Nerede olursanız olun sanırım hayatın özü sevgi,saygı ve güvendir. Istisnasız herkes her türlü ortamda bunların varlığını bilmek veya en azından hissetmek ister. Evet hissetmek sanırım doğru kelime olur. Çünkü bazen kelimelerle ifade edemediğimiz veya ifade edilmeyen birçok duygu ve düşünçeyi bir şekilde hissediyoruz veya başkalarının hissetmesini sağlıyoruz. Bazen bunu hissettirmek kelimlerle mümkün olsa bile çeşitli sebeplerden ötürü biz dolaylı ve imalı yöntemleri tercih ediyoruz. Ben de bugün bu yöntemler üzerinde biraz konuşmak istiyorum. Hisler çoğunlukla bilinçli bilinçsiz yapılan ve kişinin gerçek niyetlerini ortaya koyan hareket ve davranışlar ile dışa vurulur. Konuşmak belki de bunun en yaygın şekli ve doğrudan olanıdır. Ama kültürlere göre farklılıkar arzetmesine rağmen imalı anlatımlarda sanılanın üzerinde yaygındır. Mesela kişilerin mimiklerini ve vücut dillerini bir kenara bırakırsanız en keyifli sohbetlerin bile sıkıcı konuşmalardan öte geçemediğini, en net şekilde yapılan ifadelerin bile yanlış anlamalara yol açabileceğini görebilirsiniz. Evet aslında birbirimizle iletişimimizi sağlayan veya kolaylaştıran, herkesçe aynı algılandığı farzedilen, bazı semboller ile mümkün olmaktadır. Belki de kültürleri ayıran bu sembolik ifadelerdeki farklılıklardır. Başımımızı evet anlamında sallamamızı, hayretten gözlerimizi faltaşı gibi açmamız, memnuniyetimizi gülümsemlerle aktarmamız birer örnek olabilir. Ama hangi şekilde olursa olsun bu sembollere anlam yükleyen ardında yatan düşünce,his ve niyetdir. Bu duygu,düşünce,niyet ve hisleri paylaşmayan şekli hareketlerin hiçbir anlamı olmaz. Yani memnuniyet belirtmeyen gülümsemenin, hayir manasındaki baş sallamanın, hayret belirtmeyen şaşkınlığın bence bir anlamı yoktur. Maalesef günümüzde bu şekilci yaklaşıma çok fazla rastlamakta ve belki de duymamız gereken heyecan ve hisleri artık yeteri kadar yaşayamamaktayız. Ben bu bağlamda sevgi,saygı ve güvenden birkaç örnek vermek istiyorum. Bu dunyada sevgisiz yani en azından bir şeyi veya kimseyi sevmeyen insana rastlayamazsınız. Kimi annesini- babasini, kimi kardeşlerini, kimi arkadaşlarını, kimi yarini, kimi eşini, kimi yöneticilerini, kimi sanatcılarını, kimi alimlerini vesaire sever. Ama herkesin buluştuğu ortak nokta bu sevginin nasıl ifade edileceğidir. Anne-babaya saygı, kardeşleri koruma kollama, arkadaşlarla beraber vakit geçirme, eslerle hayatını birleştirme,yöneticilere oy verme, sanatçıların konserlerine gidip posterlerini ve kasetlerini alma,alimlerin kitaplarını okuma belki bu sevginin gösterim şekillerinden biridir.Kime verirseniz verin bir demet çicek her yerde sevgi nişanesi olarak algılanır. Bütün kültürlerde böyle bir ortak algılamanın olması çiceğe cidden sevgi ifadesi olarak ayrı bir önem yüklemektedir. Bence bu ortak kanaat çiceğin yüzyıllar boyunca kolayca erişilebilen ve belki de hiçbir maddi imkana ihtiyaç duymayan yapısından kaynaklanmaktadır. Sanırım çicek yetişmeyen yeşil bir alanı dünyanin hiçbir köşesinde bulabilmek mümkün değildir. Bu özelliğinden dolayı maddi hiçbir kaygısı olmayan minik bir çocuk topladığı birkaç sıradan çicekle gösterdiği sevgiyle annesinin kalbini kolayca kazanabilmektedir. Ama bugünlerde büyük meblağlar harcanarak alınan görkemli çicekler maalesef aynı etkiyi her zaman yapamamaktadır. Çünkü bu çicek alma işlemi içten bir sevgi gösterme hadisesi yerine maddi fedakarlık yapma şeklinde algılanmaya başlanmıştır. Habuki sevginin maddiyatla sınırlı olmaması gerekir ve bilhassa çiceğin bu anlamdaki sembolik değeri erozyona uğramamaktadır. Yani başka deyişle en zengin kişi en büyük çicek demetini getirerek daha fazla sevgi göstermiş olmaz. Bilakis kırdan toplanan yabanı çicekler ferdi bir insiyatif ve katılımı içerdiği icin daima daha makbüldür. Bunla ilgili Çinliler ile Amerikalılar arasında geçen ilginç bir diyalog nakledilir. Bir Amerikali bir arkadaşını mezarlıkta ziyarete gider ve yanında bir demet çicek götürür. Orada bir Çinliye rastlar ve onunda arkadaşının mezarına birkaç tabak yemek getirdiğini gözlemler. Alaycı bir tavırla Çinliye -Arkadaşın bu yemeği ne zman yiyecek? diiye takılır. Çinli de hiç alttan almayarak -Senin çiceğini kokladığı zaman diye cevvap verir. Bu kısa hikayede anlatılmak istenen önemli olan sevgi ve saygının bir şekilde dile getirilmesi ve bunun illaki belirlenmiş belli formatlarla ve genelde masraf içeren şekillerde olmaması gerekliliğidir. Belki Çinli evindeki en değerli varlığı yemeğini oraya getirerek Amerikalıdan daha fazla saygı ve sevgi göstermektedir. Bu nedenle sembolik hareketlere ve davranış türlerine fazla saplanmamk gerekir kanaatindeyim. Şekilci anlayıştan, maganda maddiyatçılıktan kurtulup azalan gerçek sevgi ve saygının değerini bilmeli ve kendi kültür ve ekonomik durumumuza göre her yaşta kendimize uygun yeni sevgi ve saygı formları üretmeliyiz.
2000