|
‘Avrupalıyım’
Demek İstiyorsak?
Ulus devlet insanlığın serüveninin sonu değildir. İlk kez
Avrupa’da Geç Orta Çağlarda ortaya çıkmağa, öteki uygarlık geleneklerine ise
ancak geçen yüzyıl içinde yayılmaya başlamıştır. Dünya tarihi Avrupa’daki
gelişmelerin etkisi altında şekillendikçe, uluslar ve ulus devletler oluşmuş ve
oluşturulmuştur. İmparatorluklar dağılırken, oluşturulmaya başlayan uluslar
devletlerini, devletler de uluslarını yaratmaya yönelmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti
dağılmakta olan imparatorluklardan çıkartılan ulus devletlerden biridir. Varlığı
bu güne kadar bir Türk ulusu oluşturma projesiyle iç içe sürmüştür. Arada bir,
parlamentoya dayalı hükümetler dini ya da sosyalist evrenselciliğe kayar gibi olsa da,
‘derin devlet’, ideolojisi ve siyasi refleksleri ile evrenselci değerleri hep
olumsuzlaşmıştır. Türk Milli Eğitim paradigmasında eğitimin milliliği, evrenselci
ve dini eğitiminin karşıtı olmasını işaret eder. Türkiye Cumhuriyeti, bir Türk
ulusu yaratma projesi ile iç içe geçtiği için milli yani milliyetçi bir cumhuriyet
ola gelmiştir. Ta ki, derin devletin Avrupa Birliğine üyelik meselesini, olmazsa olmaz
bir gereklilik gibi görmesine kadar.
Küreselleşme ve bölgesel
bütünleşme süreçleri, dünyanın bir ulus devletler birlikteliği olduğu dönemi
artık geride bıraktırmıştır. Bu bütünleşme sadece iktisadi bir meselesi
değildir. Aynı zamanda, bilgisayar kullanma, röntgen çektirme, uçağa binme,
telefonla haberleşme gibi sıradan günlük eylemler aracılığıyla, her bir insanın
dünya tasarımını ve hayat refleksini, fark edilmeden etkileyen bir global kültürel
benzeşme söz konusudur. Ayrıca, Bosna, Kosova örneklerinde görüldüğü gibi,
uluslar arası topluluk, insanlığa karşı suç işleniyor gerekçesiyle, ulus
devletlere, egemenliklerini iptal eden müdahaleler yapmaktadır. Bu müdahalelerin
kurumsallaşması anlamında bir siyasi bütünleşme söz konusudur. Bir dünya devleti
henüz ufukta görünmemektedir. Ama, bir çok konuda, karar alma, uygulama, yargılama,
cezalandırma yetkisi, ulus devletlerden, ya AB gibi uluslar üstü bölgesel siyasal
varlıklara ya da Birleşmiş Milletler, Dünya Sağlık Örgütü, Dünya Ticaret
Örgütü, IMF gibi uluslar arası örgütlere aktarılmaktadır. Günümüzün ulus
devletleri, 50 yıl öncesine göre bir hayli zayıflamış, egemenliklerinin alanı ve
derinliği azalmıştır.
Avrupa Birliği, ulus
devletleri ve ulusları aşma projesidir. AB’ nin mevzuat, örgütlenme ve işleyiş
varlığı, bunu ulus devletler oluşturduğu halde ulus devletleri aşan, ulus devletler
üstü, devlet benzeri bir hukuki ve siyasi varlıktır. Avrupa Bütünleşmesinin
biçimsel olmayan ethosu da, Avrupalılık kimliğinin oluşturulması değeri ve
projesini yansıtır. Bayrağı ve marşı ile. Her ulus devletin, kendi yurttaşlarına
tanıdığı her hak ve olanağı, kendi ülkesine serbestçe yerleşebilen öteki ulus
devlet uyruklarına tanıması ile. Artık Londra’da bir dükkanda karşınıza
çıkacak bir tezgahtarın İngiliz olmasını beklemenin anlamlı olmadığı bir Avrupa
vardır karşımızda.
Milli devleti bugüne
taşıyan aynı kurum ve kadrolar, kendi değer ve dünya tasarımlarına bağlı bir
Türkiye’yi ancak Avrupa Bütünleşmesine katarak sağlamlaştırabilecekleri sonucuna
varmışlardır. 1987 tam üyelik başvurusundan sonra geçen her yıl, bu kararın Türk
devletinin en temel stratejik kararlarından biri olduğunu belirginleştirmiştir. Ama,
bu, paradoksal bir şekilde, bu milli devletin kendini Avrupalılık ölçeğinde
evrenselleştirmesini gerektirmektedir.
Türkiye’nin Avrupa
Bütünleşmesine katılma stratejisi, Türkiye’de, özellikle eğitim hayatından
başlayarak, milli devletin bütün kurum, karar ve süreçlerinin dayandığı bütün
temel değerlerin gözden geçirilmesi, bazı eski değerlerin terk edilmesi, bazı yeni
değerlerin üretilmesi anlamına geliyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin
yurttaşları olarak ‘Avrupalıyım’ demek istiyor muyuz? Emin miyiz? İstiyorsak,
acaba, ilk okulun birinci sınıfından itibaren çocuklarımıza, her sabah, besmele
çektirir gibi, “Türküm, doğruyum, çalışkanım, yasam ... varlığım Türk
varlığına armağan olsun” dedirtmemizle Avrupa Bütünleşmesine katılma stratejimiz
arasında tutarlılık var mı? Avrupalılık, hür bireylerin, kamusal alana, cinsiyet,
dil, din, siyasi ve felsefi kabul, ırk, mezhep, sınıf, cinsel tercih özelliği ne
olursa olsun, eşit haklara sahip kurucular olarak katıldıkları bir siyasi kültür
ise, ki Avrupalılık bugün budur, “bireyin varlığını etnik ayrım kokan bir
‘ulus’ varlığına armağan etmesi” talebi ile bu Avrupalılık acaba nasıl
bağdaştırılacaktır?
Türkiye, 1920’ler ve
1930’larda oluşturulan ve sonraki dönemlerde arabeskleştirilerek sürdürülen
‘milli eğitim ideolojisi’ ile Avrupa Bütünleşmesine katılma stratejisini
yürütemez. İlk Okulun birinci sınıfından Lisenin son sınıfına kadar resmi
biçimsel eğitim hayatımızın her aşamasında verilmek istenilen ‘kimlik’
tanımının ve bu tanımın açık ya da örtülü olarak baş vurduğu değer ve değer
yargılarının korkusuzca gözden geçirilmesi gerekmektedir.
Elbette ki, Türkiye Avrupa
Birliği’ne girse de, ön görülebilir gelecekte mesela Almanya’dan, İspanya’dan
farklı olacaktır. Elbette ki tarihinin, ülkesinin, insanlarının farklılığı Avrupa
Birliği üyesi olsa bile Türkiye’yi, farklı bir ülke, toplum ve kültür kılmaya
devam edecektir. Avrupa Birliği elbette ki milli kimliklerin ortadan kalktığı bir
bütünleşme süreci değildir. Çoğulcu bir kültür ve tecrübe olduğu için,
Avrupalılık ile Fransızlık ya da Türklük çelişmez. Bağdaşır. Ama her
Fransızlık ya da Türklük değil, ortak bir kimlik olarak Avrupalılıkla bağdaşan
bir Fransızlık ya da Türklük Avrupalılıkla bağdaşır. Bu mantıki ve olgusal
tespiti yapmamız, Avrupa Bütünleşmesine katılma stratejimizi etkili kılmak
açısından hayati önem taşır.
Bu tespit doğru ve önemli
ise, ki galiba doğru ve önemlidir, külahlarımızı önümüze koyalım. Devlet eliyle
sürdürdüğümüz eğitimin ideolojik arka planının hangi değerlere ya da değer
yargılarına dayandığını düşünelim. Avrupalılık projemizde samimi isek bu
projeyle uyuşmayan değer yargılarımızı ayıklamamız ve çöpe atmamız gerekiyor.
Bunu yapacak yüreğe sahip miyiz? |