Kız ve Erkek Sünneti :Farklılık Efsanesi
Sami A. Aldeeb Abu-Sahlieh.
Giriş
Her yıl onüç milyonu erkek, onüç milyonu da kız olmak üzere yaklaşık olarak onbeş milyon insan cinsel organ sakatlamasına uğruyor. Her kalp atışıyla bir çocuk bıçak altına yatıyor. Kadın sünneti, Müslümanlar, Hıristiyanlar, animistler ve ateistler tarafından beş kıtada yapıldı, ve yapılmaya devam ediyor. Ama en çok yapıldığı yer Afrikalı ve Müslüman 28 ülke. Bu durum Müslümanları erkek ve kadın sünneti yapan en büyük dini grup haline getiriyor.
Mısır'da kadınların %97'si, %99.5'i kırsal bölgelerde, ve %97'si ise şehirlerde olmak üzere sünnetlidir. Temelde dini ve tıbbi nedenleri öne süren ulusal ve uluslararası örgütler, erkek ve kadın sünnetinin ayrı şeyler olduğunu ve yalnız kadın sünnetinin kaldırılması gerektiğini öne sürüyorlar. Bu yaklaşımı sergilemek üzere aşağıda iki örnek sunuyorum.
1) BM komisyonu tarafından insan haklarındaki geleneksel uygulamaları tartışmak için 29 Nisan - 3 Mayıs 1991 tarihleri arasında Burkina Faso'da yapılan seminerde, başta "kesme" uygulaması olmak üzere, ana ve çocuk sağlığı için zararlı olan bu tür uygulamaların yasaklanması için devletlere tavsiye kararında bulunuldu. Seminerin tutanağı şöyle devam ediyor:" Katılımcıların çoğunun fikrine göre, "kosmojeni" ve dine dayandırılan açıklamalar batıl inanç olarak kabul edilmeli ve mahkum edilmeli. Ne İncil, ne de Kuran kadınların kesilmesini öngörmektedir. Kesmeye karşı mücadele stratejisi olarak, insanların zihninde hijyenik işlevi olan erkek sünnetinin, kadın bütünlüğüne bir saldırı olan kadın sünnetinden ayrılmasına karar verildi."
2) BM'in geleneksel uygulamalar hakkındaki özel rapörtörü Bayan Halimah Al-Warzavi'ye bir kaç soru sordum. İlk soru şuydu:
“Erkek ve kadın sünnetine karşı birlikte mi savaşıyorsunuz, yoksa sadece birine karşı mı? Öyleyse hangisine karşı? Diğerini neden ihmal ediyorsunuz? “
Şöyle cevapladı :
“BM nezdinde sadece kadın sünneti kaldırılması gereken zararlı bir uygulama olarak kabul ediliyor. Dolayısıyla erkek çocuğun sünneti, BM için bir mesele değildir. Öyle sanıyorum ki bu uygulama, Müslümanlar ve Yahudiler için dinsel bir vecibe olmasının dışında, hijyenik olduğu için Amerikalı doktorlar tarafından, doğan çocuk ister Müslüman, ister Hıristiyan olsun, herkese uygulanıyor. Onun için bence, yararlı olan erkek sünneti ile zararlı olan kadın sünnetinin bir arada düşünülmesi doğru değil."
Bu makalenin iki amacı var : Birincisi, kadın sünnetine karşı olanların, erkek sünnetine de karşı olmaları gerektiğini açıklamak. İkincisi, erkek ve kadın sünnetlerinin farklı şeyler olduğunu kanıtlamak için kullanılan iki nedeni açıklığa kavuşturmak. Bunlar din ve sağlık. Bunların her ikisi de gerçeklerle desteklenmiyor. Uluslararası örgütlerce sünnet bir önlem olarak düşünüldüğü için erkek sünneti ve AIDS tartışması şu sıralarda özellikle önemli. Burada şunu da eklemeliyim ki, sünnet için bu ikisi dışında öne sürülen bir çok neden var, yer darlığı nedeniyle bunlara değinemeyeceğim. İlgilenenler kitabıma bakabilirler.
Farklılığın Dinen Meşrulaştırılması
Dinsel normların erkek sünnetini meşrulaştırdığını zannedenlerin düşüncelerinin aksine, bu normlar, kadın ve erkek sünnetlerini hem meşrulaştırmak, hem de mahkum etmek için kullanılmıştır.
1. Yahudiler Arasındaki Tartışma
A) Tevrat
Tevrat'ta (Eski Ahit) kadın sünneti ile ilgili herhangi bir kural bulunmamaktadır. Öte yandan aynı kutsal kitap, Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler için erkek sünnetinin temelini oluşturmaktadır. Kitaptaki iki metin bu uygulamayla özellikle ilgilenir :
"İbrahim 99 yaşında iken Tanrı ona gözüktü ve dedi ki, : Ben Ulu Tanrı'yım. Benim önümde yürü, ve masum ol. Seninle ve senden sonraki neslinle, size Tanrı olmak için, senden sonra da geçerli olacak bir anlaşma yapacağız. Sana ve nesline, şu an için yabancısı olduğun Kenan ülkesini, daimi malınız olması için vereceğim, ve size Tanrı olacağım. Ve sen de, anlaşmayı uygulayacaksın, senin soyun da uygulayacak. İçinizdeki her erkek çocuk, sünnet edilecek. Kendi üstderini sünnet edeceksin, ve bu aramızdaki anlaşmanın delili olacak. Nesillerin süresince, her erkek sekiz günlük olduğunda, ki buna evinde doğan köle, ve paranla satın aldıkların da dahildir; sünnet edilecek. Böylece anlaşmamız senin etinde sonsuza kadar yaşayan bir anlaşma olacak. Sünnet olmayan herhangi bir erkek toplumunuzdan dışlanacak; çünkü o anlaşmayı bozmuştur.
"Tanrı Musa'ya dedi ki, “İsrail halkına söyle: Bir kadın, erkek çocuk doğurursa, yedi gün boyunca törensel olarak kirli sayılacaktır, tıpkı adet döneminde kirli sayıldığı gibi. Ve sekizinci günde, sünnet derisinin (üstderisinin) eti sünnet edilecek. Onun kanının saflaşması 33 gün sürecek. Bu süre boyunca kutsal olan hiçbir şeye dokunamayacak, mabede gelemeyecek. Eğer kız doğurursa, iki hafta için kirli sayılacak, kan-saflaşması 66 gün sürecek" (Leviticus. 12:1-5)."
Birinci metinde, sünnet, Tanrı ile İbrahim arasındaki anlaşmanın bir işaretidir. Bu yüzden, İbranicede sünnet, "Berit Milah", yani “kesme anlaşması” olarak adlandırılır. İkinci metin, sünnete çocuk ve annenin temizliği açısından değinir. Diğer pek çok metinde Tevrat, sünnetsizlerle sünnetlileri karşılaştırır. Sünnetsizler, “saf olmayanlardır”. Bu yüzden sünnetli olmayanların dini törenlere katılması yasaklanmıştır. (Exodus 12:48), mabede girmeleri yasaklanmıştır (Ezekiel 44:9) hatta Kudüs'e girmeleri yasaklanmıştır. (Isaiah 52:1). Tevrat, bazen, fiziksel sünnet ile, “kalbin ruhsal sünneti” (Jeremiah 4:4) ve kulakların sünneti (Jeremiah 6:10) arasında bir ayrım yapar.
B) Şu Anki Tartışma
Yahudiler geçmişte çeşitli zamanlarda kadınları sünnet etmişlerdir. Etiyopyalı Yahudiler buna halen devam etmektedirler ( Falacalar). Ama bizim bilgimize göre, bu uygulamanın dini gerekliliği konusunda Yahudiler arasında herhangi bir tartışma yoktur. Öte yandan şunu görürüz ki, pek çok Yahudi asıllı insan, kadın sünneti ile mücadele ederken, erkek sünneti ile mücadeleyi reddeder. “Terre des Hommes” ve “Sentinelles” örgütlerinin kurucusu Edmond Kaiser bunlardan biridir örneğin. Yani Afrikalılara ahlak vaazı verilirken, Amerikalı'lara ve Yahudilere bir şey denemiyor. Bu çifte standartın nedeni ikiyüzlülük, korkaklık ve kültürel emperyalizmdir.
“Dişe diş, göze göz” kanunu (Deuteronomy 19:21), zina edenlerin taşlanması (Deuteronomy 22:23) gibi diğer pek çok Tevrat uygulaması terkedildiği halde erkek sünneti halen şaşılacak sayıda çok Yahudi tarafından uygulanmaya devam ediyor. Ama çok eski zamanlardan beridir bazılarının buna karşı çıktığı da görülmüştür. Bazıları uygulamayı terk etmiş, hatta bazıları sünnet derilerini yeniden yapmışlardır. (I Maccabees 1:15; see also I Corinthians 7: 18); Tanrı'nın Yakub'un oğlu Esau'yu reddetmesi içi bir neden.
Yahudi dini otoriteleri sünnetli olmayanlara karşı pek de anlayışlı değildiler. Elijah, uygulamayı terk edenlerden acıyla bahseder. (I Kings 19:10) Maccabes kitabı, Yahudi bağnazların, Israil topraklarında buldukları her sünnetsiz çocuğu sünnet etmek için dolaştıklarını yazar. (I Maccabees 2:45-46). Cohen'in yazdıklarına göre, sünnetin kaldırılmasını önlemek için hayatlarını verenler, Yahudilerin gözünde bugün hala birer kahramandırlar.
Modern zamanlarda, erkek sünneti karşısındaki tartışma, dinsel topluluklara bağlılık yerine milliyete bağlılığı getirmeye çalışan Fransız Devrimi (1789) sırasında ortaya çıktı. 1842'de Frankfurt'ta bir grup Yahudi asıllı insan, sünnetin bastırılmasını ve yerine kızlar ve erkekler için kan içermeyen eşitlikçi bir törenin getirilmesini protesto ettiler. 1866'da, 66 Viyanalı Yahudi asıllı doktor sünnete karşı bir dilekçe yazdılar. 1871'de, Augsburg'da rabbiler, Yahudi bir anneden doğan bir çocuğun, sünnet olmasa bile Yahudi sayılmasına karar verdiler. Herzl'in (İsrail'in kurucusu) oğlunun da doğduktan sonra sünnet olmadığı, ve ergenlik çağına kadar öyle kaldığı, ancak daha sonra Herzl'in havarilerinin ısrarı üzerine sünnet olması da dikkat çekicidir.
Bu tartışma ABD'ne Yahudi göçmenlerle taşındı. Bu ülkedeki reformist rabbiler, Yahudiliği seçenlere sünnet şartını getirmeme kararı aldılar. Fakat bu sırada Amerikan hastanelerinde doğumlar arttı ve doğumdan hemen sonra sünnet genelleştirildi. Bu durumda hastanede doğan Yahudi çocukları, Yahudi inançlarına uygun olmayan şekilde sünnet edilir oldular. Rabbiler bunun üzerine en azından Yahudi doktorlara "dini sünnet" eğitimi vererek durumu kurtarmaya çalıştılar. Aynı sıralarda dini evlilik törenleri yasalaşınca, rabbiler sünnetli olmayanları evlendirmeyerek, dini sünneti zorlamaya çalıştılar. 2. Dünya Savaşının olayları sünneti güçlendirdi. 1979'da, Amerikan Rabbi Kongresi, sünnetin mecburi olduğuna ve dini kurallara göre gerçekleştirilmesi gerektiğine karar verdi.
Şu anda ilerici Amerikan Yahudi çevrelerinde sünnet aleyhindeki tartışma, sözde tıbbi yararları üzerinde yeniden alevlenmiştir. Tıbbi çevrelerdeki sünnete karşı artan düşmanlık ve ülke çapında azalan sünnet oranları nedeniyle, Yahudiler tekrar yalnız başlarına karar vermek durumundalar. Dini duygularının az olması sebebi ile, artık dini sünneti yerine getirmek için motive olamıyorlar, hastane sünnetini de geri çeviriyorlar. Bu durumla karşılaşan bazı Yahudi yazarlar, sünnet uygulamasının yumuşatılmasını istiyorlar, törenin sünnetten önce gelmesi, kızların da benzer bir törene katılmaları, hatta sünnet olmaları gibi fikirler öne sürüyorlar. Ama bazıları sakatlama olayının toptan kaldırılması ve kızlar ve erkekler için eşitlikçi bir törenle yetinilmesi gerektiğini savunuyorlar. Bazıları üstderiyi kesmek yerine, sembolik olarak örneğin bir havucu kesmeyi öneriyorlar. Son olarak bazıları da, hem töreni hem sakatlamayı reddediyorlar.
Bu tartışma 1997'de bazı insan hakları savunucuları cinsel sakatlama ile savaşmak için bir dernek kurunca İsrail'e taşındı. Düzinelerce anababa, ailelerinin itirazına rağmen, çocukların istismarı ve kötü muameleyi yasaklayan Israil kanunlarının bir ihlali olarak gördükleri sünneti çocukları üzerinde uygulamayı reddettiler. Şarkıcı ve edebiyat eleştirmeni Menachem Ben, İncil'de kalplerin sünnetinden bahseden metindeki gibi, oğlunu kendi usülüne göre sünnet ettiğini söyledi. Sünnetin yararlarından bahsedenlere karşı ise, sünnet sonucu oluşan enfeksiyonlardan ölenlerin, koruduğunu söylediği enfeksiyonlardan ölenlerden çok daha fazla olduğu ve penisi temiz tutmak için yıkamanın yeterli olduğu ile cevap verdiler. İbn Meymun (Maimonides)'dan alıntı yaparak, sünnetin cinsel zevki azalttığını eklediler. Bu tavrı eleştiren baş rabbi Eliahu Bakshi Doron, insanların kendilerinden nefret ettikleri için böyle düşündüklerini iddia etti. Ona göre "Yahudi olan herşeyin kötü olduğu inancı, bu tamamen masum, zararsız basit prosedüre, Brith Milah'a da sıçramıştı" Rabbiye göre, sünnetin son zamanlarda keşfedilen sakıncaları bile, bu eski gelenek hakkındaki şüpheleri doğrulamazdı: “İlkel, antik ve acı verici bir şey ile uğraştığımız kararını kim verebilir? Yahudiler yıllarca böyle yaşadılar. Sünnet cinsel zevke zarar verse bile bu bir trajedi değil.”
2. Hıristiyanlar Arasındaki Tartışma
A) Yeni Ahit
İsa, zamanının dinsel otoritelerine şiddetle karşı çıkmıştı. Talyon kanununu (göze göz) (Matthew 5:38-39) ve zina edenlerin taşlanmasını (John 8:3-11) lanetledi. Ama sünnet hakkında İsa'nın belli bir tutumuna rastlamıyoruz. Dört İncil'den sadece Lukas'ınki, İsa'nın sekiz günlük iken sünnet edildiğinden bahseder. (Luke 2:21) John'un İncilinde sünnete bir defa daha değinilir.
"Neden beni öldürmek için bir fırsat bekliyorsunuz ? Kalabalık cevap verdi: Sende bir şeytan var. Kim seni öldürmeye çalışıyor? İsa onlara cevap verdi.: Bir iş yaptım ve hepiniz şaşakaldınız. Musa size sünnet verdi- o, tabii ki, Musa'dan değil, fakat, patriarklardan- ve siz Sabbath gününde bir adamı sünnet ediyorsuuz. Eğer bir erkek Sabbath gününde sünnet ediliyor ise, Musa kanununun bozulmaması için, bir adamın bütün vücudunu Sabbath gününde iyileştirdiğim için bana kızgın mısınız? Görünüşlerle yargılamayın, ama, gerçek yargılamayla yargılayın." (John 7:19-24).
Burada İsa'nın, sünnetin Tanrı'dan değil, patriarklardan geldiğini söylemesine dikkat edin. “Havarilerin İşleri”, Yahudi olmayanlar Hıristiyan olduğunda sünnetin büyük bir tartışma çıkardığını anlatır. Peter sünnetsiz bir Romalının davetini kabul ettikten ve onu Hıristiyanlığa çevirdikten sonra, sünnetli Hıristiyanlar onu sünnetsizler arasına girdiği ve onlarla yediği için suçladılar.(11:2-3) Peter bir sesin üç defa kendisine “Tanrının temiz yarattığını sen kirli diye adlandırmamalısın”(10:15-16 and 11:8-10) diye seslendiğini söyleyerek kendini haklı çıkardı. Ama sünnetliler bunu kabul etmediler ve Yahudi ülkesinden Peter'in yanına gelerek kardeşlerine şöyle dediler: ”Musa'nın geleneğine göre sünnet olmadığınız müddetçe, kurtarılamazsınız (15:1). Soru havarilerin ve yaşlıların bulunduğu Kudüs'teki bir toplantı sırasında dile getirilmişti. (15:2) Yakup, Hıristiyanlığa dönen paganları üzmemek gerektiğini söyleyerek tartışmayı bağladı. Onlardan istenecek tek şey “idoller tarafından kirletilen şeylerden, zinadan, kandan, ve boğularak öldürülen şeylerden uzak durmaları “ idi. (15:19-20)
Kanunları sünneti yasaklayan paganları Hıritiyanlığa döndürmekle görevlendirilen Paul, bu sorunla defalarca karşılaştı:
"....herkes Tanrının kendisini çağırdığı zamanki ve ona sunduğu hayatı yaşasın. Bu, bütün kiliseler üzerindeki kanunumdur. Birisi çağrıldığı sırada sünnetli miydi? O zaman sünnet izini silmeye çalışmasın. Çünkü önemli olan ne sünnettir, ne de sünneti tersine çevirmek, önemli olan Tanrı'nın emirleridir " ( Corinthians 7:17-20).
"...eski gelenekleri kaldırdınız ve yeni doğayı koydunuz, ki yaratıcısının görüntüsünde yenileniyor. Burada Yunan ve Yahudi, sünnetli ve sünnetsiz, barbar, iskitli, köle, özgür adam olamaz, yalnızca İsa olabilir." (Colossians 3:10-11).
Böylece dini ve taktik nedenlerle sünnet “zorunlu”dan, isteğe bağlı hale geldi.
Eski ve Yeni Ahit'te dikkat çekici olan, o zamanlarda bugünkü gibi "sünnetin tıbbi yararları ve zararları" diye bir tartışmanın olmadığıdır.
B) Mevcut Tartışma
Hıristiyanlar arasında sünnet konusundaki tartışma ilk yüzyıllarda devam etti. Origen (ö. 254) İbrahim'in fiziksel sünnetini, ruhsal olanla karşılaştırır: "gelecek olan gerçeği pek çok şey görüntülerde gösterir."(1 Corinthians 10:11). Tanrı tarafından istenen sünnetin üstderinin değil, kalbin sünneti olduğunu ekler. Ona göre, insan yalnız üstderisini değil, bütün uvuzlarını günahtan korunmak için sünnet etmelidir. Origen fiziksel sünneti ise "utanılacak, kötü niyetli, iğrenç" diye değerlendirir, "uygulanması ve görünümü bile iğrençtir."
Sünnetin bu allegorik tercümesi, tekrar İskenderiye Patriği Cyril'de(ö. 444) ortaya çıkar. Cyril, İncil'i kelime kelime anladıklarını için Yahudileri suçlar, ve der ki; "Sünnetin gerçek anlamı “ten”in hissetttiklerinde değil, Tanrı'nın istediklerini yapmaktaki arzudadır." Cyril ayrıca insan tabiatinin mükemmelliğini bu dini argümana ekler.
“Siz...'ten'in sünnetini çok önemli bir olay, hatta inancın en önemli maddesi olarak görüyorsunuz....Peki o zaman, sünnetin nasıl yapıldığına bakalım.....Gerçekten de, doğanın meydana getirdiği insan uzuvlarını sünnet etmek, çok geçerli bir nedeniniz olmadığı sürece, yalnızca saçma bir şey değil, ama aynı zamanda sanki insan vücudunu gereksiz ağırlıklarla yüklemiş gibi, Yaratıcı'nın sanatını suçlama anlamını da taşır. Öyleyse, Tanrı'nın hatalı olduğunu nasıl öne sürebiliriz? Eğer sünnet doğaya uyumun bir gereği ise, neden baştan sünnetli yaratılmadık? Eğer birisi eldeğmemiş ve kusursuz doğanın yanlış olduğunu iddia ediyorsa, hangi mantıkla söylüyor bunu?”
“....... Herşeyin üzerinde olan Tanrı, binlerce ırk ve canlı türünü sebepsiz yere yaratmıştır. Ne var ki, en mükemmel güzelliğe yönelik yaratılışlarında, hatalı ya da gereksiz olan hiçbir şey yoktur. Yaratılanlar bu iki yalan ve suçlamadan oldukça uzaktırlar. Nasıl olur da, en mükemmel sanatçı olan Tanrı, en ufak şeylere özen gösteren Tanrı, yaratıklarının en önemlisinde böylesine büyük bir hataya düşerdi? Ve kendi şeklinde yarattığı insanı nasıl olur da, küçük ve önemsiz şeylerden daha çirkin yaratırdı?”
Sünnet bazı küçük Hıristiyan topluluklarında uygulanmaya devam eder. Özellikle dikkat çekenler kadın sünnetinin de olduğu, Mısır, Sudan ve Etiyopya'nın Kıptileridir. Mısır'ın Kıptileri ile yaptığım tartışmalarda, Müslüman argümanlarının aynısını kullandıklarını gördüm: yani İbrahim'in ve İsa'nın sünneti. Aziz Paul'un “Mektuplar” ya da “Havarilerin İşleri”nde belirttiği görüşlerden etkilenmemişlerdir. Kıpti dini liderlerine gelince, baptismin Hıristiyanlar için sünnetin yerine geçtiği söylerler. Paul'a değinirken, Anba Gregorius “sünnetin hiçbir şey olmadığı”nı tekrar eder. Onu sadece bir gelenek ya da isteğe bağlı bir hijyen yöntemi olarak görür. Ne var ki, Hıristiyan eğer sünnet olacaksa bunu baptizmden önce yapmalıdır, yoksa büyük bir günaha girer.
Maurice As'ad, Tanrı'nın erkek ve kadını mükemmel bir şekilde yarattığını, ve kimsenin onun bir parçasını bıçakla kesmeye hakkı olmadığını söylemektedir. As'ad'a göre, kadın sünneti günahtır çünkü kadın cinsel organını kısmen veya tamamen ortadan kaldırır, erkek sünneti ise isteğe bağlıdır çünkü cinsel organa yalnızca “yüzeyden” dokunur.
Hıristiyanlar arasındaki sünnet tartışması, 20. yy'da özellikle ABD protestanlarıyla yeniden alevlendi. Bu ülkede, köktendinciler Eski Ahit'i meşrulaştırmak için sürekli bilimsel nedenler öne sürerler, ve bu yalnızca sünnetle sınırlı değildir.
1963 yılında, Hıristiyan doktor McMillan tarafından yazılan “Bu Hastalıkların Hiçbiri” adlı kitap bir milyonun üzerinde satmıştır. Kitabın başlığı “exodus”tan bir alıntıdır:
“Eğer Tanrı'nın sözünü dinler ve söylediklerinin hepsini yaparsan, Mısırlılara verdiğim hastalıkların hiçbirini sana vermeyeceğim, çünkü ben Tanrı'yım, senin iyileştiricinim”(exodus 15:26)
Doktor McMillan'a göre Tanrı'nın İncil'deki bu sözü bugün için de geçerlidir. Kitapta sünnet için bir bölüm ayrılmıştır. Burada, kanserden kaynaklanan bir ölüm şöyle anlatılır: “.....ölümünü daha da trajik yapan şey şuydu ki, bugün tıp bunu kanıtlıyor, penis kanseri Tanrı'nın İbrahim'e 4000 yıl önceki emri ile, yani sünnetle önlenebilir.....” Burada yazar, sünnetli Yahudilerin penis kanserine nadiren yakalandığını iddia eder, ve şöyle der: ".....sünnet Tanrı'nın emrettiği gibi, sekizinci günde yapılmalıdır. Çünkü hemorraja (aşırı kanama) neden olabilecek K vitamini sekizinci günde olgun hale gelir. Sünnet daha önce yapılır ise, aşırı kanmaya neden olur, daha sonra yapılır ise çocuğu travmatize eder...."
Bir diğer köktendinci Pastör Dan Gayman, ”Çocuklar....Tanrı'dan bize miras” başlıklı bir broşür hazırlamıştır. Burada sünnet yalnızca sağlık için değil, aynı zamanda ahlak ve ruhsallık için de gerekli bir kılavuz çizgisi olarak resmedilir. Pastöre göre sünnet Tanrı tarafından İbrahim'e vahyedilmişti, ve sekizinci günde Hıristiyanlar da dahil olmak üzere İbrahim'in bütün takipçileri tarafından uygulanmalıdır. Sünnet cinselliği kısıtlayarak saflığı sağlar ve pekçok hastalığı önler. Tanrı'nın emirlerine uymayanlar sonrasındaki kötü sonuçlara hazırlıklı olmalıdır....
1988'de ABD'de başkan adayı da olan televizyon evanjelisti Pat Robertson, “Eğer Tanrı insanlara sünnet olmalarını öğütlediyse, bunu yerine getirmek doğru bir karar olurdu, çünkü Tanrı akıl ve bilgide mükemmeldir” demiştir.
Pastor Jim Bigelow ise İncil'in bu şekilde yorumlanmasına karşı çıkar: "Eğer Yahudilere tavsiye edilen sünnet iyi bir şey ise, o zaman İncil'de yeralan herşeyin de iyi olduğunu varsaymak gerekir, koşer yiyecekler, kadınların arınması vs. gibi..... Mesela İncil bize diyor ki: “Ölü bir hayvanın etini yemeyeceksiniz. Evinizde oturan yabancıya vereceksiniz, ya da başka bir yabancıya satacaksınız. Gerçekten Tanrnıza adanmış insanlar mısınız siz? ” (Deuteronomy 14:21) Burada sormak lazım, Tanrı nasıl bazılarına ölü bir hayvanın etini yemeyi yasak ederken, diğerlerine izin veriyor?”
Bigelow ekler, " bugün uygulanan sünnet, İncilde önerilen ruhsal sünnetten farklıdır. Ve eğer Tanrı sekizinci günde sünnetin sağlık için gerekli olduğunu düşündü ise, neden inananlarının çölde 40 yıl sünnetsiz dolaşmasına izin verdi? Aynı şekilde, Yeni Ahit'in de sünneti önemsiz bir şey olarak gördüğü düşünülemez. (I Corinthians 7:19) Eğer sünnet gerçekten yararlı olsa idi, Tanrı inananlarını 2000 yıl boyunce tehlikeye açık bırakır mıydı? Ne var ki, Yeni Ahit'in metinlerine Kutsal Ruh ilham verir".
Bu yüzden Bigalow şu sonuca varır :
"Mantıksal olarak, İncil'de yazanlardan birini alıp diğerlerini çıkaramazsınız. Her şeyi bilen Tanrı tarafından indirilen Eski Ahit, ya iyi bir tıbbi bilgi kaynağıdır, ya da başka bir şey...... Bu bölümdeki tartıştıklarımıza bakacak olursak, Tanrı'nın amacı tıbbi bilgiyi sunmak değil, istediği şekilde bir topluluk yaratmak idi."
Yahudi asıllı bir erkekle evli Hıristiyan bir hemşire olan Rosemary Romberg kitabında, Hıristiyan anne babaların, sünnetin tıbbi olarak iyi birşey olmadığını bildikleri halde İncilde yazıldığı için iyi olduğuna inandıklarını yazar. Sünnete karşı olan Romberg, Hıristiyan anne babaların bu görüşlerini değiştirmek için altı sayfalık bir yazı hazırlamıştır :
"- İncil'de yazan bazı şeyler bugün uygulanmamaktadır. Kuşları ve hayvanları yakmak gibi
- Hıristiyanlar için sünnet konusu Yeni Ahit'te tartışılmıştır, karar bunun "hiçbirşey" olmadığıdır. (önemsiz olduğudur)
- İncil sünneti hijyenik nedenlerle tavsiye etmedi. Ayrıca sünnetten bahsi kulakların sünneti, gözlerin sünneti gibi mecazi anlamdadır.
-İsa sünnetliydi, ayrıca Marie ve Joseph için de, Yahudi oldukları için başka bir şans yoktu. Aziz Ambrosius şöyle der: İsa tarafından acı çekerek bütün bedel ödendiğine göre, artık kan çekerek acı vermeye gerek yok.
-Sünnet, çocuklara acı çektirerek, Yeni Ahit'in iki ilkesiyle ters düşer. “Ruhun meyvası sevgidir, neşedir, barıştır, sabırdır, iyiliktir, cömertlik ve kendine hakim olmadır” (Galatians 5:22_23) Ve insanların size yapmasını istediğiniz herşeyi önce siz onlara yapın (Matthew 7:12)"
3. Müslümanlar Arasındaki Tartışmalar
A) Kuran ve Sünnet
İslami Hukuğun ilk kaynağı olan Kuran, ne erkek sünnetinden ne de kadın sünnetinden bahseder. Ama bazı Müslüman yazarlar 2:124 nolu ayette sünnet için bir kanıt bulduklarını düşünmektedirler. “....Allah İbrahim'i emirleri ile sınadığı zaman, o onları yerine getirdi. Ve dedi ki: Seni insanlığın lideri olarak atadım”.
Peygamber'in bazı hadislerine dayanarak, klasik ve yeni dönem bazı müslüman yazarlar “emirler” terimini İncil'le uyum içinde İbrahim'in sünneti diye yorumlarlar. İbrahim Müslümanlar için bir örnektir, ve her Müslüman onun gibi olmaya çalışmalıdır. “Daha sonra sana şunu gösterdik: İbrahim'in dinini takip et, o ki gerçek bir inanan” (16:123).
Kuran'da sünnet konusunda herhangi bir metin olmadığından, klasik ve yeni dönem yazarlar hadislere yönelirler. İşte günümüz Arap yazarlarından örnekler:
- “Hz. Muhammed sünnetçi bir kadına mesleğine devam edip etmediğini sordu. Kadın olumlu cevapladı ve ekledi : 'siz bırakmamı emretmedikçe, ve yasaklanmadıkça.' Muhammed karşılık verdi: Evet, müsaade edilmiştir. Bana yaklaş da sana göstereyim. Keserken fazla ileri gitme, çünkü yüze daha fazla ışıltı verir ve koca için böylesi daha iyidir” Diğerlerine hadis yazarlar aynı olayı şöyle aktarır: "Kes ama fazla ileri gitme, çünkü böylesi kadın için daha zevkli, erkek için de daha iyi." Şiilere göre bu hikayenin aktarıcısı El Sadık'tır.
- "Muhammed dedi ki, sünnet erkekler için "sünnet"tir, kadınlar içinse mekruhtur." Mekruh hoş görülmeyen, beğenilmeyen şey anlamına gelir.
- "Birisi sordu: " Sünnetsiz biri Hacı olabilir mi?" O cevapladı: " Hayır, sünnet olmadıkça gidemez."
- "Muhammed der ki: “Fitre”ye beş şey dahildir. Cinsel bölgenin traş edilmesi, sünnet, bıyıkların kesilmesi, koltukaltının traş edilmesi, ve tırnakların boyu. Bunlar zorunlu değil fakat tavsiye edilen şeylerdir."
- "Muhammed der ki: " Eğer iki sünnetli organ buluşur veya birbirine dokunur ise, o zaman namaz için abdest almak gerekir." Bu Muhammedin zamanında erkek ve kadınların sünnetli olduğu anlamına gelir."
Klasik Müslüman yazarlar kadın sünnetinin başlangıcı olarak Hagar'la Sarah arasında geçen bir hikayeyi anlatırlar. Hagar'ı kıskanan Sarah onunla tartışır ve ona zarar vermeye yemin eder. İbrahim bunu duyunca Sarah'a karşı çıkar. Sarah vazgeçmeyeceği cevabını verir. İbrahim bunun üzerine Sarah'a Hagar'ı sünnet etmesini söyler ve böylece sünnet kadınlar arasında bir kural haline gelir.
B) Erkek sünneti üzerine şu anda devam eden tartışmalar
Erkek sünnetinin her zaman uygulanmadığına dair kanıtlar vardır. Bazıları şöyledir:
- Klasik yazarlar Peygamber'in sünneti konusunda fikir birliği içinde değildirler. Bazıları onun sünnetli doğduğunu, bazıları ise bir melek veya dedesi tarafından sünnet edildiğini söyler. Muhammedin hayatı hakkındaki önemli bir gerçek hakkındaki bu çelişkili tartışmalar bizi Muhammedin sünnetli olmadığı sonucuna götürür. Bu gerçek, Peygamber'in iki önemli hayat hikayesi yazarı Ibn-Ishaq (d. 767) ve Ibn-Hisham (d. 828)'ın sünnetten sözetmemeleri ile teyit edilir.
- Valinin emriyle sünnet edilince ölen yaşlı insanların hikayesini duyan Hasan Al-Basri kızar ve Peygamber zamanında pek çok insanın İslam'a döndüğünü, ve Peygamberin hiçbir zaman bu insanların sünnetli olup olmadığına bakmadığını ve çoğunun da sünnetsiz olduğunu söyler
- Ibn Hanbal Al-Musnad hazırladığı derlemede şu şekilde anlatır : Osman Ibn Abi-al-As bir sünnete davetliydi, ama daveti geri çevirdi. Sebebi sorulunca şöyle cevapladı : "Muhammed zamanında sünnet etmezdik, böyle davetler de olmazdı."
- Al-Tabari şu şekilde anlatır: Halife Umar Ibn Abd-al-Aziz (ö. 720), ordu generali Al-Jarrah Ibn Abd-Allah'a (ö. 730) Horasanın fethi üzerine bir mektup yazar. ”Seninle birlikte Mekke'ye doğru namaz kılanlardan haraç alma!” İnsanlar bunun üzerine İslam'a geçmek için adeta yarışırlar. Bunun üzerine birisi generale, insanların inançlarından dolayı değil, haraçtan kaçmak için müslüman olduklarını söyler ve müslüman olanlara sünnet şartını koymasını tavsiye eder. General Halifeye danışır. Halife şu şekilde cevap verir: “Allah, Hz. Muhammed'i insanları İslam'a çağırması için gönderdi, sünnet etmesi için değil.”
Yakın zamanlarda, bazıları daha önce söz edilen 2:124 numaralı ayetin tefsirine karşı çıkmıştır. İmam Mahmoud Shaltout tefsirin “aşırı” olduğunu söylemiştir. İmam Al-Shawkani'ye dayanarak erkek ve kadın sünnetiyle ilgili metinlerin ya gerçek dışı, ya da belirsiz olduğunu eklemiştir. Bütün bunlara rağmen günümüz Müslüman yazarların büyük çoğunluğu, erkek sünnetinin mecburi olduğunda ısrarcıdırlar.
Suudi dini otoritelerine göre, Müslüman olan birisi sünnet olmak zorundadır, ama operasyondan korkup İslam'a girmekten vazgeçmesini önlemek için de, operasyon, inanç kalbine yerleşinceye kadar ertelenebilir. Al-Sukkari, eğer erkek sünnetli değilse kadına evliliği bozma hakkı tanır, çünkü üstderi hastalık için bir taşıyıcı olabilir ve iğrenme duygusu yaratabilir, bu da evliliğin amacına ulaşmasına engel olabilir. Al Sukkari'ye göre kadının güzel ve temiz birisiyle evlenmeye hakkı vardır, çünkü İslam temizlik ve saflık dinidir.
Ahmed Amin ise Sudanlı bir kabilenin İslam'a girmek istediğini anlatır. Kabilenin başındaki kişi, Ezher'deki bir uzmana ne yapması gerektiğini sorar. Uzman ona bir “gerekliler” listesi yollar, sünnet baştadır. Kabile Müslüman olmayı reddeder.
Erkek sünnetini sorgulayan beş çağdaş Müslüman yazara rastladık.
- Mısırlı düşünür Issam-al-Dine Hafni Nassif, 1971'de Joseph Lewis'in çalışmasını tercüme eder: “İnsanlık adına, sünnet büyük bir Yahudi hatasıdır” Metnin kendisinden uzun önsözünde, Nassif Müslüman toplumuna Yahudiler tarafından yerleştirilen barbarca bir davranış olan sünnete son verilmesini ister.
- Muhammed Afifi, Kahire'de yayınlanan Al-Hilal dergisinde (Nisan 1971), sünnete karşı düşmanlığını gizlemeden, yukarda sözü edilen makaleyi yayımlamıştır.
- Libyalı yargıç Mustafa Kemal Al-Mahdawi (şu anda dinden dönmekle suçlanıyor) erkek sünnetini bir Yahudi geleneği olarak görür. Yahudiler Tanrı'nın kendilerini yalnızca sünnet olurlarsa, ya da kapılarını kurban edilen hayvanın kanıyla işaretlerlerse göreceğine inanırlar (Exodus 12:7-13) . Al-Mahdawi, Kuran'ın böyle bir mantığının olmadığını belirtir. Tanrı bu tür hareketlerden hoşlanmaz, ayrıca üstderiyi (sünnet derisi) sadece kesilmesi için gereksiz bir nesne olarak yaratmış olamaz. Ayrıca şu ayeti hatırlatır : “Ey Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın, seni bütün eksiklerden tenzih ederiz; o halde bizi o ateş azabından koru”(3:191)
- Müslüman Kardeşler hareketinin kurucusu Imam Hassan Al-Banna'nın küçük kardeşi Jamal Al-Banna, “Evet, biz insanı en mükemmel şekilde yarattık” (95:4) ayetini hatırlatarak, erkek ve kadın sünnetinin İslam'da yeri olmadığını, çünkü Kuran'da yer almadığını söyler.
- Türk yazar Edip Yüksel şöyle der: "Bağışlayıcı bir Tanrı'nın nasıl olup da çocuklar için böyle acı verici bir haksızlığı öngörebileceğini insan kendine sormalıdır....Kuran'a gerçekten inanan herkes için cevap açıktır. Tanrı, sonsuz merhametiyle, böyle zalim bir töreni kabul edemez. Bu davranış Kuran'da hiç yer almaz. Sadece yeni çıkarılan icatlarda (hadisler) ve insanlara ait işlerde bu kadar zalimliğe rastlanabilir...Çocuklarımıza yaptığımız yüzyıllar öncesine uzanan bu suça bir son verelim.” e-mail ile temas kurduğum Edip Yüksel, konu hakkında yazdığım makalenin gözlerini açtığını belirtmiştir.
Şunu düşünmek gerekir ki, Kuran “sünnet” terimini hiç kullanmayan ve sadece bir yerde değil, tam on yerde “insanın mükemmelliği”nden bahseden tek dini kitaptır. Bu ayetlerden biri şöyledir: “Şeytan dedi ki: Ve mutlaka onları saptıracağım ve her durumda onları kuruntulara düşürüp, olmayacak kuruntularla aldatacağım. Mutlaka onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar ve yine mutlaka onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler." Ve her kim Allah'ı bırakıp şeytanı dost edinirse, şüphesiz açıktan açığa bir zarara düşmüştür” (4:118-119) Bu ayet, Allah'ın yarattığını değiştirmenin şeytana kulluk olduğunu belirtir. Dolayısıyla Kuran'ın sünnet konusundaki sessiziliği, buna karşı olduğu şeklinde yorumlanmalıdır.
C) Kadın sünneti hakkındaki şu anki tartışmalar
Kadın sünnetini mahkum eden pek çok müslüman yazar olmasına karşın, bunların çoğunluğu onun mekruh olduğunu iddia eder. Tartışma, fetva komitesinin bu konuda üç fetva verdiği Mısır'da özellikle yoğundur :
- 28 Mayıs 1949 fetvası, kadın sünnetinin terkedilmesinin bir günah olmadığını belirtti
- 23 Haziran 1951 fetvası, kadın sünnetinin istenir bir şey olduğunu, çünkü doğayı sınırladığını söyledi
- 29 Haziran 1981 fetvası daha sonra Ezher'in Şeyhi olan Jad-Al-Hak tarafından verildi: "bir başkasının öğretisi doğrultusunda, bu kişi doktor bile olsa, Muhammedin öğretisini terk etmek doğru değildir, çünkü tıp sürekli değişir. Kız çocuğunun sünnet sorumluluğu ana-babaya düşer, ve eğer belli bir idari bölgenin halkı erkek veya kadın sünnetinden vazgeçerse, devlet yöneticileri bu halka savaş ilan edebilir”
Jad-Al-Hak pozisyonunu 1994 Ekiminde verdiği ikinci bir fetva ile korumuştur. Bu fetvada savaş ile ilgili kısmı üç defa tekrar etmiştir.
Kız çocuklarını sünnet eden Müslümanlar bunu İslami olduğunu düşünerek yaparlar. Sünnet olmamanın, toplumsal düzeyde ciddi sonuçları olabilir. Bazı ülkelerde sünnet olmayan kız evlenemez, ve onun hakkında kötü konuşulur. (şeytan tarafından ele geçirilmiş) Mısır kırsalında, sünneti yapan kişi bir “evlilik sertifikası” çıkartır. El-Masry, 1000'den fazla kızı sünnet eden bir kadının görüşlerini yansıtır. Bu hanıma göre kızlarının sünnetini reddeden baba linç edilmelidir, çünkü kızının "fahişe olmasını" kabul etmiştir.
Kadın sünnetinin olduğu Müslüman ülkelerdeki pek çok kurum buna engel olmaya çalışmaktadır. Bunlar, insanlara, Kuran'ın Tanrı'nın yaratışındaki mükemmelliği teyit ettiğini hatırlatırlar. Kendisi de sünnetli olan Dr. Nawal El-Saadawi, şöyle yazar:
“Eğer din Tanrı'dan geliyorsa, nasıl olur da kendisi tarafından yaratılan bir organın, o organ ölmedikçe, ya da hastalanmadıkça kesilmesini isteyebilir? Tanrı vücudun organlarını rastgele, bir plan olmadıkça yaratmaz. Klitorisi kadının vücudunda, gelişiminin erken bir çağında kesilsin diye yaratmış olamaz."
Kadın sünnetine karşı olanlar Muhammed'e atfedilen metinlerin pek az güvenilirliği olduğunu eklerler. Imam Shaltout'un ve Şeyh Muhammed Al-Tantawi'nin görüşü, Kuran'da ve Muhammed'in hadislerinde sağlam temeller olmadıkça, doktorların fikirlerinin kanun olduğudur.
Farklılığın Tıbben Meşrulaştırılması
Kadın sünnetini mahkum edip erkek sünnetini meşrulaştıranların görüşlerinin tersine, tıbbi argüman bunların her ikisini de ya meşrulaştırmış, ya da mahkum etmiştir.
1) Erkek ve kadın sünnetinin zararlı etkileri
Genelde kadın sünnetinin erkek sünnetinden çok daha zararlı olduğunu sık sık duyarız. Onun için Eylül 2000'de, UNCEF-İsviçre "kesme: sakatlama mı, tören mi?" başlığında bir bildiri dağıtmıştır. Bildiri şöyledir:
"Kesme (mutilation) terimi çok açık sayılmaz. Üstderinin bir kısmını çıkarmak anlamına gelen erkek sünnetini de kapsar. Erkek sünneti, erkeklerin cinsel fonksiyonunu engellemeden onlara bazı hijyenik avantajlar sağlar. Kadın sünneti ise, kadının cinsel organında kendi sağlığı yanında doğacak çocukların da sağlığını etkileyecek kalıcı sonuçlar bırakır."
Erkek sünnetini hoşgören bu tarz bir yaklaşım herşeyden önce eksiktir, çünkü değişik "kesme" ya da sünnet türlerine değinmemektedir. Aslında, temelde dört çeşit erkek sünneti vardır:
1. Tip : Bu tür, üstderinin tamamının kesilmesini içerir.
2. Tip: Genelde Yahudiler tarafından uygulanır. Sünnetçi, sol eliyle üstderiyi sıkıca kavrar. Çıkarılacak miktarı belirledikten sonra, glansı yaradan korumak için bir koruyucu yerleştirir. Daha sonra koruyucu hizasından üstderi bir defada kesilir. Operasyonun bu bölümüne Milah adı verilir. Mukoz tabakayı ortaya çıkarır. Daha sonra bu mukoz tabaka kenardan tutulur ve merkezden koronaya kadar yırtılır. Operasyonun bu kısmına Periah adı verilir. Rabbiler Periah'ı, 1. yy.'dan sonra üstderinin yeniden yapılmasını engellemek için uygulamaya başlamışlardır. (epispasm)
3. Tip : Bu tip genelde penisin tüm derisini soymayı içerir. Hatta yumurtalıklar da bunun içine alınabilir. Araplar tarafından Salh denen bu uygulama Güney Arabistan'da ortaya çıkmıştır ve muhtemelen hala uygulanmaktadır.
4. Tip : Bu tür, üriner tüpün yumurtalıklardan glansa kadar yarılıp açılmasını içerir. Bu tür Avustralyalı yerliler tarafından hala uygulanmaktadır.
Kadın Sünnetinin de dört türü vardır :
1. Tip : Prepusun, klitorisle tamamı/bir bölümü ile birlikte veya tek başına kesilmesini kapsar.
2. Tip : Klitorisin kesilmesi, labia minora'nın kısmen veya tamamen kesilmesi
3. Tip: Dıştaki jenital organların kısmen veya tamamen kesilmesi, ve vajinanın dikilmesi/daraltılmasını kapsar
4. Tip : Bu tür, önceki türlerin hepsini ve vajinanın kesilmesi, yakılması gibi hayal edilebilecek türlü çeşitte vahşeti içerir.
Yukarıda yazılanlardan anlaşılıyor ki, neyin zararlı olup olmadığını değerlendirmeden önce ne hakkında konuştuğumuzu bilmeliyiz.
2) Erkek ve Kadın Sünnetinin Cinsel sonuçları
Kadın sünnetinin sonuçları abartılırken, erkek sünnetini zararsız gösterme yolunda çabalar göze çarpmaktadır. WHO'nun Cenevre'deki bürosunda cinsel sakatlamalardan sorumlu olan Dorkenoo bir yazısında şöyle der:
"Klitoridektomi, Kadın Cinsel Sakatlamalarının (KCS) en yaygın yöntemidir. Bu, sünnetten çok penisektomi ile özdeştir. Erkek sünneti, penisi örten koruyucu derinin kesilmesini içerir, ama penise zarar vermez. Klitoridektomi, kadında cinsel zevk organı olan klitorisi tahrip eder."
Ne var ki eski kaynaklar erkek sünnetinin bu "basitleştirmesini" paylaşmazlar. Aslında Yahudi dini otoriteleri erkek sünnetini, erkeğin ve partnerinin cinsel zevkini azaltmak için bir yöntem olarak görmüşlerdir. Bu görüşlerini seks-negatif düşünceleri nedeniyle bugün de devam ettirirler. Philo (ö. 54) sünnetin ilk hedefini şöyle açıklar:
“Zevkin kesilmesi zihni hayallere götürür. Bütün zevkler içinde en başta geleni olan erkek ve kadının birleşmesi olduğundan, kanun koyucular şunu düşünmüşlerdir ki, cinsel birleşme organını yaralamak ve sakatlamak hem bu zevki, hem de bunun simgelediği ve kaynağı olduğu diğer bütün diğer zevkleri engeller”
Başka bir yerde ise:
“İlahi kanun koyucu sünneti erkeklere pek çok nedenle emretmiştir. Birincisi onun çiftleşmeye kadından daha fazla isteği olduğu ve her zaman hazır olduğu içindir. Dolayısıyla doğru bir şekilde kadınları dışarıda bırakarak erkeğin yersiz içgüdülerini bastırır”
Maimonides (ö. 1204) şöyle der:
"Söz konusu sünnet olduğunda, düşünüyorum ki amaçlardan biri cinsel ilişkiyi azaltmak, cinsel organı zayıflatmak, ve bu şekilde erkeğin mutedil olmasını sağlamaktır. Bazıları sanır ki, sünnet erkeğin yapısındaki bir bozukluğu gidermek içindir, ama herkes kolaylıkla cevap verebilir: Nasıl olur da tabiatta yaratıklar dışarıdan düzeltmeyi gerektirecek kadar “eksik” olabilirler, hele bu özellikle üstderi gibi işlevi açık seçik belli olan bir yapı ise? Bu emir, eksik yaratılışlı bir yapıyı düzeltmek için değil, insanın ahlaki yetersizliklerini tamamlamak içindir. Bu organda açılan yara tam da istendiği gibidir; ne gerekli işlevlere zarar verir, ne de çoğalma yeteneğine. Sünnet basitçe aşırı isteği dengeler, çünkü sünnetin cinsel heyecanı azalttığına dair şüphe yoktur, organ daha başlangıçtan kan kaybederek ve koruyucu tabakasını kaybederek güçsüz hale gelir. Destanlarımız (Beresh Rabba, c.80) açıkça söyler: Sünnetsiz biri ile ilişkiye giren kadın için ondan ayrılmak zordur. Bu, benim inancıma göre, sünnetle ilgili emir için en iyi nedendir. Ve bu emri ilk uygulayan kimdi? İbrahim, günahtan nasıl korktuğu iyi bilinen babamız."
Ve ekler :
"Her şeyde altın kuralı takip etmeliyiz; aşkta aşırı olmamalıyız, ama tamamen de bastırmamalıyız, çünkü kanun şöyle emreder:
“Meyva verin ve çoğalın” (Genesis 1:22) Cinsel organ operasyonla zayıflar ama tamamen de yok olmaz. Doğal fonksiyonu tamamen korunmuştur, ama aşırılıktan da uzaklaştırılmıştır”
Kıpti teolog Ibn-al-Assal (ö. 1265) sünnette gereklilik görmüştür: “Bazı doktorlar ve önemli filozoflar sünnetin zevk aracını zayıflattığını söylemektedirler, aslında herkese göre arzu edilen bir durumdur bu. “ Burada referans kesinlikle Maimonides'e yapılmıştır. Thomas Aquinas (ö. 1274) da Maimonides'e atıfta bulunur ama aynı zamanda sünnetin “ilgili organdaki şehveti azaltmak için bir yöntem” olduğuna değinir. Tanrı'nın bağlılık işaretini kafada değil peniste istemiş olmasının “bu organlarda bulunan şehveti azaltma amacı “ taşıdığını onaylamıştır.
Klasik Müslüman yazarlarda da aynı fikirlere rastlanır. Ibn-Qayyim Al-Jawziyyah (ö. 1351) erkek ve kadında sünnetin cinsel isteği azalttığını yazar, “cinsel istek aşırı olduğunda insanı hayvana çevirir, yok edildiğinde ise onu cansız biri yapar. Böylece sünnet bu aşırılığı keser. Bu yüzden, sünnet olmamış erkek ve kadınların hiçbir zaman doyduklarını göremezsiniz” A
Al-Mannawi (ö. 1622) Al-Razi'den aktarır :
"Glans (penis başı) çok hassastır. Eğer üstderi içinde saklı olursa, çiftleşme sırasında zevki arttırır. Eğer üstderi kesilirse, glans sertleşir ve zevk zayıflar. Bu bizim kanunlarımıza daha iyi uyar: zevki tamamen yok etmeden azaltmak, aşırılık ve farkında olmama arasında ara durum.”
Erkek sünnetinin bugünkü karşıtları, bu eski yazarlar gib sünnetin cinsel zevki azalttığını düşünmektedirler. Ayrıca bunu doğrulayacak bilimsel açıklamalar getirmişlerdir. Bu eski yazarların farkları ise, cinselliği kişisel bir hak olarak görmeleri ve bu yüzden sünnete karşı olmalarıdır.
Sünnet karşıtları, cinsel zevkin oluşumunun yalnızca glansta değil, ama aynı zamanda, glansın koronası, frenulum ve üstderide olduğunu söylemektedirler. Glans, yani penis başı serbest sinir uçları ile örtülmüştür, ve protopathic duyarlılığa sahiptir, bu da daha zayıf ve ham duyular anlamına gelir. Glanstan daha az duyuya sahip tek vücut organı ayak tabanıdır. Üstderiyi keserek, glans ve onun koronal tacı, korumasını kaybeder, zamanla tıpkı bir yalın ayak gibi sertleşir ve kurur.. Dolayısıyla sünnet, glans ve koronanın sürekli ilerleyen duyu kaybına yol açar. Ayrıca penis derisinin büyük miktarda kaybına da yol açar ki, bu kimi zamanlarda %80'e kadar ulaşabilir. Kesilen parça bir metreden fazla damar, arter ve kılcal damar, 78 metre sinir ve 20,000'den fazla sinir ucu içerir. Sünnet üstderi kaslarını, bezlerini, mukoz tabakasını, ve epitel dokusunu tahrip eder. Frenulumu da yaralar.
Sünnet ereksiyonu engellemese de, derinin eksilmesi ile daha gergin, daha az elastik, ve daha az hareketli olur. Eğer deri çok fazla kesilmişse, gerilim penisi bükebilir, veya yumurtalık derisini kaybı telafi etmek için yukarı çekebilir.
Cinsel ilişkiye hazırlık sırasında, erkek kadının klitorisini ve üstderisini okşar. O da erkeğin penisini deriyi ileri geri çekerek uyarır ve ilişkiye hazırlar. Deri doğal uzunluğunu kaybettiğinde bunlar rahat yapılamaz. Bu önsevişme ve cinsel ilişki, sünnet kayganlaştırıcı smegmayı salgılayan bezleri yok ettiği için normalden daha pürüzlüdür. Bunu telafi etmek için kadın hem kendisi hem de erkek için zararlı olan kayganlaştırıcılara başvurur. Bu iki problem, Amerikalı kadınların, kayganlıktaki eksikliği tükürükle telafi etmek için “fellatio”ya başvurmalarını, ve önsevişmenin kısalığını açıklar.
Üstderinin kesilmesi ve penis yağlandırıcı maddesinin eksikliği, kadın ve erkek için cinsel ilişkiyi acı verici yapabilir. Burada eldeğmemiş erkeğin cinsel ilişkisinin sünnetli erkekten farklı olduğu dikkat çeker. Sünnetli erkek, eğer üstderisi olsa idi yaşayacağı heyecanın arayışı içinde daha şiddetli ve çabuk penetrasyonu tercih eder. Bu cinsel davranış sürtünmeyi arttırır, her iki kişide de lezyonlara yol açar ve olumsuz bir durum oluşturur.
Bir Amerikalı doktor şöyle der :
“Sünnetli erkek, değişmiş penis işlevi ve duyarlılığı nedeniyle, hiçbir zaman Tanrı tarafından kendisine verilen jenital zevke ulaşamaz. Kadın da, hiçbir zaman eşinin tam cevabını yaşayıp tanıklık edemez. [...] Yetenekli bir müzisyen, bütün virtüözlüğüne rağmen, kötü akor edilmiş veya en iyi olmayan kalitede bir enstrümanla, en iyi müziğini ortaya koyamaz."
Burada şunu ekleyelim ki, ABD'de bazı erkekler sünnet ile kaybettiklerini geri kazanmak için üstderi restorasyonuna gitmektedirler.
3) Erkek ve kadın sünnetinin sözde yararları
UNICEF-İsviçre'nin yukarıda geçen bildirisinden, erkek ve kadın sünneti arasında yapılan ayrımı görmüştük. Bildiriye göre: "Kadın sünneti ise, kadının cinsel organında kendi sağlığı yanında doğacak çocukların da sağlığını etkileyecek kalıcı sonuçlar bırakır." Oysa erkek ve kadın sünnetinin tarihi incelendiğinde sözde sağlık yararlarının yalnızca erkek sünnetini değil, kadın sünnetini meşrulaştırmak için de kullanıldığını görürüz.
Aşağıda bu sözde sağlık yararlarının bir listesini sunuyoruz.
A) Temizlik
Temizlik geçmişte ve bugün, erkek sünneti taraftarlarının temel dayanağı olmuştur. Bunlar, temizlik eksikliğinin, kanser, prostat ve pek çok cinsel hastalık için başta gelen sebep olduğunu iddia etmektedirler. Sünnet karşıtları ise bu iddiaları tıp profesyonellerin seksist düşüncelerini yansıttığı için reddederler. Erkek sünneti için şöyle bir gerekçe bile uydurulmuştur: "Kadınlar kendi cinsel organları ve temizliği hakkında bilgisiz olduklarından, temizliği kızlarına ve en önemlisi erkek çocuklarına öğretemezler."
Amerikalı Doktor Ritter'e göre ise tırnaklarını kesmesini, dişlerini fırçalamasını, ve tuvalet temziliği yapmasını bilen bir erkek çocuğun, basitçe üstderisini geri çekip yıkayamayacağını söylemek, o çocuğa hakarettir. Doktor Ritter şöyle der: “eğer temizlik argümanını erkek sünneti için bir neden olarak kabul edersek, o zaman yıkamanın çok daha zor olduğu kadın organlarını da kesmemiz gerekir. Ne var ki bugün ABD'de hiç kimse jenital temizliği sağlamak için kadın organını kesmeyi önermiyor."
Temizlik argümanı 1950'lerde kadın sünnetini isteyenler tarafından da kullanıldıı. 1958'de Dr. McDonald tıbbi bir dergide şöyle dedi:
"Bebek klitorisi saklıdır. Prepus doğumda ortaya çıkar. Orta raphe ise her zaman el değmemiştir. Daha sonraki yaşlara kadar eldeğmemiş kalabilir....Raphe açılmadığında, smegma birikmesi soruna yol açabilir. Raphe sadece bir iğne deliği kadar açılırsa, bakteriler içeri girip birikenlerin kirlenmesine yol açabilir. Daha sonra rahatsızlık, kaşıma, mastürbasyon, vs. semptomlar ortaya çıkabilir. Yetişkinlerde...(acılı ilişki) ve frijidite ortaya çıkabilir. Erkeğin sünneti için öne sürülen nedenlerin çoğu kadınlar için de geçerlidir."
B) Mastürbasyon
Mastürbasyonun önlenmesi Batı'da sık sık erkek ve kadın sünnetini haklılaştırmak için öne sürülen bir neden olmuştur. Klasik Arap kaynaklarında hiç yer almamakla birlikte, çağdaş Arap kaynaklarında hem erkek hem de kadın sünnetiyle ilgili kullanılmıştır.
Batı Hıristiyanları mastürbasyon fobisini Yahudi etkisinde geliştirmişlerdir. Sözde gerekçeleri ise Yaratılış 38:6-10'da yer alan, Onan'ın hikayesidir. (onanism kelimesi buradan çıkmıştır) Bu metin aslında bir yahudi geleneğinden kaynaklanır. Kayınbirader, kardeşinin ölümü durumunda onun eşiyle evlenmek zorundadır (eğer çocuksuz ise) (Deuteronomy 25:5-10). Onan bu kanunu kardeşinin eşi ile girdiği ilişkide geri çekilme yöntemini uygulayarak ve dolayısıyla karısının hamile kalmasını engelleyerek çiğnemiştir. Yahudi kanununda bunun cezası ölümdür. Rabbiler bu durumu yorumlayarak şöyle bir sonuca vardılar: "mastürbasyon ile semeni boşa akıtıp harcamak da bir suçtur ve ceza getirir"
Mishna erkek mastürbasyonunu şu şekilde suçlar : “Sık sık muayene yapan her el, bu bir kadın ise, övgüye değer, ama bu bir erkek eli ise kesilmelidir.” Bu metindeki kadın kendini dini arınma normlarını sağlayıp sağlamadığını görmek için muayene etmektedir. Bu yüzden hareket övgüye değerdir. Bunun yanında kadının, cinsel heyecan söz konusu olduğunda erkekten daha az duyarlı olduğu sanılmaktadır. Talmud, rabbilerin Mishna'nın bu metni üzerine tartıştıklarını anlatır
Mastürbasyon fobisi Londra'da ise, 1715 yılında yayınlanan şu kitapla başlamıştır:
“Onanya, veya kendini kirletmenin iğrenç günahı, ve her iki cins için korkunç sonuçları düşünüldüğünde, kendini bu uygulama ile yaralayanlara verilecek fiziksel ve ruhsal tavsiyeler.”
Kitapçığın en büyük etkisi İsviçreli Doktor Samuel-Augustus Tissot (ö. 1797) üzerinde oldu. Doktor Tissot mastürbasyon fobisini önce Avrupa ve daha sonra da Amerika'ya yayarak bugünkü kötü şöhretinin sahibi oldu. Tıbbi Bilimler Sözlüğü, 1819'da şöyle diyordu:
“Ölümcül mastürbasyon alışkanlığının yol açtığı korkutucu sonuçlar bütün zamanların ünlü doktorlarının çalışma konusuydu....Onlara göre, jenitallerin sürekli uyarılması, fonksiyonlarımızı bozarak en kronik ve şiddetli hastalıklara neden olur...."
Ünlü Kellogg kahvaltı gıdalarının sahibi John Harvey Kellogg, mastürbasyona karşı mücadelenin önde gelen isimlerindendi. İnsanlara mastürbasyonun bir hastalık olduğunu anlatan kitaplar satarak hatırı sayılır bir servet elde etti. Mastürbasyonun neden olduğunu iddia ettiği 31 değişik hastalık sıralayabiliyordu .
Tahmin edileceği gibi, tehlikeli diye nitelenen bir uygulamanın yok edilmesi için de çareler bulunuyordu. Ruhsal çabaların yanında, doktorlar cerrahi olmayan yöntemler önerdiler. Jenitalleri soğuk su ile yıkamak, bitkin düşene kadar spor yaptırmak, yatma pozisyonlarını düzenlemek, belli yiyecek diyetleri takip ettirmek, mekanik aygıtlar vs.
ABD patent ofisi, ilki 1861'de, sonuncusu 1932'de olmak üzere mastürbasyonu önlemek için 20 değişik tıbbi alet için patent verdi. Ayrıca doktorlar kadın ve erkekler için cerrahi yöntemler önerdiler: infibulasyon, hadım etme, yakarak dağlama, sivri uçlu yüzükler kullanma ve son olarak da, sünnet.....
Sünnetin iki erken peygamberi Abraham Jacobi ve M.J. Moses oldu. Bu kişiler, Yahudilerin sünnetli oldukları için mastürbasyona ve üstderiyle birlikte yolaçtığı korkunç hastalıklara karşı bağışık olduklarını iddia ediyorlardı. 1871'de Moses daha sonra çok başvurulacak bir makale yayımladı: “Hijyenik ve Tedavi Edici bir Yöntem Olarak Sünnetin Değeri” , New York Medical Journal. 1914'te bir başka yahudi asıllı doktor olan Abraham L. Wolbarst ise şöyle diyordu: “Gençlerde sünneti teşvik etmek her doktorun ahlaki görevlerinden biridir.” Wolbarst o kadar ileri gitti ki, 1932'de, yetişkin mastürbasyoncuların izole edilip evlenmelerine izin verilmemesi gerektiğini yazdı. Ne var ki, mastürbasyon fobisi gerilemeye başlayınca, Amerikalı doktorlar artık eskisi gibi sünneti tavsiye etmemeye başladılar. 1942'de Dr. Benjamin Spock erkek ve kızlarda mastürbasyonun önlenmesi için sünnet konusunu masaya yatırdı ve şu sonuca vardı: "sünnet ve diğer cerrahi yöntemler, mastürbasyonun önlenmesinde uzak durulması gereken yöntemlerdir.” Buna rağmen Dr. Spock,1976 yılına kadar çocuk sünnetinin tamamen karşısına da geçmedi.
Sünnet, çeşitli hastalıkların kaynağı olduğuna inanılan mastürbasyonu önlemek için kullanıldı. Aynı zamanda kellikten sırt ağrısına ve deliliğe kadar pek çok hastalığa da çözüm olarak sunuldu. Belki de doktorların sünneti çare olarak göstermedikleri tek hastalık nezledir.
Şimdi sünnetin sözde çare olduğu bu hastalıkları inceleyelim, ama kendimizi bunlardan temel olan beş tane ile sınırlayalım: yani cinsel yolla bulaşan hastalıklar, kanser, fimosis, üriner enfeksiyon, ve son zamanlarda AIDS.
C) Cinsel Hastalıkların Önlenmesi
Mikropların keşfinden önce, sifilis(frengi) gibi cinsel hastalıklar Batı'da terör estirirdi, tıpkı şimdiki AIDS gibi. 1880'lerde ABD'de sifilofobya gelişmişti. Sifilis, kötü şeyler yapanlara Tanrı'nın bir cezası olarak görülmüştü, hatta birkaç doktor bu hastaları tedavi etmeyi bile reddettiler.
Cinsel yolla bulaşan hastalıklar histerisinin tepe noktasında, orduda doktorluk yapan Eugene A. Hand, Amerikan Tıp Birliği'nin 12 Haziran 1947'deki toplantısında Sünnet Ve Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar başlıklı makaleyi sundu. Yahudiler, Jentiller ve siyahlar arasındaki hastalık oranını karşılaştıran Dr. Hand, sünnetin cinsel yolla bulaşan hastalıkları engelleyebileceğine karar verdi. Makalede şöyle deniyordu :
"Sünnet zenciler arasında yaygın değildir....Pek çok zenci arasında aşırı cinsel ilişki vardır, hastalıklar az bilinir ve bunlardan korkulmaz. Dolayısıyla zencilerin hastalık oranı yüksektir. Bu iki aşırı uç arasında jentiller (musevi olmayanlar, burada beyazlar) yer alır. Onların hastalık miktarı Yahudilerden yüksek, zencilerden ise düşüktür."
1973'te, Dr. Abraham Ravich Cinsel Hastalıkları ve Kanseri Sünnetle Yenmek adlı kitabını yazdı. Bu sıralarda ABD'de cinsel yolla bulaşan hastalıklar özellikle gençler arasında, neredeyse salgın seviyesine ulaşmıştı. Kitapta pek çok konu tartışılıyordu, bunların arasında Dr. Ravich'in kendi İncil yorumları sunuluyordu. Doktora göre tarih öncesi salgınların sebebi cinsel ahlaksızlık idi, daha sonraki salgınlar ise sünnet olunmamasından kaynaklanıyordu. Ona göre sünnet mecburiydi....
Buna karşı Wallerstein, cinsel hastalıklarla erkek sünneti arasında böyle her durumda bağ kurulmasının sorunu yalnız erkeklermiş gibi yansıttığını söyledi.
"Ne var ki, bazı durumlarda cinsel hastalıklar kadınlarda daha ciddi olabiliyor. Erkeklerde cinsel hastalık genelde semptomatik oluyor (mesela, yaralar, acı vs. gibi fiziksel semptomlar ortaya çıkıyor) Ayrıca, erkek jenitalleri daha kolay muayene edilebiliyor. Tersine kadın jenitalleri daha saklı, enfeksiyonlar da genelde asemptomatik oluyor. (fiziksel semptomlar gözükmüyor) Göze çarpan herhangi bir semptom olmadığı zamanlarda bile, kadın cinsel partnerine hastalık bulaştırabilir. Ayrıca cinsel enfeksiyonlar erkekler gibi kadınların da hem iç hem dış jenitallerini etkileyebilir. Peki o zaman sormalı; kadınların dış jenitalleri de basitçe enfeksiyonlara maruz kalabilirler diye kesilmeli mi? Bu ne kadar mantıksız ise, cinsel hastalıkları engellemek için erkeğin üstderisini kesmek de o kadar mantıksızdır."
Bu başlık altında 1855'ten 1997'ye kadar yazılmış olan bütün yazıları inceleyen Dr. Van Howe şu sonuca varmıştır :
"Bugüne kadar genel olarak Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar (CYBH) üzerinde sünnetin etkisini gösteren bir araştırma yapılmamıştır. Veriler, sünnetli bir erkeğin CYBH açısından daha büyük risk altında olduğunu gösteriyor. Bu ABD'de görülen trendlerle uyumlu. Rutin yenidoğan sünneti gerçekleştiği müddetçe, CYBH'lerin oranı düşeceğine, yükselmiştir. Gelişmiş ülkeler arasında ABD, en yüksek CYBH, HIV enfeksiyonu ve sünnet oranına sahiptir."
D) Penis ve Rahim Kanseri
Yahudi asıllı ABD'li doktor Abraham Wolbarst 1932 yılında sünnetin kanseri önlediğine dair bir makale yazdı. Yahudilerin penis kanserine karşı bağışık oldukları inancına dayanarak, kanseri “prepusyal boşlukta patojenik maddelerin birikmesi”ne bağladı.
Dr. Ravich ise 1942 yılında Wolbart'ın "smegma "kanserojen"dir" teorisini geliştirdi, ve Yahudilerin hastalığa yakalanmadığı efsanesini tekrarlayarak, üstderi ile prostat kanseri arasında nedensel bir ilgi olduğunu ortaya attı. Ayrıca kadınlardaki rahim kanserine de erkek smegmasının sebep olduğunu yazdı.
Popüler haber dergisi Newsweek, Ravich'in iddiasını yayınladı ve “erkek çocukları daha fazla sünnet etmek gerektiği" sonucuna vardı. 1951 yılında bir başka makalesinde Ravich, her yıl üstderiden kaynaklanan 25 bin kanser ölümü olduğunu, 3 ila 8 milyon arası Amerikalının da üstderi nedeni ile prostat kanserine yakalandığını iddia etti. Ravich “önemli bir sağlık önlemi” olarak mecburi, toplu sünnetlerin yapılması gerektiği sonucuna vardı
Sünnetin kanseri önlediği teorisi özetle, smegmanın kanserojen olduğu hipotezi, ve Yahudilerin sekizinci günde sünnet oldukları için en düşük penis ve rahim kanseri oranına sahip olduğu varsayımıyla başlıyor. Teoriye göre kanser oranlarında ikinci sırada Müslümanlar ve son sırada da sünnetli olmayanlar geliyor. Bu teori pek çok makalede tekrar edildi, hepsi de 1932'deki Dr. Wolbarst'ın makalesini temel alıyordu. Sünnet karşıtları bu teoriyi reddederler. 1975'ten beri Amerikan Pediatri Akademisi ve 1996'dan beridir de Amerikan Kanser Derneği sünnet karşıtlarının yanındadır. Karşıt savlardan bir diğeri de, sünnetin engel olduğu iddia edilen hastalıklardan daha tehlikeli olduğudur. Dr. Denniston durumu şöyle açıklar:
"Olası bir penis kanseri vakasını engellemek için, 100.000 çocuğun sağlıklı dokusunu almayı teklif etmek ahlak ve mantık dışıdır. Mukayese edilecek olursa, göğüs kanseri riski yaklaşık 100 kat daha büyüktür, ancak kimse bu başa çıkılamaz hastalık için bütün kadınların göğüslerini almak gerektiğini söylemiyor"
E) Phimosis ve paraphimosis
Phimosis (fimos), çok sıkı bir üstderiyi glansın (penis başı) gerisine itmedeki zorluktur, parafimosis ise bunun tersine üstderiyi glansın ilerisine itip örtmede yaşanan zorluktur. 19. yy'da Amerikalı doktor Lewis Sayre (ö. 1900) uzun yapışık bir üstderinin sadece felç değil aynı zamanda kalça kemiği hastalığı, siğil, kötü sindirim, sara ve diğer hastalıkların da sebebi olduğunu düşündü. Yıllar geçtikçe phimosis'e dayandırılan hastalık listesi uzadı. 1932'de, Dr. Abraham Wolbarst phimosis'i kanser, sifil ve daha birkaç hastalığa neden olarak gösterdi. Diğer Amerikalı doktorlar mastürbasyon, gece altını pisletme, aşırı terleme, histeri ve nörosteniyi bu listeye ekledi. Sünnet bütün bu durumlara bir tedavi olarak gösterildi. Bütün çocukları doğumdan sonra muayene etmek gerekirdi. Eğer üstderi geri çekilmiyor ise, bu sünneti gerektiren bir phimosis olarak anlaşılmalıydı.
Aynı inanış Britanya'da da geçerliydi , taa ki Dr. Douglas Gairdner'in phimosis'in büyük çoğunlukla doğal, hastalık yapıcı olmayan bir durum olduğunu ispat eden 1949'daki makalesine kadar. Dr. Gairdner sünnetin gerekliliğiyle ilgili iddiaları inandırıcı bulmayarak geri çevirdi, ve yeni doğan bir bebeğin prepusunun kendi doğal haline burakılması gerektiği hükmüne vardı
Doktorlar paraphimosis için de sünneti gerekli görürler, oysa paraphimosis bir hastalık sayılamaz, çünkü glansın gerisine itilen üstderinin orada sıkışmasından başka bir şey değildir. Bu duruma, anne babalara üstderiyi geri itmelerini söyleyen, ama tekrar yerine getirmelerini söylemeyen doktorların neden olduğu da çok olmuştur. Bu durum tedavi edilebilir, sünnet ancak durumun sık sık tekrar etiiği çok aşırı durumlarda düşünülebilir
F) İdrar Yolu İltihabı
1980'lerin ortalarında idrar yolu iltihapları (İYE) sünnet için geliştirilmiş en son gerekçe olarak ortaya çıktı. Bu teorinin en büyük destekçisi Amerikalı Dr. Thomas Wiswell, Amerikan Askeri Hastanelerinden birinde yaptığı 5621 yenidoğanı kapsayan araştırmasının sonunda, sünnetin İYE'yi azaltabileceği sonucuna vardı. Wiswell'e göre İYE oranı sünnetlilerde %0.14 sünnetsizlerde %1.4 idi. Destekçileri Wiswell'in araştırmasını uzun bir süreden beridir beklenen sünnet alameti olarak selamladı.
Karşıtları ise, Wiswell'in araştırması doğru olsa bile, 1.4 çocuğu kurtarmak için 100 çocuğu sünnet etmek gerektiğini, oysa enfeksiyonların bıçağa gerek kalmadan tedavi edilebileceğini söylediler. Eğer operasyonun riskleri düşünülecek olursa, önlem olarak tasarlananın, kaçınılanın zararından daha büyük olduğu görülüyordu.
Karşıtların dikkat çektiği bir diğer nokta da şu: kızlardaki İYE oranı erkeklerden daha yüksek, ama hiçbir doktor kızlarda jenital cerrahiyi önermiyor? Bunlar antibiotiklerle tedavi edilebiliyor, ve bunun dışındaki herhangi bir tedavi yöntemi de, ABD'deki yasal sağlık standartlarna göre “kötü ve yanlış tedavi” olarak mahkemede yargılanabiliyor. Son olarak sağlam bir çocuğun aslında İYE'ye yakalanma olasılığının daha düşük olması gerektiğini belirtiyorlar. Üstderi glansı idrardan ve dışkıdan korur. Eğer üstderi sünnet ile kesilirse, idrar yolları enfeksiyona daha açık hale gelir. Sünnetli erkeklerin İYE'ye yakalanma olasılığı en az diğerlerinin ki kadardır.
G) AIDS
Erkek ve kadın sünnetçilerinin son icadı, sünnetin AIDS'i önlediğidir. Blimsel detaylara girmeden önce, üzerinde yorum yapmalıyız.
Önce, Arap kaynaklarının, sadece erkek sünnetinin değil kadın sünnetinin de AIDS'i önlediğine dair iddialarnın ilginçliğine değinelim. Mısır gazetesi Aqidati 5 Eylül 1995'te bir makale yayımladı, başlığı şuydu : Gelin evinin bir tanığı diyor ki: sünnet AIDS'i önler. Makalenin yazarı Dr. Şefik: “Avrupalı bir tıp örgütü, AIDS'in sünneti önlediğini doğruluyor.” diyor ve ekliyor: “tıp örgütünün bu itirafı, CNN'in yürüttüğü sünnet karşıtı kampanyaya Müslümanların verebilecekleri en güçlü ve en iyi cevap.” Kastedilen, Kahire'de bir kızın sünnet edilişini gösteren 7 Eylül 1994 tarihli CNN çekimlerini idi. 9 Eylül 1995'te ise bir başka Mısır gazetesi, Sawt al-ummah " Sünnet Kadınları AIDS'e karşı koruyor" başlıklı bir haber yayınladı. Haberin bir yerinde obstetrist İzzet Al-Sawi şöyle diyordu:
"Eğer Batılı tıp örgütleri sünnetin AIDS'e ve penis kanserine karşı koruma sağladığına kannat getirmişse bunda şaşıracak bir şey yok, çünkü kadın sünneti herhangi bir probleme yol açmıyor ve korkulacak bir tarafı yok."
Mısır gazetesi Al-Hadaf'ta yayımlanan bir başka haber ise, “Kadın Sünneti AIDS'e Karşı Korur” başlığını taşıyordu :
"Uluslararası Haber Ajanslarının henüz geçtiği bir habere göre, bir Avrupa tıp örgütü kadın sünnetinin AIDS'e karşı koruma sağladığını itiraf etti. Haber ayrıca, bu sonuca varan doktorların Kanada, Norveç ve Danimarka vatandaşları üzerinde çalıştığını yazıyor."
24 Haziran 1997 tarihinde, Kahire'deki bir mahkemeden Mısır Sağlık Bakanlığı'nın kadın sünnetini yasaklayan kararını iptal ettirmeyi başaran Şeyh Al-Badri, şöyle bir açıklama yaptı:
"Bizim dinimizde, namaz kılar, oruç tutar ve sünnet ederiz. 14 yüzyıldır dedelerimiz ve nenelerimiz çocuklarını sünnet ettiler. Sünnet olmayanlar AIDS'e daha çabuk yakalanırlar."
Mısır basını ve Şeyh Al-Badri'nin kadın sünnetinin AIDS'e karşı koruma sağladığına dair Mısır kamuoyunu ikna etmeye çalıştığı açıktı. Ne var ki, yukarda bahsedilen Batılı kaynak kadın sünnetini değil erkek sünnetini kastediyordu. Aynı kaynak kadın sünnetine karşıydı, ve tersine kullanılan steril olmayan aletler ve enfeksiyon ile kadın sünnetinin AIDS'in yayılmasına katkıda bulunduğunu iddia ediyorlardı.
Sünnetin AIDS'in önleyeceği düşüncesi ilk olarak 1980'lerin sonunda, Afrika'da HIV virüsü ile ilgili yapılan çalışmalarda ortaya çıktı. Erkek sünnetinin ABD'deki taraftarları bu teoriye dört elle sarıldılar. Bu taraftarlar arasında, 1986'da tıbbi bir dergiye teorisi hakkında makale gönderen Yahudi asıllı doktor Aaron Fink'ı da saymak gerekir. Dr. Fink bir röportajında sünnetin AIDS'i önlediğini kanıtlamanın bir yolu olmadığını açıkladı. Oysa pek çok diğer doktor kendisine destek veriyordu.
Aslında herşey AIDS'in dağılımı haritası, sünnet haritası ile karşılaştırılınca başladı. Sünnetin uygulandığı yerlerde AIDS'li sayısı daha azdı. Ne var ki kullanılan sünnet haritası 1950'lerde kalmaydı ve teoride ilk ilişki yaşı, çokeşlilik gibi sosyal faktörler dikkate alınmamıştı.
Bir başka araştırmada Kenya ve Zaire arasında uzun mesafe sürücülüğü yapan 283 erkek ve yardımcıları incelenmişti. Ne varki bu araştırmada da deneklerin sünnetli olup olmadıklarının muayenesi ile ilgili bir bilgi geçmiyordu. Gerçek sayılar değil sadece oranlar yer alıyor, ve diğer olası faktörleri incelemek için de herhangi bir çaba da görülmüyordu.
Abidjan'ın CYBH hastanesine başvuran 1,169 erkek, ve Afrika'nın çeşitli yerlerinde fahişelere sık sık giden insanlar da başka araştırmaların konusu oluyor. Bütün bu çalışmalarda göze çarpan şey, üstderinin baştan HIV taşıyıcısı olarak kabul edilip, diğer faktörlerin gözardı edilmesi. Bir başka unutulan faktör, sünnetsiz erkeklerin belirli ülkelerde eş bulmakta zorlandıkları. Bu nedenle, cinsel ilişki için fahişeleri arıyorlar. Daha yüksek AIDS oranları için nedenlerden biri bu olabilir.
Sünnet karşıtları ise bu çalışmaların neden ABD'de değil de illa ki Afrika'da yapıldığını soruyorlar. Aslında WHO tarafından yayınlanan istatistikler, ABD'deki AIDS'li sayısının gelişmiş ülkeler içinde en yüksek oran olduğunu gösteriyor.
Her 100,000'de HIV Oranı , sünnet etmeyen uluslar:
Italya 8.9
İsviçre 6.5
Danimarka 4.4
Fransa 3.5
Hollanda 2.7
Almanya 2.2
Avusturya 2.0
İsveç 2.0
Norveç 1.6
Finlandiya 0.9
Polonya 0.2
Macaristan 0.2
ABD'deki oran ise 16.0. İlginç olarak, Avrupa'da en yüksek AIDS oranı olan ülkeler, aynı zamanda, en yüksek sünnetli Müslüman göçmen oranına sahip ülkeler.
Bu rakamları yorumlayan Fleiss, şöyle demiştir :
"Sünnetin AIDS'i önlediği efsanesi yalnızca yanlış değil, aynı zamanda tehlikelidir de. Sünnetli AmerikalılarAIDS'e bağışık olduklarına inanarak tedbirsiz sekse daha fazla yönelebilirler. Bu da yalnızca daha fazla AIDS demektir."
Sünnet karşıtları ayrıca, sünnetin AIDS'i önlemekten çok kolaylaştırıcı olabileceğini iddia etmektedir:
- Sünnet, penis derisini daha sıkılaştıran ve daha geçirgen yapan yaralara yol açar.
- Sünnetli erkekler daha fazla anal ve oral sekse başvururlar , ve homoseksüelliğe daha yatkındırlar
- Sünnetli erkekler daha sık eş değiştirirler
- Sünnetli erkekler kondom kullanmaya daha az isteklidirler ve fazla ön sevişme olmadan penetrasyona başlarlar.
- Sünnetli erkekler AIDS'ten korunduklarına inanırlar ve bu nedenle daha tehlikeli cinsel ilişkilere girebilirler.
Bu faktörler, sınırlamaktan çok AIDS'i yayıcıdırlar. Şunu da eklemek gerekir ki, sadece bir olası AIDS vakasını önlemek için (o da sünnetçilerin iddiasına göre) 23,148 çocuğu sünnet etmek gerekir, bu da 9.6 milyon dolar masrafa yol açar. Eğer sünnetin kendi içindeki tehlikeleri de buna katılırsa, AIDS'i önlemek için sünnet bir topluma daha masraflı ve hayati açıdan daha riskli olabilir.
Doktor Ritter konu hakkında şöyle diyor:
"Açık bir şekilde görülüyor ki, belirli hastalıklara yol açanlar belirli mikroorganizmalarla temastır, ve bunu önlemenin yolu, ilgili vücut organlarını kesmek değil, CYBH için önleyici eğitim ve tıptır.
Eylül 1994'te, Negev'deki Ben-Gurion Üniversitesi Tıp Eğitimi Merkezi yöneticisi, Dr. Shimon Glick bana sünnetsiz olma ve AIDS arasındaki ilişkiyi gösteren bir makale gönderdi. Makalede şöyle deniyordu :
“Eğer Tanrı bir şeyi önermişse, o şey zararlı olamaz”. Buradaki erkek sünneti lehindeki tavır açıktır ki, Tanrı'nn yanlış yapamayacağını ispata yöneliktir.
Ayrımın Arkasındaki Politik Nedenler
Erkek ve kadın sünneti arasındaki ayrımı meşrulaştırmak için kullanılan daha önce saydığım tıbbi ve dini nedenlere ek olarak politik nedenler de unutulmamalıdır. 12 Ocak 1992'de Cenevre'deki WHO'dan Dr. Leyla Mehra'ya sorduğumu hatırlıyorum :
“Neden WHO sadece kadın sünneti ile ilgileniyor ve erkek sünnetini gözardı ediyor?” Şöyle cevaplamıştı : “Erkek sünneti İncil'de geçiyor. Bizim Yahudilerle başımızın belaya girmesini mi istiyorsun?”
Aynı gün Inter-Afrikan komitesinin başkanı Bayan Berhane Ras-work'ı ziyaret ettim. Garip bir şekilde o da sanki birbirlerine danışmışlar gibi aynı cevabı verdi.Burada WHO'nun kadın sünneti ile ilgili pek çok belge yayınlayıp konferans düzenlediğini hatırlayalım. Erkek sünneti ile hiç ilgilenmemiştir. Yahudi çevrelerle problem yaratmamak için “kadın sünneti” kelimesini de “kadın jenital sakatlaması” olarak değiştirmiştir.
Bildiğimiz gibi Rabbiler sünnetin Yahudiliğin ve Yahudi Kimliğinin önemli bir parçası olduğunu düşünürler. Bu yüzden, uygulamaya karşı herhangi bir saldırıyı kendi inançlarına karşı yapılmış sayarlar. Yahudi olmayan sünnet karşıtlarını Anti-Semitist olarak yargılarlar.
Yahudiler anti-semitist terimini Yahudilere düşman olan bütün davranışları betimlemek için kullanırlar. Ne var ki bütün Yahudiler semitik değildirler, ve semitik Yahudiler de, semitik insanlar (hami-sami dillerini konuşanlar, mesela araplar) topluluğunun sadece ufak bir bölümüdür. Öte yandan, bir "sünnetçi toplumlar" listesi yapılırsa, Yahudilerin bunun en küçük kısmını oluşturduğu, (16 milyonluk küçük nüfusları nedeniyle) buna karşın bir milyarlık Müslümanların ve 350 milyonluk Hıristiyanların ise ilk iki sırayı paylaştığını görürüz. Ayrıca, artan sayıda Yahudi artık çocuklarını sünnet etmemeyi tercih etmektedir. Son olarak, Yahudi çocuğun sünnetine karşı gösterilecek sessizliğin Yahudilere karşı düşmanca bir tutum olduğunu düşünebiliriz, çünkü bu, onların da diğerleri gibi korumayı haketmediği ve sağlam bir vücuda hakları olmadığı anlamına gelirdi.
Anti-semitist suçlamasının tutarsızlığına karşın, bu suçlamanın erkek sünneti konusundaki tartışmada ciddi yansımaları vardır. İki uygulama hakkındaki benzerliği gizlemek, böylece de Yahudileri gücendirmekten sakınmak için “kadın sünneti” terimi “kadın jenital sakatlaması” olarak değiştirilmiştir.
Erkek ve kadın sünnetini karşılaştırdığım için ben de, 1997'deki Antisemitizm Dünya Raporunda şu şekilde suçlanmıştım: "Filistinli Hıristiyan asıllı İsviçreli hukukçu Sami Aldeeb tarafından, Nisan ayında, kadın klitoridektomisi ile Yahudi törensel sünnetini kıyaslayan ve bu şekilde Yahudilere saldıran bir kitap yayınlanmıştır" Raporun değindiği kitabım şu başlığı taşıyordu: “Yehova ya da Allah adına sakatlamak, erkek ve kadın sünnetinin meşrulaştırılması” Rapordaki belge, Miriam Pollack'ın da katıldığı, 1994'de Maryland'de toplanan 3. Uluslararası Cinsel Organ Sakatlamaları Sempozyumu'nda dağıtılmıştır. Bu belgeyi değişik Yahudi gruplarına dağıtmasının amacı, bana karşı harekete geçmelerini sağlamaktı. Pek çoğu bana karşı suçlayıcı mektuplar göndermiştir. Pollack, Lozan'daki 4. Uluslararası Sempozyum'da, belgedeki bazı fikirlere karşı çıkmıştır:
“ABD'de Yahudi olmayanlar arasındaki yüksek sünnet oranına Yahudilerin sebep olduğu, ya da Yahudilerin rutin bebek sünnetini, gizli Hıristiyan müritler kazanmak için savundukları gibi iddialar yalnızca kötü niyetli değil, aynı zamanda yanlıştır da. Bütün bunlar “Yahudi” kelimesini şeytanın vücut bulmuş hali gibi yansıtan düşünceden çok uzak değildir ve abartılmış Yahudi gücü, Yahudi komplosu gibi tehlikeli şeyleri hatırlatmaktadır. Yahudiler, Hıristiyanlardan farklı olarak dinlerini yaymaya çalışmazlar, ve böyle bir şey olduğunda da süreç oldukça uzun ve zahmetlidir. Bu tür düşüncelerin yayılması, Yahudi toplumuna karşı düşmanca bir ortamın oluşmasına yol açmakta, ve ileride laik Yahudilerin bile diğerleri ile safları sıklaştırmasına yol açarak sünnete karşı hareketin zayıflamasına yolaçma tehlikesini taşımaktadır."
Anti-semitizm suçlaması yalnızca Yahudilerden değil, Hıristiyanlardan da gelmektedir, ve hem Yahudilere hem de Yahudi olmayanlara yöneliktir. Çocuk Hakları İçin Hemşireler adındaki örgütün kurucusu Yahudi asıllı hemşire Betty Katz Sperlich şöyle der :
“Yahudi olmayanlar tarafından anti-semitiklikle suçlandım. Ama bir Yahudi olarak nasıl olur da sünnete karşı tavır almazdım? O zaman Yahudi bebeklere bir kötülük yapmış olurdum"
Bu ikilemin bir örneğini daha burada belirtelim. 25 Eylül 1998'de, İtalya'nın biyoetik komitesi erkek sünnetini değilse de kadın sünnetini bir kanun ihlali olarak kabul eden bir pozisyon aldı. Bu komite ayrıca, devlet laikliği nedeniyle, tıbbi olmayan dini sünnetin sosyal sigorta sistemi içine giremeyeceği hükmüne vardı. Aynı gün Tüketiciler Derneği Başkanı yaptığı basın açıklamasında, kararı “Anti -Yahudi ve Anti- Siyonist” olarak suçladı!
Anti-semitist olarak suçlanma korkusu, ABD'de sünnet karşıtı hareketin yalnızca hastanede doğumdan sonra yapılan sünnetler ile sınırlanmasına ve dini sünnetlerin gözardı edilmesine yol açmıştır. Ama bu davranış, hareket için ahlaki bir sorun teşkil eder. Çünkü, Yahudi çocukları korumak için bir neden olmadığı anlamını taşır. Bu davranışın bir sonucu, bazı Yahudi asıllı erkeklerin, yalnız toplumları tarafından kurban edildiklerini değil, aynı zamanda diğerleri tarafından da terkedildiklerini düşünmelerine yol açacaktır. Bu terkedilmeyi de, anlaşılır bir şekilde, bir çeşit “anti-semitizm” olarak algılayacaklardır.
NOCIRC başkanı Marilyn Milos'a, erkek sünnetine karşı çıkması nedeniyle anti-semist olarak suçlanıp suçlanmadığını sordum. Şöyle cevapladı :
"Başlangıçta, hiç dini sünnetten bahsetmememe rağmen, anti-semitik olarak suçlanıyordum. 1987 yılında Florida'dan Yahudi asıllı bir avukat, çocuklar ve bebekler için yaptıklarımı öven bir mektup gönderdi. Daha sonra da Yahudi ve Müslüman doğan çocukların vücut bütünlüklerini savunmadığım için beni eleştirdi. Şöyle soruyordu bana : “Anti-Semitik misin?” Artık söylemekten çekinmiyorum: Bütün çocukların kendi vücutlarına sahip olmaya hakları vardır!"
Bir Amerikalı doktor, anti-semitist suçlaması korkusunun sonuçlarını şöyle anlatır:
“Sünnetin Yahudi ve İslam inancındaki yeri nedeniyle, pek çok doktor sünnetin sakat bırakan etkilerini, diğer Müslüman ve Yahudi asıllı doktor ve hastalarını gücendirmekten ve en çok da anti-semitist suçlamasından korktuğu için açıklamaktan çekiniyor. Yahudilerin hassas oldukları bir konuya dokunmakla ilgili bu mantık dışı korku ABD Sağlık ve İnsan Hizmetleri departmanına da sıçramıştır. Dinsel olmayan sünnetleri engellemek için ne yapılabileceği sorulduğunda cevap, “tıbbi olmayan sünnetlerle ilgili yapılabilecek herhangi bir şeyin, dini gruplarca kendilerine yapılmış bir saldırı olarak algılanabileceği, ve hükümetimizin dinsel uygulamalarla ilgili doğrudan ya da dolaylı olarak böyle bir kararı alamayacağı” olmuştur.
10 Ekim 1996'da, Ontario televizyonu, bir rabbi tarafından başarısız olarak sünnet edilen bir Yahudi çocuğunu anlatan It's a Boy, adlı filmi yayınladı. Bu film, Kanada Yahudi topluluğu tarafından anında “propaganda....anti-Yahudi ve anti-İslam” diye nitelendirildi. Toronto'daki "Simon Wiesenthal Centre for Holocaust Studies “adlı kuruluş, devlet tarafından finanse edilen eğitim amaçlı bir kanalın, en eski Müslüman ve Yahudi geleneklerinden birine karşı bu tür yayınları yapmasını uygunsuz bulduğunu açıkladı. Kanada Yahudi Topluluğu bu açıklamayı desteklemiş, “TVO'nun utanç verici bir şekilde davrandığını” belirterek şunları söylemiştir :
"Laik, humanist, veya ateist, bu uygulamaya karşı çıkan her kim ise boşuna çaba harcıyor. Tarih boyunca pek çoğu aynısını denedi, çoğunluğu da Yahudilere zarar vermek düşüncesinde idi. Ama tarihin de kanıtladığı gibi, artık brit milah'ı yargılayamazlar, tıpkı Tanrı'nın bir diğer işareti olan gökkuşağını yargılayamayacakları gibi."
Burada şunu hatılamalıyız ki, dünyadaki bütün ülkelerin kanunları, fiziksel bütünlükten bahseder, ve bunun ihlal edilmesine karşı caydırıcı cezalar koyar. Ama garip bir şekilde bu hak Evrensel Beyanname'de, Medeni Haklar Antlaşmasında, Çocuk Hakları Anlaşmasında ve Avrupa İnsan Hakları Anlaşmasında atlanır. Bu hakka değinen yalnız iki uluslararası belge vardır, 1969 Amerikan İnsan Hakları Anlaşması ve 1981 Afrika İnsan Hakları Beyannamesi
Sonuç ve Referanslar
BAZI TEMEL NOKTALAR
1) Fiziksel Bütünlük İlkesi
Bizi şunlara inandırmak istemediğiniz sürece kadın sünnetine karşı ama aynı zamanda erkek sünnetine taraftar olamazsınız.
- Kültürünüz diğerlerinden üstündür.
- Dininiz diğerlerinden daha iyidir.
- Kutsal Kitaplarınız diğerlerinden daha iyidir.
- Kızların korunmaya hakları vardır, erkek çocukların yoktur.
Ya tamamen reddetmemiz ya da kabul etmemiz gereken bir ilke vardır: fiziksel bütünlüğe sahip olma ilkesi. Eğer bu hakkı kabul ediyor isek, dinleri, dilleri, ırkları ve konumları ne olursa olsun herkes üzerinde uygulamamız gerekir. Bu hakkı kabul ettiğim içindir ki, erkek sünnetinin de tıpkı kadın sünneti gibi rıza göstermeyen insanlar üzerinde herhangi ciddi bir tıbbi neden olmadığı durumlarda uygulandığı zaman cezalandırılması gerektiğine inanıyorum. Bu nedenle, kadın sünnetini mahkum eden ama erkek sünnetini haklı bulan, batılı olsun olmasın bütün kanunları ahlak dışı buluyorum.
2) Farklılıklar
Bazıları kadın sünnetinin birinci ya da ikinci tip erkek sünnnetinden çok daha zararlı sonuçları olduğunu kabul edebilir. Aynı şekilde, serçe parmağının kesilmesinin bütün elin kesilmesinden çok daha ciddi olduğunu da söylenebilir. Bu farklılık başkalarına hiçbir tıbbi neden olmadan birinin serçe parmağını kesme hakkını vermez.
3) Tıbbi Faydalar
Çok nadir durumlarda erkek ve kadın sünnetinin de, tıbbi gerekçelerle tıpkı serçe parmağının ya da elin kesilmesi gibi kesilebileceği söylenebilir. Ama bana öyle geliyor ki, uygulamayı genelleştirmeye çalışan bu tür sözde tıbbi faydalar aslında bu barbarca davranışı yapıldıktan sonra meşrulaştırmaya çalışan argümanlardan başka şeyler değiller. Bir doktor olmadığım halde, tabiatın bu kadar büyük bir cerrahi müdahale gerektirecek kadar ağır bir hata yaptığına inanmanın çok safça olacağını düşünüyorum.
4) Başkalarının İsteğine Saygı Gösterme
İncil'e göre İbrahim Tanrı'dan sünnet olma emrini aldığında 99 yaşındaydı. Bana göre, kullarını tıpkı hayvanları damgalar gibi damgalamayı isteyen Tanrı şüpheli ahlaki durumu olan bir Tanrıdır. Bence İbrahimi ve garip hikayesini unutabiliriz. İncil'i yorumlamak için bu kadar özgür tavır sergileyemeyecek olanlar, İbrahimin sünnet olduğunda bir yetişkin olduğunu hatırlamalıdırlar. Eğer çocuklarımıza saygı gösteriyorsak, en azından 18 yaşına kadar "bütün" olarak kalmalarına izin vermeliyiz. Penislerini kesip kesmemeye kendileri karar verebileceklerdir. Eğer hoşlarına gidecekse kulaklarını bile kesebilirler.
Kaynak: http://www.sami-aldeeb.com
Bibliyografya
Abd-al-Raziq, Abu-Bakr: Al-khitan, ra'y al-din wal-‘ilm fi khitan al-awlad wal-banat, Dar Al-i‘tissam, Cairo, 1989. Ad hoc working group of international experts on violations of genital mutilation, POB 197, Southfields, New York 10975, USA.
Al-Asbahani: Kitab dala'il al-nubuwwah, Alam al-kutub, Riyad, 1988..
Aldeeb Abu-Sahlieh, Sami A.: Circoncision masculine, circoncision féminine, débat religieux, médical, social et juridique, L'Harmattan, Paris, 2001.
Aldeeb Abu-Sahlieh, Sami A.: Khitan al-dhukur wal-inath ind al-yahud wal-masihiyyin wal-muslimin, al-jadal al-dini, Riad El-Rayyes, Beirut, 2000.
Aldeeb Abu-Sahlieh, Sami A.: Male and female circumcision among Jews, Christians and Muslims: religious, medical, social and legal debate, Shangri-La Publications, Warren Center (PA 19951), 2001, 400 pages
Aldeeb, Sami: Khitan al-dhukur wal-inath ind al-yahud wal-masihiyyin wal-muslimin, al-jadal al-dini, Riad El-Rayyes, Beirut, 2000.
Al-Ghawwabi, Hamid: Khitan al-banat bayn al-tib wal-islam, in: Majallat liwa al-islam, nos 7, 8 and 11, year 11,1951.
Al-Jamal, Abu-al-Ala Kamal Ali: Nihayat al-bayan fi ahkam al-khitan, Maktabat al-iman, Al-Mansurah, 1995.
Al-Jamri, Abd-al-Amir Mansur: Al-mar'ah fi zil al-islam, Dar al-hilal, Beirut, 4th edition, 1986.
Al-Mahdawi, Mustafa Kamal: Al-Bayan bil-Qur'an, Al-dar al-gamahiriyyah, Misratah and Dar al-afaq al-Jadidah,
Casablanca, 1990.
Al-Mannawi, Muhammad: Fayd al-qadir sharh al-jami al-saghir, Dar al-ma'rifah, Beirut, 1995.
Al-Saadawi, Nawal: The hidden face of Eve, women in the Arab world, Zed Press, London, 1980.
Al-Sukkari, Abd-al-Salam Abd-al-Rahim: Khitan al-dhakar wa-khifad al-untha min mandhur islami, Dar al-manar, Héliopolis, 1988.
Al-Tabari: Tarikh Al-Tabari, 3rd edition, Iz-ad-Din, Beirut, 1992.
American academy of pediatrics: Report of the ad hoc task force on circumcision, in: Pediatrics, vol. 56 no. 4, October 1975, p. 610-611; www.cirp.org/library/statements/aap/.
Amin, Ahmad: Qamus al-adat wal-taqalid wal-ta'abir al-masriyyah, Maktabat al-nahdah al-masriyyah, Cairo, 1992.
Ammar, Rushdi: Al-adrar al-sihhiyyah al-natijah an khitan al-banat, in: Al-halaqah al-dirasiyyah an al-intihak al-badani li-sighar al-inath, 14-15.10.1979, Jam'iyyat tandhim al-usrah, Cairo, 1979, p. 44-53.
Anba Gregorius, Al-khitan fil-massihiyyah, Faggalah, 1988, p. 20-27
Annand, Mathilde: Aborigènes: la loi du sexe, L'Harmattan, Paris, 2000.
As'ad, Maurice: Khitan al-banat min manzur massihi, Cairo, (s.d.).
Barth, M. Lewis (ed.): Berit mila in the reform context, Berit mila board of reform Judaism, s.l., 1990.
Bigelow, Jim: The Joy of Uncircumcising, restore your birthright and maximize sexual pleasure, Hourglass Book publishing Aptos, CA 95001, 2nd edition 1995.
Bodily integrity for both: the obligation of Amnesty International to recognize all forms of genital mutilation of males as human rights violations, Amnesty international Bermuda, prepared by LeYoni Junos, Section Director, 2nd ed., 1.8.1998, p. 27
Bonsirven, Joseph: Textes rabbiniques des deux premiers siècles chrétiens pour servir à l'intelligence du Nouveau Testament, Pontificio Istituto Biblico, Rome, 1955.
Boyd, Billy Ray: Circumcision exposed, rethinking a medical and cultural tradition, The Crossing Press, Freedom, 1998.
Bruce, James: Travels to discover the source of the Nile in the years 1768-1773, Robinson, Paternoster-Row, London, 1790.
Bryk, Felix: Circumcision in man and woman, its history, psychology and ethnology, American ethnological press, New York, 1943.
Chabukswar, Y. V.: A barbaric method of circumcision amongst some of the Arab tribes of Yemen, in: Indian medical gazette, vol. 56, no 2, February 1921, p. 48-49.
Cohen, Eugene J.: Guide to ritual circumcision and redemption of the first-born son, Ktav Publishing House, New York, 1984.
Cold, C. J.; Taylor, J.: The prepuce, in: BJU, vol. 83, suppl. 1, January 1999, p. 34-44. Comitato nazionale per la bioetica: Problemi bioetici in una società multietnica: la circoncisione, profili bioetici, Rome, 25 September 1998.
Cutting edge, in: Nursing Times, 19.2.1997, vol. 93, no 8, 1997, p. 2.
Cyrille d'Alexandrie: Lettres festales, Éditions du Cerf, Paris, 1991, p. 373-375
Davis, Elizabeth Gould: The first sex, Penguin Books, New York, 1972, p. 155.
Denniston, George C.: Circumcision: an iatrogenic epidemic, in: Denniston, George C.; Milos, Marilyn Fayre (ed.):
Sexual mutilations a human tragedy, Plenum Press, New York and London, 1997, p. 103-109.
Dorkenoo, Efua: Cutting the rose, female genital mutilation: the practice and its prevention, Minority rights publications, London, 1994.
Editor: Circumcision vs. cancer, in: Newsweek 1943, 21:110-111.
Egypt Demographic and Health Survey 1995, National Population Council, Cairo, September 1996.
El-Masry, Youssef: Le drame sexuel de la femme dans l'Orient arabe, Laffont, Paris, 1962.
Female genital mutilation, a joint WHO/UNICEF/UNFPA statement, WHO, Geneva, 1997.
Fink, Aaron J.: A possible explanation for heterosexual male infection with AIDS, in: New England journal of medicine, 1986, 315, p. 1167.
Fleiss, Paul M.: An analysis of bias regarding circumcision in American medical literature, in: Denniston, George C.;
Hodges, Frederick Mansfield; Milos, Marilyn Fayre (ed.): Male and female circumcision: medical, legal, and ethical considerations in pediatric practice, Kluwer Academic/Plenum Publishers, New York and London, 1999, p. 379-402
Fleiss, Paul M.: Where is my foreskin? The case against circumcision, in: Mothering, Winter 1997, p. 39.
Gairdner, D.: The fate of the foreskin, a study of circumcision, in: British medical journal, 1949, vol. 2, p. 1433-1437.
Gayman, Dan: Lo, children... our heritage from God, Church of Israel, Schell City (MO), 1991.
Ginzberg, Louis: The legends of the Jews, The Jewish publication society of America, Philadelphia, 12th edition, 1937.
Goldman, Ronald: Circumcision the hidden trauma, how an American cultural practice affects infants and ultimately us all, Vanguard publications, Boston, 1997.
Goldman, Ronald: Questioning circumcision: a Jewish perspective, Circumcision Resource Center, Boston, 1995.
Hammond, Tim: A preliminary poll of men circumcised in infancy or childhood, in: BJU, vol. 83, suppl. 1, January 1999, p. 85-92.
Hand, Eugene A.: Circumcision and venereal disease, in: Archives of dermatology and syphigraphy, 1949; 60, p. 341-346.
Henninger, Joseph: Eine eigenartige Beschneidungensform in Südwestarabien, in: Arabica varia, Universitätsverlag,
Fribourg, 1989, p. 393-432 (text published in 1938).
Hodges, Frederick: A short history of the institutionalization of involuntary sexual mutilation in the United States, in:
Denniston, George C.; Milos, Marilyn Fayre (ed.): Sexual mutilations a human tragedy, Plenum Press, New York and London, 1997, p. 17-40.
Hodges, Frederick: The history of phimosis from antiquity to the present, in: Denniston, George C.; Hodges,
Frederick Mansfield; Milos, Marilyn Fayre (ed.): Male and female circumcision: medical, legal, and ethical considerations in pediatric practice, Kluwer Academic/Plenum Publishers, New York and London, 1999, p. 37-62.
Hoffman, Lawrence A: Covenant of blood, circumcision and gender in rabbinic Judaism, University of Chicago Press, Chicago & London, 1996.
Ibn Abd Al-Hakim: The history of the conquest of Egypt, North Africa and Spain, known as the Futuh Misr, ed. by
Charles C. Torrey, Yale University Press, New Haven, 1922.
Ibn-al-Assal, Al-Safi Abu-al-Fada'il: Al-majmu al-safawi, Cairo, 1908.
Ibn-Baz, Abd-al-Aziz: Majmu'at fatawi, Dar al-watan, Riyadh, 1995.
Ibn-Hanbal: Musnad Ibn-Hanbal, Bayt al-afkar al-dawliyyah, Riyadh, 1998.
Ibn-Qayyim Al-Jawziyyah, Shams-al-Din (d. 1351): Tuhfat al-mawdud bi-ahkam al-mawlud, Mu'assasat al-rayyan, Beirut, s.d.
Ibn-Qudamah: Al-Mughni, Maktabat al-Riyad al-hadithah, Riyad, (s.d.).
Jad-al-Haq, Ali Jad-al-Haq: Al-khitan, annex of Al-Azhar, October 1994.
Jad-al-Haq, Jad-al-Haq Ali: Khitan al-banat, in Al-fatawi al-islamiyyah min dar al-ifta al-masriyyah, Wazarat al-awqaf, Cairo, vol. 9, 1983, p. 3119-3125.
Koriech, O. M.: Penile shaft carcinoma in pubic circumcision, in: BJU, vol. 60, July 1987, p. 77.
Kreiss, J. K.; Hopkins, S. G.: The association between circumcision status and human immunodeficiency virus infection among homosexual men, in: J Infect Dis, 1993, 168, p. 1404-1408.
Lantier, Jacques: La cité magique et magie en Afrique noire, Fayard, Paris, 1972.
Laumann, E. O. (et al.): Circumcision in the United States: prevalence, prophylactic effects, and sexual practice, in: JAMA, 1997, 277, p. 1052-1057.
Leslau, Wolf: Coutumes et croyances des Falachas (Juifs d'Abyssinie), Institut d'Ethnographie, Paris, 1957.
Lewis, Joseph: Al-khitan dalalah isra'iliyyah mu'dhiyah, Matabi' dar al-sha'b, Cairo (1971).
Lewis, Joseph: In the name of humanity, Eugenics publishing Company, N.Y., 1956 (first print 1949). Makhlouf, Hassanayn Muhammad: Hukm al-khitan, in Al-fatawi al-islamiyyah min dar al-ifta’ al-masriyyah, Wazarat al-awqaf, Cairo, vol. 2, 1981, p. 449.
McMillen, S. I. M.: None of these diseases, revised, updated and expanded by David E. Stern, Revell, Grand Rapids (MI), fifteenth printing 1995.
Mutilations sexuelles féminines: dossier d'information, WHO, Geneva (1994).
Nassar, Allam: Khitan al-banat, in Al-fatawi al-islamiyyah min dar al-ifta’ al-masriyyah, Wazarat al-awqaf, Cairo, vol. 6, 1982, p. 1985-1986.
O'Hara K.; O'Hara, J.: The effect of male circumcision on the sexual enjoyment of the female partner, in: BJU, vol. 83, suppl. 1, January 1999, p. 79-84.
Origène: Homélie sur la Genèse, Éditions du Cerf, Paris, 1985.
Philo: Questions and answers on Genesis, transl. Marcus, Harvard University press, Cambridge, 1979.
Philo: The special laws, in: Philo in ten volumes, vol. VII, transl. Colson, Harvard University press, Cambridge, 1984.
Pollack, Miriam: Redefining the sacred, in: Denniston, George C.; Milos, Marilyn Fayre (ed.): Sexual mutilations a human tragedy, Plenum Press, New York and London, 1997, p. 163-173.
Prescott, James W.: Genital pain vs. genital pleasure: Why the one and not the other? in: The Truth Seeker, July-August 1989, 1, p. 14-21.
Rashid, Nur Al-Sayyid: Wida'an lil-khilaf fi amr al-khitan, Dar al-wafa, Al-Mansurah, 1995.
Ravich, Abraham: Preventing VD and cancer by circumcision, Philosophical Library, New York, 1973, p. 45-46.
Ravich, Abraham: The relationship of circumcision to cancer of the prostate, in: Journal of urology, 1942, 48, p. 298-299.
Ravich, Abraham; Ravich, R. A.: Prophylaxis cancer of the prostate, penis and cervix by circumcision, in: New York State journal of medicine, 1951, 51:1519-20.
Rickwood, A. M. K.: Medical indications for circumcision, in: BJU, vol. 83, suppl. 1, January 1999, p. 45-51, p. 45-51.
Ritter, Thomas J.: Say no to circumcision, Hourglass, Aptos, 1992.
Rizq, Samyah Sulayman: Nahwa istratijiyyah i'lamiyyah li-muwajahat al-khitan, Maktabat al-anglo al-masriyyah, Cairo, 1994.
Romberg, Rosemary: Circumcision and the Christian parent, s.d. and s.l. Available also in: www.noharmm.org/christianparent.htm.
Romberg, Rosemary: Circumcision, the painful dilemma, Bergin & Garvey Publishers, Massachusetts, 1985.
Rosner, Fred: Sex ethics in the writings of Moses Maimonides, Bloch Publishing Co., New York, 1974.
Salim, Muhammad Ibrahim: Dalil al-hayran fi hukm al-khifad wal-khitan kama yarah al-fuqaha wal-atibba, Maktabat al-Qur'an, Cairo, 1994.
Shaltout, Mahmoud: Al-fatawi, Dar al-shourouq, Cairo & Beirut, 10th edition, 1980.
Shame on TVO, in: The Canadian Jewish news, 17.10.1996.
Spock, Benjamin: Letter to Editor, in: Moneysworth, vol. 5, no 5, 29.3.1976, p. 12.
Stengers, Jean; Van Neck, Anne: Histoire d'une grande peur: la masturbation, Éditions de l'université de Bruxelles, Bruxelles, 1984.
Strabon: Géographie de Strabon, trad. par Amédée Tardieu, vol. 3, Hachette, Paris, 1909.
Tafsir al-Qur’an al-karim (Tafsir al-manar), Dar al-ma‘rifah, 2nd edition, Beirut, [1980?].
The Talmud of Babylonia, transl. Jacob Neusner, Scholars Press, Atlanta, 1993.
Thesiger, Wilfred: Arabian sands, Longmans, London, 1959.
Thomas Aquinas: The Summa Theologica, transl. Fathers of the English Dominican Province, Benziger Bros. edition, 1947, in: www.ccel.org/a/aquinas/summa/home.html, IaIIae, q. 102, a. 5, ad 1.
Toubia, Nahid; Izett, S: Female genital mutilation, an overview, WHO, Geneva, 1998.
Van Howe, Robert S. (I): Neonatal circumcision and HIV infection, in: Denniston, George C.; Milos, Marilyn Fayre (ed.): Sexual mutilations a human tragedy, Plenum Press, New York and London, 1997, p. 99-129.
Van Howe, Robert S. (II): Why does neonatal circumcision persist in the United States? in: Denniston, George C.;
Milos, Marilyn Fayre (ed.): Sexual mutilations a human tragedy, Plenum Press, New York and London, 1997, p. 111-119.
Wallerstein, Edward: Circumcision: an American fallacy, Springer Publishing, New York, 1980.
Warren, John P.: Norm UK and the medical case against circumcision, a British perspective, in: Denniston, George C.; Milos, Marilyn Fayre (ed.): Sexual mutilations a human tragedy, Plenum Press, New York and London, 1997, p. 77-83.
Wiswell, T. E.; Bass, J. W.: Decreased incidence of urinary tract infections in circumcised male infants, in: Pediatrics, 1985, 75, p. 901-903.
Wolbarst, Abraham L.: Circumcision and penile cancer, in: Lancet 1932, 1, p. 150-153.
Zenie-Ziegler, Wedad: La face voilée des femmes d'Egypte, Mercure de France, Paris, 1985.
Zwang, Gérard: Functional and erotic consequences of sexual mutilations, Denniston, George C.; Milos, Marilyn Fayre (ed.): Sexual mutilations a human tragedy, Plenum Press, New York and London, 1997, p. 67-76.