ARIUS (280-336)

İskenderiye'de doğmuş ve kendi adıyla anılan (Arianism) mezhebi kurmuştur. 'Kelam'ın tanrısal bir varlık olmadığını ileri sürerek, Hıristiyanlıkta sapkın kabul edilen bir kurumun doğmasına neden olmuştur. Yaşamının ilk dönemi hakkında ayrıntılı bilgi yoktur. 'Kilise Babaları Felsefesi' denilen akımın öncülerinden Diogenes'in yapıtlarını incelemiş, yine bir 'Kilise Babası' sayılan Antakyalı Lukianos'un öğrencisi olmuştur. Bir süre sonra Kilisenin dini görüşlerini eleştiren, Hıristiyan anlayışına karşı çıkan ve bu nedenle kiliseden ayrılan Meltios'un görüşlerini benimsemiş ve paylaşmıştır. Daha sonra Kilise ile arası düzelmiş ve papazlıkla görevlendirilmişse de halkı aydınlatmak için verdiği vaazlarda, Hıristiyan inancının Tanrı olarak benimsediği 'Kelam'ın Tanrı olamayacağını, tanrısal bir güç olarak bile sayılamayacağını ileri sürmüştür. Kendisine yapılan tüm uyarıları dinlememiş ve sonunda kilisedeki görevinden alınmıştır.

Mısır'dan ayrılıp önce Filistin'e daha sonra Bithynia'ya giden Arius, düşüncelerini oralarda yaymaya çalıştı. Biri Kayserili, öteki İzmitli olan iki Eusebios ile de tanışarak görüşlerini onlara da benimsetmiş, böylece daha güçlü ve etkili bir tartışma ortamı oluşmasını sağlamıştır. Bu tartışmanın kısa sürede geniş bir coğrafyaya yayılması, kiliseyi sıkıntıya sokunca, İmparator Constantinus olaya karışma gereğini duydu. Tartışmaların kesilmesi, dargınlıkların giderilmesi, kilise büyükleriyle yeniden barışılması uyarıları sonuç vermeyince, Arius, Hıristiyan dininin temel ilkelerine, özüne aykırı görüşleri nedeniyle 325 yılında İznik Konsili'nce aforoz edildi. Düşüncelerini topladığı 'Thalia' adlı kitabı yasaklandı.

İznik Konsili bu yasaklamayla da yetinmemiş, Ariusçuluk'a karşı Hıristiyan inançlarını savunan bir kitap hazırlatarak kiliselere dağıtmıştır. Bu kitaba göre;

"İsa, Tanrı'nın tek oğludur, bütün çağlardan önce Baba olan Tanrı'dan doğmuştur. İsa Tanrı'nın Tanrısı, ışığın ışığıdır, gerçek Tanrı'nın kendisidir. Doğmuştur ancak yaratılmamıştır, Tanrı ile bir tözdendir, özdeştir, bütün işleri yapan, yaptıran O'dur."

Gerek İznik Konsili'nin yasağı, gerekse Tanrı ve İsa ile ilgili açıklamalar barışı sağlayamadı. Aksine tartışmanın hızla gelişip yayılmasına neden oldu. Ariusçuluk'un en güçlü savunucularından biri olan İzmitli Eusobios 328 yılında piskoposlukla görevlendirilince, bu konumundan yararlanarak görüşlerini yaymak için yeni bir yöntem uygulamaya karar verdi. İznik Konsili'nin ileri sürdüğü düşünceleri, Latince-Grekçe arasındaki söz oyunlarına başvurarak anlamsızlaştırdı. Böylece ortaya, değişik yorumlara açık bir inanç sistemi çıktı. Bunları yeniden yazdırıp bütün kilise yetkililerine onaylatma buyruğu vermesi dileğiyle, imparatora gönderdi. Eusobios'un amacı, konsilin görüşlerine karşı çıkan (bilmeden ya da istemeyerek bu metni onaylayan) kilise yetkililerinin suçlu duruma düşürülmesiydi. Bu girişim üzerine, başlangıçta bir din ve kilise sorunu olan olay, sonradan siyasal nitelik kazandı. İmparator ağırlık koyarak, metni onaylamak istemeyen kilisenin direnişini kırmaya yöneldi. İmparatorun bu tutumu üzerine kilisede ayrılıklar ortaya çıktı ve büyük sürgünler başladı. Özellikle Ortodokslara karşı baskı girişimleri genişledi.

359 yılında biri Rimini diğeri Selevkia (Silifke)'da olmak üzere iki konsil toplandı. İznik Konsili'nin sonuçsuz kaldığını ileri süren bu iki konsil, Ariusçuların üç parçaya bölünmesine ve böylece tartışmaların daha hızla daha geniş bir alana yayılmasına yol açtı. Bunlardan Eunomiusçular, Oğul ile Baba arasında, öz bakımından, ortak bir yan olduğu düşüncesine karşı çıktılar. Homoiusçular Oğul ile baba arasında benzerlik olduğunu ileri sürdüler. Homeousiusçular ise Oğul'un Baba'nın tözüne benzer bir tözden oluştuğunu savundular.

DİN, İNANÇ VE AKIL İLİŞKİSİ

Arius, Hıristiyan inançlarının akıl ilkelerine dayalı bir içerik taşıması görüşünü savunurken tarihten kaynaklanan bilim verilerinden yararlanıyordu. Ona göre inanç, insan aklının yarattığı bir varlık değil, gelenek ve göreneklerle sağlanan bir yönelme biçimidir. Bunun da yaşanan gerçeklerle bağlantılı olması gerekir. Din, insanın yaşamından ayrı tutulamaz. Yaşama düzen veren ilkeleri içerdiğine göre, akla uygunluğu söz konusudur. Oysa inanç verilerinin çoğu akılla bağdaşmadığı gibi, aklı yerici ve yıkıcı bir içerik taşımaktadır. İnançlarla akıl ilkelerinin uyuşmazlığını gösteren önemli konular vardır:

Hıristiyan inançlarına göre İsa, tanrısal bir varlıktır. Bununla kalmayıp Tanrı'nın oğludur ve hatta Tanrı gibi ölümsüzdür. Oysa gerçek böyle değildir; İsa bir insandır. İsa'nın başlıca özelliği, Tanrı'dan buyruklar aldığını ileri sürerek, Tanrı adına konuşmasıdır. Onun Tanrı'dan buyruklar aldığı doğrudur, ancak tanrısal biz öz taşıdığı kanısı yanlıştır. İsa Tanrı'nın oğlu değildir, Tanrı'nın oğlu olamaz. Tanrı'nın oğlu olması, Tanrı'nın tanrısallığına aykırıdır. 'Kelam'ın Tanrı olduğu önsüz-sonsuz bir nitelik taşıdığı inancı da doğru değildir. 'Kutsal Ruh' için ileri sürülen ve onu Tanrı ile, İsa ile birleştiren, özdeşleştiren düşünceler de gerçek değildir. Gerçek bir insan olan İsa'nın, 'Kutsal Ruh'la, 'Kelam'la, Tanrı özü ile özdeşliği söz konusu değildir.

İnsanı yöneten, ona öteki varlıklar arasında özel bir yer kazandıran akıl ile bağdaşmayan düşüncelere kapılmanın gereği yoktur. İnanç (iman) akla karşı çıktığı sürece geçersizdir, tutarsızdır. İnanç, duygu varlıklarından beslenir. Bu nedenle akıl ilkeleriyle bağdaşmaz, çelişir. Kilise, inancı akıldan üstün tuttuğu sürece tanrısal gerçeklere aykırı davranmaktan kendini kurtaramaz. Böylece kendi çatısı altında toplananları da tanrısal gerçeğe ulaştıramaz. Bu nedenle kilise doğru yolda değildir. Kilisenin ileri sürdüğü inançların kökeni duygusal yorumlardır. Bu nedenle Tanrı'nın buyurduğu ilkelerle bağdaşmaz. Tanrı önsüz-sonsuz bir akıl varlığı olduğundan, onun bütün buyruklarını da akılla bağlantılı görmek gerekir. Kilise Tanrı'yı birtakım bölümlere ayırarak bütünlüğünden uzaklaştırmakta, onun yüce birliğini bozmaktadır. Tanrı tektir, ölümsüzdür, önsüz-sonsuzdur, doğmamıştır, kimseyi de doğurmamıştır. Bu nedenle O'nun tek olan varlığı dışında, O'nunla ilgili özdeş varlıklar düşünmek Hıristiyan dininin özüne aykırıdır.

Tanrı sınırsızdır, yaratıcıdır, yoktan var edicidir. Onun yaratıcılığı, sınırsızlığı insan aklının kavrayış gücünü aşsa bile, akıl dışı sayılamaz. Tanrı 'engin akıl'dır. 'Kutsal Ruh', tanrısal ruhtur, Tanrı varlığı karşısında ikinci bir varlık niteliği taşımaz. Tanrı'nın varlığında yoğunlaşan yüce özellikler aklın sınırları dışında kalsa bile, akla konu olabilir. Akıl sağlıklı bir biçimde çalıştığı sürece, Tanrı'yı da, niteliklerini de düşünebilir. Kilise, ileri sürdüğü akıl ilkelerine aykırı görüşlerle, tanrı varlığı ile aklı bağlantısız bir duruma getirmektedir.

Kilise'nin benimsediği 'Baba-Oğul-Ruh' biçiminde ileri sürülen üçleme, 'Tanrısal Varlık'la bağdaşmaz. Bu görüş Tanrı'nın 'tek varlık' olduğu inancına aykırıdır.

Arius'un ileri sürdüğü düşüncelerin Hıristiyan inançları ile bağdaşması olanaksızdı. Kilise'nin 'Baba-Oğul-Ruh' üçlemesine bağlanan ve bu üçlemeyi somutlaştıran inancı; görüşlerini akıl ilkelerine dayandıran, imanı aklın denetimi altına veren Arius için, doğaya da insan düşüncesine de aykırıydı. Kiliselerin Doğu-Batı diye ikiye ayrılması bile Arius'un ortaya attığı düşüncelerin yayılmasını, birtakım yeni inanç kurumlarının doğmasını engelleyemedi. Ariısçuluk, başta Mısır olmak üzere, Vandallar, Vizigotlar, Ostrogotlar ve Lombardlar gibi Hıristiyanlığa iyice ısınamamış topluluklar arasında hızla yayıldı. Venedik'te, Avrupa'nın değişik ülkelerinde birçok Ariusçu kuruluş ortaya çıktı. Bunlara 'Oniter' adı verildi.

Arius, kilise çevrelerinde olduğu gibi Hıristiyan felsefesi üzerinde de uzun süre etkili olmuştur. Özellikle teoloji sorunlarının çözülmesinde inançlara değil de akıl ilkelerine dayanma gereğini savunan, Tanrı'nın tek varlık olduğuna inanan ve üçlemeyi gerçek saymayan akımların çoğu Arius'un görüşlerinden etkilenmiştir.

Arius'un düşüncelerini felsefenin eleştiri konusu yapan, onlara karşı Kilise'nin görüşlerini savunan ilk bilge Augustinus olmuştur. Augustinus, Arius'un özellikle 'üçleme' konusunda ileri sürdüğü düşüncelerin yalnız Hıristiyan inançlarına değil, bu inançlardan kaynaklanan ve akıl ilkelerine dayanan felsefeye bile aykırı düştüğünü söylemiştir. Bu sözlerin etkisi büyük olmamış, tam tersine Arius'un daha çok ilgi çekmesini sağlamıştır.

Arius'un düşünceleri, Hıristiyan dünyası dışında da etkisini göstermiştir. Bazı İslam ülkelerinde ortaya çıkan ve Tanrı ile insan arasında bir özdeşliğin bulunduğunu savunan Tasavvuf inancına karşı olanlar, Arius'un düşüncelerinden hareketle Tanrı ile insan arasında bir benzerliğin bulunamayacağı savını ileri sürmüşlerdir. İslam dininin yayılış yıllarında, Anadolu-Suriye-İran yörelerinde Ariusçuluk'tan kaynaklanan bazı inançlar, biçim değiştirerek bu yeni dine sızmıştır.

 HIRİSTİYANLIK ANA SAYFASI

AKLIN EGEMENLİĞİ

HIRİSTİYANLIK