|
Kurda,
Güvercine ve Nispi Fiyatlara Dair
Türkiye’de siyaset, en karanlık dönemlerinden birinden geçiyor.
’Karanlık’ kelimesini ‘meşum’ karşılığı değil, ışıksızlık, olan
biteni görememe anlamında kullanıyorum. Hükümeti oluşturan liderler birbirleriyle
basın aracılığıyla konuşup aralarındaki güvensizliği tırmandırıyorlar.
MHP’lilerin ‘kurdu kuşa yedirmeyeceğiz’ repliğine, Rahşan Hanım, ‘kurt da
güvercinin çıktığı yüceliklere asla ulaşamaz’ diye cevap veriyor. Ve Bülent
Ecevit, ‘cumhuriyet’in başbakanı olarak ziyaret ettiği Urfa’da, memur, yani
cumhuriyet hükümetinden emir alan kişi olması gereken valinin kendini karşılamaya
gelenleri kente sokmaması karşısında çaresiz kalıyor. ‘Bunun hesabını
soracağım’ diyor gazetecilere. Ve ekliyor, “Rahşan’ın güvercin ve kurt
hakkında söyledikleri siyasi değil bilimsel, doğa yasalarını işaret ediyor”. Her
halde ortağını kızdırmamak için. Türkiye’de, insanın dilinin ucuna komik
kelimesi geliyor, garip şeyler oluyor.
Gariplikler kısmen
demokrasinin bastırılmış, çarpıtılmış olmasından kaynaklanıyor. Güdümlü
demokrasi tarihimiz siyasi parti geleneğimizde adeta genetik deformasyona yol açtı.
Oyundaki üç parti, DSP, ANAP ve DYP, parti değil, Bülent Ecevit, Mesut Yılmaz ve
Tansu Çiller’in kişisel serüvenlerinin kurumsal kabuğu gibi. MHP ile Fazilet,
toplumsal yapı ve ideolojik kimlikleriyle biraz daha fazla parti gibi duruyor. Ama
onların başka sıkıntısı var. Bir yanda post-modern dünyada kaybolma korkusunu
pre-modern heyecan ve hayallerle yenmek isteyenlerden oluşan tabanlarını elde tutmak
istiyorlar. Öte yanda kendilerini ‘derin devlet’e ve uluslararası aleme beğendirme
ihtiyaçları var. İki arada bir derede sıkışmışlar. Ve Türkiye’de siyasetçiler
ekonomi politikasını, uluslararası ilişkiler ve güvenlik politikasını
konuşmuyorlar. Parti kapatılmasını, politikacıların yüce divana gönderilmesini,
kuşun kurdu yemesini, kurdun güvercinin yüceliklerine çıkamamasını konuşuyorlar.
Cumhuriyetin başbakanı ziyaret ettiği ildeki valiye emir veremiyor. Ortalık karanlık.
Türkiye’de ne oluyor, göremiyoruz.
Hükümeti oluşturan
liderlerin arasındaki gerginliğin bir başka nedeni daha var gibi geliyor bana. Bir
sorumluluktan kaçmaya çalışıyorlar. Sanki bitse bu iş rahat edecekler. Kaçmaya
çalıştıkları sorumluluk ne? Türkiye’nin kötü idare edilmesinin ilk seçimde
önlerine getirilecek olan faturası. Türkiye kötü idare ediliyor. Türkiye’yi idare
edenler, her kimse onlar, bizleri ve dünyayı bu işi iyi yaptıklarına inandırmak
zorundalar. Ama iyi yaptıkları tek şey bu işi yaptıklarına dair imajı, adeta
organik bağlarla bağlı oldukları medyanın sayesinde ayakta tutmaları. O kadar.
21 haziran tarihli
Hürriyet’te Yalçın Bayer’in köşesinde ilginç tespitler var. İki şirket
yöneticisi Ertuğrul Özkök’e ‘işler iyi gitmiyor, ekonomide tuhaf rüzgarlar
esiyor’ demiş. Bayer, kamu oyu yoklamaları uzmanı olarak Bülent Tanla’ya bu konuda
ne düşündüğünü soruyor. Tanla’nın yanıtı çarpıcı. Tanla diyor ki : “üç
sorun var; bir, siyaset ve medya son 20 yılda halkın gündeminden hiç bu kadar kopuk
olmadı … bu Türkiye’nin siyasal geleceğiyle ilgili önemli sonuçlar doğuracak …
iki, düşmekte olan enflasyon ve 1990’lı yıllardaki kalkınma halka yansımıyor …
gelir dağılımındaki adaletsizlik artıyor … son bir yıl içinde zengin daha zengin
oluyor … halkın büyük kısmı fakirleşiyor … üç, 18-30 yaşlarındaki insanlar
iş bulamamakta … toplumda kendini ifade edememekte … Çayeli’nden Babaeski’ye,
Diyarbakır’dan Karabük’e kadar genç nüfus kahvelerde ve sokakta boşlukta”.
İşte liderler bunun
faturasının ilk seçimde önlerine geleceğini gördükleri için rahatsız olmağa
başladılar. Özellikle Bahçeli. Bir sonraki genel seçim kampanyası galiba Mesut
Yılmaz ve Bülent Ecevit’in ufkunda pek yok. Bahçeli ise, şu andaki kötü yönetimin
siyasi sorumluluğu üstlenmek zorunda kalabileceğini görüyor. ANAP ve DSP ile arasına
mesafe koymak istemesinin bir nedeni bu.
Hükümet, siyasi faturası
ne olursa olsun enflasyon süreçlerini durdurma kararının siyasi sorumluluğunu
üstlenmiş gibi bir tavır sergiledi, ‘istikrar ve yeniden yapılanma programının’
ilan edildiği Aralık 1999’dan beri. Önceki yazılarımda söylediğim gibi, fiyat
istikrarı ortamının oluşturulması piyasa ekonomisinin, sürdürülebilir büyümenin,
demokratik barışın sağlanması açısından olmazsa olmaz bir ihtiyaç. Burda hiç
tereddütüm yok. Bunun toplumsal refah maliyetine katlanmamızın kaçınılmaz olduğu
konusunda da bir kuşkum yok. Bana ters ve tehlikeli gelen, bu kararın siyaset dışında
alınmış gibi olması, Merkez Bankası Başkanı gibi memurların kendilerine ait
olmayan bir siyasi sorumluğu taşır gibi ortaya çıkmaları ve söylediklerinin
doğruluğu yanlışlığının sınanmadığı kontrollü ortamlarda bu programın refah
maliyetini önemsiz gibi göstermeleriydi. Siyasetçilerin, programa, adeta başlarına
gelen ve katlanmak zorunda oldukları bir hadise gibi bakmalarıydı.
İstikrar politikasının
seçmenin önünde konuşulmayan iki önemli sonucu var. Birincisi şu. Enflasyon haddi
2002 sonunda tek haneli bir rakama indirilinceye kadar, hükümet ekonominin frenine
basmak zorunda. Bu dönemde hızlı bir büyüme sürecini yakalama şansı fazla yüksek
değil. İkincisi, uygulanan politika nispi fiyatlarda ciddi değişikliklere yol
açıyor. Bir yıl içinde döviz fiyatının enflasyondan on, on beş puan daha az
artması demek Türkiye gibi küçük açık bir ekonomide şu anlama geliyor. Ticaret
konusu olan, yani ihraç ve ithal edilen ve ithalata rekabet eden mal ve hizmetlerin
fiyatları ortalama fiyat artışının altında, ticaret konusu olmayan mal ve
hizmetlerin fiyatları ise ortalama fiyat artışının üstünde artıyor. Yani ithal,
ihraç edilen ve ithalata rekabet eden mal ve hizmetlerin ticaret konusu olmayan mal ve
hizmetleri satın alma gücü düşüyor. Bu sektörlerdeki kar oranları azalıyor.
Ticaret konusu olmayan mal ve hizmetlerin ticaret konusu olan mal ve hizmetleri satın
alma gücü artıyor. Bu sektörlerde kar hadleri yükseliyor. İstikrar politikası
tarımsal üretime verilen sübvansiyonun yarı yarıya azaltılmasını hedeflediği
için, iç ticaret hadlerini de değiştirecek ve değiştirmeğe başladı. Tarımsal
ürünlerin öteki mal ve hizmetleri satın alma gücü ve tarımsal üreticilerin gerçek
gelirleri önemli ölçüde azalacak.
Kurt ve güvercin masalı mı
dinlemek istiyoruz yoksa nispi fiyat değişikliklerinin iktisadi ve toplumsal etkilerini
mi konuşmak? Ne dersiniz? |