Olgun Başak                         2.gif (15123 bytes)
     MESAJ PANASU                      |  PORTRE |  MEKAN  |  MİZAH   |  SANAT TANITIM  |  TARİH   | CEVAPLAR   |  TÜRKİYEDEN   |             

MENÜ

Ana Sayfa 

 

Son Sayfa  

Burhan BOZGEYİK 

Gece Yazıları  

Arif AY 

Oluş Sırrı 

Haydar BAŞ 

Amerika'nın Gerçek Yüzü  

Fatih BACAĞIKIRIK 

Onlar Böyleydi 

Ahmed ŞAHİN 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

       GEÇMİŞ VE GELECEK

Oğuz Atay'ın "Tutunamayanlar" romanından sonra bu söz . köksüzlüğü , kimlik bunalımını, insanın kendini kurma yolunda çabayı anlatmak için çok kunlanılır oldu.

 Ülkemizin Batılılaşma yolunda attığı adımlar , geçmişin inkarı , Doğu-Batı sentezi denemeleri , hayatın her alanında bir tedirginlik , bir oturmamışlık ve bundan doğan köksüzlük bunalımı vücuda getirdi.

 Buna bir şu kadar yıldan beri fırtınası altında bunaldığımız şehirleşme sürecini de eklemeliyiz.

İnsanlara musallat olan "boşluk duygusu" pek çok sebep ile birlikte , bir nebzede ayağını basabileceği sağlam bir toprak bulamamaktan ileri geliyor. Bu toprak inanç, dünya görüşü , fikir ve sanat alanında algılanacağı gibi , bütün bunların şekil verdiği reel hayat planında da algılanabilir.

Bir yerde durmak , bir istinada dayanmak , bazı unsurlardan güç almak ve neticede bir " aidiyet" duygusuna ulaşmak ihtiyacındayız.yurt kavramının getirdiği güvenlik ile yersiz-yurtsuz kavramının getirdiği endişe, bu kıyasta bize yardımcı olabilir.

 Hatıralar ve hafıza bize bir yurtluktur ; sanayileşme ve şehirleşme dışında geçmişine sürekli sünger çekilen bir hafıza neleri barındıra bilir. Yıkıntılar arasında bize sadece bir "yıkılmışlık" duygusu eşlik edebilir.

 Oysa kimselere benzemeyen , biricik olan ve şahsiyetimizi oluşturan kilmik, yukarıdan beri saya geldiğimiz geçmişin, ondan hız alamsı beklenen geleceğin bileşkesidir.

 Ne yazık ki Türkiye'de her ferdin yakın maziden çıkıp geldiği nokta sisler arasında her geçengün belirsizleştirmektedir.

 Daha dün lülesinden su içtiğimiz çeşme , gölgesinde oturduğumuz ağaç , üzerinden geçip gittiğimiz Arnavut kaldırımı , göz açıp kapayıncaya kadar yok olup gitmiştir.

 Baba evi yıkılmış , top koşturduğumuz arsaya apartmanalr tünemiş, dalından düşüp kolumuzu kırdığımız dut ağacı kesilmiş ve yaz günleri girip yüzdüğümüz yeşil ırmak simsiya suya dönüşmüştür.

 Bir gün ansızın baba ocağına döneriz.
Ora'yı, bizi yapan unsurların teşkil ettiği binayı boşu boşuna arar dururuz. sonra tarifsiz kederler içinde boynumuzu bükerek alelade, kimliksiz ve kişliksiz yaşama ortamınına geri döneriz.

 Bu ortam tek tip insan, tek tip yiyecek, tek tip düşünce, tek tip üretim ve tek tip tüketim üzerine bina edilmiştir. planları ve uygulamaları başka diyarlarda test edilmiştir. Bize ithal ve lanse edilmiştir. Elimiz kolumuz bağlı olarak bize sunulan konforu kaçırmamaya çalışırız. Yeni bir otomobilin eskisinden farklı yanları sürekli reklam edilip durur. Yeni detarjanın yeni formülü eskisini bir köşeye fırlatır. Eski çoraplarımızı atarız, eski mobilyalarımızı kaldırırız, eski evimizi gözümüzü kırpmadan yıkarız.

Geçmişi yakmak bize nasıl bir gelecek müjdelemektedir ?

Geçmişi kendimiz mi, kendi kararımız mı yıktırıyor ?

Değişme ve yenileşme nedir, hangi yönde doğrudur ?

Biz ne zamandan beri böyle yıkıp, yeniden yapıyoruz yuvamızı ?

Bütün bunların farkında olmayız. Olamayız çünkü böyle bir donanım için fırsat tanınmammıştır. Neden vazgeçip, neye talip olduğumuzu tam manası ile idrak edememişizdir. Yıkıcılık kınanır, yapıcılık yüzeltir; yeni eskiyi her zaman yener.

  Peki sabit kalan nedir? sabit kalması gereken nedir ? Bize kök olan, bizi durduğumuz yerde durduran; yürüdüğümüz yerde yürürten nedir ? İşte bütün bunlar su üzerine yazılan yazı gibi gelir geçer. Hiçbir yerde tutunamayız, kendimiz olamayız sadece tabii oluruz.

Mustafa KUTLU

     MESAJ PANASU                      |  PORTRE |  MEKAN  |  MİZAH   |  SANAT TANITIM  |  TARİH   | CEVAPLAR   |  TÜRKİYEDEN   |