İnsanoğlunun, kendisini
tehdit eden en büyük tehlikenin üstesinden geldiği, onu yendiği ana mutluluk diyoruz;
ölümle birlikte her türlü korkudan ve endişeden kurtulduğumuz ana. Neşenin,
sevincin, heyecanın, coşkunun, isteğin oluşturduğu bir dağın zirvesine. Ölümle
şakalaşabildiğimiz zaman parçasına.
Dağların zirvesi, o geniş, görkemli, engebeli yapının en dar yeri, en küçük
parçası, uzun süre kalınması, yerleşilmesi en imkansız olan bölgesidir. Bir dağa
büyük zorluklardan, çilelerden, tehlikelerden geçerek tırmanır, amacınıza ulaşıp
zirveye vardıktan sonra, oraya ulaşmak için harcadığınız zamandan çok daha azını
orada geçirip yeniden inmeye başlarsınız. Bütün insanların ulaşmayı amaçladığı
mutluluk da, sanırım, duygulardan oluşmuş bir dağın zirvesi, en keskin, en sivri
yeridir. Birçok insan o zirveye varamadan ayrılır hayattan. 'Hayatımda hiç mutlu
olmadım' diyen insanlara siz de rastlamışsınızdır. Zirveye daha önce ulaşma
şansını elde etmiş olanlar ise yeniden aynı yere bir kere daha tırmanmaya çalışır,
o zirvede yaşadıkları duyguyu yeniden, bir kere daha tatmayı arzularlar.
Daha önce varmamış olanların hayal ettiği, daha önce varmış olanların özlediği
mutluluğu ise tam olarak tarif edemeyiz.
Nedir bütün insanlığın tarih boyunca başını kaldırıp baktığı o zirvede
yaşanan duygu?
Zirveye ulaşanın, mutlu olanın başına gelen nedir, bütün insanlığı efsunlayan o
noktada ne bekler bizi? Heyecan mı, coşku mu, sevinç mi... Sanırım, hepsinin en üst
noktasının birbiriyle buluştuğu, kesiştiği, hepsinden bir parça taşıyan ama
hepsinden farklı bir şey. Çetin Altan 'Mutluluk zamanı unutmaktır' diyor. Düşünürseniz,
mutlu olduğunuzda zamanı unuttuğunuzu hatırlarsınız gerçekten. Mutlu olduğunuz
anlarda zaman aklınızdan silinir. Zamanla ilişkiniz kesilir. Peki, ne demektir zamanı
unutmak, niye insanoğlunun varabileceği en üst noktayı 'zamanı unutmak' olarak
tanımlayabiliyoruz? Zamanı unutmak, arkasında başka hangi unutuşları saklıyor.
Sanırım, zamanı unutmak, ölümü, daha doğrusu ölüm korkusunu unutmak anlamına
geliyor. 'Ben mutluyum' dediğiniz an ölüme aldırmadığınız, ölümden korkmadığınız,
ölümden kaçmadığınız, ölümü küçümsediğiniz andır. İnsanoğlunun, kendisini
tehdit eden en büyük tehlikenin üstesinden geldiği, onu yendiği ana mutluluk diyoruz,
ölümle birlikte her türlü korkudan ve endişeden kurtulduğumuz ana. Neşenin,
sevincin, heyecanın, coşkunun, isteğin oluşturduğu bir dağın zirvesi.
Hepimizin özlediği o korkunç özgürlük anı. Ölümle şakalaşabildiğimiz zaman parçası.
Sürekli ağırlığını hissettiğimiz duygusal bir yerçekiminden kurtulup uçtuğumuzu
hissetmek. Bu anlar, kaçınılmaz olarak çok kısadır. Dağın zirvesidir çünkü; en
dar yeri, yaşanması mümkün olmayan bir bölge, oraya çıkar, oradan bütün hayata ve
ölüme yukardan bakabilir ve tekrar ineriz. Bizi oraya çıkaracak yolları az çok
biliriz. Bir başkasını kendimizden ve hayattan daha fazla sevmek o yollardan birinin
başıdır, onun bizim için aynı duyguları paylaştığını duymak ise o zirveye
vardığımız an. Aşk bizi zirveye taşıyan ama tırmanırken hep bir uçuruma düşme
ihtimalini de hayatımızın içinde tutan yollardan biridir. Benzer bir duyguyu büyük
bir halk ayaklanmasına, bir devrime katıldığımızda da hissedebiliriz. Birçok insan
ölüme, ölümü unuttuğu o büyülenmiş halde, büyük değişimde payı olduğunu düşünerek
yürür. Çaresi bulunmamış bir hastalığın çaresini bulduğumuz, iyi olduğuna
inandığımız bir eseri tamamladığımız anlar da ölümü unuttuğumuz, ölüm
korkusunu aklımızdan sildiğimiz, ölümü yendiğimiz anlardır.
Büyük bir aşk yaşamış olanlar yeniden bir aşk yaşamak, bir hastalığa çare
bulanlar yeni bir hastalığın daha çaresini bulmak, bir eser yaratanlar bir tane daha
yaratmak ister. O zirveye ulaştıktan sonra, dağın başka hiçbir yeri artık onları
tatmin etmez. Zirveye hiç ulaşmamış olanlar ise görmedikleri bir yerin efsanesini
dinler, oraya ulaşmayı düşlerler. Ölüm korkusunu yendiğimiz, korkulardan
kurtulduğumuz o korkunç ana neden bütün insanlar ulaşamaz peki, neden o zirveye giden
yollar çok kalabalık değildir, neden o dağın patikalarında olması gerekenden daha
az insana rastlarız. Bunca lafı edilen mutluluğun yolları neden bu kadar tenhadır?
Herkes o yolları az çok bildiği halde, neden büyük bir akın yaşanmaz zirveye
doğru? Bir dağa tırmanmak kolay değildir çünkü. Zirve ne kadar büyülü, ne kadar
çekici olursa olsun, oraya giden yollarda insan yiyen canavarlar, keskin kayalar, derin
uçurumlar bulunur. Ölüm korkusunu yenmek için ölümü göze almak gerekebilir,
birçok insan o yollarda kaybolur da. O dağın eteklerinde çok kurban yatar. Belki de bu
yüzden o dağın eteklerinde yaşayan o büyük kalabalık, bir ayaklarının dibinde
yatan kurbanlara, bir de dağın gümüş bir çiçek gibi parlayan zirvesine bakıp
olduğu yerde kalır. Hiç kımıldamadan mutluluk üzerine konuşurlar, bir gün
kendilerinin de yola koyulacağından söz ederler, kendilerine bir yol arkadaşı, bir
rehber ararlar, tehlikesiz bir yol olup olmadığını soruştururlar.
Dağı tırmananlar ise, tırmanırken harcadıkları zamandan çok daha azını geçirebilir
zirvede. Ölüme ve hayata tepeden, aldırmadan, gülümseyerek baktıkları zaman parçası
çok kısadır ama unutulmazdır. Birçoğu bir daha yaşayamaz o duyguyu. Ya yeniden yola
koyulmaya güçleri yetmez ya çok iyi bildiklerini sandıkları bir yolda kaybolurlar.
Ama zirve hep orada durur. Gümüş bir çiçek gibi parlar. Ölüm korkusunun unutulduğu
andır o.
Bir dudağın bir sözcüğü fısıldadığı, bir devrimde koştuğunuz, bir hastalığa
çare bulduğunuz, unutulmayacak bir konçertonun son notasını yazdığınız andır.
Muhteşemdir.
Ölümü unuttuğunuz anı hiç unutmazsınız.
'Ben mutlu olmuştum' dersiniz.
'Nedir mutluluk' derler.
'Ölümü unuttuğunuz andır' dersiniz.
 |