Gurular -- Sahne 3/ Çekim
18 -- Bölüm 2
Gül o yıl hiçbirşeye aldırmadı, hayatında görünüşte
hiçbir değişiklik olmamıştı, sanki her zamanki
alaycı kızdı o. Ama değildi değişmişti, kırılmıştı
herşey onun içinde ağır olmuştu işte. Hiç bir
zaman yenilgiyi tatmamıştı o hayata karşı, ama
şimdi aptal bir sınava yenilmişti.
Bir gün Ebru aradan aylar geçtikten sonra o
eski yaşadığı şehre dönebildi. O sene o da yok
olmuştu sanki. Yeni kocaman şehir, yalnızlık,
hayatın zorlanması hiç bu kadar gerçekçi ve
yok etmeye çalışarak geldiğini görmemişti. Kalbinin
üstünde bir bıçak hissediyordu. Bu şehre koşarak
döndü, sanki eski bir sığınakmışçasına ama artık
herşey değişmişti. Hiçbirşey aynı değildi, sanki
o gidince tüm küçücük mutluluklar uçup gitmişti
beraberinde.
Hayatında ilk defa, belki son defa Gül’e bir
şekilde boşanırcasına tüm hissettiklerini anlattı.
Gül sanki onu ilk defa görüyormuşçasına ve ne
yapacağını bilemediğini açıkça ifade eden bir
bakışla dinliyordu. Ne kadar yalnız hissettiğini,
tüm zorlanmalarını, yıkılışını hepsini. Hatta
ağladı bile. Ebru hayatında bir ruhsal düşüşe
başladığını biliyordu. Bundan öncesi sadece
bir direnişti, şimdi verdiği şu dayanma savaşını
kaybetmeye başlamıştı. Eğerki bir mucize olmazsa
da bu şekilde kaybederek gidecekti herşey. Gül
onu sadece dinledi. Bomboş bir evde, sadece
bir odasında iki kişilik dağınık yatak olan
bir evde (Bu Ebruların eski oturduğu evdi. Babası
hala orada yaşıyordu) Ebru yatağın üstünde,
Gül ise karşında bir komidinin üstüne oturmuş
bir halde onu dinliyordu.
Oysa ki bu evde daha önce, hemen yandaki oda
da ışıkları kapatıp, yatağın üstüne yanyana
yatarken Sezen Aksunun “gidiyorum” şarkısını
defalarca birbirlerinin kokusunu içlerine çekerek
dinlememişler miydi, yada salonda masanın altında
deli gibi boğuşurken hani okul formaları bellerine
kadar çıkmışken annesine yakalanmamışlar mıydı?
Gül otururken, Ebru onun dizlerine yaslanmışken,
Gül Ebru’nun gözlerine bakıp ne güzel bir rengi
olduğunu söylememiş miydi? Salondaki o koltukta
Gül, Ebru’nun üstüne oturmamış mıydı? Şimdi
ise bu ev bomboştu. Ebru ağlıyordu, Gül’se ona
bakıyordu. Ne yapabilirdi ki...
Bir sonraki sene Gül o şehirdeki okulu kazandı.
Hala ailesinin yanındaydı. Hayatında hiçbir
şey değişmesine imkan tanımıyordu. Hayatı ucunu
yakalamakta çok mu geç kalmıştı yoksa. Hala
mektuplaşıyorlardı. Birbirlerine maceralarını(!)
anlatıyorlardı. Gül’ün hayatında şimdi sadece
tek bir erkek vardı. Uzun zamandır tek bir erkek.
Bu Ebru’yu rahatsız ediyordu. Sanki Gül’ü bağlayan
o adamdı. Gül’ü orada boğan o adamdı. Gül’ün
günden güne daha düşüşte olduğunu biliyordu.
O kendini baştan yaratan kadın kaybolmaya başlamıştı,
yerine donuk, kendi içinde kısır döngüye girmiş
birini görebiliyordu. Onun için korkuyordu.
Daha sık ona gitmeye çalıştı. Her gittiğinde
onda farklı kapıları açmaya, hayalleri canlandırmaya
çalışıyordu. Ama o kadar kısa sürelerde bunu
yapamıyordu, sanki söyledikleri karşı tarafı
yaralayıp geçiyor gibiydi. Sanki sözler samimiyetlerini
yitirmişler gibiydi. Hala ailesiyle yaşıyordu
ve öyle anlaşılıyordu Gül onlardan kurtulmak
için herşeyi yapabilir haldeydi. Öyleki ona
kendi evi olmasından kendi düzeni olması istediğinden,
neredeyse her gün düzenli çiçek sulamak istediğinden
bahsediyordu. Halbuki Gül’ün istediği tek şey
kendi hayatıydı, düzen değildi. En sonunda bir
gün Gül şunu söyledi “Eskiden hayat sanki hep
benim etrafımda dönüyor gibi geliyordu. Bugün
bakıyorumda hiç öyle değilmiş.” Ebru bir an
için sadistçe bir zevk duydu bu sözden. Gül
onun değildi sırf bunun içindi. Artık bugün
biliyordu Gül’e karşı hissettiklerinin nedenini.
Ona deli gibi aşıktı.
Sadece bir defasında o eski yıllara dönebildiler.
Ebru Amasra'ya gittiğinden ve çok sevdiğinden
bahsediyordu. Orada oturup ne kadar güzel kitaplar
yazabileceğini anlatıyordu Gül’e. Gül, ona “sen
orada kitap yazarken bende senin asistanın olurum.
Beraber yaşar gideriz” demişti. Ama bu sadece
bir defa olmuştu. Gel gitlerden biriydi sadece
ve hiçbir zaman gerçekleşmedi haliyle.
Öte taraftan Ebru’da hayatının bu denli hızlı
ve gergin bir şekilde değişmesine bir türlü
alışamamıştı. Etkileri çok daha sonradan ortaya
çıkacak gerginlikler, yalnızlıklar, bir türlü
boşalmayan sinirler, içten içe gelişen bir kendine
güvensizlik geliştiriyordu. Kim daha iyiydi
sanki?
Okul bitmişti. Ebru kendine bir iş buldu. Çılgınca
orada çalışmaya başladı hayatında hiçbirşey
yoktu başka. Sokamıyordu. Hayatı yenmenin sanki
tek yolunun bu olduğunu düşünüyordu. Bir gece
Gül’e bir mesaj çekti. Ona karşı olan hislerinin
coştuğu bir geceydi. Gül anlamaz bir ifadeyle
ne demek istediğini sordu. Ebru ise sadece onu
sevdiğini söyledi. Gül konunun hemen üstünü
kapattı.
Gül okulu bitiridikten hemen sonra o adamla
evlenmek istedi ve ailesiyle bu yüzden tartıştı.
Babası kızını reddetti. Bunu Ebruya anlattığında,
Ebru aslında babasını oldukça mantıklı ve oldukça
haklı buldu. Demek ki bu adam hayatında mantıklı
şeylerde söyleyebiliyordu. Oysa ki baba öte
yandan kızını alıp izmire götürmeyi ve bu adamı
tamamen unutturmak istiyordu. İşin garip yanı
bu adam da o kadar kötü, dayanılmaz değildi.
Sadece böylesine bir güzellik için çok kötüdü.
Güle yakın olan kim varsa bunu düşünüyordu.
Ama o biran önce ailesinden kurtulmak için adamla
evlendi. Ebru’da söz verdiği gibi düğününe katıldı.
Ebru ise hala hayatına pek çok kişiyi alıp
çıkartıyordu. Hayata karşı olan tatminsizliği
hala devam ediyordu. İşinden beklediğini bulamamıştı,
artık onu oyalamıyordu. Oda hayatından bazen
aynı anda bazense sırayla insanları – kadınları
ve erkekleri - geçirmeye başladı. İnsanların
özünü aldıktan sonra onları bırakıp gidiyordu.
Zamanla daha soğuk ve daha vahşi bir tabiyata
sahip oluyordu ve yalnızlık içini parçalıyordu.
Gül evlendikten hemen 9 ay sonra bir çocuk
sahibi oldu. Ebru ona onun ne iş yapacağını
sordu. Kocasının bir dükkanı vadı, orada onunla
mı duracaktı, eğer tanıdığı Gül bu işi yaparsa
kısa zamanda çileden çıkacağı kesindi. Onunla
konuşuken de sesine, konuşmasına, kelimelere
dikkat etti. Yıllar önce beraber büyüdüğü kişi
o olamazdı herhalde. Bu şiveli ve boş şeyler
anlatan kişi o muydu gerçekten ne çok değişmişti,
ne kadar içi boşalmıştı böyle. O ise ayrı bir
dükkan açmaktan bahsetti. Arkadaşı, sevdiği,
bu aktif deli dolu kadın, bu zeki kadın, ne
olmuştunu ona öyle? Niye boşaltmıştı kendini
böyle. Böyle mutlu muydu mu? Mutlu olduğunu
söylüyordu. Oturduğu eve baktı, bu ne kayıptı
böyle. Herşey ne denli dökülüyordu. Herşeyi
ne denli kötüye gitmişti böyle...
Ebru onu ziyaret ettiği bir gün ona karşı hissettikleri
söyledi. Ama herşeyin geçmişte kaldığını da
söyledi. Gerçekte pek de öyle değildi aslında.
Gül de ondan uzaklaştı yavaş yavaş, belki korkarak.
Bu olaydan sonra Ebru Gül’ü ziyareti azaltmaya
başladı, en son olarak da sadece kısa mesajlar
halinde ilişkileri sürdürüyorladı.
Bundan 6 ay önce bir gün Ebru rüyasında Gül’ü
gördü. Aynı çocukken oldukları gibi, beraber
yüzmeye gitmişlerdi. Ebru orada Gül’ü öpüyordu.
Herşey çok gerçekçiydi, Gülde onu öpüyordu.
Ertesi sabah onu aradı. Bir süre konuştular.
Konuşmanın sonlarına doğru, daha doğrusu konuşma
kesilmeden önce Gül ona delirmek üzere olduğundan,
patlamak üzere olduğundan bahsetti. Ebru onu
görmeye geleceğini söyledi. Gerçekten sesinden
hiç iyi bir elektrik almamıştı.
Evet gidemedi ve onu bu 6 aylık dönemde göremedi.
Şimdi gelen telefonla apar topar 300 kilometre
yolu bir solukta almıştı. Gül bileklerini kesmeye
çalışmıştı. Kapıyı yüzünde soğukkanlı bir ifadeyle
çalmaya çalıştı. İçeri girdi. Sevgilisi gülerek
onu karşıladı, sanki hiçbirşey olmamış gibi
davranıyordu, o da sanki bir şey olmamış gibi
davranmayı seçti kendine. Halbuki buraya girmeden
önce 2 sakinleştiriciyi yutmuştu. Öyle ya psikiyatriti
vermişti bunları artık dayanamadığı anlarda
ayakta kalabilsin diye. Sakince konuştular,
çocukluklarından bahsedip gülüştüler. Sanki
hayatın akışı hiç durmamışçasına. Oysaki o onun
herşeyiydi ve neredeyse kaybediyordu.
Dışarı çıkarken eşiyle karşılaştı. Bu adama
hiçbir zaman kanı ısınmamıştı zaten. Gülümsediler
birbirlerine. Ona neler olduğunu sordu, “sadece
bir kriz” dedi adam, “annesinde de varmış aynısı.
Umarım çocuğumda da olmaz” dedi. Sanki tüm dünyanın
sahibiymiş gibi. O anda ondan nefret etti. O
gece onlarda kaldı. O uyurken yanında oturup
onu izledi. Bir ara gözlerini açtı, “geleceğini
biliyordum” dedi.
Bitti
Sokak Kedisi
|