IV. Bölüm için Tıklayınız

                                                                      V.BÖLÜM
                       Karadenizi sahilden bitirip güneye yöneliyoruz. Hedef : Yusufeli  ve  Kaçkarlar

Aldığımız  bilgiler Artvin'den sonra Borçka dolayında hidroelektirik santralı ve baraj çalışması nedeniyle yolun uzadığı ve zorlu olduğu yönünde. Yusufeli için faklı süreler öngörülüyor, biz herşeyi göze alıp yola çıkıyoruz. Arhavi ve Hopa'yı geçtikten sonra , Karadeniz  kıyı şeridini bitirip güneye yöneliyoruz. Doğu Karadeniz'in bu en doğu ucuna vardıkça  bitki örtüsü yol kenarlarında bile doğal bir cangılı andırıyor. Kıyıdan uzaklaştıkça yol, kıvrıla kıvrıla  yükselmeye başlıyor . Şu bir gerçek ki  bunca yol aldık , karayollarını beklediğimiz ve umduğumuzdan  çok daha iyi ve bakımlı bulduğumuzu  söylemeliyim . Yolda yükseldikçe enteresan görüntü ve manzaralara şahitlik ediyoruz. Sonra yine alçalmaya başlıyoruz, Çoruh nehrine ve vadisine ulaşıyoruz.  Borçka vadilerin arasına sıkışmış bir ilçe baraj çalışmaları dolayısıyla bölgede hummalı bir faliyet mevcut, devasa bir şantiyenin içinden geçiyoruz. Baraj altında kalacak yollar nedeniyle yeni yapılan yoldan ilerliyoruz yamaçları kıvrıla kıvrıla çıkıyoruz, sonra bir vadide Artvin yazan bir tabela ve birkaç ev ve küçük bir otogar görüyoruz . Musti burası Artvin diyor. Hiç bir fikir edinemiyoruz ama biraz sonra diğer  yamaçtan yükselmeye başlayınca karşı yamaca kurulmuş şehir sislerin arasından yavaş yavaş beliriyor karşımızda. İşte uzaktan duruşu sevimli , kendine has bir şehir olan ve Türkiye'nin en küçük illerinden Artvin. Uzaktan bir selam ve sonra yola devam. Artvin'i aşıp güneye doğru ilerledikçe coğrafyada değişmeye başlıyor . Çoruh vadisinde, hemen nehrin kıyı çizgisini takip eden karayoluyla ilerliyoruz . Birden yeşillikler kayboluyor kıraç topraklar, kel tepeler ve kurak yamaçlar , heryer kahverengine dönüşüyor . Ancak buranın hayat damarı Gürcistan sınırına geçip Batum'dan denize dökülen Çoruh Nehri. Nehrin yatağında yeşillikler ve yeşilliklerin olduğu yerde küçük köyler , hayat belirtileri ve yerleşimlere rastlıyoruz . Düşünüyorum da, bu nehir olmasa, burada gerçekten canlı kalabilmek zor . Şanslı ve bereketli bir ülkede yaşadığımızı düşünüyorum . Bunca sıkıntıya gögüs gerebilmesi bu memleket insanının , bereketli ve verimli topraklarda yaşama şansı olsa gerek büyük bir oranda da. Bölgesel değişimlere ve coğrafi farklılıklara canlı gözlerle tanıklık etmek de çıkılacak Kaçkar Dağı'nın heyecenı kadar heyecan veriyor bana.
                                                 .
                                                  Yusufeli ve Barhal Çayı  21 Ağustos 2002     Photo: Geronimo

Yusufeli

Akşam 20:00 civarında Artvin'in Yusufeli ilçesine varıyoruz .Dağların arasına sıkışmış, ortasından  Çoruh'un kollarından eski adı Barhal olan çay geçiyor ve  bu doğal kaynağıyla da çevresine hayat saçıyor . Yerel gazeteci Sami Bey'den yörede her mevsime ait meyvenin aynı anda Yusufeli'nde yetişip sofranızda karşınıza çıkarılabileceğini öğreniyoruz.  İlçeye gece yarısı varıyoruz  sevimli caddesini geçip çayın hemen kenarındaki Barhal Hotel'e yerleşiyoruz. ( Geceliği 5 Milyon = 3,5 $ civarı) otelin restaurantında keyifli bir akşam yemeği yiyoruz. Rakının tadına Barhal eşlik ediyor gecede.  Otelimiz  Anadolu kasabasında kalınılabilecek konfora sahip, en azından temiz diyebiliriz. Ertesi gün artık bu gezinin ana hedefi olan Kaçkar Dağı Çıkışı için en uç noktadaki Olgunlar Köyü'ne gidecegiz. Musti marketten eksikleri tamamlarken  bizde caddesinde gezinti yapıyoruz . Yusufeli, Çoruh'da rafting yapmak isteyenlerin gelmesi gereken nokta .  İlçede birkaçtane rafting şirketi mevcut. 25 $ 'a yapılabileceğini öğreniyorum . Alternatif outdoorculara önerilir. Manavdan  yöreye has incir alıp afiyetle yiyoruz. Kızılcıklar , üzümler tezgahları süslüyor gerçekten herbiri çok lezzetli. Gece, ertesi günün heyecanı  ve  Barhal Çayı'nın doğal  melodisiyle sabaha taşıyor bizi.

Kaçkar Yolarında ( Yine yolda kaldık)

21 Ağustos 2002 Çarşamba Sabah Saat:06:30

Yusufeli'nden haraket ediyoruz . Kaçkar çıkışımız başlıyor . Yolculuğun asıl hedef olayını gerçekleştirmek için yoldayız. Önce asfalt olan yolla Sarıgöl'e kadar gideceğiz . Sarıgöl dağlara doğru çıkışta bir belde, civar köylerin minibüslerinin durak noktası olan bu şirin beldenin meydanında ki kahvehanesinde sabah kahvaltımızı salkım söğüt ağacının altında yapıyoruz. Kahvaltı sonrası yeniden Kangoo araçımıza binip yola koyuluyoruz  yol artık stabilize , toprak yolda ve  çılgınca akan Barhal deresinin kenarından ilerliyoruz.  Hergeçen dakika yoldaki virajdan kıvrılıp birsonrakine girdikçe heyecanlanıyoruz , yol yaklaşık olarak 15 km. civarında ( Yusufeli - Olgunlar Köyü arası ) yol ile ilgili söylenilebilecek en karakteristik özellik çok dar ve  virajlı olması . İki araç karşı karşıya geldiğinde birisinin mutlaka yer verecek noktaya kadar çekilmesi gerekiyor. Sıkı bir ralli parkurunu andırıyor, zaman zaman heryandan akan suların içinden geçiyoruz. Doğanın coşkusu ve görüntüler  çok etkileyici . Agustos ortasında bir bahar coşkusu var etrafımızda . Bir yerde duruyoruz kendimizi araçtan dışarı atıp buz gibi sudan içiyor, elimizi yüzümüzü yıkıyoruz. Derenin üzerine iki ağacı kesip yıkarak oluşturulan ilkel köprücükten karşıya geçiyoruz . Bir ara Erbil ile birlikte  köprüye oturup fotoğraf için  meditasyon yapar görüntüde poz veriyoruz.
                                                  .
                                                  Çoruh Kollarından Barhal , 21 Ağustos 2002    Photo : Desmina

Doğrusu poz değilde gerçekten meditasyon yapılabilecek bir doğal coşku var. Sonrasında yine aracımızdayız ve ilerlemeye devam ediyoruz yaklaşık olarak  Saat 10:30 civarı toprak yolda belirli bir hızla bir yokuşu tırmanıyoruz  . Birden araç duruyor, Erbil'in yüzünde bir endişe "Yine " diyor " Yine Aynı Şey". Şaka yapıyor olmasını diliyorum ama nafile, araç yine aynı arızayı veriyor . Yolda kalıyoruz , resmen dağın başındayız , cep telefonlarımız çekmiyor  . Tahmini olarak 5-7 Km civarı bir yolumuzun olduğunu düşünüyoruz.

Dağın başında bir şok daha

Son derece moralimiz bozuluyor ve sinirler geriliyor ki maalesef bu dağ dönüşüne dek zaman zaman hepimize yansıyor. Hemen kısa bir değerlendirme yapıyoruz, aracı zar zor  diğer araçların geçebileceği biçimde fiziksel çabalarla yol kenarına çekiyoruz. Musti  dağa çıkış için çantaları hazırlayıp yürüyüşe geçmeyi , en yakın köy olan Yaylalar'a ulaşmamız gerektiğini söylüyor. Oraya ulaşınca Erzurum Renault servisini arayıp çekici çağırmayı, aracı gönderip bizim çıkışa devam etmemizi, üç gün sonrada Erzurum'a dönüp aracı alıp dönmeyi, en makul plan olarak değerlendiriyoruz ve bunu uygulamaya karar veriyoruz. Ancak bu bizim için eksradan bir sekiz saatlik tam techizatlı yürüş anlamına geliyor. Sıkıntılı bir durum ancak yola koyulmaktan başka bir caremiz yok ve bizim ilerlediğimiz istikamete doğruda maalesef hiçbir araç geçmiyor. ( Bulunduğumuz yerin Erzurum'a uzaklığı 200 km..'nin üzerinde, çekici aracın gelmesi aracı alması ve gitmesi hem zaman hemde maliyet açısındanda son derece yıpratıcı oluyor bizim açımızdan . Ancak inanın bunu yapmak hepsinden daha az risk taşıyor. Bir önceki Rize'li ustanın başımıza açtığı bir bela oluyor bu. Birde tabii ki yola çıkmadan önce araca bakım yapan servis'in kötü  hizmeti. Bir öneri, yolda kalırsanız ne olursa olsun resmi servis hizmeti alınız.)

    Yola koyuluyoruz ( Saat 10:45 civarı)  , hemen başlangıç da Musti rahatsızlanıyor , sanırım yaşadıklarımızın pisikolojik etkisi , fizyolojik etkiye dönüşüyor. Ama kısa sürede toparlanıp kötü sürprizlere rağmen engel tanımadan hedefimize Kaçkar'ın zirvesine ulaşmak adına yola devam ediyoruz. Stabilize araç yolunda hiç durmadan yürüyoruz . Kızların performansı yol öncesi açıkçası beni telaşlandırıyordu , ancak görüyorumki hiçbir sıkıntı yok .Tabii ki yaklaşık 5 - 6  km. yol boyunca çok yoruluyoruz, zaman zaman kısa molalar veriyoruz, umudumuzun azaldığını, sinirlerimizin gerildiğini hissediyorum. Yolda akan derenin çağlayan sesini, yamaçların yeşilliğini,  köylülerin çalışmalarını ve talihsizliğimizi talihe dönüştürmek istercesine gözlemleyerek ilerliyoruz. Gördüğümüz herkese Yaylalar'a nekadar kaldığını soruyor, herkesden farklı cevaplar alıp, kah üzülüp, kah seviniyoruz ama durmadan yürüyoruz. Yavaş yavaş çantalarımızın ağırlığının arttığını , çok da antremanlı olmayan kaslarımızın yorulduğunu, gerildiğini hissediyoruz. Neyse ki pırıl pırıl ve güzel bir hava sözkonusu, ilerliyoruz. Sonunda belkide tüm yol boyunca gördüğüme en çok sevindiğim cami minaresini, Yaylalar köyü camiini görüyoruz. Yamaçlarda birden bire karşımıza çıkan dağın bu yönünün en yüksekten bir önceki yerleşimine, Yaylalar Köyü'ne  eski tarihi köprüsünün yanındaki  köprüden geçerek giriyoruz.
                                                    .
                                                         Yaylalar Köyüne Giriş 21 Ağustos 2002      Photo: Desmina

Köyün içinden yamaca doğru tırmanıyoruz ve köyde dağcıların uğrak noktası olan pansiyon'a varıyoruz. Saat hatırladığım kadarı ile 13:30 civarları , kan ter içindeyiz, hemen orada dinlenmeye başlıyoruz . Musti araç için telefon görüşmeleri yaparak organizasyonu sağlamaya çalışıyor .  Pansiyon sahibi İsmail bey bize yardımcı oluyor . Neticede Musti'nin orada kalıp çekiciyi beklemesine , bizimde  zaman kaybetmemek için dağa doğru haraket etmemize karar veriyoruz . Musti'nin sırt çantasını geçen bir araçla Olgunlar' da ki pansiyona gönderiyoruz. Biz de yorgunluğun katmerlendiği bir anda Hülya , Desmina, Erbil ve Ben yola koyuluyoruz yavaş yavaş son ağaç topluluklarınıda aşağılarda bırakarak yükselmeye ve Olgunlar yoluna çıkıp ilerlemeye başlıyoruz. ( Ağaçlar doğada 2000 m.den itibaren oksijen yetersizliğinden dolayı  yetişmezler . Bu metreden sonra artık çayırlar ya da kayalıklarla karşılaşırsınız . Buda bizim 2100-2200 metrelerde olduğumuzu gösterir.) Toprak yoldan, yeşil çayırların kenarından Yaylalar köyünü bırakarak dört çaylak olarak ilerlemeye başlıyoruz. Yolda bir çeşme kenarında mola veriyoruz, ayaklarımız alışkın olmadığı bir ağrı ile karşı karşıya, beş saattir yoldayız  ve  henüz  gidilecek yolun sonuna çok var . Erbil son derece hızlı ve performanslı yürüyor . Ancak şunu zaman zaman unutuyoruz ki , dağda yol alabilmek için belirli bir tempoda ve grubun dağılmadan mümkün olduğunca sabit bir hızla yürümesi gerekiyor . Biz maalesef tüm çıkışımız boyunca bunu başaramıyoruz. Hatta bu yüzden gereğinden fazla yorulup , fiziksel sorunlar yaşıyoruz. Gerek bilgilerimden , gerek tecrübeli dağcıların söylediklerinden, gereksede kendi yaşadıklarımızdan bu sonucu açık ve net çıkarmaktayım. Grubun en yavaş yürüyen kişisinin temposunda mümkün olduğunca duraksamadan yaklaşık birer saat dilimlerinde kısa süreli molalarla günde altı saatlik yürüyüşler dağda ve doğada en idealidir. Bu düzende ve plandaki yürüyüşün kimseyi çok zorlamayacağı, yormayacağı ortadadır. Ancak bizim başımıza gelen sürpriz gelişme olmasaydı altı saat yürüyüşle ulaştığımız Olgunlar Köyü'ne  aracımızla varmış olacaktık. Ancak bu bize gezinin ikinci kötü sürpriziydi ve bizde ona karşı insan üstü bir performansla karşı koyuyorduk. 15:30 civarı artık Kaçkar' a çıkmadan önceki son yerleşim yeri olan ve araç yolununda son noktası Olgunlar Köyüne vardık.
                                                    .
                                                 Olgunlar Köyü - Çocuklar , 21 Ağustos 2002  Photo: Geronimo

Hakikatten bitap düşmüş  durumdayız . Ağır cantalar ve uzun yol bizi çok zorladı. Ama henüz varılacak noktada değiliz, önümüzde daha üç saatlik bir çıkışla Kaçkar' ın eteklerindeki Dilberdüzü Kamp Alanı var. Aman tanrım düşünmesi bile zorlayıcı . Köydeki yegane pansiyonun yegane yemeği olan  bir tencere menemen ile açlığımızı gideriyor ve dinleniyoruz.    Ayrıca köylülerden bulunduğumuz yer hakkında bilgiler alıyor, kalan yolumuzla ilgili meraklı sorular yöneltiyor, cevapları can kulağıyla dinliyoruz. Söylenene göre 2200 m. rakımdayız . Dağın atmosferi  heyecanımı arttırmaya başlıyor . İşin ilginç tarafı bu yolda ki rehberimiz Musti . Bizim önceden bu derece bir tecrübemiz yok, ayrıca buraya da ilk gelişimiz. ( Benim açımdan bir zorluk olmasada kişisel düşüncem dışında grup olduğumuzu önemsediğimden olaya böyle bakıyorum ve bakılması gerektiğini düşünüyorum.) Bu yüzden nasıl gideceğimiz önemli. Patika yolu takip etmemiz gerektiği, 3 - 3,5 saat civarında Dilberdüzü'ne varabileceğimizi söylüyorlar. Bir an yorgun olabileceğimizi düşünüp Musti'nin de durumunun net olmaması dolayısıyla Olgunlar'da  konaklamayı öneriyorum . Ama günün ve yaşananların stressininde etkisiyle Erbil'le kısa süreli bir tartışma yaşıyoruz bu düşünceye istinaden. Neticede geri adım atıp gerginlik yaratmadan yola çıkıyoruz . ( Musti , aracı gönderdikten sonra Olgunlar'a oradan da Dilberdüzü'ne varmayı planlamıştı, bense bunun zor olacağını düşündüğümden yorgunluğunda etkisiyle beklemeyi bir alternatif olarak düşünüyorum ama vazgeçiyorum , neticede Musti Dilberdüzü'ne o gece varamıyor.) Artık  fiziksel direncimizin ve yolumuzun  sonuna varmak üzeriyiz .  İlerlemeye başlıyoruz aralıklarla molalar veriyoruz . Barhal'ın dolayısıyla Çoruh'un kolu olacak derelerden birinin kenarındaki patikayı takip ederek çok dik ve yıpratıcı olmayan ( Ancak bizi yorgunluğumuz yıpratıyor.) bir yolda ilerliyoruz  . Artık Kaçkar' ın kolları bizi sarmalıyor . Bu aşırı yorgunluk ve sinir katsayısı yükseltisi olmasa çok keyifli bir yolda ilerliyor olacağız doğrusu . Her yamaçtan  dağların derinliklerinden kopan kaynak suları dökülüyor.İnanılmaz bir görüntü var yamaçlardan akan suların oluşturduğu. Ayrıca doğanın sesi, görüntüsü ve çoşkusunu yakalamak da çok keyifli . Hertarafta inanılmaz renklerde Kaçkar'a has çiçekler var. Yabani çilek toplamaya çıkmış bir köylüyle sohbet ediyoruz. Bir suyun içinden ıslanmadan geçmek için ayakkabılarımızı çıkarıp geçiyoruz , okadar soğukki donma hissi veriyor insana, suyun soğukluğu , gerçekten inanılmaz. Keyifli, hayat veren bir tazelik ve yaşam kaynağı fışkırıyor Kaçkar'ın eteklerinde. Yayla evlerinin bulunduğu bir alandan geçiyoruz , insanlar akşam yemeğinin telaşında herkes evlerine çekilmiş . Yerleşimin çeşmesinde mola veriyoruz, köy çocuklarının ingilizce merhabaları ( Hello) gülümsetiyor bizleri. Yolun biraz ilerisinde akşam köye dönen sığır sürüsüyle karşılaşıyoruz, içlerinden geçiyoruz, bir genç boğanın kabadayı nağraları bizim elemanları biraz ürkütüyor. Sığır çobanı iki genç kıza merhaba deyip yola devam ediyoruz  . Artık yorgunluktan bitmek üzeriyiz . Nerede bu Dilberdüzü ? diye kendi kendimize yakınıyoruz . Güneş çoktan derin vadilerin yamaçlarından kayboldu, karanlık geceyi getirmek üzeri , artık son çabamızla yükselen son yamaçtan da dönünce ulaşamazsak orada konaklamayı planlıyorum. Ancak " Bingo " son anda varıyoruz nihayet Dilberdüzü'ne.
                                                 .
                                                     Dilberdüzü ( 1. Kamp ) 22 Ağustos 2002  Photo: Geronimo

Saat, 19 : 30 civarı arada ki molaları saymaz isek dokuz saatlik bir yürüyüşün sonuna varmış durumdayız . Havanın kararmasından önce telaşla çadırları kurmaya çalışıyoruz. Dağlarda günün geceye dönmesiyle doğal olarak keskin bir ısı değişimi yaşanıyor . Terli vücutlarımıza Kaçkar' ın sert havası temas ediyor. Hemen çadırı kurmalıyız. Düzlükde bizden başka 20-30 a yakın çadır ve kalabalık turist grupları mevcut . Turizm acentalarının getirdiği gruplar bunlar . Bu grup rehberlerinden İbrahim isimli bir arkadaş çadırlarımızın kuruluşunda bize yardımcı oluyor, ayrıca yorgunluktan bitap düşmüş bize teklif ettiği sıcak çorba öneriside o geceki akşam yemeğimiz oluyor. Çadırları kurup uyku tulumlarını açana kadar çocuklarda  çorbaları alıp geliyorlar . Yorgunluğun beni biraz gerdiğini, sinirlendirdiğini hissediyorum . Neyse sıcak çorbayı içince biraz rahatlıyoruz. Hava karardı gece dağlara çöktü . Dolunaylı bir gece, keskin bir soğuk , çadırın üzerine düşen yağmur gibi çiğ , yorgun bedenler, yanımızda bunca mesafe taşıdığımız kırmızı şarap . Uyku tulumlarımızın içine girip çadırımıza dalıyoruz. Dışarıda durabilmek zor, oysaki dışarıda  nefis bir dolunaylı gece var . Erbil ile şarabımızı içip hemen yatıyoruz . Aşırı yorgun vücutlar , belkide bulunduğumuz atmosfer ve doğa şartlarıda birleşince tüm gece boyunca uyuyamıyoruz. Yorgunluğun bizi uyutmadığı malum. Bu arada Musti tabii ki  bizi yakalayamıyor. Biz bile ancak gün karardığında vardığımıza göre O' nun ancak Olgunlar'a ulaşmış olacağını tahmin ediyoruz.Telefon ve iletişim şansımız yok, ne yaptığını bilmiyor, yalnızca tahmin ediyoruz. Hülya bu duruma sıkılıyor, kaygılanıyor , günün yorgunluğu ve gerginligi O' nu da  etkiliyor. Doğrusu ilginç ve çok manalı bir deneyim yaşıyor ve bu anlamda özel bir zaman diliminden  geçiyoruz . Zaten burada olmamızın sebebi, bizi buraya çeken şey  nedir? Eminim herbirimizin bunun için ayrı bir sebebi olsada , doğada var olma ve onunla mücadele edebilme, bu sebeplerin en başında geleni olacak ki bunun içinde belkide en önemli olması gereken özellik, sağlam bir fiziksel yapıyla beraber güçlü bir irade ve sağlam sinirler gerekiyor.Herneyse  çadırdaki bu ilk gecemizle sabaha varıyoruz . Gün dağda erken başlar, güneşin doğuşu ve sonrası saat 07:00 civarında uyanıyorum. Aklıma Musti geliyor , köyden gelen katırcılardan Musti'nin yolda olduğunu öğrenip rahatlıyoruz. Saat: 09:00 civarı düze olaşıyor. Kahvaltımızı yapıyoruz . Dağdaki klasik yemeğimiz olan  , sosisli yemeğimiz , kahvaltılıklarımız ve demlediğimiz sıcak çay doğrusunu söylemek gerekirse tarifsiz bir tat yaratıyor damaklarımızda . Dün üzerinde konuşak çok şey var ama bugünüde planlamalıyız ve zirveye artık daha yakınız ve ona dokunmak istiyoruz . Bunun için planımızın şimdiki ayagı 3400 m. civarındaki kamp noktamız olan , ülkenin en yüksek gölü, Deniz Gölü'ne ulaşmak. Gün ilerlemekte ancak şu unutulmamalı ki doğa ile yarışamazsınız , ancak  siz onun müsaade ettği ölçüde haraket edebilirsiniz. Bir anda kuzeyden kara bulutlar beliriyor Kaçkar'ın zirvesinde, yamaçlardan aşağıya dek iniyor bulutlar , sis göz gözü görmez hale getiriyor ortalığı, sonrasındada yağmur beklentisi. Bu durum bizi çadırlara sığındırıyor . İster istemez kaygılı bir bekleyiş başlıyor . Erbil İsrail' li gruptan birtakım hava durumu ile ilgili infolar alıyor, bilgiler pek parlak değil. Yağmur nihayetinde başlıyor. Yapacak birşey yok, çadırda yatıyoruz . Öğle yemeğini yağmur altında çadırda pişirmek zorunda kalıyoruz . Hatta Musti çorbayı dökerek küçük bir  kaza bile geçiriyor. Neyse çok fazla kaygı verici olmuyor bu durum . Hava  öğleden sonra düzeliyor Saat 15:00 'e kadar yola çıkabilecek duruma gelirsek Deniz  Gölü'ne çıkmayı planlıyoruz. Artık dünün yorgunluğunu unuttuk yeni hedefimizin beklentisinin heyecanını duyumsuyoruz . Nihayet 14:00 de bulutlar dağılıyor, güneş yeniden yüzünü gösteriyor, bizde zaman kaybetmeden çadırlarımızı topluyoruz.

                                                              VI. Bölüm (Devam) İçin Tıklayınız

                                                                           VI.BÖLÜM
                                             Deniz Gölü'nün Buzulları ve Kaçkar'a son adım