SİYASAL İKTİDARIN ELE
GEÇİRİLMESİ BİR DEVRİM Mİ ?
TARİHSEL-TOPLUMSAL EGEMEN VE
SÖMÜRÜ ÜRETİMİNİN
EKONOMİK, POLİTİK VE
İDEOLOJİK KAPİTALİST BİR
RESTERASYONU MU
Devrim geniş anlamda nitelik
değişikliğini anlatır. Dar
anlamda ise toplumdaki nitelik
değişikliğini dile getiren
toplumsal devrimle özdeştir.
Geniş anlamda devrim doğasal,
bilinçsel ve toplumsal her türlü
niteliksel değişmeyi dile
getirir.Diyalektik ve tarihsel
maddeci öğreti, gerçeğin,
doğasal evrimin insanlı
döneminde, bir ucu maddede ve
bundan ötürüde pratikte, öteki
ucu bilinçte ve bundan dolayı da
kuramda bulunan ikili
karakterini aydınlığa çıkartarak
Hegelci metafizik aşılmıştır.
Bilim ve pratikle bağlantı
kurmayan tek yanlı bilinç ve
kuram evresinde metafizik güçlü
olmuştur. Fakat bilim ve
pratikle bağlantı kurulan çok
yanlı evresinde diyalektik dünya
görüşü zorunlu hale geldiğinden
bu metafizik kuram gerilemiştir.
Metafizik ve Klasik felsefede
diyalektik toplum ve doğa
bilgisi bulunmadığından devrim
kavramı diyalektik ve tarihsel
materyalizm felsefesinde
terimleşmiştir.
Marks yazmış olduğu kapitalde
toplumsal devrimlerle ilgili çok
önemli olan bir noktaya dikkat
çekmiştir:
Daha önceki bütün
devrimlerde faaliyet biçimi
değiştirilmemiş, sadece bu
faaliyetin değişik insanlar
arasında yeniden dağıtılması ve
yeni bir iş bölümü meydana
getirilmesi söz konusu olmuştur.
Oysa toplumcu devrim kendinden
önceki faaliyet biçimlerine
karşı yapılır, emek gücüne son
verir ve sınıflarla birlikte her
türlü sınıf egemenliği ortadan
kaldırır. Çünkü bu devrimi yapan
sınıf artık toplumda bir sınıf
sayılmayan, bir sınıf olarak
tanınmayan ve çağdaş toplumda
bütün sınıfların, ulusal
bağlılıkların vb. çözülüşünün
ifadesi olan bir sınıftır.
Lenin ise siyasal devrim
kavramını toplumsal devrim
kavramından ayırarak siyasal
devrimi devletin sınıfsal
niteliğinin değişmesi için
devlete el konulması olarak
tanımlamıştır.Bu yüzden iki
kavram birbirine bağımlıdır.
Lenin toplumsal devrimde
devletin sınıfsal niteliğinin
değişmesini belirtmek için bu
ayrıma gitmiştir.
Bugün bu kavramlar birbirine
karıştırıldığı gibi siyasal
iktidarın ele geçirilmesi ve
devlet biçiminin değiştirilmesi
de bir devrimmiş gibi
yorumlanmaktadır. Buna bağlı
olarak ta İran da
Monarşist-Faşist Şahın
Mollalarca yıkılması bir devrim
olarak nitelenmiştir.
Halbuki Şah İsmail Safevi
devletinin son zamanlarında
heteredoks Kızılbaş
Türkmenliğinden Fars Ortodoks
12 imam Şii Müslümanlığına
geçilmiş olmasının temelinde
merkezi ordu ve devlet
bürokrasisi vardı.12 İmam
ortadoks Şii Müslümanlığı
devletin millileştirilmesinde
önemli bir rol oynamıştır. Buda
yetmemiş İran monarşi geleneği
kullanılmıştır.Bu gelenekte kral
son derece güçlü ve
mutlaktır:yetkilerini tanrıdan
almaktadır.
Monarşit-Faşist Şah döneminde
askeri harcamalara ağırlık
verilerek devlet daha da
güçlendirilerek İran halkı daha
da yoksullaştırılmıştır.Bu dönem
içinde Şah ve Rejimine karşı
Mollaların dini ve politik gücü
çok daha artmıştır. Şah tam da
Şii doktrinindeki yezitti.
Böyle bir toplumsal zeminde
faşist-şah yıkılmıştır.Yerine
Anti-demokratik, otoriter ve
ideolojik bir devlet biçimi
kurulmuştur.
Mollalara dayanan
oligarşik-devlet biçimi burjuva
cumhuriyetçi devlet biçiminin ve
onun siyasal iktidarının İslamcı
ve diktatör bir versiyonudur.
Burada üstün otorite halk
değildir, ulemadır. Anayasa
velayeti-i fakih(ulemanın
denetimi) kurumunu müçtehit ve
ayetullah denilen din
adamlarını üstün otorite
haline getirmiştir. Aynı zamanda
Cumhurbaşkanlığının üstünde dini
rehberlik makamı vardır.Böylece
yasama alanında velayet-i
fakih, yürütme alanında ise
dini rehberlik kurumu vardır.
Bu bakış açısı Tanrısal
ilerlemeci egemen doğu
Sünni-İslam ve Hıristiyan
modern-batı ideolojik
anlayışının ortak bir siyasi
sonucudur. Yani tarihi
yenilikçi bir biçimde tarihsel
olarak yeniden yorumlamanın
modernist bir sonucudur. Bu
politik durum tarihle
tarihselliği birbirine eşitleyen
modernist yaklaşımların
kapitalizmle
ilişkilendirilmesinin bir
sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu
eşitlemeyle egemen tek tanrılı
dinler ile modernizm arsında da
bir bağlantı kurulmaya
çalışılmaktadır. Kısacası İslam
ile kapitalizm arasında
egemen-kültürel bir bağ
kurulmuştur. Bu dünya görüşü
modernist ve post-modernist
kuramlarla bağlantılıdır. Bu
kuram kapitalizm (Rekabetçi emek
ve ürün piyasaları bağlamında
sermaye birikimi), askeri
iktidar (Savaşın endüstrileşmesi
bağlamında şiddet araçlarının
kontrolü), endüstriyalizm
(Doğanın dönüştürülmesi, yapay
çevrenin gelişimi) ve
gözetlemeye (Enformasyonun ve
toplumsal denetlenmenin
kontrolü) dayanır. Bu tarih
yorumu metafizik bir burjuva
biçimdir. Bu biçim tarihsel
gelişmeye yanlış bir bütünsellik
yakıştırmakla kalmayıp aynı
zamanda modernliğin özel
niteliklerinin gözden
kaçırılmasına da yol açar. İran
da sol hareketlerin Şaha karşı
Mollalarla yaptıkları ittifak
ile tarihsel olarak yanlış bir
politik tavra yöneldikleri gibi.
İran da mollalar zümresinin
tarihsel-kültürel geçmişe dayalı
ve toplumsal zemini çok daha
geniş anti-komünist ve demokrasi
karşıtı gerici oligarşik bir
Şii-diktatörlüğü vardır.
Cumhuriyetin Faşist-Monarşik
yapısıyla Oligarşik-Molla yapısı
ve rejimi arasında tarihsel ve
iktisadi nedenlere bağlı bir
çelişki vardır. Bu durum aynı
zamanda toplusal iktidar
biçimleri ile de ilgilidir.
Çünkü İran da kurulan toplumsal
sistem muhalif dinler ve
milliyetler üzerindeki
tarihsel-kültürel egemenlik ve
sömürü biçimleriyle toplumsal
anlamda laik bir burjuva
hesaplaşma içine
girmemiştir.Tarihsel ve
burjuva-laik egemenlik biçimleri
ve rejim anlayışı arasındaki
tarihsel-çatlaklıktan mollalar
devlet ve rejimi doğmuştur. İran
da iç durum böyle olmasına
rağmen yeni oluşan devlet ve
rejimin modernizm ile iktisadi,
politik ve ideolojik
bağlantıları vardır. İran da
devrimci ve sosyalist
hareketlerin mollalarla
ittifakı modernizm zemininde
kurulacak bir tarihsel
egemenliğin paylaşılması
düşüncesine dayanmaktadır. Aynı
zamanda bu politik yaklaşım
egemen-doğu Sünni-İslamının
batı karşıtı
biranti-emperyalist yayılmacı
tarihselciğinden beslenmektedir.
Aynı durumu Hıristiyan-batı
dünyasında da görmek
mümkündür.Bu iki eğilimde aynı
noktadan referans
almaktadır.Şii-mollalarının
batıya karşı politik tavırı bir
anti-emperyalizm değildir.
İran, ABD yi bir taraftan en
büyük emperyalist şeytan diye
nitelerken diğer taraftan
Almanya ile en büyük dış
ticareti gerçekleştirmektedir.
Aynı zamanda Amerikan
önderliğinde, her türlü sınır ve
engele tabi olmayan, insan ve
doğadan mutlak bir biçimde
kopartılmış sadece değişim
değerine sahip birbiriyle
toplanabilir ve çıkarılabilir
bir dünya oluşturulmaya
çalışılmaktadır. Özellikle genel
organik bütünlüğü ve insanın
özne olmasını tümden insanın
elinden almaya çalışan ABD ile
tanrısal öznenin insandan
bağımsız olarak yarattığı
şeylerin insan tarafından
sorgulanamayacağı ölçütlerini
koymaya çalışan İranın
politikası birbiriyle ört
üşmektedir.
En sonunda bu ittifakın
faturasını hem İran halkı hem de
bir çok devrimci ve sosyalist
ödemiştir ve halada ödenmeye
devam edilmektedirler. Burada
Batı-Avrupa da egemen dinin
burjuva devrimlerinde oynadığı
toplumsal rol analiz
edilmemiştir. Bunun sonucunda
binlerce insan
öldürülmüştür.Dolayısıyla Şahın
yıkılması ve Mollaların iktidara
gelmesiyle sosyalist
hareketler traji-komik bir
durum yaşamıştır.
Bugün devrimin maddi koşulları
dendiğinde ise sadece üretici
güçler akla gelmektedir. Üretici
güçler tarihsel üretimin
üzerine oturmaktadır.Açıkçası
üretim insan ve doğaya tabi
değildir. Üretim insan ve
doğaya bağlı olmadığından beşeri
yaşam öncelikli bir
tarihsel-toplumsal yaşam
biçiminin üzerine de
oturmamaktadır. Tersine bu yaşam
biçimi sınırlandırılmış
tarihsel-toplumsal yaşam
biçimine bağlıdır. Böylece
yaşamın kendisi sömürü ve
egemenlik biçimi haline
getirilmiştir. Bu günkü
kapitalist üretim biçimi ve
siyasi iktidarın toplumsal
yapılanması böyle bir
tarihselliğe
dayanmaktadır.Halbuki bugünkü
toplumun temelinde yatan
devrimci dinamik
tarihsel-toplumsal egemen ve
sömürü biçiminin yeniden
üretimine dayanan bir toplumsal
yaşamın kendisine başkaldıran
devrimci bir kitle ve önderlik
de vardır.Her iki
tarihsel-kültürel toplumsal yapı
iç içedir. Hem üretim
insan-doğa hem de siyasal
iktidar insan-doğa ilişkisini
sorgulayacak tarihsel-maddi bir
gövde vardır. Hem de
devrimci-politik önderliğin
gövdesini oluşturacak emekçi
sınıflar içinde niteliksel
değişikliklere açık tarihsel ve
sınıfsal çelişkiler vardır.İlki
tarihsel ve sınıfsal maddi bir
gövde ikincisi ise tarihsel ve
sınıfsal olan politik baştır.
Geçmişte burjuvazinin devrimci
barutunun tükenmediği dönemde
ortaya koyduğu burjuva
önderliğindeki devrimler
üretimin tarihsel-toplumsal ve
siyasal yapılanmasını
değiştirecek güçte ve çapta
olamamıştır.Çünkü İnsanlığın ilk
ortaya çıkmasıyla birlikte
doğanın insanlar üzerinde
hakimiyeti vardı. Avcı
toplumlarında ise insan ile doğa
arasında ki ilişkilerde belli
bir denge vardı.Üretim de
fiziğin kullanılmaya
başlamasıyla üretim insan ve
doğaya göre öncelikli bir hal
almıştır. Burada üretim insan
üzerinde tarihsel bir sömürü ve
egemenlik kaynağı haline
gelmiştir.Bu aynı zamanda doğa
aleyhine bir hakimiyeti de
içinde barındırıyordu. Burada
insan ile bu tarihsel üretim
arasında yaşamsal bir çelişki
vardır.Bugün ki kapitalist
üretimin toplumsal yapılanması
böyle bir üretim üzerine
kurulmuştur.
Burjuvazinin devrimciliği bu
tarihsel-kültürel egemen toplum
ve sömürü biçimini bir birine
çevrilebilir hale getirerek
restore etmektir, yok etmek
değil.
Burjuvazinindevrimciliği
tarihsel olan egemenlik ve
sömürü biçimleri ile sınırlıdır.
Çünkü bu devrimler
tarihsel-egemenlik ve sömürü
düzenini değiştirmeye yönelik
değildir.Sadece geri bir üretim
biçiminden diğerine geçişi
sağlayan tarihsel-toplumsal bir
yapılanmayı devam ettirmek için
yapılmıştır. Dolayısıyla
gelecekte olacak sosyalist
üretim biçimi burjuva
devrimlerindeki üretim biçimi
kavramıyla sınırlı olduğu
müddetçe dünyada
tarihsel-toplumsal egemenlik ve
sömürü biçimi ortadan
kaldırılamaz. Tarihsel egemen
üretim üretim biçimlerinin
toplumsal altyapı ve üst yapı
kurumlarını sınırlamıştır. Bu
değişme sadece toplumsal üretim
tarzı içindedir. Geçmişte olan
burjuva devrimlerinin geniş
anlamda niteliksel bir devrim
olması mümkün de değildi.Meydan
Larousse ansiklopedisinde
Devrim şöyle tanımlanıyor:
Yeni, Köklü tedbirlerle kısa
sürede meydana gelen önemli
değişiklik, büyük yenilik,
.......Ayaklanma sonucu iktidarı
ele geçiren kimselerin zor
kullanarak toplumda ani ve derin
siyasi, iktisadi ve sosyal
değişiklikler yapması sonucu
ortaya çıkan tarihi olayların
tümü,§
Buradaki alıntıda da devrim
metafizik anlayışla tarif
edilmiştir. Doğa-insan,
insan-insan arasındaki ilişkiyi
ve toplumsal bilinci
bütünsel-niteliksel bir
değişiklik olarak ele
almamıştır.Siyasal İktidarın ele
geçirilmesi tarihsel-toplumsal
üretim düzenini dışlayan
ekonomik, politik ve ideolojik
bir önderlik hattına
oturtulmadığı müddetçe yeni bir
toplumsal yaşam biçimi
kurulamaz.Devrim geçmişte
olduğu gibi burjuva sınıf
perspektifinin ötesine geçemez.
Dolayısıyla devrim
tarihsel-toplumsal bilinç
bazında doğa-insan, insan-insan
ilişkilerini niteliksel olarak
değiştirecek bilinci ve bütünsel
bir yenilenmeyi kapsar. Böyle
niteliksel bir zeminde
yürütülmeyen mücadele ancak
tarihsel-toplumsal egemen
üretimin üzerinde kapitalist
üretim biçiminin kurulmasıyla
sonuçlanır.Bu ekonomik ve
siyasal duruma devrim demek
mümkün değildir. Burjuva
ideolojik perspektife sahip bir
devrim ancak burjuvazinin
devrimci barutunu tükettiği bir
dönemde küçük burjuva önderliğin
ortaya koyduğu siyasal bir
anlayış olabilir. Bu durum
gelişmiş kapitalist üretim
biçimini sosyalist üretim diye
tarihsel-toplumsal egemen ve
sömürü üretiminin üzerine inşa
etme girişimidir. Bu politik
durumu ancak devlet
kapitalizminin soldan
restarosyonu diye
adlandırabiliriz.
Sonuç olarak devlet
kapitalizminin o ülkede
gelişmesine paralel egemen
devlete bağlı uluslaşmada
birlikte gelişir.Modern
egemenlik ve sömürü içinde dinin
köleci toplumdan kalan egemenlik
ve sömürü biçimleri
birleştirilerek çeşitli modern
sınıflara yedirilir. Bu durum
bir taraftan karşı ulusal ve
ulusal-dini bilincin
yaratılmasını gündeme
getirir.Diğer taraftan egemen
ulusçuluğa dayalı dini toplumsal
bilincin sınıfsal zeminde
kapitalizm ile uzlaştırma
sürecini başlatır. Tarihsel olan
bu iki egemenlik ve sömürü
biçiminin tarihi kökleri aynı
kaynaktan beslendikleri için
tarihsel ezilen sınıfın politik
karşı duruşu modern toplumsal
biçimler alır. Burada insanın
insanı sömürmediği ve insan
ayrımının olmadığı evrensellik
ile ulusal egemenlik ve sömürü
ayrımına dayanan ulusallık
arasında tarihsel bir çelişki
vardır. Tüm dünyada tarihsel
ezilen sınıflar ile birbirine
çevrilmiş tarihsel egemen
sınıfların toplumsal-siyasal
yapılanması ve hayat tarzı
arasında tarihsel bir çelişki
yaşanmaktadır.
Bu egemen tarihsel yapılanma
içinde devlet kapitalizmi genel
olarak sermayenin egemen-ulus
bazında merkezileşmesine hizmet
eder. Sermayenin merkezileşmesi
aynı zamanda karşı ulus bazında
ulus-devlete yönelik egemen bir
burjuva bilincinin oluşmasını
sağlar.Bu durum yerel ve
uluslararası
alandabağımsızlıkçı politik
ittifak ilişkilerini doğurur. Bu
durum tarihi-sınıfsal ve
toplumsal sömürü biçimlerinin
ekonomik ve politik
sürekliliğini gündeme getirir.
Bu iki siyasal-örgütsel güç
Fransız Devrimiyle başlayan yeni
dünyadaki kapitalist iş bölümü
içinde, ulus-devletlerin safında
yer almaları ile genel
egemenliğin bir parçası haline
gelir. Sermayenin egemen
ulus-devlet zemininde
merkezileşmesine paralel
uluslararası liberal Pazar ile
bütünleşmekten yana liberalizm
de doğar.Diğer yandan her iki
zeminde laik veya dini görüş
çerçevesi içinde dünya
kapitalist pazarıyla
bütünleşmekten yana olan
pozitif13 ve negatif14
liberalizm de politik ve
ideolojik olarak kendi
kimliklerine kavuşur. Bu siyasal
sonucun yansımasını, devletler
veya siyasi örgütler içinde de
görmek mümkündür. Bu
ekonomik-politika aynı zamanda
dünya kapitalist pazarıyla
bütünleşme ideolojisini de
birlikte yaratır. Dolayısıyla
onlarla politik yakınlık da
gündeme gelir. Bu problem
çerçevesinde iki burjuva görüş
çatışır. Aslında bu durum
ulus-devlet bazında burjuva
kapitalizminin basit iki
yüzüdür.
Ne yazık ki bugün dahi bu
çatışma üzerine devrim
stratejisi inşa eden siyasal
yapılanmalarda vardır.Sosyalist
örgüt veya hareketlerin bu iki
burjuva görüşten birisine
yamanarak çözüm bulmaya
çalışmaları onları kapitalizmin
kaderine ortak olmaktan
kurtaramaz. En sonunda örgüt ve
önderlik ettiği sosyal
kesimlerin toplumsal yaşam tarzı
ve politik düşünceleri dünya
kapitalist liberal pazarı ile
bütünleşmeye uygun ideolojik bir
görüş haline gelir. Sonuç
örgütsel bölünme ve çözülmedir.
Sonuç:Tarihsel olarak
sınırlanmış insanlığın içinde
bir toplumsal devrim ile yeni
bir tarih yaratmak devrimcilik
değildir. Bu siyasal sonuç olsa
olsa işçi sınıfı adına ortaya
konmuş siyasal hedeflerin egemen
sınıfların tarihinin akılcı bir
restorasyonu olabilir. Tarih
olan insanlıktan yaşayan
insanlığa varılabilmesi için;
insan-insan, insan-madde ve
farklı toplum (Tarihsel olarak
sınırlandırılmış verili toplum
yapısı ile bu sınırlandırılmaya
karşı oluşmuş bir toplum
yapılanması) ilişkilerinin
biçimsel nitelikte evrimci ve
ilerlemeci toplum biçimleri
üzerinden değil öz ve biçim ile
uyumlu devrimci yeni bir toplum
tasarıları üzerinden örgütsel
yapı ve kadrolarının kültürel
olarak yeniden inşa edilmesi
gerekir.Bu örgütsel yapının iç
işleyişini düzenleyen rejim ile
örgütün dış çerçevesin oluşturan
biçim arasında kültürel bir uyum
olması gerekir.
Ancak bu durum örgütün ve
kadroların bugüne kadar tarihsel
olarak tasarımlanmış ve
sınırlandırılmış
tarihsel-kültürel egemen bir
bilginin aşılmasını gerektirir.
Biz bu hesaplaşmayı ancak
tarihsel kültürel tasarımların
dışına çıkarak yapabiliriz.Tüm
bunlar da yeni tasarlanmış bir
kültür çerçevesinde
olabilir.Dünyadaki yeni
oluşturulacak örgütsel
yapılarında bu hedefleri temel
alan, ideolojik, politik ve
iktisadi, bir programının
olmasını gerektirir.
Siyasal ve toplumsal devrimlerin
bu güne kadar bir toplumun
tümünü ne ölçüde
değiştirebildiği sorusu yer
alır. Bu gün 1917 şubat ve ekim
ve diğer devrimlere öncülük eden
parti, kadro ve program
anlayışlarının sonucu olan
mücadele hedeflerinin yeniden
sorgulanmasını gerektirmektedir.
Bu anlayışlar stratejik bir
çıkar birliği üzerinden değil ki
bu takdirde pozitif bir yaklaşım
olur. Burada stratejiyle
programı bir birine karıştırma
sorunu söz konusudur. Bu
anlayışlar bir sosyal sınıfın
fiili davranışlarıyla değeri
özdeşleştirme girişimidir.
Böylece değere dayanan hedefler
bir olgu konumuna indirgenmiş
olur.Bu da sosyolojik
pozitivistler tarafından
savunulan bir görüştür. Bunun
sonucunda da emirleri meşru
sayan diktatör zihniyetli
insanlar ortaya çıkmıştır
Dolayısıyla mücadele anlayışı
burjuva demokratik bir çerçeveye
dahi oturmaz.İşçi sınıfının
mücadelesi tarihsel ezilen
sınıfların kültürel mirası
üzerinden olmak zorundadır. Bu
miras da insan değeridir. Tüm bu
olumsuzluklar da ancak yeni bir
kültürel anlayışla aşılabilir.
Şair Nesimi insanın özü ruh
değil maddedir dediğinde,
derisi yüzülerek
katledilmiştir.Nesiminin uğruna
her türlü tehlikeyi göze
alabileceği bir değerdir, bu
olgu. Burada ortaya konan olayda
öngörülen şeyler değerdir. Bu
belirleyicidir.Bu değer bireyin
tinselliğinin de katılımıyla
toplumsal bir gerçeklik
tarafından ve ortaklaşa başka
değerler doğrultusunda
yaratılmaktadır.Bu gerçeklik
tarihsel ezilen sınıfların bu
güne uzanan bireysel ve
toplumsal değerleridir. Bu gün
modern ezilen sınıfın değeri bu
maddi gerçeklik üzenine oturması
gerekmektedir.
Benzer bir durum Pir Sultan
Abdal içinde söz
konusudur.Toplumsal yaşam içinde
gerçekleşen olgu-değer ilişkisi
burada da vardır. Padişah
fermanı ezen bir toplumsal
sınıfın inandıkları değerler
adına Pir Sultan asılmıştır.Bu
Fermanın infazı tarihsel bir
olgudur.Bu olguda Pir Sultan
tarafından dile getirilmiş
değerlerin sonucudur. Bu
değerler Osmanlı İmparatorluğu
Yönetiminin tümüyle karşısında
yer almıştır.
Toprak kale zindanında padişah
fermanı beklenirken Pir
Sultanın tavrı ödünsüz
olmuştur. Öldürme tehditleri ona
kar etmemiştir.
Kadılar müftüler fetva
yazarsa
İşte kement işte boynum asarsa
İşte hançer işte kellem keserse
Dönen dönsün ben dönmezem
yolumdan
Çıkardılar ağ bedenden atmaya
Şimdi indirdiler yine dahmaya
Kanrıldım çevrildim baktım
zahmaya
Duysun canlar diye bizi asarlar
.
Her nereye gitsem yolum dumandır
Bizi böyle kılan ahd u zamandır
Zincir boynum sıktı halim
yamandır
.
Kalenin kapısı taştan demirden
Yanlarım çürüdü yaştan yağmurdan
Lanet olsun sana ey yezit
pelit
Kızılbaş mı dersin söyle bakalım
Biz ol aşıklarız ezel gününden
Rafizi mi dersin söyle bakalım@
|