*Müzik |
ABD
tarihin tanıdığı en büyük silahlı güç olarak BM’den vize çıkmasa bile Irak’a
saldırı hazırlıkları yapıyor. Bush yönetiminin çizdiği tabloya göre 11 Eylül
sonrası konjonktür dünyanın küresel terör tehlikesinden kurtarılmasını
gerektiriyor ve işe “serseri devlet” tabir edilenlerden Irak’ın rejimi ve
yöneticisi Saddam’dan başlanmalı. ABD, bu amaç için savaşı bir zorunluluk
olarak görüyor. Fakat 14 Şubat tarihli sonuncusu dahil BM silah
denetçilerinin raporları Irak’ı küresel bir tehlike olarak görmüyor, bu
yüzden ABD’nin gerekçeleri inandırıcı değil.Çünkü Rus ve Fransızlar bugün
Irak petrolü üzerinde ABD’den daha etkinler ve bir çok kişiye ABD’nin Irak
petrolünün peşinde olduğu düşüncesi daha mantıklı geliyor. Sebep ne olursa
olsun ABD kararlı ve gerekirse BM ve NATO’nun ayak diremesine karşın kendi
gerekçelerine dayanarak bu savaşı yapacağını açıkladı, ve ABD başarırsa
Irak’ın sadece başlangıç olacağı biliniyor. Peki uluslararası kabul görmeyen
bir savaşın sonuçları ne olur? Bir zamanlar
tüm Ortadoğu’nun egemeni Osmanlı devleti “ıslak topraklarda” gözü olan
İngiltere’yi oyalamak için onun rakiplerinin elini güçlendirmek istemiş ve
Almanlara petrol üzerinde bazı imtiyazlar tanımıştı. Bu strateji Osmanlı
vakit kazandırdı kazandırmasına, ama artan gerginlikler, Almanya ve
İngiltere’yi beraberlerindeki ülkelerle Ortadoğu petrolleri uğruna bir dünya
savaşına sürükledi. Savaşı İngiltere kazandı ve Almanlara destek çıkan, fakat
savaş sonunda işgale uğrayıp dağılan Osmanlı devletinin Anadolu’daki
mirasçısı Türkiye sadece “kuru toprakları” kurtarabildi. Petrol bölgeleri ise
“bağımsız” kukla yönetimlere devredilmişti. SSCB’nin kuruluşu ve soğuk savaş
gibi yeni değişkenlerin araya girmesiyle dengeler 20. yüzyılın uzun bir
dönemi boyunca değişti, fakat soğuk savaş sonunda SSCB öncesine geri
dönülmesiyle, bir anlamda maçın ikinci yarısı kaldığı yerden başlamış oldu.
Değişen amaçlar değil sadece bazı oyunculardı. İngiltere, kendi takımının
kaptanlığını artık kader ortağı ABD’ye bırakmıştı. Rakip takım kaptanı
Almanya, ilk yarıda İngiltere takımında oynayan Fransa’yı yanına çekmişti ve
ikisi kıta Avrupa’sı geleneğinde bir Avrupa Birliği’ni kurmak üzerelerdi.
Osmanlı mirasçısı Türkiye ise top dolaştırsa bile kerhen yanında yer alacağı
tarafı seçmişti, tabii ilk yarıdaki güç dengesinden ders almış olarak. Bazı
uzmanlar savaşın, ABD’nin Saddam karşısındaki “kamu hizmeti” nev’inden
gördükleri muhtemel zaferi küresel teröre karşı kazanılmış saymaktadırlar. Bu
fazla iyimser görüş savaş karşıtı tepkilerin girift sonuçlarını hesaba
katmamaktadır ve yanıltıcıdır. Çünkü ABD, SSCB sonrası dönemde soyunduğu
jandarmalık görevini artık abarttığı ve bir tür patronaja dönüştürdüğü
izlenimini vermektedir. Daha kötüsü ABD’nin artık bunu saklama gereği de
duymamasıdır. Tüm dünyada ABD etkisiyle sevk edilmiş BM güçlerini ya da ABD
askerinin varlığını bir an için unutsak bile daha geçenlerde günlük bir
gazetede ufak bir haber olarak geçildi ABD’nin bir ülkedeki rejim karşıtı
lobi faaliyetlerini desteklemek için ayırdığı fonun miktarına ilişkin ABD
Senatosunun kararı. ABD’nin Iraklı muhalifleri Macaristan’da bizzat
yetiştirdiği haberini de gene gazetelerden okuyabildik. ABD’nin değişik
sebeplerle savaşa tutuştuğu tüm ülkelere savaş sonrası “yeniden yapılandırma”
hizmeti vermesi tabii örnek bir davranış, fakat bu “ihtimam” insanı
şaşırtıyor doğrusu. ABD’nin Irak
savaşından sonra kural tanımaz emperyal bir güç olarak dünya sahnesine
çıkması bir çok insan için endişe kaynağıdır. Zira ABD, manevralarıyla
şimdiden BM ve NATO’yu yıpratmış, hatta AB’nin bile çatırdamasına sebep
olmuştur. ABD’nin, gireceği savaş için dünyaya ödettiği bu bedeller sonucunda
kısa vadede belki bir düzen kurulup
barış sağlanacaktır. Fakat ABD istese de istemese de savaş sürecinde Almanya
ve Fransa dahil dünyadaki tüm zihinlerin hırpalanıp yıpranması bir yana,
“yaşlı ve hantal” Avrupa’ya “patronun kim olduğu” da belletilmiş olacak,
otoritesiz BM, NATO gibi birlikler belki de anlamlarını kaybedeceklerdir.
Verilen tepkilerin bir kısmı sadece Irak savaşının değil bu endişenin de
ürünüdür. Bu endişe
ABD’ye duyulan güveni zedeler. Çünkü düne kadar demokratik dünyanın hayranlıkla örnek aldığı “özgürlükler
ülkesi”nin ortaya bir patronaj koymaya çalışması önce hayal kırıklığı
sonrasında da geri kalmış ülkelerden başlayacak küresel bir muhalefete yol
açabilir. Oysa değil ABD, diktatörlükler bile ayakta kalmalarını ülke içinde
yaydıkları ideolojik perspektiflerin yardımıyla vatandaşlarının gözünde
kazandıkları saygı halesine borçludurlar. Sadece silah gücüne dayanarak kabul
ettirilecek bir hegemonya ancak daha etkin bir silahlı güç ortaya çıkana
kadar sürer. Geleceğin süper güç devletleri yükselirken vakit geçirmeden tüm
petrol kaynaklarının kontrolünü şaibeli yollarla elde etmeye çalışmak ABD’ye
kısa bir hegemonik güç kazandırabilir, fakat ABD muhtemel rakipleri olan tüm
bloklardaki irili ufaklı tüm devletlerin elindeki tüm silahların gittiği
yerleri tek tek denetleyebileceğini düşünüyorsa ilkokullarında silahla dehşet
saçan öğrencileri önlemekten aciz bir ülke için fazla iddialı demektir.
Üstelik elim 11 Eylül trajedisi de göstermiştir ki uçak kaçırmaktan anlayan
birkaç kişi tüm ABD’nin güvenlik sistemini akıldışı bir yoldan çökertebiliyor.
Kısacası kendi canini feda eden birileri varsa bir devlet terörle başa
çıkamayabilir ve böyle teröristler bir devlete (adi Irak olsun ya da olmasın)
kapılanmak zorunda da değildirler. Post modern
çağın terörde çığır açan bu eyleminden sonra ABD’nin demir yumruğa başvurması
pekala ters tepebilir, hatta küçük bir ihtimal olmakla birlikte terör
karşısında sadece ABD’nin değil “devlet” kavramının kendisinin bile
fonksiyonsuzlaşması gelebilir. 1980 12 Eylül’ü öncesindeki sokağa çıkmaktan
korkulan günleri hatırlayan bir toplum olarak devletin nasıl aciz
kalabileceğini iyi bilmemiz gerekir. Kimin kendisine başka bir ülkede verilen
özel uçakla bir başka ABD gökdelenini hedef almayacağını iddia edebiliriz ki?
Ya da eğer dünya ticaret merkezine çarpan uçakların yerini viyadüklerden
aşağı uçan otobüsler, kolonları gece yarısı dinamitlenmiş yüksek beton
konutlar alırsa, ya da birileri eline taramalıyı alıp otobüs duraklarında
kurşun saçarsa bunu ABD nasıl engelleyebilir? Güzellik ve örnek olmak, mesela
İslam dünyasında prestij kazanmak için İsrail-Filistin sorununu çözmek yerine
savaş, hizaya getirme ve patronaj ilişkileri kurmak, uluslar arası kabul
görmeyen bahanelerle savaşlar açmak... Küresel terör azgelişmişlikten
beslenecek ve artık daha güçlü anti-Amerikan havanın yardımıyla neden azmasın
ki? Mad Max filmlerindekine benzer anarşik bir dünya gerçekleşmese bile
teröristlere uygun mağaraları olan dağlar, çöller mi azalacak, yoksa teröre
ideolojik zemin hazırlayan düşünsel, etnik ya da ekonomik farklılıklar mı yok
olacak? Maalesef
artık yapılabilecekler az. ABD’nin engellemeler sonucu çekilmesi bir geri
adım olacaktır, ve o zaman önce ABD’nin milli “karizması çizilir”, sonra da
Bush seçimi kaybeder. Bu yüzden diplomasiyle ABD’nin sadece “önünü kesmek”
işe yaramıyor, eğer varsa ABD’ye ”zafer tatmini yaşatacak” bir sonuç
bulunamazsa ABD savaştan Bush istese bile dönemez artık. 2004 ABD başkanlık seçimlerini bu
rüzgarla Bush kazanabilir belki, fakat eğer o seçimde bütün dünya oy
kullanacak olsaydı (ki küresel polisliğe bu kadar meraklı iseler bu
demokratik bir hak olabilir mi, düşünmeye değer) seçimi herhalde eze eze
Demokratlar kazanırdı. Çünkü bu savaş Cumhuriyetçilerin savaşı ve onlar
dünyayı had safhada bir belirsizliğe ittiler. Oysa demokratlar hem küresel
uygarlığı barış içinde, hem de kendi ülkelerinin ekonomisini istikrarlı
biçimde yönetmekte çok daha başarılılar. Geçmişin Prusya’sının siyasal sistemi, Hegel’in “tarihin sonu” tahminini doğrulayamadı. “Tarihin sonunu” Hegel takipçilerinden Marx’ın sosyalizmi de göremedi. Galiba bu ütopyayı, günümüzün moda Hegel takipçisi Fukuyama’nın liberal demokrasisinin simgesi ABD de başaramayacak. |