1 MAYIS BELGİMİZ: BİZ ÜRETİYORUZ, BİZ YÖNETECEĞİZ
 

 

 

 

 
 
 
 

 

 
 
 

  

 

 
 

 
 

 

 

 

 

 
 

 

 

 

 İŞÇİ VE EMEK ÜZERİNE
SENDİKALAR İÇİN BİR KAÇ SÖZ

Ülkemizde sendikal hareketin tarihsel geçmişi hiçte küçümsenmeyecek kadar  uzun ve deneyim doludur. Ancak bu deneyimler her zaman uygun ortamda doğrusallık gösterememiştir. Bunun nedenleri çok yönlüdür. Biz bu köşemizde  bu nedenleri irdelemeye çalışacağız.
      Günümüzde yapılanlara önce göz atalım. 60-70'li yıllarda işçi sendikaları, (özellikle DİSK)işçinin sınıf olmaktan kaynaklanan duruşunu oluşturmaya çalıştı. Çünkü duruşu belli olmayan bir yığın ne için mücadele vereceğini bilemez.Egemen güçler ekonomik hak almaya çalışmasından çok bu yönünü törpilemek için yoğun bir saldırıya geçti. Öyle ki her olumsuzluğun faturasını işçilere kesmek istedi. Bu arada kullandığı yöntemlerden biride sendika içinde huzursuzluk yaratmaktı.  Bu nitelikteki insanlar zaten sendikanın doğasından içinde vardı.Kutsal itifaklar kurularak yönetim el değiştirildi.Geriye çekmek içinde yapmacık olarak eylemler olmalıydı. Bu  eylemlerin seçimi  kamuoyunun gözünden düşürmesini sağlayacak şekilde planlanıyordu.Sonuçta sendikalı oldukları için olumsuzlukları sendikaya özellikle sınıf bilincini verenlere, olumlulukları da "büyük sendikacı" oluşlarına yazılıyordu.
      Bu komploların faturalarını işçiler emekçiler çok pahalıya ödedi.
      Gelelim 80'li yılların sonlarına, senaryo yeni efektleriyle tekrarlanıyor. Karşı çıkan henüz çok fazla değil ama veryansın yapılıyor. Çünkü tekrarlanan senaryoların efektleri ne kadar renkli olursa olsun foyası eskisi kadar uzun sürmez.Onun içindir ki işçi dostu olduklarını eskisinden daha fazla hem tekrarlıyorlar hem de  eleştirenlere gece gündüz uyumadan saldırıyorlar.70'li yıllarda ki potansiyellerine daha sonra kolay yolu seçerek eklenenlerle birlikte 80'li yıllarda aynı çatı altında toplanarak 12 Eylülcülerle danışıklı sürtüşmelerle kendilerini ülkenin tek solcu örgütü olarak (ki onların solculuğunu işine yaradığı için sağcılar ateşli bir şekilde propaganda yapıyor.)sultalarını ilan ettiler. 
       Her askeri yönetim sonrasında olduğu gibi 80' li yıllarda da önce işçi ve işçi örgütlerini susturmak ve etkisiz hale getirmek birincil görevleri oldu.İlk önce sosyalizm için mücadele edenler önlenmeliydi. 70'li yıllarda olduğu gibi aynı senaryo ile işe başlandı.Bazı insanlar bireysel olarak sahneye sürüldü. daha sonra HP diye bir paravan örgüt kuruldu. içine yöresel etkinlikleri olan insanlar birer birer ikna edilerek bu paravan örgüte katılmaları sağlandı. Daha sonra bunların etki alanında olan ve geçmişinde bireysel kırgınlıkları olanlar, daha sonra ise ekonomik baskılarla veya fırsatları dayatarak kısmen eski yöresel etkilerini de ekleyerek adı da "solcu" ya diyerek insanları çaktırmadan satın alarak pasifleştirdiler.Bu yöntemle  sosyalist ve sosyalizm yanlısı birikimi her askeri yönetimden sonra dağıttılar. Arkasından onlara hem sosyalizm düşmanlığı hem de herkesten daha sosyalist olma yalancılığını yaptırmışlardır. Gerçek sosyalistler onların üstü kapalı ve acımasızca muhbirliklerinden çekmedikleri kalmamıştır. Çünkü arkalarında her türlü sosyalizm düşmanını (engerek yılanı) hazır bulunur ve her alanda acımasıca birlik yaptıklarını açıkça göstermekten korkmazlar.Bu gün ülkemizde bu engerek yılanları en gerici ve şoven kesimlerle birlikte açık hareket edip bir çok sosyaliste tehdit savurmakta ve onların yaşam koşullarını tehdit etmektedirler. Karşı konulunca da biz solcuyuz nasıl bizi karşınıza alıyorsunuz diye iki yüzlü bir tavırla sessiz yığınların kafalarını karıştırmaktadırlar. Yapay düşmanlar oluşturup sosyalistlerin politikalarını önce çarpıtmaya çalışıp daha sonra yapay düşmanlarıyla bir olup ortak saldırıya geçmektedirler. Ne yazık ki bir çok eski, iyi niyetli sosyalist veya sosyalizm yanlısı insanı da alet olarak kullanıyorlar.Bu süreç daha sonra SHP-CHP olarak sürdü.
Ne yazık ki insanları birer robottan farksız hale getirdiler.Bir yandan dindarlara saldırdıklarını iddia ederlerken diğer yandan dindarlarla bir olup ilerici ve sosyalist kesimin üzerine gittiler.Bu muhbir örgütüne alınan eskiden sosyalist olduğunu iddia edenler  "Sahi mi? Sosyalizm" diye alay ettirildiler.diğer sosyalistlerin hala sosyalizme inanmalarını aptallık olduğunu en kısa zamanda her türlü kötülük yapılarak vazgeçirilmeleri gerektiği ilkesiyle faşistlerle bile irtibata girmekten çekinmediler. Bunu sanki onlardan olmayan  soldan olmazmış gibi ahlaksızca bir tavırla savunmaya ve sanki dünyaya yeni gelmiş gibi göstererek toplumdan soyutlama taktiğine, hitler faşizminin soykırımına benzer bir şekilde bir saldırıya başvurarak  önlerine eğmek onlar için vazgeçilmez sadistçe bir duygu oldu.
       Bütün bunlardan anlaşıldığı gibi sosyalistlerin alanı ile diğer solcu olduğunu iddia edenlerin alanı temelden farklıdır. Tıpkı sağcılar ve dinciler gibi. Bu farklar ülkemizde ta 1920 lerden beri vardır. Bu farkları hiç bir zaman sosyalistler karıştırmamıştır. Muhbirler ve öyle olmasını kasıtlı olarak isteyenlerle, iyi niyetli insanları yanlış yönlendirenler tarafından karıştırılmış, karşı çıkanları, iyi niyetli insanları ileri sürerek engellemeye çalışmışlardır.
       Sonuç olarak yığın örgütlerinde çalışma yaparken sosyalistler önce titizlikle bu farklılıkları gözlemlemeli ve tavizsiz uygulamalı ve de diğer yapıları farklılık olarak aynı, yaklaşım olarak dikkatli gözetmelidir.İşte o zaman sosyalistlerin ürettiklerini kullanamazlar, ancak ortak çıkar için (ekonomik ve demokratik) onlardan yararlanırlar.

                                Devam  Edecek


1 ARALIK EYLEMİ ÜZERİNE

          1968  Yılında Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) bir eylem düzenlemişti. Eylem yurt çapında büyük yankılar yapmıştı. O günleri hatırladıkça o güne kadar öğretmen hareketinin ne kadar düzenli ve ne kadar saygın bir gulvarda yürüdüğünü anlamak hiçte zor gelmiyor. Bu gün yine o eylemlerin üzerinde yükselerek yüründüğünü düşünmek elbette ki öğretmen hareketinin bir gururudur. Bu gururu taşımak ve heyecanını yaşamak her öğretmen için bir onurdur tabii. Ancak şunu iyi bilmeli ki o eylem belli bir grafik doğrultusunda yapılmıştı.İlerleyen yıllarda sendika ve sendikal haklar gasbedildiğinde aynı düzey ve heyecan derneklerde de sürmüştü. Bir farkla, sendika anlayışını ısrarla öğrenmek istemeyip, sendikalarda söz sahibi olmak isteyen ve bazı boşluklar sonucu yönetici olabilen kesimlerin bu grafiği bozmaya çalışması dışında. 
           1 Aralık eylemi de bu kesimlerin planlama beceriksizliği yüzünden hedefine yaklaşmadı bile.Memur sendikaları bu eylemden önce bir çok eylemler düzenledi.Dikkat edilirse o eylemlere de bir çok memur katılmasına rağmen iş bırakma eyleminde olduğu gibi üzerinde durulmamış ve yasal kovuşturmadan söz edilmemişti. Çünkü o eylemler iş bırakma ana temasında değildi.O eylemler iş bırakma eyleminin tanıtım eylemi türünde ve tema olarak öyle tanımlanan eylemlerdi. O halde bu eylem iş başında ve iş yeri terketilmeden iş yerine sahip çıkılarak ve emeğin adresinde emeğin gücünü göstererek yapılmalıydı. Bu işleyiş ters yönde işletildi.Bu şunu gösterir,sendika bile meşruluğundan emin değil ve meşrulaşmak için biraz daha kamu oyu yaratmak ihtiyacı duyuyor.Üye aidatlarının bordrolardan kesilmesini kabul eden kuruma siz, bizi gerçekten kabul ettiniz mi diye sormak gibi bir şey.Eylemler devam edecek deniyor. Elbette gerçekçi istemler ve gerçekçi bir platformda sergilenmeli. Eylemlerin devam etmesi, beklentileri olan yığınlar için katılım açısından olsun, heyecan açısından olsun doğaldır. Ancak bu katılımların yığınlara yapacağı umutsuzluk, süregenliği,  eylemlerin caydırıcı niteliğine olan inançlarını olumsuz yönde etkileyecektir. sendikacı tavır nasıl olsa katılmak zorunda veya başka alternatifi mi var biçiminde bir zemine oturamaz. Bu tavır yığınlara saygısızlık olur. Bunun için sendikacı, eylem çitasını çok iyi belirlemeli ve son çitayı hiç bir zaman rastgele yerleştirmemelidir. 
Dahası arada yapılması gereken eylem varsa onu hiç bir zaman atlamamalıdır.Örnek olarak bir eylem daha yapılması gerekirse en az üç gün olarak tekrarlanmalıdır ki sendikanın eylem sonrası nasıl bir tavır belirleyeceği söz konusu olacaktır o durumda. Bu eylem sonucunda basından öğrendiğimiz savunmaya bakınca üç günlük eylemi düşünemez bir potayı gösterdiklerini anlıyoruz.Düşünürlerse yığınları yalnız bırakabilecekleri gözlenmektedir.
         Arada neler atlandığını ve grafiği meydana getiren sendikal politikaların yetersizliğini başka bir yazıya bırakalım.Son olarak önerimiz
         "Yığınların sesini yığınların çıkarları için  kullanalım..."

 



 


 

 

 





|  Bize Ulaşın   |