Yurtdışından para toplayan holdinglerle ilgili yazılarımız, geniş ilgi görüyor. Holdingzedeler tarafından gönderilen çok sayıda faxlardan da, sorunun acil müdahale gerektiren konu olduğu anlaşılıyor. Konunun hukuki karmaşıklığı nedeniyle mağduriyetin niteliği ve çok seçenekli çözüm önerilerini içeren bir rapor halinde, beş yüze yaklaşan bu faxların tamamını ocak ayında TBMM Adalet komisyonuna sunacağım. Meclisde bu konuyu ele almış, çözüm arayışı içindedir. Bu nedenle farklı önerilerin TBMM' ne bildirilmesi, çözümü geliştirici olacaktır. Sermaye Piyasası Kurul Başkanı sn. Doğan Cansızlar da, bu konuyla ilgili yasa çalışmaları olduğunu açıkladı. Konunun tam gündeme geldiği aralık ve ocak ayı iyi değerlendirilebilirse bu sorun çözüme kavuşabilecektir.
Bu mağduriyetlerin oluşumunda, Ticaret ve Sanayi Bakanlığı ile Sermaye Piyasası Kurulunun hatta Avrupa devletlerinin kusurlu olduğu da anlaşılıyor. Çünkü yurt dışında para toplayan holdingler, açıkca ilan, tanıtım, reklam yaparak izinsiz şekilde para toplamış, Avrupa ülkelerin de hiçbir yasal takibatla karşılaşmadan yıllarca faaliyet yürütmüşlerdir. Gerçi usülsüz para toplayanları önlemek amacıyla Almanya Berlin'de kurulan Kredi kontrol dairesi faaliyetlerine 1998 yılından başlamıştır, ancak bu yıldan sonra vatandaşlar bu tür holdinglere para vermeyi azaltmışlar, 2000 yılından sonrada tümden durdurmuşlardır. Ne yazık ki geç kalmış bu çalışma sonuca etkili olamamıştır.
Her ne kadar SPK'nın uyarı bildirileri, Konsolosluklarda ilan edilmiş, web sitesinde duyurulmuş olsada, bunlar yeterli görülemez. Yasalara aykırı bir işlemin varlığından haberdar olan resmi birimlerin, derhal etkin, önleyici tedbirleri almaları gerekirdi. Örneğin holdinglerin yönetimine el konup, kayyım atayarak konuyu mahkemeye intikal edebilirdi. Keza yardımın toplandığı ülkede önleyici tedbirlerin derhal alınmasını, bu yöndeki her türlü faaliyeti yasaklatabilirdi. Denetlemekle görevli Bakanlık ve SPK, önleyici etkin tedbirleri almadıklarından kusurludur. En azından hukukta geçerli olan "kusursuzluk" ilkesince sorumludurlar. Hatta ilgili personelin kişisel hizmet kusuru nedeniyle, sorumlulukları dahi vardır. Nitekim bu yönde açılmış davalar muhtemelen 2005 yılında sonuçlanacak. Bu konuyla ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde açılan davaların da 2005 yılında sonuçlanacağı tahmin edilmektedir.
SPK yaptığı denetimler sonucu yalnızca suç duyurusunda bulunmakla yetinmiştir. Bu suçlar 2000 yılından önce işlendiği için, af olarak bilinen kanun nedeniyle beş yıl süreyle ertelenmiştir. (4616 sk) Holding yöneticileri ve aracılardan suç işleyenlere, cezai yönden bir yaptırım uygulanamamıştır. Ancak idari para cezaları tahsil edilmiş, bunlarda caydırıcı olmaya yetmemiştir. Beş yıllık süre dolduğunda, erteleme koşullarını yitirenlerin davaları devam edeceğinden bu dosyaların güncellenmesi yerinde olacaktır. SPK, hak sahiplerinin tesbiti amaçlı davalar açmış, ancak mahkemeler husumetten red kararı vermişlerdir. Bu nedenle hak sahibi holdingzedelerin kişi olarak dava açmaları, çok sayıda belge bulunduğundan bu davayı delil göstermeleri yerinde olacaktır.
Bu alacaklar, istenecek nitelikte olduğundan, holding yönetiminden istenmelidir. Sözlü, mektuplu veya telefonlu istemelerin resmi değeri yoktur. Noterden ihtarname ile istenmelidir. Aksi halde beş yıllık zaman aşımı süresi dolanlar, haklı nedenleri yoksa hak kayıplarına ugrayabilirler. İhtarın ayrı bir faydası da faiz isteyebilmek için gerekli olmasıdır. Kendisini hisse senedi sahibi sanan kişiler, gerçekte şirketin hisse senedi ortağı değildir. Büyük çoğunluğun elindeki hisse senetleri, şekil koşulları eksik olduğundan, hukuken hisse senedi niteliğinde değildir. Bir kısmının elinde bulunan kar payı, pay alma belgeleri kupon niteliğindedir. Şirketler hukukunda kupon tahvile benzer bir alacaklılık hakkı doğurur. Bir kısmının elinde bulunan aracılarla yapılmış sözleşme veya ödeme makbuzları ise doğrudan alacaklılık sıfatı veren belge niteliğindedir. Bu kişiler şirketin ortağı olmadıklarından, kanundaki ortaklık hukuku hükümlerine tabi değildirler. Mağdurlar kendi özel durumlarına uyan davaları açmaları menfaatleri icabı olacaktır. Bu davalar için Türkiye'den tutulacak avukat ücretlerini, Avrupa ülkelerindeki sigorta kurumlarının ödediğini de hatırlatmak isterim.
Hacı Ali Özhan
bu makale vakit gazetesinde 13 kasım 2004 tarihinde, yurt dışı baskısında ise 15 kasım 2004 tarihinde yayımlanmıştır.