Main Page
CV
Publications
Online Arts
Yeni Binyil Articles
Photo Gallery
Poems
Links
Contact
Search

‘Avrupalıyım’ Demek İstiyorsak?

 Ulus devlet insanlığın serüveninin sonu değildir. İlk kez Avrupa’da Geç Orta Çağlarda ortaya çıkmağa, öteki uygarlık geleneklerine ise ancak geçen yüzyıl içinde yayılmaya başlamıştır. Dünya tarihi Avrupa’daki gelişmelerin etkisi altında şekillendikçe, uluslar ve ulus devletler oluşmuş ve oluşturulmuştur. İmparatorluklar dağılırken, oluşturulmaya başlayan uluslar devletlerini, devletler de uluslarını yaratmaya yönelmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti dağılmakta olan imparatorluklardan çıkartılan ulus devletlerden biridir. Varlığı bu güne kadar bir Türk ulusu oluşturma projesiyle iç içe sürmüştür. Arada bir, parlamentoya dayalı hükümetler dini ya da sosyalist evrenselciliğe kayar gibi olsa da, ‘derin devlet’, ideolojisi ve siyasi refleksleri ile evrenselci değerleri hep olumsuzlaşmıştır. Türk Milli Eğitim paradigmasında eğitimin milliliği, evrenselci ve dini eğitiminin karşıtı olmasını işaret eder. Türkiye Cumhuriyeti, bir Türk ulusu yaratma projesi ile iç içe geçtiği için milli yani milliyetçi bir cumhuriyet ola gelmiştir. Ta ki, derin devletin Avrupa Birliğine üyelik meselesini, olmazsa olmaz bir gereklilik gibi görmesine kadar.

Küreselleşme ve bölgesel bütünleşme süreçleri, dünyanın bir ulus devletler birlikteliği olduğu dönemi artık geride bıraktırmıştır. Bu bütünleşme sadece iktisadi bir meselesi değildir. Aynı zamanda, bilgisayar kullanma, röntgen çektirme, uçağa binme, telefonla haberleşme gibi sıradan günlük eylemler aracılığıyla, her bir insanın dünya tasarımını ve hayat refleksini, fark edilmeden etkileyen bir global kültürel benzeşme söz konusudur. Ayrıca, Bosna, Kosova örneklerinde görüldüğü gibi, uluslar arası topluluk, insanlığa karşı suç işleniyor gerekçesiyle, ulus devletlere, egemenliklerini iptal eden müdahaleler yapmaktadır. Bu müdahalelerin kurumsallaşması anlamında bir siyasi bütünleşme söz konusudur. Bir dünya devleti henüz ufukta görünmemektedir. Ama, bir çok konuda, karar alma, uygulama, yargılama, cezalandırma yetkisi, ulus devletlerden, ya AB gibi uluslar üstü bölgesel siyasal varlıklara ya da Birleşmiş Milletler, Dünya Sağlık Örgütü, Dünya Ticaret Örgütü, IMF gibi uluslar arası örgütlere aktarılmaktadır. Günümüzün ulus devletleri, 50 yıl öncesine göre bir hayli zayıflamış, egemenliklerinin alanı ve derinliği azalmıştır.

Avrupa Birliği, ulus devletleri ve ulusları aşma projesidir. AB’ nin mevzuat, örgütlenme ve işleyiş varlığı, bunu ulus devletler oluşturduğu halde ulus devletleri aşan, ulus devletler üstü, devlet benzeri bir hukuki ve siyasi varlıktır. Avrupa Bütünleşmesinin biçimsel olmayan ethosu da, Avrupalılık kimliğinin oluşturulması değeri ve projesini yansıtır. Bayrağı ve marşı ile. Her ulus devletin, kendi yurttaşlarına tanıdığı her hak ve olanağı, kendi ülkesine serbestçe yerleşebilen öteki ulus devlet uyruklarına tanıması ile. Artık Londra’da bir dükkanda karşınıza çıkacak bir tezgahtarın İngiliz olmasını beklemenin anlamlı olmadığı bir Avrupa vardır karşımızda.

Milli devleti bugüne taşıyan aynı kurum ve kadrolar, kendi değer ve dünya tasarımlarına bağlı bir Türkiye’yi ancak Avrupa Bütünleşmesine katarak sağlamlaştırabilecekleri sonucuna varmışlardır. 1987 tam üyelik başvurusundan sonra geçen her yıl, bu kararın Türk devletinin en temel stratejik kararlarından biri olduğunu belirginleştirmiştir. Ama, bu, paradoksal bir şekilde, bu milli devletin kendini Avrupalılık ölçeğinde evrenselleştirmesini gerektirmektedir.

Türkiye’nin Avrupa Bütünleşmesine katılma stratejisi, Türkiye’de, özellikle eğitim hayatından başlayarak, milli devletin bütün kurum, karar ve süreçlerinin dayandığı bütün temel değerlerin gözden geçirilmesi, bazı eski değerlerin terk edilmesi, bazı yeni değerlerin üretilmesi anlamına geliyor.

Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşları olarak ‘Avrupalıyım’ demek istiyor muyuz? Emin miyiz? İstiyorsak, acaba, ilk okulun birinci sınıfından itibaren çocuklarımıza, her sabah, besmele çektirir gibi, “Türküm, doğruyum, çalışkanım, yasam ... varlığım Türk varlığına armağan olsun” dedirtmemizle Avrupa Bütünleşmesine katılma stratejimiz arasında tutarlılık var mı? Avrupalılık, hür bireylerin, kamusal alana, cinsiyet, dil, din, siyasi ve felsefi kabul, ırk, mezhep, sınıf, cinsel tercih özelliği ne olursa olsun, eşit haklara sahip kurucular olarak katıldıkları bir siyasi kültür ise, ki Avrupalılık bugün budur, “bireyin varlığını etnik ayrım kokan bir ‘ulus’ varlığına armağan etmesi” talebi ile bu Avrupalılık acaba nasıl bağdaştırılacaktır?

Türkiye, 1920’ler ve 1930’larda oluşturulan ve sonraki dönemlerde arabeskleştirilerek sürdürülen ‘milli eğitim ideolojisi’ ile Avrupa Bütünleşmesine katılma stratejisini yürütemez. İlk Okulun birinci sınıfından Lisenin son sınıfına kadar resmi biçimsel eğitim hayatımızın her aşamasında verilmek istenilen ‘kimlik’ tanımının ve bu tanımın açık ya da örtülü olarak baş vurduğu değer ve değer yargılarının korkusuzca gözden geçirilmesi gerekmektedir.

Elbette ki, Türkiye Avrupa Birliği’ne girse de, ön görülebilir gelecekte mesela Almanya’dan, İspanya’dan farklı olacaktır. Elbette ki tarihinin, ülkesinin, insanlarının farklılığı Avrupa Birliği üyesi olsa bile Türkiye’yi, farklı bir ülke, toplum ve kültür kılmaya devam edecektir. Avrupa Birliği elbette ki milli kimliklerin ortadan kalktığı bir bütünleşme süreci değildir. Çoğulcu bir kültür ve tecrübe olduğu için, Avrupalılık ile Fransızlık ya da Türklük çelişmez. Bağdaşır. Ama her Fransızlık ya da Türklük değil, ortak bir kimlik olarak Avrupalılıkla bağdaşan bir Fransızlık ya da Türklük Avrupalılıkla bağdaşır. Bu mantıki ve olgusal tespiti yapmamız, Avrupa Bütünleşmesine katılma stratejimizi etkili kılmak açısından hayati önem taşır.

Bu tespit doğru ve önemli ise, ki galiba doğru ve önemlidir, külahlarımızı önümüze koyalım. Devlet eliyle sürdürdüğümüz eğitimin ideolojik arka planının hangi değerlere ya da değer yargılarına dayandığını düşünelim. Avrupalılık projemizde samimi isek bu projeyle uyuşmayan değer yargılarımızı ayıklamamız ve çöpe atmamız gerekiyor. Bunu yapacak yüreğe sahip miyiz?

14th May 2000    Home   28th May 2000