- Hani
şefkat nerede?
- Bir
elma rica edeyim
- Dayanılmaz
korku
Tefekkür
Zaman ve azık Saatin zinciri
bitince eylemez "cık cık". Vakti mev'udu gelince
ruha derler haydi çık çık. Hakka kulluk eyle zira. Ahirette
dinlemezler "hınk mınk".
İNCİLER
Kışın güneşine,
Amirin gülüşüne, Kadının söz verişine, Asla güven
olmaz.
Hakimin kararına, Doktorun
raporuna Öğretmenin notuna, İtiraz edilmez.
Edenler daima zararlı çıkar.
Korkmayız asla cihanda, Hak
bizlere yar iken, Başta bilgi kalpte iman, Dilde kelam var iken.
Dilediğin her şeye sabırla
kavuşursun, Takva ile demiri yumuşamış bulursun.
SESLENİŞ
Firavun'a Nemrud'a tatlıca
söz bulasın, Göle mayayı sal da ola ki tutturasın.
Frenk mukallitliği
mahvetti seciyeni, Taş devri kılıklılar düşürdü
seviyeni.
Ana başımızda
tac Her derdimize ilaç Bir evlat pir olsada Anaya heran muhtaç. |
|
Hani
şefkat nerede?
Matematik hocası, "görülen"
şekilleri tahtaya çizerken bir yandan da "aranızda görmediğine
inananlar da var herhalde" demiş, bir öğrenci;
- Tabiî, diye cevap vermişti. Bunun
üzerine hoca:
- Bak evlâdım, insan şöyle
orta yere koyamadığı, eliyle gösteremediği şeylerin
varlığından bahsetmemeli, diye devam edince, hak ettiği
cevabı alıvermişti:
- Hocam, siz çocuğunuzu severken
şefkatinizi elinizle gösterebiliyor, bir fakire sadaka verirken acıma
hissinizi masanın üzerine koyabiliyor musunuz?
Ana
sayfa
Başa dön
Bir
elma rica edeyim!
İnkârcı bir öğretmen,
cebine şeker doldurduktan sonra, küçük öğrencilerine
şöyle demiş:
- Eğer Allah varsa, isteyin bakalım
size şeker verecek mi?
Ama ben, var olduğum için,
isterseniz size şeker verebilirim. Hem de derhal.
Sınıfın en zeki çocuğu,
öğretmenin niyetini anlayıp, şunları söylemiş
kendisine:
- Bana şeker dokunuyor öğretmenim.
Onun yerine bir elma rica edeyim.
Ana
sayfa
Başa dön
Dayanılmaz
korku!
Bir Doçent Hanımla
bu konuda sohbet ediyorduk. Bir ara dedi ki:
"- Biliyor
musunuz, ben de lise yıllarımda ateist idim. Paris'te
okuyordum ve dinimiz hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Müthiş
bir ateist olan felsefe hocamız, bütün sınıfımızı
etkilemiş, hepimizi inançsızlaştırmıştı.
Bilhassa son sınıftayken
ben, ateizm hakkında ateşli nutuklar atardım. Fakat, çok
ilginçtir, her konuşmamdan sonra, içimi müthiş bir pişmanlık
kaplar ve ister istemez içimden "beni affet, beni affet" diye
geçirirdim.
Ama kim affedecekti, onu
bir türlü söyleyemiyordum. Yani "Allah'ım, beni affet"
diyemiyordum. Bunu söylesem bizim ateistlik iddiamız çürümüş
olacaktı. Onun için sadece "beni affet!..."
diyebiliyordum.
Zor zamanlarda,
bilhassa imtihanlarda arkadaşların çoğu kiliseye gidip
mum yakarlardı. Zaten hemen
hemen hepsi temelde hıristiyandı. Güya ben müslüman asıllı
idim ama söylediğim gibi İslâmiyet hakkında hiçbir
şey bilmiyordum. Onun için ben de onlar gibi zaman zaman kiliseye
gidip mum yakardım.
Lise bitirme imtihanlarında
çok zorlanmıştım. O günlerde hıristiyan arkadaşlar
gibi ben de kiliseye gidip mum yakıyordum ve başarılı
olmam için dua ediyordum.
Güya inançsızdım
ama, kiliseye gidip mum yakmaktan da kendimi alamıyordum. Bu
sebeble de diğer arkadaşlarıma karşı bir
mahcubiyet duyuyordum, utanıyordum. Çünkü onlar inançsızlıklarında
daha samimi görünüyorlardı. İnançsızların en
samimi görünenlerinden başı çeken sınıf arkadaşım
olan Macar Büyükelçisinin kızıydı. Bir gün beni
kilisenin önünde görünce, çok utandım, ama dürüst davrandım.
Çünkü, orada ne aradığımı sorunca, kiliseye mum
yakmak için geldiğimi söyledim. O da
bana şöyle dedi:
"- Rica etsem, iki
mum da benim için yakar mısın?"
Hayret içinde kaldım,
çok şaşırdım. Ama isteği gayet ciddi idi.
Arzusunu yerine getirdim. Fakat o andan itibaren de ateistlerin hiçbir
zaman samimi olmadıklarını, içlerinde daima gizli ve örtülü
bir inancı taşıdıklarını anladım.
- Peki, inançsızlıktan
nasıl kurtuldunuz? Allah'ı nasıl buldunuz?"
- Söylediğim
gibi, ne zaman Allah'ı inkâr eden konuşmalar yapsam, içimde
müthiş bir korku duyuyordum. Bu o kadar ağır bir korku
idi ki, sonunda dayanamayarak, "beni
affet" demekten kendimi alamıyordum. Büyük bir pişmanlıkla,
"beni affet, beni affet" dedikçe içimde nispeten bir
rahatlama duyuyordum.
Daha sonraları ise,
şöyle düşündüm: Eğer Allah yoksa içimdeki bu müthiş
ve dayanılmaz korku nedir, nereden ve kimden geliyor? Ben niçin
korkuyorum. Hiç olmayan bir şeyden korkulur mu? Yoktan
korkulmayacağına göre, demek ki vardır, dedim. Evet, bir
süre sonra vardır dedim ve kurtuldum. Şimdi içim rahat, çok
şükür, eksiğimi tamamladım, içim bütünlendi."
Vehbi Vakkasoğlu, (Öğretmenin
Not Defteri - 4'ten)
Ana
sayfa
Başa dön
|
|
|