HIRİSTİYANLIK
(II.Bölüm)
6- İSA'NIN HALKLA BULUŞMASI
İsa'nın halk
arasındaki hayatı, İnciller tarafından yeteri kadar gözler önüne serilmiştir. Bu
mesellerde, yani dini öykülerde bir hayli farklılık, çelişki ve yakıştırma mevcuttur.
İncillerde bazı sırları perdeleyen veya abartan efsanelere rastlamak mümkünse
de Hazreti İsa'nın; insanları içinde bulunduğu felaketlerden, açlıktan,
sefaletten, umutsuzluktan ve eşitsizlikten kurtarmak için görevlendirildiği
açık bir gerçektir. Bakın, Kuran-ı Kerim'de bu konudaki ayetler ne diyor:
"Melekler şöyle dediği vakit: 'Ey
Meryem, haberin olsun, Allah seni dünya ve ahrette itibarlı biri ve kendisine
yakın olanlardan biri olduğunu bir 'kelime' ile müjdeliyor! Adı, Meryem oğlu
Mesih İsa'dır" (Ali İmran: 3/45)
"O (İsa) : 'Haberiniz olsun ben Allah'ın kuluyum. O, bana bir
kitap verdi ve beni bir peygamber yaptı. Beni her nerede olursam mübarek kıldı
ve hayatta kaldığım müddetçe bana namazı ve zekatı tavsiye buyurdu... Selam
bana; hem doğduğum gün, hem öleceğim gün, hem de diri olarak kaldırılacağım
gün!'. İşte hakkında tartışıp durdukları Meryem oğlu İsa, Hak sözü olarak
budur!" (Meryem: 19/30-31-33-34)
"Sonra onların (Nuh ve İbrahim) izleri üzerinde artarda peygamberlerimizle izledik;
arkasından Meryem oğlu İsa'yı gönderdik, ona İncil'i verdik ve ona uyanların
kalplerinde bir şefkat ve merhamet yarattık. Bir de rahipliği ki, onu onlar
uydurdular. Biz onu üzerlerine yazmamıştık; ancak Allah'ın rızasını aramak için
yaptılar, sonra da ona hakkıyla riayet etmediler..." (Hadid: 27)
Ölü Deniz sahillerinden, vatanı olan Galile (Celile)'ye İlahi
Egemenliğin (Melekut'un) İncil'ini anlatmak için gelmiş olan bu Esseni,
Tanrı'nın sevgisini ve bağışlayıcılığını insanlarla paylaşmak istiyordu.
Vaazlarını Genesaret Gölü (Taberiye Denizi) kıyısındaki balıkçı kayıklarının içinde
ya da, bu gölün kuzeyinde yeralan Kafernaum, Beytsayda ve Korazim şehirlerindeki
bereketli vahalarda da vermekteydi. Hastalara şifa dağıtması, derdi olanlara
yol göstermesi peşine yavaş yavaş insanların takılmasına neden oldu. Halkın
arasından seçtiği şakirtlerinin sayısı her geçen gün biraz daha artmaktaydı.
Çoğu, balıkçı ve tahsildar olan dürüst, temiz ruhlu ve inançlı insanlardı. İsa,
kardeşler arası bir prensip olarak mal-mülk ortaklığı getirmişti. "Ne mutlu size fakirler; çünkü Allah'ın melekutu
sizindir. Ne mutlu size, şimdi aç olanlar; çünkü tok olacaksınız. Ne mutlu size
ağlayanlar; çünkü güleceksiniz." (Luka: 6/20-21)
Galileli peygamber,
ruhun gönülden hissedilen varlığını, şekilci pratiklerden; görünmeyen dünyayı,
üzerinde yaşadığımız dünyadan ve göklerin melekutunu dünya nimetlerinden üstün
tutmaktaydı. Tanrı ile, İncillerde mülk ve zenginlik anlamında kullanılan Mamon
arasında bir seçim yapmayı emrediyordu. İlerde, Kilise'nin kurulması ve
hiyerarşik bir düzen kazanmasıyla, İsa'nın bu öğretisinden uzaklaşılmış, Kilise
ve ruhban sınıfı başlı başına bir zenginlik ve güç kaynağı haline gelmiştir. Bu
konuyu ayrıntılı olarak, "Kilise'nin Kurumsallaşması" bölümünde göreceğiz. Yeniden
İsa'nın öğretilerine dönersek, sonunda doktrinini özetlemek için şöyle diyordu:
"İnsanları, kendinizi
sevdiğiniz gibi seviniz ve semavi Babanız nasıl mükemmelse, siz de öyle
mükemmel olunuz."
İsa'nın halka
açıkladığı ve moral nitelikli öğretilerinin yanı sıra, sadece şakirtlerine
açıkladığı gizli bilgiler de vardı. Bu, daha önceki bölümde gördüğümüz
Essenilere özgü, kardeşler arası gizli bilgiler ve halka verilen öğretilerin
daha derin açıklamalarıydı. İsa'nın halka açık öğretisi İnciller tarafından
yeterince anlatılmıştır. Ancak onun şakirtlerine aktardığı gizli bilgilerin
büyük bir bölümü İncillerde gündeme getirilmemiştir. İsa'nın Essenilerden
devraldığı bu eski gelenek, M.S. II. yüzyıldan itibaren kilise tarafından
şiddet yoluyla hasır altı edildiğinden, ilahiyatçıların çoğu, onun birden fazla
anlam taşıyan sözlerinin gerçek manasını ve menzilini bilememektedirler. O
yüzden de ilk ve şekilci anlamlarıyla boşa vakit geçirmişlerdir. Halka açık
öğretisi, yukarıda da değindiğimiz gibi, sadece sevgi esasına dayanan moral
nitelikli sözlerden oluşuyordu: "Kardeşinin
gözündeki saman çöpünü görürsün de, kendi gözündeki merteği görmezsin. Kendi
gözündeki merteği çıkartınca kardeşinin gözündeki saman çöpünü atmak için daha
iyi görürsün...
Kardeşini ruhun gibi sev, gözünün bebeği
gibi ona dikkat et..." Şakirtlerine ise şöyle seslenmekteydi: "Size gözün görmediği, kulağın işitmediği, elin
dokunmadığını ve insanın yüreğine girmeyeni vereceğim."
İsa'nın gizli
öğretisine çok sayıda şakirt katılmıştı ama yeniden derlenip toparlanmış olan
bu inancı devam ettirmek ve yaymak için güvenilir kişilerden oluşmuş bir gruba
ihtiyacı vardı. Havarilik kurumu işte bu gereksinimden doğmuştur. İsa, çekirdek
kadrosu 12 kişiden oluşan bu havarileri, Essenilerin arasından seçmedi. Çünkü
onun güçlü, dirençli ve bakir tabiatlı insanlara ihtiyacı vardı. Havarilerinin
çekirdeğini iki grup oluşturmaktaydı. Bir yandan Yunus'un oğulları Simun-Petrus
ve Andreas kardeşler; diğer yandan da Zebedi'nin oğulları Yuhanna ve Yakub
kardeşler. Bunların dördü de balıkçıydı ve hali vakti yerinde ailelere
mensuptular. Çalışmasının başlangıcında İsa, daha önce de bahsettiğimiz gibi,
Genesaret Gölü'nün kuzey kıyılarında yer alan Kefernaum şehrinde yaşamakta, ve
bu balıkçı kardeşlerin evlerinde kalmaktaydı. Yanında kaldığı ailelerin
üyelerine inancını kabul ettirmişti bile. Bir süre sonra Petrus ve Yuhanna,
güçlü ve güvenilir kişilikleri nedeniyle, İsa'nın gözünde tüm diğer havarilerin
üzerinde bir değer kazanmışlardı. İsa, kendisinin ilahi bilgisine inanmış,
yaptıklarına güvenmiş, büyük zekasına teslim olmuş durumdaki havarileri ile
birlikte kasaba kasaba dolaşmaya başladı. Halka açık vaazlar ile yalnız
kardeşlere özgü açıklamalar birbirini izlemekteydi. Onlara düşüncelerini yavaş
yavaş, derece derece açmaktaydı. Henüz mabetlerde ve sinagoglarda vaazlarını
vermeye başlamamıştı. Uygun ortamın oluşmasını bekliyordu.
İsa bir yandan bu
açıklamaları yapıyordu ama kendi rolü ve geleceği konusunda sessizliğini
korumaktaydı. Onlara, göklerin adaletinin yakın olduğundan ve beklenen Mesih'in
de yakında ortaya çıkacağından söz etmişti. Fakat havariler arasında, Mesih'in
mutlaka o olduğu konusunda bir fısıltı başlamıştı bile. Ancak İsa, büyük bir
ağırbaşlılık içinde kendisini, 'İnsanoğlu' olarak adlandırmakta, "Kurtların bile ini var, ama İnsanoğlu'nun başını
koyacak yeri yok" (Luka: 10/58) diye de eklemekteydi. Havariler,
Mesih kavramını hala Yahudi inançlarının tasvir ettiği anlamda ele
almaktaydılar. Çocuksu bir görüş açısıyla göklerin melekutunu siyasi bir
yönetim şekli, İsa'yı da, vezirleriyle birlikte tahta kurulmuş bir kral gibi
hayal etmekteydiler. Böyle bir ruh hali içinde bulunan havarilerine gerçekleri
açıklamanın ne kadar zor bir iş olduğunun da farkındaydı. İlk iş olarak onların
bu konudaki düşünce, plan ve hayallerini tepeden tırnağa değiştirmeye çalışmış
onlara gerçek Mesih ve ruhsal krallığı açıklamıştı. Tüm insanların kardeş
oldukları ve istedikleri takdirde, bu inanca katılabilecekleri düşüncesini
benimsetmiş; insanların yanından ancak, onların umutları önüne semanın tüm
enginliklerini serdikten sonra ayrılmalarını tembih etmişti. Bu tembihlerini
dinleyecek ve kendisine gerçekten inanacaklar mıydı? Kendisiyle havarileri
arasında oynanacak olan dramın açığa çıkaracağı sorun buydu işte.
7- İSA'NIN FERİSİLERLE MÜCADELESİ
İsa'nın döneminde
Ferisiler, yaklaşık 6.000 üyeden oluşan kalabalık bir tarikat oluşturmuşlardı.
Bunlara 'ayrılmışlar, seçilmişler' anlamına gelen 'Perişin' de denmekteydi.
Kuruluşları taa Makabeler devrine kadar uzanan bu topluluk, kahraman ve
vatansever özelliklerinin yanında kibirli ve dar görüşlü tavırlarıyla da
tanınmaktaydılar. Yazılı geleneklerinin yanı sıra sözlü gelenekleri de vardı.
Meleklere, ölümden sonraki yaşama ve kıyamete inanıyorlardı. Perslerden
aldıkları bu gizli inançlarını, kaba ve maddi yorumlarla harmanlamışlar ve
tanınmaz bir hale getirmişlerdi. Dini inancı, Tanrı aşkına ve insan sevgisine
dayandırmış olan peygamberlerin görüşlerine tamamen karşıydılar. Onlara göre
dindarlık, şekli ibadetleri yerine getirmek, oruç tutmak, tövbe ve istiğfar
etmekten ibaretti. Kendileri için önemli günlerde kan ter içinde avaz avaz
dualar etmekte ve gösteriş için etrafa sadaka saçmaktaydılar. Lüks bir yaşam
süren Ferisiler, aynı zamanda iktidarın önemli mevkilerini de ellerinde
bulundurmaktaydılar.
Saddukiler ise,
ruhban ve aristokrat sınıfı temsil etmekteydi, Bu parti, taa Davut zamanından
beri ruhbanlık hizmetini veraset yoluyla yürütme hakkına sahip olduklarını
iddia eden ailelerden oluşuyordu. Aşırı derecede muhafazakar olan bu insanlar,
sözlü geleneği reddetmekte, yasanın sadece kelâmi yanını kabul etmekte , ruhu
ve ölümden sonraki hayatı inkar etmekteydiler. Ayrıca, Ferisilerin şekli
ibadetleri ve ipe sapa gelmez inançlarıyla da alay ediyorlardı. Onlar için din,
sadece ruhban takımına ait törenlerden ibaretti. Selefkeliler (Seleukoslar)'in
yönetimi döneminde, büyük rahiplik müessesesi onların elinde bulunmaktaydı.
Ayrıca Yunan sofistliğini ve Epikürizm'i de benimsemişlerdi. Makabeler döneminde, Ferisiler,
rahiplik kurumunu onların elinden kapmışlar ama Büyük Herodes ve Roma
egemenliği döneminde bu makama tekrar kavuşmuşlardı. Kendilerini herkesten
üstün gören Saddukiler, eski gelenekler gereği ellerinde bulundurdukları
iktidarı, her şart altında korumaktan başka bir şey düşünmemekteydiler.
Yahudilerce kutsal olan mabette, yüce bilim ve kutsal öğreti değil, aksine
dini, bir iktidar aracı haline getirmiş olan materyalist ve aklı dışlayan bir
cehalet çöreklenmiş; ikiyüzlülük ve münafıklık büyük itibar görerek başköşeye
oturmuştu. Okullarda ve sinagoglarda tertemiz inancın yerini, şekilci bir
dindarlık ve çıkarcı bir düşünce sistemi almıştı.
Kendisini devrin
tanrısı olarak ilan etmiş olan Sezar, isteseler de istemeseler de Saddukilerin
ve Ferisilerin tek efendisi olmuştu. Bu tarikatlara mensup olan zamanın iktidar
sahiplerine önce meydan okumak, ardından da savaş açmak gerekiyordu. Bu savaş
artık Galile sinagoglarında başlamıştı ve İsa'nın uzun süre kalıp vaazlar
verdiği, rakiplerine kafa tuttuğu Yeruşalim kentindeki büyük mabedin
revaklarında da devam edecekti. Saldırıyı başlatan kendisi olmamış, karşılık
vermek üzere düşmanlarının saldırısını beklemişti. Ve beklenen saldırı da fazla
gecikmedi. Vaazlarından ve ileri sürdüğü düşüncelerden Ferisiler, Yazıcılar ve
Saddukiler büyük rahatsızlık duyuyorlardı. Bunun yanında dağıttığı şifalar ve
halkın nazarında kazandığı itibar nedeniyle, ilk günden beri kıskanmaktaydılar
da... Çok geçmeden İsa'nın kendileri için çok tehlikeli bir düşman olduğunu
sezinlemişler, ikiyüzlü ve sinsice bir planı devreye sokmuşlardı. Amaçları
İsa'nın eski geleneklere karşı çıkan bir sapkın olduğunu ortaya çıkarmaktı.
Bilgili, yetkili ve önemli insan havalarıyla, ona neden tahsildarlar ve
fahişelerle bu kadar samimi olduğunu sormuşlardı. Şakirtlerine gelince, onlar
da niçin hafta sonu tatili olan Sabba günü (Sebt) başak devşirmekteydiler?
Demek ki talimatları ciddi şekilde ihlal edilmekteydi. İsa onlara 'kayıp kuzu'
ve 'müsrif çocuk' meseli ile cevap verdi. Bunun üzerine hastaları niçin Sept
günü tedavi ettiğini sordular. İsa'nın cevabı ise şöyle oldu: "Hanginizin bir koyunu olur da, Sept günü çukura
düşerse onu tutup çıkarmaz? İnsan koyundan daha değerlidir. O halde Sept günü
iyilik yapmak Yasa'ya uygundur" (Matta: 12/11-12)
İsa'nın her suçlamaya
geçerli bir yanıt vermesi Ferisi ve Yazıcıları kızdırıyordu. Onun bir açığını
kolluyorlar, bulduklarında da hemen saldırıyorlardı. Her geçen gün
tartışmaların şiddeti yoğunlaşıyordu. Karşılıklı söz düellosu adeta bir savaşa
dönüşmüştü . İsa'nın havarilerine şöyle seslendiği söylenir:
"Ferisiler ve Yazıcılar bilginin
anahtarını aldılar ve onları sakladılar. Kendileri girmediler ve girmek
isteyenleri de bırakmadılar. Ama siz, yılanlar gibi tedbirli ve güvercinler
gibi saf olunuz."Karşılıklı suçlamalar hakaret halini almış, gerilim de giderek
yükselmeye başlamıştı. Halka açık yaptığı konuşmalarından birinde, onları
Ferisiler ve Yazıcılara karşı uyanık olmaları konusunda uyarırken şunları
söylüyordu: "Bu Yazıcılar ve
Ferisiler hayat ağacının soyundan değildir... Onlar Tanrı'nın bitkileri
değildir. Onlar insanların bitkileridir ve her yabani bitki koparılacaktır...
Onları kendi başına bırakın. Onlar kör kılavuzlardır; kör olan kitleye yol
gösterirler. Yol gösterenler ile yol gösterilenler birlikte yürürler; dipsiz
kuyuya da birlikte düşeceklerdir..." İsa artık taktik değiştirmiş, savunmayı bırakıp
ithamlara daha ağır ithamlarla cevap vermeye başlamıştı. Temel hataya yani
ikiyüzlülük ve münafıklığa karşı merhametsizdi:
"Geleneğiniz yüzünden Tanrı'nın
yasasını niçin ihlal ediyorsunuz?Tanrı şöyle emr-etmiştir: 'Babana ve anana
saygı göster'; mabedinize bol para aktığı zaman onlara saygı duymak aklınıza
bile gelmiyor. İşaya'ya sadece dudaklarınızla hizmet ediyorsunuz, siz kalpsiz
softalarsınız."
İsa, gerçi kendi
üzerindeki kontrolü bırakmış değildi ama mücadele sırasında coşup adeta
kendinden geçmekteydi. Saldırılar arttıkça, görevi konusundaki suskunluğunu
bozma zamanının geldiğini anladı. Artık Mesih olduğunu daha yüksek sesle ilan
etmeye başladı. Kutsal Mabedi tehdit etmekte, İsrail'in başına gelecek
felaketleri sıralamakta, düşmanlarını putperest olarak adlandırmakta ve
Tanrı'nın, bağına başka hizmetkarlar göndereceğinden söz etmekteydi. Bu durum
Ferisileri iyice telaşlandırdı. Onunla tartışarak başa çıkamayacaklarını
anladıklarından yeni bir taktik denemeye karar verdiler. Ağzından dini ilkelere
ters bir söz dökülmesini sağlamak üzere casuslar göndereceklerdi. Böylece onun,
Musa yasasına küfretmiş biri olarak, eski Yahudilerin yüce mahkemesi olan
Sanedrin'e çıkarılmasını ve Roma valisi tarafından da isyan suçundan mahkum
edilmesini sağlayacaklardı. Bu amaçla, İncillerde de anlatıldığı gibi, kurnazca
taktiklere başvurdular: "İsa'yı
dikkatle gözleyerek, ona, kendilerini doğru kişilermiş gibi gösteren muhbirler
gönderdiler. Onu, söyleyeceği bir sözle tuzağa düşürmek ve böylelikle valinin
yetki ve yargısına teslim etmek istiyorlardı. Muhbirler ona, 'Öğretmenimiz,
senin doğru olanı söyleyip öğrettiğini, insanlar arasında ayırım yapmaksızın
Tanrı yolunu dürüstçe öğrettiğini biliyoruz. Sezar'a vergi vermemiz Kutsal
Yasa'ya uygun mu değil mi?' diye sordular. Onların hilesini anlayan İsa onlara,
'Bana bir dinar gösterin' dedi. 'Üzerindeki resim ve yazı kimin?', 'Sezar'ın
dediler. O da onlara, 'Öyleyse Sezar'ın hakkını Sezar'a, Tanrı'nın hakkını da
Tanrı'ya verin' dedi. Onlar İsa'yı halkın önünde, söylediği sözlerle tuzağa
düşüremediler. Verdiği cevaba şaşırarak susup kaldılar." (Luka: 20/21-22-23-24-25-26)
Bir diğer mesel de "Zinada
yakalanan kadın" meselidir: "Yazıcılar
ve Ferisiler zinada yakalanmış bir kadın getirdiler. Kadını orta yere çıkararak
İsa'ya, 'Bu kadın tam zina yaparken yakalandı' dediler. 'Musa, Yasa'da bize
böyle kadınların taşlanmasını buyurdu, sen ne dersin? Bunları İsa'yı sınamak ve
suçlayabilmek için söylüyorlardı. İsa eğilmiş, parmağıyla toprağa yazı
yazıyordu. Durmadan aynı soruyu sormaları üzerine doğruldu ve 'Aranızda
günahsız olan, ona ilk taşı atsın!' dedi. Sonra yine eğildi, toprağa yazmaya
koyuldu. Bunu işittikleri zaman, başta yaşlılar olmak üzere, birer birer dışarı
çıkıp İsa'yı yalnız bıraktılar. Kadın da orta yerde duruyordu. İsa doğrulup
ona, 'Kadın, nerede onlar? Hiçbiri seni yargılamadı mı?' diye sordu. Kadın
'Hiçbiri, efendim' dedi. İsa, 'Ben de seni yargılamıyorum' dedi. 'Git artık,
bundan sonra da günah işleme!'" (Yuhanna: 8/2-3-4-5-6-7-8-9-10)
8- KAYSERİYE'YE KAÇIŞ
Kendi kurdukları
tuzaklara kendileri düşen Ferisiler, bu sefer İsa'nın dolaştığı her yerde, onun
öldürüleceği söylentisini yayıp tedirgin ederek, sindirmeyi denediler. En küçük
yerleşim merkezine varıncaya kadar her yerde Ferisi dalkavukları ve casusları
İsa'nın yanına yaklaşarak "Buradan
hemen uzaklaş, yoksa Herodes seni öldürecek" diyerek, uyarı kılıfı altında
gizli tehditler savuruyorlardı. İsa da ister istemez bu tehditleri ciddiye
alıyor, Teberiye denizini katedip doğu yakasına sığınmak zorunda kalıyordu.
Artık hiçbir yerde güvenlik içinde değildi. Tam o sıralarda Yahya'nın ölüm
haberi gelmişti. Makeru (Machaerus) kalesinde kafası kesilerek
öldürülmüştü. (Bu
noktada ilginç bir notu da aktarmak istiyorum. Büyük Herodes'in oğlu Herodes
Antipas'ın başını kestirdiği Vaftizci Yahya'nın kemikleri ülkemizde
bulunmaktadır. Bu bilgiyi Ercümend Melih Özbay'ın 20 yıl önceki bir gazete
yazısından öğreniyoruz: 'Bizans İmparatoru I. Konstantinos'un annesi Helena,
Kutsal Toprakları ziyaret ettiğinde, Yahya'nın kemiklerini Kudüs'ten İstanbul'a
getirmiştir. Kemikler Samatya'da özel olarak yaptırılan Hagios Ionnes Prodromos
Bazilikası'na konmuştur. Özenle saklanan kutsal kemikler, İstanbul'un fethinden
sonra Osmanlı Hazine'sine girmiştir. Vaftizci Yahya'nın art kafa kemiği,
değerli taşlarla süslenmiş cam feneri andıran bir mahfazanın; el kemiği ve el tarağı
arka eklem bağları ise takdis eder şekilde hazırlanmış altından bir kol
şeklindeki kabın içinde korunmuştur. Vaftizci Yahya'nın kafatası ve el
kemikleri Topkapı Sarayı Müzesi'nin Hazine Bölümü'nde ocağın içinde
sergilenmektedir.') Tarihçilere göre, Kardeşi Hastrubal'in Romalılar
tarafından kesilmiş başını gören Hannibal şöyle haykırmıştır : "Şimdi artık Kartaca'nın geleceğini
görüyorum."
Büyük bir ihtimalle, Selefinin ölümü üzerine İsa da, kendisini bekleyen
geleceği görmüştü.
On ikiler endişe
içindeydiler; İsa'nın da bundan farklı bir durumda olduğu söylenemezdi.
Düşmanlarının eline düşme korkusu içinde, yolunda tereddütle yürüyordu. Fakat
görevini tamamlamadan ölmeye de niyeti yoktu. Bir yıldan beri sürekli olarak
izleniyor, devamlı yer değiştirmek suretiyle tuzakları boşa çıkarıyordu. Coşku
dolu günler artık sona ermişti. Halkın soğuk ve kuşkulu davranışları onu
fazlasıyla üzüyordu. Hatta, İsa'nın kendisini Tanrı ile eş koştuğunu ileri
süren Yahudiler, onu taşlayarak kovalıyorlardı. Bu nedenlerle bir kez daha,
tehlike menzili dışına çıkmaya karar verdi. On iki havarisiyle birlikte, Gadara
ile Philipus Kayseriyesi arasında yer alan Erden (Ürdün) Vadisi'ne doğru yola
çıktı. Kavurucu güneş altında, uçsuz bucaksız sazlıklarla kaplı ovalarda
sürdürülmekte olan bu yolculuk çok zorlu geçiyordu. Ama asıl onu zorlayan,
zihninden geçenlerdi. Düşmanlarının o müthiş dalavere ve düzenleri sonucu
öğretisini halka, vaazlar yoluyla anlatmayı başarabilmesi artık imkansız
gibiydi. Bir çıkmazın içine düşmüştü ve bundan nasıl çıkacağını bilemiyordu.
Diğer yandan aklı, çil yavrusu gibi dağılmak zorunda kalmış inananlardaydı.
Özellikle de işini, gücünü bırakarak peşine düşmüş olan havarilerini
düşünüyordu. Şüphesiz yürekleri parça parça olmuş, muzaffer Mesih konusunda
hayal kırıklığına uğramışlardı. Onları kendi başlarına bırakabilir miydi?
İçlerine kutsal gerçek yeterince nüfuz edebilmiş miydi? Kendisinin kim olduğunu
biliyorlar mıydı acaba? Kafasına saplanmış olan bu kaygının baskısı altında,
onlara bir gün şu soruyu yöneltti:
"Ve İsa, Philipus Kayseriyesi
taraflarına geldiği zaman, şakirtlerine sordu: 'Halkın dediğine göre İnsanoğlu
kimdir?' Ve onlar dediler: 'Bazıları Vaftizci Yahya, başkaları İlya, başkaları
Yeremya, yahut peygamberlerden biridir diyorlar.' İsa onlara dedi: 'Ya siz, ben
kimim dersiniz?' Simun Petrus cevap verip dedi: 'Sen Hay olan Tanrı'nın oğlu,
Mesihsin." (Matta:
16/13-16)
Edouard Schuré, "Les Grands Initiés" (Büyük
İnisiyeler) adlı eserinde büyük tartışmalar yaratan bu konuya aşağıdaki
açıklamayı getirmiştir: Ne
Petrus'un söylediğinde, ne de İsa'nın düşüncesinde bu ifade asla, "Sen Mutlak Yaradan'ın tek tecellisi (görüntüsü) ve tecessümü (bedenleşmesisin),
Üçlem'in ikinci unsurusun" anlamını taşımamaktaydı. Sadece "Sen peygamberler tarafından önceden bildirilmiş
olan İsrailli İsa'sın" fikrini dile getirmekteydi. Hindu, Mısır ve Yunan
öğretisinde 'Tanrıoğlu' terimi, 'ilahi gerçeklikle özdeşleşmiş bir bilinç, onu
gösterecek güç ve yeteneğe sahip bir irade' anlamına gelmekteydi. Peygamberlere
göre Mesih, bu tecellilerin en yücesi konumuna sahip bir varlıktı;
İnsanoğlu'ydu, yani dünya insanlığının en seçkin bireyiydi (Elu). Mesih,
Tanrıoğluydu, yani Semavi İnsanlığın Elçisi'ydi. Varlığında, Semavi İnsanlık
aracılığıyla evreni görüp gözeten ve yöneten Baba'yı veya Ruh'u içermekte ve
temsil etmekteydi."
Edouard Schuré, bu
sözleriyle Hıristiyanlığın üzerinde en çok konuşulan ve tartışılan 'Teslis'
(Üçleme) konusuna açıklama getirmek istemiş, fakat görünüşe göre bunu
başaramamıştır. Zira Teslis'e göre İsa, baba-oğul ve kutsal ruhu kendinde
toplamaktaydı. Ve bu kesinlikle tartışılamazdı. Tarihte bunu yapmak isteyenler Arius örneğinde olduğu gibi, sapkın
ilan edilmiş, Hıristiyanlıktan kovulmuştur. Yani İsa'nın açısından, hem
İnsanoğlu hem Tanrıoğlu olması mümkün değildi. Hele Schuré'nin dediği gibi,
Baba ve Ruh da aynı öz değildi. Aslında dört İncil'de de Teslis'i yalanlayan ve
Tanrı'nın kuldan büyüklüğünü vurgulayan cümleler bulunmaktadır:
"Çünkü baba benden üstündür..." (Yuhanna: 14/28)
"O gün (Kıyamet Günü) ve saati, ne
gökteki melekler, ne de Oğul bilir; Baba'dan başka kimse bilmez." (Matta: 24/36)
"Ben kendiliğimde hiçbir şey
yapamam.İşittiğim gibi yargılarım ve benim yargım adildir. Çünkü amacım kendi
istediğimi değil, beni gönderenin istediğini yapmaktır... Tamamlamam için
Baba'nın bana verdiği işler, şu yaptığım işler, beni Baba'nın gönderdiğine
tanıklık ediyor. Beni gönderen Baba da benim için tanıklık etmiştir." (Yuhanna: 5/30-36, 37) (Zaten aşağıda göreceğimiz gibi,
Kuran- Kerim de İsa'nın Tanrı tarafından görevlendirildiğini kabul etmektedir.
Bu konuda bizim açımızdan bir yanlışlık yoktur.)
"İsa bilgelikte ve boyda gelişiyor,
Tanrı'nın ve insanların beğenisini kazanıyordu" (Luka: 2/52) (Eğer İsa Tanrı ise nasıl
bilgelikte gelişebilir? Gelişme ancak eksik olanlar için geçerlidir. O zaman
Tanrı eksik demektir. Ayrıca Tanrı'nın bedensel bir gelişimi söz konusu
olabilir mi?)
"İsa onlara şöyle karşılık verdi:
'Tanrı'ya iman edin'... Kalkıp dua ettiğiniz zaman, birine karşı bir şikayetiniz
varsa onu bağışlayın ki, göklerde olan Babanız da sizin suçlarınızı bağışlasın'
(Markos:
11/20-25,26) (İsa'nın
Matta'da daha açık olarak geçen ve Tanrı'ya nasıl dua edilmesi gerektiğini
gösterdiği şu sözlere de bakalım:)
"Dua ettiğinizde, putperestler gibi
boş sözler tekrarlayıp durmayın... Çünkü Babanız, nelere gereksinmeniz olduğunu
siz O'ndan dilemeden önce bilir. Bunun için siz şöyle dua edin:
'Göklerdeki Babamız, adın kutsal kılınsın.
Egemenliğin gelsin. Gökte olduğu gibi yeryüzünde de senin istediğin olsun.
Bugün bize gündelik ekmeğimizi ver. Bize karşı suç işleyenleri bağışladığımız
gibi, sen de bizim suçlarımızı bağışla. Ayartılmamıza izin verme. Kötü olandan
bizi kurtar. Çünkü egemenlik, güç ve yücelik sonsuzlara dek senindir. Amin'
Başkalarının suçlarını bağışlarsanız, göksel Babanız da sizin suçlarınızı
bağışlar. Ama siz başkalarının suçlarını bağışlamazsanız, Babanız da sizin
suçlarınızı bağışlamaz" (Matta: 6/7-8-9-10-11-12-13-14-15) (Artık bundan daha açık ne
olabilir? İsa direkt olarak 'suçlarınızın bağışlanması için Tanrı'ya dua edin'
diyor. Ve bunun nasıl olması gerektiğini anlatıyor. Bu dua size yabancı geldi
mi? Tabi ki hayır. Biz de Allah'a hemen hemen bu sözlerle dua etmiyor muyuz?
Eğer İsa kendini Tanrı olarak görseydi, 'Bana dua edin ki suçlarınızı
bağışlayayım' derdi. İkincisi ve belki de en önemlisi, Allah'a hakkını teslim
eden, Kuran'da da geçtiği gibi 'Esirgeyen ve Bağışlayan'ın yalnız O olduğunu
dile getirdiği, kalın olarak yazdığımız sözüdür.)
Kuran-ı Kerim'de de,
Teslis düşüncesi oldukça açık bir dille reddedilmiş, bu görüşü dile
getirenlerin büyük bir günah işlediği belirtilmiştir:
"Ey kitap verilenler! Dininizde
aşırılığa gitmeyin ve Allah hakkında yalnızca gerçeği söyleyin. Meryem oğlu
Mesih İsa, yalnızca Allah'ın peygamberi ve 'Ol' kelimesi ile Meryem'in rahmine
konmuş O'ndan bir ruhtur. Başka bir şey değil. Gelin Allah'a ve O'nun
peygamberlerine iman getirin ve 'üçtür' demeyin. Bundan vazgeçin; hakkınızda
hayırlı olur! Allah, ancak bir tek ilahtır, haşa O'nun bir oğlu olması asla
düşünülemez. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. Vekil olarak da Allah
yeter... Mesih de Allah'a kul olmaktan asla çekinmez, en yakın melekler de. Her
kim O'na ibadetten çekinir ve kibirlenirse bilsin ki, O, yarın hepsini
huzurunda toplayacaktır." (Nisa: 4/171-172)
" 'Meryem oğlu Mesih, Allah'tır'
diyenler kesinlikle kafir oldular. Oysa Mesih şöyle demişti: 'Ey İsrail
oğulları, hepiniz benim de, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin! Kim
Allah'a ortak koşarsa, Allah ona cennetini yasak etmiştir, varacağı yer ateştir
ve zulmedenlerin yardımcıları yoktur... 'Allah üçün, üçüncüsüdür.' diyenler
elbette kafir oldu. Oysa, bir tek ilahtan başka ilah yoktur. Eğer bu
dediklerinden vazgeçmezlerse, içlerinden kafir olarak kalanlara kesinlikle pek acı
veren bir azap dokunacaktır... Meryem'in oğlu Mesih yalnızca bir peygamberdir.
Ondan önce de bir çok peygamberler gelip geçti. Annesi de gayet doğru bir
kadındır... Bak biz onlara ayetlerimizi nasıl açık anlatıyoruz! Sonra da nasıl
çevrildiklerine bir bak!" (Maide: 5/72-73-75)
"Yahudiler: 'Üzeyr Allah'ın oğludur.'
dediler. Hıristiyanlar da: 'Mesih, Allah'ın oğludur.' dediler. Bu, onların,
önceden Allah'ı inkar edenlerin sözüne benzeterek, ağızlarında geveledikleri
sözlerdir. Allah kahredesiceler, nereden de saptırılıyorlar?... Onlar Allah'ı
bırakıp hahamlarını ve rahiplerini, bir de Meryem oğlu Mesih'i rabler
edindiler. Oysa ki, hepsi ancak bir ilaha ibadet etmekle emr olunmuşlardı ki,
O'ndan başka hiçbir ilah yoktur; O, onların ortak koştukları her şeyden
münezzeh (uzak,
arı) tir. (Tevbe: 9/30-31)
(17-11-2000 tarihli
'Hürriyet Gazetesi'nde bu konuda çıkan bir haber, Hıristiyanlığın günümüz
bilimiyle çelişkisini göstermesi açısından ilginçtir. Haberin başlığı ve
sonrası ise şöyle:
"HZ.
İSA, TANRI TARAFINDAN DÖLLENEN YUMURTADAN DOĞDU”
Papa II. Jean Paul'un Sağlık Bakanı
Kolombiyalı Kardinal Dario Castrillon Hoyos, Hz. İsa'nın Tanrı tarafından
döllenen yumurtadan doğduğunu belirtti. Vatikan'da düzenlenen... konferansta
konuşan Kardinal, Hz. İsa'nın cenininin bütün gelişme evrelerinden geçtiğini
söyledi. Kardinal İsa'nın doğuşunu uzun uzun anlattığı konuşmasında, '2000 yıl
önce, Tanrı mucizevi bir şekilde bir yumurtayı dölledi. Bu muhteşem birlikten
bir cenin meydana geldi. Ama bu ceninde insanoğlunun selameti vardı' dedi. İsa
Peygamberin 'doğum mucizesini' en ince ayrıntısına kadar anlatan Kardinal,
şöyle devam etti: 'Yedi gün sonra Tanrı cenine dönüştü. Ancak bu cenin
Tanrı'nın oğluydu. Cenin 0.8 ila 1.5 santimetreye ulaştığında, Tanrı'nın kalbi;
Meryem Ana'nın kalbinin gücüyle atmaya başladı.' Kolombiyalı Kardinal
konuşmasının sonunda, Hz. İsa'nın ana rahmindeki plasenta içinde 9 ay kaldıktan
sonra doğduğunu söyledi. Kardinalin açıklamalarının, İtalyan Kilisesi ile
İtalyan doktorlar arasında son günlerde alevlenen tartışmaların ardından
yapıldığına dikkat çekildi. Katolik Kilisesi'ne göre döllenen yumurta 'insan'
olarak kabul edilirken, tıp dünyası, sürecin başlangıç tarihini tespit etmek
için yumurtanın ana rahmine düşmesi gerektiğini belirtiyor."
Sıfatları Kardinal olan
din adamlarının, İsa'yı Tanrı'nın oğlu olarak göstermek için nasıl komik duruma
düştüklerini görüyoruz. Akla, izana ve her türlü bilim dalına aykırı olan bu
çarpık düşünce, artık savunulması imkansız bir konuma gelmiştir. Şimdi yeniden
konumuza devam edelim.)
Havarilerinin, kendisine olan
inançlarını, onların sözcüsünden duymuş olan İsa, büyük bir sevince kapılmıştı.
Demek ki, şakirtleri onu anlamıştı; demek ki, artık onlarda yaşayabilecekti;
demek ki, gök ile yer arasındaki bağ artık kurulmuştu. Yeniden Matta'nın
İncil'ine dönersek: " 'Ne
mutlu sana, Yunus oğlu Simun' dedi. 'Bu sırrı sana açan insan(Yunanca: 'et ve kan') değil göklerdeki Babamdır. Ben de sana şunu
söyleyeyim, sen Petrus'sun (Yunanca'da "Petros-Petra": 'kaya') ve ben topluluğumu bu kayanın üzerine kuracağım.
Ölüler diyarının kapıları ona karşı direnemeyecek. Göklerin egemenliğinin
anahtarlarını sana vereceğim. Yeryüzünde bağlayacağın her şey göklerde de
bağlanmış olacak; yeryüzünde çözeceğin her şey göklerde de çözülmüş olacak.' "
(Matta:
16/16-17) Yeri gelmişken bir konuyu daha açıklamakta yarar vardır. Roma
Kilisesi'nin üstünlüğü İsa'nın bu sözlerine
dayandırılır. Çünkü Roma Kilisesi'nin kurucusu, Roma'da öldürülmüş olan Aziz
Petrus'tur. Yunanca'da Petra'nın kaya anlamıma geldiğini söylemiştik. İsa da "Ben topluluğumu bu kayanın üzerine
kuracağım." dediğinden,
bundan Aziz Petrus'un kastedildiği anlamı çıkarılmış; Roma Kilisesi diğerlerine
göre üstün bir konuma sahip olurken, Roma piskoposu da 'Papa' olarak
'Hıristiyanların Babası' mertebesine yükselmiştir.
İşte İsa'nın bu
sözlerle yücelttiği Aziz Petrus, kısa bir süre sonra ne kadar korkak, dar
düşünceli ve sıradan bir insan olduğunu gösterecek, sıkıştığında da İsa'yı
inkar edecektir. İsa, daha sonra pişman olmuş mudur bilinmez ama yukarıdaki
övücü sözlerinin hemen ardından, aralarında geçen bir diyalogda Petrus'a fena
halde sinirlenmiştir: "Bundan
sonra İsa, kendisinin Yeruşalim'e gitmesi, ihtiyarlar, başkahinler ve din
bilginlerinin elinden çok acı çekerek öldürülmesi ve üçüncü gün dirilmesi
gerektiğini öğrencilerine anlatmaya başladı. Bunun üzerine Petrus, O'nu bir
kenara çekip azarlamaya başladı. 'Tanrı korusun ya Rab! Senin başına asla böyle
bir şey gelmeyecek!' dedi. Ama İsa dönüp Petrus'a şöyle dedi: 'Çekil önümden
Şeytan! Sen yolumda engelsin. Senin düşüncelerin Tanrı'nın değil, insan
düşünceleridir.' Matta:
16-17/21-22-23) Daha sonra diğer şakirtlerine dönerek çarmıhlarını sırtlayıp
onunla gelmelerini, canlarını onun uğruna yitirmeyi göze almalarını istedi.
Çünkü tek kurtuluş ve ölümsüzlük yolu buydu.
İsa'nın bu kararlı tutumu üzerine
birden kuzulaşıvermiş olan havariler, sessizce başlarını öne eğerek,
taşlı-çakıllı Golanitid (Golan) tepelerine doğru yola koyuldular. Nihayet
Kayseriye'nin kapısına varmışlardı. Büyük Antiochus'un devrinden bu yana
putperestliği kabul etmiş olan bu kent, Filistin'in kuzeyindeki Hermon
dağlarının eteklerinde yer alıyordu. Gösterişli saraylar ve binalarla dolu olan
kentin bir amfiteatrı ve Yunan tarzı mabetleri vardı. İsa, şehrin içinden
geçerek, Erden ırmağının kaynağına kadar yürüdü. Orada çobanların ve kırların
tanrısı Pan için yapılmış bir mabetle karşılaştı. Irmak kıyısında bulunan
mağarada pek çok sütun, mermerden yapılmış su perileri ve putperest tanrıçalar
dikkatini çekmişti. İsa bu sembollere sükunetle baktı. O, dünyaya putperestliği
lanetlemek için değil, fakat ıslah etmek için gelmişti. Tıpkı, ondan yaklaşık
570 yıl sonra dünyaya gelecek olan son peygamber Hz. Muhammed gibi...
Önünde, henüz onu anlamayan bir putperestler dünyası, arkasındaysa,
peygamberlerini taşlayan ve kendilerini kurtarmak için gelmiş Mesih'i
dinlememek için kulaklarını tıkayan bir Yahudi alemi yer alıyordu.
İsa, bundan sonra
yapacaklarına karar vermek ve dua etmek üzere Tabor dağına çekilmeye karar
verdi. Bu inzivaları sırasında yanına kimseyi almazdı. Fakat bu kez, Petrus ile
birlikte Zebedi'nin iki oğlu Yuhanna ve Yakub'u da yanında götürmüştür. Orada
yaşananları Matta, daha sonra İncil'inde şöyle anlatacaktır: "Altı gün sonra İsa, yanına yalnız Petrus, Yakup
ve Yakub'un kardeşi Yuhanna'yı alarak onları yüksek bir dağa çıkardı. Orada,
gözlerinin önünde İsa'nın görünümü değişti. Yüzü güneş gibi parladı, giysileri
ışık gibi bembeyaz oldu. Birden öğrencilere Musa ile İlyas göründü. İsa ile
konuşuyorlardı. Petrus İsa'ya, 'Ya Rab' dedi, 'Burada bulunmamız ne iyi oldu.
İstersen burada üç çardak kurayım: biri sana, biri Musa'ya, biri de İlyas'a.'
Petrus hala konuşurken, parlak bir bulut birden onları gölgeledi. Buluttan
gelen bir ses, 'Sevgili oğlum budur, O'ndan hoşnudum. O'nu dinleyin!' dedi.
Şakirtler bunu işitince, dehşet içinde yüzüstü yere kapandılar. İsa gelip
onlara dokundu. 'Kalkın, korkmayın' dedi. Başlarını kaldırıp bakınca İsa'dan
başka kimseyi göremediler. Dağdan inerlerken İsa onlara, İnsanoğlu ölümden
dirilmeden önce, gördüklerinizi kimseye söylemeyin' diye buyurdu." (Matta: 17/1-9) Burada anlatılan
olaylar tartışmalıdır. Zira, kendisinin de İsa ile birlikte olduğu söylenen
Yuhanna, İncil'inde bu olaydan söz etmez. Zaten İncillerde anlatılan pek çok
mesel; aynı olaylardan bahsetmesine karşın ya birbirlerine benzemez, ya da bu
mesellerin bazıları İncillerin birinde yer alırken, diğerlerinde sözü bile
geçmez.
9- YERUŞALİM'E SON YOLCULUK
İsa peygamber, Tabor Dağı'nda
yaşanıldığı söylenen bu olaylardan sonra, havarileriyle birlikte Yeruşalim'e
doğru yola çıktı. Bu aslında onun açısından, 'kaçınılmaz son' anlamına
gelmekteydi. Yeruşalim'in doğu kapısından içeri girdiklerinde, İsa'nın yoluna
palmiye dalları yağıyordu. Onu böylesine büyük coşkuyla karşılayanlar, Galileli
peygamberin kent dışından gelen ya da kentte bulunan yandaşlarıydı. Bu
insanlar, az sonra krallık tacını başına geçirecek olan İsrail'in kurtarıcısını
selamlamaktaydılar.
Asla gerçekleşmeyecek
bu hayali, İsa'nın açık ve kesin açıklamalarına rağmen, on iki havari de
paylaşmaktaydı. Ölüme doğru yürümekte olduğunu bilen sadece kendisiydi. Ama
mutlu ve huzurluydu. İç karartıcı Yeruşalim Kalesi'nin geniş kapısından geçtiği
sırada, uğultu ve bağırtılar daha da yükseldi. "Davud'un oğluna hozana!" İsa, kente böylesine görkemli bir şekilde
girmekle, Yeruşalim'in dini yetkililerine Mesihlik görevini tüm sonuçlarıyla
birlikte göze alıp kabul ettiğini ilan etmiş olmaktaydı. Aynı zamanda bu
hareket, ruhban sınıfa karşı açık bir başkaldırı demekti. Buna halk da şahitti.
Ertesi sabah
kalabalık bir yandaş topluluğuyla kentteki mabede gitti. Amacı dini
otoritelerle karşı karşıya gelmekti. Avluya girdiğinde hayvan satıcıları,
tefeciler ve sarrafların büyük bir gürültüyle para sayıp satış yaptıklarını,
kutsal yerin şanına gölge düşürdüklerini gördü. İsterseniz burada olup
bitenleri de İncil'den aktaralım: "İsa
tapınağa girerek oradaki bütün satıcı ve alıcıları dışarı kovdu. Para
bozanların masalarını, güvercin satanların sehpalarını devirdi. Onlara şöyle
dedi: ' "Benim evime dua evi denecek" diye yazılmıştır.' (İşaya'nın Tevrat'ta yer alan
sözleri) ama siz burayı haydut evine
çevirdiniz!"
(Matta: 21/12-13) İsa'nın ve çevresini saran yandaşlarının kararlılığı
nedeniyle tüm satıcılar tezgahlarını ve para torbalarını kaptıkları gibi kaçmak
zorunda kaldılar. Bu durum, büyük bir kalabalıkla oraya gelen ve etkili
sözleriyle ortama ağırlığını koyan İsa karşısında, mabetteki rahiplerin donup
kalmasına neden oldu. Halkın İsa'dan ümitlerini kestiklerini düşündükleri bir
anda, böylesine güçlü bir şekilde karşılarına çıkması, onları gerçekten çok
şaşırtmıştı.
Mabetteki bu olay
kısa zamanda bütün kente yayıldı. İsa'ya desteğin giderek arttığını gören
Sanedrin Mahkemesi'nin yetkilileri bir heyet göndererek olayların
soruşturulmasını istedi. Ferisi ve Saddukilerin kontrolü altında bulunan
mahkeme üyeleri İsa'ya şu soruyu sordular:
"Tüm bunları hangi yetkiyle
yapıyorsun? Ve bu yetkiyi sana kim verdi?"
Kurnazca sorulmuş bu
soruya İsa, yine bir soruyla karşılık verdi:
"Yahya'nın vaftizi neredendi? Gökten
mi? Yoksa insandan mı?"
Eğer Ferisiler "Göktendi" diye cevap verecek olurlarsa İsa'nın sorusu
hazırdı: "Öyleyse ona niçin
iman etmeyip öldürdünüz?
Yok eğer "İnsanlardandı" diye cevap verecek olurlarsa, bu sefer
de Yahya'nın peygamberliğine inanmış olanların hışmına uğrayacaklardı. O
nedenle İsa'nın sorusunu şöyle cevaplandırdılar:
"Bu konuda bir şey bilmiyoruz"
Bunun üzerine İsa:
"Ben de size bunu hangi yetkiyle
yaptığımı söylemeyeceğim!" dedi.
Karşı taraftan bir
tepki gelmeyince de kendisi saldırıya geçti:
"Doğrusu size derim: Vergi
tahsildarları ve fahişeler Tanrı'nın melekutuna sizden önce giriyorlar."
Sonuç ortadaydı.
İsa'nın geri adım atmak gibi bir niyeti yoktu. Son saldırıları da düşmanlarını
iyice çileden çıkarmıştı. O andan itibaren karar verildi: İsa yok edilecekti.
Zaten Başkent'e geldiği günden beri niyetleri onu öldürmekti. Ama onu halkın
gözleri önünde tutuklamaktan korkuyorlardı. Elleri tetikte, fırsat kollamaya
başladılar. İsa peygamber ise onların çaresizliklerinin farkına varmış,
coştukça coşuyordu:
"Bundan sonra İsa halka ve
şakirtlerine şöyle seslendi: 'Yazıcılar ve Ferisiler Musa'nın kürsüsünde
otururlar. Bu nedenle size söylediklerinin tümünü yapın ve yerine getirin, ama
onların yaptıklarını yapmayın. Çünkü söyledikleri şeyi kendileri yapmazlar.
Ağır ve taşınması güç yükleri bağlayıp başkalarının omuzlarına koyarlar da,
kendileri bu yükleri taşımak için parmaklarını bile kıpırdatmak istemezler...
Lakin vay halinize, Yazıcılar ve Ferisiler,
ikiyüzlüler! Çünkü siz göklerin melekutunu insanların yüzüne kapıyorsunuz; zira
kendiniz girmiyorsunuz, girmek isteyenleri de bırakmıyorsunuz ki girsinler.
Vay halinize, Yazıcılar ve Ferisiler, iki
yüzlüler! Çünkü nanenin, anasonun ve kimyonun ondalığını verirsiniz de Kutsal
Yasa'nın daha önemli yönleri olan adalet, merhamet ve sadakati ihmal edersiniz.
Ondalık vermeyi ihmal etmeden esas bunları yerine getirmeniz gerekirdi. Ey kör
kılavuzlar! Küçük sineği süzer ayırır, ama deveyi yutarsınız!...
Vay halinize ey Yazıcılar ve Ferisiler,
ikiyüzlüler! Siz dıştan güzel görünen, ama içi ölü kemikleri ve her türlü
pislikle dolu badanalı mezarlara benzersiniz. Dıştan insanlara doğru kişilermiş
gibi görünürsünüz, ama içte ikiyüzlülük ve kötülükle dolusunuz.
Vay halinize ey Yazıcılar ve Ferisiler,
ikiyüzlüler! Peygamberlerin mezarlarını yaparsınız, doğru kişilerin türbelerini
donatırsınız. "Atalarımızın yaşadığı günlerde yaşasaydık, onlarla birlikte
peygamberlerin kanına girmezdik" diyorsunuz. Böylece, peygamberleri
öldürenlerin torunları olduğunuza siz kendiniz tanıklık ediyorsunuz. Haydi,
atalarınızın başlattığı işi bitirin!
Sizi yılanlar, sizi engerekler soyu!
Cehennem cezasından nasıl kaçacaksınız? İşte bunun için size peygamberler,
bilge kişiler ve din bilginleri gönderiyorum. Bunlardan kimini öldürecek,
çarmıha gereceksiniz. Kimini havralarınızda kamçılayacak, kentten kente
kovalayacaksınız. Böylelikle, doğru kişi olan Habil'in kanından, tapınakla
sunak arasında öldürdüğünüz Berekya'nın oğlu Zekeriya'nın kanına kadar,
yeryüzünde akıtılan her doğru kişinin kanından sorumlu tutulacaksınız. Size
doğrusunu söyleyeyim, bunların hepsinden bu kuşak sorumlu tutulacaktır.
Ey Kudüs! Peygamberleri öldüren, kendisine
gönderilenleri taşlayan Kudüs' Bir tavuk, civcivlerini kanatlarının altına
nasıl toplarsa, ben de kaç kez senin çocuklarını öylece toplamak istedim, ama
siz istemediniz. İşte, eviniz ıssız bırakılacak! Size şunu söyleyeyim: 'Rabbin
adıyla gelene övgüler olsun" diyeceğiniz zamana dek beni göremeyeceksiniz.'
" (Matta:
23/1-39)
Mabette, Ferisiler
ile Saddukilerin de dinlediği bu konuşma bardağı taşıran son damla oldu. Artık
her şey göze alınmıştı. Ne pahasına olursa olsun, İsa denilen bu adam
tutuklanmalıydı. Kendisi de bunu hissetmiş olacak ki, yukarıdaki konuşmasının
hemen ardından Yeruşalim'den ayrılarak Zeytin Dağı'na çekildi. Dağa tırmanış
sırasında şakirtleri İsa'ya dönerek, az önce terk ettikleri mabedin
teraslarını, kemerli geniş avlularını, akik ve porfir kakmalı mermer
kaplamalarını, altın ve gümüşten yapılmış çatısını gösterdiler. Rahip-Kral
tacını başına geçirmiş bir Mesih'in etrafında, yargıçlık makamına
oturacaklarını düşlemişlerdi. Ama şu anda içinde bulundukları durum, büyük bir
düş kırıklığıydı. İsa onlara döndü:
"Bütün bunları görüyor musunuz? Size
doğrusunu söyleyeyim burada taş üstünde taş kalmayacak, hepsi yıkılacak!" (Matta: 24/2) Yahudi gururu,
politikası ve tarihinin bir felaketle yok olacağını daha o zaman görmekteydi.
Evet, alnına yazılı olan sonunu biliyordu ama yine de Sanedrin'in eline ansızın
düşmek istemiyordu. Zeytinlik Dağı'nda kaldığı süre içinde şakirtlerine gereken
tüm bilgileri aktardı. Ne yazık ki, özet mahiyetindeki mevcut İncillerin
yazarları, İsa'nın üst seviyedeki bu açıklamalarını, belki anlayamadıklarından,
neredeyse çözülemez bir kılığa sokarak iletmişlerdir. Dört
İncil
arasında, İsa'nın sözlerini en anlaşılır aktaran Yuhanna'nın (belki her zaman
onun yanında olduğundan) İncil'inde, İsa'ya ait şu satırları buluyoruz: "Size söyleyecek daha çok şeylerim var; fakat
şimdi dayanamazsınız. Size bunları mesellerle söyledim; saat geliyor ki, size
artık mesellerle söylemeyeceğim; fakat size Baba hakkında açıkça
bildireceğim." (Yuhanna: 16/12,25)
İsa'nın, artık sona
yaklaştığını hissederek, havarilerine emanet ettiği yemini (gizli sözleri),
Edouard Schuré'ye göre, dört konuyu hedef almaktaydı: Bireyin ruhsal yaşamı,
İsrail'in ulusal hayatı, tüm insanlığın tekamülü. Yeminin bu dört konusunu,
yani İsa'nın ölümünden önceki düşüncelerini yansıtmakta olan dört evreyi,
Schuré'nin açıklamaları ile bir bir ele alalım:
"1- İlk yargı, ruhun ölümden
sonraki kaderini simgelemektedir. Bu (kader), onun
asıl tabiatına ve yaşamı sırasında sergilediği davranışlarına göre tayin
edilmektedir... Zeytinlik Tepesi'nde havarilerine bu konuda şunları söylemişti:
'Fakat sakının da kumar, sarhoşluk ve bu
hayatın kaygıları ile yürekleriniz fazla ağırlaşmasın, ve o gün, sizin
üzerinize bir kement gibi ansızın gelmesin.' (Luka: 21/34)
'Bunun için siz de hazır olun; zira tahmin
etmediğiniz saatte İnsanoğlu gelir.' Matta: 24/44)
2-Mabedin tahrip edilişi ve İsrail'in
sonu. 'Millet millete karşı, ülke ülkeye karşı kalkacaktır.' (Matta:
24/7). 'O zaman sizi sıkıntıya koyacaklar ve öldürecekler.' (Matta:
24/9). 'Bütün bu şeyler oluncaya kadar, bu nesil geçmeyecektir.' (Matta:
24/34)
3-İnsanlığın, belli bir çağ ile
sınırlandırılmamış bulunan, fakat birbirini izleyen bir dizi uygulama sonucunda
ulaşılacak olan dünyasal hedefi. Bu hedef, sosyal Mesih'in veya başka bir
deyişle İlahi insanın yerküre üzerinde görünmesidir. Yani toplumda Gerçeğin,
Adaletin ve Sevginin hakim kılınması ve bunun sonucu olarak da halkların
yeniden barış ve huzura kavuşturulması... İşaya, bu uzak çağdan taa o zamanlar
şu sözlerle söz etmişti:
'Ve batıdan olanlar Rabbin isminden, ve
doğudan olanlar kudretinden korkacaklar; çünkü sıkışmış bir ırmağın suları gibi
gelecek, o sular ki, Rabbin soluğu onları sürüyor. Ve Siona, ve Yakub da
günahtan dönenlere fidye ile Kurtaran gelecek, Rab diyor. Ben ise, Rab diyor,
onlarla yeminim şudur: Senin üzerinde olan Ruhum, ve ağzına koyduğum sözlerim,
şimdiden taa ebede kadar senin ağzından ve senin soyunun ağzından ve soyunun
soyunuzun ağzından ayrılamayacak Rab diyor.' (İşaya: 59/19-21)
İsa bu kehaneti tamamlayarak, şakirtlerine
bunun emarelerinin neler olacağını açıklamıştı. Bu, sırların tam anlamıyla
açığa vurulması ya da İsa'nın 'Sizi her türlü gerçeğe ulaştıracak olan hakikat
ruhu' diye de adlandırdığı Tesellici'nin görünmesi demekti.
'Ben de Baba'ya yalvaracağım ve o size
başka bir Tesellici, hakikat Ruhunu verecektir; ta ki, daima sizinle beraber
olsun; onu dünya kabul edemez, çünkü onu görmez ve bilmez; siz onu bilirsiniz,
çünkü yanınızda duruyor ve içinizde olacaktır' (Yuhanna: 14/16-17)
(Konu Tesellici'den
açılmışken bizde Yuhanna'nın İncil'inden bazı satırlar ekleyelim, daha sonra
açıklamalara geçelim:
"Baba'dan size göndereceğim Yardımcı,
yani Baba'dan çıkan Gerçeğin Ruhu geldiği zaman, O bana tanıklık edecek." (Yuhanna: 15/26)
"Ne var ki O, yani gerçeğin ruhu
gelince, sizi gerçeğe yöneltecek. O kendiliğinden konuşmayacak, yalnız
işittiklerini söyleyecek ve gelecekte olacakları size bildirecek. O beni
yüceltecek. Çünkü benim olandan alacak ve size bildirecek. Baba'nın her nesi
varsa benimdir. 'Benim olandan alacak ve size bildirecek' dememin nedeni
budur." (Yuhanna:
16/13-14-15)
Tesellici ya da Yardımcı
sözü Yunanca 'Parakletos' sözcüğünün karşılığıdır. Açık olarak görülmektedir ki
burada İsa peygamber, kendisinden sonra gelecek olan Hazret-i Muhammed'i
müjdelemektedir. Çünkü net bir şekilde 'başka bir Tesellici'den bahsetmektedir.
Zaten bu konu Kuran-ı Kerim'de de açıkça belirtilmiştir:
"Bir vakit de Meryem oğlu İsa: 'Ey
İsrailoğulları, ben size Allah'ın elçisiyim. Önümdeki Tevrat'ın doğrulayıcısı ve
benden sonra gelecek, adı Ahmed olan bir peygamberin müjdecisi olarak geldim'
dedi." (Saf
:61/6)
Bu peygamber de,
yukarıda belirttiğimiz gibi Yunanca İncil'de 'Parakleteos-Parakletos' olarak
geçmektedir. Parakletos kelimesinin İngilizce sözlükte karşılığı şöyledir:
'Yardımcı', 'asistan', 'avukat' ve bizi en çok ilgilendiren anlamı: 'Darda
olanın, sıkıntıda olanın yardımına koşan ve hakim huzurunda başkaları adına
şefaatte bulunan (bağışlanmasını dileyen)'. Zira Hz. Muhammed'in daha peygamber
olmadan önceki lakabı, 'Muhammed ül emin' yani daima doğruyu, gerçeği ve Hakk'ı
söyleyen idi.
Burada bir başka ilginç
nokta, Yuhanna'nın İncil'inde geçen ve yukarıdaki satırlarda da aktardığımız " O kendiliğinden konuşmayacak, yalnız
işittiklerini söyleyecek" cümlesidir. Bilindiği gibi Kuran- Kerim, Allah tarafından
Hz. Muhammed'e vahiy yoluyla gelmiştir. Oysa şimdiki dört İncil İsa'nın
ölümünden çok sonra, sözlü geleneklerden ve sağdan soldan duyulanlardan
yararlanarak yazılmıştır. İsa'ya ait sözlerin yer aldığı İncil ise ortada
yoktur. O halde Tanrı'dan işittiklerini söyleyen tek peygamber olduğuna göre, O
da Hz. Muhammed'tir. Yine Schuré'nin açıklamalarıyla devam edelim)
Bu ifşaata havariler önceden, insanlık ise
daha sonra, zaman içinde nail olacaktı. Fakat bir bilinçte veya bir grup
insanda vuku bulur bulmaz derhal etrafa saçılacak ve insanın içine nüfuz
edecekti. 'Çünkü şimşeğin doğuda çıkıp batıda dahi görüldüğü gibi,
İnsanoğlu'nun gelişi de böyle olacaktır' (Matta: 24/27) Demek ki ruhsal ve
merkezi gerçeklik bir parladı mı tüm diğer gerçekleri de, tüm alemleri de
birden parlatıvermektedir.
4-Son yargı ise, insanlığın
evrensel tekamülünün (olgunlaşmasının)
sonu veya kesin bir ruhsal durum
kazanması anlamına gelmektedir. Bu durum, Pers ezoterizminde, Ormuzd'un
Ahriman'a karşı zaferi, yani Ruh'un madde üzerindeki egemenliği diye
adlandırılmış olan durumdur...
'O zaman İnsanoğlu'nun belirtisi gökte
görünecek; o zaman yeryüzünün bütün halkları dövünecekler ve İnsanoğlu'nun
göğün bulutları üzerinde kudretle ve büyük görkemle geldiğini görecekler. Ve
meleklerini büyük sesli boru ile gönderecek ve melekler, göklerin bir ucundan
öteki ucuna kadar, onun seçtiklerini dört yelden toplayacaklar.' (Matta:
24/30-31)