- İslamın
şartları
- İmanın
şartları
- İcmali
iman
- Tafsili
iman
- Farz
nedir?
- Farz-ayn
- Farz-ı
kifaye
- Farzın
hükmü
- Vacip
nedir
- Sünnet
nedir
- Sünnet-i
müekkede
- Sünnet-i
gayri müekkede
- Sünnete
uyma
- Mekruh
- Mekruhun
kısımları
- Haram
nedir?
- Haramın
hükmü
- Müstehap
- Müstehap'ın
hükmü
|
S U B H A N A L L
A H İ
V E B İ H A
M D İ H İ
S U B H A N A L L A H İ L
A Z İ M
|
İbn-i
Ömer radiya'llâhu anhümâ'dan:Şöyle demiştir: Resûlu'llâh
salla'llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: İslâm beş şey üzerine
binâ olunmuştur: Allâh'dan başka ilâh olmadığına
ve Muhammed'in (salla'llâhu aleyhi ve sellem) Allâh'ın Resûlü
olduğuna Şahâdet etmek, Namaz kılmak, Zekât vermek,
Haccetmek, Ramazan orucunu tutmak.
İslamın
şartları:
- Namaz kılmak
- Oruç tutmak
- Zekat vermek
- Hacc'a gitmek
- Kelime-i şahadet
getirmek
İmanın
şartları: Amentü,
her Müslüman'ın inanması, kabûl edip tasdik etmesi farz olan îman
esaslarından ibarettir. Âmentü'de yer alan îman esasları 6'dır
ve şunlardır:
- Allah'a inanmak,
- Meleklerine inanmak,
- Kitaplarına inanmak,
- Peygamberlerine inanmak,
- Âhiret gününe, öldükten sonra
dirilmeye inanmak,
- Kadere, hayır ve şerrin Allah'tan
olduğuna inanmak.
İcmali
iman: Bir kimse, mânâsını
bilerek ve kabûl ederek:
é£ÜÛa ¢4ì¢ ‰
¥† £à z¢ß ¢é£ÜÛa £ü¡a é Û¡a
ü
"Lâ ilâhe illâllah Muhammedün resûlüllah"
dese icmalî olarak îman etmiş olur.
Bu cümleye Kelime-i Tevhid denir. Mânâsı
şudur: Lâ ilâhe illâllah: Allah'dan başka
hiçbir ilâh ve hakikî ma'bud yoktur. Muhammedün
resûlüllah: Muhammed (asm), Allah'ın Resûlü ve Peygamberidir.
Tafsili
İman: Peygamberimizin
Allah'tan haber verdiği şeylerin herbirini delilleriyle bilip
inanmaktır. Diğer bir ifadeyle, dinin zaruriyatını bütün
tafsilât ve teferruâtıyla öğrenip tasdik etmek demektir.
Dînin
Zarureti Nedir? Dînin
zaruriyâtı, Âmentü'de yer alan 6 îman esası ile dînin
namaz, oruç, hac, zekât gibi farz kıldığı ibâdetler
ve adam öldürmek, içki içmek, zinâ yapmak gibi
haram saydığı
fiillerdir. Bunları, her Müslümanın
teferruâtı ile bilmesi ve inanması şarttır
Farz
nedir?
Farz, yapılması kat'î ve açık
delillerle emredilen dinî iş ve vazifelerdir. Abdest
almak, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek gibi... Farz
ikiye ayrılır:
- Farz-ı
Ayn: Yerine getirilmesi her Müslümana
ayrı ayrı borç olan farzlardır. Bunlar,
bir Müslümanın yapmasıyla diğer Müslümanların
üzerinden düşmez. Namaz, oruç gibi... Gerek
namaz ve gerekse oruç, istisnasız her Müslümanın yapmak
zorunda olduğu, dinî birer vecibedir.
- Farz-ı
Kifâye: Yerine getirilmesi her Müslümana
ayrı ayrı borç olmayan, Müslümanlardan bâzısının
yapmasıyla diğerlerinden borçluluk hâli kalkan farzlardır.
Bu gibi farzları, hiç kimsenin yapmaması hâlinde, bütün
cem'iyet mes'ul ve günahkâr olur. Bir Müslümanın cenaze namazını
kılmak gibi. Cenaze namazının
bâzı Müslümanlar
tarafından kılınması, diğer Müslümanlar üzerinden
mükellefiyetin kalkması için yeterlidir. Ancak, hiç kimse kılmayacak
olsa, bütün Müslümanlar mes'uliyet altına girmiş
olurlar. Farz-ı kifâyenin sevabı,
sadece yapana aittir. Tamamen terkinden dolayı gelen günah ise,
bütün Müslümanlarındır.
Farzın
Hükmü Nedir?
Yapılırsa büyük sevab
vardır. Özürsüz olarak terkedender, dünyada huzur bulamayıp
iç sıkıntısından kurtulamadıkları gibi, âhirette
de çetin azablara çarptırılırlar. Farzın
inkârı Müslümanı dinden çıkarır.
Vacib:
Yapılması farz kadar açık
bir şekilde istenilmemekle birlikte, kuvvetli delillerle sâbit olan
iş ve vazifelere denir. Kurban kesmek vitir ve bayram namazı kılmak
gibi.
Vâcibin
Hükmü Nedir?
Vâcibin hükmü de, farz gibidir. Yani, işlenmesi
halinde sevab, terkinde ise azab vardır. Ancak îtikad bakımından
vâcib, farz gibi değildir. Vâcibi inkâr eden dinden çıkmaz.
Fakat dinde olan bir emri inkâr ettiği için bid'at işlemiş,
büyük bir günaha girmiş olur.
Sünnet
nedir
Resûl-i Ekrem'in (asm) farz ve vâcibden
ayrı olarak bizzat yaptığı, "yapın"
dediği veya yapılmasını hoş karşıladığı
fiillerdir. Sünnetler "nâfile" adı altında toplanır.
Sünnetler ikiye ayrılır:
- Sünnet-i Müekkede,
- Sünnet-i gayr-ı müekkede.
Sünnet-i
Müekkede:
Resûlüllah Efendimizin (asm) umumiyetle
yapmaya devam edip pek az terketmiş oldukları sünnettir. Lügat
mânası, kuvvetli sünnet demektir. Sabah, öğle ve akşam
namazlarının sünnetleri gibi. Ezan, ikâmet, cemaate devam gibi
İslâm şeâirlerinden sayılan sünnetler
de, sünnet-i müekkededir. Bunlara sünnet-i Hüdâ da denir.
Sünnet-i
Gayr-i Müekkede:
Resûlüllah Efendimizin ibâdet maksadıyla
bâzan işleyip bâzan da terkettikleri sünnettir. İkindi ile
yatsının ilk sünneti gibi.
Resûlüllah'ın yeyip içme, giyinip
kuşanma, oturup kalkma gibi günlük normal davranışları
ve âdâb-ı muaşerete taallûk eden işleri de sünnet-i
gayr-ı müekkedeye dahildir. Bunlara sünnet-i zevâid adı da
verilmiştir.
Sünnetin de farz gibi ayn ve kifâye kısımları
vardır. Meselâ, Ramazan'ın son on gününde i'tikâfa girmek,
teravihi cemâatla kılmak, teravihi hatimle kılmak sünnet-i kifâyedir.
Farz namazları cemaatla kılmak ise, sünnet-i ayn'dır.
Sünnete
uymanın lüzum ve faydaları nelerdir?
Kur'ân-ı Kerîm'de mü'minler, Allah
Resûlünün sünnetine uymaya teşvik edilerek şöyle buyrulur:
¥ò ä y
¥ñ ì¤ a ¡é£ÜÛa ¡4ì¢ ‰ ó¡Ï
¤á¢Ø Û æb × ¤† Ô Û
"Allah'ın Resûlünde sizin için
kendisine uyulacak en güzel örnek ve nümûneler vardır." (el-Ahzâb,
21).
Diğer bir âyette ise:
¢é£ÜÛa ¢á¢Ø¤j¡j¤z¢í óãì¢È¡j £mb Ï
é£ÜÛa æì¢£j¡z¢m ¤á¢n¤ä¢× ¤æ¡a
"Eğer
Allah'ı seviyorsanız, bana uyun, benim sünnetlerime tâbi olun
ki, Allah da sizi sevsin..." (ål-i İmran, 31) denilmiştir.
Mubah
nedir?
Yapılmasında veya terkinde dinî
yönden hiçbir mahzûru bulunmayan, yani, mükellefin yapıp
yapmamakta tamamen serbest olduğu işlerdir. Oturmak, yemek, içmek,
uyumak gibi...
Mubah olan bu gibi işlerin ne yapılmasında
sevap vardır, ne de terkinde günah...
Ancak bu fiilleri işlerken, mü'min sünnet-i
seniyyeyi düşünür, o niyetle hareket ederse o vakit sünnet sevabını
kazanır.
Eşyada aslî vasıf, mübah ve helâl
olmaktır. Mübahlığın ortadan kalkması için, o
şey'in mübah olmadığına dair bir şer'î delil
gerekir. Mübahlığı ortadan kaldırıcı bir
delil olmadığı müddetçe, eşya mübahlığını
korur.
Helâl ise, yapılması câiz görülen,
işlenmesinde dinî yönden hiçbir mahzur bulunmayan şeydir. Helâlin
her türlü şâibeden uzak, saf ve temiz olan kısmına
"tayyib" denir.
Her tayyib şey helâl, fakat her helâl
olan şey ise tayyib değildir.
Müstehap
Nedir?
Lügatte, "sevilmiş şey"
mânâsına gelir.
Müstehab'ın
Hükmü Nedir?
Müstehab'ın yapılmasında
sevab vardır. Yapılmaması hâlinde ise, yalnızca bu
sevabdan mahrumiyet söz konusudur.
Haram
nedir?
Yapılması, kullanılması,
yenilip içilmesi dînimizce kat'î olarak yasak edilmiş şeylere
denir. İçki içmek, kumar oynamak, zinâ etmek, adam öldürmek, gıybet
ve iftirada bulunmak gibi...
Haram kılınan eşya veya
fiil, kendisinde bulunan, hiç ayrılmayan bir zarar, kötülük ve
pislik sebebiyle haram kılınmış ise, buna liaynihî
(bizzat) haram denir. Domuz eti ve şarap gibi.
Kendi tabiat ve vasfından dolayı
değil de elde etme şekli, kazanma yolu gibi dıştan bir
sebeble haram kılınmış ise, buna da ligayrihî (bilvasıta)
haram denir. Çalınmış ekmek, gasbedilmiş para gibi...
Haramın
hükmü nedir?
Haramın terkinden dolayı büyük
sevab vardır. İnsanı takvâ mertebesine çıkarır.
İşlenmesi hâlinde ise, kalblerin kararıp vicdanların
paslanması, îmanın zayıflaması, huzur ve neş'enin
gitmesi, ibadetten zevk alma duygusunun yok olması gibi zarar ve kayıpların
yanısıra, âhirette de çetin bir azab söz konusudur.
Haramlığı kesin olan bir
şey'i helâl kabûl etmek, Allah korusun insanı îmandan çıkarır.
Mekrûh
Nedir?
Mekrûh, lügatte, sevimsiz bulunan, nâhoş
ve kerih görülen şey demektir. Istılahta ise, dînen yapılması
çirkin ve kötü görülen işler mânasına gelir.
Abdest alırken ve gusül ederken suyu
israf etmek, kısa kollu elbise ile veya başı açık
namaz kılmak gibi hususlar mekruhlardandır.
Mekrûh
iki kısma ayrılır:
- Tahrîmen Mekrûh:
Harama yakın olan mekrûha denir. Abdest alırken suyu israf
derecede harcamak gibi...
- Tenzîhen Mekrûh:
Helâla yakın olan mekruhtur. Burnu sağ el ile temizlemek
gibi...

|
A
L L A H
A L L A H
A L L A H
A L L A H
A L L A H
A L L A H
A L L A H
A L L A H
A L L A H
A L L A H
A L L A H
A L L A H
A L L A H
A L L A H
A L L A H
A L L A H
A L L A H
A L L A H
A L L A H
|
M
U H A M M E D
M
U H A M M E D
M
U H A M M E D
M
U H A M M E D
M
U H A M M E D
M
U H A M M E D
M
U H A M M E D
M
U H A M M E D
M
U H A M M E D
M
U H A M M E D
M
U H A M M E D
M
U H A M M E D
M
U H A M M E D
M
U H A M M E D
M
U H A M M E D
M
U H A M M E D
M
U H A M M E D |