İSA VE İNANCI -II-

10- SON YEMEK

Zeytinlik Tepesi'nde İsa şakirtlerine bu sözleri söylerken, Sanedrin Mahkemesi onunla ilgili nihai kararı vermişti. İsa yakalanıp sorgulanacak ve öldürülecekti. Ama halktan da korkuyorlardı. İmdatlarına İsa'nın şakirtlerinden İskariyotlu Yahuda yetişti. Mürşidi İsa'ya, onu tüm bu sıkıntılarından kurtaracağına söz veren bu hain, Sanedrin ile görüşmüş ve onlara nasıl yardım edebileceğini konuşmuştu. Para karşılığı onlarla anlaştı. Zaten Yahuda İsa'ya, sırf dünyasal çıkarları uğruna şakirt olmuştu. Onun dünya krallığı tahtına oturacağına inanmakta ve bu işten sağlayacağı maddi ve manevi çıkarları hesaplamaktaydı. Oysa İsa'nın sözleri açıktı:

"Canını seven onu ziyan eder; ve bu dünyada canından nefret eden sonsuz bir hayat için onu saklar." (Yuhanna: 12/25).

İşlerin kötüye gittiğini, İsa'nın kurtuluş umudunun kalmadığını, şakirtlerin sahipsiz kaldığını ve kendisinin tüm çıkar hesaplarının suya düştüğünü gören Yahuda büyük bir düş kırıklığı yaşıyordu. Ona göre İsa, sahte Mesih'ten başka birisi değildi ve onu ele vermek için tereddüt etmeyecekti. Şimdi önemli olan, zamanını iyi ayarlamaktı.

Bu arada Fısıh Bayramı'nın arifesine varılmıştı. İsa şakirtlerine, şehirdeki bir dostunun evinde bir yemek düzenlenmelerini emretti. Bu yemek ayrıcalıklı olmalı ve şölen havasına büründürülmeliydi. Çünkü bunun son yemeği olacağının farkındaydı. On ikiler İsa yanlarında olmak üzere, kimliği İncillerde bile geçmeyen meçhul dostunun evinde bir araya geldiler. Odaya doğu adetleri gereğince bir halı serilmiş, etrafına da dört adet geniş divan yerleştirilmişti. Fısıh (Sena) yemeği için hazırlanmış kuzu, şarap dolu kaplar ve kimliği bilinmeyen dosttan ödünç olarak alınmış altın kupa getirilip masaya kondu. Bu altın kupa, yıllar önce ihtiyar Esseni rahibinin 'Sen peygambersin' diye uzattığı altın kupayı temsil ediyordu. Aşağıda da anlatacağımız gibi, yemeğin sonunda, içinde kendi kanını temsil eden şarapla dolu bu kupayı şakirtlerine vedanın simgesi olarak uzatacaktı. Yemek başladığında, Yuhanna ile Petrus arasında oturmuş olan İsa, söze girdi:

"Ben acı çekmeden önce, bu Fısıh yemeğini sizinle birlikte yemeği çok arzu etmiştim. Size şunu söyleyeyim, Fısıh yemeğini, Tanrı'nın Egemenliği'nde tamamlanacağı zamana dek, bir daha yemeyeceğim." (Luka: 22/15-16)

İsa'nın bu sözlerinin ardından yüzler bir anda asıldı, odaya kasvetli bir hava hakim olmuştu. 'İsa'nın sevdiği' ve onun sözlerinin altında yatan anlamı en iyi değerlendiren öğrencisi, başını sessizce onun bağrına doğru eğdi. Bu şakirtin adı Havari Thomas'tır. Thomas'ın İncil'inin de İsa'nın öğretilerine en yakın İncil olduğu söylenir. Yemek sırasında İsa ekmeği aldı ve şükür duasının ardından parçalayarak orada bulunanlara dağıttı.

"Bu, sizin uğrunuza feda edilen benim bedenimdir. Beni anmak için böyle yapın. Aynı şekilde yemekten sonra kaseyi alıp şöyle dedi: 'Bu kase, sizin uğrunuza akıtılan kanımla gerçekleşen yeni ahittir (antlaşmadır).' Ama beni ele verecek kişinin eli şu anda benimkiyle birlikte sofradadır.' " (Luka: 22/19-20-21)

Yemekten sonra İsa, geceyi Zeytinlik Tepesi'nde dua ederek geçireceğini söyleyerek ayağa kalktı. Havariler de onu izledi. Yeruşalim'in doğu eteklerinde, Zeytinlik çeşmesinin bulunduğu köye doğru yola çıktılar. Gecenin karanlığında Yahuda'nın aralarından ayrılmış olduğunu fark edemediler.

İsa'nın Zeytinlik Dağı'nda duası

"Bu arada İsa öğrencilerine, 'Bu gece hepiniz benim yüzümden sendeleyip düşeceksiniz' dedi. 'Çünkü şöyle yazılmıştır: Çobanı vuracağım, sürüdeki koyunlar da darmadağın olacak. Ama ben dirildikten sonra, hepinizden önce Galile'ye gideceğim.' Petrus O'na, 'Herkes senden ötürü sendeleyip düşse de, ben asla düşmem' dedi. 'Sana doğrusunu söyleyeyim' dedi İsa, 'Bu gece horoz ötmeden sen beni üç kez inkar edeceksin.' Petrus, 'Seninle birlikte ölmem bile gerekse, seni asla inkar etmem' dedi. Şakirtlerinin hepsi de aynı şeyi söylediler." (Matta: 26/31-32-33-34-35)

İsa şakirtlerinden bir taş atımı uzaklaşarak Tanrı'ya dua etti. Duasını tamamladıktan sonra öğrencilerini de yanına alarak Kidron Vadisi'ni geçip bir zeytinliğe girdi. Onlarla bu bahçede sık sık buluşurdu ve Yahuda da burasını biliyordu. Tam o sırada uğultu halinde konuşma sesleri duyuldu. Koyu renkli zeytin ağaçlarının altında meşale ışıkları belirmişti. Sanedrin'e mensup bir müfreze silahlarının şakırtılarıyla onlara doğru yaklaştı. Kılavuzluk görevi yapmakta olan Yahuda, askerler tarafından kolayca tanınabilsin diye, koşarak İsa'yı kucakladı. İsa da şefkatle onu kucaklayarak 'dostum' diye hitap etti. Kendisi böylesine bir kalleşlik yaparken, İsa'nın onu bağrına basarak karşılaması Yahuda'da vicdan azabına neden olacak ve bir süre sonra kendisini asacaktır. Askerler İsa'yı, oldukça sert hareketlerle yakaladılar. Korkuya kapılmış olan şakirtler, çil yavrusu gibi dağılmışlardı. Etrafında yalnızca Yuhanna ve Petrus vardı.

11- İSA YARGILANIYOR

Sanedrin, gece yarısı alelacele toplandı. Amaçları İsa'nın işini bir an önce bitirmekti. Başları türbanlı, lal rengi, sarı ve eflatun tunikli rahipler kurulu, yarım daire oluşturacak şekilde yerlerini aldılar. Onların tam ortasında yer alan iskemleye de büyük rahip Kayafa oturdu. Yarım dairenin her iki ucunda yer almakta olan küçük tribünlerde ise iki zabıt katibi oturuyordu. Bunların biri beraat, diğeri ise mahkumiyet kararını kaleme almaktaydı. Yani biri 'Advocatus Dei' (Tanrının Avukatı), diğeri ise Advocatus Diaboli (Şeytanın Avukatı)'ydi. Esseni giysili İsa, elleri ve kolları kayışlarla ve iplerle bağlanmış halde ortada durmaktaydı. Mahkemede yalnızca aleyhte tanıklık yapacak kişiler vardı. Onu savunacak bir tek insan bile gelmemişti. Yahuda'nın ihanet etmesiyle İsa'nın ilk kehaneti gerçekleşmişti. Peki ya Petrus nerelerdeydi? İsterseniz bu bölümü de İncil'den aktaralım:

"Petrus ise dışarıda, avluda oturuyordu. Bir hizmetçi kız yanına gelip, 'Sen de Galileli İsa'yla birlikteydin' dedi. Ama Petrus bunu herkesin önünde inkar ederek şöyle dedi: 'Senin neden söz ettiğini anlamıyorum.' Sonra avlu kapısının önüne çıktı. Onu gören başka bir hizmetçi kız, orada bulunanlara, 'Bu adam Nasıralı İsa'yla birlikteydi' dedi. Petrus yemin ederek, 'Ben o adamı tanımıyorum' diye yine inkar etti. Orada bulunanlar az sonra Petrus'a yaklaşıp, 'Gerçekten sen de onlardansın. Lehçen seni ele veriyor' dediler. Petrus kendine lanet okuyup yemin ederek, 'O adamı tanımıyorum!' dedi. Tam o anda horoz öttü. Petrus, İsa'nın, 'Horoz ötmeden sen beni üç kez inkar edeceksin' dediğini hatırladı ve dışarı çıkıp acı acı ağladı." (Matta: 27/69-70-71-72-73-74-75)

Bu arada İsa'yı ölüme mahkum etmek isteyen Sanedrin Mahkemesi, yalancı tanıkların ifadesini alıyordu. Bunlardan biri, İsa'nın Süleyman Mabedi'nin avlusunda "Ben Tanrı mabedini yıkabilir ve onu üç günde yapabilirim." (Matta: 26/61) dediğini söyledi. İsa ise susmayı tercih etti. Nasıl olsa onu bir şekilde mahkum edeceklerini biliyordu. Fakat tanığın yukarıdaki sözü, delilli ve ispatlı olmasına rağmen, onu mahkum etmeye yetmiyordu. Onun ağzından daha ciddi bir itiraf gerekiyordu. İşte tam bu sırada Sadduki Kayafa, İsa'ya dönerek şu soruyu sordu: "Eğer Mesih'sen, Mesih'im de!" İsa önce kaçamak bir cevap verdi: "Öyle desem, inanmayacaksınız; ama bunu ben size sorsam, bu kez de cevap vermeyeceksiniz." Hileli sorusunun işe yaramadığını gören Kayafa, bu kez gayet nazik bir şekilde sordu: "Yaşayan Tanrı adına sizden, Mesih olup olmadığınızı, yani Tanrıoğlu olup olmadığınızı söylemenizi istirham ediyorum." Böylece, Yahudi dininin en büyük temsilcisinin huzurunda İsa, görevini kabul ya da reddetmeye zorlanıyordu. Herkes merakla İsa'nın ne cevap vereceğini beklemekteydi. Eğer reddederse ölüm cezasından kurtulacaktı. Cevabı şöyle oldu: "Söylediğin gibidir. Üstelik size şunu da söyleyeyim, bundan sonra İnsanoğlu'nun, kudretli Olan'ın sağında oturduğunu ve göğün bulutları üzerinde geldiğini göreceksiniz." (Matta: 26/64)

İsa'nın bu cevabını Edouard Schuré, eserinde şöyle yorumluyor: "Bu sözleriyle, yeryüzünün gelecekteki büyük rahiplerine ve ruhban takımına seslenmekte ve onlara şöyle demekteydi: 'Ölümümle resmen mühürlenmiş olan misyonumdan sonra, yorumsuz din Yasasının saltanatı; hem kuramsal hem de gerçek anlamda sona ermiş olmaktadır. Sırlar yine açığa vurulacak, insan Tanrı'yı yine insanların arasında bulacak ve görecektir. Kendilerini birbirleri aracılığıyla ispat etmeyi ve canlandırmayı başaramayan dinlerin ve mezheplerin hiç bir yetkisi kalmayacaktır.' Peygamberlerin ve Essenilerin gizli öğretisine göre, Baba'nın sağında oturmuş olan Oğul'un anlamı buydu işte... Sena (Son Yemek) nasıl İsa tarafından havarilere ve insanlara sunulmuş bir sevgi ve aydınlanma ahdi değerindeyse, Yeruşalim'in büyük rahibine verdiği cevap bu anlamda ele alındığı takdirde, Mesih tarafından yerkürenin dini otoritelerine sunulmuş entelektüel ve bilimsel bir ahit değerindedir."

İsa, Kayafa'ya hitap ederken aslında bütün dünyaya sesleniyordu. Ama istediği cevabı almış olan Sadduki'nin bunları dinlemeye ihtiyacı yoktu. İnce keten giysisini yırtarak şöyle haykırdı: "İşte küfretti! Başka şahide ihtiyacımız yok. Küfrü işittiniz. Daha ne bekliyorsunuz?" Sanedrin üyelerinin bu soruya cevabı, hep bir ağızdan, "Ölümü hak etti, Ölümü hak etti." diye bağırmak oldu. Böylece mahkeme amacına ulaşmış ve onu ölüm cezasına çarptırmıştı. Halk da bu anı bekliyormuşçasına hakaret ve küfürler yağdırmaya başlamıştı. "Bunun üzerine İsa'nın yüzüne tükürüp O'nu yumrukladılar. Bazıları O'nu tokatlayıp, 'Ey Mesih, peygamberliğini göster bakalım, sana vuran kim?' dediler." (Matta: 26/67-68)

12- PİLATUS'UN SON KARARI VE ÖLÜM

Fakat henüz her şey sona ermiş değildi. Sanedrin, ölüm kararı alabilirdi ama bu kararı onaylayacak mevki, Roma otoritesi yani onun temsilcisi olan Roma valisiydi. Bu dini çatışmalara karşı kayıtsız kalmış, fakat olup bitenlerden de çok rahatsız olmuş olan vali Pilatus; İsa'yı, ileriyi düşünerek, büyük bir dikkatle sorguya çekmiştir. Bu sorgulama, Yuhanna tarafından İncil'inde ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır: "Pilatus... İsa'yı çağırıp O'na 'Sen Yahudilerin kralı mısın?' diye sordu. İsa şöyle karşılık verdi: 'Bunu kendiliğinden mi söylüyorsun, yoksa benim hakkımda başkaları mı sana söyledi?'

Pilatus, 'Ben Yahudi miyim?' dedi. 'Seni bana kendi ulusun ve başkahinlerin teslim ettiler. Ne Yaptın?'

İsa, 'Benim krallığım bu dünyadan değildir' diye karşılık verdi. 'Krallığım bu dünyadan olsaydı, yandaşlarım Yahudilere teslim edilmemem için savaşırlardı. Oysa benim krallığım buradan değildir.'

Pilatus, 'Demek sen bir kralsın öyle mi?' dedi

İsa, 'Söylediğin gibi ben bir kralım' karşılığını verdi. 'Ben gerçeğe tanıklık etmek için doğdum, bunun için dünyaya geldim. Gerçekten yana olan herkes benim sesimi işitir.'

Pilatus O'na 'Gerçek nedir?' diye sordu.

Pilatus ve İsa

Bunu söyledikten sonra Pilatus yine dışarıya, Yahudilerin yanına çıktı. Onlara, 'Ben O'nda hiçbir suç görmüyorum' dedi. 'Ama sizin bir geleneğiniz var, her Fısıh bayramında sizin için birini salıveriyorum. Yahudilerin kralını sizin için salıvermemi ister misiniz?'

Onlar yine, 'Bu adamı değil Barabas'ı (O günlerde halk arasında ün yapmış bir haydut) salıvermeni isteriz!' diye bağırdılar.

O zaman Pilatus, İsa'yı tutup kamçılattı. Askerler de dikenlerden bir taç örüp O'nun başına geçirdiler. Sonra O'na mor renkte bir kaftan giydirdiler. Önüne geliyor, 'Yaşa ey Yahudilerin kralı' diyor, yüzüne tokat atıyorlardı. Pilatus yine dışarı çıktı. Yahudilere, 'İşte, O'nu dışarıya, size getiriyorum. O'nda bir suç bulmadığımı bilesiniz' dedi. Böylece İsa, başındaki dikenli taç ve üzerindeki mor kaftanla dışarı çıktı. Pilatus onlara, 'İşte o adam' dedi.

Başkahinler ve görevliler İsa'yı görünce, 'Çarmıha ger, çarmıha ger!' diye bağırdılar.

Pilatus, 'O'nu kendiniz alın, çarmıha gerin!' dedi. 'Ben O'nda bir suç görmüyorum'"

(Yuhanna: 18-/33-34-35-36-7-38-39-40 ile 19/1-2-3-4-5-6)

Pilatus ısrarla İsa'yı neden suçsuz görüyordu? Matta, İncil'inde şöyle açıklıyor: "Pilatus yargıç kürsüsünde otururken karısı ona, 'O doğru adama dokunma. Dün gece rüyamda O'nun yüzünden çok sıkıntı çektim' diye haber gönderdi. Başkahinler ve ihtiyarlar ise, Barabas'ın salıverilmesini ve İsa'nın öldürülmesini istesinler diye halkı kışkırttılar." (Matta: 27/19-21) Belki de İsa'nın sakin, kaderine razı ve savunmasız hali Pilatus'un yüreğini sızlatmıştı kim bilir? Ama gerçek neden bunların ikisi de değildi. İnciller, olayı bilinçli olarak böyle yansıtmışlardır. Zira dönemin en büyük gücü olan Roma İmparatorluğu'nu kızdırmak, İncil yazarları açısından hiç de doğru olmazdı. Bu nedenle Pilatus kısa bir yargılamadan sonra kararı Yahudi toplumuna bırakmıştır.

Yeniden incillerde olayın yansıtılışına dönersek, Yuhanna'nın İncil'inde anlattığına göre, Pilatus'un İsa'yı öldürmekte isteksiz olduğunu gören Yahudiler, O'nun yasalarına ihanet ettiğini ve Tanrı'nın oğlu olduğunu ileri sürdüğünü söylediler. Bu sözler Pilatus'u korkuttu. Çünkü, farklı anlamlar taşımasına rağmen 'Tanrıoğlu' adı, eski öğretilerde çok rastlanan bir isimdi. O dönemde Mitraizm Roma'da, özellikle lejyonlar arasında çok yaygındı. Mitra, Pers dininde yaratılmışların tanrısı ve ölülerin yargılayıcısıydı. Bu tanrıdan kaynaklandığı sanılan inanç sistemi, Helenistik Yunan dünyasında ve Roma İmparatorluğu'nda yaygın hale gelmiş ve sırlara dayalı bir dine çekirdeklik etmiştir. Pilatus, bu inanç sisteminin, Tanrıoğlu'nun ilahi dünyanın bir tür yorumcusu olduğunu ileri sürdüğünü biliyordu. Yine bu inanışa göre hangi ulusa ve hangi dine mensup olursa olsun, onun canına kasteden kişi büyük bir günah işlemiş sayılıyordu. Yeniden Yuhanna'nın tanıklığına dönelim:

"Pilatus bu sözü (Tanrıoğlu sözü) işitince daha çok korktu. Yine vali konağına girip İsa'ya, 'Sen nereden geliyorsun?' diye sordu. İsa ona cevap vermedi. Pilatus, 'Benimle konuşmayacak mısın?' dedi. 'Seni salıvermeye yetkim olduğu gibi, çarmıha germeye de yetkim olduğunu bilmiyor musun?'

İsa, 'Sana gökten verilmemiş olsaydı, benim üzerimde hiç bir yetkin olmazdı' diye karşılık verdi. 'Bu nedenle beni sana teslim edenin günahı daha büyüktür.' Bunun üzerine Pilatus, İsa'yı salıvermek istedi. Ama Yahudiler, 'Bu adamı salıverirsen, Sezar'ın dostu değilsin!' diye bağrıştılar. 'Kral olduğunu ileri süren herkes Sezar'a karşı gelmiş olur.' "

İşte bu sözler, Pilatus'un elini kolunu bağlamaya yetti. Sezar'a ihanet etmenin yanında, Tanrıoğlunu inkar etmek ya da onu öldürmeye kalkmak oldukça önemsiz kalıyordu. Ayrıca bu kalabalığı daha fazla tahrik etmekten de çekiniyordu. Çıkabilecek bir ayaklanma, sonuçta Roma'yı hedef alacak, belki kendi kellesi de gidecekti. Böylece İsa'nın sorumluluğunu üstünden attıktan sonra, şu sözleri mırıldandığı söylenir: "Condemno, ibis in crucem" (İbis'i yani Eski Mısır'da Thot'u temsil eden kutsal kuşu, çarmıha mahkum ettim.) Pilatus'un bu sözü daha sonraları, 'iblisi çarmıha mahkum ettim' diye yanlış yorumlanmıştır. Pilatus'un kararı üzerine askerler, İsa'yı alıp 'kafa kemiği' anlamıma gelen Golgota Tepesi'ne götürdüler. İnsan yığınları da onları izledi. Yuhanna'ya göre İsa, kendi çarmıhını kendi taşımıştı. Lakin Matta, Markos ve Luka'nın İncillerinde, askerlerin yoldan geçen Simun adlı Kyreneli bir adama çarmıhı zorla taşıttıkları yazmaktadır. Golgota Tepesi'nin yer aldığı Galgala mahallesi, yüzyıllardan beri inanılmaz işkencelere ve kıyımlara sahne olmuş bir bölgeydi. Bu ürkütücü bölgeden yürüyerek geçen bir kişi, pek çok insan kemiğine rastlayabilirdi. M.Ö. 106-79 yılları arasında yaşamış olan Yahudi kralı Alexander Jane, halkın gözleri önünde yüzlerce mahkumu burada katlettirmiş; M.Ö. 50-M.S. 9 yılları arasında yaşamış olan Romalı general Varus ise iki bin asiyi yine bu topraklarda çarmıha gerdirmişti. Özellikle Romalıların yaygın bir işkence aleti olarak kullandıkları 'çarmıh'ı, ilk bulan ve kullanan Fenikeliler olmuştur.

Çarmıha gerilecek mahkum, 'T' şekli verilmiş büyük bir kalasın üzerine yatırılırdı. Elleri iki yana açılarak, 'T'nin kısa iki kenarına, ayakları ise çapraz hale getirilerek ortadaki uzun kalasa çivilenirdi. Bu idam şekli yavaş ve son derece acı veren bir ölümle sonuçlanırdı. Ölüm, bazen 3-4 gün sonra gerçekleşirdi. Kavurucu güneş altında, aç ve susuz haldeki mahkumların ölümü uzun sürerse, bu durumda ölümü hızlandırmak için, ayak ve kollar demir topuzlarla kırılırdı.

İsa'nın çarmıha gerilmesi

İncillerde, İsa'nın çarmıha gerilmesi sırasında meydana gelen olaylar, çarmıhın taşınması konusunda olduğu gibi farklılık göstermektedir. Matta'nın İncil'ine göre, Golgota Tepesi'ne vardıklarında İsa'ya içmesi için, ödle karışık şarap vermişler, İsa bunu tadınca içmek istememiştir. Matta'daki öd, Markos'un İncil'inde, mür'e (yani, ilaç ve parfüm yapımında kullanılan hoş kokulu bir yağ türü) dönüşmüş; Luka'da bu şarap ekşimiş; Yuhanna'da ise ekşi şarap, İsa'nın "Ben susadım" demesi üzerine içirilmiştir. İsa, üzüm suyunu tatmış ve "Tamamlandı" diyerek ruhunu teslim etmiştir.

Askerler İsa'yı çarmıha gerdikten sonra kura çekerek giysilerini aralarında paylaşmışlar, başının üzerine de 'Bu Yahudilerin Kralı İsa'dır' yaftasını asmışlardır. İsa'yla birlikte, biri sağında, diğeri solunda olmak üzere, iki haydudun da çarmıha gerildiği söylenir. Yahudilerin hafta sonu tatilleri olan Sebt gününde, ne olursa olsun hiçbir iş yapmadıklarını söylemiştik. O gün hazırlık günüydü ve Sebt günü başlamak üzereydi. Yahudiler Pilatus'tan çarmıha gerilenlerin el ve bacaklarının kırılmasını, öldüklerinden emin olunduktan sonra cesetlerinin kaldırılmasını istediler. Bunun üzerine askerler de önce, İsa'nın her iki yanında bulunan haydutların bacaklarını kırdı. İsa'nın yanına geldiklerinde O'nun ölmüş olduğunu gördüler. Yine de emin olmak için askerlerden biri kargısıyla İsa'nın böğrünü deldi. Buradan bir miktar kan ve sarı bir sıvı aktığı, peygamberin bedeninden de hiç bir tepki gelmediği söylenir. Kan akışının bol miktarda olmaması, kalbinin dolayısıyla da kan pompalanmasının durduğu anlamına geliyordu. İsa'nın çarmıha gerilmesi Kuran-ı Kerim'de şöyle anlatılmaktadır:

"...ve: 'Biz Allah'ın peygamberi Meryem oğlu İsa Mesih'i öldürdük' demeleri yüzünden. Oysa onu ne öldürdüler, ne de astılar. Fakat kendilerine benzetme yapıldı. Onda anlaşmazlığa düşenler bundan dolayı şüphe içindedirler, o hususta tahmin peşinde gitmekten başka hiç bir bilgileri yoktur. Kesin olarak O'nu öldüremediler. Doğrusu Allah, O'nu kendine doğru yükseltti. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir" (Nisa: 4/157-158)

Matta'nın anlattığına göre; İsa'nın çarmıha gerilmesinden sonra, öğleyin saat on ikiden saat üçe kadar, ülkeye bir karanlık çökmüştür. Saat üçe doğru İsa yüksek sesle, "Eli, Eli, lema şevaktani?" (yani, Tanrım, Tanrım beni niçin terkettin?) diye bağırmış ve daha sonra ruhunu teslim etmiştir. O anda tapınaktaki perde yukarıdan aşağıya doğru ikiye bölünmüş, yer sarsılarak kayalar parçalanmış, ölüler mezarlarından dışarıya çıkmıştır. Markos ve Luka, İncillerinde, perdenin yırtılmasından bahseder fakat ölüleri diriltmezler. Yuhanna ise bu olayların hiç birinden bahsetmez. İsa'nın çarmıha gerildiği tepenin yakınlarında, olup bitenleri uzaktan izleyen kadınlar vardı. Bu kadınlar Galile'den beri İsa'yı takip ediyorlardı. Aralarında Mecdelli Meryem (İsa sayesinde yedi cinden kurtulmuş ve hidayete ermiş tövbekar kadın), Yakup ile Yusuf'un annesi Meryem ve Zebedi oğullarının annesi de vardı. Yuhanna'ya göre bu kadınlar, annesi, teyzesi, Klopa'nın karısı Meryem ve Mecdelli Meryem'di. Akşama doğru, İsa'nın öğrencilerinden (Luka ve Matkos'a göre Yüksek Kurul üyelerinden) Aramatyalı Yusuf adında biri Pilatus'un yanına çıkıp İsa'nın cesedini istedi. Pilatus bu isteği reddetmedi.

İsa'nın mezarına yerleştirilmesi

Bunun üzerine Yusuf, daha önce İsa'yla görüşmüş ve onun düşüncelerinden etkilenmiş Nikodim adlı bir Ferisi lideri ile İsa'nın cesedini kaldırdı. Ceset, Yahudi geleneklerine uygun olarak, önce sarısabır otunun özü ve mür denilen ve parfüm yapımında kullanılan bir yağla sıvanmış keten bezine sarıldı. Daha sonra kayaların içine oyulmuş bir mezarın içine yerleştirildi. Mezarın kapısı da büyük bir kaya parçası ile kapatıldı.

13- İSA'NIN DİRİLMESİ

Yahudilerde haftanın ilk günü olan Pazar günü, Mecdelli Meryem erken saatlerde, daha güneş doğmadan İsa'nın mezarına gitti. Taşın mezarın kapısından kaldırılmış olduğunu gördü. Koşarak Simun Petrus'a durumu anlattı. Birilerinin İsa'nın cesedini mezardan çıkardığını düşünüyordu. Petrus hemen mezara geldi. Yerde İsa'nın sarıldığı keten bezi ve başına konan mendiller duruyordu. Ama İsa ortalıkta yoktu. Petrus ayrıldıktan sonra Meryem bir süre daha orada kaldı. Yaşlı gözlerle son bir defa daha mezarın içine baktığında beyazlara bürünmüş iki melek gördü. Meleklerden biri Meryem'e niçin ağladığını sordu. O da, "Rabbimi almışlar ve nereye koyduklarını bilmiyorum" diye cevap verdi. Bunları söyledikten sonra arkasını döndü. İsa, hemen arkasında ayakta duruyordu. Ona, " 'Bana dokunma!' dedi. 'Çünkü daha Baba'nın yanına çıkmadım. Kardeşlerime git ve onlara söyle, Benim Babamın ve sizin Babanızın, benim Tanrımın ve sizin Tanrınızın yanına çıkıyorum.' Mecdelli Meryem öğrencilerinin yanına gitti. Onlara 'Rab'bi gördüm!' dedi. Sonra Rab'bin kendisine söylediklerini anlattı." Yuhanna: 20/17-18)

Yuhanna'dan özetlediğimiz yukarıdaki olaylara karşılık, Markos'un İncil'inde bambaşka olaylar anlatılır. Markos'a göre, Mecdelli Meryem yalnız değildir. Yakub'un annesi Meryem ve Şalome de onunla birlikte gelmişlerdir. Mezara yaklaştıklarında kapıyı örten kayanın yana kaydırılmış olduğunu görürler. Mezarın içinde beyaz bir kaftan giymiş genç bir adam oturmaktadır. "Adam onlara 'Şaşırmayın!' dedi. 'Siz çarmıha gerilmiş Nasıralı İsa'yı arıyorsunuz. O dirildi, burada yok. İşte onu yatırdıkları yer. Şimdi O'nun öğrencilerine ve Petrus'a gidip şöyle deyin: İsa sizden önce Celile'ye (Galile'ye) gidiyor. Size bildirdiği gibi, kendisini orada göreceksiniz.' " (Markos: 16/6-7) Markos'a göre İsa'nın Mecdelli Meryem'e görünmesi bu olaydan sonra gerçekleşmiştir. Haftanın o ilk gününün gecesi İsa, on birlere görünmüş ve zayıf inançları nedeniyle onlara sitem etmiştir. Daha sonra onların üzerine üfleyerek şunları söylemiştir: "Kutsal ruhu alın! Kimin günahlarını bağışlarsanız bağışlanmış olur; kimin günahlarını bağışlamazsanız, bağışlanmamış kalır." (Yuhanna: 20/22-23) Aradan çok fazla bir zaman geçmeden, kutsal ateşle donanmış olan havariler, hastalara şifa dağıtmaya, mürşitlerinin öğretisini halka aktarmaya başlamışlardı bile.

Havariler, Tanrı tarafından insanlığı kurtarmak için gönderilmiş olan İsa'nın, maddi anlamda ölümle yok olamayacağını düşünüyorlardı. Nitekim, mezarının boş bulunması, ölümden sonra bir hayatın var olduğu inancının güçlenmesine neden olmuş, İsa'nın ise Tanrı ile bütünleştiğine inanılmıştır. Buna ek olarak şakirtleri İsa'yı, Eski Ahit'teki (Tevrat ve Zebur) imgelerle birleştirerek algılamaya başlamışlardır. Yani İsa'nın yoksul, büyük acılar çekmiş, iyi ve dürüst bir insan olması, çevresindeki küçük bir topluluk dışında, herkes tarafından horlanıp aşağılanması ve en sonunda çarmıha gerilip korkunç bir işkenceyle öldürülmesi, Eski Ahit'te yer alan alıntılara benzetildi:

"Ve Rabbin gücü kime gösterildi? Çünkü onun önünde körpe fidan gibi ve kurak yerden kök sürgünü gibi çıktı; ne biçimi ve ne de güzelliği vardı; gösterişi yoktu ki, kendisine bakınca gönlümüz onu çeksin. Hor görüldü ve insanlar tarafından bırakıldı; acıları tanımış elemler adamı; ve insanların kendilerinden yüzlerini örttükleri bir adam gibi hor görüldü ve biz onu saymadık. Gerçek acılarımızı o taşıdı ve elemlerimizi o yüklendi; gerçek biz sandık ki o cezaya uğradı. Allah tarafından vuruldu ve alçaltıldı. Fakat günahlarımızdan ötürü o yaralandı, fesatlarımızdan ötürü o zedelendi; selametimiz için olan ceza onun üzerine indi; ve onun bereleriyle biz şifa bulduk. Hepimiz koyunlar gibi yolumuzu şaşırdık; her birimiz kendi yoluna döndü; ve Rab hepimizin fesadını onun üzerine koydu. Ona kötü muamele ettiler; fakat alçaltıldığı zaman ağzını açmadı; boğazlanmaya götürülen kuzu gibi ve kırkıcılar önünde dilsiz duran koyun gibi, ağzını açmadı." (İşaya: 53/1-7)

İsa'nın Tanrı tarafından gönderilen Mesih olduğunun, böylece kanıtlandığını ileri süren havariler ve şakirtleri M.S. 49 yılında Kudüs (Yeruşalim)'de bir araya geldiler. Ortaya yeni bir Yahudi tarikatı çıkmış oluyordu. Bu tarikatın İsa'dan sonraki serüveni, Yahudiye'den taciz edilip atılmalarıyla başlar. Bu küçük topluluğa, Filistin dışında yaşamış olup Yunan kültürü ile tanışmış Yahudiler de katıldılar. Bunlar Yahudi kurumlarına ve eski inançlara daha eleştirel bir gözle bakıyorlardı. Kısa bir süre içinde İsa'nın öğretisi Museviliğin sınırlarını aştı. Tanrı'nın kavmi (seçilmiş kavim) dışında kalanları, Museviliğin alamet-i farikası olan izi taşımayanları (Sünnetsiz olanları) ve Musevi yasa ve düzenlemelerine uymayanları da arasına kabul etti. Hellenistik Yahudilerden oluşan grup, karargah olarak Antakya'yı seçtiler. Bunlara, Mesih kelimesinin Yunanca karşılığı olan Hıristos sözcüğü nedeniyle, 'Hıristiyan' adı verildi. Böylece Hıristiyanlık, bir Yahudi tarikatı olmaktan çıkmış, yeni bir inanç sistemi haline gelmiştir. Hıristiyan inancının Yahudi olmayan pagan halkla (Gentile) temasa geçmesi ve bunlar tarafından benimsenmesi, havarilerin başlangıçta akıllarının ucundan bile geçirmedikleri bir gelişmeydi. Bu yayılma sürecinin baş mimarı, Hıristiyanlığın asıl kurucusu olan Tarsuslu Paul'dur.

 HIRİSTİYANLIK ANA SAYFASI

İSA VE İNANCI

HIRİSTİYANLIK

İNCİLLER ve YAZARLARI

PAULUS'UN DİNİ