Olgun Başak                         2.gif (15123 bytes)
     MESAJ PANASU                      |  PORTRE |  MEKAN  |  MİZAH   |  SANAT TANITIM  |  TARİH  |  TÜRKİYEDEN   |             

MENÜ

Ana Sayfa 

 

Şehir Mektupları  

Mustafa KUTLU 

Son Sayfa  

Burhan BOZGEYİK 

Gece Yazıları  

Arif AY 

Amerika'nın Gerçek Yüzü  

Fatih BACAĞIKIRIK 

Onlar Böyleydi 

Ahmed ŞAHİN 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İstiklal Marşı Şairi

1873 yılında İstanbul'da doğdu. Bir medrese hocasıolan babası doğumuna ebced hesabıyla tarih düşerek ona "Ragiyf" adını vermiş, ancak bu yapay kelime nlaşılmadığı için çevresi onu "Âkif" diye çağırmıştır. Babası Arnavutluk'un Susise köyündendir, annesi ise aslen Buharalı'dır. Mehmed Âkif ilkögrenimine Fatih'te Emir Buharî mahalle mektebinde basladı.Maarif Nezareti'ne bağlı iptidaîyi ve Fatih Merkez Rüstiyesi'ni bitirdi.Bunun yanı sıra Arapça ve İslami bilgiler alanında babası tarafından yetiştirildi. Rüstiye'de "hürriyetçi" öğretmenlerinden etkilendi. Fatih Camii'nde İran edebiyatının klasik yapıtlarını okutan Esad Dede'nin derslerini izledi. Türkçe, Arapça, Farsça, ve Fransızca bilgisiyle çevresindekilerin dikkati çekti. Mekteb-i Mülkiye'nin idadi (lise) bölümünde okurken şiirle uğraştı. Edebiyat hocası İsmail Safa'nın izinden giderek yazdığı mesnevileri şair Hersekli Arif Hikmet Bey övgüyle karşıladı.Babasının ölümü ve evlerinin yanması üzerine mezunlarına memuriyet verilen bir yüksek okul seçmek zorunda kaldı. 1889'da girdiği Mülkiye Baytar Mektebi'ni 1893'te birincilikle bitirdi. Ziraat Nezareti emrinde geçen yirmi yıllık memuriyeti sırasında veteriner olarak dolaştığı Rumeli, Anadolu ve Arabistan'da köylülerle yakın ilişkiler kurma imkanı buldu. İlk şiirlerini Resimli Gazete'de yayımladı.1906'da Halkalı Ziraat Mektebi ve 1907'de Çiftçilik Makinist Mektebi'nde hocalık etti. 1908'de Dârülfünûn Edebiyat-i Umûmiye müderrisliğine tayin edildi. İlk şiirlerinin yayımlanmasını izleyen on yıl boyunca hiçbir şey yayınlamadı.1908'de II. Meşrutiyet'in ilanıyla birlikte Esref Edip'in çıkardığı Sırat-i Müstakim ve sonra Sebilürresad dergilerinde sürekli yazılar ve şiirler yazmaya başladı.1913'te Mısır'a iki aylık bir gezi yaptı. Dönüşte Medine'ye uğradı. Bu gezilerde İslam ülkelerinin maddi donatım ve düşünce düzeyi bakımından Batı karşısındaki zayıflıkları konusundaki görüşleri pekişti. Aynı yılın sonlarında Umur-u Baytariye müdür muavini iken memuriyetten istifa etti. Bununla birlikte Halkalı Ziraat Mektebi'nde kitabet ve Darülfunun’da edebiyat dersleri vermeye devam etti.

Teskilat-i Mahsusa ve Milli Mücadele’de

Ittihat ve Terakki Cemiyeti'ne girdiyse de cemiyetin bütün emirlerine değil, sadece olumlu bulduğu emirlerine uyacağına dair and içti. I.Dünya Savaşı sırasında istihbat teşkılatı Teskilât-ı Mahsusa tarafından Berlin'e gönderildi. Burada Almanlar'in eline esir düşmüş Müslümanlar için kurulan kampta incelemeler yaptı. Çanakkale Savaşı'nın aksini Berlin'e ulaşan haberlerden izledi. Batı’nın gelişme düzeyi onu derinden etkiledi. Yine Teskilât-i Mahsusa'nın bir görevlisi olarak çöl yoluyla Necid'e ve savaşın son yılında Lübnan'a gitti. Dönüşünde yeni kurulan Dâr-ül -Hikmetül Islâmiye adlı kuruluşun başkâtipliğine getirildi. Savaş sonrasında Anadolu'da başlayan direniş hareketini desteklemek üzere Balikesir'de etkili bir konuşma yaptı. Bunun üzerine 1920'de Dâr-ül Hikmet'deki görevinden alındı. Istanbul Hükümeti Anadolu'daki direnişçileri yasa dışı ilan edince Sebillürresad dergisi Kastamonu'da yayımlanmaya başladı ve Mehmed Âkif bu vilayette Milli Mücadele hareketine katkısını hızlandıran çalışmalarını sürdürdü. Nasrullah Camii'nde verdigi hutbelerden biri Diyarbakır'da çoğaltılarak bütün ülkeye dagıtıldı. Burdur mebusu sıfatıyla TBMM'ye seçildi.

Istiklal Marsi

Meclis'in bir Istiklâl Marsi güftesi için açtıgı yarışmaya katılan 724 şiirin hiçbiri beklenilen başarıya ulaşamayınca maarif vekilinin isteği üzerine 17 Subat 1921'de yazdığı Istiklal Marsi, 12 Mart'ta birinci TBMM tarafından kabul edildi.Mısır’a Gidiş Sakarya zaferinden sonra kışları Mısır'da geçiren Mehmed Âkif, daha sonra sürekli olarak Mısır'da yaşamaya karar verdi. 1926'dan başlayarak Camiü'l-Misriyye'de Türk dili ve edebiyati müderrisligi yaptı. Bu gönüllü sürgün hayatı sırasında siroz hastalığına yakalandı ve hava değişimi için 1935'te Lübnan'a, 1936'da Antakya'ya birer gezi yaptı. Yurdunda ölmek isteği ile Türkiye'ye döndü ve 27 Aralik 1936'da Istanbul'da öldü.

Dil Anlayışi Konusma diline yaşlandığı için kolayca yazılıvermiş izlenimi veren şiirleri biçime ilişkin titiz bir tutumun örnekleridir. Hem aruzdan doğan bağların üstesinden gelmiş, hem de şiirin bütününü kapsayan bir iç musiki düzenini gözetmiştir. Dilde sadeleştirmeden yana olan tutumunu her şiirinde ortaya koymuştur.Mehmed Âkif nazım diline bu dilin tabii yapısını bozmadan elverişli olduğu gelişmeyi kazandırmış ve aruz veznini yumuşatmıstır. Bu aynı zamanda Türkçe'nin şiir söylemedeki imkanlarının ne ölçüde geniş olduğunu göstermesi demektir. Mehmed Âkif dilin toplumsal kimligini öne çıkarmiş,üslupta özgünlük ve kisisellige ulaşmıstır.Yenilikçi bir şair olarak, yasadığı dönemde görülen ölçüsüz yenilik eğiliminin bozucu etkilerine, ölçüsü isleviyle baglantili bir siir kurmak suretiyle sinir çekmeye çalışmıştır.

ESERLERI Safahat, Süleymaniye Kürsüsünde, Hakkin Sesleri, Fatih Kürsüsünde, Hatiralar, Âsim, Gölgeler.


“Büyük adam, eseriyle hayatını birleştiren adamdır. Biz onda u vasıfları arıyoruz: Önce ömründe aynı kanaatin, aynı imanin sahibi olan adamdır. Devirlere, zaruretlere, cemiyetlere göre değismez, muhitine uymaz; muhiti kendine uydurur, uydurmazsa çarpişır. Cemiyetten daha kuvvetlidir; cemiyeti sürükleyicidir. Bu karaktere sahip insanlarin, yani deger yaratıcısi olanların bir kısmı zekasıyla, bir kısmı kalbi ve hisleriyle, bir kısmı da iradesiyle baska insanlara ve cemiyete üstündür, yaratıcıdır, sahiptir veya velidir. Bu üstün insanlar arasında ise bazıları her bakımdan, hem zeka, hem duygu, hem de irade kuvvelerıyle cemiyetin insanlarına üstün durumdadırlar. Böylelerine muvazeneli karakter sahipleri denir. Filhakika zeka, duygu ve irade fonksiyonlarindan yalniz bir kısmında üstünlüğe sahip olanlarda, alelade olan ruh sahasına doğru açılmış bir yara halinde anormallikler, ruh ve karakter sarsıntıları göze çarpmaktadir. Ancak muvazeneli karakter sahipleri, bu sarsıntılardan korunmuş sağlam ruhlu insanlardır. Bu üç türlü fonksiyonların da aynı seviyede yüksek ve keskin oluşu, insanoğlunu hilkatin harikulade bir eseri yapabiliyor. İste Akif yaradılışın bu lutfuna uğramıstı. Ancak onu, iradesinin ateşli tazyikiyle diğer sahalarda muvazenesizlikten koruyan pek mühim bir sebebin var oldugu da unutulmamalıdir: Bu sebep, demirden bir iradeyi ahenkdar bir ray üzerinde yürüten İslam terbiyesi ve Allah'a imanıydı.Büyük adamların başka bir vasfı da münzevi oluşlarıdır. Onlar kalabalığın içinde yalnız yasarlar. Üçüncü bir vasif olarak, büyük adamların devlet ve ikbal mevkilerinden uzak durduklarını görüyoruz.”

     MESAJ PANASU                      |  PORTRE |  MEKAN  |  MİZAH   |  SANAT TANITIM  |  TARİH  |  TÜRKİYEDEN   |