V.BÖLÜM
Karadenizi sahilden bitirip güneye yöneliyoruz. Hedef : Yusufeli
ve Kaçkarlar
Aldığımız bilgiler
Artvin'den
sonra Borçka dolayında hidroelektirik santralı ve baraj çalışması
nedeniyle yolun uzadığı ve zorlu olduğu yönünde. Yusufeli için faklı
süreler öngörülüyor, biz herşeyi göze alıp yola çıkıyoruz. Arhavi
ve Hopa'yı geçtikten sonra , Karadeniz kıyı şeridini bitirip
güneye yöneliyoruz. Doğu Karadeniz'in bu en doğu ucuna vardıkça bitki
örtüsü yol kenarlarında bile doğal bir cangılı andırıyor. Kıyıdan uzaklaştıkça
yol, kıvrıla kıvrıla yükselmeye başlıyor . Şu bir gerçek ki
bunca yol aldık , karayollarını beklediğimiz ve umduğumuzdan çok
daha iyi ve bakımlı bulduğumuzu söylemeliyim . Yolda yükseldikçe
enteresan görüntü ve manzaralara şahitlik ediyoruz. Sonra yine alçalmaya
başlıyoruz, Çoruh nehrine ve vadisine ulaşıyoruz. Borçka vadilerin
arasına sıkışmış bir ilçe baraj çalışmaları dolayısıyla bölgede hummalı
bir faliyet mevcut, devasa bir şantiyenin içinden geçiyoruz. Baraj altında
kalacak yollar nedeniyle yeni yapılan yoldan ilerliyoruz yamaçları kıvrıla
kıvrıla çıkıyoruz, sonra bir vadide Artvin yazan bir tabela ve birkaç ev
ve küçük bir otogar görüyoruz . Musti burası Artvin diyor. Hiç bir
fikir edinemiyoruz ama biraz sonra diğer yamaçtan yükselmeye başlayınca
karşı yamaca kurulmuş şehir sislerin arasından yavaş yavaş beliriyor karşımızda.
İşte uzaktan duruşu sevimli , kendine has bir şehir olan ve Türkiye'nin
en küçük illerinden Artvin. Uzaktan bir selam ve sonra yola devam. Artvin'i
aşıp güneye doğru ilerledikçe coğrafyada değişmeye başlıyor . Çoruh vadisinde,
hemen nehrin kıyı çizgisini takip eden karayoluyla ilerliyoruz . Birden
yeşillikler kayboluyor kıraç topraklar, kel tepeler ve kurak yamaçlar ,
heryer kahverengine dönüşüyor . Ancak buranın hayat damarı Gürcistan sınırına
geçip Batum'dan denize dökülen Çoruh Nehri. Nehrin yatağında yeşillikler
ve yeşilliklerin olduğu yerde küçük köyler , hayat belirtileri ve yerleşimlere
rastlıyoruz . Düşünüyorum da, bu nehir olmasa, burada gerçekten canlı kalabilmek
zor . Şanslı ve bereketli bir ülkede yaşadığımızı düşünüyorum . Bunca sıkıntıya
gögüs gerebilmesi bu memleket insanının , bereketli ve verimli topraklarda
yaşama şansı olsa gerek büyük bir oranda da. Bölgesel değişimlere ve coğrafi
farklılıklara canlı gözlerle tanıklık etmek de çıkılacak Kaçkar Dağı'nın
heyecenı kadar heyecan veriyor bana.
.
Yusufeli
ve Barhal Çayı 21 Ağustos 2002 Photo: Geronimo
Yusufeli
Akşam 20:00 civarında Artvin'in Yusufeli ilçesine varıyoruz .Dağların arasına sıkışmış, ortasından Çoruh'un kollarından eski adı Barhal olan çay geçiyor ve bu doğal kaynağıyla da çevresine hayat saçıyor . Yerel gazeteci Sami Bey'den yörede her mevsime ait meyvenin aynı anda Yusufeli'nde yetişip sofranızda karşınıza çıkarılabileceğini öğreniyoruz. İlçeye gece yarısı varıyoruz sevimli caddesini geçip çayın hemen kenarındaki Barhal Hotel'e yerleşiyoruz. ( Geceliği 5 Milyon = 3,5 $ civarı) otelin restaurantında keyifli bir akşam yemeği yiyoruz. Rakının tadına Barhal eşlik ediyor gecede. Otelimiz Anadolu kasabasında kalınılabilecek konfora sahip, en azından temiz diyebiliriz. Ertesi gün artık bu gezinin ana hedefi olan Kaçkar Dağı Çıkışı için en uç noktadaki Olgunlar Köyü'ne gidecegiz. Musti marketten eksikleri tamamlarken bizde caddesinde gezinti yapıyoruz . Yusufeli, Çoruh'da rafting yapmak isteyenlerin gelmesi gereken nokta . İlçede birkaçtane rafting şirketi mevcut. 25 $ 'a yapılabileceğini öğreniyorum . Alternatif outdoorculara önerilir. Manavdan yöreye has incir alıp afiyetle yiyoruz. Kızılcıklar , üzümler tezgahları süslüyor gerçekten herbiri çok lezzetli. Gece, ertesi günün heyecanı ve Barhal Çayı'nın doğal melodisiyle sabaha taşıyor bizi.
Kaçkar Yolarında ( Yine yolda kaldık)
21 Ağustos 2002 Çarşamba Sabah Saat:06:30
Yusufeli'nden haraket ediyoruz . Kaçkar
çıkışımız başlıyor . Yolculuğun asıl hedef olayını gerçekleştirmek
için yoldayız. Önce asfalt olan yolla Sarıgöl'e kadar gideceğiz
. Sarıgöl dağlara doğru çıkışta bir belde, civar köylerin minibüslerinin
durak noktası olan bu şirin beldenin meydanında ki kahvehanesinde sabah
kahvaltımızı salkım söğüt ağacının altında yapıyoruz. Kahvaltı sonrası
yeniden Kangoo araçımıza binip yola koyuluyoruz yol artık stabilize
, toprak yolda ve çılgınca akan Barhal deresinin kenarından ilerliyoruz.
Hergeçen dakika yoldaki virajdan kıvrılıp birsonrakine girdikçe heyecanlanıyoruz
, yol yaklaşık olarak 15 km. civarında ( Yusufeli - Olgunlar Köyü arası
) yol ile ilgili söylenilebilecek en karakteristik özellik çok dar ve
virajlı olması . İki araç karşı karşıya geldiğinde birisinin mutlaka yer
verecek noktaya kadar çekilmesi gerekiyor. Sıkı bir ralli parkurunu andırıyor,
zaman zaman heryandan akan suların içinden geçiyoruz. Doğanın coşkusu ve
görüntüler çok etkileyici . Agustos ortasında bir bahar coşkusu var
etrafımızda . Bir yerde duruyoruz kendimizi araçtan dışarı atıp buz gibi
sudan içiyor, elimizi yüzümüzü yıkıyoruz. Derenin üzerine iki ağacı kesip
yıkarak oluşturulan ilkel köprücükten karşıya geçiyoruz . Bir ara Erbil
ile birlikte köprüye oturup fotoğraf için meditasyon yapar
görüntüde poz veriyoruz.
.
Çoruh
Kollarından Barhal , 21 Ağustos 2002 Photo : Desmina
Doğrusu poz değilde gerçekten meditasyon yapılabilecek bir doğal coşku var. Sonrasında yine aracımızdayız ve ilerlemeye devam ediyoruz yaklaşık olarak Saat 10:30 civarı toprak yolda belirli bir hızla bir yokuşu tırmanıyoruz . Birden araç duruyor, Erbil'in yüzünde bir endişe "Yine " diyor " Yine Aynı Şey". Şaka yapıyor olmasını diliyorum ama nafile, araç yine aynı arızayı veriyor . Yolda kalıyoruz , resmen dağın başındayız , cep telefonlarımız çekmiyor . Tahmini olarak 5-7 Km civarı bir yolumuzun olduğunu düşünüyoruz.
Dağın başında bir şok daha
Son derece moralimiz bozuluyor ve sinirler geriliyor ki maalesef bu dağ dönüşüne dek zaman zaman hepimize yansıyor. Hemen kısa bir değerlendirme yapıyoruz, aracı zar zor diğer araçların geçebileceği biçimde fiziksel çabalarla yol kenarına çekiyoruz. Musti dağa çıkış için çantaları hazırlayıp yürüyüşe geçmeyi , en yakın köy olan Yaylalar'a ulaşmamız gerektiğini söylüyor. Oraya ulaşınca Erzurum Renault servisini arayıp çekici çağırmayı, aracı gönderip bizim çıkışa devam etmemizi, üç gün sonrada Erzurum'a dönüp aracı alıp dönmeyi, en makul plan olarak değerlendiriyoruz ve bunu uygulamaya karar veriyoruz. Ancak bu bizim için eksradan bir sekiz saatlik tam techizatlı yürüş anlamına geliyor. Sıkıntılı bir durum ancak yola koyulmaktan başka bir caremiz yok ve bizim ilerlediğimiz istikamete doğruda maalesef hiçbir araç geçmiyor. ( Bulunduğumuz yerin Erzurum'a uzaklığı 200 km..'nin üzerinde, çekici aracın gelmesi aracı alması ve gitmesi hem zaman hemde maliyet açısındanda son derece yıpratıcı oluyor bizim açımızdan . Ancak inanın bunu yapmak hepsinden daha az risk taşıyor. Bir önceki Rize'li ustanın başımıza açtığı bir bela oluyor bu. Birde tabii ki yola çıkmadan önce araca bakım yapan servis'in kötü hizmeti. Bir öneri, yolda kalırsanız ne olursa olsun resmi servis hizmeti alınız.)
Yola koyuluyoruz ( Saat
10:45 civarı) , hemen başlangıç da Musti rahatsızlanıyor , sanırım
yaşadıklarımızın pisikolojik etkisi , fizyolojik etkiye dönüşüyor. Ama
kısa sürede toparlanıp kötü sürprizlere rağmen engel tanımadan hedefimize
Kaçkar'ın zirvesine ulaşmak adına yola devam ediyoruz. Stabilize araç yolunda
hiç durmadan yürüyoruz . Kızların performansı yol öncesi açıkçası beni
telaşlandırıyordu , ancak görüyorumki hiçbir sıkıntı yok .Tabii ki yaklaşık
5 - 6 km. yol boyunca çok yoruluyoruz, zaman zaman kısa molalar veriyoruz,
umudumuzun azaldığını, sinirlerimizin gerildiğini hissediyorum. Yolda akan
derenin çağlayan sesini, yamaçların yeşilliğini, köylülerin çalışmalarını
ve talihsizliğimizi talihe dönüştürmek istercesine gözlemleyerek ilerliyoruz.
Gördüğümüz herkese Yaylalar'a nekadar kaldığını soruyor, herkesden
farklı cevaplar alıp, kah üzülüp, kah seviniyoruz ama durmadan yürüyoruz.
Yavaş yavaş çantalarımızın ağırlığının arttığını , çok da antremanlı olmayan
kaslarımızın yorulduğunu, gerildiğini hissediyoruz. Neyse ki pırıl pırıl
ve güzel bir hava sözkonusu, ilerliyoruz. Sonunda belkide tüm yol boyunca
gördüğüme en çok sevindiğim cami minaresini, Yaylalar köyü camiini görüyoruz.
Yamaçlarda birden bire karşımıza çıkan dağın bu yönünün en yüksekten bir
önceki yerleşimine, Yaylalar Köyü'ne eski tarihi köprüsünün yanındaki
köprüden geçerek giriyoruz.
.
Yaylalar Köyüne Giriş 21 Ağustos 2002 Photo:
Desmina
Köyün içinden yamaca doğru tırmanıyoruz ve
köyde dağcıların uğrak noktası olan pansiyon'a varıyoruz. Saat hatırladığım
kadarı ile 13:30 civarları , kan ter içindeyiz, hemen orada dinlenmeye
başlıyoruz . Musti araç için telefon görüşmeleri yaparak organizasyonu
sağlamaya çalışıyor . Pansiyon sahibi İsmail bey bize yardımcı oluyor
. Neticede Musti'nin orada kalıp çekiciyi beklemesine , bizimde zaman
kaybetmemek için dağa doğru haraket etmemize karar veriyoruz . Musti'nin
sırt çantasını geçen bir araçla Olgunlar' da ki pansiyona gönderiyoruz.
Biz de yorgunluğun katmerlendiği bir anda Hülya , Desmina, Erbil ve Ben
yola koyuluyoruz yavaş yavaş son ağaç topluluklarınıda aşağılarda bırakarak
yükselmeye ve Olgunlar yoluna çıkıp ilerlemeye başlıyoruz. ( Ağaçlar
doğada 2000 m.den itibaren oksijen yetersizliğinden dolayı yetişmezler
. Bu metreden sonra artık çayırlar ya da kayalıklarla karşılaşırsınız .
Buda bizim 2100-2200 metrelerde olduğumuzu gösterir.) Toprak yoldan,
yeşil çayırların kenarından Yaylalar köyünü bırakarak dört çaylak olarak
ilerlemeye başlıyoruz. Yolda bir çeşme kenarında mola veriyoruz, ayaklarımız
alışkın olmadığı bir ağrı ile karşı karşıya, beş saattir yoldayız
ve henüz gidilecek yolun sonuna çok var . Erbil son derece
hızlı ve performanslı yürüyor . Ancak şunu zaman zaman unutuyoruz ki ,
dağda yol alabilmek için belirli bir tempoda ve grubun dağılmadan mümkün
olduğunca sabit bir hızla yürümesi gerekiyor . Biz maalesef tüm çıkışımız
boyunca bunu başaramıyoruz. Hatta bu yüzden gereğinden fazla yorulup ,
fiziksel sorunlar yaşıyoruz. Gerek bilgilerimden , gerek tecrübeli dağcıların
söylediklerinden, gereksede kendi yaşadıklarımızdan bu sonucu açık ve net
çıkarmaktayım. Grubun en yavaş yürüyen kişisinin temposunda mümkün olduğunca
duraksamadan yaklaşık birer saat dilimlerinde kısa süreli molalarla günde
altı saatlik yürüyüşler dağda ve doğada en idealidir. Bu düzende ve plandaki
yürüyüşün kimseyi çok zorlamayacağı, yormayacağı ortadadır. Ancak bizim
başımıza gelen sürpriz gelişme olmasaydı altı saat yürüyüşle ulaştığımız
Olgunlar Köyü'ne aracımızla varmış olacaktık. Ancak bu bize gezinin
ikinci kötü sürpriziydi ve bizde ona karşı insan üstü bir performansla
karşı koyuyorduk. 15:30 civarı artık Kaçkar' a çıkmadan önceki son yerleşim
yeri olan ve araç yolununda son noktası Olgunlar Köyüne vardık.
.
Olgunlar
Köyü - Çocuklar , 21 Ağustos 2002 Photo: Geronimo
Hakikatten bitap düşmüş durumdayız .
Ağır cantalar ve uzun yol bizi çok zorladı. Ama henüz varılacak noktada
değiliz, önümüzde daha üç saatlik bir çıkışla Kaçkar' ın eteklerindeki
Dilberdüzü
Kamp Alanı var. Aman tanrım düşünmesi bile zorlayıcı . Köydeki yegane
pansiyonun yegane yemeği olan bir tencere menemen ile açlığımızı
gideriyor ve dinleniyoruz. Ayrıca köylülerden bulunduğumuz
yer hakkında bilgiler alıyor, kalan yolumuzla ilgili meraklı sorular yöneltiyor,
cevapları can kulağıyla dinliyoruz. Söylenene göre 2200 m. rakımdayız .
Dağın atmosferi heyecanımı arttırmaya başlıyor . İşin ilginç tarafı
bu yolda ki rehberimiz Musti . Bizim önceden bu derece bir tecrübemiz yok,
ayrıca buraya da ilk gelişimiz. ( Benim açımdan bir zorluk olmasada
kişisel düşüncem dışında grup olduğumuzu önemsediğimden olaya böyle bakıyorum
ve bakılması gerektiğini düşünüyorum.) Bu yüzden nasıl gideceğimiz
önemli. Patika yolu takip etmemiz gerektiği, 3 - 3,5 saat civarında Dilberdüzü'ne
varabileceğimizi söylüyorlar. Bir an yorgun olabileceğimizi düşünüp Musti'nin
de durumunun net olmaması dolayısıyla Olgunlar'da konaklamayı
öneriyorum . Ama günün ve yaşananların stressininde etkisiyle Erbil'le
kısa süreli bir tartışma yaşıyoruz bu düşünceye istinaden. Neticede geri
adım atıp gerginlik yaratmadan yola çıkıyoruz . ( Musti , aracı gönderdikten
sonra Olgunlar'a oradan da Dilberdüzü'ne varmayı planlamıştı, bense bunun
zor olacağını düşündüğümden yorgunluğunda etkisiyle beklemeyi bir alternatif
olarak düşünüyorum ama vazgeçiyorum , neticede Musti Dilberdüzü'ne o gece
varamıyor.) Artık fiziksel direncimizin ve yolumuzun sonuna
varmak üzeriyiz . İlerlemeye başlıyoruz aralıklarla molalar veriyoruz
. Barhal'ın dolayısıyla Çoruh'un kolu olacak derelerden birinin kenarındaki
patikayı takip ederek çok dik ve yıpratıcı olmayan ( Ancak bizi yorgunluğumuz
yıpratıyor.) bir yolda ilerliyoruz . Artık Kaçkar' ın kolları
bizi sarmalıyor . Bu aşırı yorgunluk ve sinir katsayısı yükseltisi olmasa
çok keyifli bir yolda ilerliyor olacağız doğrusu . Her yamaçtan dağların
derinliklerinden kopan kaynak suları dökülüyor.İnanılmaz bir görüntü var
yamaçlardan akan suların oluşturduğu. Ayrıca doğanın sesi, görüntüsü ve
çoşkusunu yakalamak da çok keyifli . Hertarafta inanılmaz renklerde Kaçkar'a
has çiçekler var. Yabani çilek toplamaya çıkmış bir köylüyle sohbet ediyoruz.
Bir suyun içinden ıslanmadan geçmek için ayakkabılarımızı çıkarıp geçiyoruz
, okadar soğukki donma hissi veriyor insana, suyun soğukluğu , gerçekten
inanılmaz. Keyifli, hayat veren bir tazelik ve yaşam kaynağı fışkırıyor
Kaçkar'ın eteklerinde. Yayla evlerinin bulunduğu bir alandan geçiyoruz
, insanlar akşam yemeğinin telaşında herkes evlerine çekilmiş . Yerleşimin
çeşmesinde mola veriyoruz, köy çocuklarının ingilizce merhabaları ( Hello)
gülümsetiyor bizleri. Yolun biraz ilerisinde akşam köye dönen sığır sürüsüyle
karşılaşıyoruz, içlerinden geçiyoruz, bir genç boğanın kabadayı nağraları
bizim elemanları biraz ürkütüyor. Sığır çobanı iki genç kıza merhaba deyip
yola devam ediyoruz . Artık yorgunluktan bitmek üzeriyiz . Nerede
bu Dilberdüzü ? diye kendi kendimize yakınıyoruz . Güneş çoktan
derin vadilerin yamaçlarından kayboldu, karanlık geceyi getirmek üzeri
, artık son çabamızla yükselen son yamaçtan da dönünce ulaşamazsak orada
konaklamayı planlıyorum. Ancak " Bingo " son anda varıyoruz nihayet
Dilberdüzü'ne.
.
Dilberdüzü ( 1. Kamp ) 22 Ağustos 2002
Photo: Geronimo
Saat, 19 : 30 civarı arada ki molaları saymaz isek dokuz saatlik bir yürüyüşün sonuna varmış durumdayız . Havanın kararmasından önce telaşla çadırları kurmaya çalışıyoruz. Dağlarda günün geceye dönmesiyle doğal olarak keskin bir ısı değişimi yaşanıyor . Terli vücutlarımıza Kaçkar' ın sert havası temas ediyor. Hemen çadırı kurmalıyız. Düzlükde bizden başka 20-30 a yakın çadır ve kalabalık turist grupları mevcut . Turizm acentalarının getirdiği gruplar bunlar . Bu grup rehberlerinden İbrahim isimli bir arkadaş çadırlarımızın kuruluşunda bize yardımcı oluyor, ayrıca yorgunluktan bitap düşmüş bize teklif ettiği sıcak çorba öneriside o geceki akşam yemeğimiz oluyor. Çadırları kurup uyku tulumlarını açana kadar çocuklarda çorbaları alıp geliyorlar . Yorgunluğun beni biraz gerdiğini, sinirlendirdiğini hissediyorum . Neyse sıcak çorbayı içince biraz rahatlıyoruz. Hava karardı gece dağlara çöktü . Dolunaylı bir gece, keskin bir soğuk , çadırın üzerine düşen yağmur gibi çiğ , yorgun bedenler, yanımızda bunca mesafe taşıdığımız kırmızı şarap . Uyku tulumlarımızın içine girip çadırımıza dalıyoruz. Dışarıda durabilmek zor, oysaki dışarıda nefis bir dolunaylı gece var . Erbil ile şarabımızı içip hemen yatıyoruz . Aşırı yorgun vücutlar , belkide bulunduğumuz atmosfer ve doğa şartlarıda birleşince tüm gece boyunca uyuyamıyoruz. Yorgunluğun bizi uyutmadığı malum. Bu arada Musti tabii ki bizi yakalayamıyor. Biz bile ancak gün karardığında vardığımıza göre O' nun ancak Olgunlar'a ulaşmış olacağını tahmin ediyoruz.Telefon ve iletişim şansımız yok, ne yaptığını bilmiyor, yalnızca tahmin ediyoruz. Hülya bu duruma sıkılıyor, kaygılanıyor , günün yorgunluğu ve gerginligi O' nu da etkiliyor. Doğrusu ilginç ve çok manalı bir deneyim yaşıyor ve bu anlamda özel bir zaman diliminden geçiyoruz . Zaten burada olmamızın sebebi, bizi buraya çeken şey nedir? Eminim herbirimizin bunun için ayrı bir sebebi olsada , doğada var olma ve onunla mücadele edebilme, bu sebeplerin en başında geleni olacak ki bunun içinde belkide en önemli olması gereken özellik, sağlam bir fiziksel yapıyla beraber güçlü bir irade ve sağlam sinirler gerekiyor.Herneyse çadırdaki bu ilk gecemizle sabaha varıyoruz . Gün dağda erken başlar, güneşin doğuşu ve sonrası saat 07:00 civarında uyanıyorum. Aklıma Musti geliyor , köyden gelen katırcılardan Musti'nin yolda olduğunu öğrenip rahatlıyoruz. Saat: 09:00 civarı düze olaşıyor. Kahvaltımızı yapıyoruz . Dağdaki klasik yemeğimiz olan , sosisli yemeğimiz , kahvaltılıklarımız ve demlediğimiz sıcak çay doğrusunu söylemek gerekirse tarifsiz bir tat yaratıyor damaklarımızda . Dün üzerinde konuşak çok şey var ama bugünüde planlamalıyız ve zirveye artık daha yakınız ve ona dokunmak istiyoruz . Bunun için planımızın şimdiki ayagı 3400 m. civarındaki kamp noktamız olan , ülkenin en yüksek gölü, Deniz Gölü'ne ulaşmak. Gün ilerlemekte ancak şu unutulmamalı ki doğa ile yarışamazsınız , ancak siz onun müsaade ettği ölçüde haraket edebilirsiniz. Bir anda kuzeyden kara bulutlar beliriyor Kaçkar'ın zirvesinde, yamaçlardan aşağıya dek iniyor bulutlar , sis göz gözü görmez hale getiriyor ortalığı, sonrasındada yağmur beklentisi. Bu durum bizi çadırlara sığındırıyor . İster istemez kaygılı bir bekleyiş başlıyor . Erbil İsrail' li gruptan birtakım hava durumu ile ilgili infolar alıyor, bilgiler pek parlak değil. Yağmur nihayetinde başlıyor. Yapacak birşey yok, çadırda yatıyoruz . Öğle yemeğini yağmur altında çadırda pişirmek zorunda kalıyoruz . Hatta Musti çorbayı dökerek küçük bir kaza bile geçiriyor. Neyse çok fazla kaygı verici olmuyor bu durum . Hava öğleden sonra düzeliyor Saat 15:00 'e kadar yola çıkabilecek duruma gelirsek Deniz Gölü'ne çıkmayı planlıyoruz. Artık dünün yorgunluğunu unuttuk yeni hedefimizin beklentisinin heyecanını duyumsuyoruz . Nihayet 14:00 de bulutlar dağılıyor, güneş yeniden yüzünü gösteriyor, bizde zaman kaybetmeden çadırlarımızı topluyoruz.
VI. Bölüm (Devam) İçin Tıklayınız
VI.BÖLÜM
Deniz Gölü'nün Buzulları ve Kaçkar'a son adım