NİETZSCHE
ve DAĞLAR
(Friedrich Wilhelm
Nietzsche/Zerdüşt Böyle Diyordu/ Varlık Yay. 1972 Çev:Osman Derinsu)
Zerdüşt
otuz yaşına basınca yurdunu ve yurdunun gölünü terketti ve dağlara çıktı... Orda
ruhunun ve yalnızlığının zevkini tattı ve on yıl bıkmadı bundan...
“Yukarlara bakarsınız siz,
yücelmek isteyince: Bense aşağılara bakarım, çünkü yücelmişim ben.
Kim içinizden aynı zamanda
gülebilir ve yücelmiş olabilir?
En yüce dağlara tırmanan,
güler bütün acıklı oyunlara ve acıklı gerçeklere.” |
GEZGİN
Sabahleyin erkenden öbür kıyıya varmak için,
Zerdüşt adanın sırtından yola çıktığında geceyarısıydı; ordan binmek
istiyordu gemiye. Çünkü, yabancı gemilerin de demirlemekten hoşlandıkları iyi bir
koy vardı orda; Mutlu Adalardan denizi aşmak isteyen birçok kimseleri taşırdı bu
gemiler. Dağa tırmanırken şimdi Zerdüşt, yolda, gençliğinden beri yalnız başına
yaptığı nice gezileri, ve kaç dağa, sırta ve doruğa tırmandığını
düşünüyordu.
Ben bir gezginim ve dağa tırmanırım, diyordu
gönlüne. Ovaları sevmem, ve anlaşılan uzun süre ben sakin oturamam.
Ve ne gelirse gelsin başıma alınyazım ve
yaşantım olarak, - bir gezinme bulunacaktır onda, bir dağa tırmanma bulunacaktır:
kişi sonunda ancak kendini yaşar.
Karşıma rastlantıların çıkabileceği zamanlar
geçti artık; zaten benim olmayan daha ne düşe bilir ki payıma!
Ne yapsa etse bana dönüp gelir o, yuvasına
dönüp gelir eninde sonunda – benim kendi Kendi’m, ve onun çoktandır yaban ellerde
olan, ve bütün şeylerle rastlantılar arasında saçılı duran parçaları.
Bir şey daha biliyorum: son doruğumun önünde
duruyorum şimdi ben, en uzun süre bana ayrılmış olanın önünde. Ah, en sarp yolumu
tırmanmam gerek! Ah, en yalnız yolculuğuma başladım.
Ama, benim yaradılışımda olan insan, kaçmaz
böyle bir saatten; kendisine şöyle diyen saatten: şimdi ancak yürüyorsun
büyüklüğüne giden yolu! Doruk ile uçurum, - birleştiler bunlar artık!
Büyüklüğüne giden yolu yürüyorsun: bugüne
dek son tehliken olan şey, sığınağın oldu şimdi!
Büyüklüğüne giden yolu yürüyorsun: ardında
artık hiçbir yol kalmaması, en büyük cesaretin olmalıdır!
Büyüklüğüne giden yolu yürüyorsun: burda
hiç kimse seni sinsi sinsi izlemeyecek! Ayağın, ardındaki yolu sildi, ve üstünde bu
yolun şöyle yazılı: İmkansızlık.
Ve bundan sonra hiçbir merdivenin olmasa bile,
kendi başının üstünde tırmanmayı öğrenmelisin: nasıl tırmanabilirsin başka
türlü yukarılara?
Kendi başının üstünde, ve kendi yüreğinden
öteye! En yumuşak olan, en sert olmalı artık sende.
Kendini daima fazla koruyan hastalanır nihayet
fazla özenden. Övgüler olsun sertleştiren şeylere! Yağla bal akan ülkeyi övmem!
Çok şey görmek için, kendinden öteye
bakmayı öğrenmek gerek: - dağlara tırmanan her kişiye gereklidir bu sertlik.
Ama her yeri yoklayan gözlerle bilgi peşinde
olan, nesnelerin hemen önündekinden öte nasıl görebilir ki?
Fakat sen, ey Zerdüşt, dibini ardını görmek
isterdin her şeyin: onun için işte kendinden yukarı tırmanmalısın, - yukarlara,
daha yukarlara, ta yıldızlar bile senin altında kalıncaya dek!
Evet! Kendi kendimi altımda görmek, ve hatta
yıldızlarımı: buna derim ben ancak doruğum diye; bu kaldı bana son
doruğum olarak! –
Dağa tırmanırken Zerdüşt böyle diyordu kendi
kendine ve sert özdeyişlerle avutuyordu yüreğini: zira yüreği bu denli
yaralanmamıştı hiç evvelce. Ve dağ sırtının tepesine vardığında, ne görsün,
önünde serilmiş duruyordu öbür yandaki deniz: kıpırdamadan durdu ve uzun zaman
sustu. Ama gece soğuktu bu yükseklerde, berrak ve yıldızlıydı.
Tanıyorum ben alınyazımı, dedi nihayet, mahzun
mahzun. Pek ala! Hazırım. İşte başladı son yalnızlığım.
Ah, bu siyah, gamlı deniz altımdaki! Ah, bu
ağır gece bezginliği! Ah, alınyazısı ve deniz! Sizlere şimdi inmeliyim ben!
En yüce dağımın önünde duruyorum ben, ve en
uzun gezimin: onun için, şimdiye dek yükseldiğimden daha çok derinlere inmeliyim
önce:
-Şimdiye dek yükseldiğimden daha çok inmeliyim
ıztırabın derinliğine, ta en karanlık seline onun! Böyle ister benim alınyazım.
Pek ala! Hazırım.
Nerden çıkarlar en yüce dağlar? Diye sorardım
bir zamanlar. Öğrendim ki sonradan denizlerden çıkarlarmış.
Bunun kanıtı onların kayalarında ve
doruklarının yüzlerinde yazılı. En derinden çıkmalı en yüce, kendi yüceliğine.
–
Böyle diyordu Zerdüşt o ayaz dağ doruğunda:
fakat denize yaklaştığında, ve nihayet kayalıklar arasında yapayalnız durduğunda,
yolculuğundan yorgun düşmüş, özlemi her zamankinden daha bir artmıştı.
Herşey daha uykuda, dedi; deniz bile uykuda.
Mahmur ve tuhaf bakıyor bana gözleri.
Ama sıcak nefesini – hissediyorum bunu. Rüya
gördüğünü de hissediyorum. Sert yastıklar üstünde, dönüp duruyor bir yandan
öbür yana, rüya görerek.
Dinle! Dinle! Nasıl inliyor kötü hatıralarla!
Kötü önsezilerle mi yoksa?
Ah, kederliyim seninle, ey esmer canavar, ve
kendime bile kızıyorum senin uğruna.
Ah, elimin gücü yetmez ki! Seve seve, doğrusu,
kurtarmak isterdim seni kötü rüyalardan!
Ve böyle konuşurken Zerdüşt, elemle ve acı
acı güldü kendine. Ne o! Zerdüşt, dedi, denize bile teselli türküsü mü
çağırmak istersin?
Ah, seni sevdalı, deli Zerdüşt, seni
körükörüne güvenen seni! Ama her zaman böylesindir sen: güvenle yaklaşırsın her
zaman korkunç olan herşeye.
Her canavarı okşamak istersin. Bir solukluk
sıcak nefes, pençe üstünde bir tutam yumuşak tüy: - hazırsındır hemen onu sevmeye
ve baştan çıkarmaya.
Sevgi tehlikesidir en yalnız kişinin;
herşeye sevgi, yeter ki canlı olsun! Gülünç, gerçekten, benim sevgideki
çılgınlığım ve alçakgönüllülüğüm! –
Zerdüşt böyle dedi ve bir daha güldü: ama,
sonra, ayrıldığı dostlarını hatırladı, ve sanki düşünceleriyle onlara
haksızlık etmiş gibi, düşüncelerinden ötürü kendine kızdı. Ve birden öyle oldu
ki, o gülen kişi ağladı: - öfke ve özlemle acı acı ağladı Zerdüşt.

|