ARŞİV
Öyle Bir Geçer Zaman ki, Dediğim Aynıyla Vaki


YORUM
Dilimin Ucunda Kelimeler, Bir Türlü Söyleyemiyorum


GEZGİN
Çayır Çimen Geze Geze, Oldum Ben Bir Geveze


MERAKLI MELAHAT
Ama Ben Öğrenmezsem, Ben Olamam ki!


BİR ZAMANLAR
Geçmiş Değil Bugün Gibi, Yaşıyorum Hala Seni


SEVERİM
İçimde Bir Ümit Var, Yeniden Seveceksin


BALIK HAFIZASI
Unutulmaz Deme Bana, Unutulur Unutulur


SÖZLÜK
Güneş Solgun
Gündüz Gece,
İçimde Sen Bir Bilmece


GALERİ

Benden Sana Son Kalan, Bir Küçük Resim Şimdi


ATÖLYE
Fabrikada Tütün Sarar, Sanki Kendi İçer Gibi


NEDEN AKIL DEFTERİ?
Seninle Bir Dakika, Umutlandırıyor Beni


 

KİTAP, MÜZİK, VİDEO



 


       

erdemetal ©2003

 

 

 

 

BİR ZAMANLAR ...
Geçmiş Değil Bugün Gibi, Yaşıyorum Hala Seni ...

 

DEVE CÜCE ...
Öğretmenin bir işi olup sınıfı, sınıf başkanına bıraktığında ya da beden eğitimi derslerinde hava kötü olduğunda o yaşta her biri birer canavar olan öğrencileri oyalamak için akla ilk gelen oyunlardan biriydi deve cüce. Okul müdürü öğretmeni odasına çağırır, öğretmen sınıf başkanına 10 dakikaya kadar geleceğini söyler ve "ben gelene kadar deve cüce oynayın" derdi. 
Çok basit kuralları olmasına karşın oyun oldukça eğlenceliydi. Kimbilir belki de basit olması eğlenceli hale getiriyordu bu oyunu. Bir kere hem kızlar hem erkekler rahatlıkla oynayabilirdi, herkese hitap eden bir oyundu. Ayrıca itiraza ve mızıkçılığa çok müsait olduğundan sıklıkla tartışma çıkardı ve bu tartışmalar oyunun tuzu biberi olurdu.
Öğretmen sınıfı terkettiğinde başkan ortaya geçer ve başlardı deve cüce demeye. Amaç deve dendiğinde ayağa kalkmak, cüce dendiğinde oturmaktı. Yanılan, yani başkan deve dediğinde olayı kavrayamayıp hala oturan, ya da cüce dediğinde aval aval ayakta bekleyen yanardı, yani elenirdi. Elenenler teker teker tahtaya dizilir, en son kalan kişi oyunu kazanırdı.
Refleks gerektiren bir oyundu. Deve cüce diyen kişiye tüm dikkatini vermek ve konsantre olmak çok önemliydi. Tabii biraz da altıncı his gerekirdi. Başkanın ne diyeceğini önceden kestirmek büyük bir avantajdı.
Kızlar daha kırılgan olduklarından erkeklerden daha önce elenirler ve alay konusu olurlardı. Ancak erkeklere kök söktüren cin kızlar da bulunurdu sınıflarda. Olabilecek en kötü şey bu oyunu bir kızın kazanmasıydı. Erkekler için bu büyük bir felaketti.
Başkan için oyunun en büyük raconlarından biri uzun süre deve cüceyi aynı sırayla söyleyip sınıfı bu tempoya alıştırarak belli bir süre sonra arka arkaya iki kez deve ya da cüce demekti. Sınıftakilerin büyük bir çoğunluğu bu tuzağa düşer ve kahkaha sesleri yükselirdi sınıftan. Daha önceden elenip tahtada bekleyenler yeni elenenleri alay ederek karşılarlardı.
Oyun, müdürün odasında işi bitip geri dönen öğretmenin sınıfa girmesiyle son bulurdu. "Herkes yerine" derdi öğretmen ve bütün öğrenciler sıralarına geçip dersi dinlemeye koyulurlardı. Oturup kalkmaktan kan ter içinde kalmış çocuklar çok üzülürlerdi bu duruma. Bir rüya daha sona ermişti onlar için ... 

 

 

BORU ...
"Abi, boru var mı? Elektrik borusu?" ... 9-10 yaşlarındaki çocuklardan bu soruyu duyan elektrikçiler anlarlardı hemen çocukların niyetlerini. Evlerin elektrik tesisatlarında kullanılan gri renkli plastik borulardan 50-60 cm uzunluğunda bir parça keser ve verirlerdi onlara, uzatılan parayı da "istemez" diyerek geri çevirirlerdi hemen ...
Elektrik tesisat borularından savaş aracı yapmak o yılların çocuklarının dahiyane fikirlerinden biriydi. Mahalle aralarında yapılan savaşların yegane silahı olan bu boruların mermileri, kağıt parçalarından yapılan külahlardı. Boş defter sayfalarından özenle kesilen kağıt parçaları, usta bir hareketle kıvrılarak külah haline getirilir ve borunun içine yerleştirilirdi. Külah yapımı çok önemliydi ve maharet gerektirirdi. Bu işe yeni başlayan küçükler külahı genelde dolma gibi yapar ve borunun içine sığdıramazlardı. Bazıları ise kalınlığı iyi ayarlar ama kıvırdıktan sonra ucunu güzelce yapıştırmadığı için külah borunun içinde açılır, şişer ve sıkışır kalırdı.
Külah yapımından sonraki aşama külahı borunun içine yerleştirmek ve borunun dışında kalan kısmı yırtmaktı. Fazlalık alındıktan sonra boru ağza götürülür, dil borunun ağzına yapıştırılır ve güçlü bir nefes alındıktan sonra dilin çekilmesiyle beraber kuvvetle üflenirdi. Külahı uzun mesafelere atabilmek için bu teknik çok önemliydi. Acemiler dilleriyle borunun ağzını kapatmadan direkt üflediklerinden uzun bir menzile ulaşamazlardı.
Mahalle savaşlarının kalaşnikofu olan bu silaha değişik aksesuarlar da eklerdi cin fikirli çocuklar. Alt alta iki, hatta üç boru konarak bantla yapıştırılır ve daha büyük ve etkili bir silah elde edilebilirdi. Bunun yanı sıra en üst kısma eklenen daha kısa bir boru parçasıyla silahın dürbünü, borunun altına yapıştırılan kibrit kutusuyla da kabzası oluşturulabilirdi. Neyse ki bu silahın sadece adı silahtı. Şimdiki silahların aksine kimseyi incitmez, insanları sakat bırakmaz, öldürmezdi ...

 

 

YERLİ MALI ...
"Yerli malı, yurdun malı! Her Türk onu kullanmalı!" ...
Aralık ayı geldiğinde böyle çınlardı sınıflar. Yerli Malı Haftası'nı iple çekerdi çocuklar. Evlerden getirilen her türlü yiyecek, kahverengi sıraların üzerine serilir ve bir güzel mideye indirilirdi. En sık rastlanan ve her sırada mutlaka bulunan yiyecekler, kış aylarının klasik meyveleri olan portakal ve mandalina olurdu. Eğer bir sırada muz varsa anlaşılmalıydı ki o öğrencilerin ailelerinin durumu vasatın üzerindeydi ...
O yaştaki çocukların çok azı bu olayın gerçek manasını anlayabilirdi. Masal gibi bir şeydi bu olay onlar için. Senede bir gün de olsa arkadaşları ve öğretmenleriyle beraber yemek yiyip, eğlenmek haklarıydı tabii ki. Adı Çocuk Bayramı olan, ancak bütün çocukların saatlerce ayakta bekletildikleri 23 Nisan'da böyle eğlenemiyorlardı çünkü ...
Yerli Malı Haftası, önemli gün ve haftalar arasında en önemlisiydi belki de. Her önemli gün ve hafta gibi o da iyi niyetle düşünülüp düzenlenmeye karar verilmişti. Tutumluluğu, savurgan olmamayı öğretmeye çalışan; ülkede üretilen malları kullanmayı teşvik eden bir olaydı. Ama o da diğer önemli gün ve haftalar gibi zamanla rutinleşti ve amacının dışına çıktı ...
Artık okullarda Aralık ayının 2. haftası, Yerli Malı Haftası değil. O artık bir nostalji ...

 

 

GAZOZ KAPAĞI ...
Atılan taş hedefi vurduğunda "baş altı!" diye bağırarak koşardı çocuklar caddenin tamamını kaplayacak şekilde dizdikleri gazoz kapaklarına doğru ...
Gazoz kapağı o yılların en popüler oyunlarından biriydi. Popülerdi, çünkü oynamak için sadece sokaktan ya da mahallenin bakkalından bulabildiğiniz kadar gazoz kapağı; yerde iyi kayacak, yuvarlanmadan gidecek yassı bir taş ve boş bir cadde gerekiyordu. Bunları sağlamak çok zor olmadığından çocuklar sabahın erken saatlerinde başladıkları bu oyunu gece hava kararıp, anneleri onları eve çağırıncaya kadar sürdürürlerdi. Hatta bazı haylaz çocuklar evlerine gitmez, baba sinirli bir biçimde dışarıya çıkıp çocuğu kulağından tuttuğu gibi sokardı eve ...
Gazoz kapakları türlü türlüydü. En zor bulunanı en değerli olanıydı tabii ki. Efes Pilsen, Coca Cola, Pepsi gibi kapaklar değersizdi mesela, her yerde vardı çünkü onlardan. Ama bir Aroma, Gençler, Çamlıca öyle miydi? O metal parçası için uyku uyumayan çocuklar vardı o yıllarda; kendisine, elinde 2 tane Aroma gazoz kapağı bulunduğu halde birini vermeyen arkadaşına küsen çocuklar vardı ...
Nedendir bilinmez, ilkokulu bitirip ortaokula geçen çocukların ilgisi azalırdı bu oyuna karşı. Binbir uğraşlarla bulup biriktirdikleri, oynadıkları oyunlardan kazandıkları kapakların değeri azalırdı birden gözlerinde. Ama o kapaklar tabii ki sahipsiz kalmazdı. Mahallenin küçükleri isterdi hemen onları abilerinden. "Murat abi, bana vericeksin di mi abi onları? Bak söz vermiştin, hatırladın mı? Atma abi onları, bana ver" şeklindeki ısrarlara dayanmak hiç kolay değildi ...
Aylarca o caddede çok iyi oyunlar çıkarmış abi, kapakları ufaklıklara dağıtarak adeta jübilesini yapar; aktif gazoz kapağı oyunculuğuna veda ederdi. Güzel günlerdi onlar ...