Main Page
CV
Publications
Online Arts
Yeni Binyil Articles
Photo Gallery
Poems
Links
Contact
Search

Kurda, Güvercine ve Nispi Fiyatlara Dair

Türkiye’de siyaset, en karanlık dönemlerinden birinden geçiyor. ’Karanlık’ kelimesini ‘meşum’ karşılığı değil, ışıksızlık, olan biteni görememe anlamında kullanıyorum. Hükümeti oluşturan liderler birbirleriyle basın aracılığıyla konuşup aralarındaki güvensizliği tırmandırıyorlar. MHP’lilerin ‘kurdu kuşa yedirmeyeceğiz’ repliğine, Rahşan Hanım, ‘kurt da güvercinin çıktığı yüceliklere asla ulaşamaz’ diye cevap veriyor. Ve Bülent Ecevit, ‘cumhuriyet’in başbakanı olarak ziyaret ettiği Urfa’da, memur, yani cumhuriyet hükümetinden emir alan kişi olması gereken valinin kendini karşılamaya gelenleri kente sokmaması karşısında çaresiz kalıyor. ‘Bunun hesabını soracağım’ diyor gazetecilere. Ve ekliyor, “Rahşan’ın güvercin ve kurt hakkında söyledikleri siyasi değil bilimsel, doğa yasalarını işaret ediyor”. Her halde ortağını kızdırmamak için. Türkiye’de, insanın dilinin ucuna komik kelimesi geliyor, garip şeyler oluyor.

Gariplikler kısmen demokrasinin bastırılmış, çarpıtılmış olmasından kaynaklanıyor. Güdümlü demokrasi tarihimiz siyasi parti geleneğimizde adeta genetik deformasyona yol açtı. Oyundaki üç parti, DSP, ANAP ve DYP, parti değil, Bülent Ecevit, Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller’in kişisel serüvenlerinin kurumsal kabuğu gibi. MHP ile Fazilet, toplumsal yapı ve ideolojik kimlikleriyle biraz daha fazla parti gibi duruyor. Ama onların başka sıkıntısı var. Bir yanda post-modern dünyada kaybolma korkusunu pre-modern heyecan ve hayallerle yenmek isteyenlerden oluşan tabanlarını elde tutmak istiyorlar. Öte yanda kendilerini ‘derin devlet’e ve uluslararası aleme beğendirme ihtiyaçları var. İki arada bir derede sıkışmışlar. Ve Türkiye’de siyasetçiler ekonomi politikasını, uluslararası ilişkiler ve güvenlik politikasını konuşmuyorlar. Parti kapatılmasını, politikacıların yüce divana gönderilmesini, kuşun kurdu yemesini, kurdun güvercinin yüceliklerine çıkamamasını konuşuyorlar. Cumhuriyetin başbakanı ziyaret ettiği ildeki valiye emir veremiyor. Ortalık karanlık. Türkiye’de ne oluyor, göremiyoruz.

Hükümeti oluşturan liderlerin arasındaki gerginliğin bir başka nedeni daha var gibi geliyor bana. Bir sorumluluktan kaçmaya çalışıyorlar. Sanki bitse bu iş rahat edecekler. Kaçmaya çalıştıkları sorumluluk ne? Türkiye’nin kötü idare edilmesinin ilk seçimde önlerine getirilecek olan faturası. Türkiye kötü idare ediliyor. Türkiye’yi idare edenler, her kimse onlar, bizleri ve dünyayı bu işi iyi yaptıklarına inandırmak zorundalar. Ama iyi yaptıkları tek şey bu işi yaptıklarına dair imajı, adeta organik bağlarla bağlı oldukları medyanın sayesinde ayakta tutmaları. O kadar.

21 haziran tarihli Hürriyet’te Yalçın Bayer’in köşesinde ilginç tespitler var. İki şirket yöneticisi Ertuğrul Özkök’e ‘işler iyi gitmiyor, ekonomide tuhaf rüzgarlar esiyor’ demiş. Bayer, kamu oyu yoklamaları uzmanı olarak Bülent Tanla’ya bu konuda ne düşündüğünü soruyor. Tanla’nın yanıtı çarpıcı. Tanla diyor ki : “üç sorun var; bir, siyaset ve medya son 20 yılda halkın gündeminden hiç bu kadar kopuk olmadı … bu Türkiye’nin siyasal geleceğiyle ilgili önemli sonuçlar doğuracak … iki, düşmekte olan enflasyon ve 1990’lı yıllardaki kalkınma halka yansımıyor … gelir dağılımındaki adaletsizlik artıyor … son bir yıl içinde zengin daha zengin oluyor … halkın büyük kısmı fakirleşiyor … üç, 18-30 yaşlarındaki insanlar iş bulamamakta … toplumda kendini ifade edememekte … Çayeli’nden Babaeski’ye, Diyarbakır’dan Karabük’e kadar genç nüfus kahvelerde ve sokakta boşlukta”.

İşte liderler bunun faturasının ilk seçimde önlerine geleceğini gördükleri için rahatsız olmağa başladılar. Özellikle Bahçeli. Bir sonraki genel seçim kampanyası galiba Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit’in ufkunda pek yok. Bahçeli ise, şu andaki kötü yönetimin siyasi sorumluluğu üstlenmek zorunda kalabileceğini görüyor. ANAP ve DSP ile arasına mesafe koymak istemesinin bir nedeni bu.

Hükümet, siyasi faturası ne olursa olsun enflasyon süreçlerini durdurma kararının siyasi sorumluluğunu üstlenmiş gibi bir tavır sergiledi, ‘istikrar ve yeniden yapılanma programının’ ilan edildiği Aralık 1999’dan beri. Önceki yazılarımda söylediğim gibi, fiyat istikrarı ortamının oluşturulması piyasa ekonomisinin, sürdürülebilir büyümenin, demokratik barışın sağlanması açısından olmazsa olmaz bir ihtiyaç. Burda hiç tereddütüm yok. Bunun toplumsal refah maliyetine katlanmamızın kaçınılmaz olduğu konusunda da bir kuşkum yok. Bana ters ve tehlikeli gelen, bu kararın siyaset dışında alınmış gibi olması, Merkez Bankası Başkanı gibi memurların kendilerine ait olmayan bir siyasi sorumluğu taşır gibi ortaya çıkmaları ve söylediklerinin doğruluğu yanlışlığının sınanmadığı kontrollü ortamlarda bu programın refah maliyetini önemsiz gibi göstermeleriydi. Siyasetçilerin, programa, adeta başlarına gelen ve katlanmak zorunda oldukları bir hadise gibi bakmalarıydı.

İstikrar politikasının seçmenin önünde konuşulmayan iki önemli sonucu var. Birincisi şu. Enflasyon haddi 2002 sonunda tek haneli bir rakama indirilinceye kadar, hükümet ekonominin frenine basmak zorunda. Bu dönemde hızlı bir büyüme sürecini yakalama şansı fazla yüksek değil. İkincisi, uygulanan politika nispi fiyatlarda ciddi değişikliklere yol açıyor. Bir yıl içinde döviz fiyatının enflasyondan on, on beş puan daha az artması demek Türkiye gibi küçük açık bir ekonomide şu anlama geliyor. Ticaret konusu olan, yani ihraç ve ithal edilen ve ithalata rekabet eden mal ve hizmetlerin fiyatları ortalama fiyat artışının altında, ticaret konusu olmayan mal ve hizmetlerin fiyatları ise ortalama fiyat artışının üstünde artıyor. Yani ithal, ihraç edilen ve ithalata rekabet eden mal ve hizmetlerin ticaret konusu olmayan mal ve hizmetleri satın alma gücü düşüyor. Bu sektörlerdeki kar oranları azalıyor. Ticaret konusu olmayan mal ve hizmetlerin ticaret konusu olan mal ve hizmetleri satın alma gücü artıyor. Bu sektörlerde kar hadleri yükseliyor. İstikrar politikası tarımsal üretime verilen sübvansiyonun yarı yarıya azaltılmasını hedeflediği için, iç ticaret hadlerini de değiştirecek ve değiştirmeğe başladı. Tarımsal ürünlerin öteki mal ve hizmetleri satın alma gücü ve tarımsal üreticilerin gerçek gelirleri önemli ölçüde azalacak.

Kurt ve güvercin masalı mı dinlemek istiyoruz yoksa nispi fiyat değişikliklerinin iktisadi ve toplumsal etkilerini mi konuşmak? Ne dersiniz?

18th June 2000    Home   02nd July 2000