Main Page
CV
Publications
Online Arts
Yeni Binyil Articles
Photo Gallery
Poems
Links
Contact
Search

Türkiye’de her şey var, hiç bir şey yok

 “Sayın abonemiz. Bu bir bant kaydıdır. Aradığınız yöne doğru tüm kanallarımız doludur. Lütfen bir süre sonra tekrar arayınız. Teşekkür ederiz.” Bu anonsu yaz aylarında yıllardır duyuyorum. Ve benimle birlikte Muğla kıyılarından internete bağlanmak için 822’li bir numara çeviren herkes duyuyor, Türkü yabancısı, Müslümanı gavuru. Sevgili Mümtaz Soysal hocamız kına yakabilir. Son Doğu Avrupa devletinin yarı sosyalist yarı “beleşçi ve popülist piyasa” ekonomisini idare eden memurlar ile onları idare edemeyen siyasetçilerimiz tüketicilere zulm etme güçlerinden bir milim kaybetmemiş. Beleşçilikle “free rider”lığı kastediyorum. Kamusal alanı maliyetine katılmadan tüketiyoruz. Kaldıramayacağı sayıda koyunun istilasına uğramış bir meranın yok olması gibi, 65 milyan insan vermeden almağa dayanan yaşama stratejimizle kamusal alanımızda ot bitmesine imkan vermiyouz. Popülizmimiz ise, üretmediğimiz bir refahı ve uygarlığı tüketebileceğimize dair safsatamız. Hızla kayıyoruz Suriye ve Irak ligine.

 Türkiye’de internet bağlantısı var. Ama Telekomun beceriksizliği ve keyfiliği içinde boğulan Türkiye’de internet bağlantısı aslında yok. Daha doğrusu hem var hem yok. Ya da ne var, ne de yok. Var mış gibi yapıyoruz. Cem Boyner’in kulakları çınlasın. Siyaset yapıyor muş gibi yapmış ama gerçekte yapamamış olsa da, Türkçeye armağan ettiği nefis “mış gibi yapmak” deyimi için ona teşekkür borçluyuz. Yapmıyoruz, yapıyormuş gibi yapıyoruz. Telekomünikasyon ve internet devrimini yakaladık gibi yapıyoruz. Yakalamıyoruz. Yakalamak için gerekenleri ısrarla yapmıyoruz. Ama yapıyormuş gibi yapıyoruz, başarıyla ve burnumuzdan kıl aldırmadan.

 Marmaris’in delicesine sevdiğim Bozburun köyünde adeta tırnaklarımızla yetiştirdiğimiz bir bahçemiz ve evimiz var. Bozburun’a ilk 1975’te geldiğimde elektrik şebekesine bağlı değildi ve içme suyu sistemi yoktu. Arada bir tamir edildiğinde ve muhtarlık mazot parası bulduğunda yeri göğü inleterek çalışan bir jeneratör ile bazan güneş batımından gece on bire kadar elektrik verilirdi kahvelere ve bir kaç eve. Sonra köy elektrik şebekesine bağlandı. Yani bağlanmadı da bağlanıyormuş gibi yapıldı. Yani hem bağlandı hem bağlanmadı. Daha doğrusu ne bağlandı ne de bağlanmadı. Her an kesiliyordu elektrik ve voltaj habire oynuyordu. Denildi ki bu aksaklıkların nedeni geçici şebeke. Düzenli merkezi ve mahalli trafolar, demir direkler, enerji nakil hatları yapılacak. Bunlar da yapıldı. Yani yapılmadı, yapılıyormuş gibi yapıldı. Yani hem yapıldı hem yapılmadı. Daha doğrusu ne yapıldı ne de yapılmadı. Elektrik sıkıntılarım bir türlü bitmedi. Dediler ki aboneliğini trifaze bağlantıya çevir rahat edersin. İki yıl önce borçlanıp harçlanıp trifaze hat çektirttim. Evime üç hattan elektrik geliyor. Kışın ısınmak yazın serinlemek için TEK’in sattığı ve 220 volt olması gereken elektriği Tek’ten satın almağa mahkumum. Epeydir Beko marka “heat pump”ım bozuk. Elektronik kumanda kartı yanmış. Yenisi geldi. O da yandı. Beko’cular bu sefer elektriği ölçtüler. “Air contioner”ların bağlı olduğu  hat 285 volt, öteki iki hat 170’şer volt çıktı. Bozburun yarım adasına düzenli enerji nakil hatları, bölgesel ve mahalli trafolarla elektrik veriliyor. Bozburun’da 220 volt elektrik olması lazım. Ama Bozburun’da 220 volt elektrik yok. Türkiye turizminin en önemli ili Muğla kıyılarında 2000 yılında elektriğin durumu bu. Türkiye’de elektrik var mı? Var. Türkiye’de iki de bir kesilmeyen ve 220 volttan şaşmayan bir elektrik var mı? Yok. Son Doğu Avrupa devletinin burnundan kıl aldırmayan devletçi memurları ve siyasetçileri 220 volt elektriği satamıyorlar. Emin misiniz, İspanya, Yunanistan gibi Avrupalı bir Akdeniz ülkesi olduğumuzdan? Yoksa Mısır ve Libya’yla birlikte Kuzey Afrika liginde miyiz?

 Bobzuburun’da evimi ve bahçemi yapmaya başladığımda köy su şebekesi yoktu. Yarımadanın su çanağının kısır olduğunu hesaba katıp iki yağmur suyu sarnıcı yaptım. Yetmiş beşer tonluk. Bahçemi kendi topladığım yağmur suyuyla suluyorum. Sonra Bozburun belde oldu, Belediye su şebekesi yaptırdı. Abone olduk. Ev kullanma suyu ihtiyacmız için “şebeke”ye bağlandık. Bizim mahallemizdeki boru hattında su alan üç küçük otel var. Biri Erdal İnönü’nün sık kalmasıyla ünlü. Belediye iki günde bir bizim mahalledeki su deposunun suyunu bizim hatta tahsis ediyor. Dün günümüzdü. Yüz elli litre su alamadım. Su kıtlığı devletçilikle piyasa ekonomisinin tokuşturulmasına yol açtı bu yıl Bozburunda. Zamanında bahçelerine artezyen kuyusu açtıranlar harıl harıl su satıyorlar. Abonesi olduğumuz Belediyemiz’den su alamıyoruz. Ama sevgili Çoban Salih dört tonluk tankeri dört milyon liradan suyu getirip basıyor depomuza. Bozburun’da belediye su şebekesi var mı? Var. Bozburun’da belediye şebekesinin borularında su var mı? Yok. Bozburun Türkiye istatistiklerinde içme ve kullanma su ihtiyacı giderilmiş bir belde olarak görünüyor. Bozburunda içme suyu var mı? Hem var, hem yok. Ya da ne var ne de yok. Aklıma Aziz Nesin geliyor. Yaşar ne yaşar ne yaşamaz. Su ne akar ne akmaz. Elektrik ne gelir ne gelmez. Telefon ne çalışır ne çalışmaz. İnternet ne bağlanılır ne bağlanılmaz. Yaşasın Türkiye.

 Türkiye’de çoğulcu demokrasi var mı? Türkiye’de evrensel insan haklarına riayet aksiyomuna, hukukun üstünlüğü aksiyomuna dayalı bir devlet var mı? Türkiye’de din özgürlüğü var mı? Ne dersiniz, mesela din özgürlüğü var mı? İnsanlar istedikleri dine sahip olma hakkına sahipler mi? Ya da dinsiz olma özgürlüğüne sahipler mi? Evet mi? Peki Türkiye’de din özgürlüğü varsa, Yezidi vatandaşlarımızın kimlik kartlarının din satırına, bir zamanlar Tanrı’nın Türk ulusuna armağan ettiği “feylesof kral” sandığımız sevgili Bülent Ecevit’imizin başbakanlığı sırasında, yani devletten sorumlu olduğu bir tarihte, niye Yezidi diye yazmayı reddediyor nüfus memurları? Türkiye bir demokrasi mi? Efendim, biraz demokrasi biraz değil. Yani hem demokrasi hem değil. Daha doğrusu ne demokrasi ne de değil. Türkiye’de insan haklarına riayet edilen bir hukuk devleti var mı? Hımmm. Biraz var, biraz yok. Ya da hem var hem yok. Daha doğrusu ne var ne de yok.

 16 temmuz tarihli yazımda, “Sabırlı olmamız lazım … ortalama insan malzemesi sorununu … kendimize hatırlatıp sakinleşmeliyiz. Her şeye rağmen denizin, buz gibi rakının, üzümün ve beyaz peynirin tadını çıkarmalıyız” demiştim. İnanın oyun bozanlık yapmıyorum. Hala sabırlı ve sakinim. Ama buz gibi rakının tadını çıkarmak için elektrik ve su lazım. Ah 220 volt elektrik ve su olsa, hiç şikayet edermiyim ben. Ne dersiniz?

 

30th July 2000    Home   13rd August 2000