Sizce eşcinsellik genetik mi?
Evet Hayır
 
    gurular  

Gurular -- Sahne 3/ Çekim 18 -- Bölüm 1

Yıllar geçmişti aradan onlar görüşmeyeli. Hayat yaşamları ne denli çok değiştirebilirse aynı o kadar değişmişti her ikisinin hayatı. Şimdi belki görüşmeleri sadece yılbaşında birbrilerine attıkları bir bir kısa mesajda, topu topu 160 karakterde sınırlı kalmıştı. Yine de tüm dikkatlerini bu yılda birkezlik mesajlarında yoğunlaştırıyorlar ve en azından standart bir mesajı yönlendirmiyorlardı. Ellerinden sadece bu mu geliyordu ne!

Bugünse bir anda koşarak yanına gitmişti. O kadar kilometreyi hızla almış, apartmanın basamaklarını üçer beşer çıkmıştı. kapıyı çalıyordu, soğukkanlı maskesiyle beraber. Oysa içi yanıyordu. Tüm herşeyi bildiği halde, yine de buz gibi olmalıydı. Bilmek demeyelim buna, herşeyi önceden görebildiği halde. İlk kendisi herşeyin sinyallerini verdiği halde. Nasıl kendisinin kurtulupta, onun olduğuna o da inanamıyordu ya.

Herşeyin size bir aylık bir ilişki olduğunu söylemek isterdim ama değil. Yıllar boyunca içten içe birbirini yiyen iki insanın hazırladığı, kendi sonlarını planladıkları bir oyun gibiydi. O halde baştan başlamak en iyisi.

Onlar tanıştığında biri 8 diğeriyse 9 yaşındaydı. Başka bir şehirden gelen 2 insanın hiç tanımadıkları yerde, bir sınıfta buluşmalarıydı. İlk bakışta sonsuz bir dostluk ve sevgi de doğmadı. Bir yılı sadece aynı sınıfta, aynı havayı koklayarak geçirdiler. Zaman karakterleri daha çocukken mi oluşturu bilemiyorum, yoksa bu konuda zamanı suçlamak hata mı olur. Herneyse gül daha o zamandan erkeklerin ilgi odağı olup çıkmıştı bile. Ebru’ysa kendine has o kapalı dünyayı oluşturmanın ilk taşlarını yerleştiriyordu ve herkesden uzaklaşıyordu yakınlaşır gibi yaparken. İlkokul bittikten sonra okul yolları ayrıldı, ama bu defa da evleri yakınlaştı. Onların size hemen başta mutlu bir mahalle arkadaşları olduğunu da söyleyemeyeceğim. Nedense birbirlerini itici buldukları aşikardı. Aynı gruptaydılar, ama birbirlerine sadece soğuk soğuk bakıp, yüzlerine bakınmaktan çekiniyorlardı. Ama herşey bir yıl sonra birden bire değişti. O basketbol sahasında Ebru’nun Gül’ün yüzüne bakarken birden dünyası renkleniverdi. Bir anda insanın bakışlarının etrafında gerçekten gökkuşakları akar mıydı? Akmıştı işte...

Yine de Gül için bu bir bakışlık bir durum değildi. Ebru’nun Gül’ün gönlünü alabilmesi gerçekten çok uzun sürmüştü, ama olsundu almıştı. Artık onlar ayrılmaz ikiliydiler. Okullarından koşarak geldikten sonra birbirlerini bulurlardı, deli gibi bağırışıp çağırışırlar, birbirlerinin tepesine çıkarlar hoyratça tepinirlerdi. Hatta bu oyunlar esnasında oldukça büyük kazalarda olurdu. Gül’ün ön dişi kırılmıştı bir defasında ve Gül sızlanmaya başlamıştı. Ona “Bak senin yüzünden evde kalacağım. Kimse beni güzel bulmayacak demişti.” Ebru’ysa “merak etme sen evleneceksin ve bende senin nikahında olacağım” demişti. Öyle ya onu o kadar çok seviyordu ki hayatında ondan ayrılmaya niyeti yoktu. Ama bu nasıl bir sevgiydi, o da çok fazla adını koyamıyordu.

Ona karşı olan sevgisi tapma şeklindeydi, sesini, dokunuşunu hissedince heyecanlanıyordu. Rüyalarında onu öptüğünü görüyordu. Öyle ya Gül’ün mükemmel dolgun dudakları ve mükemmel dişleri vardı. Onsuz yapamıyordu ama bunun bir adı yoktu.

Öte yandan Gül ne zaman bir erkekle beraber olsa ilgisi hemen o kişiye kayıyor ve ne yazık ki Ebru’yla geçen zamanları sekteye uğruyordu. Ebru’da kıskançlık var mıydı, hayır o erkeklerin neden onunla olduğunu sorgulamıyordu sadece kendi zamanlarının azalmasına dayanamıyordu. Zaten hep erkeklerin biri gidip, diğerleri geliyordu. Sanki hepsi sıraya girmişler gibiydi. Ama onlarla olan ilişkilerinde ciddi bir şekilde cinselliğin geçtiğini biliyordu, aslında bunu neredeyse herkes bilmeye başlamıştı. Çünkü Gül’ü herkes biraz basit olduğunu söyleyip, dedikodularını yapıyorlardı. Aldırmıyordu, Gül sanki ondan bir parça gibiydi. O Gül’ü herkesden iyi tanıyordu, yada hiç tanımıyordu.

Her ikiside öyle aman aman bir aile düzeninden geldikleri söylemezdi. Yine de aralarında bu konunun detaylarına hiç inmemişlerdi. İşin doğrusu her ikisi içinde evde olmak cehennemde olmaktan daha sıcaktı. Ama buna verdikleri tepkiler bambaşkaydı. Ebrunun babası alkolikti ve her gece mutlaka bir kavga olurdu hemde kanlı cinsiden. Kaç defa gece 3 de babasının o iğrenç alkol kokan öpüşlerine uyandığı halde, biraz daha fazla katlanmamak için uyuyor numarası yapmıştı. Sonra da sabahın 5’inde başlayan annenin bağırtısı. Gece veya gündüz yok gibiydi evlerinde. Gül ‘ün ise babası psikopat cinsinden kıskanç bir adamdı. Evde sürekli onun borusu ötermiş gibi davranırdı ve hemen hemen onlarda da hergece bir kavga olurdu. Sanki Gül’ün o evde yaşaması, babası isterse gerçekleşen cinsindendi. Annesi ise hastalıklı ve titreyen bir kadın olmuştu. Öylesine güçsüzleştirmişti kadını, kadın dönem dönem halüsülasyonlara varan kendineden geçmeler yaşıyordu. Bunları hiçbir zaman birbirlerine anlatmadılar. Ama her ikiside biliyordu neler olduğunu. Ama beraberken bunları dinlemiyorladı, yakınlarında olmak birbirlerinin her ikisininde mutlu olmasına yetiyordu.

Hayata karşı ilk sert ve kaçak denemelerini beraber yapmışlardı. İlk sarhoşluklarını beraber yaşamışlardı. Birbirlerini çırılçıplakta görmüşlerdi, birbilerine bu haldeykende sarılmışlar, öpmüşler, sarılmışlar, delice gülmüşler, sarhoşken zırıl zırıl ağlamışlardı, her yaz Gül’ün teşhirciliğinde kısacık şortlarıyla güya koşuya bile çıkmışlardı. Ebru Gül’ün ve Gül’de Ebrunun günlüğünü çoktan okumuştu. Gül artık biliyordu Ebrunun onu deli gibi sevdiğini ve Ebru’da biliyordu Gül’ün yalnızlık korkusunu. O ölünce kimlerin onu arayacağını merak ettiğini. Hep Gül biraz daha deli, çılgın, Ebru’ysa daha korkak, içine kapanık, kurallara daha çok uyandı.

Zaman hızlı gelip geçmişti. Ebru’nun Gül’e olan sevgisi zamanla bir tutku, bir saplantı alini alırken, Gül ise zamanla daha az Ebru’yla zaman geçiriyordu. Zaten o günlerde Gül, onunla, o adamla tanışmıştı. Zaman geçmiş lisenin son sınıflarındaydılar. Ebru Gül’ü artık tamamen kaybettiğini biliyordu. Acı çekiyordu ama fazla söyleyecek birşey bulamıyordu, şartlar değişmişti çünkü.

O sırada gecenin bir yarısı bir televizyon kanalında yakaladığı bir filmi seyretmişti Ebru. (Cennetlik yaratıklar, Heavenly creatures – sansürlendiği için ilişkileri görünmüyordu) o filmdeki iki karaktere ne çok benzetmişti kendilerini. Olayın gerçekçi oluşu ne kadar da korkutucuydu. Bundan Gül’e bahsetti, gül o filmi korkunç bulmuştu ve seyretmeye dayanamamıştı. Ebru’nun bunu Gül’e sorma nednei yoksa bir teklif miydi?

Ebru Gül’ü unutmak, bir parça olsun şu saplantısından kurtulmak için elinden gelen herşeyi yaptı. Hatta o dönemde bir başka kıza ilgi duydu, hatta onuda sevdi, sonra başka bir erkek buldu, onuda sevdiğine inanmaya çalıştı. Sonra zaten il değiştirdi. Ama bir türlü çıkmadı kalbinden, hayatına bir dolu insan sokmasına ramen.

Gül’le mektuplaşmaya başladılar. Hızlı bir mektuplaşmaydı bu. Birbirlerine sayfalar dolusu komik şeyler yazıyorlardı ve bundan çok zevk alıyorlardı. Ebru üniversitedeydi. Gül ise kazanamamıştı. Öyle ya annesinin verdiği kurs paralarını, kursa gitmeyip sağda solda çarçur etmişti. Çünkü kurallardan nefret ediyordu, her sınavdan da. Öylesine güzel ve öylesine zekiydi ki, Ebru onun için çok üzülüyordu. Biliyordu o şehirde ailesinin yanında kalmaya devam etmesi Gül’ün sonunu hazırlayacaktı. Gerçi Ebru içinde pek birşey değişmemişti. Ailesi tek kızlarının peşinden gelip yerleşmişti. Mutlu aile tablosu çizmeye çalışarak birbirlerinin hayatlarını karartmaya çalışıyorlardı.

Sokak Kedisi

  Sokak Kedisinin diğer yazıları için tıklayınız