|
Liberallerimiz
‘liberal’ mi?
Farklı kültür geleneklerinde farklı dünya tasarımları farklı
gerçekliklerle ilişkilidir. Öte yanda, bu anlam dünyası ve gerçeklikleri oluşturan
bazı temel kurumlar ve değerler sanki geleneklerin hepsinde varmış gibi görünür.
Mesela yazı kullanan, şehir temelli bütün kültürlerde, bir ‘devlet’ ve
‘adalet’ kategorisi vardır. Ortak varlık gibi görünen bu kategorilere her
kültürün dilinde bir ‘ad’ verilir. Ve diller arasında çeviriyi olanaklı kılan
sözlükler aracılığıyla iki kültürü birbiriyle karşılaştırmaya başlarız.
Birinci Elisabeth İngiltere’sinde ‘state’ adı verilen gerçeklik ve anlam
dünyası kesitinin, Kanuni Türkiye’sinde ‘devlet’ denilen, ‘justice’ denilenin
‘adalet’ denilen, ‘guild’ denilenin de ‘lonca’ denilen gerçeklik ve anlam
dünyası kesitine denk düştüğünü düşünmeğe başlarız. Bunu düşünmeğe
başladığımızda ise önemli bir yanlışın içine gireriz. Çünkü, İngilizce
Türkçe sözlükte ‘devlet’ kelimesi ‘state’in, ‘adalet’ ‘justice’ın,
‘lonca’ ‘guild’in karşılığı olduğu halde, Osmanlı gerçekliği ve anlam
dünyasında ‘devlet’, İngiltere gerçekliği ve anlam dünyasında ‘state’ den,
‘adalet’ ‘justice’dan ve ‘lonca’ ‘guild’den esasta farklıdır.
Osmanlı’da ‘devlet’, idare edilen insanları hiç ilgilendiremeyen, akıl
erdiremeyecekleri, karşısında ancak ya kuzu kuzu kabul edip uymak ya da yok olmak
seçeneğine sahip oldukları kozmik düzenin uzantısıdır. İngiltere’de ise
‘state’, toplumsal ilişkilerin beşeri ölçeğinde var olan bir gerçekliği ve
anlam dünyası kesitini işaret eder. Osmanlı’da ‘adalet’, reayanın yani
sürünün içine doğduğu düzeni sorgulamadan, usul usul otlamağa devam etmesi,
ontolojik sınırını aşmamasını, ‘nizam-ı alem’de bozulma sayılan değişmenin
önlenmesini sağlayan bir gerçeklik ve anlam kesitini işaret eder. Yurttaşların
devlete karşı da korunabilen varlık ve medeni hakları anlamında bir sorunsal,
‘adalet’ kelimesinin işaret ettiği Osmanlı gerçekliği ve anlam dünyası
kesitinde hiç konusu olmamıştır. İngiltere’de ‘justice’, ‘common wealth’i
yani ‘ortak zenginliği’i oluşturan yurttaşların, devletin dokunamayacağı
haklarını içerir. Kanuni Osmanlı’sında ‘lonca’ devletin zanaatçı ve tacirleri
‘zabt ü rabt’ altında tutmak için kullandığı bir kurumdur. Elisabeth
İngiltere’sinin ‘guild’i ise, zanaatçı ve tacirlerin varlık haklarını devlete
ve kiliseye karşı korumalarının kurumsallaşmış sürecidir. Bu nedenledir ki bir
kültür toprağında içerik kazanmış bir kategorinin bambaşka bir kültür
dünyasının dilindeki sözlük karşılığının, ikinci kültürde ortaya çıkmış
olan bazı kurum ve değerlerin adı olarak kullanılmaya başlaması, ikincisinde ortaya
çıkan kurum ve değerlerin birincisindekine benzer bir içerik taşıdığını
kanıtlamaya yetmez .
Benim kuşağım, 1960lı ve
1970li yıllarda ‘sosyal demokrasi’ deyimi ile oynadı. Öyle oynadı ki adına
Türkiye’de ‘sosyal demokrasi’ denilenin, İskandinav, Kıta Avrupa’sı ve
Anglosakson ülkelerinde ‘sosyal demokrasi’ denilen gerçeklik ve anlam içeriği ile
ortaklığı oluşmadı. Şimdi de ‘sivil toplum’ ve ‘liberalizm’ kategorileriyle
benzer bir şekilde oynamaya başladık gibi geliyor bana. Sivil toplum konusunu sonraya
bırakıp, bu yazıda ‘liberalizm’ kavramıyla oynanmasından söz etmek istiyorum.
Bana göre Türkiye’de
‘liberal’ sıfatı taşıyan parti ya da derneklerde liberalizm değil kültürel
muhafazakarlık sergileniyor. Avrupa ve Avrupa uzantısı toplumlardaki içeriği ile
liberalizmin üç olmazsa olmaz ekseni var. Bunlardan birinin eksikliği paradigmayı
liberal olmaktan çıkarıyor. Birinci eksen, her türlü toplum mühendisliğini
projesini ve aşkın devleti reddeden bir siyaset paradigması, siyasi liberalizm. Devlet
kendilerini idare etme ehliyeti ve hakkına sahip insanların bir arada yaşama
sorunlarını çözdükleri bir örgütlenmeden ibaret. İnsanlar koyun olmadıkları
için ne tanrının ne de tanrının görevlendireceği kişilerin çobanlığına
ihtiyaç duymuyorlar. İkinci eksen iktisadi liberalizm. En az israfa ve adaletsizliğe
yol açan kaynak tahsis mekanizması, varlık hakları ve hakkaniyetin korunduğu bir
piyasa mekanizmasıdır deniliyor. Bu iki ekseni muhafazakarlar da paylaşıyor.
Liberalizmi muhafazakarlıktan ayırt eden ise üçüncü eksen, yani kültürel
liberalizm. Bu paradigma birey olarak insanı, sadece devlete karşı değil, içine
doğduğu ya da girdiği cemaatlere karşı da korunan temel haklarla donatılmış,
kendisi için değerli bir varlık olarak görüyor. Birey, doğuştan ya da sonradan
edindiği kimlik özellikleri ne olursa olsun devletin de, dini, milli, etnik ya da siyasi
cemaatlerin de saygı göstermek zorunda oldukları bir değere sahip. İnsanlar,
cinsiyetleri, renkleri, anadilleri, dinsizlik ya da dindarlıkları, dinleri, felsefi ya
da siyasi değerleri, toplumsal sınıfları, cinsel kimlik tercihleri ne olursa olsun,
insan oldukları için eşit değerde.
Besim Tibuk, Atilla Yayla,
Mustafa Erdoğan gibi Liberal parti ya da derneklerimizin önde gelen sözcüleri, dini ve
milliyetçi bir kültür paradigması içinde yaşıyorlar. ‘Erkeklik’,
‘dindarlık’ ya da ‘heteroseksüellik’in insan olmanın ‘normal’ halini
tükettiği gibi geleneksel değer yargılarını sorgulamadan ‘liberal’ olmak
istiyorlar. Erkekliğin de kadınlığın da, dindarlığın da dinsizliğin de
heteroseksüelliğin de eşcinselliğin de insan olmanın farklı ‘normal’ halleri
olduğuna içteklikle inanmadan, içinde yaşadığımız evrensellikte liberal
olduğumuzu öne sürmemiz anlamlı mı? Milliyetçi ve dini muhafazakarlık temeli
üstünde inşa edilen bir demokrasicilik ve piyasacılık, liberalizm değil,
muhafazakarlık olmaz mı? İngiliz ve Alman muhafazakarları ile liberalleri, demokrasi
ve piyasa ekonomisinde uzlaşmıyorlar mı? Onları ayırt eden, birey olarak insana ve
kültüre bakışları değil mi? Tibuk, Yayla ve Erdoğan gibi arkadaşlarımız
muhafazakar mi liberal mi?
Evrensel gerçeklik ve anlam
içeriği veri olan liberalizm kategorisinin, Türkiye’de bazı parti ve dernekler
içinde kullanılmaya başlanması, bunların değerler sistemi ve kurum olarak
dünyadakine benzer bir gerçeklik ve anlam içeriği taşıdığını kanıtlamaya
yetmiyor. Benzerlikten söz edebilmemiz için, kendilerine liberal diyen
arkadaşlarımızın, siyasi ve iktisadi liberalizm kadar kültürel liberalizmin
değerlerini üretmeleri gerekiyor. Anneanne ve dedelerimizin değer yargılarının
teyidi ile liberal değerlerin üretilmesi ise iki farklı proje. |