Tüm o abartılı davranışların, öfke krizlerinin
gerisinde ne yapacağını bilemeyen zavallı bir
çocuk gölgesi seçiyordum. Ama ne çocuk! Bir
seksen boyunda doksan beş kiloluk insan irisi
bir çocuk. Bir defasında üniversiteden bir arkadaşımla
karşılaşmıştık. Onu da masamıza davet ettim.
Doğal olarak sıcak davrandık birbirimize. O
neler yapıyor, ya ben? Aradığımızı bulabildik
mi? Eskilerden görüştüklerimiz kimler var, neler
yapıyorlar filan. Geçmişe dayalı bu konuşmaya
dahil olamamak onu sinirlendirdi tabii. Hiç
bir yere geç kalmadığımız halde geç kaldığımızı
bahane ederek kabaca müdahale etti konuşmamıza.
Tabii ben de "benim acelem yok. Biz Mehmet’le
biraz daha oturacağız. Sen geç kalma istersen"
deyiverdim.
Aklıma geldikçe hala gülümsüyorum. Şaşkınlığına
yani. Bir hafta küs kalmıştı bana. Aynı işyerinde
oluşumuz da durumu zorlaştırıyordu. Çünkü sorunlarımızı
oraya da taşıyorduk. Onunla topu topu birkaç
aylık bir ilişkim varken beni bu kadar mülkiyetinde
sayması sinir bozucuydu. Başka pek çok kadının
çok sevildiğini düşünüp belki hoşnut olabilecekleri
bu durum benim için çok ağırdı. Onun demir dökümlü
kalıpları dar ve bunaltıcıydı. Ailesiyle ne
zaman tanışacağımdan, daha az dikkat çekmek
adına kapalı giyinmeme kadar yığınla saçmalıklar.
Doku uyuşmazlığıydı yaşadığımız. O yüzden yıllar
sonra değil sadece aylar sonra ortaya çıkıverdi
anlaşmazlıklar. Ve hiç kuşku duymadan kararımı
verdim; onunla ilişkimizi sona erdirecektim...
Tabii bu zannettiğim kadar kolay olmadı. Kabullenmek
istemedi. Önce reddetti ayrılmayı. Sonra yalvarmaya
başladı. Üçüncü aşamada uzak kalmaya çalıştı
benden. Ve son dönemde ağır bir depresyona esir
oldu. Artık geri dönüşsüz olduğumuzu anladığında.
Onunla sevgili kalmam mümkün değildi artık.
Öte yandan Erhan’la ilişkim zihnimde bir devrime
yol açmıştı. Daha önce kaktüs,Pazartesi gibi
kimi kadın dergilerinde okuyup aşılandığım bir
şeydi erkekçi zihniyet. Ancak Erhan o kadar
tipik bir örnekti ki; onun sayesinde aşının
tuttuğunu anlamış oldum. Çünkü onun korumacılık,kollamacılık
adına yaptığı her davranışta bir insanın ötekine
yönelik terörünü görüyordum. . Eğer onunla yeniden
birlikte olmazsam yapacaklarından sorumlu olmayacağını
söylerdi. Ne şahane bir mantık? Onun akl-ı selimden
uzak tavırlarına rağmen hiç değilse ilk haftalar
bir hayli çaba sarfettim. Kendine gelebilmesi
için. Öz değerini yitirmemesi için. Onun kendini
koy verip otuz dört yıllık ömrünün çözümsüz
bırakılmış sorunlarıyla birlikte üzerime çöküvermesini
istemiyordum.
İşte endişe içinde yaşadığım o günlerde Arzu’yu
gördüm. Daha önce göremediğim biçimde. Önceleri
vurdumduymazlık saydığım şeyin, aslında onun
sorunlara karşı geliştirdiği bir çeşit savunma
mekanizması olduğunu anladım. Arzu neşesini
koruyarak belki içgüdüsel olarak kendini sağaltmış
oluyordu. Çünkü onun da pek çok sorunu vardı.
Mesela uzun süredir ailesiyle görüşmediğini
öğrendiğimde çok şaşırdım. Bu aynı zamanda Metin’e
karşı aşırı bağımlılığını da açıklıyordu. Çok
erken yaşlardan itibaren kendi ayakları üzerinde
durmak zorunda kalmış biriydi o.
Saatlerce konuştuğumuz günlerdi. Sürdürdüğü
konuşma perhizini yıllar sonra nihayet bozan
iki keşiş gibi kana kana,çağlaya çağlaya konuşuyorduk.
Aklımızda ne varsa. bazen bu da yetmiyor; bilinçaltı
labirentinin çıkmazlı koridorlarında belli belirsiz,mor-siyah,kaygı
uyandırıcı ne kadar anı,hayal toplaşmışsa; bütün
bunları ancak birbirimize anlatabilirmişiz gibi
günlerce,haftalarca,aylarca konuşuyorduk, konuştuk.
Her şey çok yeniydi. Hiç ummadığım bir anda
sanki eksik yönümü bulmuştum. Ben derinliğine
düşünür, görünürde varolmayanı çözmeye çalışırken
daracık bir sahanın sondajıyla cebelleşen biri
gibiydim. Arzu ise, geniş sahalara hakim bir
ufka sahip,varolanı görebilen biriydi. Soğuk
mantığımı bir parça olsun ısıtabilmek için onun
duygusallığına ihtiyacım vardı. Çok uzakları
gözlemekten burnunun dibini göremeyen,ruh üşümesi
yaşayan bendim. Kopuk olan, şaşkın olan,aranan
da. Ölçülü olan, ne yaptığını bilen, cesur olansa
o’ydu. Ağlamaktan ve gülmekten gocunmayan, anlayamadığı
insanlara karşı da şefkatli olabilen de yine
o.
Zamanla ona duyduğum hayranlık somut bir nitelik
kazandı. Zihinsel olandan bedensel olana dönüştü.
İlkin saçlarının parlaklığını farkettim. Başını
oynattığında ya da bana doğru çevirdiğinde parlak
ışıltılı bir halka da onunla beraber hareketlenirdi.
Elleri neredeyse saydamdı,tutulduğunda kırılıp
inciniverecek camsı bir maddedenmiş gibi. Arzu’nun
kim ya da ne olduğunu ise ancak bakışlarından
çözebilirdim, bazen onu kızdıran bir şey olduğunda-
vahşi bir kuş süzülüp yerleşirdi bakışlarına;
bana sevgiyle baktığında ise masum bir güvercinin
tatlı bakışları.
|