Main Page
CV
Publications
Online Arts
Yeni Binyil Articles
Photo Gallery
Poems
Links
Contact
Search

Sorumsuzluklar cenneti

Eski Ahit bir yerde, “herkes dünyayı değiştirmek ister ama kimse kendini değiştirmek istemez” der. Türkiye’de, toplumun belirli kesimlerinin önüne ağır bir fatura getirmekte olan bir ‘ekonomik istikrar ve yeniden yapılanma programı’ uygulanıyor. Siyasetçilerimiz ve onları seçen bizler, yıllar boyu saçmalaya saçmalaya ekonomimizi bir batağa soktuk. Ve bu bataktan çıkmak için şimdi bir fatura ödüyoruz. Bu batağa biz girdik. Kimse bizi zorla itmedi. Sorumlusu olmadığımız bir kaza sonucu düşmedik batağa. Sorumluluğu üstlenmemiz, hem bataktan çıkmamızın hem de bir daha düşmememizin ön koşulu. Gel gör ki, dünyayı değiştirmek isteyenler kendilerini değiştirmek istemiyor. Özellikle siyasetçilerimiz.

‘Ekonomik istikrar ve yeniden yapılanma programı’ nın kritik bir aşamasında, “Off shore” bankalarda batan mevduatı kurtarmak kararı alınması insanı karamsar yapıyor. Siyasi kültürümüz, akli ehliyeti olan erişkin insanların kültürü mü? Yoksa seçmeni ve seçilmişi ile, çocuklar ve deliler gibi “sorumsuzluklar cennetinde” yaşamak isteyenlerin kültürü mü? Galiba “aşiretler” içinde toplumsallaşmış olan bizler, hukuk devletini ve piyasa ekonomisini üretmekte epey zorlanacağız. Demokrasi ve piyasa ekonomisi, altta yatan bir medeni hukuk kültürü gerektiriyor, “aşiret” kültürü değil. Bu hukuk kültürünün çekirdeğinde ise, çocuk ve deli değilse herkesin kendi tercih ve eyleminin sorumluluğunu taşıması aksiyomu yatıyor.

Geçtiğimiz yılların Asya Krizi, ufkumuza önemli bir kategori soktu: “moral hazard” ya da “ahlaki tehlike”. Bu kategorinin işaret ettiği şu. İnsan, eylemlerinin sorumluluğundan sıyrılabileceğine dair bir temel varsayım ile yaşarsa, hata yapmamak için özen göstermez. Ve daha çok hata yapar. İktisadi hayatta kaynak kullananlar, “bir şey olmaz abi, babam beni kurtarır” varsayımıyla hareket ediyorsa, kaynaklar hem kötü kullanılır hem de büyük toplumsal adaletsizlikler doğar. Asya Krizi bu ülkelerde, siyasetçiler, bankacılar, sanayiciler arasında, kimin elinin kimin cebinde olduğunun anlaşılmadığı “ahlaksız” ilişkilerin kaynak kullanımı ve risk yönetimini çarpıtmasının sonucuydu. Yatırım kararları, zor durumda kalırsak nasıl olsa siyasetçiler bizi kurtarır varsayımının rahatlığı içinde alınmıştı. Bu ülkelerin bankaları, sanayi yatırımı yapanlara, siyasetçiler ne onların ne de bizim batmamıza izin vermezler varsayımı ile kredi vermişti. Uluslar arası bankalar da, yanlış bilgi, analiz ve risk değerlendirmesi yaparak, Asya Kaplanlarının “mucize” yaratmakta olduğunu sanıp mahalli bankalara kredi vermişlerdi. Sonunda, “bir şey olmaz abi” modeli çökmüştü.

Piyasa ekonomisi, daha çok kazanmak isteyen insanların ihtiras alanlarının toplamsallığı değil. Her siyasetçinin canı istediği anda canı istediği insanın lehine ve kaçınılmaz bir şekilde öteki insanların aleyhine müdahalelerle bozmadığı, bozamayacağı bir sözleşmeler hukuku varsayan bir hesap, risk, kar ve zarar oyunu. İnsanların hesap ve yatırımlarının karına sahip çıkmaları meşru. Çünkü yanlış hesabın zararına katlanıyorlar. Hesabı yanlış çıkanlarının zararlarının telafi edildiği bir ortam piyasa ekonomisi değil. Sanki akli ehliyet yokmuş ya da çocukmuş gibi yaşanılan bir “sorumsuzluklar cenneti” piyasa ekonomisi değil. Ne? Adını koymak zor. Ama bir piyasa ekonomisi değil. Türkiye böyle bir “sorumsuzluklar cenneti”. Ve bu nedenle de bir piyasa ekonomisi değil.

Şu “off shore” hikayesine bir daha bakalım. Türkiye’deki zaten gevşek olan bankacılık hukukukun denetiminden bile kaçan bazı “saadet zinciri” pazarlayıcıları, Türk hukuk sisteminin dışında, Türkiye’deki insanlara Türkiye’deki bankalardan daha yüksek faizler teklif edip mevduat toplamak istedi. Türkiye’deki bazı insanlar, bebekler ve deliler değil, akli ehliyete sahip bazı reşit insanlar, bu bankaların batması riskinin daha yüksek olduğunu bile bile, düşük risk ve düşük faiz değil, yüksek risk ve yüksek faiz bileşimini yeğledi. Kimse kafalarına tabanca dayayarak onları buna zorlamadı. Kendi özgür iradeleri ile, düşünerek taşınarak, bu kararı aldılar. Sonra bu bankalar battı. Paraları batanlar da aldıkları riskin sorumluluğundan sıyrılmak istediler.

İşte bu noktada, kapitalizm öncesi arkaik siyasi kültürümüz, tarihi olarak gırtlağına kadar “moral hazard” içine batmış siyasi kültürümüz devreye girdi. “Off shore”da para batırmış “masum”(!) yurttaşlarımızı, sorumlusu olmadıkları bir doğal afetten zarar görmüşlermiş gibi koruma kararı aldı. Adam başına yirmi milyar yani bir ortalama devlet memurunun neredeyse on yıllık maaşı kadar kaynak tahsis ederek. Kimin kesesinden? Vergi ödeyen yurttaşların kesesinden. Niye? Vergi mükellefleri, kumarcılara, “korkmayın istediğiniz kadar kumar oynayın, biz sizin kumar zararlarınızı tazmin ederiz diye” bir güvence mi vermiş? Bana mı sorarak yeğlediydi yüksek risk yüksek faiz bileşimini “off shore”cu kardeşlerimiz? Siz ey hükümet ve parlamento üyeleri, benim verdiğim vergi ile, daha yüksek risk ve daha yüksek faize tamah etmiş insanlarımızın riskinin sorumluluğunu iptal etmeğe nasıl kalkarsınız? Bu hakkı size veren ne? Yasama erkinin size delege edilmiş olmasını, size Türkiye’yi bir sorumsuzluklar cenneti yapmaya kalkışma özrü verilmiş gibi yorumlama hakkını siz nereden alıyorsunuz? Piyasa ekonomisi bu mu? Sivil hukuk, sözleşmeler hukuku kültürü bu mu? Bari bir başka kanun ya da kararname çıkartın. Diyin ki, “giriştikleri işlerde zarar etmemek Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının doğuştan sahip oldukları ve anayasa ile teminata bağlanmış temel insan hakkıdır; bu nedenle zarar eden her dükkan, her firma sahibine adam başına yirmi milyara kadar tazminat ödenir”. İnsanlardan fedakarlık yapmalarını istediğiniz “istikrar ve yeniden yapılanma programının” altıncı ayında siz bunu nasıl yaparsınız? Bu programın siyasi kararını siz almadınız mı? Siyasi ve ahlaki sorumluluğunu siz taşımıyor musun? Bu program Türkiye’de uygulanmıyor mu? Biz nerede yaşıyoruz Allah aşkına söyler misiniz? Memurun maaşından, köylünün buğday fiyatından kesilerek ekonominin kurtarılmak istenildiği ülkenin hükümeti, parlamentosu değil misiniz?

Bizim de yurttaşlar olarak külahımızı önümüze koyup düşünmemiz gerekiyor. Bir hukuk devleti ve demokrasi mi istiyoruz, yoksa çocuklar ve delilere layık bir “sorumsuzluklar cenneti mi?”

04th June 2000    Home   18th June 2000