Kedi aç gözlerle elindeki paketlere bakıyordu...
- Tamam Rozi ! biliyorum açsın...Aslında bende
açım ...Bütün gün doğru dürüst hiçbir şey yemedim...Bacaklarıma
yiyecek gibi bakan müdür yardımcısıyla cebelleştim...Sekreterin
saçma sapan aşk maceralarını dinledim ve bir
de ona erkekler hakkında söylev verdim...Ayakkabımın
topuğu kırıldı ve... Ve...
Durdu ve parmaklarını asi buklelerinin arasından
geçirdi...Ensesinden aşağıya inen ter damlacıkları
bluzunda belli belirsiz ıslaklıklar meydana
getirmişti...
Rozi, cebi bütün gün kapalıydı...Neredeydi
?...Söylesene neredeydi ?
Başını ellerinin arasına aldı...Çatlayacak
kadar ağrıyordu başı...Selma söylemişti aslında
daha en başında..."Olmaz Yaprakım...(Ona hep
Yaprakım derdi) Ne sen ona uygunsun ne o sana
güzelim...Valla çok üzer seni bugün seninle
olur yarın gidip bir adamın koynuna girer...Ama
ben ille de acı çekeceğim diyorsan...".
O ille de acı çekmeyi seçti...
Komodinin üzerindeki gümüş çerçeveye özenle
yerleştirilmiş olan resme baktı...Sarı gölgeli
saçları ancak omuzlarına değen balık etinde
hatta bayağı dolgun bir kadın kolunu çapkınca
kızıl kestane bukleli, dalgın bakışlı minyon
bir kadının omzuna atıvermişti...İkisinin ortasından
şaşkın şaşkın bakan tekir kedi Rozi...
Hızla yerinden fırladı ve aynı hızla resmi
açık pencereden aşağı fırlatıverdi. Rahatlamaya
benzer bir his duydu içinde ve ayağa kalkıp
mutfağa yürüdü. Whiskas'ın kapağını bıçakla
açıp kedinin mama kabına doldurduktan sonra
ısıtıcıya su koydu ve kendine bir fincan kahve
hazırladı.
- İşte bir yalnız gece daha Yaprak !...Sesindeki
ürperten acıdan korktu ...Oysa daha 6 ay öncesinde
kalbi çatlayacak kadar mutlulukla dolup taşmıştı
onun kollarında...Dolgun ve şehvetli vücuduna
defalarca değmişti teni...Defalarca kokusunu
içine çekmişti...şekerli ve hafif yanık o büyülü
inanılmaz kokuyu teninden silmemek için duş
almadan işe gitmişti kaç kez...
Nuray'ı annesi bile çok sevmişti...Oysa tanınmış
bir ressam olan annesi hiçbir arkadaşını onaylamamış
hatta bir defasında o kadar şüphelenmişti ki
kolundan tuttuğu gibi terapiste götürmüştü kızını...
22 yaşındayken başına gelen bu olayı hatırlayınca
gülümsedi...Psikolog Gülşen Hanım kalın camlı
gözlüklerinin ardından uzun uzun ve dik dik
gözlerine bakıp bolca boğazını temizlemiş ve
bolca da hımlamıştı...Sonuçta merak edilecek
bir şey olmadığına karar verdi Gülşen Hanım...Yaprak
lezbiyen falan değildi...Gençlik bunalımları
işte ...Daha fazla ilgi gösterin kızınıza demiş
ve cici bir antidepresan yazıp yollamıştı.
Yaprak şimdi 30 yaşındaydı ve son gittiği terapiste
göre bir an önce evlenip çocuk yapsa iyi olurdu...Güldü
kendi kendine...Evlenmemiş ama Nurayla tanışmıştı...
Nuray daha önceki arkadaşlarının aksine kadın
gibi kadın olduğundan (annesi böyle derdi) Annesinin
sinirini bozmamış ve hatta iki kadın pek iyi
anlaşmışlardı...Bundan aldığı güçle Yaprak ayrı
bir ev tutmayı başarmıştı ama Nuray asla onunla
yaşamak istememişti...Sebebi bir oğlu vardı...Nuray
boşanmıştı.
Kahvesini yudumlarken daldığı anılar koridorundan
zorlukla ayırdı beynini ve telefonun tuşlarına
yöneldi yeniden...Bu kez açıldı telefon ...
- Nuray çok özledim seni iki haftadır yoksun.
- Hay Allah sen misin !...Bak Selim burada fazla
konuşamam lütfen anlayışlı ol!...
- Ne işi var orada Allah aşkına ?
- Buğra'yı görmeye gelmiş...Babası değil mi
gelmeye hakkı var.
- Başka neye hakkı var Nuray ?
- Saçmalıyorsun ve ben bunları dinlemek zorunda
değilim...Yeter artık çocuk gibi davranma !...Canımı
sıkıyorsun ve beni arama bir daha ben seni ararım.
Çaaaaaaaaatttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttttt
!
Telefonun kapanma sesi beynini delen bir burguydu
sanki. Dolaba yürüdü kapakta duran şarap şişesini
hızla çekti ve hırsla ağzını açıp kadehe boşalttı...Hava
iyiden iyiye kararmıştı...Camın kenarındaki
kanapeye oturdu ve gökyüzündeki ilk gece ışıklarını
izlemeye başladı... Ay kocaman tekerlek gibi
parıldıyordu...Anlaşılan dolunay gecesi olacaktı...Kadehi
aya doğru uzatıp "Sana dedi ve Ona".
Şarap şişesinin dibi göründüğünde başının dönmesine
aldırmadan ayağa fırladı ve mini eteğini sıyırarak
çıkarıp blue jeanını giydi ve üzerine de askılı
kırmızı bluzunu geçirdikten sonra yerde bulduğu
bir lastik parçasıyla buklelerini at kuyruğu
yaptı. Hafif yalpalayarak merdivenleri indi
ve taksiye atladı.
Kentin en ünlü gay barının kapısından şarabın
da etkisiyle bu kez ürkmeden geçti... Böyle
yerleri sevmiyordu... Nuray çok severdi ama...
Nuray aklına gelince iyice hırslandı ve bara
doğru bir hamle yaptı... Az sonra elinde şarap
kadehiyle kalabalığın arasından sıyrılmaya çalışıyordu
ki...
- Tanrım önüne baksana !
- Ne oldu bebeğim ?
- Şu deli kadın şarabı üzerime boca etti.
Bebek yüzlü buz mavisi gözlü sarışın, titreyen
dudaklarını büzmüş Yaprak' a bakıyordu. Göıüslerini
ancak örten dantel bluzu kıpkırmızı şarap lekesi
içinde kalmıştı. Kolları dövme içinde başında
yüzüne özellikle düşürülmüş kasketi genç bir
kız hızla gelip sarışına sarıldı ve Yaprak'a
dövecekmiş gibi baktı.
- Bana bak sen ne yaptığını sanıyorsun ?...Bir
daha kadınımın yanında görürsem gebertirim seni
kaltak !...
Ne söyleyebilirdi ki... O bebek yüzlü kızı
arkadan o kadar Nuray'a benzetmişti ki... Ama
Nuray böyle saf bakışlı bir genç kız değildi...
Gözlerinde fettan kıvılcımlar çakan tutkuyla
sarılıp... Tutkuyla sevişen bir kadındı...Olanca
dişiliıine ve çarpıcılığına karşılık her zaman
söylediği bir şey vardı : "Ben yanlış doğmuşum...Erkek
olmalıydım".
Başı iyiden iyiye dönüyordu ve midesi de alarma
geçmişti..."Neden geldim ki" diye düşünürken
sigara dumanlarının yarattığı sis içinde bulanık
da olsa Selma'yı görebildi. Yanında birileri
vardı ama hiçbirini tanımıyordu. Zorlukla oraya
doğru yürüdü ve tam o anda Selma onu görerek
ileri bir hamle yaptı.
- Yaprak... Ne arıyorsun burada?... Bu ne hal
böyle!.... Aman tanrım sen sarhoşsun.
- Selma offffffff sus.... Değilim sadece başım...
- Ne oldu deli yoksa Nuray mı ?
- Ya sus ! sus diyorum!
- Anlaşıldı gel bakalım kör aşık...
Selma kolunu beline dolayıp barın yanındaki
kalabalığa doğru sürükledi Yaprak'ı.
- Sen bu ekibi tanımazsın şekerim...Hoş Nuray
delisinden başka kimi tanırsın ki ?...
- Selmaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa!
- Sus bağırma bakayım!
Kollarını bara dayamış ciddi bakışlı genç kadın
tam düşecekken yakaladı Yaprak'ı ve gülümsedi...
Boğuk ve derinden gelen bir sesle "Kötü görünüyorsun"
dedi. Kötü mü !...Berbat görünüyor diyen Selma
kounu iyice Yaprak'ın beline doladı ve başını
salladı.
- Bak güzelim ekiple tanış tabii tanışacak
halin varsa... Bu yakışıklı Ertuğrul...
Selma herkesi uzun uzun tanıtıyordu ki... Barın
yanındaki uzun boylu kadın dumanı tüten nescafeyi
Yaprak'a uzatıp Deniz dedi... Yüzünde muzip
ve alaycı bir ifade belirmişti.
- Evet şekerim bu uzun yaratık da Deniz...
Kendisi güzide gazetecilerimizden olup boş vakitlerinde
sarhoş ayıltmakla uğraşır.
Selma tatlı bir kahkaha kopardı...
Yaprak'ın gözleri bir an Denizin gözleriyle
buluştu...Kısa düz saçlı, yeşile çalan ela gözlü,
spor giyimli ve gerçekten oldukça uzun boylu
30 larında bir kadındı. 1.70'ın üzerinde olmalı
diye düşünüyordu ki
- 1.78 dedi Deniz.
- Ama nereden?
- Sen sorsam mı sormasam mı diye uzun uzun düşünme
dedim... Zaten feleğin sillesini yemiş gibi
bakıyorsun... Hadi iç şu kahveyi!... Miden nasıl
- Dalgalı deniz gibi...
- Harika !...
Yaprak alkole her zaman dayanıksız olmuştu...
Ve son kez sarhoş olduğunda Nuray eni konu sinirlenmiş
ve onu evde kusarken bırakıp gitmişti... O yüzden
çok dikkat ediyor ve içmiyordu... Bu geceye
kadar...
Selma'ya bakıp "Özür dilerim gecenizi mahvettim
" dedi.
- Ah minik kuşum deli misin sen... O manyak
kadının sana bunu yapacağı belliydi... Ben çok
dedim ama dinletemedim...
Yaprak birden yüzünü buruşturdu...
- Selma sanırım onu tuvalete götürmek gerekiyor...
5 dakika geçmemişti ki klozetin içine kafasını
sokmuş kusuyordu...Midesinden dışarı bir kez
Niagara, beş kez de Düden şelalesi çıktıktan
sonra başını kaldırdı ve Deniz'in uzattığı peçeteyle
yüzünü sildi.. Deniz onu kolayca kaldırıp lavaboya
götürmüş, yüzünü yıkamış ve kurulamıştı ki ağlamaya
başladı...
- Özür dilerim... Ben...
- Saçmalama!...
Geceye dair hatırladığı en belirgin görüntü
bir yabancının onu sıkıca sarıp sarmalamasıydı...
Ve kapının dışından gelen gürültülü müziğin
kulaklarını acıtan nota vuruşlarıydı...
Ağzından belli belirsiz dökülen sözcükler arasında
kendini yitirdi...
|