WANG-Lİ (MÖ.
1386-1344)
Huan-Şan Dağına İlk
Çıkışım
Bir yıldan
fazla bir zamandan beri Cang-an'da yaşıyorum; Çiu bana,
Huan-şan'a çıkışını anlattı, beni de aynını
yapmağa tahrik etti. Fakat o sırada bunaltıcı sıcaklar
hüküm sürdüğünden, güzün beraberce çıkmak için
sözleştik.
18
Temmuz'da Çiu'ya gittim; fakat o hastalıktan yeni kalkmıştı
ve kendisini henüz pek mecalsiz hissediyordu. Onun için
torunu, bilgin Şen'i yanına kattı. Eşeklere bindik ve
durmadan seyahat ederek, ikinci günün akşamı Hua-yin
şehrine vardık. Orada dinlendik; Bay Huang adlı bir
memur bizi evinde misafir etti. Ona dağa tırmanmanın güçlükleri
hakkında sualler sorduk, o da bize şu cevabı verdi:
"Ben altı yıldır burada memur olarak vazife görüyorum;
dağdan ancak bir iki fersah uzakta yaşıyorum; fakat çok
korkuyorum; onun için korkumu yenip dağa çıkmağa
cesaret edemedim." Bununla beraber, dağa çıkmada
usta iki uşağını yanımıza kattı; bunlar bize
rehberlik edeceklerdi.
Ertesi
sabah, kahvaltıdan sonra suyun kaynadığı bir tapınak
mahallesine girip çalılar arasından çıktığı
vadiye kadar gittik. Uşaklar buranın "Yada kaynağı
tapınağı" olduğunu söylediler. tapınakta, Hi-i'nin
heykelini gördük; Hi-i uykuda olarak tamamen tabiata
uygun bir şekilde tasvir edilmiş. Ağaçların gölgesinde,
sakalları sallayan ve tozlu yüzlerimizi adeta yıkayan
serin bir rüzgar esiyordu. Tapınaktaki Taoist keşişler
bizi karşıladılar ve bize çay ile yemiş ikram
ettiler. Tehlikeli yolu heyecanla tasvir ediyorlardı: Bütün
ağaçlar kesilmiş imiş; temiz elbise ile yukarı çıkılamazmış;
bize bir seyyah asası hediye ettiler, fakat onu ancak
"Yeşil dallar" civarına kadar kullanabileceğimizi
söylediler. Ondan sonra deyneğe dayanılamazmış.
Bunun üzerine serpuslarımızı, ayakkabılarımızı ve
setrelerimizi tapınakta bıraktık ve baş örtüsü, kısa
libas ve samandan çarıklarla yola çıktık.
Bay
Şen kuvvetli idi ve iyi yürüyordu. Bir uşak önden
gidiyordu. Dağ önümüzde açıldı; esrarlı şeyler
bizi çevreledi; azıcık yürüyor, sonra durup dağa
bakıyorduk. Bulutlar dağın tepesini sarmıştı;
zirveler görünmüyordu. Sis öteki dağlardan sıyrıldı
ve sabah güneşi, zirveleri aydınlattı.
Dağ
yamaçlarının güzellikleri git gide bize açılıyordu.
Rüzgar
yamaçlara vuruyor ve musiki gibi nefis bir ses çıkarıyordu;
nereden geldiği bilinmeyen güzel bir ses! Bunlar, güzel
bir resme ne kadar benziyor; Gaşi olup kaldım; ötekiler
beni çok geçmişlerdi, beni çağırıyor ve acele
ediyorlardı. Beni çeken şeyin acele olmadığının hiç
farkına varabilirler mi idi?
Yolun
üzerinde o kadar keçiboynuzu, o kadar dikenli ot vardı
ki, patikayı görmeye imkan yoktu. Uşaklar yanımdan
ayrıldıkları vakit, yolumu hemen kaybediyordum ve
birbirimizden uzaklaşıyorduk. hele bir dikkat etmeyeyim,
hemen yüzümle birşeye vuruyor yahut da saçlarım
karmakarışık oluyordu. Hoplaya hoplaya değneğime
kaka kaka ilerliyordum. Hiçbir zaman iyi bir yürüyücü
olmadım, ama bu çıkış beni fevkalede yoruyordu. Hep
dinlenmek zorundaydım. Cebimden kağıtla fırça çıkardım,
gördüğüm güzelliklerin resmini yapmaya koyuldum. Böylece,
ötekilerden gittikçe daha fazla uzaklaştım; onlar
gittikçe daha fazla ileride bulunuyorlardı. Bunlar arasında
yalnız bay Şen beni tanıyordu, o da beni yazar görünce
yazmağa koyuldu, dinlenir görünce, dinlenmeye koyuldu.
Dağlar
batıya doğru çekildiler; orada bir küçük mağaraya
vardık. Bunun önünde satranç tahtası gibi düz bir
taş vardı. İçerde rahat rahat oturulabiliyordu. Bura
Taoist'leri çalgı çalıyor ve sonsuzu tasvir ediyorlar,
sonra taşın üzerine oturup söyledikleir şiir ve şarkıları
yazıyorlar.
Aşağı
yukarı saat ona doğru "Yukarı Zirve"deydik.
Bu tepe dimdik yukarı fırlamaktadır; ve o demir
halatlar tepeden aşağı sarkmaktadır. Yukarı bakınca,
zirvenin "Kontur"u güç seçilir. Dağın
yamacında eğri büğrü acaip ağaçlar bulunmaktadır.
Dağ açıkmak için iki sıra yol kazılmıştır;
bunların derinliği iki parmak var yoktur ve ayağın
ucuna tam yetmektedir; dağa çıkmak isteyen bunları
kullanmalı.
Uşaklar
diyorlar ki: "Yukarıda Wan adında bir Taoist yaşar,
bu adam hiç aşağı inmemiştir. Yalnız arasıra bir
yahut iki keşiş ona Yada Kaynağı tapınağından
yemek getirir"
Güney'e
doğru bakılınca arka arkaya birtakım dağlar görülür
ve bunların nerede sona erdiği kestirilemez. Yukarıda
ot bitmez, yalnız bir yerde biraz "Asarum" otu
yetişir. tehlikeden korkuyor ve oraya gitmeye cesaret
edemiyordum, halbuki canım da istiyordu. Zirve'nin eteğinde
bir ağacın altında oturdum ve uzun uzun yukarı baktım.
Zirvenin
eteğinden kuzeye doğru dar bir yol, sanki bir geçitten
gidiliyormuş gibi götürür; yol, bir insan geçecek
kadar genişti. Burada bitki bitmiyor. Fakat herşey dökülmüş
yapraklarla örtülüdür, öyle ki insan yürürken
yerdeki çukurları görmüyor, yanlış adım atıyor ve
düşüyor. Bir keresinde fazla yana doğru gittim ve
kaydım; az kaldı, uçurumdan aşağı gidiyordum.
Sağ
tarafta iki tane taştan kaplan vardı. yorgundum.
Oturdum. Kaplanlara elimle dokundum. O anda, arkadaşlarımın
nerede olduklarını, birdenbire bilemez oldum. Çağırdım
ama cevap vermediler. Yarım fersah peşlerinden koştum
ve derenin kenarında buldum; eğlenmek için suya taş
atmaktaydılar. Burada su derindir ve yol sona erer.
Derenin üstünden atlamak lazım. Derede birbirine yakın
bir şekilde dağınık olarak bulunan taşlara basa basa
dereden geçilebilir.
Karşı
tarafa geçtiğimizde dönüp derenin hışırtısını,
kaynamasını, seyrettim. Biz hiçbir zaman böyle sadece
kendini koyvermeye erişemeyiz. Hemen hemen kendimi
kaybetmiş gibi idim.
Sonra
yukarıya çıkmaya devam ettik. Yüzlerce kıvrımlardan
geçtik, nihayet mavi bir duman gördük; bu, bir
ormandaki ağaçların tepeleri idi; yeşil dallar yamacı.
(Çin Denemeleri Çev. W.Eberhard
- N.Hızır M.E.B. Yayınları 1989)
GERİ - Dagcilik - İleri
|