Milyonlarca kişi tehdit altında
Hepatit B, kan alışverişinden, steril
olmayan bir iğneden veya toplu yaşama alanlarından kapılabiliyor.
'Kuluçka' belirtileri yorgunluk, mide ağrısı, ishal ve döküntü
Hatice YAŞAR
Özellikle risk gruplarının geniş olması, belirti vermemesi ve
bulaşma yolları nedeniyle milyonlarca insan hepatit B tehlikesiyle
karşı karşıya. Doktorlar, mikrobun ne zaman alındığının hastalık
açısından önemine değinirken, hasta anneden bebeğe geçen hastalığın
yüzde 90 oranında kronikleştiğini vurguluyor. Bebeklerde bağışıklık
sistemi gelişmediği için etkilenme oranı daha yüksek. Bebeklerle
kıyaslandığında erişkinlerde kronikleşme oranı yüzde 5.
Bilinen bulaşma yollarının yanı sıra bilinmeyen yollarla bulaşma
oranı yüzde 30-40. Bu da doktorların hastalığın önemini ve tablonun
vahametini vurgulamak için dile getirdiği önemli bir nokta.
Hepatit B, virüslü kan ve kan ürünlerinin
alınması, taşıyıcı ya da hasta birinin kullandığı iğnenin vücuda
girmesi, virüslü kesici ve delici aletlerin batması, hepatit B olan
hastanın diş fırçasının kullanılması, özellikle hastalığın vücutta
aktif olduğu dönemde hastayla tükrük ve salya yoluyla yakın temas,
cerrahi girişimler ve diş tedavilerinde virüslü kanın vücuda
girmesi, doğum sırasında hepatit B'li anneden bebeğe taşıyıcılık,
korunmasız cinsel ilişki gibi yollarla bulaşıyor.
Okullar,
cezaevleri...
Hepatit B'nin ikinci ve daha da önemli olan bir diğer bulaşma şekli
ise uzmanlarca
'horizontal bulaşma' olarak telaffuz ediliyor.
İ.Ü. İstanbul Tıp Fakültesi İç Hastalıkları-Gastroenterohepatoloji
Bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Karaciğer Araştırmaları Derneği Genel
Sekreteri Prof. Dr. Yılmaz Çakaloğlu, ülkemizde HBV enfeksiyonunun
bulaşmasında bunun çok önemli olduğunu vurguladı.
Bu bulaşmada, kan ürünleriyle bulaşma şekilleri olmaksızın HBV' nin
alınması söz konusu. Yapılan kapsamlı araştırmalar, HBV ile enfekte
olmuş kişilerin aile üyelerinde, toplu yaşanılan yerlerde (okul, lar,
yurtlar, askeri birlikler, cezaevleri gibi) yakın temas ve bazı
eşyaların (tıraş bıçağı, diş fırçası, tırnak makası gibi) ortak
kullanımıyla önemli oranlarda bulaşma olduğunu gösteriyor.
Çakaloğlu'nun bu konuda verdiği örnek çarpıcı:
"Türkiye'de HBV enfeksiyonu bebeklerde ve ilk çocukluk yıllarında
seyrek iken, ilkokul ve ortaokul çağlarında belirgin artış
gösteriyor. Ülkemizin Doğu ve Güneydoğu yöresinde gerek hijyen
koşullarının iyi olmaması ve gerekse çok fazla sayıda çocuklu
ailelerde çocuklar arası temas (yara, bere gibi) bulaşmadan
sorumludur ve tüm ailenin HBV ile enfekte olması sık rastlanan bir
durumdur."
Hepatit B belirtilerine genellikle bu hastalıkla ilişki
kurulamadığından önem verilmiyor. Hastalığın kuluçka dönemi
belirtileri yorgunluk hali, mide ağrısı, ishal ve deride döküntü
şeklinde görülüyor.
Akut hepatit B belirtilerinde ise gözlerin ve derinin sararmasıyla
bilinen sarılık durumu, açık renk dışkı ve koyu renk idrar
gelişebiliyor.
Kronik
belirtiler
Kronik hepatit B'ye yakalananlarda yorgunluk hissi, kendini halsiz
hissetme birkaç hafta ya da birkaç ay sürebiliyor. Ayrıca kas ve
eklem ağrıları da görülebiliyor.
Kronik ya da akut hepatit B, ancak doktor kontrolüyle teşhis
ediliyor. Çünkü kronik hepatit B'li hastaların yüzde 95'i belirti
vermiyor. Bunu anlamanın yolu hepatit B kan testi. Bazı durumlarda
karaciğer biyopsisi de gerekiyor.
Siz hangi
gruptasınız?
Hepatit B için belirlenen risk gruplarına bakıldığında, virüsle pek
çok yerde karşılaşılabileceği de ortaya çıkıyor. Birinci risk
grubundakiler şöyle sıralanıyor:
"Kan ve kan ürünleriyle temas edenler, sık sık kan nakli yapılan
hastalar, hemodiyaliz hastaları ve çalışanları, hasta kişinin
kanının bulaştığı aletlerle temas edenler (iğne batması), sağlık
personeli, laboratuvar
çalışanları, cerrahlar, diş hekimleri, ilk yardım görevlileri,
uyuşturucu bağımlıları, dövme yaptıranlar, kulak deldirenler."
İkinci risk grubunda ise homoseksüeller, hayat kadınları, çokeşli
heteroseksüeller, HBV taşıyıcı annelerin bebekleri, kalabalık
topluluklar halinde yaşayanlar, bakım evlerinde yaşayanlar, mental
özürlüler, gündüz bakımevi (yuva gibi) sakinleri, sosyoekonomik
düzeyi düşük olanlar ve kötü sağlık koşullarında yaşayanlar yer
alıyor.
Hedefteki
organ: KARACİĞER
Hepatit B virüsünün çok tehlikeli olarak tanımlanmasının temelinde
vücutta direkt karaciğeri etkiliyor olması yatıyor. Karaciğere hasar
vererek hastalığa yol açan virüs, organın işlevini bozuyor.
Hastalığın etkilediği karaciğer vücudumuz için çok şey ifade ediyor.
Karaciğer, vücutta tek ve en büyük organ. Yaklaşık 1.5 kilogram
ağırlığında. Vücuda gerekli protein,
karbonhidrat ve lipitlerin yapımında, vücuttan uzaklaştırılması
gereken maddelerin idrar ve dışkıyla atılmasından sorumlu.
Doktorlar, karaciğerin önemini anlatırken genellikle "Vücudun kimya
fabrikası olarak düşünün" diyor.
Karaciğer, beyin, kalp ve böbrek gibi organlara gerekli besin
maddelerinin iletimini sağlıyor, bunları kaslara, enerjiye,
hormonlaşma ve pıhtılaşma faktörlerine dönüştürüyor. Zehirli
maddeleri (alkol gibi) yok eden karaciğer, anne karnındaki yaşamda
bebeğin kan hücrelerini yapıyor. Vücudun yağ, şeker, enerji ve
mineral deposu, yorulmayan, şikâyet etmeyen bir kimyasal güç
kaynağı.
Vücutta böbrek gibi iki karaciğer olmadığı için bu organ daha da
önem kazanıyor. Karaciğerin bilinmeyen ve diğer organlardan ayrılan
önemli bir özelliği de zarar gören bir karaciğerin yarısının
alınması halinde dahi büyüyerek eski haline gelebiliyor olması.
Toksinler, bazı ilaç ve kimyasallar, alkol, bazı virüs ve
bakteriler, karaciğere zararlı maddeler olarak sıralanıyor.
Hepatit B'nin
seyir defteri
Taşıyıcılıktan kansere
Karaciğeri seven ve yerleştiği organın hücrelerini yiyen HBV'ye
karşı vücut, en geç altı ay içinde antikor geliştiriyor. Vücutta
altı aydan fazla kalırsa 'kronik hepatit B enfeksiyonu' baş
gösteriyor. Enfeksiyon ikiye ayrılıyor. Bir kısmında virüs vücutta
olsa bile insanlar sağlıklı olarak yaşamını sürdürebiliyor. Bunlar
'taşıyıcı' olarak adlandırılıyor.
Bir kısmında ise karaciğerde hastalık devam ediyor ve organın
iltihaplanmasıyla kronikleşiyor. Bunlara da 'kronik hepatit B'
hastaları deniyor. Taşıyıcı olanların bir kısmında hastalık
ilerlemezken, bir kısmında kronik ya da akut hepatit B oluyor.
Doktorlar, nedenini açıklayamıyor.
Virüs vücuda girdikten sonra, bağışıklık sistemi yabancı mikrobu
tanıyarak cevap vermeye başlıyor. Bağışıklık cevabının normal
ölçülerde olması durumunda sarılık ve diğer belirtilerle iki-altı
hafta süren bir hastalık tablosu oluşuyor. Bu tür vakalarda hastalık
yüzde 98 iyileşmeyle sonuçlanıyor. Ancak vücudun bağışıklık cevabı
çok fazla olursa, karaciğer hücrelerinin çoğu hatta tamamı hasara
uğruyor ve bu defa 'fulminan hepatit' (akut karaciğer yetersizliği)
gelişiyor. Bu durumda hastaların yüzde 70'i ölüyor ya da karaciğer
nakliyle kurtuluyor.
Eğer vücut normalden zayıf bağışıklık cevabı veriyorsa, karaciğerde
süregelen bir iltihaplanma, yani 'kronik hepatit', bunun sonucunda
da bazılarında siroz ve ertesinde karaciğer kanseri gelişiyor. Bu
süreç 10-15 yıl alıyor.
Nurcan da
aynı hastalıktan öldü
KİM Dergisi Yazıişleri Müdürü Nurcan Çakıroğlu da 38 yaşında hepatit
B hastalığının kurbanı oldu.
30 Eylül 1997'de sarılık teşhisiyle hastaneye kaldırılan Çakıroğlu,
1 Ekim'de hepatik komaya, 3 Ekim'de de karaciğer komasına girdi.
Hastalığı hepatit B'ye bağlı karaciğer yetmezliği olarak tanımlandı.
Karaciğer nakli yapılması gerekiyordu. Bürokratik engeller organ
bağışını geciktirince Çakıroğlu'nun ameliyata girmesi imkânsız hale
geldi ve sonrasında böbrek yetmezliği başgösterdi. Hastalık o kadar
ilerlemişti ki vücudundaki organları tek tek işlemez hale getirdi.
Sonunda akciğerlerinde de yetmezlik oluştu.
Son ana dek gizlendi
Çoğu hastada olduğu gibi hepatit B Nurcan'da da belirti vermemişti.
Ta ki hastalık karaciğerine zarar verene dek. Organ nakli
gerçekleşemeyince yaşamını yitirdi. Nurcan Çakıroğlu'nun ölümünün
basına yansımasıyla paniğe kapılan halk hastanelere adeta hücum
etti.
Doktorlar o dönemi anlatırken, "Riski bulunmayanlar dahi hastaneleri
doldurdu. O dönemde tam bir panik havası yaşandı.
Riski bulunmayan kişilerin de aşılanması sonucu risk altında
olanlar, gerçekten tehlikede olanlar aşıdan yararlanamadı" dedi.
Çakıroğlu'nun ölümü ve sonrasında medyada yer alan haberler,
toplumda korku kadar duyarlılık da yarattı.
O dönemde, kısa süreli de olsa organ bağışında artış yaşandı.