suçu" kesin olarak kaldırılmalıdır. Bu suçun tanımı ve eylem alanı çok geniştir. Öyleki, yoldan geçerken begendiğiniz birisine arkadaşlık teklef etmeniz dahi bu kapsama girebilmektedir. İfade özgürlüğü, bireyin kendini ifadesi, kişinin duygularını karşı tarafa açması gibi boyutları olan bu suçun kaldırılmasında hiç bir mahsur kalmamıştır. Hayasızca harekette bulunma ve bu şekilde cinsel ilişkiyi cezalandıran maddeninde elden geçirilmesi ihtiyacı vardır. İfade özgürlüğünün kullanımı niteliğinde olan müstehcen yayınlar hakkındaki madde kaldırılmalıdır. Müstehcen yayınları yasaklamak birey, sosyal ihtiyaçlar ve ahlak anlayışı nedeniyle günümüz koşullarına uyarlanmalıdır. Zaten internet ortamı ve teknik gelişmeler bu suçun yasaklama ile önlenemeyeçeğini göstermiştir. Ahlak kuralları, görgü ve eğitim tedbirleri bu konuda daha etkili olacaktır.
Bir kişiye karşı zor ve şiddet uygulanarak kaçırma tabiki cezalandırılır. Zorla ve şiddet kullanılarak kaçırma yanında, ırza geçme nedeniyle de ağırlaştırılmış şekilde cezalandırılmalıdır. Ancak fail şehevi cinsel duyguları nedeniyle bu suçu işlediği için bir anlamda "zaruret hali" gibi görülerek cezada indirim için hakime takdir hakkı verilebilir. Ayrıca ırza tasaddi diye nitelenen suçta, ırza geçmenin hafif hali olup burada cinsel ilişki gerçekleşmemiştir. Dolayısıyla ırza tasaddi halindeki fiiller "zor ve şiddet" kullanılarak yapıldığında "sarkıntılık" olarak görülüp hafif derecede cezalandırılmalıdır. Bu yönde suçun nitelik değişikliği yapılmayaçaksa, maddedeki hapis cezası miktarları indirilmelidir. Maddedeki hapis cezaları 1953 yılında (7) dahada artırılmıştır. Suçun türü ve özelliğine göre düzenlenen hapis cezaları ağırdır.
Kız ve kadın kaçırma suçlarında "zor ve şiddet" yoksa artık cezalandırılmamalıdır. Böylece evlilik şartıyla erkeğin cezadan kurtulma hükmünede gerek kalmayacaktır.
Kadın istemediğinde kocasının cinsel isteğini kabul etmeme hakkı bulunmalıdır. Aile kurumu, kadına cinsel ihtiyacı karşılama yükümlülüğü vermemelidir. Aile; kuşkusuz cinsellik yaşamınıda beraberinde getirir. Ancak cinsellikte dahil yaşamın bütün boyutları ve gereklilğini kapsayan kendine özgü bir ilişki biçimidir. Bu nedenle erkeğin istediği her zaman zorunlu yükümlülük şeklinde görülmemelidir. Cinsel yaşam aile içine "sıkıştırılamayaçak" özellik taşır. Cinselliği aile tekeline vermek, yaşamın biyolojik gerçekliğine aykırıdır. Bu nedenle aile içi cinsel şiddet Doç. Dr. Vahit Bıçak hocamın (6)önerisi doğrultusunda suç olarak nitelenip cezalandırılmalıdır.
Taksirli suç yani kasıt etmeden işlenen suçların başında; uygulamada en çok görülen, trafik kazaları ve doktor hataları sonucu oluşan ölümler ve yaralanmalardır. Ceza kanunumuz asıl olarak suçun işlenirken "kasıt" etmeyi cezalandırdırdığı için, kasıt olmaksızın işlenen suçların cezaları küçük tutulmuştur. 455 madde, tedbirsizlik, dikkatsizlik, meslekte acemilik veya kurallara uyulmaması sonucu bir kimsenin ölümüne neden olan kişiye 2 yıl hapis, ikiden çok kişi ölmüşse 4 yıl hapis cezası vermektedir. Ayrıca sanığın kusur derecesine göre sekizde bire kadar ceza indirimi düzenlenmiştir.
Ülkemizde çok yaygın olan trafik kazalarında onlarca kişinin öldüğü kazalarda, sanık 4 yıl ceza almakta, indirimler ve infaz hükümleri sonucu cezası düşüldükten kısa zamanda tahliye olmaktadır. Ayrıca yalnızca kazaya sebep olan şöfor cezalandırılmakta, çalıştıran firmanın cezai sorumluluğu bulunmadığından şöför öldüğünde cezalandırılacak kimse kalmamaktadır. Hastalık sonucu tedavi sonucu ölüm olduğunda, doktor veya sağlık personeli ancak "kusuru, ihmali" varsa cezalandırılmakta, kusur ve ihmali olmayan sağlık personeli cezalandırılmamaktadır.
Kasıtsız işlenen suçlarda kademelendirme yapılarak suçun özelliği ve boyutuna göre derecelendirilerek, ceza miktarlarının bu derece sırasında tespit edilmesi gerekir. Ayrıca neticenin oluşumunda "tahmin edilebilir hal" "öngörülebilir hal" "beklenmeyen hal" "önlenemez hal" gibi ölçüler getirilmelidir. Yine iş sahibinin, adam çalıştıranın kusursuz sorumluluğu uyarınca cezai yaptırımı olmasının isabetli olacağını düşünüyorum.
Buna göre Trafik suçlarında; sanğın kusuru, dış etkenler (yol hatası, diğer araçların durumu, araç hatası) acemilik, ihmal, gibi nedenler ile mağdurun kusuru, mağduriyetin büyüklüğü, ölümün kazanın dışındaki nedenlerle (kan kaybı, yanlış tedavi v.s. gibi) oluşması gibi haller ayrı ayrı derecelendirilmelerek cezalandırılmalıdır. Yine 5 kişinin ölümü ile 15, 25 kişinin ölümü cezanın ağırlaştırıcı nedeni kabul edilmelidir.
Trafik kazalarında çalıştıranın ve olaya sebep olanların kusursuz sorumluluğu ilkesi gereği cezai müeyyideye bağlanması gerekir. Örneğin, araçın sahibi kişinin veya firmanın sahibi ile yol hatası halinde karayolları personelinin, yetersiz denetim nedeniyle içişleri bakanlığı personelinin veya kazaya sebep olan diğer araçların sürücüler için cezai yaptırım getirilmelidir. Yine doktor ve diger sağlık personelinin taksirli eylemi sonucu ölüm veya yaralanma meydana gelmişse, yukarıda sayılan ölçüt ve sınırlar içinde cezalandırılması gerekir. Ceza miktarlarının caydırıcı olacak şekilde eylemin özelliğine göre derecelendirilerek artırılması yanında araç sahibinin ve doktorun meslek ve sanatını yapamaması cezaları caydırıcı sürelerde verilmelidir. Yine mağdurun şikayetinden vazgeçmesi hali, cezanın büyük oranda indirimi sebebi sayıldığında, sanığın mağdurun zararını tazmine yönlendirilmesi sağlanmalıdır.
Kanun ceza miktarlarını tespit ederken dengeyi gözetmemiştir. Bazen öyleki şu miktardan aşağı olamaz diyerek ucu açık belirsiz miktarlar emretmektedir. Kanun isabetli olarak hakime takdir hakkı vermiştir. Suçun niteliği, işleniş biçimi, mağdurun ve sanığın kişiliği, suçun ağırlık derecesi, vahameti gibi nedenlerle ceza miktarında hakime takdir hakkı verilmesi benimsenmektedir. Ancak burada ince bir dengenin kurulması gerekir.
Kanun bu dengeyi kuramamıştır. Çoğu madde "1 yıldan 3 yıla kadar hapis", "1 yıldan 6 yıla kadar hapis", "6 aydan 3 yıla kadar hapis", "3 yıldan 7 yıla kadar hapis", "3 aydan 30 aya kadar hapis", "1 aydan 2 yıla kadar hapis" gibi arası çok açılmış ceza miktarları tayin etmiştir. Bir cezanın iki katı, üç, beş katı bir ceza tayini doğru bir dengeleme değildir. Hakime bu kadar arası açılmış ceza miktarları arasında takdir hakkı vermek sakıncalıdır. Cezanın kendisi bir yıl ise hakime 5 yıl hapis cezası daha ekleme takdiri vermek isabetli değildir. Burada 159 maddede 2002 yılında yapılan değişiklik, ile "1 yıldan 6 yıla kadar hapis" olan ceza miktarı " 1 yıldan 3 yıla kadar hapis" olarak üst cezanın indirilerek değiştiğini, yine işkence suçunu düzenleyen 245 maddede, etrafa kötü muamele ve işkence yapan memurlara verilen ceza miktarı "üç aydan 5 yıla kadar hapis" iken üst sınırın 2001 yılında yapılan değişiklikle 8 yıla çıkarıldığını hatırlatmak isterim.
Ceza miktarları arasındaki fark kanımca yarı oranında olmalı en fazla bir mislini geçmemelidir. Gerçi temel ceza denilen aşağı miktarı Yargıtay ve Mahkemeler genellikle uygulamaktadır, ancak bir kişinin "1 yıldan 6 yıla kadar hapis" cezasıyla yargılanması süreci haklı olarak psikolojik mağduriyetler doğurmaktadır. Yine, hakimlerin takdir hakkını kullanmaları sonucu, hafif bir suça verilen ceza miktarı ile ağır bir suça verilen ceza miktarından fazla olabilecektir.
Bazı maddelerimizde "en az 7 yıl hapis cezası verilir","15 seneden aşağı olmamak üzere hapis cezasına mahkum olunur" şeklinde cezalar vardır. Genellikle bu miktarların kendisi uygulanmaktadır, ancak suçta ağırlaştırıcı hallerin varlığı halinde, aynı suç için farklı mahkemeler değişik üst ceza tespit edebileceklerdir. Diğer yandan erteleme, af, şartlı tahliye gibi uygulamalar genellikle cezanın üst sınırına göre ayarlandığından bu maddelerin üst cezası belirsiz olduğundan karışıklıklara neden olmaktadır.
Yine bazı maddelerde "18 aya kadar hapis cezası","8 seneye kadar hapis cezası" şeklinde cezalar vardır. Buradada cezanın en az miktarı belirtilmeden en son sınırı belirtilmektedir. Bu haldede mahkemelerin farklı uygulamaları eşitsizliklere neden olabileceği açıktır. Bu tarzda bir ceza takdiri uygun bir yöntem değildir. Eşitlige, uygulama birliğine aykırı sonuçlar doğurmaktadır.
Düşünce suçu diye bilinen suçların çoğunluğu, 158, 159, 266, 480 inci maddelerde bulunmaktadır. Bu maddeler; kişilere karşı, kamu görevlilerine karşı ve devletin bazı makamlarına karşı hakaret edilmesini cezalandırmaktadır.
158 ve 159 maddelerle; cumhurbaşkanına, hükümete, bakanlara, cumhuriyete, türklüğe, adliyeye, askeri kuvvetlere karşı hakaretler suç olarak görülmüştür. Kanun hakaretin unsurlarını belirtmediği gibi, suç ayrıntılı ve kesin tanımlanmadığından uygulamada eleştiri mi? hakaret mi ? tartışmasının içinden çıkalamamaktadır. Ağır ve sert eleştiriler hakaret kabul edildiği gibi bazı hafif eleşytirelerin dahi hakaret olarak görülüp cezalandırıldığı görülmüştür. Bu makamlara hakaret derecesinde eleştiriler yaygın olarak yapılmaktadir. Hatta uslubu tercih edilmemekle beraber "hakaretli eleştirelerin" yapılmasında toplumsal fayda bile vardır. Bu makamlar kamu adına görev yaptıklarından eleştirilere karşı daha geniş olmaları gerekir. Hatta toplumda tanınan kanaat önderlerinin, yazarların, sanatçı ve gazetecilerin hakaret derecesinde olsada sert eleştiri yapmaları yaptıkları görevin gereği kabul edilmelidir.Yine yaygın derecede uygulamada görülen 266 maddedeki kamu görevlilerine karşı görevinden dolayı hakaretin yapılmasıda normal görülmelidir.
480 maddede düzenlenen "kişilerin kişilere karşı hakaretleri ve küfürlerine" ilişkin suçlarda daha hoşgörülü olunmalıdır. Biz çabuk sinirlenen, kızan, küfürlü konuşan bir toplumuz. Küfürler, hakaretler toplum içinde olumsuz görülmekle beraber suç derecesinde kınanmamaktadır. Küfür ve hakaret toplumsal kınama ile görgü kurallarıyla önlenebilir. Hapis cezasıyla cezalandırılması bu süç türünde yerinde bir müeyyide değildir.
Hakaret fiiline karşı hapis cezası verilmesi bir çok yönden sakıncalıdır. Haksız fiil olarak görülüp, tazminat sorumluluğu yüklemekle yeterli bir yaptırım olacaktır. Bu nedenle 158, 159, 266, 480 maddeler suç olmaktan çıkarılmalıdır.
Kanunda tahrik suçlarının başında 311 ve 312 madde gelmektedir. 311 madde ile "bir suçun işlenmesini" tahrik eden kimse cezalandırılmaktadır. 312/1 fıkrada ise; bir suçu övme, iyi gördüğünü söyleme ve kanunlara itaatsizliğe tahrik suç olarak görülmüştür. hepimizin yakından bildiği ünlü 312/2 fıkrada ise; halkı sınıf, ırk, din, dil, mezhep, bölge farklılığı gözeterek "kin ve düşmanlığa tahrik" suç olarak görülmüştür. 2002 yılında yapılan değişiklikle tahrikin "kamu düzeni için tehlikeli olabilecek şekilde" yapılması halinde cezanın ağırlaştırıcı unsuru, suçun basit halinin unsuru haline getirilmiştir.
312/2 fıkradaki suç kısaca halkı "kin ve düşmanlığa tahrik" etmeyi suç kabul etmiştir.
Şuraya dikkat edelimki, suç işlemeye tahrik ile düşmanlığa tahrik farklı olup iki ayrı maddede düzenlenmiştir. Yine önemli bir konu şuki, düşmanlığa tahrik sonucu bir suç işlenmişse, tahrik eden kişi suça iştirak eden olarak cezalandırılmaktadır. Yani suça azmettiren, iştirak eden, suç işlenmesini kolaylaştıran kişi zaten TCK m. 64 ve 65. maddelere göre cezalandırılmaktadır .Buna da kimsenin itirazı olmaz.
Düşmanlığa tahrik fiili, ağır ve sert eleştiri içeren bir düşünce açıklamasıdır. bazen hafif eleştir dahi, içinde taşıdığı olumsuzluk gereği kin ve düşmanlık kapsamında değerlendirilebilir. Kısaca sert eleştirilerin, ağır karşıt fikirlerin kin ve düşmanlık olarak değerlendirilmesi muhtemeldir. Bu durum ise, düşünce açıklamayı sınırlamakta, cezalandırma tehdidi altında tutmaktadır.
Bu maddeyle ilgili olarak vatandaşların görüşleri tartışmaları adliyeye intikal ettiğinde vatandaşların çoğunluğu mahkum olabilir. Kürtlerin Türkler hakkında söyledikleri, Türklerin Ermeniler hakkında söyledikleri, Müslümanların Hıristiyanlar hakkında söyledikleri, mezheplerin diğer mezhep için yaptıkları yorumlar keza bölgeler arasında yapılan yorumların "gerçeği" mahkemelere intikal ettiğinde, normal görülebilecek ağır eleştiri ve olumsuz görüşler 312/2 maddeden dolayı mahkum olabileceklerdir.
312/2 maddeden mahkum olanların konuşmaları incelendiğinde, halkın büyük çoğunluğunun mahkum olan konuşmaların %90 nı için suç olmamalıdır diyeceğini düşünüyorum. Zaten vatandaşların çoğu, mahkum olan düşünceleri, benzerlerini her yerde her zaman söylemektedir. Mahkum olan kişilerin bu konuşmaları, başkaları tarafından da her zaman söylenmesine, basında yer almasına karşın, ancak adliyeye intikal eden kişiler yargılanıp cezalandırılmaktadır.
312 maddenin 1.fıkrası ve 2. fıkranın kendisi düşünce özgürlüğünü ihlal etmektedir. Düşmanlık kavramı olumsuz bir kavram olmakla beraber insanlar birbirine düşman olabilir, birbirini düşmanlığa da tahrik edebilir. Çünkü olumsuz görüşler, karşıt düşünceler, birbirinin aleyhine düşüncelerde özünde 'düşmanlık' niteliği taşımaktadır. Nitekim Yargıtay da ve mahkemelerde ağır eleştiri ve sert yorumları, çoğu zaman düşmanlık olarak değerlendirmektedir.
Bu nedenle düşmanlığa tahrikte doğal kabul edilmeli, düşmanlık derecesinde de olsa (312/2) düşünce açıklaması suç olmamalıdır. Ortada hiçbir suç işlenmemesine karşı, yalnızca düşmanlık düzeyindeki görüşlerini açıkladığı için cezalandırılma, çağdaş özgür toplum için gerekli değildir. Aksine toplumsal huzuru bozucu etki yapması yanında demokratik çoğulcu yapıyı sınırlayarak demokrasiye zarar vermektedir. Asıl sorun bu olduğu için 312/2 maddenin tümden kaldırılması gereklidir. Madde tümden kaldırılmadan bu yakınma ve mağduriyetler bitmeyecektir.
312/1. fıkradaki bir suçu övme, iyi gördüğünü söyleme ve kanunlara itaatsizliğe tahrik fiilide normal hak olarak görülmeli ve cezalandırılmamalıdır. Hatta bir suç islenmesine tahrik fiilini cezalandıran 311. maddede düşünce açıklaması kapsamı içinde görülmelidir. Çünkü bir kanunun ihlalini istemek, bir suçun işlenmesini istemek Avrupa ülkelerinde 'sivil itaatsizlik' olarak kabul edilmektedir.Suç işlendiğinde doğaldir ki tahrik edende cezalandırılacaktır. Ama suç işlenmemişse tek başına suça tahrik fiili cezalandırılmamalıdır.
1991 yılında Terörle Mücadele Kanununa göre terör suçları olarak nitelenip cezaları %50 oranında artırılmıştır. Ayrıca cezanın infazındada şartlı tahliye sınırı %75 oranına çıkarılmıştır.
Terör suçu; şiddet ve zor kullanmayı zorunlu kılar. Zor ve şiddet içeren bir hareketin her yerde cezalandırılmasıda normaldir. Ancak yukarıdaki maddeler, zor ve şiddet uygulanmadığı halleride terör kapsamına almıştır. Yani zor ve şiddet olmadığı halde kanundaki tanımdan dolayı terör suçu sayılmışlardır. Silahlı örgütün amacını benimseyen, fikirlerine yakınlık duyan, yayınlarını okuyan sempatizanları, hiçbir eylemde "zor ve şiddet" kullanmamış olsalar dahi cezalandırılma kapsamına alınmışlardır. Yani silah dahi görmemiş kişiler "silahlı örgüt" ün üyesi, yardımcısı denilerek hapis cezası verilebilmektedir.
Zaten bu suçlar kanuna görede tehlike suçları olarak görülmektedir. Yani "zor ve şiddetin" var olmamasına karşın, "zor ve şiddetin" amaçlanmış olmasını, gerçekleşebilme ihtimalini cezalandırmaktadır. Dolayısıyla şiddet kullanılmamasına rağmen ihtimale binaen sanıklar cezalandırılmaktadır. Bu haliyle madde, şiddet yanlısı siyasal fikirleri savunan oluşumları cezalandırmaktadır. Bazen şiddet yanlısı olmayan
dergi çevreleri, küçük çaplı fikir birlikleri de "anayasal düzene karşı" "silahlı örgüt" niteliğinde yorumlanabilmektedir.
Terörle mücadele kanununda tanımlanan 7 ve 8 maddeler ile TCK 168, 169 maddesindeki "terör suçları"nın kalkması halinde bir boşluk olmayacaktır. Çünkü zor ve şiddet kullanıldığında onu cezalandıran maddeler zaten vardır. Kişinin amacını, niyetini, yapacaklarını bir ihtimale binaen suçlayan maddeler, kişinin hak ve özgürlükleriyle bağdaşmayacaktır. Bu nedenlerle Terörle Mücadele Kanunu tümden yürürlükten kaldırılmalıdır.
Devlete karşı suçlardan uygulamada en çok görülen 125, 146, 168, 169 maddelerdir. Terör suçlarından mahkum olanların %90'nı 168 ve 169 maddeden ceza almışlardır. Bu iki madde, DGM'lerdeki dava sayısının yaklaşık yarısını oluşturmaktadır.
168 madde, anayasayı değiştirmek amaçlı silahlı örgüt kurmayı yasaklamaktadır. Ortada hiç bir silahlı eylem olmadığı halde bile bu maddeden ceza alınabilmektedir. Tehlike suçu olarak düzenlendiğinden, kanun silahlı örgütün varlığını yeterli tehlike olarak görmüştür. Bir örgüt silahlı eylemlerde bulunmuşsa, artık bu örgüt silahlı kabul edilmektedir. Silahlı eylem yapan üyeler dışında, bu örgütün siyasi fikirlerini benimseyenler, kitap ve dergi gibi yayınlarını satanlar, bu örgütün ismini söyleyerek propagandasını yapanlar bile "üye" kabul edilerek cezalandırılmaktadır.
169 madde de; silahlı örgüt üyelerine her türden yapılacak yardımı suç olarak görmüştür. Her türden yardım içinde, örgüt üyelerine silah ve cephane temin etmek yanında, barınacak yer temin etmek, erzak veya elbise vermek suç olarak görülmüştür. Hatta kanun dahada ileriye giderek "her ne surette olursa olsun hareketlerini kolaylaştıran" kişileri yardımla suçlamaktadır. Madde uygulamasında, örğütle ilgili bildiri dağıtan, örgütü ilgilendiren basın açıklaması yapan, dergilerini okuyan, toplantıda slogan atan afiş taşıyanlar, örgütü ilgilendiren konularda veya örgütün ilgilendiği konularda makale yazanlar bile "örgüte yardım" eden olarak görülüp cezalandırılabilmektedir.
146 madde, anayasal düzen karşıtlarını, şiddet unsuruyla dolaylı irtibatlandırılarak yargılama yapabilmektedir. Kanun "elverişli vasıta koşulunu" ve "teşebbüs halini" aramadığı için uygulamada az olarak görülse de, bazen düşünce özgürlüğü hakkının kullanımı bu kapsamda görülebilmektedir. Bu maddeninde ceza miktarının azaltılması yanında, uygulamada tereddütlere neden olmayacak acıklıkta ayrıntılı düzenlenmeye ihtiyacı vardır. Bunun başında "elverişli vasıta" koşulunun getirilmesi zorunludur. Ayrıca suçun işlenmesine teşebbüsün yerine, silahlı eylem ve cebren ayaklanmak unsurları eklenmelidir. Yine elverişli vasıta olmadan ayaklanma halinde, suça feri iştirakler ve suça teşvik edenler ile suçun propagandasını yapanlar arasında derecelendirme yapılarak ceza adaleti içinde cezalandırılmalıdır.
168 madde; ortada olan bir suçu cezalandırmadığı için kamu düzeni açısından gerekli değildir. İhtimale binaen, kişilerin amacını, hazırlık hareketlerini cezalandırarak kişilerin düşünce açıklama ve örgütlenme özgürlüğünü ihlal etmektedir. Ayrıca ceza miktarı ağırdır. Bir suç işlemek için örgüt kuranlar (m.313) 1 yıl hapis cezası alırken, anayasal düzene karşı örgüt kuranların 10 yıl hapis cezası verilmesi ceza adaleti arasında dengesizlik oluşturmaktadır. Ancak 2 yıl civarında cezası olması gerekirken, örgütü kuranlara 15 yıl, üyelerine 10 yılh hapis cezası verildikten sonra %50 oranında artırılmasıyla sonuçta 15 yıllık hapis cezası, kamu düzenini bozacak şekilde adaletsizlik yaratmaktadır. Diğer yandan ikinci fıkra "çetenin sair efradı" denilerek örgütle ilgili herkes aynı cezayı olmaktadır. Örgütte silah kullanan üye ile kullanmayanı, bir eylem yapan ile yapmayanı, örgüte yeni girmiş üye ile, eski üyeyi, örgütün propagandasını yapanla, eğitim çalışmaları yapanı, mutfak işlerini yapanı ayırmadan herkese aynı cezanın verilmesi doğru bir ceza siyaseti değildir. Bu nedenle üyeliğin ve eylemlerin etkinlik ve önemine göre örgütün üyeleri arasında derecelendirme yapmak kesinlikle gereklidir.
Yine 169 maddeki, silah ve cephane yardımı dışındaki elbise, yiyecek, konut temini gibi yardımlarn suç olmaktan çıkarılmalıdır. Yine "her türden yardımı" içeren cümlenin somut olarak tanımlanması gerekir. Hakime "her türden" yardım denilerek çok geniş bir yetki verilimesi suç siyaseti açısından yerinde değildir. Yine örgüt üyeleriyle akraba olan veya aile efradından birilerine yiyecek, konut, giyecek yardımı yapılmasını yasaklamak vicdani olarak savunulamaz.
Mala karşı suçlar deyince ilk akla gelen hırsızlık, dolandırıcılık, emniyeti suistimal, nası izrar, haksız yere müdahale suçlarıdır. Suçun basit hali için ceza miktarı; hırsızlıkta 6 ay, ağırlaştırılmış hali 3 yıla kadar, dolandırıcılıkta 1 yıl, ağırlaştırılmış hali 2 yıla kadar, emniyeti kötüye kullanmada 2 ay, ağırlaştırılmış hali 1 yıla kadar hapis cezası bulunmaktadır. Yine nası izrar suçu (m.516) olarak tanımlanan başkasına ait bir menkul veya gayrimenkülü yıkar, bozar, yok ederse 1 yıl, gayrimenkülün yıkımı, yok edimi, kullanmak amaçlı değişiklik gibi eylemleri (m.514) "zor-şiddet-tehdit" yöntemiyle yaparsa 1 yıl, gayrimenkül sahibine karşı "zor ve şiddet" kullanılarak kullanımını engelleyen kişi (m.515) 1 yıla kadar hapis, eğer silahlı ise veya 10 kişi birlikte bu fiili işlerse cezası 1 yıl hapis olarak düzenlenmiştir.
Ancak mala karşı suçlar arasında bulunan gasp diye bilinen yağma suçunda hapis cezası 10 yıl, ağırlaştırılmış halinde 20 yıla kadar hapis cezası düzenlenmiştir. Gasp-yağma suçunun basit halinde "zor-şiddet-tehdit" kullanılarak bir menkul malın alınması veya bir senet veya belge imzalatılması suçun unsurlarıdır. Geceleyin veya silahla tehdit edilerek işlenmişse 15 yıl hapis cezası verilmektedir. Bu fiiller ikiden çok kimse tarafından işlenirse ceza 20 yıl olmaktadır. Yine bu fiiller; hayat, ırz veya mala zarar verileçeği tehditiyle veyahut kanuni emir göstererek bir senedin veya paranın gönderilmesi sağlanırsa 15 yıl hapis cezası verilmektedir. Bir kişiyi para almak veya senet imzalatmak için kaçırıldığında, amacı gerçekleşmemişse 15 yıl, gerçekleşmiş ise 20 yıl hapis cezası almaktadır. Barudaki şiddet kavramı geniş olarak yorumlanmakta öyleki, mağdurun "ağzını bağlamak, elini kolunu bağlamak" gibi mağdurda iz ve yara bırakmayan hareketlerde şiddet unusuru içinde kabul edilmiştir. Yine suçlu hırsızlık yaparken, mağdurların gelmesi üzerine kaçarken onlara karşı "zor-şiddet-tehdit" kullanılması halindede yukarıdaki aynı cezalar verilmektedir. Yani hırsızlık suçu gasp-yağma suçuna dönüşmektedir.
Zaten uygulamada; tehdit suçu (m.188-191) hırsızlık suçu (m.491) kendi hakkı için zor kullanmak (m.308) yaralama suçu (m.456) kişilere hürriyetine karşı suç (m.179) gibi suçlar ile gasp-yağma suçu arasında tartışmalı tereddütler yaşanmaktadır. Bu suçların birbirine çok yakın olması nedeniyle suç konusu eylemin hangi kapsama girdiği konusu haklı olarak tartışmalara neden olmaktadır.
Gasp-yağma suçunun cezası gerçekten ağırdır. (m. 495, 496, 497, 498,499) Aslında hırsızlığın ağırlaştırılmış hali olarak kabul edilebilecek bir suç için, 10 yıldan başlayan hapis cezaları verilmesi ülke gerçeklerinede uymamaktadır. Basında yer alan "ekmek çaldı 10 yıl hapis aldı" "baklava çaldı 20 yıl hapis aldı" türündeki yakınmalı haberler ne yazik ki maddeden kaynaklanan kanuni bir gerçektir. Bu suçu ikiden fazla kişi birlikte işlediğinde 20 yıl hapis cezası verilmesi gerçekte insaf duygularımızı zorlamaktadır.
Üstelik hırsızlık, dolandırıcılık, emniyeti suistimal suçlarında; suça konu olan malın değerinin pek hafif olması halinde veya geri iadesi halinde yapılan (TCK madde 522/3 ve 523/1) üçte bire kadar yapılan indirimler, gasp-yağma suçunda yapılmamaktadır. Yani bir yıllık hapis cezasındaki indirim, 10 yıllık hapis cezasından esirgenmiştir. Bankaları, milyarları, trilyonları dolandıranlar 2 yıllık hapis cezası alırken, çok küçük (baklava örneği) miktarları gasp edenlerin 10 yıl hapis cezası almaları ve bununda pek hafif olduğu için indirime tabi tutulmaması kamu düzenine aykırı olup toplumsal vicdanı sızlatmaktadır.
Hırsızlık cezasıyla gasp-yağma suçunun 10 kat farklı hapis cezasını gerektirecek niteliğide bulunmamaktadır. Şiddet kullanıldığında yaralama veya öldürme olduğunda zaten bu suçlardan dolayı ayrıca suçlu cezalandırılmaktadır. Yalnızca "zor-şiddet-tehdit" uygulanması hali 10 kat farklı cezayı haklı çıkarmaya yetmemektedir. Aynı tür suç grubunda "zor-şiddet-tehdit" eylemlerini cezalandıran m.514, 515, 516 gibi suçların cezasında pek hafif kılınırken, gasp-yağma suçlarında adeta bol keseden cezalar tayin edilmiştir. Bu yönüyle aynı tür suçların cezasında kendi içinde çelişkili hale düşülmüştür.
Gasp-yağma suçunun cçezası, adam öldürme gibi ağır cezalardan sonra en ağır cezalandırılan suçlardır. Gasp-yağma suçlarındaki cezalar zaten ağır iken, 1971 yılında (1490 sayılı kanunla) dahada artırılarak yukarıdaki miktarlara yükseltilmiştir. Bu maddeler malı korumaktan ziyade "zor-şiddet-tehdit" unsurunu cezalandırmaya çalışmıştır. Ancak kanun kendi bütünlüğü içinde makul dengeyi kuramamış, haksızlık-vicdansızlık yaratacak kadar ağır aşırılığa gitmiştir. Dengesizlik bilinen örnekle öyleki "bir kişinin gözünü çıkaran 2 yıl hapis cezası verilirken, gözlüğünü çalana 20 yıl hapis cezası verilecek" kadar kamu vicdanı ve hakkaniyet duygusunu zedeleyecek boyuttadır.
Hırsızlığın ağırlaştırıcı hükmü olarak görülebileçek gasp-yağma suçları (m. 495, 496, 497, 498,499) yeniden gözden geçirilmelidir. Kanımca hırsızlığın ağılaştırıcı hali olarak 3 yıl hapis ile cezalandırılması yeterli olacaktır. Hırsızlığın ağılaştırıcı hali olarak kabul edilmeyip bağımsız suç olarak görülecekse, bu maddelerin cezaları 3 yıl hapis cezası civarına kadar indirilmelidir.
Türk ceza kanununun değişmesi ihtiyacı artık kaçınılmaz derecede açıktır. Değiştirilmesi ihtiyacı her zaman söylenmesine karşın, TBMM'de temsil edilen partiler arasındaki kısır çekişmeler nedeniyle değiştirilmesi sağlanamamıştır. Bu çekişmeler öylesine ki, değişiklik konusunda her kes hem fikir iken dahi, benim dediğim, senin dediğin gibi ilgisiz tartışmalarla değişiklikler yapılamamıştır. Bu kısır tartışmalarla, pazarlık yöntemleriyle ancak küçük değişiklikler yapılabilmiştir. 22 dönem TBM Meclisinin yapısı kanunlaşmayı kolaylaştırmakta, muhalefetin yapıcı yaklaşımıyla da yeni Türk Ceza kanunu yapılması fırsatı bulunmaktadır.
Gerçekte ceza kanunu bir çok yönden reform niteliğinde ciddi değişliğe muhtaç. Başka ülke kanunlarının tercümesi alınarak, başka bir toplumda uygulanmasıyla uyum sorunlarının çıkması doğaldır. Ceza kanunu gibi toplumsal değerler, ahlak ve sosyolojik yapıyla doğrudan ilgili kanunlarda, tercüme yöntemi ciddi sorunlara neden olabilmektedir. Bu nedenle Bütün maddelerin elde geçirilmesi ihtiyacı vardır. Uygulamada görülmeyen veya yeterince rastlanılmayan bölüm, kısım ve maddeler kanun metninden çıkarılmalı veya ilgili bölümlere eklenmelidir. Örneğin Yabancı elçi ve memurlara karşı yapalacak hakaret ve saldırı suçlarını düzenleyen üçüncü fasıl (m.164-167) uygulamada yıllarca hiç rastlanılmamıştır. Zaten bu tür suçlar, hakaret ve saldırı hükümlerini düzenleyen maddelerin ağırlaştırılmış hali niteliğinde iken, ayrı bir fasıl olarak düzenlenmeside gereksizdir. Yine avrupa ülkelerinde suç olmayan bazı suçların kanundan çıkarılması ihtiyacı vardır. Örneğin, yabancı ülke bayrağına hakareti kanunumuz suç (m.165) sayarken, aynı ülke kendi bayrağına hakareti suç saymamakta iken, yabancılar da dahil herkesi cezalandırarak ilgisiz abes bir duruma düşülmektedir. Bu türden örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bu nedenle kanun maddelerinin üzerinde tek tek çalışılarak, ceza kanunu gibi temel bir kanun adeta göz nuru, el emeği ile örülmelidir. Yüz yılda yapılan böylesine büyük çapta değişiklikler için bu özen, emek esirgenmemelidir.
Diğer yandan kanunda cürüm-kabahat ile hafif-ağır hapis ayırımı gereksiz olup bu ayırım kaldırılmalıdır. Yine her maddenin son cümlesinde bulunan para cezalarının miktarını belirten cümle yerine Öneriler kısmında ayrıntılı değindiğim için burada tekrardan kaçınarak son olarak şunu söylemek isterim ki; sn. Vahit Bıçak (6) hocamın deyimiyle Hacı Ali Özhan
22 Dönem meclisin yeni TCK tasarısını kanunlaştırması dileğiyle...HAÖ 3 temmuz 2003 - ankara
Dipnotlar........:
1- .Fransa Ceza Kanunu 1810, İtalya Ceza Kanunu 1889 yılında yapılmıştır.
2- TCK 141, 142, 163 maddeden yargılanan mahkum sayısı, bazı dönemler mahkum sayısının önemli bir kısmını oluşturmuştur.
3- 3713 sayılı kanunun 7 ve 8 maddesi yeni suç olarak getirilmiş ayrıca terör suçu olarak tanımlanan Türk Ceza kanunundaki bazı suçların cezalarını %50 oranında artırmıştır. Ayrıca 5. maddesiyle hapis cezalarının %40 olan şartlı tahliye oranını, %75 oranına çıkararak yaklaşık iki kat fazla hapis cezası çektirilmektedir.
4- Elektronik imza yasa tasarısı
5- Anayasa Mahkemesinin....... tarihli kararı
6- Doç. Dr. Vahit Bıçak, Ceza özel ve usul hukuku öğretim üyesidir
7- TCK madde 414 değişik hali 9/7/1953 - 6123 sayılı kanun
8- Devlet İstatistik Enstitüsü 2000 yılı adalet istatistikleri kitabı - yayın no:2709
|