Milliyetçilik ve dincilik,
insan kültürlerinin değişme tarihini anlamamızı zorlaştırır. Hiçlikten hiçbir
şey çıkmayacağı için, her ulus, her din, öteki uluslar ve dinlerden çıkmıştır.
Ama her ulusçu ve her dinci, kendi ulusunu ve dinini, tarih sahnesinde ortaya çıkmış
bir yep yenilik gibi görmek ve göstermek ister.
Kültürlerin öteki
kültürlerden etkilenmeden, sadece kendi iç ritimleri ile binlerce yıl sürdüğü
bölgeleri olmuş dünyamızın. Beyazlar öncesi Avustralya ve Amazon Amerika’sı gibi.
Ama Çin’den Akdeniz’e uzanan büyük uygarlıklar kuşağındaki kültürler hep
birbirini etkileyerek sürmüş. Ve etkileşmeler çok kere, kafasına insanlığı
değiştirmeyi takmış birilerinin ‘jakoben’ müdahalelerinin açtığı kanallarda
akmış. Kültürler arası etkileşmelerin büyük maceraları yaşanmış bu kuşakta.
İskender, Balkanlardan, Afganistan, Pencap ve Mısır’a kadarki alanlarda kültürleri
hallaç pamuğu gibi atmış. ‘Doğu’ ile ‘Batı’yı kaynaştırmak için,
binlerce Helen ve Makedon askeri yerli kızlarla evlendirip kurduğu şehirlere
yerleştirmiş. Hazreti Muhammed İspanya’dan İç Asya’ya Hindistan’a kadarki
alanlarda yaşayan on milyonlarca insanın kültürünü değiştirmiş. Kültürler
sadece kendiliğinden işleyen süreçlerdeki anonim insan eylemlerinin kastedilmemiş
sonuçları olarak gelişmemiş. İskender, Muhammed, İkinci Mahmud, Mustafa Kemal’ler,
kasıtları, eylemleri, müdahaleleri ile yeniden şekillendirmişler kültürleri.
İşte üstünde
yaşadığımız tarih coğrafyası bu büyük değişmeler ve serüvenlerin göbeğinde
olduğu içindir ki, milliyetçi ve dinci gözlük tarihimizi de, güncelliğimizi de
görmemizi, anlamamızı olanaksızlaştırıyor.
Bugün sizlere uygulanmakta
olan istikrar politikasının gidişatından söz etmeye niyetlenmiştim. İktisatçı
kimliğimle. Ama Salı gecesi 1500 yaşındaki Aya İrini’de Kiri Te Kanawa konserini
yaşadım, yerli yabancı 1500 öteki insanla beraber. Eşsiz bir tarih coğrafyasına
sahip olmanın ayrıcalığı ve sorumluluğunu, kelimeye dökülmesi zor bir dini
tecrübe gibi hissettim. Siyasetteki ve ekonomideki sıkıntılarımızı aşan çok
olumlu işleri başardığımızı, kelimelerle değil duyularla yaşadım. Bunu
paylaşmak istedim sizlerle, istikrar paketini konuşmayı erteleyerek.
Bugünkü dünyamız yerel
kültürlerin birikimli mirası içinde küreselleşiyor. Bu küreselleşme herhangi bir
yerel kültürün bütün dünyaya damgasını vurması biçiminde olmuyor. Bütün yerel
kültürlerin artan bir ritim ve yoğunlukta birbiriyle kaynaşmasıyla oluyor.
Amerika’daki, Avustralya’daki uzantılarıyla birlikte Hıristiyan Avrupa kültürü
de bir yerel kültür. Ağırlığı fazla olsa da, damgasını vurmuyor küreselleşme
dinamiğine tek başına bu kültür. Bunu anlamak için şimdilerde New York’ta,
Londra’da yaşamak, İngilizce’nin en büyük çağdaş edebiyatçısı sayılan
Naipoul’un Jamaica’da büyümüş bin Hintli olduğunu bilmek yetiyor.
Tanrı kültürlerden her
birini, öteki kültürleri de yerleştirdiği rekabetçi bir ortama salmış. Savaşın
evlatlarım demiş mi, bilmiyorum. Ama sanki yarışın evlatlarım demiş de bizler bunu
çok kere savaşarak yarışın demiş gibi algılamışız. Yaşadığımız dünyada
‘öteki’lerin kültürlerinde de inci gibi zenginlikler var. Yerel kültürlerin
herhangi biri içinde yaşayan bizlerin, kendi yerelliğimizi insanlığın birikimli
mirasının bir parçası olarak değerli kılabilmemiz için, öteki kültürlerin
değerlerini korkusuzca almamız ve özümsememiz ve başkalarının da alıp özümsemek
isteyecekleri değerleri üretmemiz gerekiyor. Salı gecesi Aya İrini’de bunu
anladığımızı ve başardığımızı hissettim.
Yıllar önce, Mülkiye’de
iktisadi tarih okuttuğum bir sınıfımla, Hititlilerin başkenti Boğazköy’de
pikniğe gitmiştik. Yazılıkaya’ daki kabartmalara bakıyorduk. Fetullah Hoca yurtlar
ve okullar zinciri içinde yetiştirilmiş bir öğrencime, Yazılıkaya’ daki anıt
kalıntıların kendisini ilgilendirip ilgilendirmediğini, benlik tasarımı ile
gördükleri arasında bir bağ kurup kurmadığını sordumdu. Zeki bir gençti. Hiç
bağ kurmuyorum, beni hiç ilgilendirmiyor. Bunlar puta tapan bir kültürün bana bir
şey ifade etmeyen taşları dediydi. Ama bak burası senin ülkenin, kendini ait
hissettiğin İslam kültüründen önceki kültürlerinin bıraktığı mirasın bir
parçası; bu anıtlarla kendi kimliğin arasında bir bağ kuramazsan, Müslümanların
yerleşmesinden bu yana bin yıl geçmiş de olsa bu topraklarda ‘işgalci’ gibi kalma
riskin var demiştim. Ama anlaşamamış, konuyu kapatmıştık.
Kiri Te Kanawa, çağın en
büyük sopranolarından biri. Yeni Zelanda kökenli. İngiltere’de yaşıyor. Maria
Callas gibi Akdeniz tutkusuyla şakımıyor. İskandinav serinliği var sesinde. Ama
dinleyeni deneyimlenebilir dünyanın ötesine götüren metafizik bir büyü yapıyor
sesiyle. Sanat, özellikle müzik en az din kadar uhrevi. İnsan sanatla ölümlü
sıradanlığının anlamsızlığını aşıyor. Bilimle, dinle aştığı gibi. Aya
İrini dinin ve sanatın aşkınlığa açıldığı bir yer. Dünya’da içinde yapılan
müziğin bu denli uhrevilik kazandığı bir başka kapalı konser mekanı yok. Muazzam
tuğla fil ayakları üstünde yükselen bin beş yüz yıllık kubbenin altında müzik
zaman ötesine geçiyor. Ve hissediyorsunuz ki Türkler, Aya İrini’nin fatihi olmayı
aşıp yarattıkları sivil evrensellikle sahibi haline gelmişler. Konseri yaşayan
yüzlerce Avrupalı ve Amerikalının gıpta ettiği bir ayrıcalık Aya İrini’yi
sahiplenme sorumluluğunu bu kadar ustaca taşımak.
Galiba Lale Devriyle
başlayan Jakoben serüvenin akıntıya kürek çekmek olduğuna dair kuşkuyu geride
bıraktık. Bu serüven, başkalarının olduğu bir dünyada ötekilerle savaşarak
yaşamak yerine yarışarak yaşamaya geçmek, bir kısmı kendi topraklarımızın tarihi
mirası olan öteki kültürlerin değerlerini almak ve özümsemek ve ötekilere almak ve
özümsemek isteyecekleri değerler sunmak girişimiydi. Galiba bu serüven boşa gitmedi.
Evrensel kültür
değerlerinin Türkiye’de özümsendiği ve yeniden üretildiği toplumsal ölçek,
devlet ricalinin cumhuriyet baloları ile sınırlı değil artık. Uluslar arası müzik,
tiyatro, sinema festivalleri sadece İstanbul ve Ankara da yapılmıyor. Aspendos’ta
opera ve bale festivali yaşanıyor şu günlerde. İzmir’de, Eskişehir’de,
Bursa’da her yıl uluslar arası müzik, dans, tiyatro festivalleri var. Gösterileri
izlemek için kapıda kuyruk oluşturanlar sadece Turistler ve Levantenler değil. Daha da
önemlisi, devlet yok bu festivallerin örgütlenmesinde. Nejat Eczacıbaşı gibi ‘iyi
insan iyi yurttaş’lar, sivil toplum var.